@petekayla
|
17 Eylül 2018 En iyi yaşam alanı neresiydi bilinmezdi ya da kişiden kişiye değişirdi ancak Sarp'a sorsalar bunu, genç adam kesinlikle sıcak bir mahalle derdi. Elbette mahallede yaşamanın çeşitli kötü yanları, zorlukları vardı ancak yine de içten, samimi, her zorlukta birbirinin yanlarında olan, yardım elini uzatmaktan hiç çekinmeyen insanlar yalnızca sıcak bir mahallede olurdu. Ya da Sarp doğdu doğalı burada yaşadığı için öyle düşünüyordu. Hiç imkânı olmamıştı öyle koca koca binaların olduğu lüks sitelerde ya da şehrin dışındaki villa gibi tek katlı evlerde oturmaya. Kendini bildi bileli Antakya'nın içindeki bir mahallede olmuştu. Bebekliğinden, çocukluğuna, çocukluğundan, gençliğine, gençliğinden, yetişkinliğine hiç ev değiştirmemişti, aynı evde kalmıştı. Belki ev aynı kalmıştı ancak ailesi değil. Gittikçe daha da büyümüştü çekirdek ailesi. Öyle ki artık çekirdek değil, geniş bir aileydiler. Ne zaman ailesinin bu kadar büyüdüğünü bilmiyordu Sarp fakat seviyordu ailesini. Annesi, Nermin Hanım'ın dualarını, Abisi Sedat'ın kızgınlıklarını, Yengesi Meryem'in enfes yemeklerini, kardeşi Çiçek'in ergenliklerini, yeğenleri Cem'le, Zeyno'nun yaramazlıklarını seviyordu. Evet, kabul ediyordu fazla kalabalık bir aileye sahipti ancak bundan şikâyet etmiyor tam aksi mutluluk duyuyordu. Sonuçta onlar olmasa şu koskoca evin bir anlamı kalmazdı ki. Eğer ailede birliktelik ve sevgi varsa işte o zaman barınılan yer her neresi olursa olsun evdi. Evin anlamı buydu çünkü. Birlikte kurulan sıcak bir yuva. Artık ergen ya da genç değildi Sarp. Yirmi yedi yaşında koca bir adamdı. Ailesinin iyiliği için türlü fedakârlıklar yapmak zorunda kalan, hayallerinden vazgeçen, üniversiteye kazandığı halde gitmeyen bir adam. Evet, gidememişti Sarp üniversiteye çünkü fazla durumları yoktu o zamanlar ve kendi de ailesi zor durumda kalmasın diye eğitimine devam edememişti. On ikinci sınıfta noktalamıştı eğitim hayatını. Sonrasında ise babasından kalan ancak şimdi abisinin işlettiği sanayideki mobilyacı dükkânında çalışmaya başlamıştı. Her ne kadar herkes kendinin aylak aylak gezdiğini söylese de bir işi vardı, abisiyle birlikte dükkânı iyi kötü idare ediyorlardı. Belki Aziz Bey hayatta olsaydı her şey daha farklı olurdu. Sedat'ta, Sarp'ta okuyup kendi mesleklerini alabilirlerdi ancak kader on beş yıl önce ecel ayırmıştı onu ailesinden. Koskoca geçip giden on beş yıl. Sarp'ın kaderinde sevmediği bir şey varsa o da buydu. Babasızlık. On iki yaşından beri babasız büyümenin türlü zorluklarını yaşamıştı, her ne kadar abisi babalık yapmaya çalışsa da Aziz Bey'in yeri hiçbir zaman dolmamıştı. Bir babanın yerini kimse dolduramıyordu nihayetinde. Sedat babasının yokluğunu aratmamaya çalışırken aslında baba olmaktan ne kadar uzaklaştığının farkında değildi. On sekiz yaşında babasını kaybedince omuzlarına nice sorumluluklarının bindiği hissetmişti. Evin artık bütün geçiminden kendi sorumluydu. Annesiyle, kardeşlerine bakmak onun göreviydi. Annesine yokluğu hissettirmemek, Sarp'a sahip çıkmak ve Çiçek'i büyütmek en büyük vazifesiydi. Tüm bunlardan ötürü de sert mizaçlı bir adam olmuştu. Yakışıklıydı aslında Sedat. Uzun boylu, kaslı, beyaz tenli, kahve gözlü, düz saçlara sahip bir adamdı. Tam bir aile babası olmasının yanında tipik bir Türk erkeğiydi. Yirmi bir-yirmi iki yaşında eşi Meryem ile evlenmiş, yirmi üç yaşında da baba olmuştu. İlk, oğlu Cem dünyaya gelmişti iki yıl sonra da kızı Zeynep. Çocukları için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırdı aslında ya da öyle zannederdi fakat bazen onları ne kadar ihmal ettiğinin ne yazık ki farkında olmazdı. Hatta bu açığı kardeşi, Sarp'ın kapattığının da. Çocukların aile bireylerinden favorisi amcaları Sarp'tı. En çok onu severlerdi. Çünkü her zaman yanlarında olan, kendilerini anlayan, dinleyen asla onlara bağırmayan, kızmayan bir tek Sarp'tı. Ayrıca çokta eğlenceli bir amcaydı Sarp. Eğlenmeyi, oyun oynamayı, şakalar yapmayı bilirdi. Babaları gibi diktatör, sert, çatık kaşlı bir adam değildi. Tam aksi oldukça komikti. Ağladıklarında bile bir şekilde kendilerini güldürdü. İşte bu yüzden de çocukların gözünde muhteşem bir amcaydı Sarp. Sedat'ın eşi Meryem ise Sarp'ın biricik yengesiydi. Her zaman aralarında abla-kardeş ilişkisi olmuştu. Sarp'ın canı neye sıkılsa yanında olan kişi Meryem olurdu. Genç kadın, ara ara kocasıyla tartışmalar yaşasa da ailesini seviyordu. Kalabalık bir ailenin gelini olmak zordu elbette ama sevgi varsa her şey güzeldi. Hiç kimse ama hiç kimse ona el kızı gibi davranmamıştı hiçbir zaman. Kayınvalidesi Nermin Hanım bile. İlk başta kocasının ailesiyle aynı evde oturmaya sıcak bakmasa da sonradan sevmişti bu evi genç kadın. Nermin Hanım her zaman bir anne gibi davranmış, kızı görmüştü kendini. Kendi de ona karşı saygısını daima korumuştu. Öyle ki anlaşabilmekten ziyade birbirini seven tek gelin, kaynana olabilirlerdi. Kestane rengi düz saçları, esmer teni, ela gözleri ile oldukça güzel bir kadındı Meryem. Ortalama bir boya ve ortalama bir kiloya sahipti. Belki kendini bu kadar çok ihmal etmese daha iyi görünebilirdi ancak otuz yaşında olmasına rağmen saçları beyazlamaya yüz tutmuş, yüzü şimdiden kırışmaya başlamıştı bile. Ne yazık ki doğum yaptıktan sonra erken çöken her kadın gibi o da çökmüştü işte biraz. Fakat halinden şikâyetçi değildi. Eğer Sedat'la evlenmese muhtemelen babasının ve abilerinin yanında çekilmez bir hayatı olacaktı. Kendinin ailesi Sedat'tı, çocuklarıydı annesi Nermin Hanım, kardeşleri Sarp'la, Çiçek'ti. Gerisi de fasa fisoydu. Kan bağı olan kişiler senin canından bezdiriyorsa bir anlamı yoktu ki, o bağın. Sedat'la, Meryem görücü usulü evlenmiş olmalarına rağmen mutlulardı. İkisinin ortak tanıdığı bir teyzenin aracılığı ile birbirlerini görmüşler, aileleri uygun görünce de nişanlanıp evlenmişlerdi. Belki ilk başta aralarında büyük bir aşk olmamıştı ancak zamanla birbirlerini sevmişlerdi. En azından birbirlerine değer verip saygı duymuşlardı. Bu da her şeyden daha önemli olsa gerekti. Evin ergeni Çiçek ise on yedi yaşında liseli bir genç kızdı. Babası gibi esmer tenli olmasının yanında ondan almış olduğu yeşil gözlere sahipti. Dalgalı, uzun kahve saçlarıyla da oldukça güzeldi. Bakımlı olmayı, makyaj yapmayı, arkadaşlarıyla gezip eğlenmeyi seviyordu. En büyük tutkusu müzikti. Şarkı dinlemeden hiçbir şey yapamazdı galiba. Kimilerine göre fazla atarlı olabilirdi ancak onun istediği yalnızca özgür bir yaşam sürmekti. Sedat abisinin baskısı, yeğenlerinin bağırışları, annesinin ters bakan gözleri, yengesinin isyanları, Sarp abisinin kendiyle uğraşmaları olmadan yaşamak istiyordu genç kız. Fakat bu, bu evde ne mümkündü. Şu koca evde kendine ait bir odası bile yoktu. Yeğeni Zeyno ile aynı odaya paylaşıyor, her gün de bundan şikâyet ediyordu. Bir gün bu evden gideceğim ve hiç gelmeyeceğim diye bağırmayı da ihmal etmiyordu. Gerçekten sıkılmıştı çünkü artık her gün aynı koşuşturmayı yaşamaktan. Kendinin de hakkı değil miydi huzurlu bir hayat geçirmek? Neden bunu söyleyince suçlu oluyordu, hiç anlamıyordu. Ve en büyüğü Nermin Hanım. Kocasının ölümünden sonra evlatlarına sarılmış, onları kimseye muhtaç etmeden büyütmüştü. Sedat'ın düğününü kendi elleriyle yapmış, her bir şeyini tamam etmişti. Ne oğlunun, ne gelininin gözünde hiçbir şeyi koymamıştı. Torunlarını kucağına aldığı zaman ise dünyalar kendinin olmuştu. Bir anne daha ne isterdi ki evlatlarından? Çok şükür üç evladı da yanındaydı, dizinin dibindeydi ve hepsi iyiydi. Hiçbir zaman Sedat'a benimle kal diye baskı yapmamıştı, bizi düşünme, sen kendi hayatını kur oğlum demişti. Ancak Sedat bırakamamıştı annesini bir başına. Hem o zamanlar Sarp'la, Çiçek çok küçüktü nasıl bırakıp gidebilirdi ki onları? Sarp daha on dört yaşında iken nasıl idare edecekti koca evi? Ya bütün yükü annesinin omuzlarına nasıl atabilirdi? Atamamıştı da. Meryem'le de her şeyi açık açık konuşmuştu zamanında. Genç kadın da her şeyi bilerek evlenmişti Sedat'la. Hiçbir şeyden şikayeti yoktu Nermin Hanım'ın. Evlatları iyiydi, sağlıklıydı, torunları yanındaydı daha da bir şey istemezdi. Ya da isterdi. Sarp'la, Çiçek'in de mürvetini görmeyi. Onları da kendi eliyle evlendirsin sonra ölse de gam yemezdi. Biliyordu kızı daha küçüktü hem onu daha üniversiteye gönderecekti. Sedat'la, Sarp okuyamamıştı bari Çiçek okusundu. Altın bilezik olarak eline bir meslek alsındı. Bir anne olarak evlatlarına gelecek hazırlayamamak her zaman canını yakmıştı. Keşke elinden gelseydi de hepsini en iyi şekilde okutabilseydi. Fakat gücü de, durumu da ne yazık ki buna yetmemişti fakat kızını okutmakta kararlıydı. Oğullarında yaptığı hatayı bu defa yapmayacak her ne olursa olsun Çiçek'i üniversiteye gönderecekti. Yeter ki ileride kızı kocasının eline bakmasın. Tek gayesi buydu. Sarp'a gelince ise onu evlendirmek istiyordu yaşlı kadın. Eli yüzü düzgün, edepli, ahlaklı bir aile kızıyla, oğlunu baş göz etmek. Kocaman adam olmuştu artık oğlu nereye kadar böyle gezecekti ki? Hayırlı bir kısmet onun da hakkı değil miydi? Fakat bir türlü bunu oğluna anlatamıyordu. Evlenmek istemiyordu Sarp, halimden memnunum diyor başka bir şey demiyordu. Halbuki onun da evini, yuvasını kurmasının zamanı gelmemiş miydi? Ah Nermin Hanım, ne yapacaktı bu oğlana hiç bilmiyordu. Laf anlamaz, söz dinlemez, hınzır, şeytan tüylü bir oğlu vardı. Ancak tüm bunların yanında da o oğlunun pırlanta gibi bir kalbi vardı ve belki de en çok bu yüzden herkesin vazgeçilmezi idi Sarp. *** Mahallenin bakkalında alışveriş yaparken aklına gelen ne varsa alıyordu Sarp. Sonuçta bugün okullar açılıyordu ve okulun ilk gününde yeğenlerinin güzel bir kahvaltı yapmasını istiyordu. Tabii aynı zamanda kardeşi Çiçek'in de. Genç adam konuşurken bir yandan da istediklerini işaret ederken bakkalın sahibi Zeki ters bakışlarla bakıyordu Sarp'a. Almasına alıyordu da Sarp bunların ödemesi de vardı. Hesap gittikçe kabarıyordu. Zeytini tartıp poşetin içine attığında poşeti Sarp'a uzattı. "Hazır bunları almışken bizim hesabı da bir görsen mi Sarp?" "Yapma Zeki abi ya. Ay ortasında hesap mı görülürmüş? Ay başında görüşürüz merak etme," diyerek poşeti aldı Sarp. Tabii çarpık bir şekilde gülmeyi de ihmal etmedi. "Nedense o ay başı sana hiç gelmiyor." "Gelir abim gelir. Sen deftere yaz bir bakarsın Sarı Çizmeli Mehmet Ağa bizim de hesabımızı bir gün öder." İstemsizce güldü Zeki, Sarp hadi kolay gelsin, diyerek baş selamı yapıp dükkandan çıktığında ise "Ulan," diye söylendi. "Harbiden sen de şeytan tüyü var." Elleri dolu bir şekilde eve doğru adımlarken gelip geçen mahalleliye selam veriyordu genç adam. Ayşe teyzenin evinin önünden geçerken yaşlı kadının bahçede halıları yıkadığını fark etti. "Kolay gelsin Ayşe teyze," diyerek el salladı ona. "Kışa hazırlık mı?" "He ya oğlum halıları açmanın vakti geldi. Torunlar geliyor oturuyorlar yerlere sonra hasta oluyorlar. Ben de dedim bir daha şu halıları elden geçireyim de açayım. Hasta olmasın yavrularım." "İyi yapmışsın Ayşe teyzem de Vedat amcaya söyleseydin ya gönderseydi halıları yıkamaya. Sana yazık değil mi?" "Yok oğlum yok istemem. Onlar nasıl yıkıyorlar belli değil. Benim gözüm görecek, elim değecek başka türlü içim rahat etmez yoksa." Güldü Sarp, tüm yaşlılar mı aynıydı yoksa bu mahalledekiler mi hiç değişmiyordu? "İyi o zaman hadi sana kolay gelsin. Evdekiler beni bekler. " "Sağ olasın oğlum. Evdekilere selam söyle." "Baş üstüne Ayşe teyze," demesinin ardından yürümeye devam etti Sarp. Fakat çok geçmeden kendini durduran Kâmil amca oldu. "Oo Sarp oğlum seni gördüğüm ne iyi oldu." "Hayırdır Kâmil amca, ne oldu?" "Abine söyle de bize bir koltuk takımı ayarlasın. Bizimkiler eskidi hanım tutturdu illa de yenisini alalım diye. Ben de yabancıya gitmeyim size söyleyim dedim. Azıcık ucuzundan bir şeyler yaparsınız artık ha?" Yaşlı adamın omuzunu sıktı Sarp. Tabii güler yüzünü de esirgemedi Kâmil amcadan. "Hallederiz hallederiz sen merak etme. En kralından size bir koltuk takımı veririz." "Hay yaşa oğlum ya valla beni büyük bir dertten kurtardın. Allah senden razı olsun." "Hepimizden inşallah Kâmil amca." "Hadi sana kolay gelsin oğlum benim çarşıda bir işim vardı da gideyim onu halledeyim." "Eyvallah," dedi Sarp. Kâmil amca sağ sokağı sapınca da kendi sola döndü. Ancak dönmesiyle ayağına futbol topunun değmesi eş zamanlı oldu. Karşısında ise Erkan'ı gördü. Okul formasını giymiş olduğu halde bir yandan top oynuyor bir yandan da elindeki salça ekmeği yiyordu. Topu yakalamasının ardından ters bakışlarla baktı küçük çocuğa. Dolu dolu ağzıyla konuşmaya çalıştı Erkan. "Özür dilerim Sarp amca." "Benden değil, elindeki nimetten özür dile." Lokmasını yuttuktan sonra elindeki ekmeği öpüp başına koydu Erkan. Sarp ise küçük çocuğa yaklaşıp yanağını sıktı. "Aferin sana," demesinin ardından cebinden on lira çıkartıp Erkan'a uzattı. "Bunu da al, sabah sabah salça ekmek yeme. Okulda tost falan alırsın." Erkan sevinçle on lirayı aldı. "Sen var ya kralsın Sarp amca. Kral!" "Tamam oğlum abartma. Hadi doğru okula." Sevinçle yanından geçip gitti Erkan. Genç adam da gülümseyerek yoluna devam etti. Çocukları mutlu edince sebepsiz kendi de mutlu oluyordu. İyi geliyordu işte bu kendine. Az daha yürüyünce bu sefer kendini Türkan durdurdu. Ah keşke onunla karşılaşmasaydı. Mahallenin ayaklı gazetesi, mobesesi, dedikoducu ablasıydı. Allah bilir kendine yine ne soracaktı. "Elleri kolları yine doldurmuşsun Sarp." "Çok şükür," demekle yetindi Sarp ve hemen geçip gitmek için de girişimde bulundu. "Sen pazara gidiyorsun herhalde Türkan abla ben seni tutmayım. Hadi Allah kolaylık versin sana." "Dur hele oğlum dur. Ne bu acele arkandan atlı mı kovalıyor?" Atlı kovalasa galiba daha az paniklerdi genç adam. "Evdekiler beni bekliyor da." "İki dakika daha beklesinler bir şey olmaz. Ben sana diyecem geçen gün senin kardeşin Çiçek var ya." "Eee?" "Hani bir de sizin kapı komşunuz var Sırma. Çiçek'in arkadaşı." "Eee Türkan abla?" "Heh geçen gün ikisini birlikte çarşıda görmüşler. " Sabır diledi Sarp ne olmuştu Çiçek'le, Sırma çarşıya gittiyse? Bunda annormal olan ne vardı? "Ne olmuş onları çarşıda gördülerse? İnsan çarşıya gidemez mi?" "Gider gider de yanlarında genç bir oğlan da varmış. Onu deyim dedim sana. Sonra başkasından falan duyarsın hatta Sedat duyar sonra kıyamet kopar benden demesi. Sen kardeşinle güzel güzel konuş oğlum. Bak genç kız, aklı gelgitli olur, yanlış yollara sapar, yanlış kişilerle arkadaşlık yapar mazallah. Sakın yanlış anlama ha beni, ben sizin iyiliğiniz için söylüyorum. Küçük yer burası adı falan çıkmasın Çiçek'in, sonuçta mahallemizin kızı değil-" "Benin kardeşimin gayet aklı başında Türkan abla. Kimsenin korumasına da ihtiyacı yok. Kaldı ki, Çiçek'in ne yaptığı seni de, diğerlerini de zere kadar ilgilendirmez. Çok şükür bir ailesi var onun. Hadi şimdi sen pazarına git gerisine de karışma olur mu?" Başka bir şey demeden hızla uzaklaştı Sarp, genç kadının yanından. Nefret ettiği bir şey varsa o da hiç alakası olmayan kişilerin ailesi hakkında olur olmadık konuşmasıydı. Niye herkes bir dedikodu peşindeydi ki? Niye hiç kimse yalnızca kendi hayatına bakmıyordu? Niye elalem diye bir unsur vardı ve niye herkes o unsurun bir ortağı idi? Hiç anlamamıştı bunları Sarp, anlamakta istemiyordu. Biraz daha yol yürümesinin ardından eve vardı genç adam. Kapıyı anahtarla açıp eve girince ise kendini bir curcuna karşıladı. Zeyno merdivenlerden isyan ederek inerken Cem, annesini peşinden koşturuyordu. Sedat karısına seslenirken Çiçek'in açtığı son ses müzik evde yankılanıyordu. Nermin Hanım da söylene söylene mutfakta bir şeyler hazırlıyordu. Şaşılacak bir şey yoktu aslında Akkaya'lar için sıradan bir gündü. "Ev yine fena coşmuş," diyerek mutfağa girdi Sarp. Elindeki poşetleri masanın üzerine koymasının ardından annesinin yanağına da ufak bir öpücük kondurdu. "Sen de yine döktürmüşsün Nermin Sultan." "Çocuklar aç acına okula gitmesin dedim oğlum. İki lokma sıcak bir şey yesinler." "Senin o pamuk ellerine sağlık." Annesinin yanaklarını sıkmasının ardından tabakta dilim dilim duran börekten bir dilim almak için elini uzatmıştı ki aniden Nermin Hanım eline vurdu. "Ellerini yıkamadan börek mi yiyeceksin eşek sıpası?" "Anne ya." "Hiç bana yağ yoğurt deme. Ellerini yıkamadan hiçbir şeye elini süremezsin. Yürü elini yıka öyle gel." Sarp oflayarak mutfaktan çıkarken Zeyno koşarak amcasının yanına geldi. "Halama bir şey söyle amca," dedi sızlanarak. "Beni hiç uyutmuyor!" Zeyno'nun sızlanmasına ufak bir şekilde güldü Sarp. Ardından yeğenini kucağına alıp minik yanağını öptü. "Sen hiç üzülme fındık kurdu ben şimdi halana hesabını sorarım bunun." Çiçek merdivenlerden inerken abisine gözlerini devirdi. "Bir de bana dersin çocukla çocuk olma diye." Yeğenini geri yere indirmesinin ardından gözlerini kardeşine dikti Sarp. "Ben sana çocuklarla çocuk gibi kavga etme diyorum. Sen yanlış anlıyorsun. Ben ne yapayım?" "Gerçekten bu sabah hiç sizinle uğraşamayacağım," diyerek salona girdi Çiçek. Tekli koltuğa rahat bir şekilde oturmasının ardından da kulaklığını takıp telefonunu karıştırdı. Evdeki seslerden uzaklaşmanın en iyi yoluydu bu. "Cem şu üstünü değiş artık! Okula geç kalıyorsun!" Meryem'in sesi evde yakalanırken Sarp üstünü değişmesi için Zeyno'yu da yukarıya gönderdi. Daha fazla yengesinin çıldırmasını istemezdi. En sonunda pes ederek okul formasını giydi Cem. Ancak gömlek giymemekte ısrarcıydı. Günlük t-shirtlerinden birini giymek istiyordu fakat annesi bir türlü izin vermiyordu. "Ama anne gömlek beni çok çirkin gösteriyor ne olur yani aslanlı kazağımı giysem?" Genç kadın sabır dileyerek oğlunun pijama üzerine çıkardığında kesin bir dille "Olmaz," dedi. "Ama neden?" "Okula okul forması ile gitmek gerekiyor da, o yüzden." Küçük çocuk söylenmeye devam ederken Zeyno da odaya giriş yaptı. Deminden beri tokasını arıyor ama bulamıyordu ve emindi annesi tokasının nerede olduğunu biliyordu. "Anne benim kelebekli tokam nerede?" "Nereye koyduysan oradadır." "Kutuya koymuştum ama yok. Bir de sen baksana." Oğlunun gömleğini giydirmesinin ardından kızına doğru döndü Meryem. "Bir daha bak," dedi sabırla. "Baktım ama yok. Yok işte. Lütfen bul anne onu. Lütfen, lütfen, lütfen." Koridora çıktığında "Çiçek!" diye bağırdı Meryem. Biraz kendine yardım etse ölür müydü bu kız? "Çiçek! Kime diyorum ben acaba Çiçek!" Genç kız sonunda yengesinin sesini duymuş olacak ki oflayarak merdivenlerin başından Meryem'e baktı. "Efendim yenge?" "Zeyno'nun tokasına bir baksana. Daha ben kahvaltı hazırlayacağım." Bir günde bir şey kendi olmadan hallolsaydı ama ne mümkün. Çiçek yukarı Çiçek aşağı bu dünyaya sadece söylenenleri mi yapmaya gelmişti, merak ediyordu genç kız. Söylene söylene merdivenleri çıkmasının ardından odaya geçip Zeyno'nun istediği tokayı aradı. "Meryem! Meryem bir gelsene." Kocasının sesini duyunca sakin kalmaya gayret ederek odaya doğru adımladı genç kadın. Odasına girince ise ne var der gibi Sedat'ın yüzünde gözlerini gezdirdi. "Benim siyah gömleğim nerede, gördün mü?" "Dolaptadır nerede olacak?" "Dolapta yok, baktım." Nasıl baktıysan acaba diye içinden geçirdi genç kadın. Ardından dolaba doğru adımladı. Dolabı açtığında ise araya sıkışmış siyah gömleği gördüğü gibi alıp kocasına uzattı. "Bakmakla görmek arasında fark varsa demek." Karısının sözlerini aldırış etmeden gömleğini giydi Sedat. Çok önceden böyle konularda Meryem'le atışmanın yersiz olduğuna karar vermişti. Nasıl olsa hep bir şekilde haklı çıkıyordu karısı. "Çocukları okula götürecek misin bugün?" Kısa bir bakış attı genç kadına Sedat. Sonra da gömleğinin düğmelerini ikilemeye devam etti. "Dükkânda çok iş var Meryem. Sarp götürsün." "İşleri iki saat sonra da halletsen olur. Bugün okulun ilk günü Sedat." "Ne olmuş yani ilk günüyse? İlk defa okula gitmiyorlar ya," diyerek pantolon kemerini bağladı genç adam. "Olabilir ama yine de çocuklar seni yanlarında istiyorlar." "İşlerim var diyorum. Başka zaman gelirim okula olur mu?" "İş mi önemli çocuklar mı?" Sesi giderek yükselirken ellerini de iki yana açıyordu genç kadın. Kocasının en tahammül edemediği huyu, işini her şeyden daha mühim görmesiydi. Çocuklardan bile. "Sabah sabah tartışmayalım istersen," diyerek karısına sert bakışlarla baktı Sedat. Sonra da odadan çıktı. Kocasının arkasından bakarken derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı Meryem ama ne fayda. Zaten yeterince sinirleri zıplamıştı bir de şimdi Sedat'ın bu tavırları kendini iyice deli ediyordu. "Bazen sana gerçekten inanamıyorum Sedat." "Yenge! Yenge bir bakar mısın?" "Hay senin yengene," diye söylendi genç kadın kendi kendine. Ardından tekrar bağırdı. "Geldim Sarp, geldim." Annesiyle birlikte kahvaltıyı hazırlarken sucuk tartışması yaşanmadan sucuğu pişirmek istiyordu genç adam. Çünkü Zeyno yumurtasız, Cem yumurtalı diye tutturacaktı. Bu yüzden de onlardan önce yengesine soracaktı bu soruyu. "Ne oldu Sarp?" Mutfağa giren yengesinin sesini duyunca elindeki sucuğu ona gösterdi Sarp. "Yumurtalı mı yumurtasız mı? Sen karar ver." Genç kadının cevap hakkını mutfağa koşarak giren Cem aldı. "Yumurtalı, yumurtalı, yumurtalı!" "Hayır," diyerek Zeynep de ani bir giriş yaptığı mutfağa. "Yumurtasız. Amca ne olur yumurtasız olsun. Ne olur." Ben pes ediyorum der gibi ellerini kaldırdı Meryem. Çünkü emindi ki yine en iyi çözümü Sarp bulacaktı. İki çocukta sucuğu nasıl istediklerini söyleyerek bağırırken Sarp "Tamam," diyerek tartışmaya bir son verdi. "Tamam o zaman ben Cem'e yumurtalı ve Zeyno'ya da yumurtasız yapıyorum. Oldu mu?" Çocuklar aynı anda havaya zıplayıp yaşasın diye bağırdıklarında genç adam ocağa yöneldi. Sucukları yapmak üzere kolları sıvadığında abisinin sesini duydu. Bir kere de bir şeyin tadını kaçırmasaydı ne olurdu? "Hayırdır?" "Ne hayırdır abi?" derken Sedat'a bakmıyordu Sarp çünkü onun çatık kaşlarını görerek bu sabahki moralini bozmak istemiyordu. "Gömü falan mı buldun da haberimiz yok? Sofrada bir kuş sütü eksik. Nereden geliyor bunun kaynağı?" Nermin Hanım oğluna ters bakışlarla bakarken Meryem boğazını temizleyerek "Cem, Zeyno," dedi. Babalarının yine bağırmasına şahit olmalarını istemiyordu. "Hadi çantalarınızı alın gelin. Sonra okula geç kalıyorsunuz." Bu sefer itiraz etmeden odalarına çıktı çocuklar. Sarp ise ocağı kapatıp abisine döndü. "Gömü falan bulmadım abi. Yalnızca Bugün okulun ilk günü diye çocuklar güzel bir kahvaltı etsin istedim. Zeki abiden de birkaç parça bir şey aldım tamam?" "Zeki abin bedava mı dağıtıyormuş bunları?" Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı Sarp. "Abi," dedi sakin olmaya çalışarak. "Hepsinin parasını ben vereceğim tamam? Yeter ki şu kahvaltının tadını kaçırma." Yeniden bir şey diyecekti ki Sedat Nermin Hanım araya girdi. Bugün tek gürültü patırtı istemiyordu. "Hadi hadi," diyerek masanın başına oturdu. "Yapalım kahvaltımızı da işimize gücümüze bakalım. Çocuklar okula geç kalıyor." Meryem de, annesine destek olmak ve bu gerginliğe bir son vermek amacıyla ocağa yöneldi. "Ben çayları koyayım." "Çiçek nerede?" diye sordu Sedat. Her zaman ki gibi sofra hazırdı fakat kardeşi ortalıkta yoktu. "Buradayım abi," diyerek içeri girdi genç kız. Sandalyeye oturduğunda ağzına bir lokma ekmek atmıştı ki Sedat abisinin üzerinde gezinen bakışlarına maruz kaldı. "Senin bu halin ne? Okula mı gidiyorsun düğüne mi, belli değil." Ofladı Çiçek, okulun ilk günü diye serbest kıyafet giymişti ne vardı bunda? Kalın askılı beyaz bir elbise vardı üzerinde ona uygun da hafif bir makyaj. Saçlarına da maşa çekmişti alt tarafı. Abartılacak bir şey yoktu. "Ne varmış halimde abi?" "O üstündeki elbisenin devamı nerede? Kumaş mı yetmemiş de bu kadar kısa yapmışlar?" O an abisine ters bir şey dememek için kendini zor tuttu Çiçek. Sinirlerine hâkim olmak için çabalarken Sarp olaya el attı. "Acaba diyorum şu kötü esprilerin yerine bir kere de kıza ne kadar güzel olduğunu mu söylesen?" Tek kaşını kaldırarak Sarp'a baktı Sedat. Kardeşinin açık saçık giyinmesinin neresi güzeldi? "Espri yapmıyorum, doğruları söylüyorum. O kısacık elbiseyi giyip okula gitmesi doğru mu, sen söyle." Elindeki çatalı sertçe bıraktı genç kız. Harbiden abisinin kendini bu kadar sıkmasını sevmiyordu. "Gerçekten bu kadar kasıntı olmak zorunda mısın abi?" "Çiçek!" dedi Nermin Hanım sert bir sesle. "Karşında abin var, arkadaşın değil." "Tabii zaten bir tek benim söz hakkım yok bu evde." Çiçek söylenirken Sedat sabır diliyordu. Neden şöyle aklı başında bir kardeşi yoktu ki? Sarp ayrı bir kafa Çiçek apayrı bir kafaydı ve ikisi de kendinin sözünü dinlememekte pek bir kararlıydı. Zeyno ve Cem yeniden mutfağa girince Çiçek'e bir şey diyemedi Sedat ve nihayet herkes sofraya oturdu. Sofrada ne kadar huzur vardı tartışılırdı ancak kapı çalınca gerginlik dolu sessizlik bozuldu. Cem hızla kapıyı açtığında karşısında Caner abisini görünce kocaman gülümsedi. En az amcasını sevdiği kadar severdi onu. "Caner abi!" "Naber aslan parçası?" diyerek içeri girdi genç adam. Cem'in saçlarını okşarken gözleri de mutfakta geziyordu. "Bana da yer var mı sofrada?" "Olmaz olur mu," diyerek ayağa kalktı Sarp. Caner'i kardeşi olsa bu kadar çok severdi. Çocukluğu, gençliği hep onunla geçmişti. "Gel oğlum gel. Senin bu sofrada hep yerin var." "Oy benim Nermin Sultan'ım ver senin o pamuk ellerini öpeyim." Caner mutfağa geçip yaşlı kadının elini içtenlikle öptü. Annesi gibiydi Nermin Hanım, öyle ki hiç aratmamıştı annesinin yokluğunu. Genç adam sofrada yerini alırken kapı yeniden çaldı. Cem yeniden kapıya baktığında ise bu kez Sırma ablasını gördü. Onun geldiğini gören ev ahalisi genç kızı da sofraya davet ettiler ancak Sırma her zaman ki gibi yok girmeyim, diyerek inat etti. Ancak Çiçek'in ısrarına pes ederek içeri girip kahvaltı sofrasına oturdu. Çiçek'in arkadaşıydı o da. On yaşından beri hiç ayrılmamışlar, beraber büyümüşler, aynı okula gitmişlerdi. Şimdi de aynı liseye gidiyorlardı. Sofrada havadan sudan konuşurlarken Sarp saatine baktı ve çocukların gerçekten artık okula gitme vaktinin geldiğini fark etti. Çayından son yudumunu alıp "Hadi bakalım," dedi. "Okul vakti geldi. Yolcu kalmasın!" Sarp ayaklanırken Zeyno üzgünce babasına baktı. "Bizi sen götürmeyecek misin baba?" "Benim işlerim var kızım. Bugünlük amcan götürsün ben başka zaman götürürüm sizi." Gözleri doldu küçük kızın. İçinde büyük bir öfke peyda olurken hayal kırıklığını minik kalbinde hissetti. Biliyordu, babası hiç gelmezdi okula ancak bu kez gelir diye beklemişti, ancak yine yanılmıştı. "Hep aynı şeyi yapıyorsun! Bütün arkadaşlarının babası geliyor ama sen hiç gelmiyorsun! Çünkü sen bizi sevmiyorsun!" Zeyno çocukça bir öfkeyle söylediği sözler sonrasında hızla mutfaktan çıktı. Herkes onun arkasından bakarken Cem de kızgın gözlerini babasın da gezdiriyordu. Cansu'ya babam gelecek demişti fakat şimdi babası ben gelmeyeceğim diyordu. Ne diyecekti şimdi arkadaşına? Cansu kendinin arkadaşıydı ya da değildi hoşlandığı bir kızdı ve bu yüzden de babasının okula gelmesini istiyordu. Ancak bunu yapmıyordu işte babası. Cem de, kardeşi gibi mutfağı öfkeyle terk edince masadaki bütün gözler Sedat'a döndü. "Ne?" dedi genç adam hiddetle. "Sanki bizim babamız her gün bizimle okula gelirdi. Sen söyle anne, ne zaman babam bizi elimizden tutup okula götürdü? Biz bırak böyle davranmayı babamızla iki kelime konuşmaktan bile korkardık. Yalan mı?" Nermin Hanım, oğluna ters bakışlarla bakarken Sarp umutsuzca iç geçirdi. "Hiç anlamayacaksın değil mi abi?' Başka bir şey demeden de mutfaktan çıktı Sarp. Sedat ise kardeşinin arkasından anlamaz bakışlarla baktı. "Bu da ancak böyle artist artist konuşmayı bilir." Çiçek tuttuğu nefesini vererek çay bardağını masaya bıraktı. "Size afiyet olsun, ben doydum. Hadi Sırma biz de gidelim." Sırma başını sallayarak arkadaşının ardından ayağa kalktı. Birlikte kapının önün geldiklerinde Sarp'ın çocuklarla konuştuğunu gördüler. "Sen boş ver babanı biz yoldan Cansu'yu da alırız olur mu aslan parçası?" "Alır mıyız gerçekten?" "Alırız tabii," diyerek yeğeninin saçlarını karıştırdı Sarp. Sonra da Zeyno'nun yanakları sıktı. "Ama sen asma güzel yüzünü fındık kurdu. Boş ver babanı biz daha çok eğleniriz. En sevdiğin şarkıyı açarız olmaz mı?" "Olur," dedi küçük kız istemsizce. Biliyordu amcası kendini güldürmek için uğraşıyordu fakat babası gelmediği için üzgündü işte. "O zaman hadi bakalım doğru okula." Tam kapının kolunu tutmuştu ki genç adam Sırma'nın sesini duyunca durdu bir an. "Sarp abi." "Ne oldu Sırma?" Genç kız, Sarp'ın kehribar gözleriyle göz göze gelince yutkunma ihtiyacı hissetti. Ne zaman yeşil gözleri onun gözleriyle buluşsa böyle oluyordu. Yüreği hızla çarpıyor, midesi burkuluyordu. Ne zamandan beri bu hisleri hissettiğini bilmiyordu Sırma ama çocukluğundan beri böyleydi. Abi olarak görmüyordu Sarp'ı, kalbinde çok özel bir yere sahipti genç adam. Her zaman duygularını bastırmış, kimseye bir şey belli etmemişti genç kız çünkü utanmıştı. Kendinden on yaş büyük bir adama, en yakın arkadaşının abisine bu duyguları beslediği için utanmıştı. Ancak bu utanç yaşıyla birlikte kalbinde büyüyen duyguların önüne geçememişti. Her ne kadar denese de hislerine mani olamamıştı Sırma. Şimdi de yalnızca içinden, sessizce seviyordu Sarp'ı. Kimseye belli etmeden, kendi kendine, öylesine. "Benim bir yere uğramam gerekiyor da sizinle gelmesem? Yani zahmet vermeyim sana." "Ne zahmeti Sırma, olur mu öyle şey? "Sırma Allah aşkına bırak artık şu çekingenliği," diyerek kapıyı açtı Çiçek. "Hadi, cidden geç kalıyoruz." "Tamam o zaman." Sarp cüzdanını odada unuttuğunu fark edince bekleyin geliyorum diyerek yeniden yukarı çıktı. Cüzdanı komodinin üstünden alırken cüzdan elinden kayarak yere düştü. Yere düşünce de içindeki eşyalar dağıldı. Genç adam içinden söylenirken eğilip eşyaları topluyordu ki, yerdeki fotoğrafı fark edince yutkunarak resmi eline aldı. Fotoğraftaki kadın yıllardır unutamadığı kişiydi. Feyza. On yıl geçmişti. Tamı tamına on yıl. Feyza'nın gidişinin üzerinden geçen on yıl. Sahi ya, zaman nasıl bu kadar hızlı akıp gitmişti? Nasıl Sarp on yıldır Feyza olmadan hayatına devam etmişti? Gerçekten etmiş miydi? Gerçekten yaşamış mıydı Feyza gittikten sonra? Hayır. Koca bir hayır. Nefes almıştı, gülüp eğlenmişti belki ama kalbindeki boşluk hiç dolmamıştı. Dolamazdı da. Feyza'nın boşluğunu kimse dolduramazdı. On sene önce Sarp hayatında bir ilki yaşayarak bir kızla sevişmişti fakat sabahı o kız, kendini öylece bırakıp gitmişti. Sonra da ne aramıştı, ne sormuştu. Fakat Sarp buna rağmen kimseyi almamıştı hayatına. Feyza'nın hatırasına daima sadık kalmış, hiç umut olmamasına rağmen içinde gizli bir ümit büyüterek, Feyza'nın gelmesini beklemişti. Lakin gelmemişti Feyza, hiç dönmemişti buralara. Bir haber dahi göndermemişti kendine. Oysa ne yapmıştı Sarp, ona? Ne? Koca bir hiç. Evet, koca bir hiç uğruna başlamadan bitmişti her şey. Aramıştı, ulaşmaya çalışmıştı, Feyza'dan ufacık bir haber almak için her yolu denemişti genç adam ancak elleri hep boş kalmıştı. Yoktu. Yoktu işte Feyza ve ona dair hiçbir şey bilmiyordu bile. Neredeydi, ne yapıyordu, kimlerle birlikteydi? Bilmiyordu, belki de hiç bilemeyecekti de. Belki de evlenmişti Feyza, hatta çocuğu bile vardı. Olamaz mıydı? Olurdu. Belki de bu ihtimallere rağmen bir aptal gibi onu bekleyen Sarp'tı. Feyza unutmuştu belki kendini ve tüm hatırlarını da. "Amca hadi!" Zeyno'nun sesini duyunca gerçek dünyaya geri döndü Sarp. Resmi cüzdanına koyup gözlerindeki ıslaklığı sildi. "Geliyorum!" Genç adam geri aşağı indiğinde nihayet hep birlikte dışarı çıkıp arabaya bindiler. Araba doblo türü siyah bir araçtı. Zamanında Sedat kredi çekerek almıştı bu arabayı. Çünkü geniş bir aile idiler ve arabaya elbette ki ihtiyaçları oluyordu. Sarp çocukları okula bırakıp dükkâna öyle geçecekti. Sedat ise her zaman ki gibi arkadaşı Gökhan ile gidecekti işe. Gökhan, abisinin hem arkadaşı hem ortağıydı. Tıpkı babalarının da bir zamanlar ortak olmaları gibi. Okul yolculuğu gülerek, eğlenerek geçti. Sarp, çocuklara hareketli şarkılar açarak onların keyiflerini daha da yerine getirdi. Kısa bir yolculuk olmasına rağmen oldukça eğlendi herkes. İlk Cem ile Zeyno'yu sonra da Çiçek'le, Sırma'yı bıraktı Sarp. Kendi de sanayiye doğru yol aldı sonrasında. Yollar tuhaf bir şekilde uzun geliyordu bu gün Sarp'a. Sanki her zamankinden daha fazla trafik vardı. Pazartesi olduğu için normal olsa gerekti bu. Kısa bir süreliğine kırmızı ışıkta durmasının ardından yoluna devam etti genç adam. Dar bir yola girdiğinde ise küçük ancak oldukça gösterişli bir araçla karşı karşıya kaldı. İki araçta birbirine korna çalarken geçecek hiçbir mesafe bulamıyorlardı. Geri geri gitseler bile yoldan çıkış yoktu. Sarp sabır dileyerek el kol işareti yaparken karşı arabanın içindeki kadına da saygılı olmaya dikkat ediyordu. Her ne olursa olsun kendi için kadına saygı ilk sırada gelirdi. Fakat karşısındaki Kadın da sabrını fazlasıyla zorluyordu. En sonunda pes ederek kapıyı açıp arabadan indi Sarp. "Hanımefendi eğer arabayı geri çekemiyorsanız bırakın ben çekeyim." Genç kadın onun dediklerini tam anlamasa da hışımla arabadan inmek için atağa geçti. "Siz hep böylesiniz değil mi? Kadın halledemedi mi, kendiniz halletmeye çalışırsınız. Tüm erkekler usta şoför ya. Hayır yani ne olur siz arabayı geri çekseniz acaba?" Arabadan indiğinde çatık kaşlarıyla karşısındaki adama bakıyordu ki genç kadın. Gözlerine inanamadı. Nasıl bir tesadüftü bu? Şaşkınca adamın adını söylerken yaşadığı anın gerçekliğini kavramak istiyor gibiydi. "Sarp" Sarp en az karşısındaki kadın kadar şoke olurken bunun bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Evet, bu kadın kesinlikle oydu. Ela gözleri, dalgalı kahve saçları, esmer teni ve bu duruş.... Bu duruş sadece tek bir kişiye ait olabilirdi. "Feyza" Şaşkınlıkla gülümserken yanılmadığına inanmak istiyordu Feyza. Karşısındaki kehribar gözlü adamın Sarp olduğuna inanmayı. Dar yolun ortasında iki genç öylece dururken kaderin kendilerini tekrardan birleştirdiğini ancak anlıyorlardı ya da anlayacaklardı. Fakat kader onların birleştirdiği gibi daima bir arada olmalarına izin verecek miydi veya onlara bunu, yıllar önce başaramadıklarını başaracaklar mıydı? Belki de yazgı Feyza'yla, Sarp'a ikinci bir şansı vermişti ancak ikinci şansa, birincisinden daha çok dikkat edilmesi gerekti. Onlar da galiba en başta bunu öğrenmelilerdi. |
0% |