SİRİUS ÖZEL BÖLÜM
Hoş geldiniz.
Söze nasıl başlayacağımı kestiremediğim için size bir ağız dolusu hoş geldiniz demek istedim. Fakat belki de bu başlangıç, yanlış bir başlangıç olacaktı zira siz hiç gitmemiştiniz. Siz hep benimleydiniz... Ben sizi mutlu günlerimde hissettim, ağlarken yanaklarımdan dökülen göz yaşlarımda hissettim, heyecanla atan kalbimde hissettim... Siz görmeden, duymadan, bilmeden ben sizi epeyce hissettim. Siz yoktunuz ama elleriniz, kalbiniz hep benimleydi.
Bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Hoş geldiniz hiç gitmeyenler.
Hoş geldiniz, kırılan kalbimin parçalarını elleri kanaya kanaya toplayanlar.
Hoş geldiniz, mutluluğuma ortak olanlar.
Hoş geldiniz evrenin en parlak yıldızları. Bir kez daha satırlarıma, hoş geldiniz...
ÖZEL BÖLÜM: SORUNSUZ BİR TATİL
Göz kapaklarımı hafifçe araladığımda gözlerimi karşılayan görüntü, her sabah olduğu ve her sabah olacağı gibi sonsuz yeşillerdi. Sonsuzluğu gözlerinde taşıyan ve kalbime her geçen gün ilmek ilmek işleyen aydınlık ormanlar. Barlas Korhan’ın sonsuz gözleri... Gökyüzünden kayıp gitmemesini dilediğim tek yıldız. Çünkü bilirdim, her kayan yıldızdan dilek dilenmezdi. Bazen kayan bir yıldız, bizim sonsuz gökyüzümüzün tek ışık huzmesi olurdu. Barlas Korhan benim sonsuz gökyüzümün tek ışık huzmesiydi ve onun kayması demek, sonsuz bir gökyüzünün sonu demekti. Şüphesiz ki bazen sonsuzların da sonu olurdu.
“Günaydın Sirius.”
Derken aralanmıştı, gülümsemekte olan dudakları. Gözlerimi tamamen açtığımda dudaklarım benden izinsiz iki yana kıvrıldı. Onun sesini duyan kalbim bile gülümserken dudaklarımı tutmak neye yarardı?
“Günaydın sevgilim.”
Barlas gözlerini devirirken yerimden doğruldum.
“Hala kocacığım demeyi öğretemedik sana. Hayır sevgili sıfatından kocan olma sıfatına erişebilmek için parmağına taktığım yüzük, kıydığımız nikah yetmiyor mu?”
Dudaklarımdan kaçan kahkahaya engel olamazken bu kez gözlerini deviren ben olmuştum.
“Kocacığım ne Barlas, kıro musun sen?”
Barlas bir ağız dolusu kahkaha atarken bir koluyla belimden hızla çekip bedenimi bedenine yaslamamı sağladı. Sırtım Barlas’ın göğsüne yaslıyken saçlarımdaki dudakları kalbimi titretmişti.
“Bu kıroluk değil güzelim aşk.”
“Sevgilim deyince aşık olunmuyor mu yani?”
“Olunuyor da-”
“O zaman sorun yok sevgilim!”
Diyerek Barlas’ın boşluğundan yararlanıp kolları arasından ayrıldım.
“Öyle olsun Adel Hanım, yazdım bir kenara.”
Gülümsedim.
“O yazının altına ekler misin?”
“Neyi?”
“Sana ne kadar aşık olduğumu.”
Barlas’ın gözlerinden geçen ışıkla gülümseyerek dün geceden hazırladığım valizimi kapıya doğru sürükledim.
“Barlas ben giyineceğim sende bir an önce giyin, saat iki de yola çıkacağız.”
“Tamam güzelim.”
Barlas’a öpücük atıp dün geceden hazırladığım kıyafetlerimi elime aldım ve banyoya ilerledim. Üzerimdeki geceliği çıkartırken bedenimi açtığım ılık suyun altına bıraktım. Son bir haftam tatil için hazırlanmakla geçmişti diyebilirdim. Size söylemeyi unuttum, beni affedin! Bugün saat 14.00 de yola çıkacak, Uludağ’a gidecektik. Aylardan şubat ayıydı ve ani bir kararla tatil planı yapmıştık. Tabii bu plana Eymen, Yıldız, Batu, Bahar, Güneş ve Ela’da dahildi. Anlayacağınız ailecek bir kış tatili bizi bekliyordu. Üç gün sürecek bir tatil için bir haftadır hazırlanıyor olsam da güzel geçeceğini düşünerek kendimi teselli ediyor, rahatlatıyordum. Son birkaç gündür içimde tuhaf bir huzursuzluk hakimdi ve sanırım tüm bu hazırlıklarım, içimdeki huzursuzluğu dizginlemek, yok saymak içindi.
Duştan çıktığımda hızla üzerimi giyindim ve saçlarıma havluyu gelişi güzel sararak banyodan ayrıldım.
“Anne!”
Yıldız’ın sesiyle odadan çıktığımda Yıldız, elinde bir toka ve tarakla koşturarak yanıma ulaştı.
“Ne oluyor güzelim?”
Altı yaşına çoktan basmış olan kızım, kabarık kumral saçlarını zapt etmeye çalışırken elindeki tarağı ve tokayı bana doğru uzattı.
“Saçlarımı örer misin? Bir türlü beceremedim-”
“Çok ayıp fıstık. Dayın buradayken saçlarını annene mi ördüreceksin yani?”
Batu’nun merdivenlerden gelen sesiyle Yıldız’la bakışlarımız merdiven tırabzanlarından bizi izleyen Batu’yu buldu. Yıldız’ın yeşil fakat maviyi de içinde barındıran iri gözleri, Batu’yu görmesiyle ışıldadı ve koşarak Batu’nun boynuna atladı.
“Dayım gelmiş!”
Batu hızla boynuna atlayan Yıldız’ı sıkı sıkı sararken kokusunu içine çekip kumral saçlarına dudaklarını bastırdı.
“Dayısının prensesi!”
“Erken gelmişsin?”
Yıldız’ın merak dolu sesiyle Batu, Yıldız’ın bedenini tek koluyla kavrarken diğer eliyle Yıldız’ın saçlarını karıştırdı.
“İçimden bir ses benim güzel prensesimin saçları örülmek istiyor ve biraz daha gitmezsem saçlarını bana değil annesine ördüreceğini söyledi. Bende koşa koşa geldim! İyi yapmış mıyım?”
Yıldız başını sallarken onların tatlı sohbetini uzaktan izlemekle yetindim. Birbirlerine olan bakışları, cümleleri öylesine güzel öylesine içtendi ki... Batuhan Yalçın benim hiçbir zaman sahip olamadığım ağabeyimdi. Bense onun tanımaya fırsat bulamadığı ailesiydim. Biz birbirimizin en zor günlerinde sırtını yaslayacağı yıkılmaz duvarı olmuştuk. Biz birbirimizin gözyaşlarını saklamıştık. Biz birbirimize sığınmıştık.
Barlas’ı kaybettiğim günler dün gibi zihnimdeydi ve bilirdim ki o günleri ömrümün yettiğince hatırlamaya devam edecektim. Barlas olmadan geçen beş sene hangi günün nasıl geçtiğini, hangi gün neler yaptığımı ya da hangi filmi izleyip hangi gökyüzünü izlediğimi hatırlamıyordum fakat ne hissettiğimi hiç unutmamıştım. Bazen yaşanılan her şey unutulurdu. Bazen sizi paramparça eden bir anı, bir cümleyi günler sonra unutuverirdiniz. Fakat o anı yaşarken hissettiğinizi bir ömür unutamazdınız. Ben mesela, beş senenin nasıl geçtiğini zerre hatırlamıyordum fakat o beş senenin hissettirdiği her duygu mıh gibi zihnime işlemişti. Batu’nun omzunda defalarca ağlamıştım. Fakat neden ağladığımı hatırlamıyordum. Hafızamda kalan tek ayrıntı göz yaşlarımın bana çektirdiği acıydı. İnsan acısını bile unutuyordu da o acıyı çekerken hissettiklerini bir türlü unutamıyordu.
“Maviş?”
Batu’nun ne zaman dibime kadar geldiğini fark edemedim fakat zihnimden kalbime akan duygu seline mani olamadan, aniden kollarımı Batu’nun boynuna doladım.
“Adel sen iyi misin güzelim?”
Bu ses tonu... Tüm endişeleri saklamadan sesiyle sunan Batu’ya daha sıkı sarılırken gülümsedim.
“Teşekkür ederim.”
Derken sesim minnet dolu çıkmıştı. Öyle ki Batu’ya yalnızca var olduğu için bile minnet duyabilirdim. O öyle bir adamdı ki varlığı bile minnet duyguna bedeldi.
“Ne için?”
“Var olduğun için.”
Sesim fısıltıdan farksızdı. Bana ne oluyordu anlamıyordum. Son günlerde içimde dolup taşan bir duygusallık hakimdi.
“Hayda! Ne oluyor kızım sana?”
Omuz silkerek bedenimi Batu’dan ayırdım.
“Bir şey yok. Ben sadece...”
Batu’nun kaşları çatılırken sebepsiz yere dolmuş olan gözlerimi kırpıştırdım.
“Adel sorun ne?”
“Son günlerde içimde tuhaf bir his var. Ne bileyim, tuhaf işte!”
Batu gözlerini devirerek yanaklarımı elleri arasına aldı ve sıkmaya başladı.
“Huysuzluk yapma maviş! Tatile gidiyoruz kızım, tatile. Hadi oyalama beni prensesim beni bekliyor. Ben Yıldız’ın saçlarını örene kadar gereksiz negatif enerjini at.”
Başımı sallayarak gülümsedim ve arkasını dönüp Yıldız’ın odasına ilerleyen Batu’nun arkasından bakmakla yetindim. Batu haklıydı. Bugün tatile gidiyorduk ve karamsarlığın hiç sırası değildi. Başımı iki yana sallarken negatif düşüncelerin dağılıp gitmesini diledim ve saçlarımı saran havluyla saçlarımı kurulayarak yeniden odama döndüm. Ben içeriye girdiğimde Barlas’ta üzerine bir boğazlı kazak geçiriyordu.
“Hazır mısın?”
Barlas’a sorduğum soruyu sanki kendime iletmek istiyordum. Bu sorunun cevabını kendimden de duymak istiyordum. Hazır mısın Adel? Diyen iç sesim bu sorunun cevabını dudaklarımdan duymaya inat etmiş gibiydi. Hazırım. Demiştim hızla. Sevdiklerimle geçireceğim üç güne hazırım...
“Hazırım güzelim. Sende saçlarını kurut bir saate çıkarız.”
Başımı sallayarak yeniden banyoya ilerledim ve kurutma makinasının fişini prize takarak çalıştırdım. Kurutma makinesinin gürültülü sesi zihnimi susturmaya yetmemişti ancak ruhumun elleri çoktan kulaklarına avuçlarını bastırmıştı. Artık duymak isteyeceğim tek ses mutluluğun sesiydi. Ailemin gürültüsü, kahkahaları ve neşesiydi. Gerisini zihnimin duvarları arkasında bırakmaya kararlıydım. Bu üç gün sorunsuz geçecekti. Evet, işte böyle... İnanmak başarmanın yarısıdır cümlesini tam şu an hayatımın orta yerine yerleştirmiştim. Ben bu üç günün sorunsuz geçeceğini söylemiştim ve hayat, bu üç günü sorunsuz geçirmem için elinden geleni yapacaktı. İnanmak başarmanın yarısıydı...
Saçlarımı kurutma işlemim bittikten sonra saçlarımı parmaklarıma düzeltip geriye attım. Yüzüme biraz kapatıcı sürüp dudaklarımda nar çiçeği rujumu ağır ağır gezdirdim. Tamamen hazır olduğumda aynadan birkaç dakika bedenimi süzdüm. Mavi gözlerim en sonunda eşlerini bulurken kendimle göz göze geldim. Son günlerde sık sık kendimle göz göze gelirdim. Kendime unuttuklarımı hatırlatır ve başardığım her şey adına kendimle gurur duyardım. Bazen öyle bir an gelirdi ki her kim sizinle gurur duyarsa duysun asıl ihtiyaç duyduğunuz kendiniz olurdunuz. Bazen yalnızca kendinizle gurur duymak tüm gururların önüne set çekerdi. Ben de bunu yapıyordum işte, kendimle sık sık gurur duyuyordum. Başardıklarım, başaramadıklarım, kazandıklarım, defalarca kaybettiklerim adına gururla bakıyordum gözlerime.
Adel Rana Arın, başardıklarına, başaramadıklarına, geçtiklerine, vazgeçmediklerine, kazandıklarına ve kaybettiklerine...
Gözlerimi kırpıştırarak gerçek dünyaya döndüm ve önce banyodan ardından odamdan ayrıldım. Üzerimde siyah, omuzlarımı açıkta bırakan bir kazak vardı. Altımda ise bol paça bir kot pantolon. Kumral saçlarım sırtıma dökülürken boynumda Barlas’ın hediyesi olan bir yıldız kolye duruyordu. Kulaklarımdaki küpeler ise varla yok arası fakat vara daha yakındı. Anlayacağınız hazırdım. Sorunsuz bir güne tam anlamıyla hazırdım.
“Adel seni bekliyoruz!”
Barlas’ın aşağıdan gelen sesiyle elimde duran kabanı üzerime geçirdim ve hızlı adımlarla merdiven basamaklarını indim.
“Geldim.”
“Hadi çıkıyoruz.”
Barlas, bir büyük boy bir küçük boy valizi kapıdan dışarıya sürüklerken son kez evimize baktım. Binlerce göz yaşı akıttığımız, kahkahalarımızla inlettiğimiz, duvarlarına sığındığımız evimize... Bu evi yuva yapmak hiç kolay olmamıştı fakat biz başarmıştık. Kapısını kapatıp çıktığımız bu evi yuva yapmayı el birliği ile başarmıştık.
“Tatil takımı hazır mı?”
Batu yaslandığı arabasından bize doğru adım attığında ellerini iki yana açmış, beklentiyle hepimizi süzmüştü. Herkes hazırdı, her şey tamamdı. Çocuklarımız, sevdiklerimiz ve dostluklarımız... Tatil için hazırdık, yaşamak içinse hiç olmadığı kadar kararlıydık. Hep bir ağızdan dökülen “Evet!” Yanıtı ne kadar hazır olduğumuzun bir nevi kanıtıydı...
***
Araba otelin önünde yavaşladığında gözlerimi önünde durduğumuz otelin kapısında gezdirdim. Lüks değil salaş bir oteldi. Öyle çok büyükçe bir yapı değildi fakat oldukça sıcak bir görüntüyü gözler önüne seriyordu. Gülümseyerek arabadan indiğimde kısa sürede Yıldız ve Eymen’i yanımda buldum. Eymen... On bir yaşını aşan oğlum aramızdaki kan bağını umursamıyordu. Bana anne derken gerçek annesinin yokluğunu hissetmediği besbelliydi. Bu durum beni ne kadar üzse de anne sevgisini tatması kalbimi ısıtıyordu. Barlas’la birlikte Eymen’i ara ara pedagogla görüştürüyorduk ve her defasında pedagogdan aynı dönütü alıyorduk. “Eymen annesinin varlığını reddediyor ve sanki hiç olmamış gibi davranıyor.” İşte Eymen’in yaptığı buydu. Bir zamanlar var olan annesini yok saymak. Zira Eymen annesinin mezarına bile gitmeye yanaşmıyordu...Yıldız doğduğundan bu yana Eymen’i Yıldız’dan en ufak şekilde ayırmamıştım. Keza Yıldız’da öyle. Eymen’in öz oğlumuz olmadığını bildiği halde bunu Eymen’in yüzüne bir kez bile vurmamış aksine Eymen’e ağabey demekten bir gün olsun vazgeçmemişti. Anlayacağınız Eymen tarafından kabul gören tek şey şu an içinde bulunduğu ailesiydi.
“Ne kadar güzel değil mi, ufaklık?”
Eymen Yıldız’ın elini tutarken, gülümseyerek onları izledim.
“Evet ağabey! Ben burayı çok sevdim.”
Yıldız daha kapısından içeriye adım atmadığı otele övgüler yağdırırken çoktan belime kolunu sarıp bedenimi bedenine yaslayan Barlas, gülümseyerek bir eliyle Yıldız’ın kumral, örgülü saçlarını karıştır.
“Daha görmedin cimcime önce bir bak içeriye sonra konuşalım-”
“Abiciğim ben onu ne kadar zor ördüm haberin var mı? Prensesimin saçını bozmayı bırak!”
Batu’nun sesiyle sesin geldiği yöne döndüğümde onları eksiksiz bir halde buldum. Bahar, Ela ve Güneş’le birlikte gülümseyerek bizim olduğumuz yöne bakıyordu. Hızla bedenimi onlardan tarafa döndürdüğümde dudaklarım kendiliğinden aralandı.
“Aynı anda gelmişiz!”
Bahar başını sallarken Batu gururlu bir tebessümle dudaklarını araladı.
“E herhalde kızım.”
Batu’ya gözlerimi devirdiğimde kolumda hissettiğim elle, elin sahibine, Barlas’a döndüm.
“Güzelim biz giriş işlemlerini halledelim siz çocuklarla lobiye geçin.”
Başımı salladığımda saçlarımda hissettiğim dudaklarla gülümsedim.
“Hadi Bahar lobiye geçelim.”
Bahar başını sallayarak bir eliyle Güneş’in diğer eliyle Ela’nın elinden tutarak aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattı ve hep birlikte lobinin koltuklarına doğru ilerledik. Otelin lobisi bir şömine ateşiyle aydınlanıyordu. Saat beşe geliyordu ve hava kararmanın eşiğindeydi. Yıldız yorgunlukla başını göğsüme yaslarken kolumla kızımın bedenini sardım ve kumral saçlarına dudaklarımı bastırdım.
“Anne?”
“Efendim kızım?”
Dediğimde dakikalar sonra Yıldız başını göğsümden hafifçe ayırarak gözlerini gözlerime çıkardı.
“Sen ben her kızdığımda, baban gibi bakıyorsun yine diyorsun ya hani, babam kızınca nasıl bakıyor?”
Yıldız’ın merak dolu sesiyle kaşlarım hafifçe çatıldı.
“Bu nereden çıktı?”
Yıldız minik omuzlarını silkerken sorunun cevabını düşünmeye koyuldum. Barlas kızgınca nasıl bakıyordu? O an gözlerimin önünde bir görüntü, kulaklarımda bir sözcük belirdi. Orman yangınları... Barlas’ın yeşilleri kızdığında bir orman yangınını andırıyordu. Sonu gelmeyecek, her yeri yakıp kül edecek orman yangınları. O gözlerinde kocaman, yemyeşil, sonsuz bir orman taşıyordu fakat o ormanlar kızgın bir anında yangın yerine dönüyordu. Kül oluyordu. Barlas kızgınken bakışları kül kokuyordu... Burnumdan ciğerlerime derin bir nefes gönderirken dudaklarımı gülümsemeye zorladım.
“Baban kızınca... Kızınca gözleri koyulaşıyor kızım. Sanki gündüz bir ormanda huzurla geziniyorsun ve o orman bir anda kararıyor. Göz gözü görmüyor, adım bile atamıyorsun. İşte kızım, baban kızınca öyle bakıyor. Karanlık bir orman gibi...”
Yıldız’ın ürperdiğini hissettiğimde bedenini bedenime çekip saçlarında parmaklarımı gezdirdim.
“Korkma güzelim baban sana hiçbir zaman öyle bakmayacak. Neden biliyor musun?”
“Neden?”
“Çünkü baban yıldızını çok sever ve ona hiç kızmaz. Sen bizim yıldızımızsın güzelim. Biz senden önce hep gökyüzünü izlerdik. Hayatımıza sen doğdun doğalı baban bir kez bile gökyüzünü izlemedi. Onun gökyüzü sen oldun.”
Yıldız huzurlu bir nefes aldığında gülümseyerek saçlarına dudaklarımı bastırdım.
“Gençler haydi bakalım odalarımıza.”
Batu’nun sesiyle Yıldız kucağımdan kalkıp bizi izleyen Barlas’a, babasına doğru koşarak ilerledi ve Barlas’ın kucağına atladı. Barlas bozuntuya vermeden Yıldız’ı kucakladığında kolumu Eymen’in omzunu sardım.
“Hadi bakalım.”
Diyerek Eymen’le birlikte ayaklandım ve lobinin sonundaki merdivenlere doğru ilerlemeye başladık. Batu, Bahar, Güneş ve Ela dinlenmek üzere odalarına çekilirken akşam yemeği için sözleştik ve bizde Eymen ve Yıldız’ı alıp Batu ve Bahar’ın odalarının karşısında yer alan odamıza giriş yaptık. Yorgunlukla bedenimi çift kişilik yatağa bıraktığımda gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım.
“Anne ne zaman gezeceğiz?”
Yıldız’ın sesiyle kapanan gözlerim aralandığında hafifçe doğruldum.
“İki saat sonra akşam yemeğine ineceğiz güzelim. Şimdi bir saat uyuyalım olur mu?”
Yıldız başını salladığında üzerimdeki montu tek kişilik koltuğa bırakıp yerime iyice yayıldım. Eymen camdan dışarıyı seyrederken Barlas duş alacağını söyleyerek banyoya girmişti. Benimse gözlerim kapandı kapanacak bir haldeydi. Dün gece karamsar düşünceler uykuyla bütünleşmeme izin vermemişti. İşte uykusuzluğun bedelini kapanan gözlerimle şu an ödüyordum. Aman ne güzel! Zihnim birkaç dakikanın ardından perdelendiğinde göz kapaklarımı daha fazla taşıyamadım ve üzerime çöken uykuya yenik düştüm.
***
Gözlerim Barlas’ın sesiyle aralandığında kaşlarım ifadesizce çatılıvermişti.
“Yıldız nerede Eymen?”
Bu soruyla gözlerim hiç olmadığı kadar kolay açıldı ve bedenim adeta yataktan fırlarcasına kalktı.
“Barlas? Yıldız nerede ne demek?”
Barlas’ın alnından dökülen ıslak saçları ve alev alev yanan yeşil gözleri adeta bir felaketin haberciliğini yapıyordu.
“Siz burada değil miydiniz? Ne demek nerede!”
Barlas’ın yükselen sesini umursamadan banyoyu ve etrafı bir kez daha kontrol ettim. Yoktu... Yıldız yoktu... Sakinliğimi korumaya çalıştığım o dakika sakince nefesimi dudaklarımdan bıraktım.
“Eymen anneciğim kardeşin nerede?”
“Ben...”
“Sen ne!”
“Barlas!”
Barlas’a sesimi yükselttiğimde bakışları Eymen’den kayıp beni buldu.
“Sakinleş! Eymen’e bağıracağına kızımızı arayalım!”
Barlas sinirle bir hışımla odadan çıktığında beklemeden Eymen’in elinden tutum.
“Canım sen üzülme tamam mı? Kardeşini bulacağız. Ben uyumadan önce Yıldız odadaydı sonra sana bir şey söyledi mi?”
“Hayır anne. Ben camdan dışarıyı izliyordum.”
“Tamam bir tanem. Sen bizi dayın ve yengenin yanında bekle olur mu?”
Eymen çaresizce başını sallarken hızla odadan ayrıldık ve karşı odamıza ilerledik. Yumruk yaptığım elim Bahar ve Batu’nun kaldığı odanın kapısını döverken ağlamamak için insan üstü bir çaba harcıyordum.
“Hayırdır maviş?”
Batu açtığı kapının arkasından gülümserken Eymen’i hafifçe kapıya doğru ittirdim.
“Batu Eymen sana emanet, birazdan dönerim.”
“Ne oluyor-”
“Batu sonra.”
Der demez koşar adım koridorun sonuna ilerledim. Saçlarımın dağılmasını önemsemeksizin merdivenleri hışımla indim ve lobide çaresizce koşturan Barlas’ın yanına ulaştım.
“Barlas?”
“Adel Yıldız yok! Allah kahretsin! Neredeydin sen? Nasıl görmedin, nasıl!”
“Uyuyordum!”
“Uyumasaydın!”
Barlas’ın ses tonu gözlerimden taşmak üzere olan yaşların yanağıma düşmesine sebep oldu.
“Bilerek yapmışım gibi davranıyorsun.”
Barlas’ın gözleri, gözlerimden akan yaşlarla varla yok arası yumuşarken yanaklarımı elleriyle sardı ve pişmanlık dolu bir nefesi dudaklarından bıraktı.
“Özür dilerim. Özür dilerim güzelim ne olur ağlama. Şimdi kızımızı bulmamız gerekiyor tamam mı?”
Başımı salladım ve Barlas’ın elleri arasından ayrılıp bedenimi otelin arka bahçesine çıkan kapıdan dışarıya bıraktım.
“Yıldız!”
Diye haykırdığımda çaresizliğin paçalarımdan akan su damlaları misali akıp gittiğini hissediyordum. Hava iyiden iyiye kararmıştı ve yerde dizlerimize ulaşacak kalınlıkta kar birikintisi hakimdi. Sesim her seslenişte biraz daha yükselirken yarım saatin sonunda bedenimi taşımayan ayaklarım dizlerimin üzerine çökmemi sağladı. Karanlık bir dağ başında, bir kar birikintisinin üstünde, dizlerimin üzerine çökmüş ağlıyordum. Uyumasaydın... Barlas’ın suçlayıcı sesi kulaklarımdan bir an olsun silinmezken sesim olabildiğince yükseldi.
“Yıldız!”
“Anne...”
Ve o fısıltı kulaklarıma dolduğu an bir kere daha doğduğumu hissettim. Sanki o an bu karanlık dünyaya ikinci gelişimdi ve bu gelişim ilk gelişimden çok daha gürültülü çok daha minnet doluydu. İyi ki gelmişim dedirtecek kadar minnet dolu.
“Yıldız?”
Derken güç bela dizlerimin üzerinden kalktım ve sesi takip ettim. Sonunda o gözleri gördüğümde dizlerime ulaşan kar birikintisine rağmen koştum. Normalde düz zeminde koşamayacağım kadar hızla koştum. Ve Yıldız’ın ağacın kenarında, çaresizce oturan bedenine kollarımı sıkıca sardım.
“Kızım! Yıldız... Neredeydin sen?”
Yıldız minik kollarını boynuma sararken soğuktan titriyordum. Yıldız üzerine mont giymeyi ihmal etmediyse de ben montu düşünecek kadar sağlıklı kalamamıştım zira yarım saattir metrelerce karın üzerinde oradan oraya koşturuyordum.
“Ben biraz gezmek istemiştim ama kayboldum.”
Yıldız’ın kokusu bedenimdeki buzları çözerken sıkı sıkı sarıldım bedenine. Kokusunu defalarca içime çekerken defalarca şükrettim.
“Çok korktum. Çok!”
Burnumu sertçe çekip bedenimi Yıldız’ın bedeninden ayırdım ve hasar kontrolü yaparmışçasına kızımı baştan aşağı süzdüm. Görünürde bir yarası yok gibiydi.
“İyisin değil mi? Bak bakayım bana, bir şeyin yok değil mi?”
Yıldız başını iki yana sallarken başımı gökyüzüne çevirdim ve bana asırlar gibi gelen yarım saatin sonunda derin bir nefes aldım.
“Gel bakalım.”
Derken titreyen bedenimi umursamadan ayaklandım ve Yıldız’ın elinden tutarak birkaç metre ilerimizdeki otele doğru ilerlemeye başladım. Yıldız adımlarını ağır ağır atarken zorlandığını hissederek Yıldız’ı kucağıma aldım ve adımlarımı hızlandırdım. Bedenim tir tir titrerken kızımın bedeniyle ısınmayı denedim. Vücudum adeta donmuş bir vaziyetteydi ve en büyük korkum otele varamadan kucağımdaki Yıldız’la düşüp bayılmaktı. Dayanmam gerekiyordu. Bunca zaman dayanmıştım birkaç dakika beni ayakta tutmaya yetebilirdi. Derin bir nefes alıp kızımdan aldığım güçle adımlarımı olabildiğince hızlandırdım ve otelin kapısından içeriye adımladım. Beni karşılayan ilk görüntü panik içinde oradan oraya koşturan Batu’nun görüntüsüydü. Dudaklarım tir tir titrerken hareket etmeleri için insan üstü bir çaba sarf ettim.
“B-Batu...”
“Adel!”
Batu sesimle aramızdaki mesafeyi kapatırken dudaklarımı son kalan gücümle bir kez daha araladım.
“Yıldız’ı odanıza götür-”
Bilincim bedenimden kayıp giderken Batu kucağımdaki Yıldız’ı tek hamleyle almıştı. Fakat bedenimin yere düşmediğine emindim zira bedenim yeri boylamadan önce duyduğum ses Barlas’tan başkasına ait değildi. Tabii sesin yanında, bedenimi sardığını hissettiğim kollarda öyle...
“Adel!”
***
“Uyanıyor!”
Göz kapaklarım aralanırken kolumda hissettiğim sızıyla yüzümü buruşturdum.
“Ne oluyor?”
Sesim fısıltıdan farksız çıkarken Barlas parmaklarını saçlarımda gezdirdi.
“Tansiyonun düşmüş güzelim. Odamızdayız merak etme.”
“Bu serum...”
“Doktor bir vitamin serumu taktı önemli bir şey değildi.”
Barlas odamıza doktor çağırmıştı ve ben baygın bir halde ne kadar süredir yattığımı bile farkında değildim. Sorunsuz bir tatil ha? Sorunsuz bir tatil...
“Yıldız...”
Barlas dudaklarını alnıma bastırırken göz kapaklarımı kırpıştırdım.
“Batu ve Bahar’ın yanında merak etme.”
Başımı sallayarak yerimden doğrulmaya çalıştığımda Barlas omuzlarımdan tutup kalkmamı engelledi.
“Dinlen bir tanem şimdi sırası değil.”
“Barlas ben-”
“Ben özür dilerim Adel. Korkudan gözüm döndü. Ne dediğimi bile inan hatırlamıyorum. Seni kıracağıma kafamı kırsaydım keşke. Lütfen bu konuyu burada kapatalım ve şu üç günün tadını çıkartalım. Benim sizden başka kimsem yok Adel biliyorsun, sizi kaybedersem ölürüm.”
“Biliyorum sevgilim.”
Barlas yanıma uzanırken parmaklarını yanağıma yasladı.
“Yine sevgilin oldum ha?”
“Sen benim hep sevgilimdin. Sevgilim, ailem, gökyüzüm...”
“Ve?”
“Ve ne?”
Barlas dudaklarını burnuma bastırdıktan hemen sonra dudaklarını dudaklarıma dayadı.
“Ve kocacığın.”
“Kıronun tekisin Barlas Korhan.”
“Ama beni seviyorsun?”
“Ama sana kör kütük aşığım.”
Cümlem fısıltıdan farksız çıkarken Barlas’ın dudakları dudaklarıma kapandı. Barlas beni öperken kalbim bu kez soğuktan değil sıcaktan titriyordu. Tir tir titriyordu. Onun bana her dokunuşu gözbebeklerime kadar titrememe yol açıyordu. Ona olan sevgimin bir sınırı, sonu, başı yoktu. Ona olan sevgim sonsuzdu. Ben bu hayatta ne kadar sonsuzsam, kalbim hangi sonsuzlukta atacaksa o da kalbimle birlikte aynı sonsuzluğu paylaşacaktı. Biz Barlas’la bir son yaşamak için bir araya gelmemiştik. Hayat bizi bir sonsuzluk uğruna bir araya getirmişti ve bu sonsuzluk ilelebet sürecekti.
Bugün yaşadıklarımız hafızamda bundan yıllar sonra bir anı olarak kalacaktı fakat yaşattığı duygular bir azaptan farksız olacaktı. İnanın sevdiği birini kaybetmesi başlı başına bir azaptı. Ve biz bugün başlı başına bir azap duygusuyla sarılmıştık. Şimdi ise tutulması gereken bir söz vardı. Sorunsuz bir tatil. Ve ben size, dudaklarım Barlas’ın dudakları arasındayken bir söz vermek istiyordum. Bu tatil şu andan itibaren sorunsuz geçecekti ve biz ailecek muhteşem bir tatil geçirecektik. Size söz. Sirius sözü... Gökyüzünde denk gelirsek size verdiğim tüm sözleri hatırlayın. Çünkü ben gökyüzünüzdeydim, sizinleyim, kalbinizden bir parçayım. Ben sizi her anımda hissedebiliyorum. Sizde hissedin. Kötü geçirdiğiniz dakikalarda elinizden daima tutacak olan o eli hissedin. O el benim elim, o el Barlas’ın eli. O el bizim hikayemizde size uzanan bir yardım eli. Biz sizin bize yıllarca uzattığınız elinizi sıkı sıkı tuttuk. Sizde tutun ve hiç bırakmayın. Zira biz bırakmayacağız, biz sizin ellerinizden tutmaya, gökyüzünüzde parlamaya devam edeceğiz. Daima, sonsuza dek...
BÖLÜM SONU
Ay selam! Heyecandan söze nasıl başlayacağımı şaşırdım. Buraya yeniden gelip beni yalnız bırakmadığınız için çok çok teşekkür ederim! Umarım Adel ve Barlas’a olan özleminiz bir nebze olsun hafiflemiştir... Bu aralar çok yoğun olsam da artık bir özel bölüm yazmam gerektiğini düşündüm. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Umarım satırlarım içinizde bir yerlere bir parça olsun iyi gelmiştir. Sizi seviyorum. Siz de benim gökyüzümdeki yıldızlarsınız unutmayın. İyi ki geldiniz ve bir kez daha hoş geldiniz yıldızlarım! Size hoşça kal demek hoşuma gitmediği için nasıl başladıysam öyle bitirmek istiyorum. Hoş geldiniz!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.9k Okunma |
454 Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |