@peteichor_
|
Hayat sizin bomboş gökyüzünüzdü ve siz gökyüzünüzü istediğiniz gibi doldururdunuz. Şimdi benim gökyüzümde parlayan sayılı yıldızın arasına bir yıldız daha tüm coşkusuyla eklenmiş ve gökyüzümü tamamlamıştı. Artık benim gökyüzüm en parlak yıldızlarla çevrelenmişti. Sirius gökyüzünün en parlak yıldızıydı ancak bir tane değildi. Benim gökyüzümün tüm yıldızları Sirius'tu... KAYIP GEZEGEN 29. BÖLÜM: "YILDIZ KORHAN" Aldığınız nefeslerin ciğerlerinize az geldiği oldu mu hiç? Ciğerlerinizin nankör olduğu zamanlar. Bazen öyle çok nefese muhtaç oluyordu ki burnumuz işlevini kaybediyor dünya da ki tüm oksijen az geliyordu onlara. Siz ciğerlerinizi tüm insanlığa yetecek kadar fazla nefesle doldurduğunuzu sanırken o yalnızca kırıntılarıyla yetiniyordu içeride. Kayboluyordu, boşa gidiyordu o nefesleri alırken ki gücünüz. Tam da öyleydi şimdi nefesim. Ciğerlerime kırıntılar giderken ben bütün dünyayı içime hapsetmeye çalışıyordum adeta. O mesajı aldığım gece neredeyse hiç uyumamıştım. Hatta yalnızca uykusuz kalmakla kalmayıp gözlerim ağrıyıncaya kadar defalarca okumuştum yazan mesajı. Başımdaki sert ağrıyı bir kenara bırakarak derin bir nefes aldım. Buraya gelecek cesareti bulmam bir haftamı alsa da sonunda buradaydım. Merakım sabrımı yenmiş ayaklarım beni buraya kadar sürüklemişti. Buradan sonra dönemezdim. Buraya kadar gelmişken dönemezdim... birkaç defa daha ciğerlerimi derin nefeslerle doldurarak ellerimi bebeğimin üzerine yerleştirdim ve ağır adımlarla önünde durduğum evin kapısına ilerledim. Buraya yalnız gelmiş olsaydım bu denli korku yüreğimde yeşermemiş olacak ve adımlarım daha sağlam olacaktı. Ama yanımda o vardı, bebeğim vardı... Onu korumak zorundaydım ve korumak İçin her şeyi yapardım. Gerekirse canımı bile verirdim bebeğim uğruna... Kapıya ulaştığımda elimi zorlukla kaldırıp kapıyı birkaç kez çaldım ve tuttuğum nefesim eşliğinde beklemeye koyuldum. Neden geldiğimi bilmiyordum bu kapıya. Sahi ne işim vardı burada? Neyin savaşını vermiştim içimde son bir haftadır? Ya bebeğim? O iyi miydi? Burada olmak belki de korkutuyordu onu. Belki de şimdi minicik kalbi can çekişiyordu minik bebeğimin. Korkuyla çırpınıyordu içeride. Saatler gibi geçen bekleyişim açılan kapının ardından gördüğüm kızarık gözlerle son buldu. Serap hanım karşımdaydı. Mahvolmuş bir halde... O an bir gariplik sezmiştim. Belki hormonlarımdandı belki de altıncı hissim hakikaten veriyordu istediğimi. Şu an burada olmamın yanlış olduğunu içeriye attığım ilk adımımda vermişti bana hislerim. Ama artık buradaydım ve buraya kadar gelmişken o mesajın aslını, sebebini öğrenmeliydim. "Sizi dinliyorum." Sesim titremişti. Bebeğimi saran ellerim gibi tir tir titremişti dudaklarım. O an anladım. Cesaret bizimle birlikte doğardı ve kaybedecek bir şeyimiz olduğu gün ölür giderdi. Ben Adel Rana Arın. Bu hayatla yalnız başıma mücadele edebilecek kadar cesur, karnında ki bebeği kaybetmekten delicesine korkacak kadar korkak bir kadındım. Benim cesaretim anne olana kadardı anlamıştım. Hayat sizi düşürmek istiyorsa yapacağı tek hamle sizi yere sererdi. Size kaybedeceğiniz bir şey verirdi ve siz onun için hayatın ayaklarına kapanmayı göze alırdınız. Asıl hayat, onu kaybettiğinizde biterdi bilirdiniz. "Adel özür dilerim." "Anlamadım?" Anlamıştım. Çünkü Serap hanımın sesinin kısıldığı yerde onun sesi tüm coşkusuyla yükselmişti. Kalbim kulak zarımı delip geçecek kadar fazla hızlı atıyordu. Kalp Atışlarım öyle hızlanmıştı ki içinde bulunduğum bu evi başımıza yıkacak kadar şiddetliydi ve o an bunu delicesine istedim. Bu evin başımıza yıkılmasını delicesine istedim çünkü şu an bir enkazın altında kalmak enkaz olmaktan çok daha iyi bir seçenekti... "Merhaba taze anne, beni özledin mi?" Uraz... Hayatımı kurtaran, hayatımı karartan, hayatımı alıp giden adam, Uraz Aymaz. Sinir ve korku tüm vücudumu ele geçirmiş gibiydi. O akıl hastası nasıl olurda burada olurdu? "Siz... Nasıl yaparsınız ya! Nasıl..." Fısıldamıştı dudaklarım sonlara doğru. Serap hanım ağlamaya başladığında bir adım geriye gittim. "Ağlıyor musunuz şimdi? Ya sen anne misin be! Nasıl bizi buraya çağırabiliyorsun!" "Anneme bağırırsan," Diye kükremişti Uraz. "Öldürürüm seni." "Uraz, oğlum!" Annesi Uraz'ın zayıf noktasıydı gözlerinden okunuyordu. Serap hanım aramıza girerken Uraz biraz önceki sesini sevgi dolu bir tınıya büründürüp gülümseyerek karşısında ağlayan kadına döndü. Elleriyle kadının yanaklarını kavradı. "Ağlama annem... Bak yoruldun sen hadi geçip otur." "Bana söz verdin sadece konuşacaksın tamam mı?" Uraz başını salladıysa da inanmamıştım. İnanamazdım... Gözlerim biraz ilerideki kapıyla kesiştiğinde milim milim ilerlemeye başladım. Buradan çıkmaktan başka çarem yoktu. Çıkmalı ve belki de koşmalıydım. Bu halde... Belki de içgüdülerim bana daha önceden başka bir önlem aldırmıştı ve şu an korkudan yığılıp kalmadıysam burada olduğumdan haberdar olan Batu sayesindeydi. Önceki gün; "Adel saçmalıyorsun ama! Bir haftadır başımın etini yiyorsun." Batu'nun isyankar sözleriyle gözlerimi devirdim. "Batu gecelerdir uyuyamıyorum anlasana... Yalnızca yarım saat ver bana. Ne diyecekse desin." "Ona nasıl güveneceğiz?" Omuz silktim. "Hamile olduğumu biliyor öyle değil mi? Hem o da bir anne, beni öldürecek hali yok ya!" Alayla söylediğim bu cümle Batu'nun sertçe yutkunmasına sebep oldu. "Maviş tam bir baş belasısın! İyi gidelim madem." Tek kaşım havalandı istemsizce. Serap hanım yalnızca beni çağırmıştı ve belki de Batu'yla gitsem konuşmayacaktı. Bu riski alamazdım. "Yalnız gideceğim Batu." "Adel sabrımın son demlerindeyim Güzelim." Yanaklarımı sıkıntıyla şişirdim. "Ya senin yanında konuşmazsa? Boşuna gitmiş olacağım. Hem tek başına bir kadın ayrıca ben ona yardım ettim bana ne yapacak sanki-" "Telefonun açık olsun Adel! Ve şu adresi hemen şu an atıyorsun bana." Zaferle Batu'nun boynuna sarıldım ve sevgi sözcükleriyle onu bir süre darladıkdan sonra evin açık adresini Batu'ya mesaj olarak gönderdim. Batu burada olduğumu biliyordu en azından beni bulabilecek biri vardı. Şimdi tek yapmam gereken ona küçük bir mesaj atmaktı ama nasıl... Belki de çıkıp koşmalıydım. Hatta kesinlikle koşmalıydım. Özür dilerim bir tanem. Anneni affet ve lütfen dayan... Küçük adımlarım biraz daha büyürken Uraz bir anda belinden çıkarttığı silahla bana doğru döndü. "Nereye güzellik? Bu halde kaçacak değilsin değil mi? Tek istediğim konuşmak." "Yapma... Hamileyim görmüyor musun? Ne istiyorsunuz benden!" "Oğlumu!" Dedi Uraz bir çırpıda. Silah tutan eli tir tir titriyordu. Hastalığı kötüye gitmişti besbelli ve hastaneden kaçması hastalığını kamçılamışa benziyordu. Ah ne güzel ama! "O senin oğlun değil manyaksın sen!" "Barlas'ı o uçurumda gebertmeliydim! Şimdi de oğlumu çaldı!" Bir kahkaha dökülüverdi dudaklarımdan. Bu adam ciddi miydi? "Sen onu istemedin! Kimse senden bir şey çalmadı tamam mı?" Uraz bir adım üzerime attığında bir adım geriledim ve bu döngü sırtım kapıyla buluşuncaya dek sürdü. "Bana oğlumu getir bende çocuğunu öldürmeyeyim hepsi bu." "Ruh hastasının tekisin-" Aramızda yükselen melodi sesiyle elimde sıkıca tuttuğum telefonumu Uraz tek hamlede alıp açmış ve ardından hoparlöre alıp hafifçe yukarıya kaldırırken bana doğru döndürmüştü. "Adel oradan çık! Hemen! Uraz hastaneden kaçmış! Hem de bir hafta önce! Sikeyim ya! Adel konuşsana! Adel!" Batu'nun sesi nefes nefese geliyordu belli ki yanıma ulaşmaya çalışıyordu. Uraz Batu'ya cevap bile vermeden kapattığı telefonu yere fırlatıp hastalıklı kahkahasının tüm evde yankılanmasına izin verdi. "Uraz yalvarırım bırak beni... Bana ne yaparsan yap ama şimdi olmaz. O varken olmaz..." "Bak vicdanımı sızlattın şimdi ah kalbim ağrıdı!" Rolden role giren Uraz'a iğrenerek baktım. Ne desem faydasız kalacaktı çünkü karşımdaki insan sağlıklı değildi. Öyleyse yalvarmamın anlamı yoktu... "Senin gibi anne olmaz olsun. Barlas haklıydı... Sen anne olmayı hak etmiyorsun!" "Adel üzgünüm... Sen gelmeseydin ikimizi de bu evle birlikte yakacaktı!" Uraz annesine çatık kaşlarla bakarken Uraz'ı umursamaksızın Serap hanımın karşısına dikildim. Artık iğrenir bakışlarım yalnızca karşımdaki anne müsveddesinin üzerindeydi. "Yaksaydı! Yansaydınız! Bencil aşağılık kadının tekisin sen! Allah ikinizin de belasını-" "Hey hey hey!" Şakaklarımda hissettiğim soğuklukla olduğum yerde kalakaldım. Silah namlusu şakaklarımda, ellerim karnımdaydı. Gözlerimden akan yaşlar adeta düştüğü yeri parçalıyordu. Lütfen ona bir şey olmasın diye geçirdim içimden. Ben ölsem de o yaşasın... "Laflarına dikkat et Adel." "senden tek bir şey istiyorum. Beni o yaşamadan öldürme. Onu yaşatmama izin vermeden beni öldürme..." Çaresizdim. Ne yapsam boştu artık. Yalnızca Batu'nun bir şeyleri anlamasını istiyorum. Hissedip gelmesini... Ona cevap vermeyenin ben olmadığımı bilmesini, anlamasını. "Bu kadar istiyor musun onu yaşatmayı?" Başımı salladım son umut kırıntılarıyla. "Tek isteğim. Uraz yalvarırım onun bir suçu yok... Onun hiçbir suçu yok sana yalvarıyorum onu yaşatmama izin ver." "Öyleyse oğluma karşılık bebeğin Arın. Oğlumu aldınız bebeğini vereceksin. Bana baba diyecek beni sevecek. "T-Tamam ne istersen! Ne istersen!" Vermeyecektim ama bana inanmalıydı. Bana inanmak zorundaydı. Onun yaşamasına izin vermek zorundaydı. Ama kahkahası bana inanmadığını doğruladı o an. Bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. Dayanılmaz acı kalbimin derinliklerine yayıldıkça yayıldı. Ölüm bu korkudan daha fazla acı verir miydi hiç sanmıyordum. Bazen canınız öyle bir yanıyordu ki ölüm düşüncesi yalnızca içinizi rahatlatıyordu zira bazen ölümden beter acırdı canınız. Ölümü tatmamış olsanız da bilirdiniz. Bazı ölümler kalbiniz atarken yaşanırdı ve en acısı hala kalbiniz atarken ölmekti. "Sana inanmıyorum ve sen tam ayaklarımın ucunda geberip gideceksin Adel." Kapı kırılırcasına açıldığında daha doğrusu kırıldığında eş zamanlı olarak onların bedeni kapıda belirdi... Batu ve Barlas yan yanayken bir anda Uraz bedenimi kolunun altına çekip başıma yeniden silah namlusunu daha sert bir şekilde dayayıverdi. Ağlayışlarım haykırışa dönerken Uraz'ın fısıltısı kulaklarımda yankılandı. "Eyvah seni hemen öldürmem gerekecek..." Yalnızca ben duyabilmiştim. "O silahı Adel'in başından çekmen için zamanın yok Uraz. Karımın her bir göz yaşı için bir kemiğini kıracağım. O karımın başına dayadığın silah az sonra beynini delecek." "Cık cık cık! Kardeşine böyle mi örnek oluyorsun ağabeyciğim!" Batu göz yaşını sertçe sildiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Barlas'ın yeşilleri üzerimde gezerken öyle koyulaşmıştı ki o ormanlar artık tamamen geceye gömülmüştü ve adeta bir daha sabah olmayacaktı. "Anneni öldürürüm Uraz. Anneni gözümü kırpmadan öldürürüm." Serap hanım Barlas'ın sert sesiyle olduğu yere yığılırken Uraz'ın boşluğundan faydalanıp kolunun altından çıktım ve iki adımda Barlas ve Batu'nun yanına dudaklarımdaki tebessümle ulaşmıştım ki bir anda bir silah patladı. Gözlerim silah sesiyle büyürken korkuyla Yanımdan ayrılıp ne zaman önüme adımlamış olduğunu idrak edemediğim Batu'ya döndü. Üzerime sıkılan kurşunun önüne atlamış olan Batu'ya, dostuma, abime, her şeyime... Batu dizlerinin üzerine bedenini bırakırken sesim bir feryattan farksız yükselmişti evin içinde. Aynı zamanda polis sirenleri de oldukça yakından duyulmuştu. "Batu!" Hızla Batu'nun yanına çöktüğümde Batu'nun bedeni dizlerime yığılıverdi. titreyen ellerimle Batu'nun başını dizime yerleştirdim. "S-Sen iyice ağlak oldun be maviş." Dedi Batu zar zor aldığı nefeslerin arasında. "Sus! Kendini yorma birazdan polisler gelecek ambulans gelecek!" Barlas'ın Uraz'ın üzerine atlayışıyla içeriyi saran polisler eş zamanlıydı. Sesler vardı. ancak benim için artık yalnızca kucağımdaki beden ve Batu'nun sesi vardı. Şoka girmiş gibiydim. Aynı cümleler defalarca dudaklarımdan dökülmüştü. "Başardım..." Dedi Batu nefes nefese. Yerdeki bedeni tir tir titriyordu. "N-Ne?" "S-seni korumayı... Bir de ağlamasan..." "Batu sakın! Yalvarırım sakın! Bunu bana yapamazsın! Ailene yapamazsın! Sana ihtiyacımız var Batu..." Batu tebessüm etti. Ve ardından hafifçe yüzünü ekşitti. Canı acımıştı... "Canın yanıyor! Canın yanıyor yanmasın Batu! Yanmasın..." "A-Ağladığın için... Adamı dinlemiyorsun ki sümüklü şey. Ağlayıp durma başımda k-kafa açıyorsun." Ağlamam öyle şiddetlendi ki. Halbuki ağlarken yalnız değildim. Batu'nun alnından akan tere karışan göz yaşları görünmeyecek türden değildi. Ağlıyordu! Acı çekiyordu... Nasıl bir acıydı bu böyle? Kalbim dursun istedim. Kalbim canlanıp karşıma çıkmış olsaydı tam şu an durması için ayaklarına kapanabilirdim. Titreyen dudaklarım zorlukla aralandı. "Batu... Ö-Ölmeyeceksin değil mi?" Batu'nun gözleri neredeyse kapanmak üzereydi. "B-Batu?" "Seni seviyorum maviş. K-Kızlarım size emanet... Ben öremedim ama onların saçlarını s-sen örebilirsin değil mi?" "Sus! Sus Batu! Saçmalama artık!" "S-Söz ver bana Adel... Yaşayacaksın ve... Ve Kendine iyi bakacaksın. Senin için canını veren abinin de canı sende artık..." "Kurtulacaksın! Söz möz yok sana! Sen ölürsen ben neden yaşayacağım ki aptal!" "Yalvarırım söz ver..." Hıçkırıklarım arasında adeta haykırarak çıktı son kelime dudaklarımdan. "Söz!" Bedenimi bir el kollarına çekerken bir anda Batu'nun çevresine sedyeyle hemşireler yığıldı. Barlas'ın sesi silikti. Cümleler yoktu yalnızca sesler vardı. Öyle güçlü ağlıyordum ki sesimi hiç bir ses delip geçemiyordu. Barlas gözlerini gözlerimle birleştirmeye çalışıyor ağlayarak bağırıyor patlayan dudağını zorlukla aralıyordu ancak hiç bir şey algılayamıyordum. Acı tüm bedenimi ele geçirmişti. Batu'nun sesi zihnimi ele geçirmişti adeta. Dolan gözlerimi kırpıştırarak korkumu unutmayı diledim. Tam o an beni kendine doğru çeken ellerle o güven veren ses kulaklarıma ulaştı. "Buradayım maviş korkma. Barlas gelecek birazdan. Hem karanlığı düşünme sanki her yer aydınlık gibi davran." Batuhan'ın kolları beni sararken fısıldayarak konuşuyordu. "Öyle geçiyor mu?" "Geçiyor tabii. Denemek ister misin?" Hevesle gülümsedim. "Evet, ne yapacağız?" "Şimdi bir yere sabit odaklan ve şu an olmak istediğin yeri hayal et. Sanki o nokta da hayalini kurduğun yer varmış gibi düşün ve odaklan. Bir süre sonra gerçekten orada olduğunu hissedeceksin." Batuhan'ın söylediklerini uygulayarak gözlerimi bir noktaya sabitledim ve bir kumsal hayali kurmaya başladım. Barlas ben ve tüm sevdiklerim o kumsalda herkes bir yerde ağız dolusu kahkahalarla eğleniyordu. Bu görüntü gözlerimde hayat bulduğunda, Merakla Batuhan'a döndüm. "Batuş bu, bu mucize gibi. Gerçekten oldu. Karanlığı unuttum. Sen bunu nereden öğrendin?" "Küçükken en çok karanlıktan korkardım. Yetimhanede ışık açık uyumak yasaktı tabii. Orada bu taktiği kendim keşfettim. Korkuyla yüzüme yorganı çekiyor ve sanki başka bir yer görüyormuş gibi hayallere dalarak karanlığı unutuyordum. Yorgan artık benim süper kahramanım olmuştu, altındayken kendimi her şeyden koruyormuş gibi hissediyordum." "Batuş..." Buruk bir gülümseme geçti dudaklarımdan kollarımı Batuhan'ın beline sardığımda o an fark ettiğim en derin duygu kardeşlik duygusu olmuştu. Batuhan aylardır bana bir kardeşten farksız davranıyordu. Her heyecanımda, korkumda, mutluluğumda yanımda dimdik duruyor beni her şeyden koruyordu. Ve bugün beni koruduğu en tuhaf şeylerden birimde karanlık olmuştu. Batuhan beni bugün karanlıktan korumuştu. Batuhan artık benim abim gibiydi ve umarım bu dostluğunu hiç bir zaman kaybetmezdim. Batu'yla olan anım zihnimi parçalarcasına ele geçirmişti tüm benliğimi. "Seni çok seviyorum Adel. Sana bir şey olacak diye ödüm kopuyor. Lütfen darılma bana... Yalnızca seni yaşatmaya çalışıyorum. Sen benim kız kardeşimsin. Biliyorsun güzelim. Hadi gel evimize gidelim. Hem hala omletini yemedin. Soğumuştur o birlikte yenisini yaparız." Batu'nun sesi kulaklarımdan an be an artarak çoğalıyordu. Afiyet olsun sümüklü. Banyodan çıkınca bu hazırladıklarımı midene indirip güzelce dinleniyorsun. Bu akşamda yemeğe bize geliyorsun itiraz kabul etmiyorum ona göre! Kabus gördüğüm gece saçlarımı okşayıp beni uyuttuğu gecenin sabahı hazırladığı kahvaltının yanına bıraktığı not gözlerimin önüne gelirken göz yaşlarım biraz daha hızını arttırdı. Gözlerim şimdi beyaz hastane tavanındaydı. Buraya ne zaman getirildiğimden bile habersizdim. Elimde hissettiğim sıcaklık Barlas'ındı biliyordum ancak dudaklarım hareketsizce dümdüz duruyordu. Konuşamıyor, nefes alamıyordum. Yaşamak hiç olmadığı kadar zor geliyordu. Kalbim görünmeyen bir el tarafından parçalanırcasına sıkılıyor gibiydi. Kolumda bir serum zihnimde Batu'nun anıları, sesi, gözleri... Ellerimde Barlas'ın sıcacık elleri. Bazen acı eşiğiniz öyle bir ölçülürdü ki siz bile şaşar kalırdınız katlanabildiklerinize. Dayanamam dediğiniz acılara dayanmak zorunda bırakılırdınız. Nefes alamam dediğiniz nefesler zorla dolardı ciğerlerinize. Kalbiniz atmasın istemeseniz de atmayı sürdürürdü ısrarla. Hayatta hiç bir acı dayanılmaz değildi. Dayanamam dediğiniz acı sizi mahvetse de öldürmezdi. Kalbiniz sıkışsa da atmayı bırakmazdı. Ciğerleriniz acısa da yeni nefeslerle dolmaya devam ederdi. Siz dayanamayacağınızı düşündüğünüz o acıya mecbur bırakıldığınızda o acıyı öyle ya da böyle çekerdiniz. Kaçınılmaz sonunuz, dayanamayacağınız acılarınızdı... "B-Barlas..." Belki de saatler sonra ancak aralayabilmiştim dudaklarımı. "Söyle güzelim. Buradayım..." Barlas'ın sesi öyle yorgun geliyordu ki sanki ruhu bir yere yığılıp kalmış bedeni zorlukla ayakta kalıyor gibiydi. "Batu..." Gözlerimi sıkıca kapattığımda Barlas'ın sesiyle yeniden açtım. "Yaşıyor... Yaşıyor sevgilim. Hayati tehlikeyi dün gece atlattı." Baygın bakışlarım Barlas'a dönerken Barlas yatakta duran avucuma dudaklarını sıkıca bastırdı.. "B-Biz ne zamandır buradayız?" Diyerek sormaya korktuğum sorunun dudaklarımdan titrek nefesimle dökülmesine izin verdim. "Üç gün bir tanem. Sen öyle çok ağladın ki bebeğimiz için en iyisi dinlenmendi. Sakinleştiricilerle zar zor tutabildik seni... Ama o iyi sende iyi olacaksın." Üç gün... Üç gündür bir hastane odasında sakinleştiricilerle uyutuluyordum. Batu can çekişirken ben çaresizce uyutuluyordum. "O-Onu görebilir miyim?" Barlas başını salladı ve ayağa kalktı. Üzerimde bir hastane elbisesi kolumda ise bir serum vardı. Sorgulamadan Barlas'ın yardımıyla ayağa kalktım. Barlas'ın kolu sertçe belimi kavradığında serumu diğer eline alarak hafifçe kaldırdı ve ağır adımlarla odanın kapısına yürüdük. "Barlas... Uraz'a-" "Şşşt Zamanı değil sevgilim. Yalnızca Batu'yu görelim eminim ki bize çok ihtiyacı var." Başımı salladım. Yoğun bakım ünitesine ilerlediğimizde camın ardından dolu gözlerle kablolar arasında yatan Batu'nun bedenini seyreden Bahar gözlerimin ilk durağı oldu. Bahar ayak seslerimize döndüğünde dalgınlıkla gülümseyerek hızla yanıma adımladı ve kollarını dikkatlice bedenime sardı. "İyi misin canım?" Başımı salladım kollarım Bahar'ın bedenindeyken. Daha sonra beklemeden camın önüne ilerledim. Titreyen ellerim camla buluştuğunda camı hafifçe okşadım. Zihnim üç gündür olduğu gibi onun anısıyla yeniden dolup taştı... "Ne yapıyorsun sen? Batuhan Bahar ve Güneş odadan ayrılır ayrılmaz dolu gözlerle gözlerime dönmüştü. "Kaza yapıyordum ne demek Adel?" Batuhan'ın sesi yükselirken ayağa kalktım usulca. sinirlenmişti... Oldukça fazla. "Sikeyim ya! Nasıl Adel! Senin dalgın olma lüksün yok! Senin kaza yapma lüksün yok Adel! Anladın mı yok! Ben bir kardeşimi kaybettim Adel! Kaybettim! Ya bir şey olsaydı? Hiç düşünmedin mi Adel? Beni de mi düşünmedin? İkinci defa aynı şeyi... Adel ben seni kaybedemem anladın mı? Sen bana onların emanetisin... Güneş'in Barlas'ın emanetisin bana. Her şeyden önce sen benim ailemsin Adel. Toparlan artık, aç gözünü, çıkar şu yüzüğü parmağından-" Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülürken setçe gözlerimi sildim. "Yeter! Batu yeter! Boğuluyorum ben Batu! Ben her gün biraz daha ölüyorum! Ayaktayım, nefes alıyorum diye yaşadığımı düşünüyorsunuz sadece! Ben ölüyüm Batu!" "Sus! Silkelen Adel! Beş sene geçti! Beş sene! Kalk ayağa artık! Çıkart şu yüzüğü evli değilsin sen Adel! vazgeç artık evliyim demekten, vazgeç artık ağlamaktan ,o karakolun kapısına gitmekten. Barlas öldü anlıyor musun? O öldü? Dönmeyecek!" Gözlerim acıyla kapanırken birkaç damla yaş göz pınarlarımdan yanaklarıma yol aldı. Ve o tanıdık ses bir kez daha çevreledi zihnimi. "Teşekkür ederim Batu... İyi ki varsın. Sen olmasan cesaret edemezdim." "Asıl iyi ki var olan sensin Adel. Unutma bu bizim mücadelemiz. Şimdi kalkıp güzel bir duş al ve güzel bir uyku çek. Yarın her şey bugünden daha güzel olacak." Olacak mı Batu? Yarın her şey bugünden saha güzel olacak mı? Sen gözlerini açacak mısın? Mücadelemiz bitti diye bittik mi biz? Bittik mi Batu? Biz bitmeyiz Batu... "Batu..." Batu burnunu çekerek sinirli bir hal alan gözleriyle bedenimden ayrıldı ve yüzümü elleri arasına hapsetti. "Ne ağlıyorsun kızım! Hiç bir yere gittiğin yok." Dedi sanki kendisi ağlamıyormuş gibi. Omuz silktim. "Adel... Benim bir ailem yoktu biliyorsun-" Sinirle kaşlarımı çattım. Yeri değildi bu konuşmaların. Ağlamaktan patatese dönmek üzereydim! "Batu ya!" "Dinle kız cadaloz!" Gözlerimi devirdim istemsizce ve sustum. Eninde sonunda konuşacaktı ne de olsa. Kaçış yoktu... "Sen bana kocaman bir aile verdin. Benim hiç kız kardeşim olmadı seni tanıyana kadar ama artık soranlara bir kız kardeşim var diyorum. Bir de annem var diyorum... Kader annem... Siz benim ailem oldunuz. Kız kardeşimi diğer kardeşime emanet ediyorum şimdi. Seni ona onu da sana emanet ediyorum. Bil ki ben her zaman seninleyim. Bir adım uzağındayım, bir nefes uzağında... Nerede ne zaman bana ihtiyacın olursa, bir abiye ihtiyacın olursa ben her zaman seninleyim. Aslında bu konuşmayı burada yapmayacaktım ama Handan anneden gaza geldim çaktırma. Her neyse maviş kız. Artık gözlerinden yaşlar böyle mutluluktan aksın. Seni çok seviyorum maviş çok. Mutlu olun hep çok mutlu olun..." Söz verdin Batu... Her zaman benimlesin bana söz verdin. Hani ne zaman istersem yanımda olacaktın? Ne zaman ihtiyacım olsa benimleydin? Var Batu? Sana ihtiyacım var, ihtiyacımız var... Sana ailenin ihtiyacı var... Aç o mavilerini yine bak gözlerime. Yanındayım de, Barlas telefonunu açmasın sen de ondan hesap sor ha? Ya da ben ağlayayım sen de bana sümüklü de. Kabuslarım da ben buradayım de saçlarımı okşarken, senin bir abin var de... Sana en çok şimdi ihtiyacım var Batuhan Yalçın. Kalk ve o mavilerin parıldarken yine bize sarıl.... Zihnim tekrar tekrar aynı sözcüklerle ve o tanıdık sesle dolup taşarken bir anda biri bana varlığını hatırlattı. Bebeğim... O an dudaklarımdan yükselen çığlıkla eş zamanlı olarak Bahar'ın dudakları neşeyle aralandı. "Batu! Gözlerini açtı!" "Bebeğim! Geliyor! Ah!" İkimizin dudakları aynı anda bir başka haykırışla aralanırken Barlas'ın gözleri bir şok dalgasıyla aydınlandı ve bir anda sert sesi tüm koridoru sardı. "Doktor!" "Ah! Barlas! Dayanamıyorum!" Acı göz bebeklerime kadar taşmışçasına canımı yakıyordu. Vücudumun her bir uzvuna sanki iğneler batıyor ve bir zehir tüm organlarımı ele geçiriyordu. Ölüyor olabilir miydim? Bir tekerlekli sandalyeye çığlıklarım eşliğinde oturtturulduğumda elimi sıkıca tutan el Barlas'ın eliydi. "Adel'im sakin ol! İyi olacaksın yanındayım tamam mı?" "Ah! Barlas! Ah!" "Acele edin acı çekiyor!" Barlas tıpkı çektiğim sancıları kendi çekermişçesine kükrüyordu. Tekerlekli sandalyemi kimin ittiğini göremesem de oldukça hızlıydı. Barlas tuttuğu elimi bir saniye olsun gevşetmeden sıkıca tutuyordu. "Ameliyathaneyi hazırlayın doğum başladı!" Otoriter bir ses tüm koridoru sardığında acıyla dudaklarımdan dökülen feryatlardan daha fazla sese kulak veremiyordum. Bir ameliyathane masasına yatırılmam, doğuma hazırlanmam ne kadar zaman aldı emin olamıyordum ancak haykırışlarım hız kesmeden devam ediyordu. Barlas yanı başımda iki eliyle elimi sarmış benimle derin nefesler alıyor doktorun söylediklerini uyguluyordu. "Adel nefes al! Ve kuvvetli bir şekilde ıkın. Buradayım ve ikinize de bir şey olmayacak. Bana güven. Hadi annesi üç... iki... bir!" "Ah!" Tüm gücümle ıkınmaya başladığımda Barlas'ın elimi tutan elleri sıkılaştı. "Hadi sevgilim! Hadi güzelim! Hadi Sirius! Seni seviyorum! Sizi çok seviyorum!" "Ah!" "Az kaldı Adel hadi!" Sesler öyle karışmıştı ki algılarım zayıflamış gibiydi. Tek yaptığım nefes almaya çalışmaktı. "Hadi Sirius hadi güzelim benim! Geliyor hadi!" Ve bir ağlama sesi ameliyathane de yankılandığında güçsüz düşen bedenim gevşemiş ve nefesimi rahatça dışarıya vermiştim. Kısık gözlerim Doktorun kucakladığı bebeğime kayarken dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm belirdi. "Bu..." Barlas ağlak bir sesle fısıldadığında ağladığını dahi yeni idrak edebilmiştim. Dudakları şaşkınlık ve gülümsemek arasında mekik dokurken bir eli dudaklarına kapanır gibi oldu. "Tebrik ederim! Güzeller güzeli bir kızınız oldu..." Gözlerim huzurla kapanırken gülümsedim. Kızınız oldu... Güzeller güzeli bir kızınız oldu... Defalarca zihnimde dönüp duran cümle gözlerimdeki yaşların yastığa yol olmasına sebep oldu. Bu kez mutluluktandı gözlerimden taşan yaşlar. Kızım... kızım olmuştu. Onu istiyordum, kucağıma almak, kokusuyla tanışmak istiyordum ancak gücüm tüm bedenimden çekilip alınmış gibiydi. Gözlerim yorgunluğa yenik düşüp kapanırken yaşadıklarımın bir rüya olmamasını umdum... *** "Kızım..." Dudaklarımdan dökülen ilk sözcük bu olmuştu gözlerimi açmadan hemen önce. Normal bir odaya alınmıştım ve oda ne zaman hazırlandığını anlamadığım bir halde süslenmişti. Ağırlığın pembe renge verildiği odada gözlerimi gezdirirken kapı sesi kulaklarıma doldu. "Güzelim! Uyanmışsın..." "Barlas kızımız nerede?" Tek hamlede sorduğum soru Barlas'ın dudaklarında kalbimi ısıtacak sıcacık bir gülümseme doğurdu. "Birazdan yanımızda olacak... Adel, sen bana bugün kalbinden sonra en değerli şeyi verdin. Sen bana güzeller güzeli bir kız verdin Adel... Hayatımda gördüğüm en güzel bebek... Adel... Hayatım olduğun için bana bir hayattan fazlasını verdiğin için sana minnettarım. Benim artık iki tane güzeller güzeli kızım var..." Gülümsedim. "Seni seviyorum Barlas... Seni-" "Gökyüzündeki tüm yıldızlar sönene kadar seveceğim Adel." Barlas cümlemi biçimli dudaklarıyla böldüğünde gözlerimin ışıldadığını hissettim. Biz birbirimize kilitlenmiş gibi bakarken açılan kapı ikimizi de kendine getirmek için yeterli olmuştu. Beşik misali pembe bir arabada getirilen bebeğim heyecandan kalbimin ağzıma kadar çıkmasına sebep oldu. Yerimden hafifçe doğrulduğumda bebeğimi getiren hemşire gülümseyerek dikkatli hareketlerle bebeğimi kucağına alıp yavaşça titreyen kollarımın arasına bıraktı. Bebeğim henüz gözlerini tamamen açamamışken dolu gözlerimden birkaç damla yaş bebeğimin minik bedenine düştü. Barlas yanımda durmuş kucağımdaki bebeğe bakarken dudakları alnımda ve saçlarımda dolaşmıştı. Daha sonra Barlas'ın elleri ve dudakları kucağımdaki güzeller güzeli kızı buldu. "Çok güzel..." Fısıltım Barlas'a ulaşmış olacak ki hızla başını salladı. "Nasıl bir şey bu böyle? Bu ufaklık kalbimi nasıl bu kadar hızlandırabildi?" Barlas gülümseyerek söylense de burnunu çektiğinde kendini ele vermişti. Aklıma takılan detayla gözlerimi Barlas ve bebeğim arasında kısaca gezdirdim. "Onun... Adını düşünmedik!" Aramızda birkaç dakika oluşan sessizliği Barlas kucağımdaki kızımı kolları arasına alarak bölmüştü. Gözleri yalnızca kızımızın üzerindeyken ona hitaben dudaklarını araladı. "Benim gökyüzümü aydınlatan tek bir yıldız vardı, sen vardın... Artık gökyüzümde bir yıldız daha var. O var, Yıldız Korhan... " Gülümsedim. Yıldız... Daha güzel bir seçenek yoktu artık. Kızımız bir yıldız kadar parlak, gökyüzü kadar sonsuz olacaktı... Bizim gökyüzünü kıskandıracak aşkımıza bir yıldız yakışırdı ve o yıldız şu an Barlas Korhan'ın kolları arasında daha şimdiden parıl parıl parlıyordu... Hayat sizin bomboş gökyüzünüzdü ve siz gökyüzünüzü istediğiniz gibi doldururdunuz. Şimdi benim gökyüzümde parlayan sayılı yıldızın arasına bir yıldız daha tüm coşkusuyla eklenmiş ve gökyüzümü tamamlamıştı. Artık benim gökyüzüm en parlak yıldızlarla çevrelenmişti. Sirius gökyüzünün en parlak yıldızıydı ancak bir tane değildi. Benim gökyüzümün tüm yıldızları Sirius'tu... BÖLÜM SONU |
0% |