@petekayla
|
8 Mayıs 2006 "Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine sevdalanırlar fakat erkek çiçek, sevgilisini diğer çiçeklerden fazlasıyla kıskanır. Sevgilisinin güzelliğini kimseler görmesin diye de onunla sıcak bir bahar günü değil, kışın ortasında açmak ister. Dişi çiçek, sevdalısına güvenerek kabul eder teklifini ve kışın açmak için gün sayar ancak erkek çiçek sözünü tutmaz, kışı beklemeyerek yalancı baharın ortasında açar. Gözleri sevgilisini arasa da onu göremez çünkü dişi çiçek sevgilisi ile birlikte kışın açmayı beklemektedir. Sevdalısını göremeyen erkek çiçek ise bunun üzüntüsüyle ölür. Fakat dişi çiçek soğuk, dondurucu bir kış günü karlı dağların eteğinde açar. Sevgilisini görmeyeceğini bile bile de her kış açmaya devam eder ve kardelen adını alır. O günden beri de sevgilisini görmek için kışın açan çiçeklere kardelen, sözünü tutmayıp yalancı baharlarda açan çiçeklere de hercai denir. Bu paragrafta anlatılan kardelen çiçeği aşağıdakilerden hangisini temsil etmektedir? A-) Vefakârlığı Asuman soruyu sesli olarak okumayı bitirdiğinde oflayarak elindeki tüylü pembe kalemi masanın üzerine bıraktı. Sabahtan beri ders çalışmaktan kafası bulanmıştı. Öyle ki, artık okuduğunu bile anlamıyordu. Pazartesi günü sınav haftası başlıyordu ve kendinin daha halletmesi gereken tonlarca konu vardı. Niye bütün sınavları üst üste koyuyordu ki hocalar? Ne olurdu yani kendilerini bu kadar çok sıkıştırmasalar? Bu da kafaydı yani bir yerden sonra duruyordu. "Ay içim şişti yemin ederim. Bu nasıl bir paragraf sorusu abi ya, Türkçe mi çözüyorum başka bir şey mi belli değil. Yok hercai, yok kardelen bana ne ya? Bir çiçeklerin aşkı kalmıştı zaten üzüleceğimiz." Genç kızın oflayarak konuşmasına güldü Caner. Böyle strese girdiği zamanlarda daha bir tatlı oluyordu Asuman. Evet, itiraf ediyordu asabiyet yakışıyordu ona ve kendi en çok galiba Asu'nun sinirli hallerini seviyordu. Ya da onu öfkelendirmeyi. Zevkliydi işte Asu'yla uğraşmak şimdi de bunu yapmaktan geri durmayacaktı. Koyu yeşil gözlerini önünde duran kitaptan çekip yanında oturan kıza diktiğinde alaylı bir tavır takındı. "Başka üzüldüğün aşklar da mı var?" Gözlerini devirdi Asu, sabahtan beri ders çalışmak gerçekten sinirlerini bozmuştu. Sınavların vermiş olduğu stres ile de fazlasıyla gergindi ve tüm bu gerginliğini Caner'in üzerine boşaltarak atabilirdi. Zaten bir tek Caner'i paylayarak deşarj oluyordu son zamanlarda. "Varsa var. Sana ne Caner?" "Dur ben senin neye üzüldüğünü tahmin edeyim," diyerek öfkeyle birbirine bakan ikilinin arasına girdi Altay. "Cenk demi? Cenk'e üzülüyorsun?" Şuracıkta arkadaşını öldürse katil olur muydu Caner? Ne diye Cenk'i karıştırıyordu şimdi? O herifin adını anmalarına gerek var mıydı cidden? "Ya ya ya ne demezsin ölüyorum Cenk'in aşkından. Keşke diyorum her gün gelse de bana asılsa." Genç kız alayla konuşurken suratını buruşturmuştu ki, bu tavrı Caner hariç herkesi güldürdü. Asu'ya takmıştı Cenk, kuyruk gibi her dakika peşinde geziyor, kur yapmak için fırsat kolluyordu. Asu hiçbir şekilde ona yüz vermese de Cenk vazgeçmek bilmiyordu bir türlü, bu da Asu'nun sinirlerini fazlasıyla bozuyordu. Ayrıca Cumartesi günü, Feyza'larda ders çalışmak için toplanmış olmalarına rağmen arkadaşlarının yine kendiyle alay etmesi kendini uyuz ediyordu. Yaşadığı gerçekten hoş bir durum değildi. İstemediği halde bir erkeğin peşinde dolaşması midesini bulandırıyordu sadece. Kaldı ki, Cenk'in yazmadığı kız kalmamıştı okulda. Şimdi sıra kendine gelmişti ancak avucunu yalardı Cenk. Öyle adamlara pabuç bırakacak biri değildi sonuçta kendi. "Bence sen yine de sen elinin tersiyle itme bu fırsatı. Yakışıklı çocuk sonuçta, sarışın, mavi gözlü... Tüm kızlar da peşinde ama o sadece Asu da Asu diyor." Hızla önündeki kalemliği alıp Altay'ın gülen suratına fırlattı Asu. Ancak genç çocuk başını yana çekerek kalemliğin gazabından kurtuldu fakat hâlâ pişmiş kelle gibi gülmeye devam ediyordu. "Ne kızıyorsun ya? Doğruları konuşuyoruz burada." "Altay eğer bir kelime daha edersen yemin ederim şu bardağı atacağım kafana." Asu'nun asabi haline hâlâ gülmeye devam etse de ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı Altay. Ancak bu defa yanında oturan Hakan rahat durmadı. "Asu kızıyorsun falan da cidden Cenk bir sana bu kadar taktı." Altay'ın aksine gülmüyordu Hakan çünkü biliyordu Asu'nun yaşadığı hoş bir durum değildi gerçekten ve nedense kendini bu durumu tehlikeli buluyordu. Bir erkek olarak Cenk'in hırs yaptığını biliyordu çünkü. Asu, ona yüz vermedikçe kuduruyordu Cenk. Bu yüzden de peşinden ayrılmıyordu aslında daha çok. Hakan için Asu bir kardeş gibiydi, gibisi fazlaydı hatta. Kendinin kardeşiydi Asu o yüzden de endişe ediyor, başına bir iş gelmesinden korkuyordu. Umursamazca omuzlarını silkti genç kız. "İstediği kadar taksın avucunu yalar." "Nereden açtınız bu mevzuyu abi ya?" diye söylendi Caner. Oflayarak elindeki kalemi masanın üzerine sertçe bırakıp arkasına yaslandı. Cenk deyince tüm keyfi kaçıyor, ağzının tadı bozuluyordu. O çocuğun Asu'nun peşinde dolanması en çok kendini sinir ediyordu aslında. "Ne güzel şurada ders çalışıyorduk. Bütün hevesimi kaçırdınız." Yeniden gözlerini devirdi Asu, sabahtan beri iki soruyu ancak çözmüştü Caner. Şimdi de hevesi mi kaçmıştı, ah kıyamazdı ki ona. Delikanlıya acıyormuş gibi bir tavır takınarak yüzünü buruşturdu genç kız. Pembe tüylü kalemini de sakalları yeni çıkan Caner'in yanağında gezdirdi. "Ah canım benim, kıyamam ben sana. Senin ders çalışma hevesin mi kaçtı?" "Asu" Caner kendine öfkeli gözlerle bakarken kıkırdadı Asu. Nedense hiç etkilenmiyordu onun ters bakışlarından tam aksi o, böyle bakınca gülesi geliyordu. "Ne?" "Kızım ben burada senin için endişe ediyorum farkında mısın? Ama sen bana ne diyorsun?" "Caner inan bana, senin benim için endişe etmene hiç ihtiyacım yok." Asu net bir ifadeyle gözlerinin içine baka baka sözlerini söylerken o deniz gözlerin nedense kendine meydan okuduğunu hissetti Caner. Fakat yine de bakışlarını kaçırmadı tam tersi daha güçlü bakışlarla baktı genç kızın gözlerine. "Evet, kurabiyeler geldi." Feyza mutfaktan çıkıp elindeki kurabiye tabağıyla salona giriş yaptığında Sarp'ta arkasından çay tepsisi ile girdi içeri. Az önce derse ara vererek birlikte mutfağa gitmişler ve bir şeyler hazırlamışlardı. Çalışırken atıştırmak güzel oluyordu sonuçta. "Gel Feyzoş gel tam senlik bir soru var. İki defa okudum ama yok kafa kalmadı, almıyor." Elindeki tabağı masanın üzerine yerleştirmesinin ardından doğrulup kuzeninin yanına doğru adımladı Feyza. Ayakta dururken Asu'nun uzattığı kitabı alıp soruyu gözleriyle okuyordu ki, Sarp merakına yenik düşerek "Ne sorusu o," diye sordu. Hakan'la, Altay'ın arkasında dikiliyordu o da. Çaprazında Caner, Caner'in yanında da Asu oturuyordu. "Kardelenle, hercai," diyerek alaylı bakışlarla baktı Sarp'a, Caner. "Kardelen neyi temsil ediyormuş, onu soruyor." Arkadaşının alaylı bakışlarına aldırış etmedi Sarp ve bir saniye bile düşünmeden "Umudu," dedi. Tüm gözler ona doğru döndüğünde Feyza kaşlarını çattı. Soruyu görmeden cevabı nasıl bilmişti? "Nereden bildin?" Buruk bir tebessüm kondurdu Sarp dudaklarına, kehribar gözlerinde derin bir hüzün vardı sanki. Kışın dondurucu soğukluğuna inat karların içinde, sevgilisini görmeyeceğini bildiği halde yine de usanmadan, bıkmadan açan kardelen çiçeği kendini fazlasıyla etkiliyordu. Ne zaman hercai ile kardelenin hikayesini duysa, buruk hisler yüreğini böyle sarıyordu işte. "Kardelen kışın açan tek çiçektir çünkü. O dondurucu soğuklara inat açarak insana umut verir. Eninde sonunda kışın bitip baharın geleceğini müjdeler. İnançtır kardelen, umuda âşıktır. Sevgilisini bir daha hiç göremeyeceğini bilse de sonsuz bir umudu vardır. O umuda tutunarak ebediyen bekler sevgilisini." Sarp gözlerine baka baka konuşurken Feyza nefes almayı unutmuştu. Fazla derin bir sesle konuşmuştu delikanlı ve kendinin kalbine dokunmuştu onun o içten sesi. Herkesi büyülemiş gibiydi Sarp kimseden çıt çıkmıyordu. Bütün gözler Sarp'ın üzerinde geziyordu ki, sessizliği bozan Caner oldu. "Yalnız," diyerek yeniden bakışların odak noktası haline geldi. "Burada haksızlık var." "Ne haksızlığı?" diye sordu Asu. Aynı zamanda Caner'in gözlerinin kendine dönmesini sağladı. Tabii kendi de kaşlarını havaya kaldırmıştı. "Orada hercai aşkından ölüyor ama kimse onu takmıyor." "Aşkından değil, aptallığından ölüyor." "Yapma Asu, hercai sevgilisini göremediği için üzüntüden öldü, yazıyor." "Hem sevgilisini kıskandığı için bencillik yaparak kışın açalım diyor, hem de sözünü tutmayıp yalancı baharın ortasında tek başına açıyor. Bunun neresi aşk Caner?" "Arkadaşlar," diyerek tartışan ikilinin arasına girdi Hakan. Gerçekten şu an bu kadar basit bir mevzu için ikisinin böylesine ateşli bir şekilde tartışmasına inanmıyordu. Her dakika birbirlerini yedikleri yetmiyormuş gibi şimdi de hercai ile kardelenin aşkı için kavga ediyorlardı. "Kusura bakmayın bölüyorum ama pazartesi günü bize biyoloji sınavında hercai ile kardelenin aşkını sormayacak Hikmet hoca. O yüzden diyorum önce şu konuları bir halletsek? Sonra kardelenle, hercainin aşkına dönsek?" "Hakan haklı," diyerek masaya oturdu Feyza. Bu kadar gevezelik yeterdi şimdi geri derse dönme vaktiydi. Elbette annesi ve babası evde yokken arkadaşlarıyla daha eğlenceli vakitler geçirmek isterdi ancak çalışmaları gereken sınavlar vardı. "Eminim yine Hikmet hoca en kazık soruları soracak, o yüzden çalışmamız lazım." "Bu kadar konuyu nasıl ezberleyeceksek?" diye söylenerek Feyza'nın yanına oturdu Sarp. Önündeki notlar gözünde büyürken iç geçirdi. Hepsine nasıl çalışacaktı? Sözel dersleri iyi kötü yapıyordu da, sayısal derslerle arası cidden berbattı. "Onu bunu bırakın da Oya nerede kaldı?" Altay'ın sorusu üzerine sıkıntıyla iç geçirdi Hakan. Arkadaşının Oya'ya olan ilgisinin farkındaydı ve bu kendini ister istemez rahatsız ediyordu. Asu ya da Feyza gibi değildi kendi için Oya, daha farklıydı, daha ayrı bir yere sahipti. Bunun adını koymaktan korksa da duygularını bastıramıyordu. "Sabah aradım annemden izin alabilirsem gelirim, dedi ama gelmediğine göre izin alamadı demek." Sıkıntıyla konuştu Feyza, arkadaşının bu derece baskı altında kalmasına üzülüyordu, ders çalışmak için bile evden çıkıp gelemiyordu Oya. Tamam kendinin de pek özgür olduğunu söylenemezdi neticede babasının otoritesi ortadaydı ancak Oya kendinden bile daha baskıcı bir aileye sahipti. Öyle ki, okuldan eve, evden okula bir hayatı vardı. Keşke onun için elinden bir şey gelseydi fakat daha kendini bile bu sıkıcı ve boğucu hayattan kurtaramıyordu ki. Mesela bugün bile ailesi şehir dışına gittiği için çağırabilmişti arkadaşlarını eve yoksa asla böyle bir şeyi yapamazdı. "Gelseydi güzel olurdu aslında en azından kimyada onun sayesinde kurtarırdık," dedi Hakan. Tabii kimya bir bahaneydi, Oya'yı göremediği için üzülüyordu. "Yine kurtarırız merak etme kardeşim. Oya bize kıyamaz, kopya verir." On yıllık okul hayatında Caner kadar tembelini tanımadığına emindi Asu. Tamam kendi de yeri geldiğinde kopya çekiyordu fakat Caner'in şu ana kadar kopyasız tek bir sınav verdiğini bile görmemişti. "Bir kere de kopyayla değil, çalışarak dersleri geçsen Caner?" "Çalışarakta geçerim tabii ama şimdi kopya çekmenin ayrı bir heyecanı var, anlıyor musun? O aksiyonu yaşamak güzel, hoca gördü mü, görecek mi, yakalanacak mıyız, bunlar okulun aksiyonu. Yoksa ben de bilirim inek gibi saatlerce masa başında oturup ders çalışmayı." Bir kez daha gözlerini devirdi genç kız, tam yeni bir şey diyecekti ki kendinden önce Feyza "Caner," diyerek ortaya atıldı. Belli belirsiz gülüyordu o da. "Efendim Feyza'cım?" diyerek gözlerini karşısında oturan kıza dikti delikanlı. "Ufak ufak at, civcivler yesin." Feyza'nın sözleri üzerine herkes kıkırdarken Sarp, Feyza'ya elini uzattı. Kitap okuyan insanın laf atması bile bir başka oluyordu. İyi bozmuştu Caner'i. "Çak Feyza." Genç kız kalemini bırakıp Sarp'ın havaya kaldırdığı eline vurduğunda Caner iç geçirdi. En yakın arkadaşı bile kendini böyle satıyordu ya, alacağı olsundu. O dakikadan sonra Caner dahil herkes gevezeliği bırakıp ders çalışmaya koyuldu çünkü gerçekten bu defa ki sınavları bir hayli zor olacaktı. Hocaların kendilerine acımayacağını biliyorlardı. Fakat neyse ki herkesin iyi olduğu bir ders vardı da oradan kurtarıyorlardı. En zor dersi, fiziği her zaman Hakan sayesinde yapıyorlardı. Asu da biyoloji uzmanıydı, evet en çok biyoloji dersini severdi genç kız ve en başarılı olduğu derste oydu. Altay'ın coğrafya da başarılı olması gibi. Kimyayı da Oya sayesinde hallederlerdi, bütün formülleri iyi bilirdi çünkü Oya. Zevkli gelirdi ona elementlerle, formüllerle, bağlarla uğraşıp durmak. Edebiyat zaten Feyza'da idi, en rahat o dersten geçerlerdi. Sarp'ta tarih sınavında güzel kopyalar hazırlardı. Evet, Sarp'ın da en iyi olduğu ders tarihti. Ezberi pek iyi olmamasına rağmen tarihi severdi Sarp. Geçmişte yaşanan olayları dinlemek, bilmek kendine daha farklı bir zevk verirdi. Aslında daha çok nedensiz bir şekilde o dönemlerde yaşanan aşkları merak eder, araştırırdı. En çokta Osmanlı döneminde saraylarda yaşanan yasak aşkları. Caner'in ise herhangi bir derste iyi olduğu söylenemezdi ancak azıcık kafasını verince matematiği yaptığı bir gerçekti. Zekiydi aslında Caner ama kafasını kullanmayı bilmiyordu. Daha doğrusu zekâsını ders dışında her şeye kullanıyordu. Herkes dikkatini derse vermişken ev telefonu çaldı. Kimin aradığını merak ederek ayağa kalkıp sehpanın üzerinde duran telefonunun ahizesini kulağına dayadı Feyza. "Alo" "Kızım," dedi Fulya Hanım, aslında Feyza'yı cepten arayabilirdi fakat kızının evde olup olmadığını merak etmişti. Binevi kontrol amaçlı aramıştı. "Biz dönüyoruz sana da haber verelim, dedik." "Dönüyor musunuz?" diyerek kaşlarını çattı genç kız. "Hani Mersin'de kalacaktınız bu akşam?" "Babanın işleri erken bitti, biz de yarını beklemeye gerek yok, dedik. Hem seni tek başına bırakmak içimize sinmemişti zaten. Neyse on dakika içinde evdeyiz. Bir şey lazım mı alalım gelirken." Gözlerini kapadı Feyza ne olurdu bir kere de şansı yaver gitse? Ne güzel arkadaşlarıyla ders çalışıyordu ancak şimdi hepsi gidecekti. Her nerede burada kalmaları kendi için sorun teşkil etmese de emindi kimse babasının yüzünü görmek istemezdi. "Yok, bir şey lazım değil anne." "Tamam o zaman biz birazdan evde oluruz." Feyza ahizeyi yerine koyarak telefonu kapadığında arkadaşlarına doğru döndü ve hepsinin kendine soru dolu bakışlarla baktığını gördü. Onları daha fazla merakta bırakmadan da açıklamasını yaptı. "Annemler on dakikaya evdeymiş." "Ne?" diyerek hızla ayağa kalktı Caner. Hiçbir şekilde Ethem Bey'in, suratsız suratını görmeye tahammül edemiyordu. "Bu şimdi mi söylenir Feyza ya?" "Benim de şimdi haberim oldu, ne yapayım?" "O zaman topuklama vakti," diyerek ayaklandı Altay, masanın üzerindeki eşyalarını toplarken Hakan da ondan geri durmadı. Asu çantasına kitaplarını yerleştirirken Caner sırt çantasını takmıştı bile. Hiçbirinin burada durup Ataman ailesiyle karşılaşmaya niyeti yoktu. Üstelik Ethem Bey, kendilerini burada görürse Feyza'ya bir güzel fırça çekerdi. Belli etmese de bozulmuştu Feyza. İsterdi ki, arkadaşları, ailesinden böyle kaçmasın babası onlara ters davranmak yerine güler yüzle yaklaşsın ama olmayacak bir istekti bu. İmkânsıza inanmasa da babasının kendinin istediği gibi davranması gerçekten imkânsızdı. Neticede Ethem Ataman'dı o, kendi seçtiği insanlar haricinde herkese buzdan duvar olan adam. Sarp, Feyza'nın yanına geldiğinde elini omuzuna dayadı. Her ne kadar kendi de daha çok Feyza'yla vakit geçirmek istese de şimdilik gitmeleri doğru olurdu ancak genç kızın üzülmesi yüreğini burkuyordu. "Sıkma canını başka zaman yine geliriz." "Aslında kalabilirdiniz benim için sorun yok." "Senin için sorun yok ama baban için sorun var Feyza. Şimdi bizi burada görürse eminim car car konuşup boş yere kafa ütüler," dedi Caner. Her ne kadar sevimli bir tavır takınarak Feyza'yı gülümsetmeyi istediyse de başaramadı. Cidden suratı asılmıştı genç kızın. "Bak haftaya biz de toplanırız, bizim ev sessizdir, bir annem var o da seve seve kabul eder sizi. Babam da zaten bütün gün işte. Rahat rahat çalışırız, ben Oya'yı da getiririm hem. Daha iyi olur." Konuşurken sıcacık gülümsedi Hakan gerçekten hiçbir arkadaşının üzgün olmasına dayanamıyordu. Özellikle de kızların. "Bakarız artık," demekle yetindi Feyza. Kendini gülümsemek için zorladı ancak içi hâlâ buruktu. Her zaman böyle olmuştu işte herkes babasından hep kaçmıştı ve bu da ister istemez kendini üzüyordu. "Tamam artık, asma suratını." Bakışlarını yanında duran Sarp'a çevirdi genç kız. Kendine içten bir şekilde bakan kehribar gözlerde gözlerini gezdirirken tebessüm etti. Bir o gözler kendinin içini böyle ısıtıyordu. "Hah işte gül şöyle, sana en çok gülmek yakışıyor." Delikanlı aniden söylediği sözleri fark ettiğinde "Yani şey," diyerek kumral saçlarını karıştırdı. "Gülmek güzelmiş, ömrü uzatıyormuş. Gülen insanlar çok uzun yıllar boyunca yaşıyor-" "Hadi abi hadi," diyerek araya girdi Caner. Yoksa Sarp burada akşama kadar saçmalayıp duracaktı. "Ethem Bey gelmeden gidelim." Feyza alt dudağını dişlemeye devam ederken Sarp zorlukla çekti gözlerini ela gözlerden sıkıntıyla nefes almasının ardından başını salladı. Haklıydı Caner, bir an önce gitseler iyi olacaktı. Ethem Bey'in kendine kızması umurunda değildi aslında fakat Feyza'ya kızarsa işte o zaman üzülürdü. O yüzden de artık gitmek en iyisiydi. Fazla oyalanmadan evden çıkarlarken "Asuman," dedi Feyza. Bari o, bu akşam kendilerinde kalsaydı çünkü onun da annesiyle babası evde değildi. Asaf eniştesinin sağlık sorunlarından dolayı İskenderun'daki hastaneye gitmişlerdi, iki günde oradaki bir otelde kalacaklardı. "Sen kalsana bizde bu akşam, teyzemle eniştem evde değil hem." "Feyzoş yedi yirmi dört ben seninle olmayı isterdim ama beş okul gününün ardından gelen iki günlük hafta sonumu Ethem eniştemin nemrut suratını görerek geçirmek istemiyorum bebeğim." İç geçirdi genç kız, haksız diyemezdi kuzenine. Babasının otoritesine tahammül edemiyordu sonuçta Asuman. Asaf eniştesinin verdiği rahatlığa alışmıştı bir kere. Feyza'nın bozulduğunu anlayınca "Sen gel," dedi Asu. "Ev boş rahat rahat takılırız." Bunu çok isterdi aslında Feyza ama babasının izin vereceğini sanmıyordu. Asuman bile olsa kimsede yatıya kalmasına izin vermezdi Ethem Bey. "Babamı biliyorsun." "Doğru Ethem Ataman'ın kendine has anayasaları var." "Asu diyorum ki bir çıksan artık evden." Caner'in sesini duymasıyla başını arkaya çevirdi genç kız, ne diye bahçede kendini bekliyordu ki, gitseydi evine. "İstediğim kalırım Caner, sana ne? Gitsene sen, niye bekliyorsun beni?" Başımı havaya kaldırıp sabır diledi delikanlı niye bu kıza bir türlü laf anlatamıyordu? Arkadaşının haline güldü Sarp ama aynı zamanda hak verdi ona. Issızdı buralar ve doğal olarak Asu'nun başına bir şey gelmesinden endişe ediyordu Caner. "Buralar ıssız Asu ve biz seni tek başına bırakamayız." "Bak eğer bunu başkası dese çemkirirdim Sarp ama sen benim bir tanecik kankam olduğun için bir şey demiyorum." Güldü Sarp yalan yok kendi de Asu'yu kardeşi gibi seviyordu. Kimilerine göre fazla şımarık olabilirdi ancak onu tatlı kılan buydu. Kendine has bir tavrı, havası vardı ve bu yüzden güzeldi Asu. "Hadi hadi çok çene çaldınız gidelim artık," dedi Altay. Kapının önünde oyalanmak gerçekten sinir bozucuydu çünkü. Genç kız daha fazla onları bekletmemek için Feyza'ya son kez veda ederek evden ayrıldı. Sonra beşli olarak bahçeden çıkış yaptılar. Ana caddeye çıktıklarında ise otobüs durağına yol almışlardı ki, Asu buralarda oturduğu için sağdan döndü ancak Caner onu bırakmadı. Genç kızın eve girdiğini görmeden içi rahat etmezdi. Asu her ne kadar söylense de Caner aldırmadı ona. Hoşuna gidiyordu onunla böyle uğraşmak. Apartman kapısının önüne vardıklarında Asu çantasında anahtarı arıyordu ki, delikanlı sevimli bir tavır takındı. "Pazartesi günü biyoloji sınavında yanında oturacağım şimdiden haberin olsun." "Caner şu an tek derdimin bu olmasını çok isterdim," diyerek ofladı genç kız. Çantasının altını üstüne getirmişti ama anahtarını bulamamıştı. Evde unutmuştu büyük ihtimalle ve şu an ne yapacağını hiç mi hiç bilmiyordu. "Ne oldu?" "Anahtar, anahtarı evde unutmuşum, evde de kimse yok." Çantasının fermuarını çekerken kendine saydırdı Asu. Resmen kapının önünde kalmıştı, ne yapacaktı şimdi? "E çilingir çağıralım." Caner'in önerisi mantıklıydı aslında ancak Uydukent gibi bir yerde çilingir nereden bulacaklardı? Merkeze gidip geri dönmekte pek uğraşmak istediği bir iş değildi ve çilingirin kendine bin tane soru soracağına da emindi. İki saat derdini anlatmak istemiyordu kimseye Asu. "Çilingiri nereden bulacağız?" "Doğru. Bizim mahallede var aslında ama..." "Siz mahalleye gitmek zaten bir saat sürer. Bir de çilingire uğraş falan akşamı bulur yani eve girmem." "Haklısın," dedi Caner aslında aklına başka bir fikir daha geliyordu ama çekiniyordu söylemeye. Yine de cesaret ederek önerisini dile getirdi. "E şey bizde kal o zaman bu gece." "Sizde?" Çantasının askılarını sıkı sıkı tutarken avuçlarının terlediğini hissetti delikanlı. "Feyza'larda kalmak istemiyorsun diye dedim. Çilingirle uğraşamayacağımıza göre.... Hayır yani Sarp'ta var, aynı mahallede oturuyoruz zaten biliyorsun. O da sana seve seve kapısını açar ama evleri kalabalık rahat edemezsin. Oya'nın da evi öyle, üç kardeşi var kızın. Çocuk sesleri çekilmez bence. Hakanların da evi küçük. Altay desen babasını biliyorsun. Yine de tercih senin ama." Dudaklarını dişlerken ne diyeceğini bilemedi Asu, söylediklerinin hepsinde haklıydı Caner ve gerçekten en iyi tercih onlar da kalmak gibi görünüyordu fakat yine de tamam diyemiyordu işte. Belki de çekiniyordu biraz. "Ya senin annen? O rahatsız olmasın şimdi." Tatlı bir şekilde güldü Caner, annesi mi Asu'dan rahatsız olacaktı? İşte bunu hiç sanmıyordu. Aksine mutlu bile olurdu onu getirdiğine. "Hiçte olmaz, merak etme." "Emin misin?" "Tabii ki, annemi tanınıyor muyum ben? Evde bir ben bir o var zaten. Tüm gece birbirimize bakmaktan sıkılıyoruz hem. Az değişiklik olur." İçi rahat etmese de sokakta kalmak istemediği için "Sen öyle diyorsan," dedi genç kız. Bunun doğru olmadığını biliyordu aslında fakat başka çaresi de yoktu. Belki gerçekten kuzeninde kalabilirdi ancak galiba Ethem eniştesinin nemrut suratını görmektense Caner'in gevşekliğine katlanmayı tercih ederdi. "Hadi gidelim o zaman. Önden buyurun Asu Hanım." Caner çarpık bir gülüşle gülerken eliyle Asu'ya yol verdi. Genç kız ise gözlerini devirerek Caner'in önüne geçip otobüs durağına doğru adımladı. İçin için sevindi aslında delikanlı Asu'nun kendilerinde kalacak olmasına. Bu terslik güzel olmuştu cumartesi gecesi az renklenecekti fena mıydı? Yaklaşık bir saat sonra eve vardıklarında Caner anahtarla kapıyı açıp içeri girdi. Arkasından da Asu. Anahtarı portmantoya doğru fırlatıp "Anne," dedi delikanlı. Allah bilir yine ne işlerle uğraşıyordu annesi. Necla Hanım oturma odasının ortasında eski sandıktaki eşyalarını çıkarmış onlara bakarak anılarını yâd ederken kendinden geçmişti. Gençliği gözünde canlanıyordu o eşyalara baktıkça. Hiç yaşayamadığı, harap olan gençliği. Kısa boylu, kilolu, esmer tenli bir kadındı Necla Hanım. Altmışına merdiven dayamış olmasına rağmen gençlerle iyi anlaşırdı. Severdi onlarla sohbet etmeyi, bir zamanlar kendinin de genç olduğunu hatırlardı onlar sayesinde. Elindeki ipek şala bakarken iç geçirdi, yaşayamadığı gençliği çok mu çok içinde kalmıştı. Plakta çalan eski şarkı da bunu anlatıyor gibiydi. Ben seni unutmak için sevmedim Aşk bu mu, sevda bu mu, hayat bu mu? "Yine dalıp gitmişsin Necla Sultan maziye. Sandıklar açılmış, şarkılar falan oooo... " Caner sözlerini söylerken yaklaşıp annesinin yanağına öpücük kondurdu. Her ne kadar böyle sevimli sevimli konuşsa da içi acıyordu, annesinin niye böyle hüzün dolduğunu biliyordu çünkü. Kaç yıl geçerse geçsin unutamamıştı annesi, babasını. Belki de en çok babasının yaptıklarına, emeklerinin boşa gittiğine üzülüp durmuştu annesi. Bu yüzden de babasını asl affetmeyecekti Caner, annesini bu kadar üzdüğü için. "Şu sandıkları bir elden geçireyim dedim," diyerek başını kaldırıp oğluna baktı yaşlı kadın ve o an fark etti Caner'in yanında duran genç kızı. "Arkadaşım," diyerek arkadaşını tanıttı delikanlı. Tabii Asu pek bir çekingen duruyordu. "Bu akşam biz de kalacak. Ailesi evde değil, kendi de anahtarını evde unutmuş. Ben de biz de kal, dedim." Şöyle bir baktı genç kıza Necla Hanım ardından gülümsedi. Pek tatlı bir kıza benziyordu. Evine de hoş gelmiş, sefa getirmişti. Misafirinin başı üstünde yeri vardı elbette. "Hoş geldin kızım." "Hoş bulduk efendim." "Aaa," diyerek gözlüklerini çıkardı Necla Hanım. Tatlı bir kızgınlıkla baktı genç kıza. "Efendim dersen olmaz ama Necla teyze de, sen bana. Ne o efendim lafı, hiç sevmem." Güldü Asu, galiba gerçekten tatlı bir enerjisi vardı yaşlı kadının. Kendi de itiraz etmeden "Peki Necla teyze," dedi. "Hah şimdi oldu işte. Senin adın ne bakayım." "Asuman ama arkadaşlar Asu diyor." "Asuman," dedi Necla Hanım kendi kendine sonra da genç kızın deniz gözlerine manalı bakışlarla baktı. "Asuman nedir bilir misin? Gökyüzüdür, maviliktir, sonsuzluktur, ferahlıktır. Annenle baban ne güzel bir isim koymuşlar sana. Sen de iyi ki geldin de evimize gökyüzünü getirdin." İsminin anlamını elbette ki biliyordu genç kız ancak Necla Hanım böyle anlatınca daha bir hoşuna gitmişti adı. Gözleri yaşlı kadının elindeki beyaz üzerine mavi desenli şalı bulduğunda merakına engel olamadı. "İpek şal mı o?" "İpek şal ya," dedi Necla Hanım, elindeki şalı da özenle okşadı. Derin derin baktı. "Çok eski yıllarda bizim burada delikanlılar evlenmek istedikleri kızlara Harbiye'de satılan ipek şallardan alıp hediye ederlermiş. Sevdalarını dile getirmez, öyle anlatırlarmış, utanırlarmış. Kızlar da gönülleri varsa şalı alıp takarlarmış yoksa da geri verirlermiş sahiplerine. Erkekler de şalları geri alırlarsa kalbine gömerlermiş sevdalarını. Kızları zorlamaz, kabul ederlermiş kaderlerini. Saygı duyarlarmış. Ah eski aşklar böyleymiş işte, şimdi ki gibi üç günlük değilmiş." Bakışlarını geri Asuman'a diktiğinde buruk bir şekilde gülümsedi yaşlı kadın. "Kusuruma bakma kızım arada böyle bir başlarım susmak bilmem. Seni sıkmadım ya?" "Yok yok hiç sıkılmadım ben çok tatlı konuşuyordunuz." Ne diyeceğini bilmez bir halde bocalıyordu Asuman, neden böyle olduğunu da bilmiyordu aslında. Çekingen biri olmamıştı hiçbir zaman ama şimdi Caner'in annesi ile konuşması farklı bir etki yapmıştı kendinde. Bıyık altından güldü Caner. Nasıl da hanım hanım duruyordu ama Asu, annesinin karşısında sanki kendinin yanında panter olan o değilmiş gibi. "Bak az kalsın unutuyordum. Açsınızdır şimdi siz, ben bir şeyler hazırlayım hep birlikte yeriz." "Hiç gerek yok, zahmet et-" "Cidden anne ya çok açız dünden kalma dolma vardı, duruyor mu dolapta?" "Duruyor duruyor hadi gel de bana yardım et sofrayı hazırlayım," diyerek ayağa kalktı Necla Hanım. Hiçbir zaman aman oğlum sen otur, ben sana sofrayı kurarım diyen bir anne olmamıştı. Caner sırf erkek diye öyle oturup kadınların kendine hizmet etmesini bekleyemezdi. Elbet ileride bir gün evlenecekti bu çocuk ve şimdiden iş yapmayı, sorumluluk almayı bilsindi ki, karısına da yardım etsindi. Caner oflayarak annesinin peşinden giderken Asuman "Ben de yardım etseydim," dedi. "Yok kızım otur sen rahatına bak. Biz Caner'le hallederiz." Gülmemek için kendini zor tuttu Asu, kim derdi Caner'in annesinin sözünden çıkmadığını? Delikanlı annesiyle birlikte mutfağa girdiğinde Necla Hanım dolaptaki dolma tenceresini çıkartıp ocağın üzerine koydu. Caner ise dolapta ne bulursa ağzına attı, gerçekten acıkmıştı çünkü. Fakat bir anda annesi tarafından kulağının çekildiğini hissetti. "Anne," diyerek ona doğru döndü şimdi ne olmuştu? "Ne yaptım ben şimdi ya?" "Kim bu kız, ne haltlar çeviriyorsun çabuk anlat." "Bir şey çevirdiğim yok anne. Kız anahtarını evde unutmuş ben de gel, biz de kal dedim. Ne yapsaydım sokakta mı bıraksaydım gencecik kızı?" "Ailesi neredeymiş?" "İskenderun'da, iki gün orada kalacaklarmış." "Başka bir şey yok değil mi?" "Vallahi yok anne ya. Hepsi bu." Caner'in ne kadar haylaz olduğunu iyi biliyordu Necla Hanım ve bu yüzden de oğluna böyle konularda pek güvenemiyordu. "Gözüm üstünde Caner eğer bir halt karıştırıyorsan da bana demiyorsan yemin ederim seni ayağımın altına alırım." Başka bir şey demeden yeniden buzdolabına yöneldi yaşlı kadın ancak Caner çarpık bir gülüşle gülüp annesinin yanına yaklaştı. "Merak etme Necla sultan," diyerek yanaklarını sıktı. "Benim hayatında tek bir kadın var, o da sensin." Oğlunun ellerini indirdi Necla Hanım. "Hadi oradan eşek sıpası bilmiyorum sanki ben seni. Allah bilir okulda ne haltlar yiyorsun da bana demiyorsun." "Aşk olsun ama ya. İnsan oğluna böyle der mi?" "Hadi hadi," dedi yaşlı kadın sofraya tabakları dizerken. "Gevezeliği bırakta Asuman'a giyecek bir şeyler var. Gezmelik kıyafetleriyle kaldı kız." "Onun normal hali o zaten." "Caner!" Ellerini havaya kaldırdı Caner annesinin ters bakışlarını görünce ise "Bir şey demedim," diyerek içeri doğru yol aldı. Necla Hanım oğlunun arkasından bakarken iç geçirdi bazen gerçekten onu, babasına benzetiyordu fakat bu kadar yıldır babası gibi bir adam olmasın diye uğraşmıştı. Eşi, Adnan aldatmıştı kendini. Caner henüz beş yaşındayken başka bir kadınla ilişki yaşamaya başlamıştı. Necla Hanım bunu öğrendiğinde ise bir dakika bile düşünmeden boşanmıştı kocasından. Öyle bir adama ihtiyacı yoktu, kendi çocuğunu kendi büyütebilirdi ki, büyütmüştü. Kimselere muhtaç etmeden okutmuştu oğlunu. Gözyaşlarını silip ayağa kalkmış oğlu için güçlü olmaya gayret etmişti. Ömrü yeterse, gücü olursa Caner'i üniversiteye bile göndermek istiyordu. Oğlu okusun, büyük adam olsundu, iyi yerlere gelsindi. Sevmeyi, değer vermeyi bilsindi. Tüm çabası bu yüzdendi ya. Oğlu güzel adam olsun diye. Caner oturma odasına girdiğinde "Asu," dedi. Genç kız bakışlarını pencereden çekip Caner'e dikti. "Efendim?" "Giyecek bir şeyler ister misin?" "Fena olmaz aslında," dedi genç kız çünkü gerçekten kot pantolonla oturmaktan sıkılmıştı. "Gel hadi." Ayağa kalktı Asu, Caner'i takip ederken bir odanın kapısının önünde durmuşlardı ki Caner aniden kapının önüne geçip Asu'nun kapıyı açmasına engel oldu. Kaşlarını çattı genç kız ne oluyordu şimdi. "Burası benim odam ve... Ve içeride birtakım uygunsuz şeyler görebilirsin yani buna hazırlıklı olsan iyi olur ama şey... Şey hemen ön yargılı davranma sonuçta ben kaç yaşına gelmişim demi?" "Caner ne saçmalıyorsun?" "Asu'cum diyorum ki içeride birtakım uygunsuz şeyler var, anla işte ya." "Ne yaptın içeri kız falan mı attın?" "E yok artık. Annem evde kızım ya, ayrıca sabahtan beri senin yanındayım." "Ha annen evde olmasa ve sen sabahtan beri benimle olmasan içeri kız atacaksın yani?" "İyice saçmaladın ama Asu. Konuyu nereye çektin ya. Diyorum ki içeride..." Daha fazla Caner'in saçmalıklarını dinlemedi genç kız. Ne vardı da içeride böyle kıvranıp duruyordu Caner? Onun kendine engel olmasına izin vermeden hızla odanın kapısını açıp içeri girdiğinde gördüğü şey ile öylece kaldı Asu. Her şeyi beklemişti hatta bir an cidden Caner'in içeri kız atmış olabileceğini bile düşünmüştü ama bunu görmeyi hiç mi hiç beklememişti. "Arabalı yatak." Olayın şokunu saniyeler sonra atlattığında kahkahayı bastı genç kız. Meğer Caner bu yüzden iki saat kıvranıp durmuştu karşısında. On altı yaşına gelmesine rağmen arabalı yatakta uyuduğu için. Resmen Caner'in en mahrem sırrına şahit olmuştu Asu. Artık elinde ona karşı büyük bir koz vardı. "Asu gülme." Gözlerinden yaşlar gelene kadar güldü genç kız. İstese bile tutamadı kendini. Gerçekten okulun çapkınının arabalı yatakta uyuduğu kimin aklına gelirdi ki? Caner'in ters bakışlarını görmesine rağmen gülmekten alamıyordu kendini. "Tamam, tamam gülmüyorum," dese de hâlâ kıkırdamaya devam ediyordu Asu. Caner şu an rezil olduğunu bilse de aldırmadı. Dolabını açıp Asu'ya uygun birkaç kıyafet çıkardı. Her ne kadar bedenleri pek uymasa da ve kıyafetleri doğal olarak erkek kıyafetleri olsa da artık idare edecekti Asu. Gri bir eşofman altıyla yazılı siyah bir tişört verdi ona. "İstersen annemin kıyafetlerinden de verebilirim ama bunlar daha çok uyar bence." "Yok yok bunlar iyi." Asu kıyafetleri Caner'in elinden alırken bir an parmakları birbirine değmişti ki genç kız hızla ellerini çekti. Caner ise Asu'nun üzerinde gözlerini gezdirdi. Buradaydı Asu, kendinin odasında garip bir şekilde de mutlu ediyordu bu kendini. Her ne kadar atışıp kedi köpek gibi birbirlerini yeseler de genç kızın yanında olması hoşuna gidiyordu. İki dakika önce bile kahkaha atmasına kızmak istediyse bile kızamamıştı çünkü çok yakışıyordu Asu'ya gülmek. Varsın kendiyle alay ederek gülsündü Asu, yeter ki gülsündü. O deniz gözleri hep böyle mutlu mutlu baksındı. Başka bir şey istemezdi galiba. "Caner," diyerek elini salladı genç kız nereye dalmış gitmişti böyle? "Hı?" "Odadan diyorum bir çıksan, üzerimi değişeceğim." "Şey.... Evet... Tabii." Delikanlı kendini zorlukla toparladığında odadan çıktı. Asu arkasından bakarken bir an kendi kendine gülüp arabalı yatağa oturdu. Ciddi ciddi burada mı uyuyordu şimdi Caner? Onun küçük bir çocuk olduğunu biliyordu da bu kadarını tahmin etmemişti. Dudaklarını ısırırken içinden geleni yaparak yatağa uzandı genç kız ve gözlerini kapadı. Kendine bir has kokusu vardı Caner'in, o koku da yastıkla, örtüye hatta çarşafa bile bulaşmıştı ve galiba Asu seviyordu bu kokuyu. Tıpkı onun yatağında böyle uzanmayı sevdiği gibi. Nedensiz bir şekilde hoşuna gitmişti Caner'in yatağında uzanmak, sanki dünyadaki en rahat yer burası gibi gelmişti. İçi huzurla dolmuş, daha önce hiç hissetmediği bir mutluluk yüreğini sarmıştı. Odanın dışında, kapının önünde ellerini ceplerine geçirmiş, sırtını duvara yaslamış bir şekilde dururken şapşal şapşal gülüyordu Caner. Ne oluyordu kendine böyle bilmiyordu fakat bu hislerinin Asu'dan kaynaklandığını biliyordu. Tıpkı o, geldiğinden beri neden artık diğer kızlara bakmadığını bildiği gibi. Belki de ilk o an kışı beklemeye karar vermişti hercai ancak bahar yakındı ve kendi yine aldanacaktı yalancı baharlara. Kardelen ise bu kış açmayacak, vefasız sevgilisi için üşümeyecekti. O da başka baharlarda gülümseyecekti. Çünkü gülümsemek kendinin de hakkıydı. |
0% |