Yeni Üyelik
73.
Bölüm

Kayip Gezegen 26. Bölüm: Sanci

@peteichor_

Eğer bir gün biri sana aşkı sorarsa hiç düşünmeden bizi göstersin parmakların. Eğer biri sana sonsuzluğu sorarsa aklına değil kalbine gelelim hemen. Eğer biri sana bir başkası için nefes alınır mı diye sorarsa korkmadan arala dudaklarını bir tanem.


KAYIP GEZEGEN 26. BÖLÜM: SANCI


"Merhaba güzel bebeğim. Bugün büyük gün! İçimdeki coşkuyu, heyecanı biraz da korkuyu hissedebiliyorsundur sanırım. Evet bir tanem evet. Bu akşam o akşam... Babaannen birkaç saat sonra burada olacak. Onun için birkaç çeşit yemek yaptım. En güzel masa örtümüzü çıkarttım. Her şey kusursuz olacak hissediyorum bebeğim. Benim sana kavuşacağım gün nasıl gelecekse babanın annenle kavuştuğu günde öyle geldi. Baban da en az senin kadar annesine muhtaç güzel bebeğim. O da en az senin gibi ihtiyaç duyuyor ona. O yarım kalmış bir çocuk ve biz onu tamamlayacağız bir tanem. Birlikte başaracağız. Birazdan baban gelecek ve masayı gördüğünde önce kendimi yorduğum için çok kızacak. Ama sonra babaanneni görünce... Yumuşar belki ha? Ne dersin bebeğim? Baban mutlu olacak mıdır? Yoksa tam tersi mi... Ah bebeğim ah içimdeki endişeyi keşke anlatabilsem sana. Her neyse canımın içi şimdilik titreyen ellerimin izin verdiği kadar yazabildim sana. Şimdi seninle aşağı ineceğiz ve yaptığımız yemeklere bakacağız. Seni seviyorum bebeğim. Seni seviyoruz ve seni gökyüzündeki tüm yıldızlar sönene kadar seveceğiz biriciğim."


Yeşil defterin kapağını dikkatlice kapatarak parmaklarımı karnımın üzerine yerleştirdim. Onu hissetmeyi seviyordum. Ona dokunmayı, beni hissetmesini, içimde atan minik kalbinin sesinin kulaklarıma dolmasını seviyorum. Dudaklarımda belirginleşen aşinası olduğum gülümsemeyle yerimden yavaşça doğruldum. Üzerimde turuncu, bol ve diz kapaklarımın altında biten bir elbise vardı. Saçlarımda ise ince beyaz bir taç. Bebeğimin odasındaki ufak aynadan görüntümüzü bir kez daha süzdüm.


"Seninle bir başka güzeliz bebeğim..."


"Peki ya benimle?"


Barlas'ın sesiyle bir elim kalbimin üzerine kapandı. Bir anda belimi saran kollarıyla irkilsem de burnuma dolan konusu tüm vücudumun gevşemesini sağladı ve başımı dudaklarımdan ayrılmayan gülümsemeyle Barlas'ın göğüsüne yasladım.


"Sen mi geldin?"


"Ben geldim güzelim. Siz ne yapıyorsunuz burada?"


Omuz silktim ve hafifçe başımı kaldırarak Barlas'ın karşısında durdum.


"Bizde bebeğimle dertleşiyorduk."


Barlas önüme doğru düşen saçları iç gıdıklayan hareketlerle arkama doğru çekti.


"Ne derdi varmış benim güzel karımın?"


Gülümseyerek omuz silktim.


"Hiç... Sadece dört ay kaldı ve-"


"Ve?"


O an zihnime dolan düşünceler gözlerime taşarken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.


"Güzelim?"


"Bilmiyorum Barlas. Sadece korkuyorum. Ona kavuşamamaktan, alıştığım varlığının yok olmasından..."


Barlas dudaklarını alnıma bastırdıktan sonra alnını alnıma yasladı. Gözlerim usulca kapandı.


"Korkma Sirius. Sakın korkma... Ben sizin yanınızdayım ve size bir şey olmasına izin vermem."


Alınlarımız ayrılırken dolan gözlerime dudaklarını yavaşça bastırdı ve geri çekildi.


"Hadi güzelim oğlumuza bakalım sonra size harika bir yemek hazırlayacağım."


İşte başlıyorduk. Yalnızca birkaç dakika sonra Barlas ve annesi karşı karşıya gelecekti ve yalnış, eksik düzenlenmiş kartlar yeniden dağıtılacaktı. Bu kez en doğru en düzenli haliyle. Bazı yapbozlar vardır en önemli parçaları kayıp olan. O parçalar olmadığında tamamlanamayan. Barlas o yapbozun ta kendisiydi ve birazdan bu hayatın eksik bıraktığı parçasıyla birleşecek bir bütünü yansıtacaktı. En azından içimdeki pollyanna böyle düşünüyordu. İç sesimdeki karamsar tınıları bastırarak Barlas'ın elinden tuttum.


"Yemek hazır..."


"Hazır derken? Batu mu geldi yine? Ama aynı anda çıkmıştık..."


Başımı iki yana sallarken yavaşça kapıdan dışarıya adımladık.


"Hayır sevgilim bu kez yemekleri ben hazırladım."


Barlas çatık kaşlarla olduğu yerde durdu.


"Ne? Adel, güzelim neden yoruyorsun kendini? Ben ne demiştim sana?"


Gülümsedim.


"Sana bir sürprizim var. Lütfen bugünlük bunu tartışmayalım."


"Sürpriz?"


Dedi afallamış gözleri yüzümü süzerken.


"Sürpriz söylenmez! Hadi inelim artık aaa!"


Barlas başını sen iflah olmazsın dermişçesine iki yana sallayarak yeniden kapıya adımladı. İçimdeki heyecan korkularıma yenik düşerken duygularımı hisseden bebeğimin karnımda huysuzca kıpırdandığını hissediyordum. Sanki beni uyarmak istiyordu. Boşta olan elim karnıma giderken içimden fısıldadım ona. Sakin ol bir tanem hiç bir şey olmayacak. Söz veriyorum miniğim her şey çok güzel olacak... Sakinleş canımın içi anne yeterince zorlanıyor bari sen sakinleş...


"Bir şey mi oldu?"


Barlas'ın sesiyle hafifçe irkilerek mavilerimi Barlas'ın endişeli yeşillerine çıkarttım.


"Yok bir şey sevgilim. Sen Eymen'i alıp gelir misin ben bir yemeklere bakayım."


Barlas istemeye istemeye başını salladı. Kendimi yormamı istemiyordu biliyordum ancak ruhumun yorgunluğunu bedenimin yorgunluğuyla bastırmaya çalıştığımdan haberi yoktu. Eğer sevdiğiniz insan eksikse siz de eksilirdiniz. Eğer ruhu yorgunsa, kırıksa ve yaralıysa sizin ruhunuz paramparça olurdu. Sevmek böyle bir şeydi onun yaralarını sarmaktan ziyade onunla yaralanmaktı. Şimdi onun yaralarını sarmak uğruna paramparça olmayı göze almış bir anneydim. Bana anneliği tattıran adama annesini geri vermek isteyen çaresiz bir aşıktım. Belki kusursuz olacaktı belki de kusurlarını seveceğimiz kadar mutlu.


Huzuru artık kovalama vaktiydi zira hiçbir huzur kollarınızı açıp beklediğiniz an size gelmeyecekti. Siz onu çekip sıkıca sarılmalıydınız...


Barlas Eymen'in odasına adımlarken ne zaman tuttuğumu farkında olmadığım nefesimi rahatça dışarıya verdim. Merdivenleri temkinli adımlarla yavaşça adımladığım sırada bir gözüm beklentiyle kapıdaydı. Kesin bir dille geleceğim demediyse de gözlerinden okumuştum. Barlas'a olan özlemini yeşil gözlerinin derinliklerinde görmüştüm. Hissetmiştim... Son basamağı da dikkatle indiğimde çalan kapıyla gözlerimi sıkıca kapattım ve ardından açtım. İşte şimdi nefesimi tuttuğumu birlakis farkındaydım ve adımlarım kapıya doğru yol alıyordu. İki adımda ulaşacağım kapıya sanki yüzlerce adımda ulaşmış gibiydim. Titreyen elim kapı kolunda durduğunda yavaşça indirdim. Bir elim sanki onu saklamak istercesine karnımın, bebeğimin tam üzerindeydi. Sanki onu koruyor ve herkesten saklıyordu titrek, güçsüz parmaklarım.


Karşımda gördüğüm yeşil gözlerle nefesimi zorlukla serbest bıraktım ve titrek bir gülümsemenin dudaklarıma yerleşmesine müsaade ettim.


"H-Hoş geldiniz."


Sesim titremişti.


"Hoş buldum kızım."


Dedi Serap hanım ilk görüşmemizin aksine daha sıcak kanlı. Kollarını bedenime sardığında başta irkilsem de oyalanmadan kollarımı Serap hanımın bedenine sarmıştım.


"A-Adel?"


Barlas'ın merdivenlerden yükselen sesiyle hızla bedenimi Serap hanımın bedeninden ayırdım. Korkuyla gözlerimi Barlas'ın yeşillerine çıkarttığımda gözlerinde gördüğüm en belirgin duygu hayal kırıklığıyla bezenmiş öfkeydi. Dudaklarımı hiç olmadığı kadar fazla gülümsemeye zorladığımda doğru cümleyi düşünüyordum. Ne diyebilirdim? Sürpriz! Seni beş yaşında terk edip giden annen geldi... Diyemezdim ama susamazdım da.


"Barlas-"


"Eymen odana çık oğlum."


"Ama baba-"


"Eymen!"


Barlas'ın yükselen sesiyle olduğum yerden bir adım geriledim. Eymen Barlas'a attığı kırgın bakışların ardından koşar adım indikleri merdivenlerden yeniden yukarıya çıktı. Gözlerim Serap hanıma çekildiğinde onunda benden farksız olduğunu, ürkek bakışlarını dolan gözlerinin ardında gizlediğini saniyeler içinde anladım ve yeniden Barlas'a döndüm.


"Barlas bir dinle-"


"Anneciğim hoş geldin! Geleceğini bilsem hazırlık yapardım."


Barlas dudaklarındaki alaycı gülümsemeyle bir kaç adımda yanımıza ulaştı.


"Ama Adel zaten hazırlık yapmıştı değil mi? Pardon ya unutmuşum!"


Barlas Serap hanımın kolundan tutup salona doğru büyük adımlarla ilerlediğinde bir yandan da söyleniyordu.


"Ah nasıl özlemişim hemen kaynaşmalıyız! "


"Barlas yapma!"


Barlas'ın arından ne kadar bağırsam da nafileydi. Serap hanımı masaya doğru sürüklercesine götürmeye devam ediyordu. En sonunda masaya ulaşarak en baştaki sandalyeye serap hanımın bedenini zorla otutturdu. Ellerini Serap hanımın omuzlarından ayırdıktan sonra dudaklarındaki yapmacık gülümsemeyle dolu gözlerini gözlerime çevirdi.


"Sen de otur karıcığım. Ben hemen yemekleri getireyim."


Barlas delirmiş gibiydi. Mutfağa giden bedeni neredeyse koşuyordu. Daha fazla ayakta kalmaya yetmeyen gücüm, bedenimi Serap hanımın çaprazındaki sandalyeye bırakmama sebep oldu. Artık huzursuzluk yalnızca kendi ruhumda değildi karnımda amansızca kıpırdanan bebeğiminde ruhundaydı. Yalnızca hisseden anneler değildi... Gözlerimden kendini bırakan birer yaşla olduğum yere iyice sindim ve ilerleyen saatlerce olacakları sabırla bekledim.


"Yemekler geldi!"


Barlas'ın sert ve delirmiş hareketleri yalnızca beni değil Serap hanımı da oldukça korkutmuşa benziyordu. Barlas sert hareketlerle önümüzdeki tabaklara birkaç çeşit yemeği boca etmeye başladığında ağzımı açmaya korkuyordum.


"B-Barlas..."


"Şşt yemeğini ye karıcığım! Hadi yemeğini ye."


Barlas tıka basa doldurduğu tabağı annesinin önüne bıraktıktan sonra Annesinin tam karşısına, masanın diğer ucuna oturdu. Kendi tabağını yalancı bir iştahla yerken yüzünün kıpkırmızı olduğuna şahit oldum. Barlas yemekleri yemediğimizi gördüğünde başta durakladı ve hemen ardından tüm masayı titretecek tonda yükselen sesi tüm salonda yankılandı.


"Yemeğinizi yiyin!"


Bir elim korunaklı bir halde karnımdayken tir tir titreyen ellerimi zorlukla dizginledim. Diğer elimle çatalı buluşturduğumda zorlukla önümdeki tabaktan yemeğe başladım tıpkı Serap hanımın yaptığı gibi...


"Eee anneciğim duyduğuma göre manyak oğlunu sonunda olması gereken yere kapatmışlar."


Gözlerimi sıkıca kapatıp açtığımda bir kaç damla yaş yanaklarımda yol oldu.


"Barlas yapma..."


Diye zar zor fısıldamıştım.


"Görüyorsun değil mi anneciğim? Ne kadar düşünceli bir karım var! Beni el kadar çocukken bahçenin ortasında bırakıp defolup giden annemi yemeğe çağırmış ve yetmezmiş gibi çeşit çeşit yemek yapmış. Ne kadar şanslı bir adamım değil mi?"


Sonunda Serap hanım zorlukla dudaklarını araladı.


"Oğlum Adel'in bir suçıu yok bir dinle-"


"Sakın! Sakın bana oğlum deme sakın! Senin oğlun tımarhane de yatan o manyak! Benim bir anneye ihtiyacım yok Adel'in düşündüğünün aksine. Ama vardı Serap hanım. Benim bir anneye deli gibi ihtiyacım vardı. Yatağımda çaresizce ağlarken, okulda arkadaşlarım annesini anlatırken, kabuslarla yatağımdan sıçradığım gecelerde, hastalıktan yataktan çıkamayacak duruma geldiğimde... Vardı! Sana köpek gibi ihtiyacım vardı! Ama sen gittin! Beş yaşında sana yalvaran, gitme diyen oğlunu bahçenin ortasında bırakıp siktir olup gittin! Ne var biliyor musun anne? Benim artık sana zerre ihtiyacım yok. Nasıl yirmi beş yıl önce gittiysen yine öyle git. Defol git! Sana gelince sevgili karıcığım,"


Burnunu çekti. Ağlıyordu...


"Sana söyledim! Benim artık bir anneye ihtiyacım yoktu. Annenin öldüğünü sandığımız geceyi hatırlıyor musun? O bahçede sana ne söylediğimi... Annem öldü demiştim Adel çünkü annem ölmüşştü! Annem benim için ölmüştü Adel! Artık ne ölüsüne ne de dirisine ihtiyacım var. O bizi bırakıp gittiğin de annesiz kalan bizdik! O yine bir çocuğun annesiydi o kendini evlatsız bırakmadı bizi annesiz bıraktı!


"Barlas sizi düşünmekten bir an olsun vazgeçmedim oğlum! Seni hep kalbimde taşıdım ben."


Serap hanımda Barlas gibi ağlamaya başlamıştı. Sanki kendim ağlamıyormuşum gibi onların göz yaşlarını takip etmeyi sürdürüyordum.


"Hadi ya! Demek kalbinde taşıdın? Benim görmediğim kalp atmasa da olur Serap hanım! Sen belki bizi kalbinde taşıdın ama o gün kalbimizdeki seni söküp aldın. Bana boş edebiyat yapma!"


"Aşık olmuştum!"


Serap hanımın dudaklarından dökülen cümle Barlas'ın göz yaşları içinde attığı kocaman bir kahkahaya sebep oldu.


"Aşk ha? Bak ne kadar üzüldüm şimdi! Senin aşık olacak bir kalbin var mıydı Serap hanım?"


Barlas ayağa kalkıp Ellerini masaya yerleştirdi ve Serap hanıma doğru eğildi.


"Sen aşkın için bizi öldürdün şimdi geçmişsin karşıma bana oğlum diyorsun. Senin Barlas diye bir oğlun yok Serap hanım. Sen onu aşkın için öldürdün. Bundan sonra ne ailemin ne de benim etrafımda dolaşma. Benim senin gibi bir annem yok! Benim bir annem yok!"


Barlas annesinden ayırdığı gözlerini gözlerimle buluşturduğunda kırgın bakışlarının altında ezildiğimi hissettim. Bekledim. Bağırmasını çağırmasını yakmasını yıkmasını bekledim ama tek yaptığı başını iki yana sallayıp salondan çıkmak olmuştu. Gözlerimden yaşlar sicim gibi dökülürken her bir zerremin tir tir titrediğini hissediyordum zira karnımda atan minik kalp bile bu gerilimin kurbanı olmuş titremeye başlamıştı.


"Demiştim sana... Burada olmam bir hataydı."


Ağlayarak masadaki çantasını alıp arından koşar adım önce salondan sonra evden ayrılan kadını tutmaya bile yetmemişti gücüm. Gidişini göz yaşlarım içinde izlemekle yetinmiştim. Olmamıştı. Becerememiştim... Barlas'ın yaralı olduğunu sanmam hataydı o yaralı değil paramparçaydı ve parçaları öyle bir dağılmıştı ki bir daha bir araya gelmezdi. Titremem sürerken zorlukla ayağa kalktım ve merdivenlerden gelen seslere doğru ilerlemeye başladım.


"Anne?"


Eymen'in sesiyle bakışlarım merdivenleri tamamen inmiş olan Barlas ve Eymen'i buldu.


"B-Barlas? Nereye gidiyorsunuz?"


"Gidip dinlen. Geldiğimde masayı ben toplayacağım."


"Barlas..."


"İyi geceler Adel."


Eymen'in attığı çaresiz bakışlar açılan kapıdan çıkmalarıyla kesildi. Artık koskoca evde benim avaz avaz hıçkırıklarım yankılanıyordu. Dizlerimin üzerine bedenimi bıraktığımda göz yaşlarım yanaklarımdan dur durak bilmeden akıp gidiyordu. Yumruk olan ellerim yeri döverken çaresizce ağlıyordum. Kalbimdeki acı adeta taşmış tüm eve sesimle eş zamanlı yayılmıştı. Acı, kalbinizi, ruhunuzu kurutan sizi çaresiz bırakan geçmesini beklerken katlanan her bir uzvunuzu yakan acımasız sızı. Şimdi bir acı daha vardı içimde. Hissediyordum. Onunda canı acıyordu. Ve acısını bedenime yüklediği o sancılardan çıkartmaya çalışıyordu.


Bir anda olmuştu her şey. Karnıma giren şiddetli sancıyla hıçkırıklarım arasında koca bir çığlık dökülü vermişti dudaklarımdan. Ellerim karnımda yerini alırken akan göz yaşlarım bu kez yalnızca acıdan değil acıyı örtmüş korkudan akıyordu. Yerimden doğrulmak için yaptığım her bir hareket karnıma daha kuvvetli başka bir sancı olarak geri dönüyordu. Çığlıklarım, hıçkırıklarım ve durmaksızın akan göz yaşlarımla yerde dakikalarca kıvrandıktan sonra zorlukla kalkmıştım. Ancak daha zordu şimdi. Tutunmak için bir yere ihtiyaç duyan ellerim zar zor duvarla buluştu. Dayanılmaz sancılar giderek artarken içimden fısıldadım. Sakin ol canımın içi. Lütfen dayan... Henüz tanışmadık bile değil mi? Bir yere gitmeye kalkma sakın... Duvarlardan aldığım desteklerle koltuğun üzerindeki telefonuma zorlukla ulaştım. Barlas'ı aradım. Telefonu kapalı olduğu halde defalarca aradım. Her açılmayan bir arama, daha kuvvetli bir sancı olarak bedenime geri dönmüştü. Bebeğim acı çekiyordu... Tıpkı benim gibi o da ağlıyordu. Her ağlayanın gözyaşı olmazdı. Bazı göz yaşları kalbimize akardı biz göremezdik.


Çaresizce bu kez aradığım numara Batu'nun numarası olmuştu.


"Batu ne olur aç!"


Artık içimden değil dışımdan çığlıklarla konuşuyordum. Bu dayanılmaz sancı ölümden beterdi.


"Alo maviş-"


"Batu!"


Diye bir çığlık dudaklarımdan firar ederken telefonun ucundaki hareketlilik Batu'nun oturduğu yerden hızla kalktığının habercisiydi.


"Adel! Ne oldu!?"


"Batu! S-Sancı!"


Çığlıklarımı hıçkırıklarım kesiyordu adeta.


"Siktir! Adel Barlas nerede? Dur dur dur hemen geliyorum sakın telefonunu kapatma duydun mu? sakın kapatma!"


Başımı çaresizce salladığımda bir çığlık daha istemeden çıkmıştı dudaklarımdan.


"Güzelim mavişim dayan tamam mı? Hemen geliyorum abiciğim."


"Batu bebeğim!"


Korkuyla hıçkırdığımda bir çığlık daha koyvermiştim.


"Şşt! Ona bir şey olmayacak maviş sakın korkma! Süper kahramanı, dayısı birazdan ikisini de kurtaracak..."


Gülümsemeyi denediysem de olmamıştı. Çığlıklarım artık artmaktansa azalıyordu.


"Adel beni duyuyor musun?"


Batu'nun endişeli sesi kulaklarıma doluyor ancak zihnimin algılama becerisi git gide zayıflıyordu. Önce çığlıklarım kısıldı sonra duyduklarım kesildi. Ve en sonunda bedenim halıyla buluştu.


"Abiciğim dayan fıstığım çok az kaldı. Adel? Adel beni duyuyor musun? Adel!"


Son duyduklarım, kulaklarıma son dolan endişeli feryatlar ve en sonunda tamamen veda ettiğim bilincim...


Bir zamanlar uzak diyarlarda, aşktan bir haber, bir prenses yaşarmış. Gel zaman git zaman bu prenses yeşil gözlü bir prensle tanışmış. Pres, çok çekilmez, kendini beğenmiş bir adammış. Prenses prensten her fırsatta kaçarmış kaçtıkça da daha fazla prense yaklaştığından habersizmiş. Prens ve prenses tanıştıkları andan itibaren onlarca zorlukla mücadele etmiş. Onları engellemeye çalışan herkesin çabası prens ve prensesin aşkından boşa çıkmış. Yeşil gözlü prens ve prensesin hikayesi sonsuza kadar sürmüş. Mutlu mu sürmüş mutsuz mu kimse bilememiş. Çünkü prens ve prenses birlikte olduktan sonra sonlarının nasıl olduğunu önemsememişler. Ve prens ve prenses sonsuz olmuş, sonsuzluk olmuş. Bu bizim hikayemiz güzel bebeğim. Her hikaye mutlu bitmez. Her sondan bir başlangıç doğmaz biz bir son düşlemedik anneciğim. Biz sonsuzluk düşledik. Sondan doğan bir başlangıçtansa sonsuz bir hayat düşledik. Biz bir ara da olmasak da sonsuzuz bir tanem. Senin birbirinin sonsuzu olan annen ve baban var. Eğer bir gün eksilirsek bil ki biz birbirimizin kalbinden eksilmeyiz canımın içi. Biz birbirimizin sonu değil sonsuzuyuz. Eğer bir gün biri sana aşkı sorarsa hiç düşünmeden bizi göstersin parmakların. Eğer biri sana sonsuzluğu sorarsa aklına değil kalbine gelelim hemen. Eğer biri sana bir başkası için nefes alınır mı diye sorarsa korkmadan arala dudaklarını bir tanem. Annem ve babam de ona. Gerisini anlamasa da olur... Sen bil güzel bebeğim. Sen anneni ve babanı bil. Ve en önemlisi de bizim sonsuzumuz olduğunu bir an bile unutma. Biz sonsuzuz bebeğim. Bize son yakışmazdı bizde sonsuzluğa yakıştık...


Göz kapaklarım güçsüz düşen bedenime meydan okurmuşçasına ağırlaşmışken zorlukla belki dakikalarca uğraşarak gözlerimi araladım. Bembeyaz bir ışık zorlukla aralanmış gözlerimi zorlarken kısık gözlerim etrafı bir süre taradı. Bulanık görüntüler giderek netleşirken bir çift mavi göz açılan gözlerimi sevinçle karşıladı.


"Çok şükür... Maviş? Buradayım abiciğim. İyi misin?"


"B-Batu..."


Sesimi zar zor bulabildiğimde dudaklarımı aralayabilmiştim.


"Söyle maviş. Buradayım."


"B-Barlas..."


Bu kez onu istemişti dudaklarım. Onun ismini...


"Aradım ama telefonu kapalı. Ben ona ulaşacağım fıstığım sen yalnızca dinlen tamam mı?"


Korkuyla bir kez daha dudaklarımı aralamayı denediğimde birkaç denemem başarısız olmuştu. Alacağım cevap iliklerime kadar korku yayarken dudaklarımdan sıkıntılı bir nefes bırakarak gözlerimi usulca kapattım.


"Bebeğim..."


Fısıltım Batu'ya ulaşmış olacak ki hiç oyalanmadan sesi kulaklarıma ulaştı.


"İyi! Çok iyi bir tanem. Sen merak etme. Annesi onu birazcık yormuş hepsi bu. Küçük sıpa intikam alıyor, aynı babası!"


"Çok şükür..."


Dudaklarımdaki kocaman gülümseme derin bir şükürle son buldu. İyiydi... Bebeğim iyiydi...


"Adel ne oldu? Seni yormak istemiyorum ama geldiğimde evin hali ortadaydı ve Barlas'a ulaşamıyorum. Kavga mı ettiniz güzelim?"


Hafifçe doğrulmaya çalıştığımda Batu hızla bir elini belime bir elini koluma yerleştirdi.


"Yavaş maviş."


Batu bir yandan sırtımı yaslayacağım yastığı düzelttikten sonra rahatça sırtımı yaslamamı sağladı. Oturduğum yere rahatça yerleşmemin ardından derin bir nefesle ciğerlerimi doldurdum. Anlatacaklarım için oldukça fazla nefese ihtiyacım vardı.


"Kavga sayılmaz ama..."


"Ama?"


Batu'nun beklentili gözleriyle buluşan kaygılı gözlerim daha fazla uzatmamam gerektiğinin habercisiydi. Son bir kez daha ciğerlerime doldurduğum derin nefeslerin ardından dudaklarımı araladım.


"Serap hanım... Serap hanıma gittim ve ona Barlas'la yüzleşmesini söyledim."


"Ah be kızım bilmiyor musun sen inatçı kocanı? delirdi değil mi?"


Başımı salladım ve ellerimle oynamaya başladım. Batu haklıydı biliyordum. Hepsi benim suçumdu. Barlas'ı da Serap hanımı da o hale getiren bendim.


"Her şey benim yüzümden... Kim bilir Serap hanım ne durumdadır?"


Batu yanaklarını şişirerek oynadığım ellerimi kendine doğru çekip sıkıca tuttu.


"Sen önce dön kendi haline bak. Neredeyse... Ah tamam her neyse! Güzelim sen artık iki kişisin tamam mı? Lütfen artık sakinleş. Biraz normal bir hayat yaşayın kızım bıktım aksiyonlardan. Ayrıca o ite ben sorarım. Evde hamile karısı var herif telefonunu kapatıyor. Bundan sonra o piç bir dakika açmasın o telefonunu bak nasıl yediriyorum ona. O telefon dünya yansa kapanmayacak bir daha."


Başımı iki yana salladım.


"Onun bir suçu yokki benim suçum."


"Düşünme bunları. Bu gece buradayız hadi biraz uyumayı dene."


Batu bedenimi dikkatlice yeniden yatakla buluşturduğunda dudaklarım kararlılıkla aralandı.


"Sen git Batu ben hallederim-"


"Düşerken kafanı vurmuş olma ihtimaline karşı söylediğin saçmalıkları duymazdan geliyorum maviş. Şimdi yat uyu daha fazla sinirlenmemi istemezsin."


Pes edercesine başımı salladım. Ne yaparsam yapayım Batu'nun gitmeyeceğini biliyordum. Gözlerimi kapattığımda uyumam çok uzun sürmemişti. Yorgunluk ve çektiğim sancıların etkisiyle birkaç saniyede uykunun kollarına bedenim tamamıyla kendini teslim etmişti.


Üzerimde bembeyaz ayaklarıma kadar uzanan bir elbise vardı. Karnım olduğundan biraz daha büyümüş ve ağırlaşmıştı. Gözlerim içinde bulunduğum ormanın çevresinde ağır ağır gezerken zihnim bulanıklaşmaya başlamıştı. En son hastanedeydim ve Batu yanımdaydı... Nasıl buraya gelmiştim? Sıkıntıyla gözlerimi etrafta gezdirdiğimde ormanın giderek karanlığa gömüldüğünü ve zemindeki dikenleri fark ettim. Korkuyla karnıma iyiden iyiye sarıldığımda ona bir şey olması düşüncesiyle olduğum yere çakılıp kaldım.


"Barlas?"


Sesim boş ormanda yankılandığında kalbime doğan korku giderek büyüyordu.


"O benim bebeğim."


Barlas'ın sesiyle arkama baktım yoktu. Sağıma döndüm sonra yine karanlık bir boşluk. Sanki olduğum yer sıradan bir orman değilmiş gibiydi. Sanki... Sanki Barlas'ın gözlerindeydim. Her adımım sert dikenlere çarpıyor ayaklarımın altını parçalıyordu. Şiddetli acı tüm bedenimi sarsarken attığım çığlıklar dönüp dolaşıp kulaklarıma doluyordu.


"Barlas! Neredesin?"


"O bebek benim."


Ne demek istiyordu? Bebek benim derken... Ne anlatmaya çalışıyordu? Neredeydi bu adam?


"Barlas neredesin? Korkuyorum! Barlas..."


"O benim bebeğim senin değil!"


Korkuyla bir kez daha etrafımda döndüm. Yine koca bir boşluk. Sonra bir şey olmultu. Siyah bir selület bir anda büyük adımlarla yanıma ulaşıp karnımdaki bebeği sertçe çekip aldı. Acılar içinde yere düşen bedenim yerdeki dikenlerle buluştuğunda bebeğimin çığlıjkarı karanlık ormanda yankılandı.


"Bebeğim!"


Ruhumun bedenimden çekildiğini hissediyorum. Siyah selüet karnımdan çekip kopardığı bedeninle gözden kaybolduğunda zemindeki dikenlerle kalabalıkmıştımx sanki tüm bedenim o dikenlerin arasında erimiş yok olmuştu.


"Hayır!"


"Hayır!"


Alnımda hissettiğim terlerle yataktan fırladığımda gözlerimi kapattığım hastane yatağında olduğumu anlayarak nefesimi zorlukla dışarıya verdim.


"Adel! Ne oldu güzelim sancı mı yine?"


Başımı iki yana salladığımda bir anda göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı.


"Şşt gel buraya... Kanus mu gördün?"


Bedenimi bedenine yaslayan Batu'ya saklanırlarmış sığındığımda göz yaşlarım arasında başımı salladım.


"Tamam yok bir şey. Geçti tamam mı? Yalnızca bir kabustu."


"Bebeğimi benden alıyorlar Batu."


"Asla Adel asla! Bebeğini senden kimse alamaz. Kimsenin gücü sizi ayırmaya yetmez. Ağlama abiciğim bak bebeğini de korkutuyorsun. Hava almaya çıkalım ister misin?"


Burnumu çekerken başımı salladım. Hava almak bana ve bebeğime iyi gelecekti. Üzerime giydirdikleri hastane elbisesiyle yavaşça ayaklandığımda Batu geniş ceketini hızla bedenime sardı.


"Yalnızca yarım saat tamam mı? Sonra uyuyacaksınız maviş söz mü?"


Başımı salladım.


"Aferin aana."


Batu'yla aylardır kontrola geldiğim hastane koridorlarına adımladığımızda aşinası olduğumuz asansöre ilerleyerek hızla teras katına çıktık. Batu bedenime bedeniyle destek olduğunda yürümem kolaylaşmıştı. Terasa adımladığımızda an yüzüme çarpan ılık rüzgarla derin bir nefes aldım. Batu'yla terastaki banka oturduğumuzda Batu sıcak bir sütün beni ve bebeğimi rahatlatacağını düşünerek terasın büfesine adımladı. Yaklaşık on dakika sonra yanıma ulaştığında sıcak sürü parmaklarımla buluşturdu. Soğumuş parmaklarım sıcak sütün ısısıyla gevşerken rahat bir nefes alıp sıcak sütü dudaklarımla buluşturdum.


"Sağ ol Batu... İyi ki varsın."


"Asıl sen iyiki varsın abiciğim. Hadi iç sütünü sonra aşağı ineriz."


Yaklaşık on beş dakika terasta hava aşmamızın ardından bardağındaki sütün son yudumunu da mideme gönderip Batu'ya döndüm.


"Bitti-"


"Adel!"


Arkamdan duyduğum ses elimdeki bardağın zeminle buluşmasına sebep oldu. Ayağa kalkıp sesin geldiği yöne, terasın kapısına döndüğümde gözlerim Barlas'ın dağılmış bedeniyle, kararmış yeşilleriyle buluştu...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%