Yeni Üyelik
69.
Bölüm

Kayip Gezegen 22. Bölüm: "Tanişma"

@peteichor_

Herkes ona gözleriyle bakarken ben ona kalbimle bakıyordum. Görüyordum onu. Gözlerine bakmakla kalmıyordum bakışlarına varıyordum. Sesini duymakla kalmıyordum sözlerine iniyordum.


KAYIP GEZEGEN 22. BÖLÜM: "TANIŞMA"


Gözlerimi perdenin ardından sızan güneş eşliğinde açtığımda kucağımdaki ağırlıkla gülümsedim. Batu'yla gece geç saatlere dek dizi izlememizin ardından Batu gitmiş ben ise Sirius'u kucakladığım gibi rahat yatağıma yayılıp uzun bir uykuyla bedenimi buluşturmuştum. Artık okula gitmiyordum. Yalnızca mekanda vakit geçirecek, geceleri sahne alacak ve bir süre hayatıma o şekilde devam edecektim. Bu durumda akşama kadar boş olduğumdan öğlene kadar uyumuş olduğum yatağıma gerinerek yavaşça veda ettim. Yüzüme birkaç kez soğuk su çarptım ve ayılmayı diledim. Ancak maalesef soğuk su ayılmam İçin yeterli değildi. Ayaklarımı sürüye sürüye merdivenlere ilerlediğimde mutfağa ulaşmam bir ömür sürmüş gibiydi. Bugün üzerimde bir yorgunluk vardı ki yatağımdan bile zorlukla ayrılmıştım. Mutfağa adımlamamın ardından gözlerim tezgahın üzerinde gezdirdim. Dün yediğim iki tabak makarna beni hala tok tutarken kahveyle kahvaltımı geçiştirmeye karar vererek iki bardaklık bir filtre kahveyi demlenmeye bıraktım. Kahve demleneceği sırada Sirius'un da acıkmış olacağını düşünerek mamasının bulunduğu beyaz dolaba ilerledim. Dolabı açtığımda ellerimle buluşturduğum mama paketinin oldukça hafif olduğunu fark ettim. Sirius'un maması bitmişti. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirerek boş paketi çöpe attım ve oyalanmadan Sirius için on kiloluk bir mama siparişi verdim. Nasılsa birkaç saat içinde gelirdi. Mamanın gelmesini beklediğim sırada kahvemi içmiş ve dün dağılan salonu eski haline getirmiştim. Koltuktaki yastıkları düzeltmeye başlayacağım sırada çalan kapıyla koltuktaki yastıkları düzeltme işini erteleyip hızlı adımlarla kapıya ilerledim. Sonunda siparişim gelmişti!


"Buyurun."


O an tek odağım kuryenin elindeki büyük mama paketiydi.


"Teşekkür ederim-"


Karşımdaki beden gerçek miydi şaka mıydı zihnim ayırt edemiyordu. Karşımda bir kurye vardı evet. Üzerinde kurye kıyafeti, elinde on kiloluk bir mama paketi. Ama kurye kıyafetinin içindeki beden oldukça tanıdık bir bedendi ve bildiğim kadarıyla bir kurye değildi! Karşımda siyah kurye kıyafeti içinde başındaki kaskla ve kasktan taşan yeşil gözleriyle gözlerime bir deniz misali dalan Barlas Korhan'dı.


"Barlas- Yani... Siz?"


"Aaa merhaba! Dün oğlum tuzu sizden almıştı değil mi?"


Barlas kendini oldukça kaptırmışa benziyordu. Gerçekten de tanımamazlıktan geliyordu beni. Her şey kılıfına uydurulabilirdi ancak kafamın içinde Barlas'ın şu an ki halini açıklayabilecek hiç bir cümle yoktu! Neden bu haldeydi Ya da nasıl bu haldeydi? Anlaşılan Barlas Korhan oyun istiyordu. Korhan, yeniden bizi istiyordu ve bunun için oldukça aceleci görünüyordu. Resmen karşımdaki adam tanıdığı bir kadınla yeniden tanışabilmek için bir kurye kılığında karşıma dikilmişti.


"E-Evet! Siz de anladığım kadarıyla kuryesiniz?"


Dedim bozuntuya vermeden. 


"Evet! Kesinlikle! Tesadüfe bakın ki aynı zamanda komşuyuz. Ben Barlas."


Derken Barlas elini önüme doğru uzatmıştı. Beklemeden dudaklarımdaki gülümsemeyi bastırmaya çalışarak elimi Barlas'ın eliyle birleştirdim. Bu bir film sahnesi olsaydı oldukça yüksek bir Reyting alacağımıza emin gibiydim. Kendimi bir anlık saçma bir dizi sahnesinde hayal etmiştim! Ki şu an ki durumumuz aksini göstermiyordu.


"Adel bende, memnun oldum Barlas bey."


"Bende öyle."


"Ah her neyse size kolay gelsin ben sizi tutmayayım!"


Mamayı elinden çektiğim gibi zorlukla içeriye aldım.


"Ama-"


Cevap vermesine bile müsaade etmeden kapıyı kapatmış ve koca bir kahkahayı dudaklarımdan serbest bırakmıştım. Demek öyle Barlas Bey! Siz misiniz beni peşinizde koşturan? Birazda siz koşun bakalım.


Hayatta ne zaman, nerede, ne durumda bulunacağımızı ne kadar seçiyormuşuz gibi görünsek de seçemiyorduk. Bunun kararını üzerimize biçilmiş ve bizi kukla misali oynatıp oradan oraya savuran hayatımız veriyordu. Tüm seçim şansımız hayatımızdaydı. Bize de onun biçtiği dünyamıza ayak uydurmak düşüyordu. Şimdi ise bizim yaptığımız hayata meydan okumak gibiydi. O bizi ayırmış, yeniden birleştirmişti ama yeniden tanışma planımız tamamen hayata karşı yaptığımız bir doğaçlama sahnesiydi. Şimdi oyuncular bizdik ve izleyicimiz karar merceğimiz olan hayatımızdı. Belki de kaderimiz...


Dudaklarımdaki gülümseme silinmezken on kiloluk mama paketini zorlukla mutfağa taşıdım ve bir kase mamayı Sirius'un önüne bıraktım. Ardından karnımın acıktığını hissederek küçük bir tost ve sallama bir bardak çayı mideme göndererek bulaşıkları temizledim ve hızla odama adımladım. Akşamki sahneye birkaç saat kalmıştı ve o sırada dört duvara sıkışmaktansa biraz kendime vakit ayırmam fena olmayacaktı. Belki biraz dolaşır ve bir kahve içerdim. Bugün hava dünden biraz daha serin olduğundan altıma siyah kumaş bir pantolon, üstüme triko siyah, boğazlı bir kazak geçirerek saçlarımın sırtımdan dökülmesine izin verdim. Makyaj yapmaktansa pastel tonlarında bir ruj ve kirpiklerimi canlandıracak bir rimel sürmeyi tercih etmiştim. Hazırlanmam yarım saati bulurken daha fazla oyalanmadan siyah kabanımı ve çantamı alarak Sirius'a veda edip evden ayrıldım. Neredeyse seke seke yürüyecektim boş sokaklarda! İçim içime sığmıyordu, mutluluk her bir uzvumdan taşıyordu. Mutluluk kapımı bu kez çalmamıştı, mutluluk bacadan da olsa sızmıştı hayatıma. Mutluluk kovalanmazdı, mutluluk karşılanırdı. Huzura ulaşamazdınız size ulaşmasını beklemeniz gerekirdi. Her duygu bir an kollardı ve size mutlaka ulaşırdı. Size düşen o anı beklemek ve gelen duygu her neyse sevgiyle kucaklamaktı. İster hüzün ister sevinç ne olursa olsun sarılmalıydınız duygularınıza. Siz duygularınıza sahip çıkarsanız onlarda size sahip çıkardı... Önünde durduğum alışveriş merkezine girerken gülümsüyordum. Eğer mutluysanız dümdüz duran duvara bile gülümsemeniz olasıydı. Alışveriş merkezine girdiğimde birkaç mağaza gezmiş son durağım olan o kitapçıya girmek üzere merdivenleri adımlamıştım.


Kitapçı gezmek dünyayı gezmek gibiydi. Her kitap bir başka dünya vadediyordu. Her kitap başka bir evrenin kapısını açıyor, sizi buyur ediyordu. Bazen okuduğunuz kitaplara kaptırıverirdiniz kendinizi. Sonra o kitap biterdi. Son sayfanın son cümlesinde bir burukluk sarardı içinizi. Hayatınızın bittiğini hissederdiniz. Bir sayfa daha arardınız ama bulamazdınız. Bitmişti çünkü. O kitaptaki ömrünüz tükenmişti. Kalakalırdınız. Bu his ölümden farksızdı. Her kitabın sonunda yaşadığınız o hayata veda ederdiniz. Normal insanlar bir defa ölürken kitap okuyanlar okuduğu kitap kadar ölürdü. O kadar biterdi hikayeleri. Belki şanstı bu belki şanssızlık ama böyleydi işte. Normal hayattan farkı, kaç sayfa daha ömrünüz kaldığını bilmekti.


Düşüncelerimin arasında Neredeyse yirmi dakika gezdiğim kitapçıda gezmediğim tek bir raf kalmıştı. Şimdi adımlarım usulca o rafa giden zeminde oyalanıyordu. Rafa attığım her adım dudaklarımda naif bir gülümseme uyandırıyordu. Ulaştığım rafın önünde dururken parmak uçlarımdan yukarıya yükselerek kırmızı kapaklı kitabı almak için elimi uzattım. Tam kitabı almak üzereyken arkamda duyduğum tanıdık sesle olduğum yere çakılmıştım. Zaman yavaşlamıştı hatta durduğu da söylenebilirdi. Yalnızca iki kişi için şu dakika zaman durmuş, akrep yelkovanı kovalamayı bırakmıştı.


"Özellikle istediğiniz bir kitap var mı?"


Gerçekten mi? Ah! Yok artık ama! Yavaşça arkama döndüğümde dudaklarım bir karış aralanmıştı sanki!


"Sen..."


"Aaa siz? Şu işe bakın! Tesadüfün böylesi."


Barlas karşımda kitapçının logosu bulunan kırmızı tişörtün içinde gülümseyerek gözlerime bakıyordu. Tesadüf? Şimdide bir başka adam çıkmıştı karşıma. Önce komşusundan tuz isteyen bir komşuydu sonra bir kurye ve sonra bir kitapçı çalışanı. Şekilden şekle giren bu adamın en tanıdık en benzer yanı her defasında yemyeşil gözleri oluyordu.


"Ya evet! Tesadüf... Hayırdır şimdide kitapçı olmaya mı karar verdiniz?"


Dedim ses tonumdaki kinayeyi saklamadan.


"Evet! Sabah siz kapıyı suratıma çarptığınız İçin mesleğe küstüm."


Elimi dudaklarıma kapattığımda her an kahkaha atabilecek gibi hissediyordum. Resmen benimle dalga geçiyordu! Ama ne kendime ne de size yalan söylemeyecektim. Bu yaptığımız oyun ya da adı her neyse oldukça hoşuma gitmişti.


"Tüh! Demek benim yüzümden mesleğinize küstünüz ha? Çok üzüldüm doğrusu."


"Ya hanımefendi. Bende çok üzüldüm ama ne yapayım zalim bir müşterinin kurbanı oldum."


Hafifçe kıkırdadım. Artık kendimi tutmakta ciddi anlamda zorlanıyordum. Zalim müşteri...


"Demek zalim müşteri? Bakın vicdanım sızladı şimdi, nasıl yapsak ki?"


Barlas dudaklarını hafifçe büzerek küçük Emrah moduna girmişti çoktan. Karşımda sanki işten kovdurduğum muhtaç bir adam gibi duruyordu. Barlas Korhan mimarlığı bırakıp oyuncu mu olsaydı ne?


"Aslında bir önerim var ama ne dersiniz bilemem."


Kollarımı bir birine bağlarken başımı salladım. Dudaklarımda silinmek bilmeyen bir tebessüm vardı. Bakalım Barlas beyin önerisi neydi?


"Neymiş öneriniz?"


"Belki beni yemeğe davet ederseniz özrünüzü kabul edebilirim."


Kaşlarım çatılırken hala gülümsüyordum.


"Özür dilememiştim ama kabul. Madem benim yüzümden başınıza gelmeyen kalmadı-"


"Kalmadı..."


Derken başını sallıyordu ve sayıklar gibiydi.


"Öyleyse yarın akşam için misafirim olabilirsiniz."


Barlas gururla gülümseyerek saçlarını karıştırdı.


"O zaman yarını sabırsızlıkla bekliyor olacağım."


"Görüşmek üzere öyleyse."


Derken Barlas'ın yanından yavaş adımlarla ayrıldım. Arkamdaki yeşil gözleri hissettiysem de dönüp bakmamış yoluma devam etmiştim. Barlas Korhan büyülü bir adamdı. Gözleri büyülüydü. Sesi en güzel melodi, kokusu huzur bahçesiydi adeta. Belki söylediklerim herkese göre anormaldi. Barlas'a bakan yalnızca yeşil gözlü bir adam görüyordu. Ama benim için böyle değildi. Herkes ona gözleriyle bakarken ben ona kalbimle bakıyordum. Görüyordum onu. Gözlerine bakmakla kalmıyordum bakışlarına varıyordum. Sesini duymakla kalmıyordum sözlerine iniyordum. Bu da benim şansımdı. Ona aşık olmak benim en büyük şansımdı. Ona herkesten farklı bakmak benim hayatımın büyüsüydü, sihriydi. Gözlerim dolu dolu ayrılmıştım alışveriş merkezinden. Sonra taksiye bindim gözlerim dolu dolu. Mutluydum, mutluyduk. Onunlaydım, benimleydi. O ve ben bizdik artık. Anahtar kilidini bulmuştu. Cennetin kapıları sonuna kadar açılmıştı. Bize ise el ele kapıdan içeriye adımlamak düşüyordu. Taksi kafenin önüne ulaşırken taksimetrede yazan ücreti ödeyip hızla indim. Tenim bir anda esen rüzgarla ürpermişti. Ellerim cebime sokup beklemeden kafeye adımladım. Batu tam da tahmin ettiğim gibi sahnedeydi. Gitarıyla oyalanıyordu. Konuklar kafeyi doldurmaya çoktan başlamıştı. Batu'yla gözlerimiz kesişirken gülümseyerek gitarını kenara bıraktı ve sahneden inerek bedenimi kollarının arasına aldı.


"Hoş geldin maviş kız."


"Hoş buldum Batuş!"


Batu'yla bedenlerimiz ayrılırken Batu sahneyi işaret etti.


"Hadi başlayacağız birazdan sende hazırlan maviş."


"Tamam."


Derken kabanımı çıkartmış sahneye adımlamıştım. Eşyalarımı sahnenin arkasına bıraktıktan hemen sonra sahne hazırlıklarımı yapmış ve beklemeden ilk şarkımıza başlamıştık...


***


Kabanımı üzerime giyerken yorgunlukla boynumu sağ ve sola ağır hareketlerle yatırdım. Geç saatlere kadar şarkı söylemiş ve oldukça yorulmuştuk. Batu esnerken bir yandan da kafenin kapısına adımlıyorduk.


"Sende yoruldun değil mi?"


Batu başını sallarken kapıdan çıkmak üzereydik.


"Sorma maviş. Yarın ben yokum zaten. Sende gelme bir gün dinlenelim. Zaten geç kapattık bugün."


Batu hissetmiş gibi sözleriyle az sonra ona söyleyeceğim haberin onayını vermiş gibiydi.


"Bende onu diyecektim. Yarın Barlas akşam yemeğe gelecek."


"Vay! Hani, ne oldu yeniden tanışma olayı?"


Omuz silkerken Batu'nun arabasındaki sağ koltuğa yerleşmekle meşguldüm.


"Tanışıyoruz işte. Yarın ilk yemeğimizi yiyeceğiz."


Batu dudağının kenarıyla gülerken arabayı çalıştırdı.


"İyi hadi bakalım. Ben söyleyeyim Eymen'i bize bıraksın. Güneş'imle vakit geçirirler siz de baş başa olursunuz."


"Sağ ol Batuş."


Arabada sessizlik hakim olurken zihnim Barlas ve Eymen'in Güneş'le tanıştıkları o güne gitti ansızın.


Barlas Güneş'in odasına sessizce girerken bir elim Barlas'ın elinin arasındaydı. Gözleri dolu doluydu. Unutmuş olsa da Batu onun kardeşim dediği o adamdı. Ve şimdi tanışmak üzere olduğu bebek kardeşim dediği o adamın biricik kızıydı. Beşiğinde uyuyan Güneş'e adım adım yaklaştık. Beşiğin önünde durduğumuzda ise Barlas'ın gözleri ilk defa Güneş'e değdi ve o an yeşil gözlerinden birer damla yaş bıraktı kendini.


"Maşallah sana... Aynı Batu..."


Diye fısıldadığını duydum Barlas'ın. Güneş'i uyandırmamak için oldukça sessiz konuşuyordu. Dolan gözlerimle gülümsedim.


"Adel... Mucize gibi. Çok güzel... Şimdi ben bu papatyanın amcası mıyım?"


"Evet... Amcası, abisi, babasının kardeşisin. Biz kocaman bir aileyiz Barlas. Biz birbirimizin her şeyiyiz. Sen gittiğinde de değişmedi. Onun Barlas amcası hep vardı. Tek değişen şey şimdi yanında."


Barlas dudaklarını aralamak üzereyken kapıdan ufak bir ses geldi. Batu Eymen'le birlikte odaya adımlamıştı.


"Biz geldik babası."


Barlas gülümseyerek Eymen'e elini uzattı.


"Gel babacığım."


"Baba siz Batu abiyle kardeşmişsiniz. Güneş'te benim kuzenimmiş."


Gülümseyerek izliyordum bu kavuşmayı. En içten gülümsemelerim şahitlik ediyordu bu ana.


"Evet aslanım. Güneş senin hem kuzenin hem de kardeşin."


Eymen gülümseyerek Güneş'i izlemeye başladığında Arkamda ki hareketlilikle gözlerimi Eymen'den ayırıp sıkıca kucaklaşan o iki bedene çevirdim. Batu ve Barlas. İki kan bağsız, iki kardeş, İki her şey...


"Adel geldik Güzelim."


Batu'nun sesiyle düşüncelerimden zorlukla ayrılıp dalgınlıkla dışarıya baktım. Batu'yla evlerimiz oldukça yakın olduğundan Batu arabayı iki evin ortasına park etmişti. İkimizde sessizce arabadan indiğimizde dostça kucaklaşıp kısaca vedalaştık ve yorgun argın evlerimize dağıldık. Şimdi ise açtığım kapıdan içeri girmiş evimin sıcaklığıyla buluşmuştum. Saat gece dörde geliyordu. İki saat sonra güneş doğacaktı. Merakıma yenik düşüp pencereye ilerlediğimde Barlas'ın evinin yanan ışıklar gözlerime takılmıştı. Tek takılanda yanan ışık değildi üstelik. Barlas'ın pencereye yaslı bedeniydi. Gözlerimiz kesişir kesişmez gülümseyerek başını salladı. Onun yaptığı gibi gülümsemiştim beklemeden. Dakikalarca bakışmıştık. Sesler kesilmiş gözler konuşmuştu. Uzunca sohbet etmiş derin konulardan bahsetmişlerdi. Vakit öyle çabuk geçmişti ki güneşin doğumuna bile istemeden şahitlik etmiştik. En sonunda camın önünden ayrılan beden ben olmuştum. Biraz daha orada kalırsam muhtemelen uykusuzluktan düşüp bayılabilirdim. Her zaman olduğu gibi Sirius'la yatağıma ulaşıp uzun soluklu bir uyku için göz kapaklarımı ağırca kapatmıştım. Sonunda huzurlu bir uyku uyuyabilecektim.


***


Belki bir belki iki saat sonra huzurla yattığım yatağımdan fırlamıştım. Midem ağzıma gelmiş gibiydi. Tuvalete nasıl ulaştığımın bile bilincinde değildim. Görüntüler kesik kesikti. Midemde ne var ne yok çıkarttığımı ve en sonunda yorgunca soğuk fayansa yaslandığımı hatırlıyorum. Midemi üşüttüğümü düşünerek önce kısa bir duş alıp kendime gelmeyi diledim. Ardından ise uyumayı es geçip ıhlamur yapmak üzere mutfağa adımladım. Ihlamur midemi rahatlatacaktı. Yani rahatlatacağını umuyordum çünkü mide bulantım hala sürüyordu. Mide bulantıma şiddetli bir baş ağrısı eklenirken kaynar suyu kupaya bıraktığım poşet ıhlamurun üzerine dikkatle boşalttım. Tüm gücümün çekildiğini hissettiğimde oracıkta mutfak sandalyesine oturup camdan dışarıyı izlerken dumanı tüten ıhlamuru dudaklarımla buluşturdum. Güne kötü bir başlangıç yaptıysam da kötü bir bitiş olmaması için enerjimi yeniden toplamam şarttı. Nitekim beklediğim gibi de oldu. Enerjim saat akşam altıyı vururken az çok yerine gelmiş gibiydi. En azından bir kaç çeşit yemek yapmaya enerjim yetmişti. Şimdi ise üzerimdeki siyah elbiseyle televizyon karşısında rahatça oturmuş Barlas'ın geleceği vakti beklemeye koyulmuştum. Geçirdiğim birkaç saatin sonunda kapı sesiyle oturduğum yerden doğruldum ve kapıya ilerlemeye başladım. Kapıyı açtığımda karşımda tam da beklediğim beden elinde bir buket papatyayla duruyordu. Dudaklarında bir gülümseme vardı o tanıdık gülümsemesi. Sıcak ama durgun, mutlu ama buruk gülümseme.


"Sizin kadar güzel değiller ama..."


Derken papatya buketini kollarımın arasına bırakıp içeriye adımladı.


"Çok incesiniz teşekkür ederim."


"Asıl ben teşekkür ederim."


Dediğinde içeriye daha kolay girmesi için hafifçe geriye çekildim.


"Ne için?"


Diyerek ettiği teşekkürü kast ettim. Soran gözlerim yeşilleriyle buluşurken dudağının kenarı kıvrıldı.


"Her şey için."


Dediğinde bu kez gülümseyen bendim. Barlas'ın gözleri bir anlık iki yana kıvrılmış dudaklarımda oyalandı ve hemen ardından yeniden gözlerime çıktı. Aramızda geçen kısa sessizliği mutfağı işaret ederek bozdum.


"Yemek?"


"Elbette."


Diyerek önümden geçti ve mutfağa ilerledi. Papatya buketine sarılı ellerim heyecandan titrerken bir an için kendime gülmek istedim. İlahi Adel. Gerçekten yeni tanışmıyorsunuz ya. O zaten senin göğüs kafesinde yaşıyor bunca zamandır. Kalbinin derinliklerinde... Kalbini hızlandıran, yavaşlatan adam o. Yabancı mı sahi? Barlas çoktan kurmuş olduğum masaya oturduğunda ocağın üstündeki yemeklerin altını açarak birkaç dakika ısınmalarını bekledim. O sırada Barlas Sirius'u kucağına almış gri tüylerini şefkatle okşuyordu. Ortamda oluşan sessizlik rahatsız edici bir boyuta ulaşmadan hemen önce dudaklarımı araladım.


"Eee Barlas bey, hala kitapçı da mı çalışıyorsunuz?"


Barlas'ın bakışları sesimle yemekleri tabaklara koyan bana ulaşmıştı.


"Hayır. Sizden sonra kariyer basamaklarını hızla tırmanıp mimar oldum."


Barlas'ın söyledikleriyle başımı iki yana sallayarak gülümsedim.


"Bakın siz Allah'ın işine! Ne kadar sevindim anlatamam. Bu devirde kim bir günde mimar olmuş öyle değil mi?"


Barlas'la aramızda gözle görünür bir alay yatıyordu. Bu şekilde saatlerce sohbet etmiştik. Hatta bazı anlar kendimizi tutamayıp oldukça yüksek sesli kahkahalar atmıştık. Şimdi ise salonda sessizliği dinliyor pencereden dışarıyı izliyorduk. Gözlerimiz pencerede oyalanırken bir damla pencereden süzülüverdi. Sonra bir damla daha ve bir damla daha... Yağmur yağıyordu. Yağmur bu kez hüzünden değil mutluluktan döküyordu yaşlarını. Bu yağmurlar bize yağıyordu. Barlas cama düşen damlaları gülümseyerek seyrettiğimi görünce hiç bir şey söylemeden önce yerinden kalkıp sonra ellerimden tutup beni kaldırmıştı.


"Ne yapıyorsun?"


"Barlas?"


Barlas'a ne kadar seslensem de tek yaptığı "Soru sorma." Diyerek beni kapıya çekiştirmek oluyordu. Kapının önünde durup montların asılı olduğu beyaz dolabı açtı ve ne zaman astığını bile fark etmediğim montunu üzerine geçirdi. Bir sonraki durağı ise benim montum olmuştu. Montumu hızla üzerime giydirip önüme geçti. Hareketlerini tepkisiz bir halde izliyordum. Montumun fermuarını çektikten hemen sonra kapüşonumu başıma geçirerek elimi elinin arasına aldı. Yağmur başlayalı kaç dakika geçmiş bilinmezdi ancak biz çıktığımızda oldukça hızlanmıştı. Barlas tuttuğu elimden çekiştirip koşar adım bahçe kapısına ilerlemişti. Tabii onun koşar adımlarına koşarak ancak yetişebiliyordum. Bahçe kapısından çıktığımız an, anın verdiği büyüyle bir kahkaha bıraktım dudaklarımdan. Barlas kahkahamla gülümseyerek bana çevirdi bakışlarını. Koşmayı bir an olsun bırakmamıştık. Neredeyse sırılsıklam olmuştuk. Kapüşon bile düşmüştü saçlarımdan. Özgürlüğüne kavuşmuştu saçlarımda tıpkı benim gibi. Barlas'la bir sokağın ortasında durduğumuzda karşıma geçip elini hafifçe havaya kaldırdı. Yağmurdan ötürü gözlerimiz kısıktı. Barlas'ın saçları alnına yapışmıştı.


"Ne?"


Diyebildim uzattığı eline bakarken.


"Dans etmeyecek miyiz?"


"Şarkı yok!"


Sesimi yükseltmiştim ama yine de yağmurun sesini bastırmam mümkün olmamıştı.


"Şarkı biziz Sirius! Kalbine kulak verirsen dans ederken şarkıya ihtiyacın olmaz!"


Düşünmeden elimi Barlas'ın avucuna bıraktım. Tek hamlede belime çıkan diğer eli bedenimi kendine doğru çekmişti ve neredeyse tek beden olmuştuk. Şimdi benim şarkım onun kalp atışlarına karışan bu yağmur sesiydi. Orada ne kadar dans ettik bilmiyordum. Tek bildiğim yağmur durana kadar kahkahalarla dans etmemizdi. Hem de kendi şarkımızla... Daha özeli var mıydı bilinmez ama başarmıştım işte. Kendime, Barlas'a, size verdiğim sözü tutmayı başarmıştım. Barlas Korhan ve Adel Rana Arın bir yağmurda daha dans etmişlerdi. Kendi kalplerinin melodisiyle, hiç durmadan...


Başımı yaslandığım yerden hafifçe kaldırdım. Barlas'ın göğsünden... Şimdi kollarım boynuna dolanmış bir halde kucağındaydım. Yağmurun durmasının ardından yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelmiştim. Tabii Barlas her zamanki gibi dinleneceğim bir liman olmuştu bedenime. Koşarak geldiğimiz yollardan Barlas'ın kucağında dönüyordum. Ara ara nemli dudaklarını alnıma bastırıyordu. O da yorgundu biliyordum ama gıkı bile çıkmıyordu sırılsıklam bedenimi taşırken.


"Yoruldun mu güzelim?"


Demişti. Yoruldun mu... Yoruldum sevgilim. Sensizlikten, kaybetmekten, savaşlardan, yıkımlardan. Ama şimdi dinleniyorum. Sende yoruldum, sende dinleniyorum.


"Asıl sen yoruldun! Bırak da yürüyeyim."


Düşüncelerimi yutup yalnızca yürümek istediğimi söylemiştim.


"Geldik zaten. Hemen gidip saçlarını kurutalım hasta olacaksın."


Sanki bu yağmur yalnızca beni ıslatmıştı. Sanki insan değildi o. Hasta olmazdı, ıslanmazdı, yorulmazdı...


"Bitti mi yani?"


Demiştim yeniden tanışmamızı kast ederek. Barlas dudaklarını alnıma bastırırken benim evimi es geçip kendi evinin kapısına adımladı.


"Nasıl istersen."


Omuz silkmekle yetindim. Sanırım artık tek istediğim Barlas'la olmaktı. Onu onunlayken de pekâlâ tanırdım nasılsa. Hiç bir şey konuşulmadı o konuyla ilgili. Öylece içeriye girdik ve Barlas sonunda kucağından bedenimi indirmişti.


"Gel bakalım."


Bu kez elimi tutarak merdivenlere adımlamamızı sağladı. Merdivenleri ağır ağır çıktıktan sonra Barlas'ın odasına girmiştik. Önce omuzlarımdan verdiği destekle beni yatağa oturtmuş daha sonra tek kelime etmeden odadan çıkmıştı. Geri geldiğinde ise elinde bir kurutma makinesi vardı. Demek ciddiydi diye düşünmeden edemedim. Ancak kurutma makinesini yatağın üzerine bırakıp dolaba yönelmişti. Bir süre dolabın açık kapakları önünde oyalanıp siyah bir eşofman ve gri bir kazakla yanıma gelmişti.


"Hadi giyin güzelim."


Başımı sallayarak ayaklandım. Barlas'a dışarı çıkması için dik dik baktıysam da anlamsızca başını iki yana salladı.


"Ne? Ne oldu?"


Dediğinde kaşlarımla kapıyı işaret ettim.


"Giymem için çıkman gerekiyor."


Barlas tek kaşını kaldırırken hafifçe güldü. Şu an gözleri ciddi olup olmadığımı sorgularcasına bakıyordu. Fakat gayet ciddiydim.


"Sanki görmediğimiz şey-"


Barlas cümlesini bitirmesiyle yüzüne yastık yemesi eş zamanlı olmuştu. İlla utandıracaktı insanı!


"Barlas!"


"Tamam tamam bari kendim içinde bir şeyler alayım."


"İyi al."


Dediğimde kollarımı birbirine bağlayıp çıkmasını bekledim. Sırtı bana dönükken bir süre dolapta oyalandı.


"Sen giyin zaten göremem seni."


"Barlas! Çıkıyor musun yoksa bağırayım mı?"


"Tamam ya tamam!" 


Dedi ve çoktan seçtiği kıyafetleri eline alarak odadan çıktı. Dudaklarımdan rahat bir nefes verirken o ana kadar bu kadar üşüdüğümü fark etmemiştim bile. Islak kıyafetlerimi titreyen bedenimden zorlukla ayırarak Barlas'ın mis kokulu kıyafetlerini üzerime geçirdim. Tam yatağa yeniden oturduğum sırada kapıdaki hareketlilikle gözlerim hareketliliğin sahibini buldu. Barlas üzerine giydiği kuru kıyafetleriyle geri dönmüştü. Gülümseyerek yanıma geldiğinde iki eli de yüzümü kavradı ve önce dudaklarıma sonra alnıma uzun bir öpücük bıraktı. İkimizde sessizdik. Belli ki oldukça yorgunduk da. Barlas ne zaman fişe taktığını bile fark etmediğim kurutma makinesiyle bir anda arkamda belirdi. Elleri saçlarımda kuş kadar hafif hareketlerle gezerken saçlarımı kurutmaya başladı. Gözlerim huzurdan mı yorgunluktan mı bilinmez oldukça ağırlaşmış ve en sonunda kapanmıştı. Uyuya kalmak bu muydu bilmiyordum ama sanırsam uyuya kalmıştım. Son hatırladığım ise saçlarımda hissettiğim hafif öpücüklerdi. Son duyduğum o seste yine öpücüklerin sahibi olan dudaklardan dökülmüştü.


"İyi geceler meleğim."


***


Sabah gözlerimi burnumdaki tanıdık kokuyla açmıştım. Başım Barlas'ın göğsündeydi. Kalbinin tam üstünde. Kokusu burnumdan ciğerlerime ulaşıyor ve içimde bir huzur baş gösteriyordu. Başımı hafifçe kaldırdığımda Barlas'ın yeşil gözleri tüm ışığıyla karşılamıştı sabahımı.


"Günaydın öğretmen hanım."


"Ne zaman uyandın?"


Derken Barlas'ın göğsünden doğrularak yatakta oturur bir pozisyona geldim.


"Çok olmadı. Gözlerimi senden alabilseydim hazırlanıp çıkacaktım ama beceremedim."


Omuz silktim.


"Gitme sende..."


"Keşke güzelim. Ama bugün olmaz. Çok önemli bir toplantıya katılmam gerekiyor. Hadi seni eve bırakayım güzelce dinlen. Akşam uğrarım olur mu?"


İstemeden de olsa başımı salladım.


"Asma yüzünü Sirius yıldızları küstüreceksin. Sen parlamazsan onlar tamamen söner unutma."


Dedikten hemen sonra dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı. Kısa süren bir öpücüğün ardından hazırlanmak üzere yanımdan ayrıldı....


***


Gözlerim penceredeydi. Güneş yeni yeni batmıştı. Akşam olmak üzereydi. Neredeyse tüm günümü uyuyarak geçirmiştim. Kendimi öyle yorgun hissediyordum ki tarifi imkansız bir halsizlikti bu yaşadığım.


Bu akşam Barlas uğrayacağını söylediyse de işi oldukça uzadığından yarın sabah kahvaltı edeceğimize dair söz vermiş ve gönlümü almayı başarmıştı. Yanımda olmasa bile sık sık arıyor ve mesaj atıyordu. Düşüncelerimin arasında çalan kapıyla heyecanla yerimden doğruldum. Hızla kalkmamın etkisinden olsa gerek oldukça şiddetli bir baş dönmesiyle karşılaşmıştım. Yine de umursamadan aynı hızla kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda yeşil gözlerle karşılaşmayı beklerken mavi gözler karşılaşmıştım. Dudaklarımdaki tedirgin gülümsemeyle Batu'ya baktığımda bir anda görüntü bulanıklaşmaya başladı. Başımı dik tutmakta zorlandım. Gözlerime simsiyah bir perde inerken yere yığılmadan hemen önce duyduğum son ses Batu'nun telaşlı sesi olmuştu.


"Adel!"


BÖLÜM SONU

_____________

Loading...
0%