Yeni Üyelik
72.
Bölüm

Kayip Gezegen 25. Bölüm: Yara İzi̇

@peteichor_

"Yaralarımızın geçmesini istiyorsak kanamasına izin vermeliydik. Şimdi kanayacaktı. Onun yarası kanayacak ve sonunda kabuk bağlayıp geçip gidecekti. Belki izi kalacaktı ama geçecekti. İzler kalmalıydı da zaten. İzler geçerse yaralar unutulurdu. Yaralar unutulursa ruhumuzdan geriye koca bir boşluk kalırdı zira ruhumuzu dolduran aldığımız, o geçmek bilmeyen yara izlerimizdi..."


KAYIP GEZEGEN 25. BÖLÜM: YARA İZİ


"Sevgili bebeğim, cinsiyetini bilmesem de daha doğrusu öğrenmek istemesem de seni kalbimin derinliklerinde her geçen gün biraz daha fazla hissediyorum. Beş aydır benimlesin güzel bebeğim. Beş aydır kalbimde günden güne yeşeriyorsun. Biliyor musun bebeğim en çok gözlerini merak ediyorum. Acaba annen gibi mavi gözlerin mi olacak? Yoksa baban gibi yemyeşil gözlerin mi? Eğer mavi olursa annen gibi bir avuç sudan alma maviliklerini canımın içi. Derin okyanuslardan, sonsuz gökyüzünden al. Özgür ol bir tanem. Bir kuş kadar özgür ol. Gökyüzü meskenin olsun... Yada ormanlara benzesin gözlerin. Yemyeşil olsun, baban gibi uçsuz bucaksız ormanlar taşı gözlerinde. Ah bebeğim öyle çok merak ediyorum ki seni. Acaba sende hissediyor musun beni? Kalbimden geçenleri... Hissediyor musun? Ya da babanın her gece dakikalarca sana anlattıklarını, masallar okuduğunu, abinin seni her gün sorduğunu, dayının sana güzel güzel yiyecekler aldığını, sana verilen kucak kucak sevgiyi hissediyor musun? Hisset güzel bebeğim, hisset. Sen yalnızca benim değil geleceğin ailenin her birinin kalbine doğdun. Ben seni karnımda taşırken onlar seni kalplerinde taşıyorlar bebeğim. Bizim bu karmaşık hayatımıza, umutsuzluklarla dolu hayatımıza bir umut ışığı oldun sen. Artık hayallerim var. Umutlarım, yaşamak istediğim binlerce anı var canımın içi. Her birinde sen varsın. Canımdan çok sevdiğim baban var... Korkma bir tanem. Annen sana harika bir baba seçti... Öyle ki babanın bir aşkı da sen oldun artık. Senin babanın kalbi o kadar büyük ki hepimizi sığdırdı bir tanem. Kocaman kalpli yeşil gözlü bir baban var senin. Gelmen için gün sayan, seni şimdiden kalbine saklamış koskocaman bir ailen var. Hepimiz seni bekliyoruz bir tanem. Şimdi senin için aylarca uğraşıp hazırladığımız odanın içinde oturuyorum, sana bunları yazarken. Odanı her renkten biraz olacak şekilde tasarladık. Tabii odanın mimarı biricik baban ve dayın. Özenle tasarladılar odanı. Abinin ve bizim odamızın tam ortasında odan. Sana şimdiden onlarca masal kitabı aldık. Her birini okuyacağız, birlikte el ele okuyacağız. Sen bize sorular soracaksın, baban saçlarını okşarken önce beni kızdıracak cevaplar verecek ardından onun kafasına attığım yastık sayesinde gerçek cevabını verecek ve abin ve sen kahkahalarla güleceksiniz. Öyle çok hayalim var ki seninle... Gel bebeğim. Tüm ışığınla, umudunla gel. Hiç gitmemek üzere gel hayatımızın baş köşesine. Seni çok seviyoruz bebeğim. Sakın unutma. Anneyle baba seni çok seviyor. Seni gökyüzündeki tüm yıldızlar sönünceye kadar seveceğiz güzel bebeğim..."


Kucağımdaki yeşil kapaklı defterin kapağını özenle kapatıp yanımda bulunan komodinin üzerine dudaklarımdan silinmek bilmeyen gülümsemeyle bıraktım. Parmaklarım karnımın üzerinde yerini alırken gözlerim dolmuştu istemsizce. Onunla beşinci ayımızdı bu. Onunla koskoca bir beş ayı geride bırakmıştık. Artık göğüs kafesimin içinde ki ses tek bir kalpten gelmiyor gibiydi. Sanki onunda kalbi kalbimin tam yanında usulca atıyordu ama sadece ben duyabiliyordum o sesi. Hayat ne acayipti ne karmaşık belki de ne mucizeviydi. Daha düne kadar elimden avucumdan kayıp giden hayatımı fazlasıyla geri kazanmıştım. Öyle bir geri kazanmıştım ki şimdi ne olursa olsun kimse ellerimden çekip alamayacakmış gibiydi. Bir kere kazanılan bir daha kaybedilmezmiş gibiydi. Defalarca kaybettiğim halde hala düşünebiliyordum kaybetmeyeceğimi. Kazandıklarımı defalarca kaybettiğim halde her seferinde kaybetmeyeceğime tamamen inanıyorum. Belki yanılsamaydı bu. Belki de yalnızca bir Pollyanna'ydım kim bilir?


"Güzelim?"


Gözlerimi dalgınlıkla bedenini kapıya yaslamış endişeli gözlerini üzerimde gezdiren Barlas'a çevirdim. Sevgilime, hayatıma, umuduma, aşkıma, kocama, sevdiğim her ne varsa ona çevirdim...


"Ne zaman geldin?"


Diye sordum gülümserken. Yerimden dikkatlice kalktığımda bir elim belimde bir elim beş ayda oldukça büyümüş olan bebeğimdeydi.


"Yavaş bir tanem! Şimdi geldim. Sen iyi misin?"


Başımı salladım. Sanki hızla kalmışım gibi büyük bir endişeyle yanıma adımladı. Bir eliyle belimden destek verirken gülümseyerek başımı iki yana salladım.


"Barlas sakin ol gayet iyiyim ben."


Barlas'ın gözleri gülümsememde oyalandıktan hemen sonra gözlerimi buldu. Ve dudaklarını saçlarıma derin derin nefesler alarak bastırdı. Gözlerim huzurun en saf haliyle kapanıvermişti.


"İyi olacaksın tabii güzelim. Hadi gel sana yemek hazırlayayım acıkmışsındır. O da acıkmıştır..."


Gülümseyerek bir elimi Barlas'ın yanağına çıkarttım.


"Canım işten geldin zaten bırak onu da ben hazırlayayım. Merak etme ben gayet iyiyim."


Barlas yanağındaki avucuma dudaklarını bastırdı. Barlas Korhan. Beş yıl değil on yılda geçse unutmazdım seni. Aklım unutsa kalbim unutmazdı. Hissettirdiğin hiç bir duyguyu unutmam ben. Ne kalbimi hızlandıran gülüşünü ne içimi titreten bakışını unutabilirim senin. Sen benim aklımda ölsen kalbimde nefes almaya devam edersin sevgilim...


"Olmaz öyle. Hadi Eymen odasında üzerini değiştiriyor sen bir ona bak bende mutfağa iniyorum."


Başımı salladım pes edercesine. Barlas son iki üç aydır neredeyse beni suratında taşıyacaktı! Zira masada ki suya bile uzanmama izin vermiyordu. Anlaşılan Korhan oldukça pimpirikli bir baba olacaktı.


"Tamam pekala pes ediyorum! Ben bir Eymen'e bakayım."


Barlas bunuma küçük bir öpücük kondurup odadan ayrılırken kapıya doğru yavaşça adımladım ve arkamı dönüp son kez bebeğimin odasına baktım. Onun bedeni karnımda olduğu halde sanki bu odada bırakacakmışım gibi hissediyordum. Annelik böyle bir şey olsa gerekti. Karnımda olduğu halde odasından çıkmak bile endişelenmeme yol açıyordu!


Adımlarım koridorun sağ tarafını, Eymen'in odasının kapısını takip etti. Yalnızca iki ay önce aynı sitede daha büyük bir eve taşınmıştık. Bu kez Batu ve Bahar'ın evine daha yakındık. Yeni evimizi tamamen Barlas tasarlamış her bir zerresini karış karış düşünmüştü. Eymen'in odasının önüne geldiğimde kapıyı hafifçe tıklattım.


"Eymen?"


"Anne, sen mi geldin? Gelsene!"


Evet, doğru duydunuz. Eymen artık bana anne diyordu. Eymen beni annesi kabul etmişti. Beni nasıl annesi gibi kabul ettiyse Barlas'la doğacak olan bebeğimizi de kardeşi olarak kabul etmişti. Küçük bir çocuk İçin kabullenmesi ne kadar zor olduysa da onun için hiç zor olmamıştı. O kıskanmamıştı. O gelecek kardeşi için gün sayıyordu. Düşünmemek elde değildi. Kötü bir babanın ve annenin böyle bir çocuğu olması oldukça mantıksız geliyordu kulağa. Ama sonra hemen hatırlıyordum asıl gerçeği. Onu kimin nasıl yetiştirdiğini hatırlıyordum. Ona kocaman kalbinde yer veren, yeşil gözleriyle insanın içini titreten bir babası vardı ve böyle bir babanın çocuğunun kalbinin kötü olması hiç olası değildi. Yavaşça içeriye girdiğimde gözlerim Eymen ve kucağındaki Sirius'u buldu.


"Hoş geldin tatlım. Nasıl geçti günün?"


Eymen Sirius'u yere bırakarak yanıma adımladı ve karnıma karşı gösterdiği hassasiyetle kollarını belime sardı.


"İyi geçti anne çok iyi geçti! Sen ne yaptın biz yokken? Kardeşim nasıl, iyi mi?"


Gülümseyerek bir elimi Eymen'in saçlarına bıraktım.


"Bizim de günümüz iyi geçti bir tanem. Kardeşinle odasında biraz vakit geçirdik. Ona onu çok sevdiğimizi anlattım."


Eymen minik kaşlarını çatarken başını kaldırıp gözlerimizi buluşturdu.


"Anne kardeşime anlattıklarını ne zaman okuyabileceğiz?"


Gülümsedim.


"O okuma yazma öğrendiğinde birlikte okuyabileceksiniz bir tanem merak etme. Baban aşağıda bizim için yemek hazırlıyor. Sende acıkmışsındır hadi aşağı inelim."


"Acıktım! Hem de kurt gibi."


Diyerek elimden tuttu Eymen ve ufak adımlarla merdivenlere ilerledik. Son beş ayımız böyle geçiyordu. Eylül ayına girmiştik. Hava hafif ılık, sarı yapraklar zemini özenle süslüyordu. Ağaçlar yapraklarına veda ediyor birer birer dallarından bırakıyordu onları... En sevdiğim aydı Eylül ayı. Hava ne çok sıcaktı ne çok soğuk. Doğa yeşilinden vazgeçip sarıyla buluşuyor, sokaklar ezilen kuru yaprak sesleriyle dalgalanıyordu. Bulutlar ara ara yeryüzünü ıslatıyor, tüm sesleri bastırırcasına yağmurunu toprakla buluşturuyordu. Eylül ayı, vazgeçiş ayıydı. Yazdan, güneşten vazgeçiş ayı belki de bir çok şeyden vazgeçiş ayı...


"Anne kapı çalıyor açabilir miyim?"


Eymen'in sesiyle son basamağı da inip gülümsedim.


"Tabii bir tanem. Bak bakalım kim gelmiş."


Eymen koşarak kapıya ilerlediğinde bir gözüm kapıdaydı. Kapı açıldığında içeriye adımlayan ilk beden tüm enerjisiyle Batu'nun bedeni olmuştu. Ve bir sonraki beden bebek arabasının arkasındaki Bahar'ın bedeniydi. Onlar artık kocaman bir aile olmuştu. Batu, Bahar, Güneş ve Ela... Evet Batu'nun bir kızı daha olmuştu. Tıpkı hayallerindeki gibi iki kız babası olmuştu. Zihnim bir anda Bahar'ın doğum yaptığı günün anısıyla dolup taştı...


"Hoş geldiniz!"


Bahar ve Güneş'e hitaben araladığım dudaklarım sonunda kocaman bir gülümsemeye dönmüştü. Bahar arkasında durduğu bebek arabasıyla içeriye girdiğinde hızla Bahar'ın karnına dikkat ederek bedenine sarıldım. Bahar'ın hamileliğinin son ayına gelmiştik ve oldukça hassas bir dönemden geçiyordu. Bahar içeri girdikten hemen sonra bahçeye giren arabanın sesiyle Barlas ve Batu'nun da geldiğini fark ederek Bahar'dan bedenimi ayırdım ve gözlerimi arabanın durduğu yöne çevirdim.


"Hah! İşte bizimkilerde geldi. Sen ayakta kalma kuşum ben onları karşılar gelirim. Sen geç otur masaya her şey hazır ne de olsa."


Bahar gülümseyerek başını salladı ve bebek arabasını kenara bırakarak Güneş'i kucağına alıp dikkatle salona adımladı. Batu şu an Bahar'ı Güneş'i kucağına alırken görseydi muhtemelen kalp krizi geçirirdi diye içimden geçirmeden edemedim. Batu Barlas ve Eymen bir kaç dakika sonra yanıma ulaştıklarında gülümseyerek teker teker hepsiyle sarıldım. Çok geçmeden içeriye girdiğimizde koca yemek masasını bedenlerimizle ve kahkahalarımızla doldurmuştuk. İlerleyen saatlerde Koltuklara dağılarak çaylarımızı yudumlamaya başladık.


***


Saat gece on ikiye geliyordu. Batu ve Bahar ayaklanmış eve gitmeye hazırlanıyorlardı ki bir anda Bahar'ın çığlığıyla telaşla gözlerimiz Bahar'a döndü. Bahar karnını tutarken bir anda dudaklarını zorlukla araları.


"S-Suyum..."


Batu ne yapacağını bilemezken bir anda bana doğru dönerek her zaman olduğu gibi saçmalamak için dudaklarını araladı.


"Adel Bahar'ın suyu nerede?! Su istiyor karım! Suyu nerede Bahar'ımın!"


"Batu ne diyorsun sen! Kız doğuruyor doğuruyor!"


Sözlerim Batu'nun kafasının içinde bir kaç şimşeğin çakmasına sebep olurken telaşla Bahar'a döndü.


"Ne!? Dur kızım sakın buraya doğurayım deme! Yetiştireceğim ben seni tamam mı?"


Şu durumda olmasak Batu'nun bu garip hallerine kahkahalarla gülebilirdim ama şu an ortada doğurmak üzere olan bir kadın vardı. Panikle Barlas'a döndüm. Şu an aklını başında tutabilecek tek insan Barlas gibi duruyordu.


"B-Barlas bir şey yap doğuruyor kız!"


"Tamam durun! Güzelim sen çocuklarla kal ben onları hastaneye götüreceğim."


"T-Tamam çabuk hadi!"


Barlas bir yandan Bahar'ı sakinleştirmeye bir yandan Batu'yu susturmaya çalışarak kapıdan çıktığında çoktandır tuttuğum nefesimi sıkıntıyla dışarıya verdim. Umarım Bahar sağ salim bebeğiyle geri dönerdi.... iyi dileklerimi onlarla uğurlarken Bir yanıma Eymen'i bir yanıma Güneş'i alıp koltuğa bedenimi bıraktım... Onlar artık kocaman bir aileydi. Bahar ve Batuhan... Atlattıkları onca şeyden, ayrılıklardan, birlikteliklerden sonra kocaman bir aile olmuş ve birbirlerine verdikleri kucak kucak sevgiyle büyütmüşlerdi...


"Heyt be! Aslanım! Nasılsın bakalım? Sana kapı mı açtırdı bu zalim annen?"


Batu'nun sesiyle zihnimdeki anıları geride bırakıp Batu'ya, hemen sonra yanındaki Eymen' e döndüm ve Batu'nun abartılı sözlerine göz devirdim. Batu göz devirdiğimde yalnızca omuz silkmiş ve boşta olan eliyle Eymen'in saçını karıştırıp arkasından içeriye giren Bahar'a dönmüştü.


"Gel gamzelim. İyisin değil mi?"


"Batu'm kaçıncı oldu ama? İyiyim diyorum Ya! Ben doğuralı iki ay oldu farkındasın değil mi?"


Batu omuz silkerken Barlas omzunda bir mutfak havlusuyla mutfaktan çıktı ve yanımıza adımladı.


"Hoş geldiniz kardeşim."


"Vah vah! Şu hale bak kardeşimi ne hallere getirmiş zalim gelin!"


Batu'nun bir kaynana edasıyla dudaklarından dökülen ağıtlarla kahkaha atmadan duramamıştı.


"Çok konuşma hıyar sen ne anlarsın? Ver bakayım yeğenimi bana."


Barlas Batu'nun kucağındaki Güneş'i kollarına aldığında Güneş memnuniyetle kollarını Barlas'ın boynuna sardı.


"Ne mi anlarım? Abiciğim şu an kucağında tuttuğun melek benim kızım ve bir kızım da yanımda duruyor ona göre!"


"Bir susun Ya! Sinirlendirmeyin beni. Gel kuzum ayakta kaldın."


Sesimle herkesin bakışları bana dönerken Bahar gülümseyerek yanıma ulaştı ve bedenime dikkatlice sarıldı.


"Nasılsın canım? Ufaklık epey büyümüş gibi."


Gülümsedim. Bedenlerimiz usulca ayrıldı.


"Evet ya sorma! Epeyce büyüdü. Ama zorlamıyor beni."


Gözlerim bebek arabasında uyuyan Ela'yı buldu.


"Maşallah her geçen gün büyüyor..."


Gülümsedi. Hep birlikte kısa sürede salona adımladık ve huzurlu bir akşam yemeği yedik. Batu ve Bahar bugün çok kalmadığından kısa sürede kızlarıyla evine dönmüş ve bizi, çekirdek ailemizi yalnız bırakmışlardı. Bizde her akşam olduğu gibi ailecek sohbet etmiş, bir film izlemiş ve uyumak üzere odalarımıza dağılmıştık. Şimdi ise Barlas çalışma odasında projesiyle ilgileniyor ben ise yatağımda yatak başlığıma sırtım yaslı bir halde elimdeki kitabı okuyordum. Göz kapaklarım ağırlaşmış ve neredeyse kapanma raddesine geçmişken kitabımın kapağını kapatarak yanımdaki komodine bıraktım.


"Bitti mi kitabın?"


Barlas'ın sesiyle tam uzanmak üzereyken yeniden doğruldum ve gözlerim kapıyla buluştu.


"Uykum geldi canım. Sen ne yaptın, işin bitti mi?"


Barlas gülümseyerek yatağa adımladı ve hafifçe kaldırdığı yorganın içine girerek nefesini kuvvetlice dışarıya verdi.


"Bitti sonunda! İyisin değil mi Adel?"


Başımı salladım. 


"Güzelim sana bir şey söylemem gerekiyor. Sadece bil diye söylüyorum bizi ilgilendiren bir şey yok tamam mı?"


Çatık kaşlarla Barlas'a doğru döndüm.


"Bir şey mi oldu."


Barlas gözlerini uzunca kapatıp açtı ve sağ koluna yaslanarak hafifçe doğruldu.


"Uraz..."


İsmini duymak kalp atışlarımı korkuyla hızlandırırken sertçe yutkundum.


"E-Evet?"


"Hastanede... Yani, akıl hastanesinde. Akli dengesini kaybettiğine dair bir doktor raporuyla hapishaneden hastaneye alınmış."


Kaşlarım çatıkken yavaşça havalanmaya başlamıştı.


"Ya? Sen nereden..."


"Abim söyledi güzelim. Ona da şey söylemiş."


"Annen?"


Barlas başını salladı ve yeniden başını yastıkla buluşturdu.


"Ona bir şans vermelisin Barlas. Herkes bir şansı hak eder... Bak aylardır hiç bir aramasına da cevap vermiyorsun böyle mi kaçacaksın ondan?"


Barlas'ın sert bakışlarının hedefi gözlerim olmuştu. Ara ara bu konu gündemimize gelse de Barlas bir şekilde geçiştiriyor ve konuyu anında kapatıyordu. Sanki annesi hiç yokmuş gibi davranıyor ve bunu yapmak ona daha kolay geliyordu.


"Kalbini kırmak istemiyorum Adel."


"Gerekirse kır ama beni geçiştirme Barlas. O senin annen tamam mı? Bir hata yapmış ama-"


"Hata? Çocukluğumu çalan bir hata. Adel ben ne zaman büyüdüm biliyor musun? Annem gittiği gün büyüdüm. İnsanı aldığı yaşlar değil aldığı yaralar büyütür Adel. Ve beni annem büyüttü. Beni annem yaralayarak büyüttü. Hata ha? Eğer o hata benden bir çocukluk çalıyorsa o hata değildir. O bir hırsız Adel. Hem de çaldığı şey geri getirme şansı olmadığı, paha biçilemez bir şey. Benim çocukluğum... İyi geceler..."


Ve arkasını dönüp yattı.


"İyi geceler..."


Diyerek mırıldandım yalnızca. Biliyordum. Ne kadar büyüdüm dese de büyümemişti. Barlas o gün zannettiğinin aksine büyümemiş bilakis beş yaşındaki o terk edilmiş çocuk olarak kalakalmıştı. Aldığı yaşlar bile yetmemişti onu büyütmeye. Haklıydı belki de. Annesi onun çocukluğunu çalmıştı. En güzel yaşlarına gölge düşürmüştü. Bazı insanların büyümek için yıllara, aldıkları yaşlara değil derin yara izlerine ihtiyacı vardı. Bazı insanları ancak aldığı yaralar büyütürdü. Ama bu Barlas için öyle olmamıştı. O büyümemişti, o çocuk olarak kalmıştı ve şu an sorduğu hesap geri alamadığı çocukluğunun değil büyüyememenin hesabıydı. İkinci defa baba olacak bir adam dahi olsa o hala beş yaşında küçük bir çocuktu ve onun büyümesine engel olan annesini bir türlü affedemiyordu. O çocukluğunu değil gençliğini, yaşlarını geri istiyordu... Gözlerimi usulca kapattığımda acıdan mı düşündüklerimden mi yoksa kalbime yaptığı ufak dokunuşlardan mı olduğu bilinmez, bir damla yaş gözlerimden yanaklarıma doğru yol alarak süzülüverdi...


***


"M-Merhaba..."


Oldukça yaş almış ama güzelliğinden ödüm vermemiş yeşil gözleriyle hala ışıklar bahşeden kadının karşısında durdum. Beni gördüğünde afallasa da tanıması uzun sürmemişti. Evet oradaydım. Barlas'ın annesinin evinde. Serap hanımın karşında...


"Merhaba? Siz..."


Bir elimi karşımdaki kadına uzatırken diğer elim temkinli bir halde karnımın üzerindeydi.


"Adel ben. Barlas'ın eşi..."


Karşımdaki kadın elini elime uzatıp hafifçe sıktı.


"Sizi tanıyorum... H-Hoş geldiniz! Gelsenize ayakta kalmayın."


Gülümseyerek Serap hanımın açtığı kapıdan içeriye adımladım.


"Rahatsız etmiyorum Ya?"


Serap hanım hızla başını iki yana salladı. Serap hanımın gözlerine baktığımda Barlas'ın gözlerini görmüş kadar olmuştum. Gözlerinin yeşilleri bile aynı tonu paylaşmıştı. Onların gözleri benzemiyordu, onların gözleri aynıydım. Birer bir aynı...


"Hayır ne rahatsızlığı? Sizi gördüğüme çok sevindim."


Gülümseyerek Serap hanımın oturduğu koltuğun çaprazına oturdum. Oldukça yakındık.


"Nasılsınız? İyi misiniz? O... İyi mi?"


Karnımı işaret ettiğinde istemsizce gözlerim ve ellerim karnımı buldu. Bebeğimi...


"İyiyiz... ya siz? Nasılsınız?"


"İyiyim... Bir oğlum akıl hastanesinde, eşimi bir ay önce kaybettim.... Diğer oğullarım..."


Gözlerini ellerine indirirken burukça gülümsedi.


"Benden nefret ediyor... Ama iyiyim işte. Yaşamak iyilikse yaşıyorum. Nefes almak yaşamaksa alıyorum...


Gözleri ellerinden gözlerime çıkarken hafifçe gülümsedi. Gülümsemesinin derinliklerinde bir burukluk yatıyordu. Hissedilebilir bir acıyla gülümsüyordu Serap Hanım.


"Sanki onların vermediği sevgi diğer oğlumdan geldi ama öyle bir geldi ki onu delirtti... bir oğlumu bana olan sevgisi delirtirken diğeri nefretten öteye geçemedi."


Ne kadar, çünkü onları bırakıp gittiniz ve daha onlara sevginiz yetmezken başka bir çocuğa annelik yaptınız demek istemesem de tüm kelimelerimi yuttum ve titrek bir nefes alıp bir elimi Serap hanımın birleşmiş ellerinin üzerine bıraktım.


"Sizi anlamayı çok isterdim fakat ne yazık ki anlayamam. Ben henüz kucağıma bile almadığım bebeğimi bırakın bırakıp gitmeyi gözlerimin önünden bile ayıramam... Suçlusunuz ve belki de affedilemez evet ama bir konu da yanılıyorsunuz. Demir abiyi bilemem ama Barlas sizden nefret etmiyor. İstiyor. Deli gibi istiyor ama edemiyor. Siz hala onun kalbindeki en derin yarasınız. Ne olursa olsun siz onda geçmeyen bir yara olarak kaldınız."


"Ah kızım... keşke söylediğin gibi olsa ama gördüm. Ben onun gözlerindeki nefreti gördüm."


Buruk bir gülümsemeyle başımı iki yana salladım.


"Ne yazık ki bunu söylemek zorundayım... Siz Barlas'ın gözlerinden duygularını ayırt edebilecek kadar onu tanımıyorsunuz Serap hanım. Barlas bıraktığınız beş yaşındaki o aciz çocuk değil artık. O kendini büyüttü. En azından öyle sanıyor..."


"Bunları konuşmak için geç kaldık be güzel kızım. Yeter ki siz mutlu olun-"


Hızla başımı iki yana salladım.


"Yo hayır! Hiç bir şey için geç değil Serap hanım. Bakın Barlas baba oldu ve yine olacak ama ben Barlas'ın bir kez de evlat olmasını istiyorum. Bir annenin oğlu... Bir çocuğun babası olmuş bir adamın bir annenin oğlu olmak hakkı değil mi sizce de? Geçin Serap hanım. Siz Barlas'ın yarasısınız ve artık geçmeniz gerekiyor..."


Serap hanımın gözlerinden düşen bir damla yaş bir aradaki ellerimizin üzerine düşerken benimde gözlerim dolmuştu.


"Ne yapmamı istiyorsun benden?"


"Gelin Serap hanım. Bu akşam bize gelin. Yemeğe... Torununuzla tanışın. Oğlunuza bir akşamda olsa anne olun. Anlatın ona. Aklınızdan değil kalbinizden geçenleri anlatın. Barlas sizi anlayacaktır. Belki dışarıdan bakınca göremiyorsunuz ama onun kocaman bir kalbi var. Göğüs kafesine sığdıramadığı kocaman bir kalbi. Siz onu aklınıza alsanız o sizi kalbine almaktan bir an olsun gocunmaz. Ona bir çocukluk borçlusunuz bunu sakın unutmayın."


Ellerimi Serap hanımın ellerinden ayırdığımda kucağımdaki çantamdan evden çıkmadan önce içine attığım küçük not defterimi ve tükenmez kalemimi çıkarttım. Ev adresimizi ve telefon numaramı açıkça yazıp önünde duran geniş sehpanın üzerine bıraktım ve dikkatlice ayağa kalktım.


"Sizi bekliyor olacağım... İyi günler Serap hanım."


Arkamı döndüm ve ağır adımlarla bir elim belimdeyken dikkatlice ileriye doğru yürümeye başladığımda Serap hanımın sesiyle olduğum yerde kaldım.


"Adel!"


Hafifçe yana doğru dönüp gözlerimi, ezbere bildiğim fakat bir yabancıya ait olan yeşillerle birleştirdim. Bir kaç saniye gözleri gözlerimde oyalandıktan sonra yanıma ulaşıp karnımın el verdiğince bedenini bedenime sardı. Ellerim önce hava da asılı kalırken daha sonra Serap hanımın bedeniyle buluştu. Kokusu... Kokusu da aynıydı... Mümkün müydü? Barlas'ın annesiyle bu benzerliği, bu denli ortak noktası olması mümkün müydü? Barlas'a sarıldığımı hissediyordum. Adeta bedenimi saran beden Barlas'ın kadın versiyonuydu. İstemsizce Serap hanımın kokusuyla ciğerlerimi doldurduğumda verdiğim kararın doğruluğuna emin olmuş gibiydim. İyi ki Barlas'ın telefonundan, annesinin haftalar önce belki gelir umuduyla gönderdiği adresi almıştım. İyi ki gelmiştim... İyi ki buradaydım diye düşündüm. Tüm korkularıma endişelerime rağmen iyi ki burada bu yaralı bir o kadar da yaralayıcı kadınla sarılıyordum. Kalbimin hızı göğüs kafesimi delip geçecek denli hızlanırken gözlerimden birer damla yaş Serap hanımın saçlarıyla buluştu. Bedenlerimiz ayrılırken bir elimle göz yaşlarımı usulca sildim ve gülümsedim.


"Sizi bekliyor olacağım..."


Serap hanım cevap vermektense gülümseyerek başını salladı. Son kez gözlerimiz birleştiğinde o an konuşmaktaysa bakışlarımızla anlaştık. Başımı güven verircesine salladıktan hemen sonra kapıya yönelmiş ve bu kez hiç bir engele takılmadan kapıyı açmıştım. Son kez arkamı döndüğümde yeniden tanıdık yeşiller mavilerimi karşılamış ve bir vedayla birbirlerinden ayrılmışlardı. Eş zamanlı olarak bedenim kapıdan tamamen çıkmıştı. Sırtımı kapattığım kapıya yasladığımda nefesimi kuvvetlice dışarıya verdim. Gözlerim kendiliğinden kapanırken yaşadığım anın gerginliği ve şaşkınlığıyla olduğum yerde kalakalmış. Bir az önce uzun zamandır yapmak istediğim fakat bir türlü cesaretimi toplayamadığım o yere gelmiş ve onunla konuşmuştum... Barlas'ın, sevdiğim adamın annesiyle. Sevdiğim adamın en derin yarasıyla karşılıklı oturmuş ve ondan geçmesini istemiştim. Sevdiğim adamın yarasından geçmesini dilemiştim.... İşte şimdi belki de bu andan sonra Barlas'ın derin yarası bir nebze olsun kapanacak, bir anneye sahip olacaktı. O beş yaşında terk edişmiş, anne şefkatine muhtaç çocuk; yıllar sonra koskoca bir adamken anne şefkatiyle sarıp sarmalanacaktı... Gözlerimi gökyüzüne çevirdiğimde hafifçe gülümsedim. Ellerim istemsizce karnımla buluşurken gözlerimde beklemeden karnıma indi. "Annesine kavuşacak olan yalnızca sen olmayacaksın bir tanem. Babanı da annesine kavuşturacağız... Birlikte yapacağız... O da senin gibi canımın içi. Annesine muhtaç ufacık bir çocuk... onunda en az senin kadar annesine ihtiyacı var biriciiğim. En az senin kadar...." Bizi biz yapan yaralarımızdı. Büyüdüğümüzü bize kanıtlayan ruhumuzdaki derin yara izlerimizdi. Her yara nihayetinde geçmeliydi ve kanamayan yara iyileşmezdi. İyileşmeyen yara geçmezdi. Yaralarımızın geçmesini istiyorsak kanamasına izin vermeliydik. Şimdi kanayacaktı. Onun yarası kanayacak ve sonunda kabuk bağlayıp geçip gidecekti. Belki izi kalacaktı ama geçecekti. İzler kalmalıydı da zaten. İzler geçerse yaralar unutulurdu. Yaralar unutulursa ruhumuzdan geriye koca bir boşluk kalırdı zira ruhumuzu dolduran aldığımız, o geçmek bilmeyen yara izlerimizdi...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%