Yeni Üyelik
54.
Bölüm

Kayip Gezegen 7. Bölüm: Kelebek Ömrü

@peteichor_

"Özgür oldukları süre tutsak oldukları süreden daha kısaydı. Onca zaman özgürlükleri için tutsak kalıp Özgür oldukları gün çok geçmeden veda ediyorlardı hayatlarına. Öyleyse tutsaklıkları onları canlı kılıyordu. Bazı canlılar tutsakken daha özgürdü."


KAYIP GEZEGEN 7. BÖLÜM: KELEBEK ÖMRÜ


Duyduğum sesin sahibi kesinlikle Barlas'tı ve sesi pek sevecen sayılmazdı. Şaşkınlığı ve gerginliği sesine yansımıştı. Fakat hala arkamı dönüp Barlas'ın yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamamıştım. Daha doğrusu onu beş yıl sonra karşımda gördüğüm o dakikadan bu yana ona karşı tüm cesaretimi yitirmiştim.


"Sana diyorum. Ne yapıyorsun orada?"


Sesli bir şekilde yutkunarak gözümü uzunca kapatıp açtım. Ve nefesimi olabildiğince kuvvetli bir şekilde dudaklarımdan dışarıya bıraktım. İşte şimdi dönme zamanıydı. Sonsuza kadar Barlas'a arkam dönük bir şekilde anlamsızca cam silemezdim. Yavaş yavaş Barlas'a doğru döndüğümde kaşları havada bir şekilde beni incelediğini fark ettim. Mahcup bir o kadarda tedirgin olduğundan emin olduğum Bakışlarımı zorlukla Barlas'ın sorgulayıcı bakışlarıyla buluşturdum. Gözleri gözlerime değdiğinde Karanlık ormanlar mavilerime karışırken gökyüzü yere inmiş ve bir ormanın üzerini örtmüştü sanki.


"B-Ben."


Kekelememem gerekirken daha ilk kelimemde dudaklarım tir tir titremişti.


"Toz! Tozlanmış! Nasılda tozluydu bir görsen! Böyle örümcek ağları mı dersin, kuş bokları mı dersin-"


"Örümcek ağları ve kuş bokları ha?"


Alt dudağımı ısırırken yüzüm ekşimişti istemsizce. Allah'ım lütfen daha fazla saçmalamayayım ne olur! Hiç zamanı değil çünkü...


"Size de iyilik yaranmıyor!"


Üste çıkma taktiği? Kesinlikle kurtarıcı bir çareydi. En azından şu an için...


"Pekala! Her neyse Eymen mutfakta istediğiniz zaman çıkabilirsiniz benim gitmem gerekiyor."


Barlas'ın ilk gördüğüm halinden farklı olduğunu, üzerine takım elbise giymiş olduğunu yeni farkına varmıştım. Dalgınlıkla başımı salladım.


"Tamam. Size kolay gelsin."


Dediğimde dudağının kenarıyla gülümsemişti,


"Size de kolay gelsin."


Tam salonun çıkışına yürüdüğü sırada durdu. Beklentiyle arkasından bakmakla yetinmiştim ki çok sürmeden hafifçe yana doğru dönüp dudaklarını araladı.


"Eliniz değmişken üst katlara da geçebilirsiniz. Camlar epey şey olmuş.


"Ney?"


Diye bir soru döküldü dudaklarımdan.


"Örümcek ağı kuş boku falan. Siz alışkınsınız ne de olsa."


Barlas önden ilerleyip gözden kaybolduğunda şaşkınlıktan açık olan ağzım kapanırken sinirlerim tepeme fırlamış bir halde salonun ortasında kala kalmıştım. Hırsla yanımda duran koltuğa tekme attığımda dudaklarımdan hırçın bir kaç kelime dökülüverdi.


"Uyuz! Odun! Baba olmuşsun ama adam olamamışsın!"


Bir süre sinirimi koltuktan çıkarttıktan sonra ellerimle saçlarımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Sakinsin. Sakiniz... Her şey yolunda. Evet kesinlikle yolunda! Kendime bir nebze olsun gelebildikten sonra salondan hızlı adımlarla ayrılıp adımlarımı mutfağa yönelttim. Eymen masa da elinde tuttuğu arabasıyla oynarken beni gördüğünde gülümseyerek ayaklandı.


"Öğretmenim!"


"Canım!"


Eymen belime sarılırken bende Eymen'in saçlarını okşamakla meşguldüm.


"Kahvaltıda ne yemek istersin bakalım?"


Sorumla Eymen düşünülmüşçesine parmağıyla çenesiyle oynamaya başladı. Gülümseyerek bu tatlı hallerini izlemekle yetindim. Sevdiğim adamın bir başka kadından olan oğlunun tatlı halleri. Biraz önce saçlarını okşadığım o erkek çocuğu ilk ve tek aşkımın başka bir kadından olan çocuğuydu. Ne tuhaf, ne acı... bazen düşünüyordum. Bu hayatta inandığım yegane şeylerden biri de Bir acıyı yaşamak İçin o acıyı hak etmek gerektiğiydi tıpkı hak edilmeden gelmeyen mutluluklar gibi... Sahi ya hangi mutluluk siz kapınızı açmadan girerdi içeri? Hangi mutluluk bir hazırlık bir davet beklemezdi? Ben söyleyeyim. Öyle bir mutluluk yoktu. Kesinlikle yoktu! Mutluluk denen şey büyük emekler büyük çabalar bekleyen nazlı bir duyguydu. Acı öyle miydi? Acı siz kapınızı açmasanız bacadan girerdi, camları zorlardı ama girerdi içeri bir şekilde. Acı naz yapmazdı. Sizin uğraşmanızı beklemezdi davete gerek duymazdı. Gelir ve kalbinizin baş köşesine oturuverirdi. Davetsiz misafir... İstenmeyen konuk. Tıpkı hiç beklemediğiniz bir anda, sevmediğiniz bir komşunuzun evinize gelip en rahat ettiğiniz koltukta saatlerce, günlerce, aylarca hatta yıllarca oturması gibi. Mutluluk ise en yakınınızın en ihtiyaç duyduğunuz anda sizden daha önemli bir işi olması gibiydi. Tüm rahat koltuklar size kalırdı yokluğunda. ta ki gelmeyen mutluluklarınızın yerini doldurmak için hareketlenen acılara dek...


"Tost olsun!"


Eymen'in sesiyle bakışlarımı Eymen'in parlayan gözlerine indirdim.


"Pekala küçük bey. Neyli tost istersiniz bakalım?"


"Immmm! Kaşarlı olur."


Gülümsedim.


"Pekala. Sen şöyle otur bende sana kaşarlı bir tost yapayım."


"Oley!"


Eymen mutlulukla sandalyesine otururken bende buz dolabından kaşar peyniri ve kiler dolabından tost ekmeği çıkartmakla meşguldüm.


"Biliyor musunuz öğretmenim bana hep babam kahvaltı hazırlar. Ama bugün işi olduğunu ve gitmesi gerektiğini söyledi."


Gözlerimin önüne gelen görüntü her şeye rağmen gülümsememi sağlamıştı. Barlas'ın görüntüsü... Bir bebek kucağında, onu uyutuşu, bir çocuğa masallar okuyuşu, Eymen'le oynadığı oyunlar, hazırladığı kahvaltılar. Belki de yanlıştı bu yaptığım. Belki de onu musmutlu bir hayattan koparıp almaya çalışmaktı benimki. Ama içimdeki dürtü bir türlü susmak bilmiyordu. Ya Eymen onun oğlu değilse? ya sandığım gibi mutlu değilse? Acıyla bir o kadarda Derince yutkundum.


"A-Annen peki... O hazırlamıyor mu?"


Eymen bir süre sessizliğini koruduktan sonra fısıltıdan farksız gelen sesi kulaklarıma zorlukla ulaştı.


"O sevmez Yemek yapmayı. Boyama yapmayı da sevmez. Oyun oynamayı da, hikaye okumayı da... Annemin hep işi var,bir sürü işi."


Acı bir tebessüm dudaklarımda yer etti.


"Olsun ikisi de seni çok seviyor tatlım. Güven bana..."


Derken bir yandan da elimde tuttuğum bir bardak sütü ve yaptığım kaşarlı tostu Eymen'in önüne bırakıyordum.


"Sen şimdi yemeğini ye tatlım bende bir lavaboya gideyim. Sonra da seni hazırlar çıkarız olur mu?"


"Olur!"


Gülümseyerek Eymen'in saçlarına dudaklarımı bastırarak geri çekildim. Ve tezgahtan aldığım bezi arkama gizleyerek adımlarımı mutfağın çıkışına yönelttim. Hızlı bir o kadarda temkinli olmaya özen gösterdiğim adımlarımla merdivenleri çıkarak Barlas'ın ve onun... odasına ulaştım. Barlas ve karısının odasına...

Gözlerim ortada duran, toplanmış yatağı bulurken dudaklarımın titrediğini hissettim. Barlas ve Yelda o yatakta her gece birlikte uyuyorlardı. Barlas belki de ona sarılıyordu her gece. Belki de artık Bana yara olan kokusu ona ilaç oluyordu. Barlas'ın kokusuyla gülümseyerek uyuyordu belki. Ben hayaline sarılırken o bedenine sarılıyordu. Kokusunu soluyordu. Benim rüyam bile olamayacak dakikalar onun gerçeğiydi. Gözümden akan bir damla yaşı sertçe sildim. Bir söz vermiştim. Ağlamak yoktu artık. Kalbime ve göz yaşlarıma sahip çıkmalıydım. Titrek bir nefes bıraktım dudaklarımdan. Bir iki adımda yalnızca bir kaç saat önce içine saklandığım dolaba ulaştım. Dokunduğum her yeri ruhum ve ellerim tir tir titrerken pes etmeden temizledim ve bir göz yaşımın daha bana veda etmesine izin vermeden odadan çıktım. Arkama bile bakmadan çıktım. Bir kez daha dönseydim tutamazdım akmak için çırpınan göz yaşlarımı. göz yaşlarımın tamamen kaybolduğuna emin olduktan sonra dudaklarımla buluşturduğum zoraki tebessümle yeniden mutfağa ulaştım. Eymen yemeğini yemiş ve biraz önce yemek yerken masanın kenarına bıraktığı arabasıyla yeniden oynamaya başlamıştı.


"Tatlım doydun mu?"


Eymen'in bakışları üzerime dönerken gülümseyerek ayaklandı ve küçük başını salladı.


"Doydum."


"Tamam gel bakalım."


Eymenle odasına ulaştığımızda işe önce Eymen'in kendisi için seçtiği kıyafetleri giymesine yardımcı olmakla başladım. Daha sonra bakışlarım Eyemen'in masasının kenarında duran ufak, yeşil tarağı buldu. İşte Fırsat!


"Aaa Eymen tarağın ne güzelmiş. Saçlarını tarayalım mı?"


"Gerçekten mi?"


Eymen'in gözleri tarak ve gözlerim arasına mekik dokurken hevesle gülümsedim.


"Evet tatlım! Gel hadi."


"Olur."


Eymen önüme geçerken bir elime tarağı alıp oldukça kısa olan saçını özenle taramaya başladım. Saçının taranması oldukça hoşuna gitmiş olmalıydı ki dakikalardır ağzını bile açmamıştı.


"Bitti canım."


Dediğimde mutlulukla gözleri parladı. Ah küçüğüm... Saçını hiç bir amaç güdmeden tarayacağım bir gün söz veriyorum... Hem de saatlerce... Dudaklarımdaki buruk gülümsemeyle Eymen'in aynada saçlarına bakan minik bedenine döndüm.


"Gidelim mi tatlım?"


Başını salladı.


"O zaman ayakkabılarını ve montunu giy bakalım."


Eymen başını sallayıp ayakkabısıyla oyalanırken bende tarağın üzerindeki saç tellerini toplamakla meşguldüm. Topladıktan hemen sonra yatağın üzerine bıraktığım çantamdan çıkarttığım şeffaf poşete saç tellerini koyarak poşeti çantama koydum. Eymen'e döndüğümde hala ayakkabısıyla uğraşıyordu.


"Yardım edeyim mi?"


Başını salladı. Yanına adımladığımda kısa sürede ayakkabılarını ayaklarına giydirerek çantasını da elime aldım ve montunu da giydikten sonra Eymen'in elinden tutarak merdivenlere yöneldim.


"Hadi bakalım,"


Eymen'i arka koltuğa oturttuktan sonra emniyet kemerini bağlayarak kapısını kapattım ve sol koltukta yerimi aldım.


"Öğretmenim kelebeklerin bir günlük mü ömürleri var?"


Eymen'in meraklı çıkan sesine arabanın motor sesi eşlik etmişti.


"Nereden aklına geldi bakalım?"


Eymen iç çekti.


"Hiç! Sadece babam öyle söylemişti. Bir gün kime yeterki? Bir gün yaşamak çok saçmaymış!"


Babam öyle söyledi... Gülümsedim. Kelebeklerin kısacık bir ömrü vardı. Ömürlerinin çoğunu bir tırtıl olarak geçirirlerdi ne acı... Özgür oldukları süre tutsak oldukları süreden daha kısaydı. Onca zaman özgürlükleri için tutsak kalıp Özgür oldukları gün çok geçmeden veda ediyorlardı hayatlarına. Öyleyse tutsaklıkları onları canlı kılıyordu. Bazı canlılar tutsakken daha özgürdü. En azından yaşıyorlardı. Gökyüzü hemen üzerlerinde parıldıyordu. Çiçekler yaşadıkları yer yüzünde açıyordu. Belkide özgürlük sandığımız kadar güzel değildi. Yaşamak İçin tutsaklık şartsa tutsak olmalıydık. Tıpkı bizim aşkımız gibi... Özgürlüğü kabullenemeyen aşkımız, Özgürleşeceği gün bir vedaya şahitlik etmişti. Belkide bizim aşkımız tutsak kalmalıydı. Tutsakta olsa beraber olacaktık ve onunla beraber olacağım bir tutsaklık bana özgürlüğü aratmazdı... Düşüncelerimden arınmak adına başımı iki yana salladım.


"Yaşamak saçma değil tatlım. Bir gün bile olsa yaşamak saçma değil. Onlar o bir günü çiçekleriyle, gökyüzüyle geçirip özgürce uçuyorlar. Bir gün bile olsa özgürce yaşıyorlar."


Eymen'in merakı artmış gibiydi.


"Haklısınız aslında! Özgürlük... Özgürlük ne güzel şey. Ben mesela hiç Özgür değilim öğretmenim. İstediğim zaman parka gidemiyorum!"


Özgürlüğü istediği zaman parka gitmek olarak tarif eden minik bir erkek çocuğu vardı karşımda.


"Senin için özgürlük istediğin zaman parka gitmek mi?"


"Evet! Ne güzel her zaman parka giderdim."


Aklıma gelen fikirle gülümsedim.


"Sen parka gitmeyi çok mu seviyorsun?"


"Çoook bu kadar hemde!"


Kollarını kocaman açmıştı. Okulun önüne arabayı dikkatle park ettikten hemen sonra Eymen'e hevesle döndüm.


"O halde babanla bir konuşalım eğer izin alabilirsek çıkışta seni parka götürebilirim!"


Havanın bugün biraz daha ılık olmasına dayanarak sunduğum bu teklif Eymen'i oldukça sevindirmişti.


"Oley! Hadi babamı arayalım!"


"Önce okula geçelim ararız babanı."


Eymen başını salladığında arabadan indim. Eymen'i de kemerini açarak indirdim ve elini tutarak okula adımlamaya başladık. Okula adımladığımızda çocukları yavaş yavaş sınıfa toplayıp güne giriş yapmış olduk. Bir kaç saati etkinliklerle atlatarak serbest oyun saatine geldiğimizde çocuklara son bir bakış atıp çantamla birlikte sınıftan ayrıldım. Elif'in sınıfına adımladığımda Elif oyuncaklarla oyalanıyordu.


"Elif!"


Sesimle bakışları bana döndü.


"Aaa kuzum ne yapıyorsun burada?"


Sınıfına bir kaç kere gelmiş olsam da bir sorun çıkmadıkça sınıfımı bırakıp Elif'in sınıfına gitmezdim.


"Bir gelir misin?"


Afallasa da başını sallayarak elindekileri bırakıp ayaklandı. Sınıfın kapısına ulaştığımda tedirginlikle alt dudağımı ısırıyordum. Titrek bir nefes dudaklarımdan bırakırken çantamdan çıkarttığım iki şeffaf poşeti gözlerimi kaçırarak Elif'e uzattım.


"Elif DNA testi... Bu saçlar arasında yapılacak."


Elif kaşları çatık bir şekilde elimdeki şeffaf poşetleri aldı.


"Sonuçlar çıkınca haber veririm canım."


Gözlerim dolu dolu Elif'in bedenine sarıldım. Şu an bana yapabileceği en iyi yardımı yapmıştı ve ben ona ömrümün sonuna kadar minnettar kalkacaktım.


"Çok teşekkür ederim çok! İyiki varsın iyi ki."


"Ne demek güzelim. Umarım bir faydam dokunur."


Gülümseyerek bedenlerimizi ayırdım.


"Sağ ol Elif..."


"Hadi hadi duygusallığın zamanı değil sınıfına git hadi!"


Başımı salladım.


"Görüşürüz!"


"Görüşürüz..."


Sınıfıma geri döndükten sonra vakit her zamankinden daha hızlı akmıştı ve neredeyse akşam olmak üzereydi. Yalnızca bir kaç çocuk kaldığında Eymen yanıma adımlamıştı.


"Öğretmenim babamı ne zaman arayacağız."


Ah doğru Ya! Barlas'ı arayıp izin alacaktık.


"Gel bakalım arayalım babanı. Biliyor musun numarasını?"


Minik başını salladığında şaşkınlıkla gülümsedim. Beş yaşında bir çocuğun babasının telefon numarasını bilmesi fazla etkileyiciydi.


"Söyle bakalım."


Numaradaki rakamları tek tek söylediğinde telefonuma yazmakla meşguldüm. Numarasını tamamen yazdıktan sonra neredeyse nefesimi tamamen tutarak telefonu kulağıma yerleştirdim. Telefon bir kaç çalışın ardından tanıdık bir sesle açılmıştı. Alt dudağımı hafifçe ısırarak telefondaki konuşmaya odaklı kalmaya çalıştım.


"Alo?"


"Merhaba! Ben Adel. Eymen'in öğretmeni."


"Bir sorun mu var?"


"Yok yok! Sadece şey... Eymen'İ çıkışta parka götürebilir miyim diyecektim? Eymen parka gitmek istedi de..."


"Çıkınca atacağım konumda olun."


Kaşlarımı şaşkınlıkla çattığımda afallasam da başımı salladım. Görecekmiş gibi...


"T-Tamam peki-"


Ve telefon kapanmıştı. Gülümseyerek Eymen'e döndüm.


"Babanda gelmek istiyor sanırım. Bir konum atacağını söyledi."


"Oley!"


Gülümseyerek Eymen'in başına dudaklarımı bastırdım. Bir saat içinde tüm çocuklar dağılmış yalnızca Eymen ve ben kalmıştık. Önce Eymen'in montunu ardından kendi kabanımı giydikten sonra son kez sınıfları kontrol edip okuldan ayrıldık. Arabaya binmemiz de çok sürmezken telefonumdan açtığım konumu görebileceğim bir şekilde yerleştirip arabanın motor sesinin yankılanmasana izin verdim.


"Parka gideceğiz değil mi öğretmenim?"


Başımı salladım hevesle.


"Evet tatlım. Sanırım parkı baban seçti."


Eymen'in bakışları cama dönerken benimde gözlerim pür dikkat yola dönüştü. Barlas'ın attığı konum yirmi dakikalık bir mesafede gözüküyordu. Nasıl geçtiğini bile anlamamıştım yirmi dakikanın. Eymen günün yorgunluğuyla sessizliğini korurken bende içimdeki heyecanla dudaklarımı perdelemiştim. Arabayı müsait bir yere park ederek Eymenle birlikte indiğimizde geldiğimiz yerin daha önce hiç gelmediğim geniş bir çocuk parkı olduğunu fark ettim. Etrafıma baktığım sırada ilerideki bankta oturan Barlas gözlerime sunmuştu tüm güzelliğini. Elimle karşımdaki bankı gösterdim.


"Bak tatlım, baban orada."


Eymen büyük bir coşkuya bağırarak koşmaya başladığında Barlas'ın da sert bakışları bizi bulmuştu. Bakışları Eymen'i bulur bulmaz yumuşacık oldu.


"Oğlum!"


Barlas açtığı kollarının arasına Eymen'i alırken buruk bir gülümseme belirmişti dudaklarımda. Ne yapıyordum ben burada? Ne işim vardı... Gitmeliydim buradan. Nasılsa Eymen'i sağ Salim babasına bırakmıştım ve bana ihtiyaç kalmamıştı. Yanlarına ulaştığımda gözlerimi Barlas'dan kaçırarak etrafta gezdirmeye başladım.


"Ben artık gideyim."


Barlas başını sallarken bende başımı sallayıp arkamı dönmekle yetindim.


"Öğretmenim gitmeyin!"


Eymen'in ufak eli elimi sarmışken olduğum yerde kalakalmıştım. Başımı hafifçe bana üzgün gözlerle bakan Eymen'e çevirdim.


"Ama ben-"


"Kal Adel. Çok zamanını almayız."


Barlas'ın sesiyle hafifçe başımı kaldırıp gözlerimi koyu ormanlarda gezdirdim. Dudakları kadar gözleri de kalmamı istiyormuş gibiydi. Yalnızca dilinde değildi kalbindeydi de... Gülümsedim. Korkmadan kocaman gülümsedim.


"O-Olur! Yani kalırım."


"Güzel."


Barlasla bakışmamızı bölen ses Eymen'in sesiydi.


"Öğretmenin beni salıncağa bindirir misiniz?"


"Tabi tatlım gel hadi."


Barlas yeniden banka otururken bizde bankın karşı tarafındaki salıncağa hızlı adımlarla ilerliyorduk. Eymen salıncağa yerleştikten sonra elleriyle yanındaki zincirleri tuttu. Hazır olduğunu düşünerek arkasına geçtim ve yavaş yavaş sallamaya başladım.


"Öğretmenim daha hızlı!"


Gülümsedim.


"Pekala küçük bey."


Sallayışımı hızlandırırken gözlerim Eymen'in yanındaki boş salıncakta takılı kaldı. Zihnim yine kalbimi zorlayacak anıları tutsak ediyordu. Beş yıl önce tıpkı bugünkü gibi ama farklı bir parka gelmiştik. Yanımızda Eymen değil Görkem vardı. Barlas bir baba değil bir abi gibiydi... Ve o zamanlar salıncakta sallanan sadece Görkem değildi. Görkem'in yanındaki beden benim bedenimde ve bulutlara ulaşmak istercesine kollarımı açmıştım. O anılar birer birer yer ediyordu şimdi kalbimde...


Yanımdaki salıncakta da hareketlilik hissettiğimde bakışlarım kucağındaki Görkem'i salıncağa bırakan Barlas'ı buldu. Barlas arkamıza geçip ikimizi de sallamaya başladığında gülümseyerek ellerimi açtım.


"Daha hızlı!"


"Barlas, daha hızlı!"


Barlas sözlerimle giderek salıncağı hızlandırırken kahkaha attım.


Gözlerimin dolmaması gerekiyordu. Çünkü karşımdaki bankta oturan adam çatık kaşlarıyla kahkahlarla Gülen Eymen'i ve gülümseyerek onu sallayan beni izliyordu. Başındaki bandaj değişmiş gibiydi. Sanki daha özenli ve daha temizdi şimdi. Sebebini anlamadığım bir şekilde polise bile gitmemişti. Nedenini sanırım hiç bir zaman öğrenemeyecektim.


"Öğretmenim indirin beni! Kaydıraktan kayacağım."


Yavaş yavaş salıncağı yavaşlattıktan sonra Eymen'i indirmiştim. Koşturarak kaydırağa ilerlemişti ki onu izlemekle yetiniyordum. Bir süre onun kaydırakla olan eğlencesini keyifle izledim. Daha sonra bir bedenin yanımda yer aldığını hissettim. Daha sonra sesiyle de var oldu yanıma ulaşan beden.


"Kimsin sen?"


Bu soru... Ne demekti? Kimsin sen? Kimdim ben? Barlas için kimdim. Bir zamanlar yıldızıydım, öğretmen hanımıydım, sevgilisiydim, aşkıydım, yağmurları paylaştığı, bulutlara çıkarttığı, karısı olmamı istediği o kadındım. Şimdi kimdim? Hiç kimseydim...


"Ne? Anlamadım?"


"Sen kimsin Adel?"


"Ben şey-"


"Baba ben üşüdüm eve gidelim!"


Eymen'in sesi beni bu çıkmaz sohbetin içinden çekip çıkarmıştı. Barlas gözlerini uzunca kapatıp açtıktan sonra Eymen'e döndüm.


"Gidelim."


Barlas Eymen'in elinden tuttuktan sonra yeniden gözlerimle buluşturdu gözlerini.


"Görüşürüz, Adel. Adel hanım."


Başımı salladım.


"Görüşürüz, Barlas. Barlas bey."


Yine aynı diyaloğu yaşamıştık...Eymen el sallayarak bana veda ettikten sonra Barlas eymeni kucağına almış ve arabaya doğru ilerlemeye başlamışlardı. Arkalarından bir süre baktıktan sonra ne zamandır tuttuğumu farkına bile varmadığım nefesimi tüm gücümle dışarıya bıraktım. Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimden zihnimi o an İçin kopardım ve cebimdeki telefonumu çıkartarak Batu'yu aradım. Şu an bana tek iyi gelecek şey Batu'yla edeceğimiz bir kaç sohbet olabilirdi. Batu'nun telefonu açmasını beklerken bedenimi banka bıraktım.


"Alo? Maviş?"


"Naber Batı?"


"İyidir senden?"


"İyiyim... Parktaydım ben. Müsait misin?"


"Güzelim sahne günü bugün sahneye hazırlanıyorum. İstersen gel sende kafan dağılır."


"Olur gelirim."


"Hadi o zaman maviş hazırlan gel."


Başımı salladım görmeyeceğini bile bile.


"Tamamdır Batuş görüşürüz."


"Görüşürüz fıstık."


Telefonu cebime yerleştirdiysen hemen sonra ayağa kalkıp arabama ilerledim ve zaman kaybetmeden evime giden yollarda ilerlemeye başladım...


***


"Ne yaptın maviş Sildin mi camla dolabı? Bir de Eymen'in saç teli var tabi!"


Eve gidip işlerimi halledip hazırlanmam yalnızca bir kaç saatimi almıştı ve oyalanmadan kafeye gelmiştim. Şimdi ise sahneden önce kafe dolmadan Batu'yla boş bir masa da sıcak kahvelerimizi yudumluyorduk.


"Hepsini hallettim Batu. Hatta saç tellerini Elif'e verdim bile."


"Aferin kız cimcime hızlısın bakıyorum."


"Batu şey..."


Batu elinde tuttuğu kahve kupasını dudaklarıyla buluştururken lafıma devam etmemi sabırla bekledi.


"Barlas başına ne olduğunu sorduğumda kapının çarptığını söyledi..."


Batu kahve bardağını masaya koyarken gözleri kocaman olmuştu.


"Siktir! Ne alaka kızım? Hırsızdık işte neden söylemedi ki?"


"Bilmiyorum Batu.. bilmiyorum ama öğreneceğiz. Umarım, en kısa zamanda."


Batu yanaklarını şişirip arkasına yaslandı.


"Of be kızım nasıl bir işe girdik biz? Bir an önce şu testin sonucu çıksa da kurtulsak."


"Çıkıcak Batu... Çıkıcak..."


Batu başını sallarken etrafını incelemeye başladı. Düşünceleri kafasını kurcalıyordu belli. Gözleri oldukça düşünceli bakıyordu.


"Hadi maviş boş ver şimdi her şeyi. Mekan doluyor yavaş yavaş başlayalım hazırlıklarımıza."


Başımı sallayarak kupamda kalan son yudumu da mideme indirdim ve ayağa kalktım. Batu'yla sahneye adımladıktan sonra bir kaç dakika gitarımızla ilgilendik ve tüm hazırlıklarımızı tamamlayarak neredeyse ful dolu olan kafeye doğru döndük. İlk şarkımıza Batu başlarken eşlik etmek üzere mikrofonumun boyunu sandalyeme göre ayarladım.


"Her ayrılık zor. Bin yıldır söyler dururum. Öğrenmiyor kalp. Görüldüğü üzere durumum."


Batu'ya eşlik etmek üzere dudaklarımı araladım.


"İnsan biraz olsun akıllanmaz mı Büyümez mi er geç? Yanardağ gibi için için, Sönmez mi bu sinsi ateş?"


Bu kısımdan sonra Batu'yla birbirimize doğru döndük. Ve dudaklarımız aynı anda aralandı.


"Vay, yine mi keder? Ama artık yeter

Yine kapıda kara geceler. Vay, çileli başım, Ortasında kışın İyice beter..."


Sesimiz ahenkle çıkarken şarkımız sonlanmaya başladı ve büyük bir alkış sesi tüm kafeyi kaplamıştı. Büyük bir gürültü her yanımızı sarmıştı. Dudaklarımızda gururlu tebessümlerimiz önce birbirimizle sonrasında bizi alkışlayan dinleyicilerimizle buluşmuştu. O gece on ikiyi aşkın şarkı söylemiş ve gece ikiye kadar kafede oyalanmıştık. Şimdi ise Batu'yla sahnemizi toparlıyorduk.


"Batu benim işim bitti. Çıkıyorum ben iyi geceler."


"İyi geceler Maviş. Dünde pek uyumadın uyu bugün iyice."


Başımı salladım. Gözlerimden uyku akıyordu sahiden... Kafeden çıkar çıkmaz soğuk hava dalgası tüm bedenimi sarmalamıştı. Üzerimdeki kabana sarılırken olabildiğince hızlı adımlarla arabama ilerleyip kısa sürede sol koltuğa yerleştim. Öyle halsiz öyle bitkindim ki eve kadar nasıl gideceğimi düşünüyordum. Hemde araba olduğu halde! Arabayı çalıştırıp üşengeçliğime yenik düşerek kestirme yollardan gitmeye başladım. Issızdı ancak beni on dakika daha kısa götürecekti! Bir dakika bile önemliydi neticede! Ah şu üşengeçliğim ne dertti başıma değil mi? Bir süre kestirme olduğuna inandığım yollarda ilerledikten sonra dar bir sokak arasına girmiştim. Sokak arasında hızımı biraz daha yavaşlatırken bu sokağın oldukça tekinsin olduğunu yeni idrak edebilmiştim. Heleki bu saatte! Bir süre yavaşça ilerledikten sonra önüme çıkan bedenle aniden fren yaptım. Öyle hızlı bir fren yapmıştım ki bedenimi dizginleyememiş ve başımı direksiyona sertçe çarpmıştım. Başımın acısıyla gözlerim dolarken titrek bir nefes alıp arabadan indim. Koşmaya yakın olan adımlarımla arabanın önüne ulaşarak yerdeki bedene baktım. Yerdeki bedeni gördüğüm an iki elim bir den ağzıma kapanmış adımlarım gerilemişti. Kocaman olmuş gözlerim yerde boylu boyunca yatan bedende oyalandı. Yerde yatan beden Barlas Korhan'a aitti. Gözleri aralıklı ve ayağa kalkmaya çalışıyordu. Karın boşluğunda bir... bıçak yarasına benzeyen bir yara vardı. Alnı terlerle dolmuştu. Şaşkınlığımı üzerinden atamazken toparlanmaya çalışarak hızla yanına adımladım. Dizlerimin üzerine çöktüğümde göz yaşlarım benden izinsiz süzülüyordu yanaklarımdan.


"Barlas! Ne oldu sana? Ne işin var burada? Kim yaptı sana bunu?!"


"S-Soru sorma... Buradan gitmemiz lazım. H-Hemen."


Bedenim tir tir titrerken başımı sallayarak Barlas'ın kocaman bedenine güçsüz kollarımla destek vermeye çalıştım.


"Tamam gel! Biraz yardımcı ol bana. arabama kadar seni taşımam İçin gücünü toparlaman lazım."


Barlas doğrulurken yüzü öyle çok ekşimişti ki kalbime krampalar giriyordu. Size yemin ederim Barlas'ın her bir uzvunda varlığını koruyan tüm yaraları kalbimde yavaş yavaş onlarca katıyla açılmıştı. Burada kim bilir ne zamandır kan kaybediyordu? Bedeni buz gibiydi. Barlas kolunu omzuma atarken kısık gözleriyle gözlerime bakıyordu.


"Seni hemen hastaneye götüreceğim ne olur Dayan!"


"O-Olmaz. Hastane, polis olmaz."


Arabaya bir iki adım atarak neyseki ulaşmıştık. Ön kapıyı açarak Barlas'ı koltuğa bıraktım ve güçsüzse nefes aldım.

Ellerimi saçlarıma saldırırken ne yapacağımı çaresizce düşünmeye başladım. Onu bu halde nereye götürebilirdim? Hastane olmazsa nereye götürecektim... Belki.... belki evime götürebilirdim. Evet kesinlikle! Daha mantıklı bir fikir şu an İçin söz konusu değildi. Ah Barlas ne işlere bulaştın sen böyle! Barlas'ın kemerini bağlamak İçin öne doğru eğildiğim sırada karnına gelmemesine özen göstermeye çalışıyordum.


"A-Adel..."


Henüz elim emniyet kemerindeyken Barlas'ın sesiyle başımı yüzüne çevirdim. Yüzümü çevirdiğimde yüzümüz birbirine neredeyse bir parmak mesafedeydi. Kesik kesik nefesleri benimkilere karışırken kısık gözlerini gözlerimle birleştirdi ve bilincini yitirmeden hemen önce dudaklarını araladı.


"Başımı çarptığım K-kapı... Kapı maviydi..."


BÖLÜM SONU

Loading...
0%