@petekayla
|
"Anne, Cem istediğim kanalı açmıyor!" "Zeyno da beni rahat bırakmıyor!" "Ben Uğur Böceği İle Kara Kedi'yi izlemek istiyorum!" "Ben de Kral Şakir'i!" Cem ve Zeyno istedikleri çizgi filmi izlemek için kavga ederken kumanda için büyük bir mücadele veriyorlardı. İkisi de sabahın erken saatlerinde kalkmış, üstlerini bile değişmeden salona inip televizyon kumandasına yapışmıştı fakat sorun şu ki, izlemek istedikleri çizgi filmde anlaşamıyorlardı. Biri kumandayı almayı başardığında diğeri bir şekilde kardeşinin elinden kumandayı kapıyor, diğeri de bağırıyordu. Her zaman ki televizyon konusunda anlaşamıyorlardı. Pazar günü olduğu için de okul yoktu bugün ama evde bir curcuna vardı. "Çocuklar!" diyerek salona girdi Meryem. Ne olurdu bir kere de çocukları kardeş kardeş anlaşabilseydi? "Ne oluyor sabah sabah?" "Cem benim istediğim yeri açmıyor!" Zeyno cadılığını takınarak konuştuğunda minik ellerini de beline yerleştirmişti. Esmer yüzünde öfkeli bir ifade hâkimdi. "Önce sen bana abi de!" Omuzlarını silkti Zeyno. Cem kendinden sadece iki yaş büyüktü ve sırf bu yüzden ona abi demesi gerekmiyordu. "Demeyeceğim işte." "Ben de Uğur Böceği ile Kara Kedi'yi açmayacağım!" "Ben de sana Kral Şakir'i izlettirmem o zaman!" "Saklarım kumandayı." "Babama söylerim ben de seni. Cem kumandayı sakladı, vermiyor, derim." Zeyno, abisini tiz sesiyle tehdit ederken Cem de, kardeşinden geri durmuyordu elbette. O da Zeyno gibi ellerini beline yerleştirmiş öfke dolu gözlerle bakıyordu kardeşine. Birbirlerine karşı dururlarken inatlaşan iki keçiden farkları yoktu. Birbirlerinin dikine dikine gidiyorlardı. "Cem, Zeyno yavrum siz sabah sabah beni çıldırtmak mı istiyorsunuz?" İki kardeş annelerine doğru döndüklerinde yine zıtlaşmaya başlayacaklardı ki, Meryem elini oğluna doğru uzattı. Madem anlaşamıyorlardı o zaman anlaşmayı, bir olmayı, birbirlerine saygı göstermeyi öğreneceklerdi ve o zamana kadar televizyon kumandası ellerine geçmeyecekti. "Ver o kumandayı bana." "Ama anne..." "Cem kumandayı bana ver, dedim." Annesinin emrivaki sözleri karşısında el mahkûm kumandayı genç kadına verdi Cem. Tabii ufak yüzü sirke satıyordu, Zeyno yüzünden en sevdiği çizgi filmin yeni bölümünü izleyemeyecekti. Meryem kumandayı eline aldığı gibi açık televizyonu kapadı. Sonra da itiraz istemeyen bir ses tonuyla anne olarak otoritesini ortaya koydu. "Şimdi odalarınıza gidip üzerinizi değişip elinizi yüzünüzü yıkıyorsunuz sonra da aşağı inip uslu uslu oturup kahvaltı hazır olana kadar yarım kalan derslerinizi yapıyorsunuz. Kavga etmeden televizyon izlemeyi öğrenene kadar da kumandayı elinize almıyorsunuz. Anlaşıldı mı?" İki kardeş omuzlarını düşürdüklerinde aynı sözleri aynı anda söylediler. Biliyorlardı her ne yaparsa yapsınlar annelerini kumandayı vermeyeceklerdi kendilerine çünkü gerçekten sinirlenmişti. Bunu anlayabilecek kadar büyümüşlerdi. "Anlaşıldı anne." Cem'le, Zeyno oflaya oflaya salondan çıkarken Meryem arkalarından baktı. Çocuk gelişimi hakkında o kadar kitap okumuş olmasına rağmen bazen bocalıyor ve çocuklarına karşı yanlış davranışlar sergilemekten korkuyordu. Bu hayatta en değerli varlığı iki evladıydı, onlara iyi bir anne olabilmekte tek gayesiydi. Bunu başarıyor muydu, işte o konuda pek emin değildi. "Niye kavga ediyorlarmış?" Sedat'ın salonun girişinde durduğunu o an fark etti genç kadın. Gözlerini kocasına çevirdiğinde iç geçirdi. Keşke bir kere de kendine sormak yerine direkt çocuklarıyla ilgilenerek sorunun ne olduğunu öğrenseydi. "Niye olacak, televizyon için." "Ben diyorum televizyonu kaldıralım diye ama ben dinleyen kim." "Sana kalsa evdeki tüm teknolojik aletleri kaldıracağız abi," diyerek odaya ani bir giriş yaptı Çiçek. Abisinin yanından geçip tekli koltuğa oturdu. Oturur oturmaz da telefonuna gelen bildirimlere göz attı sonra da hızlı hızlı mesaj yazmaya girişti. "İlk başta da o elindeki telefonu." Sedat, kardeşinin elindeki telefonu işaret ederken Çiçek oflayarak başını kaldırıp abisine ters bakışlarla baktı. Yine mevzu kendinin telefonuna gelmişti ya, bir şey demiyordu. "Hayır ben anlamıyorum, benim telefonum niye bu kadar senin gözüne batıyor?" "Elinden düşürmerdiğin için olabilir mi?" "Abi ya," diye söylenirken gözlerini kapadı Çiçek. Alt tarafı kendine mesaj atan arkadaşlarına cevap yazıyordu, ne vardı bunda? "Hiç bana oflama Çiçek Hanım. Kimle mesajlaşıyorsun sabah sabah?" "Arkadaşlarla." Kardeşi umursamaz bir şekilde mesaj yazmaya devam ederken tek kaşını havaya kaldırdı Sedat. O arkadaşlar tüm gün ne konuşuyorlardı da Çiçek'le, Çiçek Hanım elinden telefonu bırakmıyordu? İnternetteki o, it kopuklar da dahil miydi arkadaşlarına? Kardeşine hiç güvenmiyordu bu konularda ve onun bir haltlar karıştırdığına emindi ancak elinde hiçbir kanıt olmadığı için ses çıkaramıyordu. "Kim o arkadaşların?" "Özlem, abi. Özlem. Sınıf arkadaşım. Tanıştırmamı ister misin?" Genç kız bıkkınlıkla abisini bakarken Sedat'ın sinirli sesini duyması çok uzun sürmedi. "Çiçek!" Kendinin de sinirleri bozulmuştu fakat buna rağmen eğleniyordu Çiçek. Gülmemek için alt dudağını dişlerken kendini abisinin gazabından kurtaran her zaman ki gibi yengesi oldu. "Sedat tamam gitme kızın üstüne. Gençler şimdi böyle işte, gün boyu mesajlaşıyorlar." Sedat öfkeli kahve gözlerini karısına çevirdiğinde Meryem lafı değiştirmeyi başardı. Yıllardır kocası ile Çiçek ya da Sarp arasında olası bir kavganın önüne geçmişti sonuçta. Her zamanda zaferi kazanan kendi olmuştu. "Hem sen onu bunu boş ver. Peynir, zeytin falan bitti evde Zeki abiye uğra da biraz biraz alıver." "Sarp nerede?" "Fırına gitti, biberli ekmek içi hazırlamıştım da onu pişirmeye götürdü." Başını sallamakla yetinirken "İyi," dedi genç adam. "Üzerimi değişeyim, giderim." Başka bir şey demeden de odadan çıkıp merdivenlere doğru yol aldı. Meryem ise hızla Çiçek'e dönüp gözlerini kocaman açarak sert sesini takındı. "Kızım senin sabah sabah derdin ne? Abini çıldırtmak mı istiyorsun?" Abisi bitmişti yengesi başlamıştı, ne güzel bir pazar sabahı ama. Oflayarak yeniden gözlerini ekrandan kaldırıp yengesine dikti Çiçek. "Yenge sen yapma bari ya." "Biliyorsun abini, ne diye kıllandırıyorsun?" "Ne dedim ki?" Koltukta otururken bir yandan mesaj yazıyor bir yandan yengesine laf yetiştiriyordu Çiçek. Genç kadın ise hâlâ ayakta dikilmeye devam ediyordu. Kollarını göğsünde bağladığında iç geçirdi. "Elli defa dedim abinin önünde fazla telefonla haşır neşir olma diye. Şüphe düşüyor işte içine. Bir de saçma sapan cevaplar veriyorsun." Yanaklarını şişerek ayağa kalktı genç kız, sabah sabah herkes kendinin üzerine gelmeye yemin mi etmişti? "Kabahat bende. Vallahi bende. Ne diye yataktan çıkıp salona indiysem." Çiçek söylene söylene odadan çıkarken Meryem iç geçirdi. Ailesi her zaman ki gibi klasik bir pazar gününe günaydın, demişti aslında. Merdivenlere doğru yol alırken hâlâ mesajlaşmaya devam ediyordu genç kız fakat Nermin Hanım'ın alt kattaki odasından çıkıp kendine seslenmesi çok gecikmedi. "Kızım," dedi yaşlı kadın. Duyduğu bağrış sesleriyle gözlerini açmıştı az önce ve yüreğini ağzına gelmişti. Kim niye bağırıyordu sabah sabah? "Efendim anne?" diyerek annesine doğru döndü Çiçek. Kim bilir şimdi o, ne diyecekti kendine? Telefonu elinden indirmiş Nermin Hanım'ın yüzünde bakışlarını gezdiriyordu. "Ne oluyor sabah sabah?" Omuzlarını silkti genç kız ve dudaklarına alaylı bir gülüş yerleştirdi. "Bir şey olduğu yok annecim. Akkaya ailesi yeni bir sabaha daha uyandı." Ters bakışlarla baktı yaşlı kadın, kızına. "Tövbe tövbe ne biçim laf o?" "Hiç tövbe çekme gayet doğru bir laf annecim. Zira Akkaya ailesinin huzurlu, tatlı bir güne uyanması çölde yağmur yağması kadar imkânsız. Bilmem, anlatabiliyor muyum?" Çiçek başka bir şey demeden kendi kendine gülüp merdivenlerden çıktığında annesinin ters bakışlarının üzerinde gezdiğini hissetse de umursamadı. Madem evde kaos eksik olmuyordu o zamandan bunu eğlenceyi çevirmeyi de öğrenmeliydi, ki öğrenmişti de. Dramayı, komediye çevirmek gerekiyordu bazen, olaylarla alay etmek çünkü o zaman hayat daha çekilir bir hâl alıyordu. On yedi yıllık hayatında, şu evin çatısı altında kendi de bunu öğrenmişti işte. Başına gelenlere gülmeyi. "Yok yok bu kız zıvanadan çıktı. Dili pabuç gibi oldu iyice. Şu verdiği beş beş cevaplara bak hele." Nermin Hanım kendi kendine söylenirken mutfağa girip gelinine yardım etmek üzere kolları sıvadı. Pazar günü kahvaltıları özeldi onlar için, sofrada her şey tam anlamıyla olmalıydı. A'dan Z'ye kahvaltılık olan ne varsa yer almalıydı sofralarında. Başta Hatay'a özgü olan, Testi, Dil ve Ezme peynirleri. Her birinin tadı farklıydı, farklı olduğu içinde hepsi aynı damak tadına hitap etmiyordu. Ailede bile herkes farklı farklı peynir seviyordu. Sonra masada Hatay kahvaltılarının vazgeçilmez olan Tuzluyoğurt. Saatlerce kaynatılan inek ya da keçi sütünden elde edilen ekşi bir tattı o da. Evlerde de mutlaka kavanoz kavanoz bulunurdu. Tuzluyoğurt'suz bir kahvaltı Hatay'da düşünülemez düşünülmesi dahi teklif edilemezdi. Tıpkı küflü çökelek gibi. Küflü diye şehir dışındaki insanlar ön yargılı diye yaklaşsalar da ona tadını veren küfüydü ve zaten o küfü temizlenerek yeniyordu. Yapımının zahmetli olmasının yanında, küflenmesi için aylarca beklemek gerekiyordu. Tabii küfledirmeden, taze taze yemeyi tercih edenler de vardı. Hatay'ın bir diğer kahvaltılık tadı ise tartışmasız Zahter'di. Bin derde şifaydı Zahter, ilaçlardan, iğnelerden çok daha etkili, kimin ne derdi varsa yok edecek kadar güçlü bir bitkiydi. Dışarıda kekik olarak bilinse de asıl adı Zahter'di ve toz halinde değil, direkt bitki halinde satılırdı. İsteyenler de alıp salatasını yapardı. Herkes sevmese de güzel olurdu salatası. Domatesle, nar ekşisiyle, taze biberle ve tuzla karıştırılarak yapılırdı tabii üstüne de zeytinyağı eklenirdi. Gelin, kaynana tüm bunları özenle hazırlarken Sarp anahtarla kapıyı açıp eve girdi. Elindeki sıcak biberli ekmeklerin kokusu şimdiden iştah açıyordu. Mutfağa geçip elindeki poşeti masanın üzerine koymasının ardından annesinin yanağına ufak bir öpücük kondurdu genç adam. Tabii doğranmış domateslerden bir tanesini ağzına atmayı ihmal etmedi. "Yine döktürmüşsünüz hanımlar." "Yaptık işte bir şeyler," derken servis tabaklarını masaya yerleştiriyordu Meryem. Fakat Nermin Hanım'ın yüzü sirke satıyordu, oğluna karşı tavırlıydı. Dün gece oğlunun, o kıza nasıl da yapıştığını pencereden görmüştü çünkü. "Anne," dedi genç adam sabah sabah ne olduğunu anlamak için. "Hayırdır senin yüzün niye asık?" "Acaba niye bir düşün bakalım." Nermin Hanım yaptığı zahter salatasını eline alıp arkasını döndüğünde Sarp gözlerini kapatıp sabır diledi. Yine mi Feyza mevzusuydu? "Feyza'ya mı bozuldun sen? Anne bak karşı ev boştu, kız da aramasın dedim boşuna ev, taşındı, bitti. Uzatma artık ne olur." Oğluna doğru döndüğünde kaşlarını çattı yaşlı kadın. Nasıl da yediği haltı biliyordu. "Hadi yedin bir halt getirdin burnumuzun dibine soktun o kızı. Abinle evini döşediniz, ettiniz ona da tamam. Evimize gelip soframıza da oturdu, gelsin buyursun. Kapımızda, soframızda herkese açık ama sen ne diye elin kızına sarılıyorsun mahallenin ortasında? Ya bir gören olursa diye hiç mi düşünmüyorsun?" Annesi konuşurken gözleri kapalı olarak onu dinliyordu Sarp. Yine ne abartmıştı Nermin Hanım. Alt tarafı bir sarılmaydı, görenler varsa da görsündü, ne olacaktı sanki? Ayıplanacak, kınanacak bir davranış değildi nihayetinde sarılmak. "Anne..." "Hiç bana anne falan deme Sarp! Bak seni son kez uyarıyorum oğlum. O kızdan uzak duracaksın. Bu yaştan sonra kimseyi arkamdan konuşturmam ben! Hele de o kız yüzünden adımızın çıkmasına izin vermem! Bunları aklına iyice sok!" Nermin Hanım başka bir şey demeden mutfaktan çıktığında tuttuğu nefesini verdi Sarp. Ne dese ne etse annesi kendini dinlemeyecek, anlamayacaktı sadece kendi nefesini boşa tükettiği ile kalacaktı. Belki de lazım olan şey biraz zamandı ve o zamanı annesine verebilirdi galiba. "Sarp," dedi Meryem, kayınbiraderinin nasıl bir halde olduğunu anlamak için. Hiçbir tepki vermiyordu çünkü genç adam. Dudaklarına hüzünle alay karışımı bir tebessüm kondurdu Sarp. Duygularını anlamak gerçekten güçtü aslında şu an. "Alışacağız." Başka bir şey demeden yaslandığı tezgâhtan ayrılıp buzdolabına yöneldi genç adam. Dolapta duran şişedeki sütü çukur bir kaba döküp içine biraz ekmek doğradı. Sonra kabı alarak evden çıktı. Kapının hemen yanında duran yavru kedi, Sarp'ı görünce hızla onun yaklaşıp yerdeki kabın içindeki ekmekleri yedi, sütü afiyetle içti. Defalarca Sarp kendine yemek verdiği için artık tanıyordu onu, korkup kaçmıyor aksine iç güdülerine dayanarak güveniyordu kendine yemek veren bu adama. Sarp yere çöktüğünde yavaş dokunuşlarla okşadı kediydi. Hayvanlara karşı sonsuz bir sevgisi vardı. Onlar dünyanın en masum, en saf, en günahsız varlıklarıydı. Keşke insanlar onlar gibi olsaydı da şu yalan dünya kirlenmeseydi. Evet, dünyayı kirleten hayvanlar değil, insanlardı. En basitinden çiğnedikleri sakızı bile yere atıyorlar, kuşların ölümüne sebep oluyorlardı. Zavallı kuşlar, o sakızları ekmek zannedip ağızlarına alıyorlar sonra da sakızı yutamayıp boğuluyorlardı. Fakat sonra insan yine en yüce varlık oluyordu, ne büyük ironi. Sanki egzoz gazlarıyla, fabrika dumanlarıyla, kimyasal silahlarla, füzelerle dünyayı kirleten kendileri değilmiş gibi. "Sen çok mu acıktın Ziya? Annen süt vermiyor mu artık sana?" Evet, kedinin ismini Ziya koymuştu Sarp. Yavru kedi, buralarda dolanmaya başlayınca onu sahiplenmiş adına da Ziya demişti. Kendince bu ismin onun yakıştığını düşünmüştü. Öyle de kalmıştı ismi. Ziya, kendini anlar gibi miyavlayınca güldü Sarp, zavallıcık henüz iki aylık olmasına rağmen sokaklarda bir başına kalmıştı. "Ama eminim şu an annen seni arıyordur. Birazdan gelir buraya merak etme." Bir an gözlerini karşıya çevirdiğinde oradaki evde uzun uzun gezdirdi bakışlarını. Feyza ne yapıyordu acaba şimdi? Ya da uyanmış mıydı? Ya dün gece eve girdikten sonra kendi gibi şapşal şapşal gülümseyip durmuş muydu? Zira kendi dün geceyi, Feyza'ya sarıldığı anı tekrar tekrar hayal edip tatlı bir tebessümle gülmekten kendini alamıyordu. Nasıl da güzeldi ama yıllar sonra Feyza'ya sarılmak, nasıl da güzeldi o kadar zaman sonra özlediği kadının kokusunu doya doya içine çekmek. Ya saçlarına dokunmak... Her bir teline hayran olduğu o karamelimsi ipek kadar yumuşak saçlarında elini gezdirmek... Bir daha bunları, hiç yaşayacağını düşünmezdi Sarp fakat yaşamıştı işte ve yaşamak inanılmaz güzeldi. Yeniden doğmak, nefes almaya başlamak gibiydi. "Sana da mahalle daha bir güzel geliyor mu bugün? Sokaklar güzelleşmiş, silik duvar yazıları bile yeniden anlam kazanmış gibi. Bak yapraklarını döken ağaçlar bile gülümsüyor sanki. Neden biliyor musun? Feyza geldi diye." Ziya yeniden bakışlarını Sarp'ın yüzüne diktiğinde onun dediklerini anlamaya çalışıyormuş gibi baktı. Kaşlarını çattı Sarp, sahi Ziya daha tanımıyordu Feyza'yı. "Bakma öyle oğlum Feyza yabancı değil, benim arkadaşım. Bak karşı evde oturuyor, oraya taşındı. O da artık bizimle olacak biliyor musun? Sakın korkma Feyza'dan tamam mı? O çok harika bir insan, harika bir kadın, harika bir öğretmen. Eminim o da seni çok sevecek, benim gibi süt verecektir sana. Sakın tırmalamaya kalkma Feyza'yı ha, sonra bozuşur, külahları değişiriz." Sarp, kediyle konuşmaya devam ederken bilmiyordu ki sesinin karşı evin açık penceresine kadar ulaştığını. Yeni uyanmış olan Feyza'nın kendini duyduğunu. Evet, duyuyordu Feyza, Sarp'ın sesini ancak uykuyla uyanıklık arasındaydı. Buna rağmen de dudaklarında tatlı bir tebessüm vardı. Belki yıllar sonra hissettiği huzurdu bu, belki de dün geceden kalan güzel hislerin işareti. Gözlerini yarı bir şekilde açınca ilk nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra hatırladı kendi evinde olduğunu. Doğru ya, kendi evinde kendi yatağında yepyeni bir sabaha uyanmıştı. Kendi kendine gülüp çift kişilik yatağında cenin pozisyonunu aldığında bir kez daha gözlerini kapatıp açtı genç kadın. Eğer rüya görüyorsa uyanmak istemiyordu. Ilık bir rüzgâr pencereden süzülüp kendini okşarken tatlı bir seste ulaşıyordu kulaklarına ve o ses içini tatlı tatlı gıdıklıyor, huzuruna huzur katıyordu. Gözlerini tamamen açtığında bir süre daha tembel tembel uzandı yatağında Feyza. Sonra ise doğrulup yataktan kalktı. İlk, pencereden baktığında Sarp'ın yavru bir kediye süt verdiğini gördü ve durup o görüntüyü dakikalarca izledi. Bir adama hayvan sevgisi ne kadar çok yakışırsa Sarp'a o kadar çok yakışıyordu. Bambaşkaydı Sarp'ın, şefkati, merhameti. Sanki o en çok, Sarp'ın güzel kalbi için yaratılmıştı o yüce duygular. Lisede de böyleydi Sarp, nerede kedi, köpek görürse onlarla konuşur, onlara yemek verirdi. Bir de yavruysa daha bir çok sahiplenir, asla bırakmazdı. Şimdi de bu huylarının değişmediğini görmek güzeldi. Genç adamın yanına gitmek istedi Feyza, bir günaydın demek fena olmazdı. Fakat ilk önce elini yüzünü yıkamalıydı. Lavaboya girdiğinde musluğu açmak istedi ancak başaramadı çünkü su akmıyordu. Kaşlarını çattı, ilk günden böyle bir aksilik başına gelmiş olamazdı değil mi? Ama neden sabah sabah sular kesilmişti ki? Bunu büyütmek istemese de ilk günden böyle bir şey yaşamak pek hoş bir durum değildi. Evindeki ilk günde suların kesilmiş olması ile karşı karşıya kalmıştı. Ne güzel ama! Sarp, Feyza'nın karşılaştığı sorundan bihaber Ziya'yla ilgilenmeye devam ediyordu ki, yan kapının açıldığını fark etti. Bakışlarını çevirdiğinde Sırma'nın evden çıktığını gördü. Genç kız, Sarp'ı görünce afallasa da hemen kendini toparlamayı başardı. "Günaydın Sarp abi." "Günaydın," diyerek ayağa kalktı Sarp. Aynı zamanda her zaman ki güler yüzlü ifadesini takındı. "Hayrola nereye sabah sabah?" "Şey... Şey babamın ilaçları bitti de almaya gidiyorum." "Bugün pazar ama eczaneler kapalı. Nöbetçi eczane nereden bulacaksın?" "Benim dalgınlığım işte cuma günü almayı unuttum da bugüne kaldı. İnternetten baktım Esentepe'de nöbetçi bir eczane varmış, oraya gidiyorum." "Esentepe'de?" diyerek kaşlarını çattı Sarp. O semt fazlasıyla uzaktı buraya. Yürüyerek gitse bir saate ancak ulaşırdı oraya Sırma. "Evet, ben de tam bilmiyorum aslında yerini. Esentepe'yi geçince, Çekmece'nin orada bir yerdeymiş." "Ve sen de pazar günü tek başına oraya gideceksin öyle mi?" Asla kızların özgürlüğüne karşı değildi Sarp istedikleri zaman istedikleri yere gidebilirlerdi elbette ancak Çekmece fazlasıyla ıssızdı, iti kopuğu çok olurdu. Bir de pazar günü olduğu hesaba katılırsa meydanda sadece leş adamların bulunduğu bir gerçekti ve kendi böyle bir durumda Sırma'yı elbette ki, tek başına oraya gönderemezdi. "Yani şey..." "Ney?" Sarp'ın ters bakışları altında gözlerini kapatıp yanaklarını şişirdi genç kız. Kalbi hızlı hızlı atarken duyguları bir kez daha harekete geçiyordu. Ne diyeceğini bilemiyor, bocalayıp duruyordu işte. Kedi yavrusu gibi kıvranıyordu bu adamın karşısında. "Yani başka açık eczane bulamayınca..." Sırma'nın tatlı haline için için güldü Sarp. Hoşuna gidiyordu bu kızla uğraşmak. Utangaç, çekingen ancak bir o kadar da tatlıydı Sırma. Büyüse bile kaybetmemişti o tatlılığını. Hem büyüse bile Sırma, her zaman kendinin örgülü küçük kız kardeşiydi. Aralarında kan bağı olmaması bunu değiştirmezdi. Sırma kendinin kardeşiydi ve kendi bir abi olarak ona sahip çıkmayı her daim bilmişti. Kimsesiz değildi Sırma, burada kendi vardı. "Sen de pazar pazar kalkayım Çekmece'ye gideyim, dedin. Öyle mi?" "Sarp abi..." "Sırma madem böyle bir işin varmış niye gelip bana söylemiyorsun? Ben senin abin değil miyim?" Yeniden gözlerini kapadı Sırma, duyduğu cümle canını acıtsa da duygularını kontrol altında tutmayı başardı. Yıllardan beri alışmıştı aslında zaten buna. "Abimsin," dedi kısık bir sesle. Her ne kadar dudaklarından dökülen kelime kalbine batsa da. "Ee o zaman niye gelip bana söylemiyorsun?" "Bilmem." Genç kızın bozulduğunu anlayınca daha fazla onun üzerine gitmedi Sarp. "Tamam," dedi abi sıcaklığıyla gülümseyerek. "Tamam kahvaltıdan sonra birlikte gider alırız babanın ilaçlarını." Sırma itiraz edecek oldu ki, Çiçek aralık kapıdan çıktı. "Sırma," dedi arkadaşını burada görmenin şaşkınlığı ile. "Burada mıydın? Ben de seni çağırmaya geliyordum." "Beni mi, neden ki?" "Nermin Sultan, seni Akkaya hanedanlığının klasik pazar günü kahvaltısına davet ediyor da." "Çiçek," dedi Sarp uyarı dolu bir sesle. Alay etmeden konuşamaz mıydı bu kız? "Ne var abi? Akkaya ailesi bir haneden değil mi? Annemiz sultan, Sedat abimiz de hünkârımız, değil mi? Onların emrine karşı gelmek veya sözleri üzerine söz söylemek ne haddimize mesela." Genç adam iç geçirirken, Sırma arkadaşına gözlerini devirdi. Bazen kızıyordu aslında Çiçek'e ailesinin değerini bilmediği için. Ne güzel kocaman, geniş bir ailesi vardı ama o bundan bir kez olsun memnun olmuyor devamlı şikâyet ediyordu. Halbuki elindekilerin azıcık kıymetini bilse ne olurdu? Annesinin varlığına şükretse kendini koruyup kollayan iki abisi olduğu için kendini şanslı saysa fena mı yapardı? Hayır, kesinlikle Çiçek'i kıskanmıyordu Sırma sadece keşke diyordu, keşke Çiçek yanındakilerin kıymetini bilse. "Neyse hadi Sırma içeri girelim kahvaltı hazır neredeyse." "Ben hiç girmeyim gerçekten. Hem atıştırdım bir şeyler." "Olsun olsun yine yersin iki üç lokma," dedi Sarp başıyla kapıyı işaret ederken. "Emir büyük yerden üstelik. Bizzat Nermin Sultan'ın kendisi çağırıyor seni." Çiçek'in sözleri üzerine daha fazla itiraz etmedi Sırma. Nermin teyzesini kırmak istemezdi. "Peki," demekle yetindiğinde eve girmek için hareketlenmişti ki, karşı evin kapısı açılınca durdu bir an. Feyza pijama takımının üzerine geçirdiği beyaz sabahlık ile dışarı çıktığında Sarp'a doğru yürüdü. Su sıkıntısını ne yazık ki tek başına çözebileceğini sanmıyordu ve yardım isteyebileceği tek kişi de Sarp'tı. Muhtemelen su sıkıntısı bir tek kendinde vardı ve bir usta çağırmak mantıklı olurdu. Sarp'tan da bir ustanın numarasını isteyecekti. Mutlaka onun tanıdığı ustalar vardı. "Sarp" Genç kadının sesini duymasıyla durdu Sarp. Başını çevirdiğinde Feyza'yı görünce gülümsedi. İşte gün şimdi aymıştı. "Feyza" "Günaydın, böyle sabah sabah seni rahatsız ettim ama..." "Saçmalama ne rahatsızlığı." Sarp şapşal şapşal gülerken bir yandan Feyza'nın bu pijamalı halinin pek bir tatlı olduğunu düşünüyordu. Beyaz sabahlık fazla mı yakışmıştı sanki ona. Dağınık saçları bile ayrı güzeldi. "Hocam günaydın," diyerek ikisinin arasına girdi Çiçek. Huyu kurusun karışmadan duramıyordu işte. O an Sırma'nın ters bakışlarını gördüyse de omuz silkti. Alt tarafı günaydın demişti. "Günaydın hocam," dedi Sırma da el mahkûm. Aslında tam olarak bilmiyordu Feyza'ya karşı ne hissettiğini. Öyle büyük bir nefret duymuyordu sevgi duymadığı gibi. Yalnızca garip bir şekilde utanıyordu ondan ve galiba duygularını anlar diye korkuyordu. "Günaydın kızlar, nasılsınız?" Omuzlarını kaldırıp indirirken, dudaklarını büzdü Çiçek. "Bildiğiniz gibi hocam." "Kızlar hadi siz içeri girin," dedi Sarp. Sırma'dan çok Çiçek'e. Zira meraklı kardeşi burada durup kendilerini dinlemeye pek bir hevesliydi. Çiçek oflarken Sırma'nın kendini içeri çekme çabasına daha fazla karşı koyamadı. Ne vardı yani şurada durup Feyza hocayla iki laf etselerdi? Kızlar girince Sarp yeniden Feyza'ya döndü, şüpheli bakışlarını da genç kadının üzerinde gezdirdi. "Bir şey mi oldu?" "Aslında şey, evet oldu. Sular... Sular akmıyor. Kesik mi yoksa başka bir sorun mu var, anlamadım. " "Sular kesik değil yani kesik olsa bizde de kesik olurdu da, niye akmıyor ki? Borularda mı bir sıkıntı var acaba?" "Bilmem, anlamadım. Kaldım bende böyle." Sıkıntıyla nefes aldı Sarp, Feyza için her şey sorunsuz olsun diye uğraşmıştı ama yine bir sorun çıkmıştı işte. Nerede ne hata yapmıştı? "Hani ben de sana şey diyecektim. Eğer hani bu su işlerinden anlayan tanıdığın bir usta falan varsa numarasını verir misin?" "Veririm tabii de, gel önce bir kahvaltı edelim sonra bakarız." "Sarp hayır. Dün akşam yemeğini zaten siz de yedim..." Feyza daha konuşmaya devam ediyordu ki aniden yanlarında biten Caner oldu ve genç kadının konuşmasını geldiği gibi kesti. "Şimdi de kahvaltıya gelmelisin bence duydum ki biricik kardeşim bize özel biberli ekmek yaptırmış. Ben de fırından şu sıcak ekmekleri kaptım geldim. Valla gelmezsen çok şey kaçıracaksın Feyza. Benden söylemesi." "Oğlum insan bir günaydın der ya." "Pardon kardeşim. Günaydın, oldu mu şimdi?" "Pardon yerine affedersin desen Caner?" Bıkkın gözlerle baktı Caner, Feyza'ya. O kadar yıl geçmiş bu kız hiç değişmemişti. Feyza dudaklarına yapmacık bir gülüş yerleştirmişken Caner'in o surat ifadesinden zevk alıyordu. Galiba seviyordu onu uyuz etmeyi. "Neyse ben içeri giriyorum siz de muhabbeti bitirince geçersiniz artık." Caner başka bir şey demeden içeri girdiğinde direkt olarak mutfağa geçti. Elindeki poşeti tezgâhın üzerine koyarken "Kolay gelsin yenge," dedi Meryem'e. Sarp kardeşi olduğuna göre Meryem de doğal olarak yengesi oluyordu. Ki, Meryem yengelerin bir tanesiydi. "Sağ ol, hoş geldin Caner," dedi Meryem ocağın başında omlet yaparken. En az Sarp kadar seviyordu bu haylazı genç kadın. Caner de elinde büyümüş sayılırdı. Az mı Sarp'la bir olup çıldırmıştı herkesi. Caner gayet rahat bir şekilde tezgâhın üzerinde duran kahvaltılıklardan atıştırırken mutfağa Çiçek'le, Sırma girdi. Çiçek, Caner'i görünce gülümsedi, severdi Caner abisini, onun deli dolu hallerini. Zaten o da olmasa şu mahalle hiç çekilmezdi. "Hoş geldin Caner abi." "Naber kız," diyerek Çiçek'in yanağını sıktı Caner. Sonra da Sırma'nın saçlarını karıştırdı. "Ya sen de ne var ne yok sarı civciv?" "Ya Caner abi," diye söylendi Sırma saçlarını düzeltirken. Caner'i seviyordu sevmesine de saçlarını dağıtmasına uyuz oluyordu. "Ya Caner abi," diyerek taklit etti Sırma'yı Caner. "İyi ki bir saçlarını elledik he." "Caner uğraşma kızlarla." "Yengecim biz onlarla böyle anlaşıyoruz. Demi kızlar?" Caner göz kırparken Meryem belli belirsiz gülümsedi. Hep aynı Caner'di işte. "Ha bu arada sofraya bir tabak daha koymak lazım. Feyza geliyor da." "Ne?" diyerek aniden Caner'e döndü Meryem. Feyza buyursun gelsindi de bu gidişle annesinin sinirleri tavan yapacaktı. "Feyza mı?" "Hıhı," diyerek ağzındaki zeytin çektirdiğini çıkardı genç adam. Tezgâhın üzerinde duran çöpe attı sonra da. "Eğer kapının önünde muhabbet etmeyi bitirirlerse gelecekler." İmayla söylediği sözler Sırma'nın yutkunmasına neden olurken Meryem uyarı dolu gözlerle baktı kendine. "Caner" "Ne? Allah'ın bildiğini kuldan mı saklayacağız. Zaten herkes bilmiyor mu lisede ikisinin..." Öksürerek mutfağa giren Nermin Hanım'la sustu Caner. Onun öfkeli gözlerini gördüğünde geri adım atmak zorunda kaldı. " Nermin teyzecim," dedi sevimli bir tavırla. "Sabah şerifleriniz hayrolsun. "Amin oğlum amin." Yaşlı kadın kendine ters bakışlarla bakmaya devam ederken Caner daha fazla bu bakışlardan nasibini almamak için "Çiçek," dedi. "Nerede sizin hoparlöriniz? Onu getir de bir şarkı açalım, havamız değişsin." "Getireyim Caner abi," diyerek mutfaktan çıktı Çiçek. Meryem bir kez daha olaya el atarak "Caner," dedi. "Hadi gidin şarkıyı salonda açın." En iyisi zaten bu olurdu, genç adam da salona doğru yol aldı. Çiçek hoparlöri odasından alıp aşağı indirdiğinde Caner telefonunu bağlayıp en sevdiği şarkılardan birini açtı. Tam o sırada ise Sarp'la, Feyza eve girmiş bulundu ancak girmeseler de şarkıyı duyarlardı çünkü şu an tüm mahalle bu şarkıyla inliyordu. O derece yüksekti müziğin sesi. Anne tepkisi, baba korkusu, abi yargısı Dayım mı görmüş, halam mı duymuş? Dedem işitmiş Kimseyi takmadan yaşamak varken Caner ve Çiçek şarkıya coşkuyla eşlik ederken Sırma tepkisizdi. Meryem mutfakta için için gülerken Nermin Hanım tövbe çekiyordu. Sarp ve Feyza ise kaçamak bakışlarını birbirlerinde gezdiriyorlardı. Ya bizi böyle yakalarlarsa "Anamız babamız yok", deriz "Kapatın şunu!" Evin bütün neşesi bozan bu ses oldu ve bu ses Sedat'tan başkasına ait değildi. Genç adam eve girer girmez bağırdığı gibi salona da hızla geçti. Müziğin sesi ta bakkalın oradan duyuluyordu ve tüm mahalle kendine bakmıştı eve gelene kadar. Müziğin nereden geldiğini herkes biliyordu sonuçta. Kendine bakıp fısıldaşan insanları görünce Sedat'ta çıldırmıştı doğal olarak, eve de hızlı adımlarla gelmişti. Utanmıyorlar mıydı böyle bir şarkıyı açıp tüm mahalleye dinletmeye? "Abi," dedi Çiçek ürkek bakışlarla. Bir kez olsun sadece bir kez tam keyfi yerine gelmişken biri bunu bozmasa şaşardı. "Ne biçim şarkı dinliyorsun Çiçek? Bir de tüm mahalle inliyor! Ayıp ya biraz olsun insan utanır!" Genç kız tabii ki geri adım atmayacak, lafını söyleyecekti ki, Caner araya girdi. "Sedat abi," dedi ensesini kaşıyarak evet, Sedat'ın öfkesinden korkuyordu ancak Çiçek'in bir suçu yoktu. Kendi açmıştı şarkıyı. "Çiçek değil ben açtım şarkıyı, affedersin." Derin bir nefes alırken sabır diledi genç adam. Etrafında bir tane akıllı olsa dişini kırardı zaten. "Abi abartma alt tarafı bir şarkı yani. Evimizde istediğimiz şarkıyı açamıyorsak artık yani..." Bu kez bakışlarını Sarp'a çevirdiğinde o an fark etti Feyza'yı, Sedat. Ne güzel evlerindeki rezilliğe şahit olmuştu o da. "Düzgün şarkı açtınız da biz mi bir şey dedik oğlum? Ama dinlediğiniz şarkıyı bakın. Bir de tüm mahalle inliyor! Ayıptır ya!" "Abi," dedi Sarp bir kez daha fakat Sedat'ın alev saçan gözlerini gördüğünde sustu. En iyisi şu an Sedat'a gerçekten bir şey dememekti. Öfkesini kontrol altına almaya çalışırken derin derin nefes alıp veriyordu ki en sonunda otoritesini ortaya koydu Sedat. "Bir daha," diyerek hepsinin gözlerine tek tek baktı. "Bu evde böyle şarkılar açılmayacak! Anlaşıldı mı?" Çiçek yine ters bir laf edecekti ki, kapı çaldı. Feyza kapıya en yakın kişi olduğu için kararsız kalsa da en sonunda kapıyı açmaya karar verdi. Şu an kimsenin kapıya bakmaya niyeti yoktu. Hem ne olacaktı ki sanki? Alt tarafı bir kapıyı açacaktı. Kapıya ulaştığında kolu tutarak kapıyı "Buyurun?" dedi Feyza ama ters bir cevap aldı. "Asıl sen buyur?" "Anlamadım?" "Pardon da ben hiç anlamadım," dedi genç kadın ağzındaki sakızı şakırdata "Yeliz mi?" diye kendi kendine söylendi Feyza fakat fam o an Sarp'ın sesini duyduğunda arkaya doğru başını çevirdi. "Yeliz," dedi Sarp korkuyla onun burada ne işi vardı şimdi? "Sonunda yani Sarp nerelerdesin sen? Bir aydır yoksun ortalıklarda." Yeliz içeri girerken Feyza hâlâ kapıyı tutmaya devam ediyordu ki, istemsizce yutkundu. Ne ilgisi vardı Sarp'ın bu kadınla? İçini tuhaf bir duygu sararken nedensizce sinirlerinin gerildiğini de hissediyordu. Öyle ki sağ elini farkında olmadan yumruk yapmıştı bile. "Ben buradayım da sen..." "Ne o, yakışıklı, şaşırdın mı beni gördüğüne?" diyerek Sarp'ın yanağından makas aldı Yeliz. Tabii hâlâ sakız çiğnemeye devam ediyordu. Sarp içinden eyvahlar olsun derken Caner'in erken müdahalesiyle rahat bir nefes aldı yoksa Feyza olayı çok yanlış anlayacaktı. "Yeliz," diyerek koridora çıktı genç adam. Onu görür görmez de dondu kaldı. Ne diye buraya gelmişti şimdi? "Ne işin var senin burada?" "Ne demek ne işin var burada? Evine baktım yoktun, ben de burada olduğunu düşündüm. Malum Sarp'la, yapışık ikiz olduğunuz için." "Yeliz..." "Ne, özledim seni işte," diyerek Caner'in yanına yaklaştı Yeliz yanağına da öpücük bıraktı ve tabii ki Caner'in esmer yanağında da kırmızı bir ruj izi kaldı. Kollarını sevgilisinin boynuna dolaşmışken başını çekip yeşil gözlerine işveli bakışlarla baktı genç kadın. "Yoksa sen beni özlemedin mi sevgilim?" "Özledim özledim tabii de. Hani şimdi buradayız ya," diyerek kaş göz işareti yaptı Caner. "Çocuklar var falan," dese de umurunda olan Feyza'ydı. Nedense Feyza'nın önünde başka bir kadınla sarmaş dolaş olmak kendini utandırmıştı. Yeliz'in kollarını boynundan çektiğinde kısacık bir an Feyza'nın gözlerine baktı, onun neler düşündüğünü anlamak için. "O yüzden sen içeri gir. Ben geliyorum." Yeliz bir şeyler döndüğünü sezdi ancak itiraz etmedi. Her ne oluyorsa şu yabancı kadın yüzünden oluyordu. Neyse, dedi içinden. Nasıl olsa Caner'in ifadesini alacaktı. Yeliz içeri girince Caner "Feyza," dedi durumu açıklamak için. Bunu ona borçlu hissediyordu. "Bak ben gerçekten..." "Bana açıklama yapmak zorunda değilsin Caner. Hayat senin sonuçta beni ilgilendirmez." Feyza başka bir şey demeden geri içeri girdiğinde Caner bakışlarını Sarp'a çevirdi. Sarp ise ellerini havaya kaldırdı. "Hiç bana bakma." "Hemen sat zaten kardeşini." Sarp içeri girerken Caner'in sözlerini duysa da umursamadı. Başına her ne geliyorsa hak etmişti arkadaşı. Genç adam bir başına kalınca ofladı harbiden ayvayı yemişti bu kez. Gerilim dolu bir sabahın ardından nihayet kahvaltı sofrası hazırdı ancak sofraya oturan herkesin ayrı bir gerginliği vardı. En başta Nermin Hanım, Yeliz'in gelmesinden pek bir rahatsızdı. Zira o kızı günahı kadar sevmezdi. Aile terbiyesi almamış, edepsizin tekiydi. Utanması, sıkılması hiç yoktu. Ah Caner de gitmiş bula bula bu kızı bulmuştu. Niye şöyle aklı başında hanım hanımcık birini getirmiyordu şu çocuklar kendine? Evet, Caner'in hayatına karışmayı kendine hak görüyordu Nermin Hanım çünkü Necla'dan, ahiretlik dostundan bir emanetti kendine Caner. Son nefesinde oğlunu kendine emanet etmişti Necla. Oğlum, sana emanettir demişti. Ah şimdi bugünleri görse nasıl üzülürdü, kim bilir? Yaşlı kadının kendine ters bakışlarını görmezden geliyordu Yeliz. Caner, kendini onunla tanıştırdığından beri sevememişti o kadını. Ayrıca Caner'in hayatına bu kadar çok müdahale etmesine de sinir olmuştu. Sevgilisinin annesi miydi, babası mıydı? Hayır, hiçbir şeyi değildi ama buna rağmen sanki oğluymuş gibi karışıyordu Caner'e ve kendi uyuz oluyordu bu olaya. Feyza, Yeliz hakkında herhangi bir ön yargıya sahip olmak istemese de içi huzursuzdu. Galiba Caner'in böyle hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi zoruna gidiyordu. Tamam Asuman da, kendine yeni bir hayat kurmuş, geçmişi unutmuştu fakat yine de kardeşi kadar sevdiği kuzeninin duygularıyla oynayan adamın şimdi böyle başka bir kadınla karşısında tabiri caizse fingirdemesi sinirine dokunuyordu. Asuman'ın gözyaşları aklına geliyordu ve o anlar aklına geldikçe Caner'i daha çok boğmak istiyordu. Oysa onun değiştiğine inanmıştı bir an ama yanılmıştı Caner aynı Caner'di. Kim bilir hayatında kaç kadın olmuş, kaç kadının daha duygularıyla oynamıştı. "Niye gelmiş şimdi bu kız?" Nermin Hanım gelininin kulağına fısıldar bir şekilde konuştuğunda Meryem bir yudum çay içti. Sonra annesine çevirdi bakışlarını. "Feyza mı?" "Yok kızım diğeri, Yeliz." "Ha Feyza'ya alıştın yani?" "Meryem!" Genç ufak bir şekilde kıkırdarken dudaklarına fermuar çekiyormuş gibi yaptı. "Şey Caner'i merak etmiş Yeliz." Derin bir iç geçirdi yaşlı kadın. "Ah öteki de uçarıydı kaçarıydı ama en azından utanması vardı bunda ar damarı da yok." Çiçek ikisinin konuşmalarına kulak misafiri olurken kaşlarını çattı. "Öteki mi?" Fakat aniden yanında oturan yengesinin ayağına basması eş zamanlı oldu. Ufak bir çığlık attığında tüm bakışlar kendine döndü. Bir an kızarsa da durumu toplamayı başardı genç kız. "Şey... Şey ayağı mı çarptım da." Herkes geri kendi haline dönerken Çiçek rahat durmadı. Yengesinin kulağına yaklaştı. "Öteki kim?" "Çiçek!" "Ne, merak ettim." Meryem ters bakışlarla baksa da Çiçek inat etti. Öğrenecekti annesinin kimden bahsettiğini. "Yenge ya, lütfen. Ölmezsin ya söylesen." Pes etti genç kadın aniden de "Feyza'nın kuzeni," dedi. "Ne?" Genç kızın durumu idrak etmesi birkaç dakikasını aldı. "Oha," dedi uzun bir süre sonra. "Feyza hocanın kuzeni, Caner abinin sevgilisi miydi?" Bir kez daha yengesinin ters bakışlarına maruz kaldığında "Sustum," dedi Çiçek ama anlayacağını anlamıştı. Sarp'la, Caner'in ne maceraları olmuştu meğerse. "Bana bak Caner, senin şu kadınla bir ilgin var mı?" Yeliz gözleriyle Feyza'yı işaret ederken Caner ağzındaki peyniri zorlukla yuttu. Ne senaryo yazmıştı ama. En yakın arkadaşının sevdiği kadındı Feyza, nasıl böyle bir şey mümkün olabilirdi? "Yok artık kızım ya. Bir kere Feyza Sarp'ın liseden kırığı. Eski manita olayları yani. Anladın?" Genç kadın aldığı cevapla rahatlarken Sırma bildiği bir gerçekle yüzleşti. Caner'in sol yanında oturduğu için duymuştu onun sözlerini. Zaten az öncede mutfakta benzeri sözleri söylemişti Caner. Şimdi de tam olarak durumu açıklamıştı. Tam tahmin ettiği gibiydi olay. Sarp'la, Feyza eski sevgiliydi ve şimdi yeniden bir araya gelmişlerdi. Canı yansa da durumu kabul etmesi belki daha kolay olurdu artık. "O zaman sana niye kötü kötü bakıyor?" Sabır diledi Caner, Yeliz'in soruları bazen gerçekten kendini bunaltıyordu. Ona değer vermesine veriyordu hatta onunla vakit geçirmekten bile zevk alıyordu. Yeliz'le bir şeyler yapmak hoşuna gidiyordu fakat hepsi bu kadardı. Büyük bir aşk duymuyordu ona. Deliler gibi seviyorum da diyemezdi öylesine zaman öldürmekti belki de birliktelikleri. "Kendisi beni pek sevmez de o yüzden." "Niye ki?" Bıkkın gözlerle Yeliz'in kahve gözlerine baktı Caner. Bu kadar çok deşelemese olmuyor muydu? "Sebebi yok, öyle." Yeliz'in kendini daha fazla soru yağmuruna tutmasını istemediği için çay bardağını alıp ayağa kalktı. Çocukluğu, gençliği bu evde geçmişti o yüzden rahat bir şekilde davranıyordu. Tabii özel alanlar hariç. Mutfak, salon ve Sarp'ın odasından başka bir odaya gerekmedikçe girmezdi. Her ne kadar yakın olursa olsun mahremiyet diye bir şey vardı sonuçta. Caner, mutfağa doğru yol aldığında Yeliz de onun arkasından yol aldı. Bu rahatlığı Caner'den dolayı değil yapısındandı. Her nerede olursa olsun bu şekilde rahat davranır, istediği yere girip çıkardı. Öyle alışmıştı çünkü. Caner bardağı tezgâhın üzerine koyunca birinin bileğini tuttuğunu hissetti. Yeliz'i görünce ise buna şaşırmadı. "Ne oldu Yeliz?" "Hiç," diyerek Caner'in göğsüne elini yerleştirdi genç kadın. Diğer elini de sakallı yanağında gezdirdi. "Bir şey olmadı. Sadece... Sadece seni özledim." Gözlerini kapadı Caner, ilk başlarda Yeliz'in dokunuşlarından tahrik olduğunu kabul ediyordu ancak son zamanlarda Yeliz'den etkilenmek şöyle dursun, onunla vakit geçirmek bile içinden gelmiyordu. Sevgilisinden sıkıldığı için değil, içinde bir şeyler değiştiği için. "Yeliz..." "Caner ben seni gerçekten özledim." Bakışları sevgilisinin dudaklarını bulduğunda çekinmeden yaklaştı dudaklarına genç kadın fakat Caner geri çekildi. "Çocuk var içeride." "Of tamam. Çocuk var çocuk var. Senin de sanki bu evden çıktığın var. Yedi yirmi dört buradasın. Gel o zaman akşam bana. Bizim evde kimse yok. Ablamlar şehir dışına gitti, boş yani. Rahat rahat takılırız." Yeliz gözlerine tutkuyla bakarken itiraz etmedi Caner. Hem belki böyle bir akşam dağılan kafasının toplamasına yardımcı olurdu. Belki yeniden gidenin gelmeyeceğini kabul ederdi ve belki yeniden Yeliz'le mutlu olduğuna kendini inandırabilirdi. Bu bir avuntu olsa da, yıllardır kendini böyle avutmaya alışmıştı işte. "İyi, tamam gelirim. Akşam da rahat rahat takılırız," derken genç kadının kumral saçlarını geriye attı Caner. Çoğu kadının aklını başından alan çapkın gülüşü bir kez daha dudaklarında peyda olmuştu. "O zaman akşamı sabırsızlıkla bekliyorum sevgilim." *** Kapıyı açınca Caner'i karşısında görünce gülümsedi Yeliz. Makyajı o kadar yoğundu ki, genç adamın şimdiden gözlerini almıştı. İçeri girdiğinde kısa bir şekilde Yeliz'e sarıldı Caner. Yanağına da ufak bir öpücük kondurdu. "Hoş geldin sevgilim." "Hoş bulduk." Caner geri çekilip Yeliz'in yüzünü avuçlarının arasına aldığında ufak ufak yanaklarını okşadı, gözlerini derin derin baktı. Belki de karşısında başka birini görmek istedi o an ya da Yeliz'i başka birinin yerine koymak. Ki, galiba en başından beri yaptığı buydu ve işin tuhaf yanı şimdi fark ediyordu bunu. Yine de düşüncelerini elinin tersiyle itti. Kabul etmek istemedi. Belki de yakıştırmadı düşündüklerini kendine. Caner'in düşüncelerinden bihaber içten bir şekilde gülümsemeye devam ediyor, sevgilisinin güzel bakışlarını gördükçe mutlu oluyordu genç kadın. İşte sevdiği Caner buydu, kendine aşk dolu bakan adam. "Hadi sen içeri gir. Ben bir şeyler hazırlayıp geliyorum." "Tamam." Genç adam içeri girip koltuğa rahat bir şekilde oturduğunda Yeliz de mutfağa doğru yol aldı. İki kadeh çıkarıp sert bir içki doldurdu. Atıştırmalıkları zaten içerideki orta sehpanın üzerine koymuştu o yüzden sadece içkileri götürecekti. Salona girdiğinde Caner'in yanına oturup kadehi ona uzattı. Caner kadehi alıp bir yudum içmişti ki, Yeliz erken davranarak yanağında elini gezdirdi. "Caner" "Hm" "Çok yakışıklısın sevgilim." Çarpık bir şekilde gülümsedi genç adam Yeliz'in yanağını bir kez daha okşadığında "Öyle miyim?" diye sordu çapkın bir tavırla. "Hem de fazlasıyla," derken gözleri Caner'in dudaklarına kaydı. Caner'i istiyordu Yeliz, özlemişti çünkü sevgilisinin dokunuşlarını, tenini. Caner'i zaten bu yüzden buraya çağırmıştı ya, aşk dolu saatler geçirmek için. Şimdi de çekingen davranmasını gerektirecek bir durum yoktu. Kaldı ki hiçbir zaman utangaç bir kadın olmamıştı. İstediği Caner'di, bunu da göstermekten neden geri dursundu ki? Genç kadın davetkâr davranırken uzatmak anlamsızdı. Gecenin sonu zaten belliydi o yüzden toy gençler gibi saatlerce flörtleşmelerinin gereği yoktu. İkisi de ne istediğini biliyordu sonuçta. Yeliz'i geriye yatırdığında kendi de üzerine eğildi. "O zaman daha yakından bakmak ister misin?" Genç adamın beyaz gömleğinin ilk düğmesini açtığında işveli bir tavır takındı Yeliz. "Neye?" "Yakışıklılığıma?" "Zevkle hem de." Bir kez daha çapkınca gülümsemesinin ardından Yeliz'in dudaklarına kapandı Caner. Sevgilisinin alt dudağını emerken bir yandan da eteğin açıkta bıraktığı bacağını okşayıp sıkıyordu. Diğer elini de sırtında gezdiriyordu. Genç kadın büyük bir hazla inlerken aldığı zevki anlatamazdı, Caner'in öpüşleri, dokunuşları öyle güzeldi ki ve kendini öyle yakıyordu ki, daha fazlasını istiyordu. Daha çok yanmak. Bir erkek olarak yaşadığı andan zevk alsa da bir şeylerin eksik gibi hissediyordu Caner. Daha doğrusu aklına anılar geliyor ve canını yakıyordu. Belki de bu yüzden böyle sert öpüyordu Yeliz'i. Belki de içindeki hisleri bastırmak için Yeliz'in, kendine dokunmasına izin veriyordu. Fakat yine de... Yine de anlam veremediği bir his kendini fazlasıyla rahatsız ediyordu ve garip bir şekilde devam etmek istemiyordu. Genç adamın düğmelerini açarken oldukça sabırsız davranıyordu Yeliz. Bir an önce şu kıyafetlerden kurtulup odaya gitmek istiyordu. Ancak Caner bir an dudaklarından ayrılınca ne olduğunu anlamadı yüzü de bir tuhaf olmuştu zaten. "Caner?" "Ben," diyerek geriye yaslandı Caner. Gözlerini kapadığında nefesini düzenini sokmaya çalıştı. Yeliz'in bakışlarının üzerinde gezdiğini biliyordu. Eğer burada durursa şiddetli bir tartışma yaşayacaklarına emindi ve bunun için gerçekten hali yoktu. Ayağa kalktığında Yeliz de kendiyle birlikte ayaklandı. Hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordu genç kadın. "Ben... Ben üzgünüm Yeliz. Yapamıyorum." "Ne? Caner ne oluyor? Neyi yapamıyorsun?" Genç kadının bakışları hayal kırıklığı taşırken Caner'in yeşil gözlerinde yorgunluk vardı. Ceketini koltuğun üzerinden aldığında kapıyı doğru adımladı. Zira sevgilisinin sorularına bir cevap veremeyecekti. Kendine bile veremiyordu ki aslında. "Caner" Duymadı Caner tam kapıyı açacaktı ki, Yeliz bileğine yapıştı. Delici gözlerini gözlerine dikti. "Beni böyle bırakıp gidemezsin! Bir açıklama yapmak zorundasın!" "Yeliz sonra konuşalım, lütfen." "Sonra falan konuşmayacağız! Ne oluyorsa bana hemen şimdi söyleyeceksin!" Başını havaya kaldırıp sabır diledi Caner. Ne olurdu, Yeliz biraz anlayışlı davransa? "Bak," diyerek sakinliğini korumaya çalıştı. "Sorun sende değil tamam? Yalnızca benim biraz kafamı toparlamam lazım. Şimdi lütfen daha fazla zorlama." Caner kapıdan çıkarken gözlerinin dolduğunu hissetti genç kadın. Üzüntüden değil sinirden oturup ağlamak istiyordu. Caner'in böyle saçma sapan davranması gerçekten sinirlerini bozmuştu. Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun farkındaydı elbette ama Caner kendine bunu bile açıklamadan arkasını dönüp gidiyordu. Kendi ise burada hiçbir şey yapamadan duruyordu. Bu da daha fazla hırslanmasına, öfkelenmesine neden oluyordu. Yeniden "Caner!" dedi sert bir sesle ancak umursamadı sevgilisi kendini. Yalnızca üzgün gözlerle son bir bakış atıp evden çıkıp gitti. Kendi ise eline geçen bardağı öfkeyle yere fırlattı. Bu gecenin hesabını çok fena soracaktı ona. Öylece çekip gitmek neymiş gösterecekti. Apartmandan çıktığında arabasına bindi genç adam fakat hemen çalıştırmadan önce durup bir nefes aldı. Başını arkaya yasladığında hiçbir şey düşünemeye çalıştı lakin başarılı olamadı. Zihnini meşgul eden onlarca düşünce vardı ve en kötüsü kendi onların arasında kaybolup gidiyordu. Biraz olsun kafasını toparlamasının arasından arabayı çalıştırdı Caner. Gerçi araba yerine külüstür demek daha doğru olurdu. Nihayetinde dedesinden kalmaydı bu araba. Evet, dedesinden, annesine, annesinden de kendine. Şimdi de iyi kötü kendini idare ediyordu işte. Evine doğru yol alırken radyoda çakan hafif müzik eşliğinde geçmişe dönüyordu Caner. İnkâr etmiyordu birçok kadın olmuştu hayatında ancak hiçbirine karşı yoğun hisler besleyememiş, kimseye sırılsıklam âşık olmamıştı. Aşkın ne olduğunu iyi biliyordu, insanın nasıl aklını başından aldığını genç yaşında, lise çağında tecrübe etmişti fakat bir daha öyle âşık olmamış, sevememişti. Kalbi de aklı da sadece tek bir kadında kalmıştı. Asuman. Kendinin gökyüzü olan Asuman. Kavuşamadan hasret kaldığı Asuman. Yıllardır adını unutamadığı Asuman. İlk, kavgalar ettiği, sonra birlikte ağladığı dostu ardından sevdiği fakat aptallığı yüzünden kaybettiği Asuman. Gönül yarası, kalp sızısı olan Asuman. Neredeydi şimdi o Asuman? Nasıldı, iyi miydi Asuman? Kendi gibi avunmaya çalışmış mıydı yalan sevgilerde? Ya da Unutmuş muydu kendini tamamen? Kim bilir belki de bulmuştu yeniden gerçek aşkı. Belki de bambaşka bir yerde çok mu çok mutluydu. Ki, bunu sonuna kadar hak ediyordu Asuman. Zaten mutlu olmak en çok ona yakışırdı ya. Tıpkı gülümsemek gibi. Evet, gülümsemekte bir tek Asuman'a bu kadar çok yakışmıştı, hiç kimsede güzel durmayacağı kadar onda güzel durmuştu gülümseme. Fakat kendi koca bir aptaldı ki, o gülümsemeyi kendi elleriyle soldurmuş, bakmaya doyamadığı o mavi gözlerden gözyaşları akıtmıştı. Becerememişti işte adam gibi sevmeyi. Becerememişti aşkına sadık kalıp yalan sevgilere değil hatırlara sığınmayı, anılarla yaşamayı. Asuman'dan arda kalanlara bile sahip çıkamamıştı ki, en başta yarasını bile unutmak istemişti oysa o yara, Asuman'dan kalan tek hatıraydı ve belki de bu yüzden güzeldi acısı. Genç adam mahalleye vardığında Sarp'ın kapısının önünde durup alayla gülümsedi sonra Feyza'nın penceresine çevirdi bakışlarını. Biliyordu ki, kendini tekrardan bu düşüncelere iten Feyza'nın apansız dönüşüydü. Onun dönüşü kendini geçmişe götürmüş, anıları hatırlatmıştı ve içine bir belki düşürmüştü. Belki bir gün Asuman da böyle çıkıp gelirdi. Belki bir gün yaptığı hataları telafi etmek için kader kendine bir şans daha tanırdı. Olmaz mıydı? Ya da bu kadarını hak etmiyor muydu? Bilmiyordu ancak istiyordu. Asuman da Feyza gibi bir yerlerden çıkıp gelsin istiyordu. Kendinin yüzüne bakmayacak olsa da gelseydi. Bir kez daha onu görseydi en azından. Sadece bir kez olsun o deniz gözlerine yeniden bakma fırsatı olsaydı. Çok mu şey istiyordu? Ya da hakkı olmayan bir şeyi mi? Bilmiyordu ancak özlem bu gece hiç olmadığı kadar yakıyordu yüreğini. Hasretti. Asuman'a deli gibi hasretti işte. Hatırların sarhoşluğundan o an ne yaptığını bilmiyordu Caner. Yoksa radyoyu değiştirip müzik sesini yükseltmesinin başka bir anlamı olamazdı. Bir de bulunduğu yerin manidarlığı barizdi. Sağ yanında Sarp'ın sol yanında Feyza'nın evi vardı ve şans o ki, rastlantı eseri çalan şarkı da pek manidardı. Çorak gönlüm dökülen gözyaşımla ıslanır Hayalimde sevgilim salıncakta sallanır Etrafta bulunan evlerin pencerelerinden insanlar dışarı bakarken Sarp'ta hangi delinin bu saatte mahallenin ortasında şarkı açtığını merak ederek pencereden baktı ki, Caner'i görünce nedense buna hiç şaşırmadı fakat gözleri karşı pencereden bakan Feyza'yı bulunca öylece kalakaldı. Feyza'nın da kaldığı gibi. Yine beni benden aldı hatıraların Kalbim aşkla dopdolu hatıra defterimdir Sadece iki, üç metre kadar uzaktan birbirlerine bakarken gülümsüyordu iki genç. Aynı duygular yüreklerini ele geçirirken gözlerine de yansıyordu ve buna şahit olan yalnızca sarı bir sokak lambası oluyordu. Tabii bir de Caner. Bakışlarını arkadaşına çevirdiğinde göz kırptı genç adam. Ufak bir jest olsundu bu da onlara. Sarp kendi kendine gülüp yeniden bakışlarını yeniden Feyza'ya çevirdiğinde şarkı da hâlâ çalmaya devam ediyordu. Şimdi bana hatıra birkaç söz, resimdir Bunun yarası bende umduğundan derindir Sarp'ın bakışları altında dudaklarını dişlerken yüreğindeki duyguları yok sayamadı Feyza. Yıllarca avunduğu hatırların burukluğu sarmıştı kalbini ve Caner'in açtığı şarkı bamteline basmıştı sanki. Yine beni benden aldı hatıraların Fakat bu anı bozan genç kadının telefonuna gelen mesaj oldu. Elindeki telefonunun ekranına baktığında sıkıntıyla iç geçirdi Feyza çünkü ekranda görmeyi istemediği tek bir isimle, mesaj vardı. İlker Özledim Gözlerini ekrandan çekip kısa bir anlığına karşıya diktiğinde Sarp'ın masum gülüşünü bir kez daha gördü Feyza, ancak kendi gülmedi bu sefer çünkü huzursuzdu. Tek bir mesaj bile yetiyordu kendini germeye ve biliyordu ki kaçınılmaz sonu yakındı. Herkes her şeyi yakında duyacak, öğrenecekti. İşte o zaman bu kadar güçlü durabilecek miydi, emin değildi. Zaten o yüzden bu kadar endişe ediyordu ya. Yine beni benden aldı hatıraların Masumca tebessüm ederken bilmiyordu ki Sarp yaşanacakları. Bu kez Feyza bu kadar yakınında iken ona hasret kalacağını ve büyük bir hata yapacağını. Fakat zaten kim nereden bilebilirdi ki olacakları? İnsan sadece yaşardı. Mutluluğu da, mutsuzluğu da ancak şu da unutulmamalıydı ki, bir duygu ne kadar yoğun ne yaşanırsa o kadar zarar verirdi. Sarp'ın da belki de en çokta bu yüzden canı yanacaktı. Çünkü insanı göklere çıkaran hayat aniden yere çakılmasına da neden olurdu. Acımasız da zira hayat ve Sarp'a da acımayacaktı. |
0% |