Yeni Üyelik
53.
Bölüm

Kayip Gezegen 6.Bölüm: Saç Teli̇

@peteichor_

Kader... Tıpkı suçlu bir mahkum gibiydi. Her şeyin suçlusu ilan ettiğimiz, başımız gelen kargaşaların sorumlusu gördüğümüz o cansız, çaresiz sözcük.


KAYIP GEZEGEN 6.BÖLÜM: SAÇ TELİ


"Hızlı ol!"


Batuhan'ın sesi fısıltıdan farksızken duvarın üzerinden bana uzattığı elini sıkıca tutup kendimi duvarın üzerine doğru tüm gücümle çektim. Stresin baş gösterdiği bedenim tir tir titrerken duvarın üzerine zorlukla çıktığımda Batuhan'la aynı anda rahat bir nefes vermiştik.


"Hadi hızlı olmamız lazım Batu. Sen atla sonra ben atlayacağım."


Batu başını sallarken bir yandan da duvarın altına bakıyor herhangi bir şey olup olmadığını gözüyle ölçüp biçiyordu. En azından deniyordu...


"Tamam ben seni tutarım maviş. Yine de dikkat et bir taraflarımızı kırmayalım."


Başımı sallarken alt dudağımı panikle ısırıyordum. Oldukça tedirgin ve korkmuş durumdaydım. Batu yeniden duvarın dibine baktı. Derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu ve hafifçe ayaklanıp aşağı atladı. Batu atlarken gözlerimi sıkıca kapatmış korkuyla bir elimi kalbime kapatmıştım. İçimden tüm dualarımı fısıldıyordum. Lütfen... Lütfen bir şey olmasın!


"Adel açsana kızım gözünü şşşt hadi!"


Önce işe tek gözümü açmakla başlarken tuttuğum nefesimi dışarıya bırakırken diğer gözümü de açarak aşağıda ellerini beline yerleştirmiş beklentiyle beni izleyen Batu'ya döndüm.


"Gel hadi atla tutacağım ben seni."


Başımı sallayarak derin bir nefes aldım. Hadi, hadi yaparsın Adel... Nelerle baş ettin bir duvardan mı atlayamayacaksın? İç sesimin motivasyon konuşmasına kulak vererek içimden üçten geriye doğru saymaya başlayarak bir yandan da atlayabileceğim bir pozisyon belirlemekle ilgileniyordum. 3... 2... 1... Ve tam şu an Atlamış beni tutacağını söyleyen Batu'yla birlikte yere kapaklanmıştım. Hafifçe, acıyla bağırmaya yeltenen Batu'nun dudaklarına elimi sertçe bastırdığımda gözlerim büyümüştü. Neredeyse çığlık atacaktı!


"Şşt sakın Batu sakın! Bizi öldürtmek mi istiyorsun sen? Sakın bağırma sakın."


Batu başını sallarken elimi dudaklarından yavaşça ayırdım. Konuştuğumuz her şey dudaklarımızdan fısıltı şeklinde dökülüyordu ve artık sesim fısıltılarımın aşinası olmuştu.


"Ne yedin kızım sen? Bel kemiklerim oynadı anasını satayım!"


"Abartma Batu! Elli kiloyum ben bir kere."


"Elli mi? Yanlış tartıdır o kızım bir doksanın vardır senin."


Hala yerdeyken gözlerimi devirmiştim.


"Abartma Batu abartma. Daha geçen gün tartıldım."


"O günden beri ne kadar yediysen-"


Bıkkınlıkla nefesimi dışarı vererek Batu'yla kurduğumuz oldukça saçma sohbetin sonunu getirmek adına dudaklarımı araladım.


"Gerçekten mi Batu? Şu an bu durumda benim kilomu mu konuşacağız? Kalk hadi kalk."


Batu oflayarak ellerini birbirine vurup tozları temizledikten sonra ayaklanarak yerdeki bedenime elini uzattı.


"Gel hadi yapalım şu işi bitsin kalbim durucak birazdan."


Başımı sallayarak Batu'dan aldığım destekle ayaklanıp Batu'nun yaptığı gibi ellerimdeki tozları temizlemek için birbirine vurdum.


"Şimdi ne yapacağız? Önce camları mı denesek?"


Batu'nun sesiyle gözlerimin önüne evin görüntüsünü getirdim. Salonlarında oldukça geniş camlar vardı ve camlara bakmak iyi bir tercih olabilirdi. Düşüncelerimin arasında başımı sallayarak salon camlarının olduğu kısmı bir süre düşündükten sonra elimle sağ tarafı gösterdim.


"Bu taraftan gidelim. Salon da büyük camlar var işimizi görür."


Batu başını sallarken neredeyse parmak uçlarımızla sağ taraftan karanlığa karışıp ilerlemeye başladık. Birkaç adımı tuttuğumuz nefeslerimizle attıktan sonra camlara yakın bir mesafede durup duvarın ardından camların olduğu kısma bakmaya başladık.


"Işıklar kapalı."


Demişti Batu sanki görmüyormuşum gibi.


"Görüyorum Batu."


"E yürü o zaman."


Tedirginlikle başımı sallayarak parmak uçlarımla önden ilerlemeye başladım. Tam camın önüne ulaşacağımız sırada belimde hissettiğim el beni hızla yeniden duvarın dibine çekti.


"Şuraya bak!"


Batuhan'ın gösterdiği yer camın ardından görünen dış kapıydı. Kapıda Yelda telefonla konuşurken tedirginlikle etrafına bakarak kapıyı aralıyordu. Araladı ve kapıdan çıkıp gitti. Batuhan'la bu görüntü karşısında birbirimize afallayarak baktığımızda İkimizinde gözleri konuşmaya başlamış gibiydi. Şaşkındık ancak şu an Yelda'yı düşünmek için doğru bir zaman değildi.


"Nereye gidiyor bu, bu saate?"


"Batu ne bileyim ben. Onunla sonra ilgileniriz şimdi içeri girmemiz gerekiyor."


Batu başını salladığında tam önüme dönüp yürümeye devam edecekken fısıltısı beni durdurmuştu.


"Bir dakika."


Batu'ya döndüğümde cebinden çıkarttığı siyah bezimsi şeyi elime doğru uzattı. Elimdeki anlamlandıramadığım siyah kumaşı incelerken gözledim Batu'yu bulduğunda ondada bir tane olduğunu ve kafasına geçirdiğini fark ederek dudaklarımı şaşkınlıkla araladım.


"Gerçekten mi? Kar maskesi?"


"Tabii kızım her ihtimale karşı önlemimizi almak zorundayız."


Haklıydı. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya bu halde giremezdik. Başımı sallarken bir yandan da elimdeki kar maskesini kafama geçirmekle meşguldüm. İkimizde tam anlamıyla hazır olduğumuzda yolumuza devam edip camları incelemeye başladık. Şimdi kar maskesinden görünen tek renk mavi gözlerimdi. Sevdiğim adamın evine seneler sonra bir hırsız olarak giriyordum. Saç telini çalacak bir hırsız... Hayatın sizi nereden nereye getireceğini hiç bir zaman tahmin edemezdiniz. Hepinizin kafasında gelecek planları yaptığı oluyordur. Ancak büyük bir düşmanınız vardı ki bu da hayat oluyordu. Bir dakikalık bir süre içinde bile tüm planlarınızı hayallerinizi tuzla buz edebilirdi. Her an yapabilirdi bunu. Tıpkı şimdi bana yaptığı gibi... Bundan beş sene önce gelecek planlarım arasında Şu an Barlas'la sohbet ediyor, yemek yiyor, dans ediyorduk. Şimdi ise hayat beni onun ailesini kurduğu eve saç telini çalmak üzere sürüklemişti. İşte sihir... Hayatın sihri. Kader diyip geçmeli miydim bu yaşadıklarımı yoksa tüm suçu hayata mı atmalıydım? Kader... Tıpkı suçlu bir mahkum gibiydi. Her şeyin suçlusu ilan ettiğimiz, başımız gelen kargaşaların sorumlusu gördüğümüz o cansız, çaresiz sözcük. Hepimizin dudaklarında öylesine yer etmişti ki yere düşmemizi bile kadere bağlayacak duruma gelmiştik istemeden. Halbuki saçmalıktı. Kader yoktu. Kadere inananlar vardı. Cansız bir sözcüğe bel bağlayan o biçare kesim. Yaptıklarımız bizim seçimimizdi. Yaşadıklarımız hayatın bize getirdikleriydi. Ama kader değildi. Kader bir köşeye terk edilmiş, suçluluğa bir ömür mahkum edilmiş çaresiz bir kelimeydi. Eğer birini suçlamaksa amacımız bu Ya hayat olmalıydı ya hayatımızdakiler yada aynadaki yansımamız. Ama bu kader olamazdı. Olmamalıydı... Hepsi bu... Buruk bir gülümseme dudaklarımda peyda olurken Batu'nun fısıltısıyla düşüncelerimden bir şekilde sıyrılmaya çalıştım.


"Adel! Gel çabuk gel. Dingiller camı Aralık unutmuşlar. Şu hale bak kapıda uyuklayan dangalaklara güveniyorlar."


Bir anda gözlerim büyürken Batu'yu durdurdum.


"Batu dur! Ya kameralar? Kameralar varsa..."


"Yok. En azından şu an İçin bir süre çevrim dışı maviş."


Kaşlarım istemsizce çatılırken yeni bir fısıltı dalgası dudaklarımda yer etti.


"N-Nası?"


"Tuğrul. Tuğrul kafede çalışan bir garson. Kendisi iyi bir hacker. Eee bugünkü sürprizim de bu olsun."


Şaşkınlıktan dudaklarım bir karış açılırken gülümseyerek Batu'nun boynuna sarıldım.


"Heyt be! İşte Batuş! Harikasın sen harika."


"Ne sandın?"


Batu'nun gülümsediğini hissettiğimde benimde dudaklarımdan ayrılmayan tebessümle bedenlerimizi ayırarak yeniden Batu'nun önünden Aralık cama adımladım. Gözlerim umutla parlamıştı. Batu'nun yanına hızlı adımlarla ilerlemeye devam ediyordum. İçeriye girdiğimizde Batu'nun uzattığı eline ses çıkartmadan gururla çaktıktan sonra bir parmağımı dudaklarıma bastırarak susması İçin işaret verdim. Yolumuza merdivenlere doğru ilerleyerek devam etmeye başladık. Taki kolumu çarptığım cisme kadar. Cam vazoyu kolumu çarpana kadar fark etmem mümkün olmamıştı. Gözlerimi sıkıca kapayarak muhtemel sonumuzun gelmesini tuttuğum nefesim eşliğinde bekledim. Bekledin... ama kulaklarıma yerde parçalanan cam sesi yerine Batu'nun panikli fısıltısı dolmuştu.


"Tuttum."


Gözlerimi yavaşça açtığımda gözlerim atik bir hareketle neredeyse düşüp paramparça olacak olan cam vazoyu son anda yakalamış Batu'yu bulmuştu. Nefesimi kuvvetlice dışarı vererek bir elimi kalbimin üzerine koyup göğüsümü delercesine atmakta olan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım.


"Aferin Batu Aferin..."


"Dikkat et maviş bak bu genç yaşımda hapislerde çürüyemem ben ona göre."


Batu'yla sonunda merdivenlere ulaştığımızda parmak uçlarımızla merdivenleri teker teker özenle çıkmayı sürdürdük. İşe en üst kattan başlamaya beden dilimizle karar vererek en üst kata ulaşmıştık. En üst kattaki bir kaç odayı ağır adımlarla kontrol ettiğimizde elimiz boş bir şekilde bir alt kata inmiştik. En üst katta yalnızca misafir odaları ve Eymen'in odası vardı. Tahminlerime göre Barlas'ın odası şu an bulunduğumuz katta olmalıydı. Bir oda... İki oda... Ve en son daki odanın kapısına ulaşarak hafifçe araladık. Batu'yla nefeslerimizi tutarken gözlerimizi odanın içinde gezdirdiğimizde yatakta sırt üstü uzanmış Barlas gözlerimizin önüne bir tablo gibi serilmişti. O an bir şey fark etmiştim. Batu bir yumruğunu sıkıca sıkmıştı... Gözlerimin dolmasını olabildiğince engellemeye çalışırken elimi Batu'nun elini açmak üzere yumruk yaptığı elinin üzerine örttüm.


"Batu zamanı değil... Her şey düzelicek. Her şeyi düzelteceğiz tamam mı?"


Batu sıkıntıyla nefesini verirken başını sallayarak dolan gözlerini kırpıştırdı.


"Harika. Sen burada bekle ben halledip geleceğim. Bir sorun olursa bir şekilde işaret ver tamam mı? Ne bileyim bişeyler söyle."


Batu başını salladığında derin bir nefes alarak taytımla belim arasına sıkıştırdığım makası çıkarttım.


"Gidiyorum."


"Git hadi."


Batuhan sırtımdan odaya doğru hızla ittirdiğinde nefesimi öyle bir tutmuştum ki kalbim bile bir süre atmaktan vazgeçmişti. Yavaşça Barlas'ın uyuduğu yatağa yaklaştığımda. Ona attığım her bir adımım heyecanla korku arasında kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu. Ölmenin ne demek olduğunu bilmiyordum ama şu anımdan daha kötü olabilir miydi şüpheli. Alt dudağımı ısırırıken yanan gözlerimi kırpıştırarak titreyen ellerimi taytıma sürttüm. Titreme lütfen titreme...acele etmem gerektiğini düşünerek bir elimi Barlas'ın saçına çıkarttığımda diğer elimle de makası zorlukla tutuyordum. Ve bir kıpırdanma. Ellerimi arkama koyduğumda bir kıpırdanma daha olmuştu. Telaşla yatağın karşısındaki dolaba girdiğimde gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Dolabın ardından duyduğum hareketlilik size yemin ederim kalbimi ağzıma kadar çıkartmıştı. Yalnızca kalp atışlarımın sesinden bile yakalanmam muhtemelen bir sondu. Bir kaç dakika gözlerimi sıkıca kapatarak başıma gelecekleri beklemiştim. Allahım lütfen... Burada olmaz, şimdi olmaz... olamaz. Dualar zihnimi ele geçirirken kalbimin yerini terk etmesi an meselesiydi. Hele ki şimdi. Tam şu an.... Tam şu an kalbim dolabın kapağını açmış içindeki bana şaşkın bir o kadarda kızgın gözlerle bakan adamın suratına fırlayabilirdi.


"Sen..."


Sıkıca kapattığım gözlerim zorlukla açılırken dudaklarıma kondurdunuz anlamsız gülümseme eşliğinde bir elimi havaya kaldırarak hafifçe salladım.


"Selam?"


Yüzünde kar maskesi, mavi gözlü, dolabınızda saklanmış bir kadın... Diyebileceği en makul kelime selam olmalıydı değil mi? Kesinlikle! Barlas kaşlarını olabildiğince derin çattığında dudakları tam aralanmıştı ki kafasında parçalanan cam vazo Barlas'ın dudaklarından çıkacak tüm kelimeleri mühürlemişti. Gözlerim korkuyla karışmış dehşetle büyürken dudaklarım istemsizce aralandı.


"Batu!"


Sessiz fısıltım Batu'yla buluşurken. Kocaman olmuş gözlerim bir yerde yatan Barlas'a bir başında kendi yaptığına dahi şaşıran Batu'ya kayıyordu. Batu Barlas'ın kafasında bir az önce yere düşürmek üzere olduğum cam vazoyu parçalamıştı!


"Batu ne yaptın?!"


"N-Ne yapayım kızım? Başka çarem mi vardı? Sen kendi tipini görüyor musun? Bu halde seni haşat ederdi bu it. Hem birde şey..."


Gözlerim hala kocamandı. Hiç küçülmeyecekmiş gibi...


"Ney?"


Batu bir elini ensesine götürürken gözlerini gözlerimden kaçırdı.


"Bizi bıraktığı İçin bir cezayı hak etmişti."


"Of Batu! Ya öldüyse?"


Ve mantık bedenimden adım adım uzaklaşır.


"Saçmalama kızım ne ölmesi. Bekle."


Batu Barlas'ın nabzını ve kalbini korkuyla kontrol ettikten sonra dudaklarından derin bir nefes bıraktı.


"Yaşıyor dokuz canlı pezevenk."


"Batu!"


"Ne var ya?"


Panikle Barlas'ın yanına eğildim.


"Barlas? Barlas! Barlas kalk! İyi misin? Lütfen ölme... Lütfen..."


Gözlerim dolu doluyken Barlas'ın yanaklarına hafifçe vuruyordum.


"Ya gerizekalı mısın kızım sen? Uyandırmaya çalışıyor birde delireceğim şimdi ya. Al şu saç telini defolup gidelim şuradan."


Haklıydı. Batu'nun amacı da buydu birde üstüne dakikalardır Barlas'ı uyandırmaya çalışıyordum. Beynimi evde bıraktığım İçin şimdiden derin bir pişmanlık duyuyordum!


"Tamam tamam."


Titreyen ellerimle makası yeniden elime aldığımda Batu hızla makası elimden çekti ve tek seferde Barlas'ın saç tutamlarından aldı.


"Ver poşeti."


Ellerim poşeti verirken bile titriyordu. Batu poşeti elimden çekerek Barlas'ın saç telini içine koyarak poşetin ağzını kapattı.


"İşte bu kadar. Kalk hadi."


"Ama..."


"Adel, güzelim gitmek zorundayız. Şimdi sırası değil."


Gözümden akan bir damla yaşı silerken burnumu çekerek başımı salladım ve ayağa kalktım. İçimden konuştum onunla. İçimden fısıldadım. Sevgilim seni öyle çok özledim ki... Kokun burnuma dolduğunda nasıl mümkün ağlamamak? Acıyla kasılmış kalbimi nasıl dizginlerim? Lütfen Barlas... Lütfen her şey çok güzel olsun... Lütfen... kapıya sessiz adımlarla ulaştığımızda yeniden arkamı dönüp Barlas'ı süzdüm. Yerde boylu boyunca yatıyordu... Aklıma gelen düşünceyle dudaklarımda bir gülümseme yer etmişti.


"Bir dakika."


Yavaş adımlarla biraz önce saklandığım dolaba ilerlediğimde dolabın Barlas'a ait olduğunu anlamam çok sürmedi. Dolabı bir kaç dakika karıştırdıktan sonra bulduğum siyah over size tişörtü titreyen ellerimle burnuma yaklaştırıp derin bir nefes doldurdum ciğerlerime... Onun kokusuydu.... ondan uzaklaşmamıştı henüz. Yeni çıkartmıştı sanki üzerinden... Gülümseyerek tişörtü aldığım gibi Batu'nun yanına geri döndüm.


"Gidebiliriz."


"Romantikliğin sırası mıydı kızım ya? Bir taraflarımızda ayı bağırıyor burda sen hala romantizm peşindesin. Yürü de çıkalım bir an önce."


Başımı salladığımda Batu'yla hızlı bir o kadarda sessiz adımlarla geldiğimiz merdivenlerden aşağı inmiştik... Derin bir nefesi ciğerlerimize hapsederek geldiğimiz camdan ayrılmak üzereydik. Bir adımda camdan çıkarak bir kaç adım ilerleyip sırtımızı duvara yasladık. İkimizde bir kaç dakika sessizce duvara yaslı bedenlerimizle defalarca nefes aldık. Sanki günlerce nefes almamışız gibi hasretle çekiyorduk tüm oksijeni içimize.


"Maviş... Başardık."


"Başardık Batu, Başardık..."


Batu'yla sevinçle birbirimize sarıldıktan sonra hızla ayrılıp tedirginlikle ertrafımı süzdüm. Görünürde bir ses, bir hareket yoktu. Rahat bir nefes verip yeniden gözlerimi Batu'nun gözleriyle buluşturdum.


"Batu..."


Batu bakışlarıyla tedirgin yüzümü incelerken tedirgince alt dudağımı ısırdım. Her şey iyi hoştu ama biz biraz önce Barlas'ın evinde kar maskeleriyle yakalanmış üstüne üslük Barlas'ın kafasında vazo parçalamıştık! Yani hırsız olduğumuzu düşünmesi muhtemeldi. Yüzümü örten kar maskesinden kurtarırken tedirginliğim giderek artıyordu.


"Barlas uyandığında ne olacak? Ya polise giderse..."


"Gitse ne olacak kızım yüzümüzde-"


Bir anda durdu ve dudakları şaşkınlıkla aralanırken çenesini sıvazladı.


"Parmak izi... Parmak izimiz! Siktir! Ne yapacağız? Eldiveni nasıl düşünemedik Ya?"


Bakışlarımı yerde tutarken bir yandan da kendimi düşünmeye zorluyordum. Yakalanırsak her şey sarpa sarar ve tüm planlarımız yerle bir olurdu. Buna izin veremezdim ancak şu an İçin yapabileceğim hiç bir şey yoktu.


"Adel... Bizim yalnızca girdiğimiz camda ve dolapta parmak izimiz var değil mi? Başka bir yere dokundun mu?"


Düşündüm. Ama hayır, dokunmamıştım. Yalnızca dolabın kapağına dokunmuştum.


"Y-Yok..."


"O zaman şöyle yapacağız, yarın erkenden poğaçanı simidini kapıp buraya Kahvaltıya geleceksin. Çaktırmadan pencerenin değdiğimiz kısmını ve dolabın kapağını sileceksin. Yapabilir misin?"


Yanaklarımı şişirdim. Ne diye gelebilirdim bu eve?


"İyi de ne diyeceğim Batu? Dün bir bugün iki..."


"Eymeni almaya geldim falan dersin bulursun bir şey işte!"


Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Şu an İçin başka çaremiz yok gibi görünüyordu.


"Tamam o zaman. Hadi artık gidelim. Hızlı olmalıyız. Yeterince oyalandık."


Batu'nun sesiyle başımı hızla salladım.


"Evet hadi!"


Dönüşümüz gidişimizden çok daha hızlı olmuştu. Duvara tırmanmak nasıl olduysa atlamaktan daha kolay olmuştu ve biz şu an duvarın diğer tarafına geçmiş soluklanıyorduk.


"Yine sabahı sabah ettik. İşe gideceğiz bide ohoo hadi kalk eve."


Batu'nun sesiyle oturduğum yerden kalktım. Ve geldiğimiz yoldan geriye dönerek yürümeye başladık. Dönüşümüz gelişimize nazaran oldukça sessizdi. İkimizinde aklından yüzlerce soru geçiyordu. Belliydi... elimdeki tişörtü iyice sıkarken zihnimin bulandığını hissetmiştim. Bu saç telini almıştık evet ama Ya şimdi... Şimdi ne olacaktı? Testin sonucu negatif çıkarsa ve Barlas sahiden Eymen'nin babası değilse ne yapacaktık? Gidip ne diyecektik Barlas'a daha beni hatırlamazken.. elimden ne gelirdi? Çok daha korkunç olan senaryo ise bizim yakalanmamızdan geçiyordu. Olurda bir şekilde bizim olduğumuz açığa çıkarsa yapabileceğimiz hiç bir mantıklı açıklama kalmayacaktı...


"Görüşürüz güzelim hadi bir iki saat uyu sabah yine gitmen gerekecek..."


Batu sebepsizce durgunlaşmıştı.


"Görüşürüz Batu.. Sağ ol yanımda olduğun İçin. İyi ki varsın."


"Ne demek o? Kimse kimsenin yanında değil kızım, ben sana yardım etmiyorum ben ne demiştim sana? Bu bizim mücadelemiz."


Gülümseyerek başımı salladım.


"Sağ ol Batu."


"Hadi eve attırma kafamı."


Gülümseyerek elimdeki anahtarı geldiğimiz kapının kilidinde çevirdiğimde kapı açılmıştı. Batu açılan kapının ardından bahçe kapısına doğru dönerken gülümseyerek açtığım kapıdan girip Batu'ya el salladım ve kapıyı kapattım. Sırtım kapıya yaslanmışken gözlerim kendiliğinden kapandı. Ve dudaklarım titrek bir nefesi bıraktı usulca. Size kaderden bahsetmiştim değil mi? Herkesin hayatının celladı olan her şeyden habersiz o sözcük. Adil miydi? Yapmadıklarımızdan suçlanmak. Biri çıkıp kılınızı kıpırdatmadığınız halde sizi hayatını karartmakla suçlasa ne olurdu cevabınız? Ne derdiniz onlara? 'Ben yapmadım' derdiniz değil mi? 'Haberim yok' derdiniz. Hah! İşte kaderde böyle bir şey. Sadece dilsizdi o. Dili yoktu inkar edemezdi. Kabullenemediği bir suçun esiri olurdu, mahkumu olurdu yalnızca. Başımı iki yana sallarken düşüncelerimi kapının eşliğinde bırakarak kucağıma aldığım Sirius'la yatağıma ilerledim. Kıyafetlerimden kurtulmaya bile halim kalmamışken tek yaptığım uyanabilmek adına alarm kurmak olmuştu. Ve gerisi karanlık bir boşluktan ibaretti.


***


"Günaydın miniğim."


"Miyav!"


Sirius gri tüyleriyle ayaklarımda dolanırken Sirius'un canını yakmamaya özen göstererek banyoya ilerledim. Önce kısa bir duş almış ardından günümü aydınlatacak bir filtre kahve içmiş ve Sirus'un maması ve suyunu tazelemiştim. Mutfaktan çıkmak üzereyken saatin henüz erken olduğunu fark ederek aklıma gelen düşünceyle tezgaha dönüp kollarımı sıvadım. Sabah kahvaltısında götürmemi beklediğiniz simiti ve poğaçayı götürmeyecektim. Barlas Korhan'ın evine kahvaltıya davetsiz bir misafir olarak giderken, elimde bir kap tavuk sote olacaktı...

Dudaklarımda yayılan buruk tebessüm zihnimde canlanan anılar sayesinde gözlerimi doldurmuştu...


Kapıdan baktığımda Barlas'ı gördüm. içeri girmeden kapıdan, arkası dönük oturan Barlas'a bakmaya başladım. Biraz daha dikkatle baktığımda, önündeki tabakta tavuk sote olduğunu fark ederek gülümsedim. Sırf bana inat yemekte yemeyip gecenin bu saatinde yiyordu. Barlas, önündeki tavuk soteyi Sanki biri elinden alacak gibi iştahla yerken, Kendimi tutamayıp mutfağa girdim.


"Afiyet olsun!"


Barlas hareketsiz kaldığında yüzümdeki gülümseme büyümüştü. Yüzü yaramazlık yapmış bir çocuğun ifadesini alırken konuşmadan bana bakıyordu.

Başka bir şey demeden su doldurdum ve içmeye başladım. Barlas bana bakarken yüzünde gördüğüm 'yakalandım' ifadesi beni daha da keyiflendiriyordu. Ona zaferle gülümseyip, mutfaktan çıktığımda yüz ifadesini merak etsem de ,daha fazla orda kalmak istemediğim için odama geri dönmüştüm. Kendimi yeniden yatağıma bıraktım. gözlerimi kapattığımda aklımdaki tek görüntü, gizli saklı tavuk sote yiyen Barlas'dı...


Yaklaşık kırk dakikamı tavuk soteye ayırdıktan sonra Sabah rutinlerimi tamamlayıp hazırlandım ve Sirius'un tüyleri kadar gri olan kabanımı, giydiğim siyah diz altı, günlük elbisemin üzerine giyerek saçlarımın sırtımdan dökülmesini sağladım. Siyah çantamı boynumdan çapraz taktıktan hemen sonra Siriusla vedalaşarak evden ayrıldım. Elimdeki kaba buruk bir bakış attıktan sonra gülümseyerek arabama ilerledim.


"Senin ellerindeyim, Düşlerindeyim, gülüşlerindeyim. Kaybolan soluk gidişlerin. Canım sevgilim artık ölmeyelim."


Radyodan kulaklarıma dolan kısık sese arabadan yükselen motor sesi de eşlik etmişti.


"Boşluğun dibinde yalnızım. Biraz kararsızım. Kendinden utanır mısın?

Sonum belki en başımdır. Yollar karışmıştır. Ben olmadan kaçamaz mısın?"


Gülümsedim. Bu şarkıya gülümsenir mi demeyin. Gülümseniyor... Sizin için doğru olan şarkı sözleri kulaklarınızı aşıp kalbinizden yol alıyor ve dudaklarınızdaki gülümsemeye tutunuyordu. Şarkı devam ederken kısık sesimle eşlik etmeye başlamıştım.


"Düşerdim yamaçlarından

Sapsarı saçlarından, avuçlarından

Yine de kalkar severdim, gülüşün özeldi

Beni kendinden kurtar."


Beni kendinden kurtar... Kurtar beni Barlas. Kendinden, tutsak olduğum yıllardan, beklediğim uçurumdan, parmağımda pranga olmuş evli bir adamın yüzüğünden...Kurtar beni Barlas Korhan. Hayatımdan, hayatından, kalbinden, gözlerinden, korkundan, ellerinden... Kurtar beni...

Arabamı park ederken dudaklarımdaki gülümseme hali hazırda yerini koruyordu. Arabadan inmeden önce torpidoya koyduğum yüzüğümü kontrol ettim. Onu gördüğüm gün o yüzüğü parmaklarımdan bir kutuya hapsetmiştim. En azından onun yanında takmıyordum... Arabadan elimdeki tavuk sote kabıyla inerek bir kaç adımda evin kapısına ulaştım. Derin nefeslerimi ciğerlerime doldururken nefeslerim titrekçe yükseliyordu. Kalbim göğüsümün görünmez duvarlarını delip geçmek istercesine çarparken bir elimi kalbimin üzerine götürüp gözlerim bir kaç kez kapatıp açtım. Kalbimin sesini yavaşlatmak istercesine, nefsimi düzenlemeyi diledim. İçinden üçten geriye doğru saymaya başladığımda bir elimi kapıya vurmak üzere uzatmıştım. 3...2...1 ve elim bir yumruk olup önümdeki kapıyla buluşmaya başlamıştı. Nefesimi tutmuş karşımdaki kapının açılmasını bekliyordum şaka değildi. Gerçekten nefesimi tutmuştum. Gözlerimi ne zaman kapattığımı bile fark etmediğim o dakika kapıda bir ses belirmiş ve kapı açılmıştı. Tam karşımda gece bıraktığım gibi duran simsiyah bir eşofman takımı içinde, başında özensiz ufak bir bandajla Barlas Korhan duruyordu. Saçları tüm alnını kaplamış ve elimi uzatıp dokunma isteği yaratıyordu...


"Siz?"


"Ben?"


Salaklığım tutarken nefesimi titrek bir şekilde dışarıya bıraktım.


"Yani şey... Günaydın! Aç mısınız?"


"Ne?"


Gerçekten, NE? Adel sus! Adel sus! İç sesimi susturamamıştım. Çünkü onunla aynı fikirdeyim şimdi.


"Yani ben açım... Siz? Şey... Ben kahvaltı İçin ve Eymen'i de almak İçin gelmiştim. Yolumun üstü de ben-"


"Açım."


Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken bir yandan da gülümsemeye zorluyordum.


"Güzel."


"Güzel."


Başımı salladığımda Barlas eliyle geçmem için içeriyi işaret etti. İçeriye adımladığımda etrafı usulca inceledim.


"Yelda hanım neredeydi?"


"İş seyahatinde."


Başımı salladım anlayışla. İşte bu! Camı ve dolabı silmem için tek engel Barlas'dı artık.


"Mutfak şu tarafta."


Başımı sallayarak elimde sıkıca tuttuğum kapla mutfağa ilerledim.


"Başınıza ne oldu? Yani özel değilse.."


Barlas kaşlarını kaldırırken ellerini cepleriyle buluşturmuştu.


"Kapı. Kapıya çarptım."


"Kapıya?"


"Evet, kapıya."


Barlas kendinden emin bir sesle ısrarla kafasını kapıya çarptığını iddia ederken gözlerim kaçırarak tezgaha yöneldim. Masa boştu ve buraya kadar gelmişken kahvaltı hazırlama ihtiyacı hissetmiştim.


"O ne?"


Barlas eliyle tezgaha bıraktığım tavuk soteyi gösterdiğinde buruk bir tebessüm belirmişti dudaklarımda.


"Tavuk sote..."


Barlas'ın kaşları çatılırken yanımda duran kaba ilerlemişti.


"Tavuk sote mi?"


Barlas kabın kapağını açıp burnuna götürdüğünde kaşları çatılmıştı.


"Bir sorun mu var?"


"Hayatımda hiç tavuk sote yemedim. Ama koku tanıdık, sanki daha önce... Daha önce..."


Gülümsedim .


"Yemişsiniz gibi."


Başını salladı.


Biraz önce yumuşayan kaşları bir kaç dakika içinde yeniden çatılırken bakışlarını kaçırdı.


"Her neyse. Ben Eymen'i uyandırıp geliyorum."


"T-Tamam bende bir şeyler hazırlayayım."


Barlas yeniden gözlerini kaçırarak hızlı adımlarla mutfaktan ayrıldı. O gider gitmez ellerimi tezgaha dayayıp güç almayı denedim. Bir kaç derin nefes eşliğinde rahatlamayı denerken yeni bir stres dalgasıyla burkuldum. Mutfak tezgahında bulduğum bezi aceleyle elime alıp tezgahın diğer ucundaki hijyenik spreyi de diğer elimle buluşturdum. Bundan iyi bir fırsat elime geçmezdi. Bir elime spreyi diğer elime bezi alarak hızlı bir o kadarda sessiz adımlarla yerini az buçuk ezberlediğim salona giderek içinden girdiğimiz cama yöneldim. Bir kaç fıs sprey sıkarak diğer elimdeki bezle tüm çerçeveyi boydan boya silmeye başladım. Ara ara dudaklarımdan buhar bırakarak spreye destek olmasını umuyordum.


"Ne yapıyorsun sen?"


Gözlerimi sıkıca kapattığımda arkamı dönmeye deli gibi korktuğum için alt dudağımı ısırarak durmaya yakın olan kalbimle başıma gelecekler sabırla beklemeye başladım...


BÖLÜM SONU


Loading...
0%