Yeni Üyelik
50.
Bölüm

Kayip Gezegen 3. Bölüm: Çaresi̇zli̇k

@peteichor_

"Şimdi karşımızda savaşa hazır milyonlarca yıldız vardı. Ama unuttukları bir şey varsa o da Sirius hepsinden daha parlaktı ve hepsini söndürmeden o da sönmeyecekti."


KAYIP GEZEGEN 3. BÖLÜM: ÇARESİZLİK


Başımın döndüğünü hissettiğimde yeniden bir elimle kapıdan destek aldım. Saçları bıraktığımın aksine aralarına beyazlar karışmış durumdaydı. Kirli sakalları yüzünde tüm özeniyle duruyordu. Gözleri aynıydı. Üzerinde simsiyah bir takım elbise vardı... Hayal miydi yoksa bu görüntü?


"B-Barlas... Sen misin?"


Sahi o muydu yoksa gözlerim kalbimle yaptığı iş birliğiyle bana bir oyun mu sergiliyordu?


"Anlamadım? Adımı nereden biliyorsunuz?"


Beni unutmuştu. Barlas beni hatırlamıyordu. Aşkla bakan gözleri boşlukta asılı kalmıştı. Sıradan boş bir sayfaya bakar gibi bakıyordu gözlerime. Bir zamanlar en sevdiği roman olan gözlerim şimdi boş bir kağıt parçası olmuştu onun için.


"Beni... hatırlamıyor musun?"


"Sizi tanımıyorum."


Tanımıyorum... 

Sizi tanımıyorum... 


Kulaklarımda yüzlerce kez yankılanan bu cümle ellerimi kulaklarıma bastırma isteği uyandırıyordu. Beni tanımadığını nasıl idda edebilirdi? Ben onun ses tonunu dahi tanırken nasıl olurda karşıma geçip sizi tanımıyorum diyebilirdi? Kalbim paramparça olmuştu. Öyle ki şu an kalbimin kırıkları her bir uzvuma batıyordu. Battığı yerleri delip geçiyordu. Kanatıyordu... Başımı hızla iki yana salladım.


"Tanıyorsun! Çok iyi tanıyorsun! Sen beni tanıyorsun Barlas!"


"Siz iyi misiniz? Neler oluyor?"


Barlas'ın gözleri üzerimde gezerken bir hayli şaşkın gözüküyordu. Gözlerimden yaşlar boşalırken ellerimi saçlarıma karıştırdım. Delirmenin bir tanımı yoksa beni ele alabilirdiniz çünkü birazdan tam anlamıyla delirecektim.


"Ya kafayı yiyeceğim Ya! Çıldıracağım ya! Barlas unuttun mu beni? Gerçekten mi? Beni Ya beni... Hatırlamıyor musun sahiden?"


"Sizi daha önce hiç görmedim."


Kahkaha atmaya başladığımda deldirdiğimi hissediyordum. Sizi daha önce hiç görmedim... Nasıl bir sınavdı bu böyle? Beni daha önce nasıl olurda görmediğini söylerdi? Nasıl olurda tanımazdı beni? Beni nasıl unuturdu... Çaresizliği size anlatamazdım ama gösterebilirdim. Bize bakın şimdi. Önce onun bomboş bakan gözlerine ardından acıyla kısılan benim gözlerime çevirin bakışlarınızı. Gördünüz mü? Çaresizliği hissettiniz mi gözlerimde? titreyen ellerim anlatabildi mi size çaresizliği? Ya çırpınan kalbim? Duyuyor musunuz sesini? Acı acı doluyor mu kulaklarınıza kalbimin amansız feryadı? Ben çaresizdim. Ben tam şu an dünyanın en çaresiz insanıydım...


"Aklımı kaçıracağım aklımı! Unutamazsın! Beni, bizi unutamazsın anladın mı?"


"Kendine gel artık! Oğlum nerede?!"


Barlas sinirlenmeye başladığında içeriye girmeye çalışırken yerimde asılı kalmıştım. Sonra bir telefon sesi hıçkırık seslerime karıştı. Barlas telefonu açtığında bir kaç onaylar tınıda sesler çıkarttıktan sonra telefonu cebine koyarak kapıya yöneldi. Hızla kolunu tuttuğumda siniri giderek artıyordu.


"Gidiyor musun? Gidemezsin! Nereye gideceksin?!"


"Yeter delirmişsin sen! Rahat bırak beni!"


Kolunu daha da sıkı kavradığımda sıkıntıyla nefesini dışarı verdi. Beni nasıl unuturdu? Benim kalbim onu ezberlemişken o nasıl unuturdu beni?


"Barlas... şaka yaptığını söyle. Şaka olduğunu söyle! unutmadım de..."


"Yeter! Sizi tanımıyorum. Biriyle karıştırdığınızı ve kötü anılar hatırladığınızı düşünerek bu saçma anı unutuyorum. Bir daha olmasın."


Ayaklarım kala kalmıştı olduğu yerde. Barlas elimi kavrayıp kolundan ayırdığında çaresizce gözlerimi kapatmıştım. Yalnızca arabadan yükselen motor sesini duyana kadar orada durmuştum. Sonrasını tahmin bile edemezsiniz. Barlas'ın içine binip uzaklaştığı arabanın ardından dakikalarca ağlayarak koştum. Daha sonra nefesim kesildi. Yolun ortasında dizlerim asfaltla buluşurken delirmiş durumdaydım. Belki de onu bulduğum bu anda kaybettiğim andan daha fazla ağlıyor daha fazla acı çekiyordum. Barlas o kazada ölmemişti kalbindeki beni öldürüp devam etmişti yaşamaya. O kaza onun değil benim canımı almıştı. Benim nefesimi kesmişti. Kalbindeki benle bindiği o arabadan bensiz çıkmıştı. Ağlamam yavaşlarken yeni algılıyor gibi gözlerimi kırpıştırdım. Oğlumu almaya geldim... Oğlumu... Eymen'in babası... Hayır hayır hayır! Barlas... Barlas evlenmiş miydi? Benden gider gitmez... Çocuğu mu olmuştu. Olamazdı değil mi? yanlış anlamıştım. Kesinlikle bir yanlışlık olmalıydı. Bir terslik.... Ayaklarımı zar zor hareket ettirirken geldiğim yolu yavaş adımlarla geri döndüm. Aklımda binlerce soru vardı. Aklımı kaçırmak üzere hissediyordum. Parçalar birleşmek bilmiyordu kafamda. Hafızasını kaybetmiş olabilir miydi? Ve sonra gidip.... Gözlerimi acıyla kapattığım da açık bıraktığım kapıdan hızla girip eşyalarımı alıp çıkmıştım. Arabaya biner binmez titreyen ellerimle Batuhan'ı arayarak arabayı çalıştırdım.


"Alo? Efendim Güzelim."


Sesimin net çıkabilmesi için elimden geleni yaptıysam da becerebildiğimi düşünmüyordum. Nefesim bile titriyordu. Her bir uzvum titriyordu.


"Batu hemen bana gel hemen!"


"Adel? Ağladın mı sen? O sesin hali ne? Neredesin-"


"Batu soru sorma hemen bana gel on dakikaya evdeyim."


Telefonu kapatır kapatmaz hızımı arttırmıştım kulaklarımda Barlas'ın sesi avaz avaz yankılanıyordu.


"Ömrümün sonuna kadar seveceğim tek kadın sen olacaksın, Adel Rana Arın."


"Yalancı!"


diyerek haykırmıştım motor sesine karışan sesimle.


"Sizi tanımıyorum."


"Tanıyorsun..."


Diyerek eklemiştim fısıltıyla.


"Öğretmen hanım."


Acıyla gözlerimden yaşlar firar etti.


"Sizi daha önce hiç görmedim."


"Nasıl bir şey ya bu? Nasıl dayanacağım ben buna?"


Fısıltıdan farksızdı dudaklarımdan dökülen kelimeler.


"Sirius gibisin..."


Barlas'ın sesi zihnimde defalarca farklı cümlelerle yankılandı. Direksiyondaki ellerim direksiyonu sıkmaktan öyle acımıştı ki kaskatı kesildiğini hissediyordum. Neredeyse on dakikada eve ulaştığımda arabamı hızla park ederek eve doğru koşar adım ilerledim. Kapıda beni bekleyen oldukça telaşlı bir Batuhan beklenmedik bir şey değildi. Beklemeden hızla kollarımı Batuhan'ın boynuna doladığımda hıçkırıklar çoktan bedenimi sarmıştı. Batuhan'ın elleri saçlarıma karışırken teskin edici sesi kulaklarıma doldu.


"Şşş ne oldu sana? Güzelim ağlama hadi anlat bana. Ne oldu? Kim üzdü benim kardeşimi?"


Burnumu çekerek Bedenimi Batuhan'dan ayırdığımda dudaklarımdan tek bir cümle döküldü.


"Barlas. O... Yaşıyor Batu..."


"N-Ne?"


Batuhan uğradığı şaşkınlıkla dumur olmuş gibiydi.


"Her şeyi anlatacağım."


Batuhan dudaklarından titrek bir nefes bırakıp arkamdan eve doğru adımladığından kısa sürede eve girmiştik. Ceketimi koltuğun bir köşesine fırlatırcasına attıktan sonra bedenimi hızla tekli koltuğa bıraktım. Batuhan çaprazıma oturduğunda derin bir nefes aldım. İstediğimden değil ihtiyaç duyduğumdan doldurmuştum ciğerlerime. Yoksa şu an en son istediğim şey nefes almak olabilirdi.


"Neler oluyor Adel?"


"Barlas. Geldi Batuhan. Geldi ve..."


"V-Ve?"


Öyle zorlanıyordum ki dudaklarımdan o cümleyi dökmeye. Öyle yanıyordu ki canım. Kalbim avaz avaz bağırıyordu göğüs kafesimde. yeter diyordu. yoruldum diyordu...


"Beni unutmuş."


"Adel o olduğuna emin misin? güzelim bak hayal görmüş-"


"Batu Barlas kanlı canlı karşımdaydı! İnan artık bana inan!"


Batuhan'ın gözünden bir damla yaş firar ederken dudakları belli belirsiz bir gülümsemeyle hareketlendi.


"K-Kardeşim yaşıyor... Barlas yaşıyor... H-Hemen yanına gidelim hadi! Hem sen neden bıraktın onu? Neredeymiş bunca zaman-"


Batuhan heyecanla karışık ağlamaya başlarken Sinir ayağa fırlayıp Batuhan'ın karşısında yerimi aldım. çaresizdim. Çaresizdik...


"Beni duymuyor musun? Unutmuş Batu! Beni unutmuş bizi unutmuş... Unutmuş..."


"Unutmak derken... Ne demek unutmak Adel? Yoksa...Hafızasını mı-"


yanaklarımı sıkıntıyla şişirirken yeniden koltuğa oturdum.


"Bilmiyorum. Tek bildiğim o yaşıyor Batu. Ve unuttuğu her şeyi hatırlamak zorunda. Her şeyi..."


"Adel siz nerede karşılaştınız?"


Dudaklarım buruk bir tebessümle iki yana kıvrıldı.


"Oğlunu almaya geldi."


Batuhan'ın dudakları şaşkınlıkla aralanırken yüzünü sertçe sıvazladı.


"Ne oğlu Adel? Ne diyorsun Allah aşkına? Ne oğlundan bahsediyorsun! Kafayı sıyıracağım şimdi! Gerçek olabilir mi? Koskoca beş sene! Hangi cehennemdeymiş o it!"


"Anlasana Batu! bir çocuğu var! Anladığım kadarıyla birde karısı..."


Nasıl yanıyordu canım. Nasıl batıyordu göğüs kafesim kalbime. Daraldıkça daralıyordu, acıttıkça acıtıyordu kalbimi. Karısı... Onun başka birini sevme düşüncesi nasılda yaralıyordu benliğimi. İçten içe nasılda boğuyordu...


"Adel ben..."


"Batu bana yardım et. Barlas'ın beni hatırlaması lazım. O kaza normal bir kaza değildi! O frenleri biri kasıtlı olarak boşalttı! Bunu bize her kim yaptıysa bulup Barlas'ın her şeyi hatırlamasını sağlamamız gerekiyor... Evet bu zamana kadar bir bok yapamadık ama şimdi çok farklı... O burada Batu! Aynı şehirdeyiz... Batu.. Biri onu kurtarmış olmalı. Ve belki de tüm cevapları bize onu kurtaran kişi verecektir."


Batuhan bir kaç dakikalık sessizliğini kendinden emin bir sesle bozuverdi.


"Her zaman! Tamam Adel ne gerekiyorsa yapalım ben varım. Kardeşimi geri kazanmak için canımı bile veririm."


Gülümseyerek başımı salladım.


"Birde kimseye bahsetme Batu. En azından Barlas'a kendimizi hatırlatana kadar suyu bulandırmayalım. Özellikle Demir abiye sakın belli etme."


Batuhan başını sallamakla yetindi.


"Teşekkür ederim Batu... İyi ki varsın. Sen olmasan cesaret edemezdim."


"Asıl iyi ki var olan sensin Adel. Unutma bu bizim mücadelemiz. Şimdi kalkıp güzel bir duş al ve güzel bir uyku çek. Yarın her şey bugünden daha güzel olacak."


Başımı sallayarak gülümsedim. Yarın her şey bugünden daha güzel olacak... Batuhan'ı yolcu ederken merakla dudaklarımı araladım.


"Mekan işi ne oldu? Ne zaman başlayacağız?"


"İki güne hazır fıstık. Ben her gece gelemeyeceğim biliyorsun ki artık babayım! Paslaşırız ama merak etme."


Başımı salladım.


"Görüşürüz güzelim."


Gülümsedim.


"Görüşürüz..."


Batuhan birkaç adım uzaklaştıktan sonra kapıyı kapatıp sırtımı kapanan kapıya yaslamıştım. Güneş kafe... Altı aydır sahneden uzaktık altı aydır tırnaklarımızla yaptığımız kafeden uzaktık ama hasret bitiyordu. Kafenin taşınması iki gün sonra bitecek ve biz sahneye geri dönebilecektik. Batuhan gündüz kurduğu mimarlık ofisinin işleriyle bazı akşamlar ise kafede oyalanıyordu. Bahar'ın hamileliğinden sonra kafenin idaresini elime almak zorunda kalmıştım, tabii bu durumdan en ufak bir şikayetim yoktu. Aksine oldukça mutluydum. Kafede vakit geçirmek ruhuma iyi geliyor iyileşmemi sağlıyordu. Düşüncelerimin arasında hızla odama giderek duş almak için gereken havlu ve kıyafetleri alıp banyoya yöneldim. ılık suyu açtığım gibi bedenimi kıyafetlerden kurtartıp ılık suyun altına bıraktım. Öyle yorgun hissediyordum ki ayakta kalacak gücüm yoktu. Duşa kabinin içine oturduğumda su tüm bedenimde dolaşıyordu. Son kez diye geçirdim içimden Barlas'ı yeniden kazanana kadar akıttığım son göz yaşları olsun. Son kez hıçkırıklar ele geçirsin bedenimi. Son kez karışsın gözlerimdeki yaşlar ılık suya. Son kez çaresizlik içinde kıvransın bedenim. Arık güçlü olma vaktiydi. İhtiyaçtan değil istekle nefes alma vaktiydi. Bu benim, bizim, hepimizin mücadelesiydi. Bu Adel Rana Arın'ın evine kavuşma Barlas Korhan'ın hayatını kazanma mücadelesiydi. Bu mücadele hepimizindi. Bu savaşta belki bir yıldız gibi kayıp gidecektik belki de gökyüzünde olduğumuzdan daha parlak olacaktık. Unutmayın ki bir yıldız gibi kayıp gitsek de bizi görenler dilek tutmaya devam edeceklerdi...


***


Gözlerimi Alarmın tok sesiyle açtığımda yataktan gülümseyerek doğruldum. Hayır yanlış okumuyorsunuz. Kesinlikle okuduğunuz gibi... Bugün yataktan gülümseyerek kalkmıştım. Dün kendime verdiğim sözleri tutacak, acıma ara verip mücadelemi başlatacaktım. Bugün ilk gündü. Mücadelemizin, savaşımızın ilk günü. Şimdi karşımızda savaşa hazır milyonlarca yıldız vardı. Ama unuttukları bir şey varsa o da Sirius hepsinden daha parlaktı ve hepsini söndürmeden o da sönmeyecekti. Asla....


"Günaydın bebeğim."


Sirius'u kucağıma alarak mutfağa ilerlediğimde ilk işim Sirius'un mama ve su kabını tazelemek olmuştu. Su ısıtıcısına su koyduktan sonra ise adımlarım banyoyu buldu. Elimi yüzümü buz gibi bir suyla yıkadıktan sonra su ısıtıcısından gelen sesle mutfağa dönerek kupamla buluşturduğum kahvenin üzerine sıcak suyu boşalttım. Kaynar kahveyi masaya bırakırken bir yandan da sandviç hazırlıyordum. Her şey hazır olduğunda kahvem ve sandviçimle salona dönerek televizyonda öylesine bir kanal açtım. Yaklaşık yarım saat koltukta oyalandıktan sonra Sirius'un başına bir kaç öpücük kondurarak odama ilerledim. Yeşil bir gömlek altına siyah kumaş bir pantolon giydim. saçlarımı özenle maşaladıktan sonra yüzümü bir kaç makyaj malzemesi yardımıyla renklendirerek aynada bedenimi süzdüm ve gülümsedim. İşte böyle... Üzerime siyah, ayak bileklerime kadar gelen kabanımı geçirdikten sonra çantamı da kontrol edip kapıya ilerledim. Sirius'la vedalaştıktan hemen sonra evden ayrılarak kapının önündeki arabama ilerledim ve beklemeden yola koyuldum.


***


"Ben bakarım!"


Elif'in sınıfına doğru seslendiğimde kapıya ilerlemeye çoktan başlamıştım. Okula gelip günün planlamasını ve sınıf düzenlemesini halletmiştim. Şimdi ise gelen çocukları yavaş yavaş sınıfta toparlıyorduk. Neredeyse herkes tamam gibiydi. Elim kapı koluyla buluşurken Kapıyı açtığımda karşımda duruyordu... O karşımda duruyordu... Hayır Adel! o bir yabancı kendine gel duygularını kontrol et. buna mecbursun, yapmak zorundasın... Sesin titremesin ve gülümse. İşte böyle!


"Günaydın! Hoş geldiniz."


Barlas gözlerini kaçırarak başıyla selam verdi.


"Günaydın öğretmenim."


Gülümseyerek Eymen'i yanıma çektim ve dudaklarımı araladım..


"Canım sen sınıfa geç hemen geliyorum."


Eymen gülümseyerek başını salladı.


"Görüşürüz baba."


"Görüşürüz."


Barlas tam arkasını dönüp gidecekken nefesimi toparlayarak kalbimden aldığım güçle dudaklarımı araladım.


"Barlas... Yani bey. Barlas Bey?"


Barlas buz gibi bakışlarla yeniden bana doğru döndüğünde kalbim heyecandan göğsümden fırlayacakmışçasına atıyordu.


"Dün için özür dilerim. Kötü bir günümdeydim. Adel ben..."


Barlas bir süre tereddütle ona uzattığım elime baktığında sonunda sıcak eliyle elimi sarmalamıştı. Şu an hiç bir şeyi umursamadan ona sarılmayı kokusuyla sarhoş olmayı o kadar istiyordum ki... O kadar istiyordum ki onu hissetmeyi. Kalp atışlarını saatlerce dinlemeyi. Eskisi gibi yıldızların altında sabahlamayı, yağan yağmura inat dans etmeyi... Güçlü kal Adel güçlü kal...


"Barlas. Önemi yok unutun gitsin."


"Memnun oldum."


Dediğimde dudaklarımda memnun olduğumu hissettirecek sıcaklıkta bir gülümseme belirdi.


"Bende memnun oldum Adel. Yani hanım. Adel Hanım."


Öyle kocaman gülümsedim ki bir anlık onun dudaklarımda gülümsememin bir yansıması olan gülümsemeyi gördüğümü hissettim. Bir anlık sessizliğe esir olduğumuzda sessizliği bozma gereği hissederek dudaklarımı araladım.


"O zaman şey... Görüşürüz."


Barlas başını sallayarak kapıdan uzaklaştığında onunla konuşurken nefes almadığımı yeni fark ediyordum. resmen nefesimi tutmuştum! Evet Adel çok güçlüsün kesinlikle! Adamın yanında resmen nefes almayı unutuyorsun! Ah tamam kesinlikle alışacaktım. kesinlikle... Sınıfa geri döndüğümde güne hızlı bir başlangıç yaparak başlamış olmuştum. Yalnızca ben değil kalbimde hızlı bir başlangıç yapmıştı ki hala göğüs kafesimi parçalamak istercesine hızlı atıyordu. Bu heyecanı kalbim ne kadar kaldırabilecekti bilmiyorum ancak başarmak zorundaydım...


***


Ayaklarım yerdeki kumları ezerken kulaklarıma denizin dalga sesleri doluyordu. bir hafta. Barlas'la karşılaşmamızın üzerinden tam bir hafta geçmişti. O bir hafta ne o gelmiş ne de ben bir adım gidebilmiştim. Tek yaptığım gücümü toplamaktı. Beş yılda kaybettiğim tüm gücümü yeniden kazanmaya çalışmaktı. Bugün ise oldukça monoton geçen bir gün olmuştu.. ardımda bıraktığım bir haftanın her günü gibi... Tüm gün okulda kalmış ve Okuldan çıktıktan sonra soluğu sahil kenarında almıştım. Yaklaşık bir saattir düşüncelerimle boğuşuyor ve sahil kenarında yavaş adımlarla ilerliyordum. iyi de geliyordu bir bakıma. Düşünmek... İyi geliyordu. Cebimden yükselen melodiyle telefonumu alıp arayan kişiye dahi bakma gereği duymadan kulaklarıma götürdüm.


"Adel?"


Ses yabancı bir sesti. Aslına bakarsanız tanıdıkta sayılabilirdi.


"E-Efendim?"


"Nasılsın? Numaranı okuldan aldım umarım sorun olmaz."


Dalgınlıkla başımı iki yana salladım. Arayan Selim'di.


"Yok tabii şey... İyiyim sen?"


"İyiyim bende sağ ol. Bizimki dilinden düşüremedi seni. Adel öğretmen de Adel öğretmen. Yelda da seni çok merak etti. Annesi yani... Eğer müsaitsen yarın akşam seni yemeğe bekliyoruz."


Sevinçten çığlık atsam ayıp olur muydu? sanırım olurdu ama dudaklarım zar zor birbirlerini dizginliyorlardı. İşte fırsat! ona yakın olmam için gözünün önünde olmak için bir fırsat! aynı zamanda değerlendirmem gereken bir fırsat. Belki bir saat sürecek bir yemekti ama benim onu gördüğüm bir dakika bile servet değerindeydi benim için. Yalnızca bir saat bile olsa bakabilecektim gözlerine...


"Tabii! Kesinlikle! Yani şey... Gelirim. Sen bana konum ve saati mesaj olarak atarsın değil mi?"


"Atarım. Bu kadar mutlu olacağını bilsem daha önce davet ederdim."


Yüzümü telaşla buruşturduğumda içimden kendime sövmekle meşguldüm. Daha az belli edemezdim değil mi? Resmen teklife atlamıştım! hemen toparlamam gerekiyordu.


"Velilerimi tanımayı severimde ondan yani birde yemek yemeyi çok severim."


Allah kahretsin seni Adel! Yemek yemeyi çok mu seversin? gerçekten mi? daha ne kadar saçmalayacaktım böyle?


"Yemek yemeyi sevdiğin için davetim seni bu kadar mutlu etti. Doğru anladım değil mi?"


"Yani şey... Evet kesinlikle! Yarın görüşürüz şimdi kapatmalıyım."


Selim'in konuşmasına fırsat vermeden telefonu kapatıp iki elimle sararak göğsüme bastırdım. Yüzümdeki telaş dolu ifade yerini mutluluğa bırakırken koca bir kahkahayla doldurdum kumsalı. Üzerime dönen şaşkın bakışları umursamadan dudaklarımda koruduğum gülümsemeyle kumsalın sonuna koşar adım ilerledim. Hemen eve hatta Direk Batuhan'a gitmeli ve ona yemekten bahsetmeliydim. Hem Güneş'i kaç gündür görmüyordum tabii Bahar'ı da. Kocaman gülümsememle arabada yerimi aldığımda motorun sesi yükselirken bir yandan da Batuhan'ı aramaya başladım.


"Batuş!"


"Batuş mu? Hayırdır Maviş? Sesindeki neşe beni korkmakla mutlu etmek arasında götürüp getiriyor çabuk bir açıklama sal."


"Geldiğimde! Size geliyorum çay koy."


"Emrin olur be Maviş sen gel bir demlik çay senindir."


"harika hemen geliyorum."


"Bekliyorum fıstık."


Dudaklarımda ki gülümseme yerini korurken Hızla Batuhan'ın evine giden caddelerde ilerlemeye başladım. Yalnızca on beş dakika sonra arabamı park edip doğruca eve ulaşarak kapıyı çalmaya başladım. Batuhan bu anı beklermişçesine kapıyı açtığında sevinçle boynuna sarıldım.


"Ben geldim!"


"Onu görüyorum da... Ne oldu Adel korkmaya başladım. Yoksa gerçekten delirdin mi?"


Gözlerimi devirerek bedenimi Batuhan'ın bedeninden ayırdım.


"Bil bakalım yarın akşam nereye gidiyorum?"


Neredeyse fısıltıyla konuşmuştum. Bu durumu Batuhan ve benden başka bir kişi fazladan bilmemeliydi. Her bilen bir kişi fazladan bir risk demekti. Bu en yakınımız olsa bile... Ve ben en ufak bir risk alamayacak kadar çaresizdim.


"Nereye?"


Diye sordu Batuhan fısıltıma karşı fısıltıyla çıkan sesiyle.


"Barlas'ın evinde yemeğe!"


"Ne!"


Hızla elimi Batuhan'ın dudaklarına bastırdım. Allahtan fısıltıyla konuşmuştum!


"Şşş deli misin sen? sessiz ol Bahar duyacak. Bu durumu bizden başka bir kişi daha bilmeyecek Batu. ona göre."


Fısıltım Batuhan'a ulaşırken kocaman olan gözleriyle başını salladı.


"Ne yemeği kızım ne oluyor ya daha bismillah! Bu ne hız."


"Eymen'in yani oğlunun... Annesinin arkadaşıyla tanışma fırsatım olmuştu. Sana anlattığım beni evime kadar bırakan adam Selim... Barlasın şeyinin arkadaşı... Karısının."


"Has siktir! Yuh! Ulan bu nasıl saçma sapan bir tesadüf?"


Başımı salladım onaylarca. Haklıydı. Dünyanın en saçma tesadüflerini, en saçma olaylarını üzerime çekmek gibi bir güce sahiptim. Bir çeşit bela mıknatısı?


"Aynen öyle. Yani o söyledi Eymen beni çok sevmiş annesi de tanışmak için yemeğe gelmemi istemiş."


Son cümleyi gözlerimi kaçırarak kurmuştum. Annesi... Barlas'ın karısı...


"Yani bunun için bu mutluluğun öyle mi?"


"Batu en azından yavaş yavaş hayatına girme şansım olacak güzel bir şey değil mi?"


"Evet ama-"


"Adel hoş geldin kuzum geçsene."


Bahar'ın önce sesi ardından bedeni kapıda belirirken belli belirsiz gülümseyerek başımı salladım.


"Hoş buldum! N'aber Bahar?"


İçeri adımlarken bir yandan da Baharla sohbet ediyordum.


"İyi güzelim ne olsun. Bizim fıstıkla uğraşıp duruyorum."


Gülümseyerek Çizgi film izleyen Güneş'in yanında yerimi aldım.


"Balım! Bak hala geldi!"


"Hala!"


Dedi daha doğrusu demeye çalıştı ancak Güneş'in dilini bilmeyen biri için Güneş'in küçük dudaklarından dökülen kelime henüz sözlüğümüzde yer verilmemiş bir kelimeydi. Gülümseyerek Güneş'in küçük bedenine kollarımı sardım. Geceye kadar Güneş'le Batu'yla ve Bahar'la oldukça keyifli vakit geçirmiştik. Şimdi ise evime gitmek üzere boş sokaklarda ilerliyordum. Gökyüzü yine milyonlarca yıldızla parlıyor yalnız bir kısmı gözlerimize ulaşıyordu. Tıpkı insanlar gibi. Hayatta yalnızca sesini çıkaran insanları duyabiliyor görebiliyorduk. Hayat gökyüzünden farksızdı. Nasıl ki yıldızlar milyonlarca yıldız içinde görünmek için parlıyorsa bizlerde görünmek için avazımız çıktığı kadar bağırmalıydık. Bizi bastırmaya ötekileştirmeye çalışan bu hayata rağmen sesimiz kısılana kadar bağırmalıydık. Sesimizin kısıldığı yer ise bir yıldızın kaymasına eş değerdi. Bizim sesimiz kısılıyor ve görünmez oluyorduk yıldızlar ise kayarak parlaklıklarına veda ediyor ve yok olup gidiyorlardı... Burnumun üzerine düşen yağmur damlasına gülümsedim. Kasım aynın sonlarına yakındık şimdi. Ara ara yağmur yağıyordu ve ben her yağmurda kendimi eve, odama hatta yatağıma kapatıyordum. Bulutlar gökyüzünden her damlalarını bıraktığında bizim için ağladıklarına inanırdım. Şimdi yeniden ağlıyorlardı ancak bu kez mutluluktan ağlıyorlardı. Barlas'ın yaşayışına, karşıma çıkışına ağlıyorlardı. Artan yağmur damlalarıyla gülümsemem genişlerken kollarımı iki yana açarak giderek hızlanan yağmuru sevgiyle kucakladım. Sarıldım sıkı sıkı bedenimi ıslatan yağmura. İlk defa sıcacık gülümsemelerimi sundum. Ve ona söz verdim. Bir gün bu yağmurda yeniden sırılsıklam olana dek Barlas'la dans edecektik. Belki saatlerce, belki günlerce... Ama olacaktı. Bu yağmurun bir aradaki ellerimizi, bedenlerimizi ıslattığı zaman da gelecekti. Elbet gelirdi. Gözlerimizi kapattığımız gecenin sabahı güneş doğmuyor muydu? Her gecenin bir sabahı varsa her göz yaşının bir gülümsemesi olmalıydı. Ne demişti Batuhan unuttunuz mu? Yarın her şey bugünden daha güzel olacak... Bu inanç hepimizin olsun. Bu cümle sizlerin kulaklarından hiç silinmesin. Her gecenin sabahı vardı ve her şey bir önceki günden daha güzel olacaktı. Yaşadığımız hiç bir çaresizlik bizi yıldırmasın. Yorgunluktan ölüyorum diyerek geri çekilmeyelim savaşımızdan. Dinlenelim ve kaybettiğimiz vakti tüm gücümüzle geri kazanalım. Bu bizim hayatımız, savaşımız. Asla çıkartmayın aklınızdan.biz bu hayatta yaşamıyorduk bizim yaptığımız bir savaş vermekti. Yaşamak savaşlarımızdan ibaretti. Sonuna kadar savaşmalıydık. Kaybedeceğimizden emin olduğumuz bir savaştan bile geri adım atmamalıydık. Sonuçlanmayan hiç bir şey bitmiş sayılmazdı. En umutsuz anda bile sizin göremediğiniz umut kırıntıları etrafınızda dağılmış olabilirdi. Teker teker toplamalıydık onları ve sarılmalıydık onlara. Umutlarımız bizim savaşımızdaki silahlarımızdı. Şimdi sarılın kendinize. Bu savaşı kazanmaya söz verin. Ben sizler huzurunda söz veriyorum. Verdiğim, vereceğim tüm savaşları kazanmak için elimden gelen her şeyi yapacaktım... Peki ya sizler, söz veriyor musunuz? Bu savaşı kazanabilecek miyiz?


BÖLÜM SONU


Loading...
0%