@peteichor_
|
"Mavi gözlerim ne denizler kadar özgür ne bulutlar kadar sonsuzdu. Benim gözlerimin mavisi fanusun içinde tutsak edilmiş bir süs balığının mavisiydi." KAYIP GEZEGEN 5. BÖLÜM: OPERASYON Kasım'ın son günüydü. Hava biraz ılıktı, rüzgar tenime hafifçe değip geçiyordu usulca. Bugün hava yağmurlu değildi. Bugün son baharın bir ilk bahar tadı vardı. Bugün Kasım ilk bahar olmaya heveslenmişti. Unuttuğu bir şey vardı, her şey kendi zamanına aitti. İlk baharda yapraklar sararamazdı. Son baharda ağaçlar çiçek açamazdı. Güneş gökyüzünü kucaklarken yıldızlar parlayamazdı. Her şeyin bir zamanı, bir vakti vardı. Ve artık benim vaktimdi. Artık bizim vaktimizdi. Mutluluk kapımı çalmıyorsa ben mutluluğun kapısını çalacaktım. Umutsuzluk kapımda bekliyorsa bir kilit daha vuracaktım kapıma, gerekirse duvar örecektim. Gözlerimi önümdeki bardağın üzerinden yükselen dumanla buluşturdum. Vaktinden önce dayanamayıp Elif'le buluşacağımız kafeye gelmiştim. Sipariş ettiğim yeşil çayın kokusu burnuma ulaşırken huzurla gülümsedim. Ne garip, bunca huzursuzluğun, belirsizliğin arasında huzurla gülümsemek... Ne zor, ne imkansız geliyordu kulağa... "Adel!" Elif'in uzaktan gelen sesiyle gözlerimi hafifçe yanıma çevirdim. Kocaman gülümsemesiyle masaya ulaştığında ondan aldığım pozitif enerjiyle dudaklarım iki yana kıvrıldı. Ayağa kalkarak kollarımı Elif'in bedenine doladım. "Çok beklettim mi?" Elif'in sorusuyla bedeninden ayrılırken başımı iki yana sallayarak yeniden yerime oturdum "Hayır hayır bekletmedin. Ben erken geldim sadece..." Elif başını sallarken karşımdaki sandalyeye bedenini bırakmıştı. "Umarım bir sorun yoktur. İyisin değil mi?" Elimdeki yeşil çayı dudaklarımla buluşturduktan hemen sonra dudaklarımı araladım. "İyiyim... Bir sorun yok. Sadece bir konuda yardımına-" Yanımızda beliren garsonla geriye kalan kelimelerimi yutmuştum. "Hoş geldiniz, ne alırdınız?" "Ben bir latte alayım." Garson elindeki kağıda Elif'in verdiği siparişi yazarak yanımızdan uzaklaştığında yeniden birbirimize döndük. "Evet canım bir şey söylüyordun?" Başımı salladım. "Elif ben... Şey senden çok önemli bir şey isteyeceğim. İnan benim için hayat memat meselesi. Ama eğer yapmazsan da-" Elif masada duran elimin üzerine elini bırakarak güven veren bir tebessüm kondurdu dudaklarına. "Adel önce bir sakinleş. Elimden geleni de yapacağımı bil... Hadi söyle bana ne isteyeceksin benden?" Nefesimi zorlukla dışarı vererek sandalyemde dikleştim ve öne doğru eğildim. "Senin erkek arkadaşın... Gökalp. Laboratuvarda çalışıyordu değil mi?" Elif'in kaşları çatılırken başını salladı. "Gökalp'le ne ilgisi var?" "Aslında senden isteyeceğim şey Gökalp'in yapabileceği bir şey..." Elif dudaklarını aralayıp bir şey söyleyeceği sırada yanımıza gelen garson Elif'in önüne kahvesini bıraktı. "Afiyet olsun." Elif başıyla teşekkür ettiğini belli ettikten sonra yeniden bakışları beni buldu. "Adel neler oluyor?" "Elif bana güveniyor musun?" Sorum netti. Ona açık açık her şeyi şimdilik anlatamayacağım İçin bana güvenmesi gerekiyordu. "E-Evet ama neden soruyorsun? Adel, kuzum söyler misin artık neler oluyor?" Nefesimi dışarı vererek tek nefeste söylemeyi diledim söyleyeceklerimi. "Söyleyeceğin ama soru sormak yok?" Elif sıkıntıyla nefesini dışarı vardi. "Adel söyler misin artık?" "DNA testi. Sana vereceğim örnekler arasında bir DNA testi yaptırmanı istiyorum. Ama lütfen nedenini sorma..." Elif şaşkınlık dolu bir ifadeyle bir süre yüzümü inceledi. Çaresiz, umutsuz görüntümü. Güçlü durmak isterken güçsüzlüğün dibini sıyıran görüntümü. Hayal kırıklıklarıyla dolu gözlerimi... "Adel..." "Elif bu benim için çok önemli ve sana söz veriyorum zamanı geldiğinde her şeyi sana anlatacağım. Söz veriyorum Elif..." Elif elinde tuttuğu kahveyi dudaklarıyla buluşturduktan hemen sonra ağır ağır başını salladı. Rahat bir nefes alarak en samimi en içten gülümsemelerimi Elif'e sundum. "Elif çok çok teşekkür ederim! Beni nasıl mutlu ettiğini bir bilsen... Peki Gökalp... O kabul edecek mi?" "Bir yolunu bulacağım. Madem senin için bu kadar önemli ne yapıp ne edip ikna edeceğim Gökalp'i. Peki ne zaman? Yani örnekleri ne zaman getireceksin?" "Birkaç gün içinde. Çok sürmez." Elif başını salladığında aklıma gelen fikirle konuyu dağıtmak istercesine gülümseyerek gözlerimi Elif'in gözleriyle buluşturdum. "Bak ne diyeceğim sana! Bugün Arkadaşımla seneler önce açtığımız kafenin açılışı var. Böyle deyince çok garip oldu! Her neyse özetle eskiden yaşadığımız yerde bıraktığımız kafeyi buraya taşıdık. Bazı akşamlar canlı müzikte oluyor. Sana bahsetmiştim, arkadaşım Batuhan. Onunla ikimiz söylüyoruz. Bu akşam açılışa gelirsen çok sevinirim. Hatta Gökalp'te gelsin. Hem sizin için de değişiklik olur." Uzun konuşmamın ardından rahat bir nefes aldım. tek nefeste alışık olmadığım kadar uzun bir konuşma olmuştu. "Ya! Ne güzel! Tabii geliriz." Saatine bakarak endişeyle gözlerini yeniden gözlerimle buluşturdu. "Saat kaçta peki?" "Sekiz gibi." Elif memnuniyetle gülümseyerek kahvesinden kalan son yudumu da midesine indirdi ve arkasına yaslandı. Bir iki saat daha gündelik yaşantılarımızı, okulu hatta hava durumunu konuştuktan sonra hazırlanmak üzere ayrılmıştık. Onu yolcu ettikten hemen sonra boş sokaklarda kulaklarımdaki kulaklıkla yürümeye başladım. Evim Buluştuğumuz kafeye uzak sayılmayacağı için yürümeyi tercih etmiş arabamı evin önüne bırakmıştım. Kulaklarımdaki tanıdık sesi, Çağan Şengül'ün sesini bıçak gibi kesen ses telefonumun titreşimli melodisiydi. Sıkıntıyla nefesimi dışarı verirken gözlerim telefon ekranımla buluştu. Arayan Batu'ydu. Telefonu açarak karşıdan gelecek olan sesin kulaklarıma dolmasını bekledim. "Adel ne yaptın?" "Neyi?" Batu oflamıştı. "Kızım Sen delirdin anlaşılan sıra bana geldi! Neyden bahsediyor olabilirim? Dün geceyi unuttun mu? Elif'ten bahsediyorum! Ne oldu kabul etti mi?" "Batu nefes al. Evet konuştuk ve..." "Ve?" "Kabul etti!" "İşte bu!" Batuhan'la coşkulu sevinişimizin ardından sıkıntıyla gözlerimi kırpıştırdım. Asıl olay Elif'in kabul etmesi değildi. Asıl olay şimdi yapacaklarımızdı. Eymen ve Barlas'tan saç teli almamızdı. Ve asıl sonuç kesinlikle testin sonucuydu. Ah! Her şey bu kadar karmaşık olmak zorunda mıydı? "Batu... Nasıl alacağız? Ya yakalanırsak..." "Korkanın çocuğu olmaz kızım. Ne yapalım yani bırakalım her şey olduğu gibi devam mı etsin? Bir düşünsene belki de şu an Barlas başkasının çocuğuna babalık yapıyordur. Böyle devam etmesi daha mı iyi? Topla kendini güzelim. Hem kafanı hem kalbini topla. Şu açılış işini bir halledelim sonra hemen yapalım şu işi. Hemen yarın. Yapalım gitsin." Batuhan görmesede başımı sallayarak gözlerimi sıkıca kapattım. "Tamam... Yapalım." "Ha şöyle! Akşam yedi de oradasın süslen püslen gel paspal sümüklü bir sen görürsem almam mekana. Kocaman yazı asacağım kapıya da. 'Adel Rana Arın sümüklü, ağlak ve paspal bir şekilde gelirse içeri almayın cami avlusuna bırakın' diye." Gözlerimi öyle şiddetli devirmiştim bir an dışarıya fırlayacaklar sandım. "Of Batu kafamı şişirmek için mi aradın? Tamam yedide oradayım! Hadi git karınla çocuklarınla ilgilen, olmayan migrenimi azdırdın." "Aman be tamam! Hadi kaçtım ben görüşürüz." "Görüşürüz!" Batuhan sağ olsun sayesinde eve gelinceye kadar müzik dinleme planlarımı bir kenara atmıştım. Telefon kapanırken eve girmek üzere anahtarımla kapıyı açmakla meşguldüm. kapıyı açarak içeriyle adımladığımda anahtarı kenarda duran dolabın üzerine fırlatarak üzerimdeki ceketten hızla kurtuldum. Ve mutfağa adımladım. Kahvaltı yapmadığım için oldukça acıkmıştım. Tencereye makarna yapmak üzere su koyarak salona geri döndüğümde adımlarım salonun köşesindeki kitaplığa yöneldi. Her rafta çeşit çeşit kitaplar ve her rafta ayrı çerçevelerde fotoğraflar vardı. Önce en üstteki rafta duran çerçeveye kaydı bakışlarım. Fotoğrafta annem görkem ve ben vardık. İki sene öncesine ait Görkem'in doğum gününden bir fotoğrafı. Üzerimde çiçekli belden kloş bir elbise vardı. Görkemin üzerinde beyaz keten bir gömlek, kot bir pantolon vardı. Annem iste kırmızı bol bluzu ve siyah kumaş pantolonuyla ışıl ışıl görünüyordu. Öyle çok özlemiştim ki onları... Gün içinde ara ara arayıp konuşsam da son günlerde oldukça azalmıştı konuşmalarımız. Görkem son konuşmamızda buraya gelmek burayı görmek istediğini söylemişti. Bir hafta sonu gelebileceğini söylediysem de her şeyin üst üste gelip altında kaldığım hayatım, yapmış ve yapmakta olduğum planlarıma gölge düşürüyordu. Görkem'i en yakın zamanda çağıracağımı kafamın içinde not ederek bir alt rafa geçtim. Bir sonraki resme... Resimde Güneş ve ben vardık. Üzerlerimizde keplerimiz ve cüppelerimiz lise mezuniyetimizi gururla selamlıyorduk. Dudaklarımızda kocaman bir kahkaha, Gözlerimizde sıcacık mutlu bir bakış vardı. Umutla parlıyordu her şeysen habersiz gözlerimiz. Ne o biliyordu birkaç sene sonra öleceğini nede ben biliyordum onu sonsuza kadar kaybedeceğimi. Fotoğrafta birbirimizi hiç kaybetmeyecekmişiz gibi sarılıyorduk. Birimizden biri hiç gitmeyecekmiş gibi. Vedalar hiç yaşanmayacak gibi... Olmamıştı. Hayat bize fazla görmüştü birlikteliği vedaları yakıştırmıştı bize... Gözümden akan bir damla yaşı umursamadan bir sonraki rafa kaydı bakışlarım. Barlas... Sevdiğim adam, Onunla sayılı fotoğraflarımızdan biri. Batuhan dağ evindeyken gece biz bahçede yıldızları seyrederken çekmiş... Üzerime serili bir battaniye varken Barlas'ın eli bir yıldıza takılmış o yıldızı gösteriyormuş bana. O fotoğraftan Barlas'ın gidişinin ardından haberim olmuştu ve o fotoğrafı gördükten sonra öyle çok ağlamıştım ki... O fotoğrafın tekrarlanamayacak olmasının hüznü böyle bir fotoğrafın varlığına olan sevincimle dakikalarca, saatlerce ağlamıştım. Sevgilim... Artık neredesin biliyorum. Yaşadığım şehirdesin. İzlediğim gökyüzünün hemen altındasın. Hemen yanı başımdasın... Ama bir o kadarda uzak. Bedenini bulduğum gibi ruhunu da bulabilecek miyim sevgilim? Bedeninle olduğu kadar ruhunla da kavuşabilecek miyim? Gözlerinle kavuştum. Ya bakışlarınla kavuşa bilecek miyim? Eski sıcacık bakışlarınla... Ah Barlas, sevgilim. Biz bu sonu hak etmedik. Biz hiç bir sonu hak etmedik. Hem unuttun mu biz sonsuz olacaktık. Sen bana söz verdin... Sen sözünü tutarsın sevgilim. Hep tuttun yine tutarsın... Titreyen ellerimle elimde tuttuğum fotoğrafı özenle yerine koyduğumda gözlerim bir sonraki rafla buluştu. Güneş'in doğduğu günden bir fotoğraf... Bahar başındaki toz pembe taçla gülümseyerek kucağında tuttuğu Güneş'i izliyordu. Bize Batuhan'la Bahar'ın yatağının iki yanından onu çevrelemiş hayranlıkla Güneş'i seyrediyorduk. Batuhan ve Bahar... Onlar olmasa ne durumda olacağımı düşünemiyordum bile! Nasıl olacağımı... Gözlerimi tedirginlikle sıkıca kapatarak başımı iki yana salladım. Düşüncesi bile oldukça acı vericiydi. Fotoğraflar tükendiğinde kitaplığımdan usulca ayrılıp kaynamış olduğunu düşündüğüm suyun içine makarnaları haşlanmak üzere bırakmak için mutfağa adımladım. Makarnaları suya koyduktan sonra onlar haşlanana kadar Sirius'un mama ve su kabını tazeleyerek bir süre onunla ilgilendim. Daha sonra vakit hiç olmadığı kadar hızlı geçti. Haşlanan makarnama kısa bir sos yapıp mideme indirdikten hemen sonra duş alıp hazırlanmaya başlamıştım. Saatler saatleri kovalarken saat yedi buçuğa vurduğunda hazır bir şekilde aynanın karşısına geçtim. Üzerimde siyah diz kapaklarımın üzerinde biten, Vicudumu saran bir elbise vardı. Yüzümdeki makyaj gayet sade dudaklarımdaki kırmızı rujla bir bütün halindeydi. Ayaklarımdaki siyah topuklu ayakkabılar uzun boyumu olduğu halinden daha da uzatırken dümdüz yaptığım saçlarımın omuzlarımdan dökülmesine izin vermiştim. Üzerime geçirdiğim siyah kabanım ve elime aldığım çantamla aynaya son kez bir bakış attıktan sonra evden ayrılarak evin önüne park ettiğim arabama adımladım. Batu bu anı hissetmiş olsa gerek arabaya bindiğim an aramaya başlamıştı. Aramasını yanıtlayarak tek kulaklığı kulağıma geçirdim ve arabayı çalıştırdım. "Alo efendim Batu?" "Çıktın mı maviş?" "Evet şimdi bindim arabaya. Bir şey mi oldu?" "Yok yok her şey yolunda mekan dolmaya başladı. Hadi dikkatli gel." "Tamam görüşürüz." Telefon kapanırken gözlerimi yoldan ayırmadan tek kulağımı kaplayan kulaklığı kulağımdan ayırarak koltuğa bıraktım. Kafe evime yalnızca yirmi dakikalık bir mesafedeydi. İstanbul'un kalabalığına ve yollarına alıştığım için buradaki kısa mesafeler beni bir hayli şaşırtmıştı. Yirmi dakikayı radyodan yükselen müzikle keyifle tamamladığımda Kafenin önüne ulaşarak arabamı çektim ve dikkatlice arabadan ayrıldım.Önünde durduğum kafenin tabelasına dudaklarımdaki buruk gülümsemeyle baktım. 'GÜNEŞ CAFE' İçeriye adımladığımda Bahar'ı orta masalardan birinde oturmuş kucağındaki güneş'le sanki anlayacakmış gibi sohbet ettiğini gördüğümde gülümsedim. Daha sonra bakışlarım sahnede tüm ciddiyetiyle gitarının akorlarıyla oylanan Batuhan'ı buldu. Ve cam kenarındaki masalardan birinde oturmuş keyifle soybet eden Elif ve Gökalp bakışlarımın son durağı olmuştu. Öncelikle adımlarım Elif ve Gökalp'in masasını bulurken dudaklarımdaki sıcak tebessümle yanlarına ulaştım. "Hoş geldiniz!" "Adel' ne güzel olmuşsun! Hoş bulduk. Bak seni tanıştırayım. Sevgilim Gökalp." Memnuniyetle gülümseyerek başımı salladım. "Merhaba ben de Adel." "Memnun oldum Adel. Elif senden çok bahsetti." Gülümsemekle yetindim. "Adel!" Batuhan'ın sesiyle bakışlarım sahneyi bulurken eliyle gelmem için işaret vermişti. Başımı sallayarak yeniden Elif ve Gökalp'e döndüm. "Size iyi eğlenceler!" "Size de iyi sahneler." Diyen Elif'e gülümsedikten sonra dikkatli adımlarla sahneye ilerledim. "Hoş geldin fark etmedim geldiğini. Gitarının ayarlarına bir bak bakalım. Sonrada başlayalım artık." Başımı sallayarak üzerimdeki kabandan kurtuldum ve sahnenin arkasındaki alanda bulunan askılıklardan birinin yanına ilerleyerek kabanımı oraya astım. Hemen ardından Batuhan'ın da dediği gibi gitarımla oyalandım. Gitarımın üzerindeki yazıya kaydı bakışlarım bir anlık. Öğretmen hanım... Gözlerim dolu dolu olmuştu. Zihnim bitmek tükenmek bilmeyen anıları ısrarla canlandırmayı sürdürüyordu... Batuhan yeni olduğuna emin olduğum gitar çantasıyla yanıma gelerek gitar çantasını bana uzattı. "Buda benden sana küçük bir hediye! İyiki doğdun maviş." Minnetle Batuhan'ın elinden çantayı aldım. "Batu... Çok teşekkür ederim!" Gitarı tutması için Barlas'a verdiğimde, hızla Batuhan'a sarıldım. "İyiki varsın!" Batuhan'ın mırıltısıyla yüzümdeki gülümseme genişlerken Batuhan'dan ayrılıp, bana beklentiyle bakan diğer sevdiklerimi buldu gözlerim. "Yeni gitarınla bir şarkı söylersin değil mi?" Heyecanla başımı sallayıp gitarı çantasından çıkarttım. Gözlerim gitarın köşesindeki yazıyo buldu. Öğretmen hanım Şaşkınlıkla gülümsediğimde, Batuhan ellerini tıpkı yakalanmış bir suçlu gibi havaya kaldırdı. "Bu Barlas'ın fikriydi." Barlas'ın fikri... Gülümsedim. Biraz acıyla biraz umutla ama gülümsedim. "Öncelikle hepiniz hoş geldiniz! Bugün burada ilk günümüz olacak. Bu kafeyi İstanbul'da bundan beş yıl önce açmıştık Şimdi ise buradayız... Şimdiden herkese iyi eğlenceler." Batuhan'ın sesiyle zihnimin ruhumu esir ettiği anılardan kurtularak dikkatimi sahneye verdim. Dudaklarımdan benden izinsiz sessiz bir soru dökülürken Batuhan'ın bakışlarıyla buluştu bakışlarım. "İlk şarkıyı ben söyleyebilir miyim?" Batuhan başını sallayarak gülümsediğinde mikrafonun birini sandalyemin boyuna doğru ayarlayarak kucağumdaki gitarı yerine iyice yerleştirdim. Hemen ardından dudaklarımı usul usul araladım. "Hiç sorgum sualim yok. Sen bilirsin doğrusunu. Ama bir kez beni duysan olmaz mı?" Şarkıya dudaklarımla değil kalbimle söylüyordum. "Benim pek gidesim yok, Sen bilirsin o yolları. Ama bir kez beni tutsan olmaz mı?" Bir ses daha eklenmişti hemen sonra. Batuhan'da eşlik ediyordu şimdi. "Esirinim senin, her yerimde sen izi. Yansın zaten yanıyor, bir boşluk var yeri dolmuyor. İçimde Fırtına'n kopuyor, kopsun. Vursun zaten kanıyor, kalbim katilini tanıyor. O yolların bir beni yoruyor, Yorsun. Ama olsun..." Şarkıyı tamamlamamızın hemen ardından kafenin içinde bir alkış sesi yükselmişti. Tüm masalar eksiksiz bu alkış seslerinin sahipliğini yapıyordu. Batuhan'la gururlu bir tebessüm dudaklarımızda yer ederken her şeye rağmen şarkının sözlerinin ağırlığının altında ezildiğimi hissediyordum. Kalbim katilini tanıyor... Kalbim katilini tanıyordu ama katili kalbimi artık tanımıyordu. Başımı iki yana salladığımda Batuhan'ın seçtiği şarkıdan tüm hızımızla devam etmiştik sahnemize. Bu kez şarkısına başlayan Batu olmuştu. Söylediği şarkı oldukça tanıdıktı. "Kimilerine göre lazım değil aşk. Kimilerine göre hain. Ama ben seni çok ben seni çok sevdim." Batuhan'ın sesine karışan sesim Batuhan'ı gülümsetmişti. "Küçücük bir kalpten sana açılan. Dünyalar kadar büyük bir ışık." Gözlerimi güç almak istercesine sıkıca kapatıp yavaşça yeniden araladım. Ve dudaklarımdan şarkı sözleri yavaş yavaş firar etmeye devam etti. "Ama ben seni çok ben seni çok sevdim..." Bu kısmı öyle içten, öyle kalpten söylemiştim ki adeta kalbim dile gelmiş gibiydi. "Derler ki unutmalı, zamana bırakmalı.. Nasıl olsa sarılır yaralar bir gün ama benimki aşk değil, sen gibi taş değil. Benim ki kalbine sürgün." Şarkının geri kalanını birlikte söyledikten sonra gözümden firar eden bir damla yaşı engelleyememiştim... Ne demişti Rafet El Roman, Nasıl olsa sarılır yaralar bir gün... Sahiden sarılır mıydı yaralarım? İnanmak istediğim yegane şeylerden biri de buydu. İşte çaresizce inanıyordum. Yaralarımın kapanmak üzere kabuk bağlayacak olmasına... Geçen saatler, söylenen şarkılar, kopan alkışlar, dans eden mutlu çiftler, Sevgi dolu kucaklaşmalar, dolan gözler... İşte gecemizin tüm özeti buydu. Güzel, mutlu, umutlu bir açılış olmuştu. Şimdi ise gecenin yorgunluğuyla mavi pijama takımımın içinde topuklu ayakkabı zede ayaklarımı ovmakla meşguldüm. Neyse ki yarın pazardı ve ben dün gece hiç uyumadan bugün oldukça yorucu yoğun bir gün geçirmiştim. Ayaklarımı ovmayı bırakarak yatakta iyice yayıldım ve kucağımdaki Sirius'un huzurlu mırıltılarıyla dolu huzurlu bir uyku çekmek üzere gözlerimi kapattım... Hiç uyurken görmek için bir rüyanın hayaliyle kaptığınız oldu mu gözlerinizi? Genelde hayal denen şey gerçek dünyaya mahsus kurulurdu değil mi? Hayalin hayalini kurmak saçma olurdu tabii. Peki ya hiç görmek istediğiniz rüyanın hayaliyle koydunuz mu başınızı yastığa. Ben yapıyordum hem de her gece. Hayalin hayalini kuruyordum. Bıkmadan usanmadan... Ama bir sorun vardı. Benim hayalimin hayali dahi gerçek olmuyordu. Yine de umutsuzca devam ediyordum çırpınışlarıma. Pes etmeden sürdürüyordum hayallerimi hayal etmeyi... *** Gözlerimi korkunç bir sabaha açtım. Gerçekten oldukça korkunç bir sabahtı. Çünkü bugün o gündü... Bu günün her zamankinden farklı bir anlamı vardı. Bugünden sonra ya güneş daha fazla aydınlatacaktı dünyamı yada bir daha hiç doğmamak üzere batacak, gökyüzünün derinliklerinde kaybolacaktı. Bu iki ihtimal kafamın içinde bir ton korkunç senaryoyu alevlendiriyordu. Yalan çıkmasına yalvardığım ihmallerin doğru çıkması düşüncesi kalbime görünmez cam parçalarıyla dolduruyordu. O cam parçalarının biri ya bugün çıkacaktı yada yenileri eklenecekti üzerlerine. Bugün günlerden 1 Aralık. Bir aralık ya miladım olacaktı ya da kabusum. Ya yeniden doğuşum ya cenaze törenim. Bu gece, iki aralığa bağlanan gece Batuhan ve ben atabileceğimiz en büyük adımı atmak üzere aldığımız tüm risklerle o eve gidecektik. Ne pahasına olursa olsun o saçı bir şekilde alacaktık. Batuhan'ı dinlemeliydim. Ne demişti, Topla kendini güzelim. Hem kafanı hem kalbini topla. Evet toplamalıydım önce kendimi sonra kafamı ve kalbimi bir an önce toplamalıydım. Yataktan doğrulur doğrulmaz ayaklarıma gri tüylü minik kedim dolanıvermişti. Herkesin büyük karşıladığı ama benim için dünyanın en minik canlısı olan küçük bedenine kollarımı sararak başına öpücükler bırakmaya başladım. Sevgiyle kucaklaşmamızın hemen ardından mutfağa adımlayarak sabah rutinimi gerçekleştirmek üzere su ısıtıcısına su koyarak Sirius'un yemeği ve suyuyla ilgilendim. sabah henüz saat ondu ve tüm günümü evde geçirmeye ant içmiştim. en azından geceye kadar. Gücümü enerjimi toplamak üzere evde kalmak en iyi tercih olacaktı... Kaç bardak kahve içtiğimden, Kaç film izleyip kaç kitap okuduğumdan habersizdim. Tek yaptığım sabahtan bu yana denk kafamı dağıtmaya çalışmak olmuştu. Hangi filmi neden izlediğimi bile bilmiyordum. Filmleri gözlerim izlemiş kitapları da yine gözlerim okumuştu. zihnim sabah uyandığım ilk dakika o eve gitmek üzere çoktan yola koyulmuştu. Şimdi ise siyahlar içindeki bedenimi aynadan süzerken kafamda verdiğim derin savaşta mağalup düşüyordum. Neydi bu halim? Neydi amacım? Nereye sürüklenmiştim? Her şey bulanıktı. Zihnim bulanıktı. Hayatım bulanıktı. Kalbim bulanıktı... Üzerimdeki siyah bedenimi tamamen kaplayan uzun kollu badiye baktım önce. sonra altımdaki bacaklarımı sarmalamış siyah taytıma. sonra onlara zıt gitmiş mavi gözlerime. mavi gözlerim ne denizler kadar özgür ne bulutlar kadar sonsuzdu. Benim gözlerimin mavisi fanusun içinde tutsak edilmiş bir süs balığının mavisiydi. Sınırlıydı... Hayal kırıklıklarıyla umutsuzluklarla doluydu. Telefonumdan yükselen melodi sesile bakışlarım yatağımın üzerindeki telefonumla buluştu. Arayan tahmin ettiğim üzere Batuhan'dı. "Alo?" "Hazır mısın maviş?" "Doğruyu mu söylemeliyim yoksa yalan mı?" "Eğer kuracağın doğru cümle olumsuzsa lütfen yalan söyle çümkü stresten geberiyorum." Yanaklarımı şişirerek kuvvetlice nefesimi dışarı verdim. "Of Batu tamam hazırım. Sen, hazır mısın, çıkayım mı?" "Kapıdayım." "Geliyorum." Telefonumu kapatarak montumun cebine koyduğumda aynadan kendime son bir bakış atarak montumu üzerime geçirdim ve kapıya adımladım. Tepeden tırnağa simsiyah olmuştum. Gözlerimi karşılayan Batuhan'da benden farksız değildi. "Maviş. Harika simsiyah olmuşsun aferin! Şimdi buraya yürüyerek kaç dakikada gideriz araba dikkat çeker çünkü." Haklıydı. araba dikkat çeker ve olası bir kameraya rahatlıkla yakalanırdı. "Hızlı olursak Yirmi beş dakikada gideriz. Takside bir seçenek ama-" "Boş ver taksiyi zaten stresten geberiyorum yürümek iyi gelir hadi gidelim." Başımı sallayarak bahçenin kapısına ulaştığımda Batuhan'la bahçeden ayrılmıştık. "Adel saç telini nereye koyacağız?" Gün içinde aklıma gelen bu düşünceyle montumun cebine bıraktığım ufak şeffaf poşeti cebimden çıkartarak Batu'ya doğru uzattım. "İşte, buna koyacağız." "Aferin kız maviş. Tam operasyon kadınısın." Bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. "Batu şuna operasyon deyip durmasana ya! "Ne deyim kızım bal gibi operasyon işte. Operasyon Barlas Korhan'ın kıymetli saç teli!" Eliyle değişik hareketler yaparak son cümlesini bir anons edasıyla söylediğinde istemsizce bir kahkaha dökülüvermişti dudaklarımdan. "Ağlanacak halimize gülüyoruz! Sen dua et operasyon bir taraflarımızda patlamasın." "Şşt en ufak bir negatiflik yüklemiyoruz. Yoksa heyecandan düşer bayılırım!" Koruyla gözlerimi büyüttüm. "Aman sakın Batu! Orada bırakıp giderim seni ona göre aptallaşmak yok." "Tamam Tamam! Of şu geceyi bir atlatalım hayrına ev tasarlayacağım." Batuhan'ın mesleğiyle hayır işlemeye çalışmasına gülmeden edememiştim! Hayrına ev tasarlamak... Ne yardım severlik ama! İhtiyaç sahipleri bayılacak bu habere! Yolun geri kalanını ,telefonumun ekranındaki navigasyona bakarak ve oldukça boş konuşarak geçirmiştik. Ne kadar boş olduğunu tahmin etmişsinizdir. Evin önüne geldiğimizde atlayabileceğimiz en alçak duvarı seçerek duvarın önüne adımladık ve bakışlarımız birbirimizi buldu. "Hazır mısın?" Diye sormuştu Batu gözlerindeki endişeyle. "Galiba sen hazır mısın?" "Galiba..." İkimizde emin değildik. Korkuyorduk endişeliydik. Kalp atışlarımız birbirine karışıyordu. Umduğumuzu bulamamaktan korkuyorduk. Yakalanmak bir yana dursun buradan ayrıldıktan sonra yaşanacaklardan korkuyorduk. Deli gibi korkuyorduk. İkimizinde korkularını dudaklarından bırakmasına gerek yoktu. Bizim sustuğumuz şu dakika kalplerimiz telaşla birbirlerine dönmüş, korkularını birer birer vuruyorlardı yüzlerine. Tüm korkularımıza rağmen yapacaktık. Barlas için bizim için yapacaktık. Birbirimize son kez bakış attıktan sonra sonumuz Ya da başlangıcımız olacak o eve girmek üzere duvara döndük... BÖLÜM SONU |
0% |