Yeni Üyelik
18.
Bölüm

15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı

@petekayla

"Kısacası Servet-i Fünun döneminde sanat için sanat anlayışı benimsenerek süslü, ağır, edebi bir dil kullanılmış, eserlerde de toplumdan uzak, içsel konulara yer verilmiştir. Aşk romanları bu eserlerin başında gelir. En ünlü eserlerden birisi de hepiniz bildiği gibi Halit Ziya Uşaklıgil'in yazdığı Aşk-ı Memnu romanıdır."

Beyaz tahtaya yazdığı yazılar sonrasında öğrencilerine doğru döndü Feyza. İlk ders olmasından dolayı bazılarının hâlâ uyukladığını fark etti. Onları kendilerine getirmek için de sesinin bu kez gür çıkmasına gayret etti.

"Anlaşılmayan bir yer var mı?"

Kızlar hayır der gibi başlarını salladıklarında Özlem boğazını temizleyerek ayağa kalktı. Aynı zamanda okul gömleğini düzeltti. Yüzünde alaylı bir ifade olmasına karşın gayet ciddi bir soru soracakmış gibi duruyordu.

"Hocam ben bir şey sorabilir miyim?"

Gözlerini genç kızın üzerinde sabit tutarken tatlı gülüşünden ödün vermedi Feyza. Emindi saçma bir şey soracaktı Özlem lakin yine de ona karşı çıkmadı. Öğrencilerinden saygı istiyorsa ilk önce kendi onlara saygılı davranmalıydı.

"Elbette Özlem."

"Şimdi Aşk-ı Memnu dizisinde o senin yengen, yengen sahnesi vardı ya kitapta da o sahne var mı hocam?"

Özlem'in sorusu üzerine diğer öğrenciler kıkırdadı. Her ne kadar hocalarından çekinseler de arkadaşlarının dediğine gülmemek elde değildi. Genç öğretmen ise öğrencisini terslemedi hafif bir tebessüm ile eşlik etti öğrencilerine sonra da gereken cevabı uygun bir dille Özlem'e verdi.

"Bunu bu kadar çok merak ediyorsan kitabı okuyarak cevabı kendin bulabilirsin."

Bir an bozulduğunu hissetti genç kız, her defasında Feyza'nın kendini bozmasına gerçekten uyuz oluyordu ve şu an hocası resmen kendini yok sayarak diğer öğrencilerine ciddiyetle bakıyordu. Bozguna uğramış bir şekilde geri sırasına oturduğunda öfke dolu gözlerle hocasına bakmayı sürdürdü. Kendi kendini bir şey zannediyordu Feyza, çok bilmiş hareketler, farklı farklı havalar, takılmalar falan. Fakat hepsi boştu evet, kesinlikle öyleydi. Boş hava balonundan başka bir şey değildi Feyza hoca, kendinin gözünde.

Özlem'in tavırlarına, bakışlarına aldırmadı Feyza. Diğer öğrencilerinde bakışlarını gezdirirken "Başka bir sorusu olan var mı?" diye sordu.

"Hocam," diyerek el kaldırdı Aynur. Şu sınıfta Feyza'yı seven sayılı öğrencilerden biriydi. Meslek lisesinde olmasına rağmen hayallerine, ideallerine uğraşmak için çabalıyor, daha şimdiden üniversite sınavına çalışıyordu. Okulda aldığı sınırlı eğitimle yetinmiyor diğer Anadolu liselerinin seviyesine yetişmek için didinip duruyordu. Şimdi de Feyza gibi dersini ciddiyetle işleyen, kendilerine değer veren bir hoca bulmuşken bu fırsatı elinin tersiyle itecek değildi.

"Evet Aynur."

Saygılı bir biçimde ayağa kalktı Aynur. Kıvırcık sarı saçlarını gevşek bir şekilde toplamış, dinlendirici olarak kullandığı gözlüğünü gözüne takmıştı. Saçlarını topladığı için beyaz yüzündeki kırmızı sivilceleri daha çok ortaya çıkmıştı lakin çirkin durmuyordu o sivilceler aksine yüzüne tatlı bir kırmızılık veriyordu. Uzun boylu olduğu için kilosu kendine yakışıyordu. Hem fizik olarak hem huy olarak güzeldi Aynur ancak hayatı için aynı şey söylenemezdi. Babasını çocuk yaşta kaybetmiş, dayılarının eline kalmıştı ve ne yazık ki dayıları sırf kız lisesi diye kendini buraya zorla gönderecek kadar geri kafalıydı. Ancak kararlıydı Aynur, bir gün... Elbet bir gün kendi hayatı için söz hakkına sahip olacak, kendi ayaklarının üzerinde duracaktı. O zamanın bir an önce gelmesi için de şu an tek yapması gereken şey dur durak bilmeden çalışmaktı. Ki kendi de elinden geldiğince bunu yapıyordu.

"Tanzimat döneminin ikinci döneminde de Servet-i Fünun'la hemen hemen aynı özellikler görülüyor tam olarak ikisinin arasında nasıl farklar var?"

"Şöyle ki, Tanzimat'ın ikinci döneminde batılılaşma vardır ama henüz yazarlar, şairler alıştıkları kalıplarından çıkamamışlar, aruz ölçüsünün yanında hece ölçüsünü de kullanmaya devam etmişlerdir. Romanlar da birinci döneme göre daha başarılı eserler verseler de tam olarak batılılaşma nitelikleri taşıyan eserler Servet-i Fünun da verilmiştir. Farklarını ikinci derste daha detaylı bir şekilde anlatırım isterseniz. Şimdi zil çalmadan kısa bir tekrar yapalım. İkinci derste Servet-i Fünun sanatçılarına geçeriz."

"Teşekkür ederim hocam," diyerek yerine oturdu Aynur. Feyza'yı bu yüzden seviyordu bir soru sorduklarında kendilerini terslemiyor sabırla sorularını cevaplıyor, ders işlerken tek başına değil, kendilerine sorarak karar alıyordu. Böylece de sınıfın katılımını sağlıyordu. Birkaç kişi istisna olsa da istisnalar kaideyi bozmazdı.

"Evet şimdi zil çalmadan küçük bir tekrar yapalım. Bilgilerin daha kalıcı olması için," diyerek öğretmen masasının önünde durdu Feyza. Sol ayağını sağ ayağının önüne atıp ellerini masaya dayayarak rahat bir tavır takındı. Amacı rahat duruşuyla kızları da rahatlatmaktı. Gerilecek bir durum yoktu ortada, alt tarafı iki üç soru soracaktı. Listeden öğrenci kaldırmaya karşıydı, zaten kimin hangi seviyede olduğunu biliyordu ve buna göre de listeye bakmadan soru-cevap yapabilirdi.

Kızlar oturuşlarını düzelterek sorulara hazır olduklarını belli ettiler. İster istemez böyle zamanda geriliyorlardı.

"O zaman hazırsanız ilk soru gelsin. İlk psikolojik romanın adı nedir ve kim yazmıştır?"

Yaklaşık on kişi el kaldırdığında o kişilerin arasında Çiçek'in de olması Feyza'nın dikkatinden kaçmadı. Ayrımcılık yapacak bir öğretmen değildi ancak Çiçek'in dersine etkin bir şekilde katılması hoşuna gidiyordu. Gözlerini diğerlerinde gezdirirken "Buket," dedi. Nedeni ise onun geçen derste pek bir ilgisiz olmasındandı.

"İlk psikolojik roman Eylül'dür hocam," diyerek ayağa kalktı genç kız. Cevabından emin bir şekilde hocasının gözlerine bakıyordu. "Yazarı da Mehmet Rauf'tur."

"Harikasın," dedi genç öğretmen. Memnuniyet dolu bir ifade ile. Öğrencisini takdir ettiği her halinden belliydi. Buket'in oturmasının ardından "Peki," diyerek soracağı soruyu düşündü. "İlk realist romanının adı nedir, karakterleri kimlerdir?"

Yine aynı kişiler el kaldırınca "Sırma," dedi Feyza. Sırma dersi dinliyordu dinlemesine fakat yine de o kadar aktif değildi. Bu yüzden de onun daha çok derse katılımını sağlamak istiyordu.

Evet, bazı içinde yaşadığı duygular vardı ancak bunların derslerini etkilememesi için uğraşıyordu Sırma. Her ne olursa olsun Feyza kendinin hocasıydı ve kendi de onun dersine katılmakla yükümlüydü. Hem Her şey bir yana gerçekten Feyza'nın ders anlatmasını seviyordu. Bir şekilde ilgilerini çekiyordu işte Feyza hoca. Ayağa kalktığında saygısını bozmamaya özen gösterdi genç kız.

"İlk realist roman Recaizade Mahmud Ekrem'in yazdığı Araba Sevdası'dır hocam. Karakterleri de Bihruz Bey, Periveş Hanım, Keşfi Bey, Mösyö Pierre, Valide ve Çengi Hanım'dır."

Sıcacık gülümsedi genç öğretmen. Gerçekten bir şeyler öğretmeyi başarmıştı galiba öğrencilerine.

"Tebrik ediyorum seni Sırma. Yerine oturabilirsin."

Sırma yerine oturunca başka bir soru daha sordu Feyza. "Peki Tanzimat döneminde hangi, Servet-i Fünun döneminde hangi akımların etkisi görülür?"

Çiçek artık hocasının kendini kaldırması için âdeta yalvarır bir şekilde elini sallıyordu. Bir gün edebiyatta böyle istikrarlı bir şekilde söz almak isteyeceği aklının ucuna bile gelmezdi oysa. Fakat şimdi Feyza'nın gözüne girmek için çabalıyor, hiçbir derse olmadığı kadar edebiyata ilgi gösteriyordu. Nedeni sadece Feyza'nın, abisinin arkadaşı olmasından değildi, Feyza'nın harika bir hoca olmasındandı. Öyle ki tüm hafta boyunca sadece Feyza ders işlese kesinlikle sıkılmazdı.

Genç kızın hâline gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Feyza. Daha fazla da onu bekletmek istemedi. Artık ona söz hakkı verebilirdi.

"Çiçek"

Sonunda, dedi Çiçek içinden. Hevesle ayağa kalktığında hiç tereddüt etmeden cevabı söyledi.

"Tanzimat'ın birinci döneminde Romantizm, ikinci döneminde Realizm akımları görülür. Servet-i Fünun döneminde ise Sembolizm ve Parnasizm akımları etkili olmuştur hocam."

"Süper bir cevap, aferin sana."

Tatmin olmuş bir ifade ile gülümsedi genç kız. Yerine oturduğunda bir an Özlem'in kendine ters bakışlar attığını gördü. Tabii onun yanında oturan Nisa'nın da. Elleri açıp dudaklarını belli belirsiz kımıldatarak ne, dedi. Harbiden ne oluyordu şimdi onlara?

"Özlem"

Genç kız sabır dileyerek ayağa kalktığında ellerini yumruk yapıp masaya dayadı. Kendini illa kaldırmak zorunda mıydı gerçekten?

"Efendim hocam?"

"Bu sefer de sen söyle. Yazı makinesi olarak adlandırılan Tanzimat dönemindeki sanatçı kimdir?"

"Şey," diyerek bocaladı Özlem. Konuyu nasıl değiştireceğini, sınıfı nasıl kaynatacağını düşünürken aklına gelen fikirle güldü. "Yazı makinesi olarak adlandırılan sanatçı çok yazan bir adamdır hocam."

Sınıfta yeniden gülüşmeler duyulunca Feyza umutsuzca iç geçirdi. Biliyordu bu kızla işi vardı lakin yine de kendi Özlem'in üzerine gitmekte kararlıydı. Zor olacağını bilse de, hep kınadığı hocalar gibi ayrımcılık yapmayacak, kafasında iyi ve kötü diye öğrenci nitelendirmeyecek, sadece derse katılanlarla değil, tüm öğrencileriyle ayrı ayrı ilgilenecekti. Eğer böyle yapmazsa öğretmen olmasının ne anlamı kalırdı? Bu yola baş koyarken bir söz vermişti kendine. Bir öğrencinin eğitim seviyesi ne kadar düşük olursa olsun onu gözden çıkarmayacak, üstüne üstüne giderek onu kazanacak ve topluma kazandıracaktı. Çünkü esas bunu yaptığı zaman gerçek anlamda başarmış olurdu.

"Yerine oturabilirsin Özlem."

O kadar ciddiydi ki bu defa Feyza, yutkunma ihtiyacı hissetti Özlem. Sırasına oturduğunda gülen dudakları soldu ve ilk defa o an hocasının bakışlarından utandığını hissetti.

Bakışlarını Özlem'in yanında oturan Nisa'ya çevirince adını zikretmekten geri durmadı genç öğretmen. Özlem gibi o da genelde alaycı bir tutum takınsa da Özlem'e birazcık daha ciddiydi. En azından her derste arkadaşı gibi boş yapmıyordu.

"Nisa, Özlem'in sorusunu sen yanıtlamak ister misin?"

Genç kız çekine çekine ayağa kalktığında bir süre ne diyeceğini düşündü. Sorunun cevabını bilmiyordu, dersi dinliyormuş gibi görünse de aklı çok başka yerlerdeydi. Yarın alışveriş merkezinde sevgilisi ile buluşacağı için ailesine söyleyeceği yalanı bulmakta ders sırasında aklını meşgul edenler arasındaydı.

"Soruyu bir daha alabilir miyim hocam?" diyerek vakit kazanmaya çalıştı Nisa. Dersin bitmesine beş dakika kalmıştı ve bu, beş dakikayı rezil olmadan bir şekilde geçirmeliydi.

Terslemedi öğrencisini Feyza, Nisa'nın zaman kazanmaya çalıştığını bilse de sabırla sorusunu tekrarladı.

"Tanzimat döneminde yazı makinesi olarak adlandırılan yazar kimdir?"

Aklında kalan tek ismin sorunun cevabı olmasını umarak söyledi Nisa. Yanıtından emin olmadığı ise kısık sesinden, kararsız yüz ifadesinden elbette ki belli oluyordu.

"Muallim Naci."

"Üzgünüm ama yanlış cevap Nisa, oturabilirsin."

En azından bir cevap vermiş olduğunu düşünerek yerine oturdu Nisa. Hiç olmazsa boş yapmamıştı.
Gözlerini yeniden öğrencilerinde gezdirdi Feyza. Nisa ve Özlem'le elbette ilgilenecek, onları bu şekilde bırakmayacaktı. Yalnızca bunun zamanı şu an değildi.

"Evet, var mı soruyu cevaplamak isteyen?"

"Hocam ben söyleyebilir miyim?" diyerek el kaldırdı Suna. Diğer eliyle ise bozulmuş olan baş örtüsünü düzeltti. Keyfine göre davranırdı o, kimi zaman dersi can kulağı ile dinler kimi zaman hiç dinlemezdi. Fakat galiba kendi de Feyza'nın dersini seviyordu.

"Peki, söyle bakalım."

Genç kız istediğini almış olarak gülümseyip ayağa kalktı. Başkasının bilmediği soruyu cevaplamak her zaman için kendini daha çok tatmin ediyordu.

"Ahmet Mithat Efendi'dir, hocam."

"İşte bu doğru cevap. Teşekkür ederim, yerine oturabilirsin Suna," dedi Feyza ardından kol saatine baktı. Dersin bitmesine az kalmıştı ve onları iki dakika serbest bırakabilirdi.

"Soru- cevapta yaptığımıza göre dersi bitirebiliriz. Zaten iki dakika kaldı. Evet, serbestsiniz kızlar."

Öğrenciler bunu duyar duymaz sohbete başladıklarında Feyza da kendi masasına oturdu. Çantasından telefonu çıkardığında kısa bir göz attı gelen bildirimlere fakat dikkatini çeken tek bir mesaj vardı.

Asuman

Hatay da değil de hayatta olduğundan şüpheleniyorum. Ama eğer hâlâ yaşıyorsan ben tarafından öldürüleceğini bil. Biricik kuzenini bu kadar ihmal etmenin de bir bedeli var sonuçta.

Kendi kendine güldü genç kadın. Deli kız, diye geçirdi içinden. Gerçekten çok ihmal etmişti Asuman'ı. Hatay'a geldiğinden beri bir kez olsun onunla uzun uzun konuşmamıştı ve bunu en kısa zamanda telafi etse iyi olurdu. Okuldan sonra onu aramayı aklına not etti. Teneffüste de arayabilirdi ama on dakikadan daha uzun süre boyunca onunla konuşmak istiyordu. Bu yüzden eve gider gitmez yapacağı ilk iş Asuman'ı aramak olacaktı. Dersteyim, eve gidince seni ararım, diye kısa bir mesaj yazıp gönderdiğinde zil de o an çaldı. Telefonu geri çantasının içine koymasının ardından kendinden komut bekleyen öğrencilerini daha fazla bekletmedi.

"Çıkabilirsiniz."

Kızların birkaçı kantine giderken kendi de çantasını omuzuna takarak sınıftan ayrıldı, öğretmen odasına doğru yol aldı. Kendinden emin adımlar atarken dik duruşu insanların dikkatini çekiyordu. Kısa kollu puantiyeli gömleği ve siyah dar pantolonuyla da oldukça şık duruyordu Feyza hoca. Biliyordu ki, kendine ısınamamış hocalar çoktu okulda ama önemi yoktu. Neticede kendi hocalarla gündeymiş gibi çay, börek muhabbetti yapmak için değil, birilerinin hayatını değiştirebilmek için öğretmen olmuştu. Üzerine düşen sorumluluk ne ise yapmaya dünden hazırdı.

Öğretmenler odasına vardığında herhangi bir sandalyeye oturdu genç kadın. Fakat daha ilk dakikadan da Canan öğretmenin odaya girip facia bir haberi vermesi çok gecikmedi.

"Ay duydunuz mu? Yine bir kız jiletle bileğini kesmiş."

"Ne!" diye bağırdı Feyza duyduğu sözler karşısında. Kaşlarını çattığında doğru duyup duymadığını bir kez daha düşündü. "Bileğini mi kesmiş? Nasıl kesmiş?"

"Feyza hocam," diyerek onun karşısındaki sandalyeye rahat bir şekilde oturdu Canan. Sanki demin ki sözleri söyleyen kendi değilmiş gibi umursamaz bir hâli vardı. "Siz daha bu okulda neler neler duyacaksınız. Alışın bunlara canım. Bu okulda olaylar bitmez. Ayılmalar, bayılmalar, panik atak geçirmeler, cam kırmalar, işte böyle bilek kesmeler ohooo daha neler neler."

Nasıl böyle rahat bir şekilde bunları söyleyebiliyordu bu kadın? Öğrencilerden bashediyordu, gencecik kızlardan farkında mıydı? Yok kesinlikle bir öğretmenin bu kadar rahat ve umursamaz olmasına tahammül edemiyordu Feyza.

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz Canan hocam? Gencecik bir kız, hem de bizim öğrencimiz olan gencecik bir kız bileğini kesmiş, dediniz farkında mısınız?"

"Şımarıklıktan Feyza hocam," diyerek araya girdi Ahmet hoca. Poşet çayını yudumlarken Canan'ın yanına oturdu.

"O takıldıkları zibidiler yüzünden hep böyle şeyler yapıyorlar."

Genç öğretmen hâlâ duyduklarını sindirmeye çalışıyordu ki Hande hocanın söyledikleri sabrını taşıran son sözlerdi.

"Bu kızlar yüzünden bir gün bizim başımız yanacak, diye korkuyorum ben asıl. Kaç kere tayin istedim de başka okula çıkmadı."

"Kusura bakmayın ama görüyorum ki öğrencilerin bu hâle gelmesinde sizin de payınız büyükmüş. Baksanıza sanki öğrencilerimizden değil, düşmanlarımızdan bahsediyorsunuz. O kız, okula jilet sokabiliyorsa ilk önce bizim dönüp kendimize bakmamız gerekir."

Sözlerinin ardından hızla ayağa kalktı Feyza. Burada oturup onların öğrenciler hakkında dedikodu yapmalarını dinlemeyecek, gidip o kıza bakacaktı. Belki gerçekten dikkat çekmek için böyle bir şey yapmıştı, lakin sonuçta o, genç bir kızdı ve o genç kızın nasıl bir iç savaşı vardı ki böyle bir işe kalkışmıştı? Arkasını dönüp öğretmenler odasından çıkarken Abidin hocanın sözlerini duymasıyla durdu bir an.

"Yalnız Feyza hocam siz bu kızlara bu kadar yüz verirseniz yarın sizin tepenize çıkarlar. İyi niyetinizi suistimal ederler. Size yazık olur yani."

Gözlerini sabırla kapatıp açarak ona doğru döndü genç öğretmen. Dudaklarını ıslatıp doğru cevabı vermek için kelimeleri kafasında toparladı. Kendinden bayağı büyüktü Abidin hoca, yaşı elli beşi geçmişti ve yaşına saygısından çizgisini bozmamaya gayret etti.

"Yüz vermekle, öğrenciye değer vermek arasında fark vardır hocam. Eğer biz öğrencilerimize bu denli umursamaz bir tutum sergiliyorsak burada ne işimiz var? Eğer bir kızın bileğini kesmesini bile böyle rahat bir şekilde geçiştirebiliyor, onunla ilgilenmeyi şımarıklık olarak nitelendiriyorsak bizim gerçekten oturup öğretmenliğimizi sorgulamamız gerek. Burası meslek lisesi olabilir ama bu kızlar bize emanet. Her ne olursa olsun biz, bu kızların öğretmenleriyiz ve şimdi böyle ciddi bir durumda öğretmenleri olarak hiçbir şey olmamış gibi durabiliyorsak ben gerçekten sözün bittiği yerdeyim. Kusura bakmayın."

Son kez hepsinin üzerinde yargılayıcı bakışlar gezdirip başka bir şey demeden odadan çıktı Feyza. Gerçekten bu insanların öğretmen olduğuna inanmıyordu ve anlıyordu ki, öğretmenlik okul okumakla olmuyordu. Bir öğretmenin içinde öğrenciyi hayata kazandırma tutkusu olmalı, onu en iyi yerlere getirmek, başarıdan başarıya koşmasını sağlamak için sönmek bilmeyen bir arzu ateşi yanmalıydı. Yürekten, candan, gönülden bağlanmalıydı bir öğretmen öğrencisine, ona doğruyu göstermeli, yoluna ışık tutup rehberlik etmeliydi. Hatalarına kınamayla değil, anlayışla yaklaşmalı, hayata tutunması için nedenler vermeliydi, gerektiğinde onu cesaretlendirilmeli, hedeflerine giden yolda onun yegane yoldaşı olmalıydı. Böyle oturup öğrencileri çekiştiren hocaların gerçekten öğretmen olmasına tahammül edemiyordu. En acısı da onlara öğretmenliğin ne demek olduğunu hiçbir şekilde anlatamayacağını biliyordu.

Bahçeye çıktığında okula gelen ambulansı gördü genç kadın. Fakat kızın durumunu öğrenmek için geç kaldığını tozu dumana katarak okuldan çıkan ambulansla anladı. Ambulans sireni caddeyi inletirken gözlerini kapatıp, o kıza bir şey olmamasını diledi. Acaba hangi sınıftandı? Adı neydi? Tanıdığı bir öğrenci miydi? Bilmiyordu ancak öğrenmekte kararlıydı.

***

"Feyza hocanın dersinden sonra hangi ders var?"

"Abidin hocanın dersi," diyerek Özlem'in sorusunu cevapladı Çiçek. Öğretmen sandalyesinde otururken bir yandan kantinden aldığı poğaçayı yiyor bir yandan da telefonundaki bildirimlere bakıyordu. Yine kendine instagramdan istek atan atanaydı ve kendi hepsini silmekle uğraşıyordu. Hayır biri de şöyle adam gibi durmuyordu ki, hepsi artist artist resimler atmış, keko sözler yazmıştı. Biri de şöyle azıcık farklı olsa belki onun isteğini kabul edebilirdi.

"Ay o da hiç çekilmez şimdi ya," diyerek sızladı Özlem. Gerçekten bir günde hem Feyza'yı hem Abidin'i kaldıracak hâli yoktu. Yüzünü buruşturduğunda yanaklarını şişirdi. Keşke okuldan kaçmanın bir yolu olsaydı. Ah en başından okula gelmeyecek, yeni tanıştığı Görkem'le buluşacaktı aslında bugün. Ama işte bugün okula gidesi gelmişti. Galiba daha sonra hocalarının saçma sorularıyla uğraşmak istememişti. Neyse, dedi içinden şimdiki sıkıcı edebiyat dersini Görkem'le yazışarak geçirirdi de azıcık morali yerine gelirdi.

"Özlem şuna baksana bir," diyerek arkadaşının yanına, pencerenin önüne geldi Nisa. Özlem telefondaki mesaja bakarken Çiçek onlara kısa bir göz attı. Allah bilir yine ne işler çeviriyorlardı? Onları boş verip telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Birkaç saniye sonra ise kendinin yanına gelen de Sırma oldu.

"Bu hikâye figürlerini Abidin hoca beğenir mi sence?"

Arkadaşının elinden Nasrettin Hoca figürünü aldığında iç geçirdi Çiçek. Çok harika yapmıştı Sırma, küçük dolap mıknatısları gibi duruyordu figür ancak emindi, Abidin hoca yine bir kusur bulacaktı. Adam resmen çalışmalarını beğenmemek için bahane buluyordu.

"Harika ama illa ki bir bahane bulur moruk."

Yüzünü ekşitti Sırma, haklıydı Çiçek Abidin hoca muhakkak bir yerini beğenmeyecek, puan kıracaktı. Oysa o kadar çok uğraşmıştı ki yapmak için. Fakat hocasının gözünde bunun hiçbir değeri yoktu. Puan kırmaktan zevk alıyordu resmen o adam.

"O, ne? Bende bakacağım," diyerek yanlarına uçarak geldi Suna. Ancak hızla geldiği için Sırma'ya çarptı. Doğal olarakta genç kızın elindeki dosya düştü, dosyanın içindeki eşyaları dağıldı.

"Suna ya," diyerek söylendi Sırma sonra da eğilip eşyalarını topladı. Eğer dosyanın içinde çizimleri olmasa belki bu kadar büyütmezdi fakat çizimleri vardı ve kimsenin onları görmesini istemiyordu. Sanki biri resimlerini görürse çırılçıplak kalacakmış gibi hissediyordu.

"Çok pardon Sırma ya. Yardım edeyim mi?"

Başını kaldırıp ters bakışlarla baktı Suna'ya genç kız. Biliyordu isteyerek yapmamıştı ama yine de çizimleri dağıldığı için öfkeliydi. "Gerek yok."

"Sırma," demişti ki Suna tam on an Feyza yeniden sınıfa girdi. Ders zili ne ara çalmıştı da duymamışlardı?

Hâlâ gergindi genç öğretmen okulda olanlar, duydukları, gördükleri canını gerçekten sıkıyor, hiçbir şey yapamıyor olmak kendini öfkelendiriyordu. Ama yok tüm bunlara sessiz kalmayacak bir şeyler yapacaktı. Sadece edebiyat öğretmeni olabilirdi lakin bu okulda öğretmendi ve kendinin de bir söz hakkı vardı. Yeni gelmiş olması durumu değiştirmezdi.

Hızlı adımlarla masasına doğru yürürken "Yerlerinize kızlar," dedi otoriter bir sesle. Biliyordu, gerginliğini öğrencilerine yansıtmamalıydı fakat bu konuda henüz o kadar iyi değildi.

Çiçek hızla sandalyeden kalkıp sırasına geçtiğinde Sırma hâlâ eşyalarını topluyordu. Özlem'le, Nisa ise pencerede kenarında durarak telefona bakıp gülmeye devam ediyorlardı.

"Nisa, Özlem yerlerinize dedim, demi?"

"Hocam bir dakika," diyerek telefon ekranında parmaklarını gezdirdi Özlem. Nisa, hocasının öfkeli bakışlarını gördüğünde arkadaşının kolunu çekiştirdi. Gerçekten şu an öfkeli gözlerle bakıyordu Feyza ve kendi o bakışlardan nasibini almak istemezdi.

"Özlem!"

Evet, bu kez sert bir sesle öğrencisine seslendi genç öğretmen. Kendinin de bir sabrı vardı, Özlem de o sabrı fazlasıyla zorluyordu. Telefonu indirdiğinde hocasının yüzünde bakışlarını gezdirdi Özlem. İlk defa Feyza'nın sesini yükselttiğini duyuyordu.

"Yerine geç."

Daha fazla itiraz etmedi genç kız zira hocasını kızdırmak istemiyordu. Özlem yerine geçerken biraz olsun öfkesini kontrol altına almaya çalıştı Feyza. Sırma'nın hâlâ yerdeki eşyalarını topladığını gördü. Ona yardım etmek için de hiç gocunmadan yere eğilip dağılan kâğıtları topladı. Sırma bir an başını kaldırıp hocasına baktığında şaşırdı. Bir öğretmen gerçekten kendine yardım mı ediyordu?

Feyza son kâğıdı eline aldığında kara kalem olarak çizilmiş küçük kızla, kuş resmi gözüne çarptı. İstemsiz resimde bakışlarını gezdirirken nedense bu resmin altında başka bir şeyler olduğunu hissetti. Sırma, hocasının o kâğıdı daha fazla incelemesine izin vermemek için hızla ayağa kalktı. Kâğıdı bir an önce almak istese de bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.

"Bunu sen mi çizdin?"

Dudaklarını dişledi Sırma beyaz yanakları tuhaf bir şekilde al al olmuştu. Belki korkuyordu Feyza'nın bir şeyleri anlamasından sanki hocası o resme daha da dikkatli bakarsa her şeyi anlayacakmış gibi hissediyordu.

"Evet hocam, ben çizdim."

Sırma istemiyordu anlaşılan resme bakmasını, kızaran yanaklarını zar zor çıkan sesi bunu belli ediyordu. Olabilirdi, o da kendince içinde yaşadıklarını çizgilerle anlatıyor ve kimseye göstermek istemiyordu belki de. Kendine de saygı duymak düşerdi. Gözlerini resimden çektiğinde elindeki kâğıtları öğrencisine uzattı Feyza.

"Gerçekten çok başarılısın ve mutlaka bu yeteneğini değerlendirmelisin Sırma."

Kâğıtları eline alırken gülümseye çalıştı genç kız. "Teşekkür ederim," demekle yetindi. Resim çizmeyi gerçekten seviyordu, belki de hakikaten güzel yapıyordu bu işi ama bu kadardı. Sadece kendi kendine bir şeyler karalıyordu. Zaten başka ne olabilirdi ki? Sahiden ünlü sanatçılar gibi kendi de bir resim galerisi açacak değildi ya, imkânları ortadaydı sonuçta.

Sırma yerine geçerken Feyza arkasından bakmayı sürdürdü. Derin bir iç geçirdiğinde birkaç saniye onun için neler yapabileceğini düşündü. Babasının durumunu biliyordu, öğrenmişti onunla da karşı komşu olunca ve üzülüyordu itiraf etmesi gerekirse. Zavallı kız, daha bu yaşında nasıl koca koca yükleri omuzlamıştı. Sırma için elinden gelen bir şeyler mutlaka olmalıydı, en azından resim konusunda belki ona bir yol gösterebilirdi. Bu konuyla ilgilenmeyi de aklına yazmasının ardından boğazını temizleyerek derse girmek üzere hazırlandı.

"Evet, en son Servet-i Fünun dönemine giriş yapmıştık şimdi dönemin sanatçılarına detaylı bir şekilde bakalım."

Genç öğretmen arkasını döner dönmez Özlem sıranın altına koyduğu telefonu tekrar eline alıp çantasının içine yerleştirdi ve sanki çantasında eşya arıyormuş gibi bir imaj takınarak telefonuyla ilgilenmeyi sürdürdü. Nisa kendini uyarsa da, onu duymadı. Saçma sapan şeyleri dinleyerek daha fazla moralini bozmayacaktı.

Çiçek not almak üzere hazırlanırken Sırma da ondan farksız değildi lakin Buket teneffüste başladığı aksiyon dolu kitabı okumak için arka sıraya geçmişti. Hem ders dinleyebilir hem kitap okuyabilirdi. Suna Abidin hocanın verdiği etkinliği tamamlamak üzere gerekli eşyaları çıkardığında bir kulağını da Feyza'ya verdi. Aynur, hocasının anlattığı hiçbir şeyi kaçırmamak için en ön sıraya oturduğunda aklındaki her şeyi silip yalnızca hocasına odaklandı.

"Ve ilk sanatçımız Recaizade Mahmut Ekrem," diyerek söylediği ismi tahtaya yazdı Feyza sonra geri öğrencilere doğru döndü, döndüğü gibi derin bir nefes aldı. Gördüğü her şeye rağmen de sabrını korumak için çabaladı. İlk olarak "Buket," dedi. "O kitabı kapat lütfen. Her şeyin bir zamanı vardır. Kitap okumanın bile. Eğer okuma yapmak istiyorsanız bir saatlik dersimizi elbette okumaya ayırabiliriz ama şimdi derse dönmemiz gerek."

Buket itiraz etmeden kitabı kaldırırken Suna da Feyza'nın bakışlarından sıranın kendine geleceğini anlamış olacak ki, eşyalarını geri kaldırdı. Bu kadarına şükretti genç kadın en azından birisi bir şeyleri anlamıştı. Fakat çok geçmeden gözlerine telefonla ilgilenen Özlem çarpınca kendi kendini sakin kal, diyerek uyardı. Ne yapması gerektiğini biliyordu ve yapacağı şeyin doğru olmasını umuyordu.

Yavaş adımlarla Özlem'in sırasına doğru adımladı Feyza. Özlem, hocasının kendine doğru geldiğini fark edince hızla telefonu bırakıp çantanın fermuarını çekti. Sıranın üzerinde ellerini birleştirerek çok dikkatli bir şekilde ders dinliyormuş gibi bir tavır takındı. Genç öğretmen başında durunca ise anlamaz bakışlarla baktı ona. Feyza ise elini uzatıp gayet normal bir ses tonuyla ne istediğini söyledi.

"O telefonu bana ver."

"Ne telefonu hocam?"

Gözlerini kapatıp sabır diledi Feyza sahiden şu an tek ihtiyacı olan buydu çünkü. "İkimiz de telefonla ilgilendiğini biliyoruz. Şimdi o telefonu bana ver."

"Benim telefonum evde ama."

"Yalan söyleyerek beni kandırmış olmuyorsun kendi kendini komik bir duruma düşürüyorsun Özlem. Farkında mısın?"

O an bütün bakışların odağı olduğunu biliyordu genç kız ve ilk defa bundan rahatsızlık duyuyordu. Gerek hocasının sözleri gerek arkadaşlarının bakışları kendine berbat hissettiriyordu. Niye şimdi kimse kendiyle birlikte gülmüyordu? Niye dersin kaynatmak için çaba harcamıyor da bu kadar ciddi duruyordu herkes? Hani neredeydi o her şeyi eğlenceye, dalgaya çevirmeye çalışan sınıf arkadaşları? Bir tek Feyza'ya gelince mi hepsi süt dökmüş kediye dönüyordu? Peki, dedi içinden. Madem böyleydi o zaman kendi de artık hiçbirine zor durumda kalınca yardım etmezdi. Genç öğretmen hâlâ başında dikilmeye devam ederken el mahkûm çantasından telefonu çıkartıp ona uzattı.

Telefonu eline alınca ciddi tavrından ödün vermedi Feyza. "Velin gelip alana kadar telefon bende kalacak."

Daha başka bir şey demeden kendi masasına doğru adımladı genç öğretmen ama Özlem susmadı. Öfkeyle ayağa kalkıp kendince hakkını savundu.

"Bunu yapmaya hakkınız yok hocam!"

Geri arkasını döndüğünde Özlem'in devam etmesini bekledi Feyza. Madem bir şey demişti o zaman devamını da getirmeliydi. Özlem bir an hocasının bakışlarından çekinse de dik durmaya gayret etti.

"Bunu yapmaya hakkınız yok hocam. Telefon benim şahsi eşyam ve siz şahsi eşyama el koyma hakkına sahip değilsiniz."

"Peki," diyerek tek kaşını havaya kaldırdı Feyza. "Sen derste telefonla ilgilenme hakkına sahip misin?"

Sessiz kaldı genç kız ya da ne diyeceğini bilemediği gibi hocasının yargı dağıtması karşısında öylece kaldı.

"Bunun bir disiplin suçu olduğunu da biliyorsun elbette ve ben seni sırf bu yüzden disipline verebilirim ama bunu yapmıyorum yalnızca velin gelip alana kadar telefonun bende kalacak diyorum. Sanırım sen de siciline işleyecek bir disiplin suçu yerine bir gün telefonsuz kalmayı tercih edersin. Yanılıyor muyum?"

Yenildiğini kabul ederek sırasına otursa da hiçbir hocaya olmadığı kadar Feyza'ya öfkeliydi ki. Sanki o, telefonunu değil de bir organı sökülüp alınmıştı. Bir gün boyunca telefonsuz kalmayı hayal dâhi edemiyordu.

"Ben de öyle düşünmüştüm," dedi Feyza sonra da derin bir nefes alarak masasına doğru adımladı. Telefonu masanın üzerine koydu. Onlara dersten daha önemli şeyler anlatması gerekiyordu galiba şu an. Bunu yapmak için de yine sözleri kafasında toparladı.

"Biri bir şey anlatırken onu dinlemek saygıdır. Anlattığı konu dikkatinizi çekmiyorsa bile yine de dinlemek size yakışan büyük bir erdemdir. Edebiyatı sevmiyor olabilirsiniz, bu normaldir size bunun için kızamam ancak ben burada siz ne derseniz dinliyorum. Değil mi? Esprilerinize, şakalarınıza gülüyorum, size katılıyorum neden peki, biliyor musunuz? Çünkü ben size saygı duyuyorum. Evet, size saygı duyuyorum. Niye mi? İnsansınız zira, bir bireysiniz ve her şeyden önce genç kızlarsınız. Ben istiyorum ki siz, size yakışan şekilde davranın. İnanın benim de diğer hocaların yaptığı gibi bir kutu getirip telefonlarınızı toplamam, gereken şekilde ders dışı materyalleri kaldırmam çok zor değil ama bunu yapmıyorum. Sizler çocuk değilsiniz çünkü. Belli bir yaşa gelmiş genç kızlarsınız, kendi iradenizi kullanarak siz kendinize engel olabilirsiniz. Ben burada size çocuk gibi davranırsam en başta kendime haksızlık yapmış olurum. Siz artık büyüdünüz kızlar, ilk okula giden küçük çocuklar değilsiniz, liseye gelmiş pırıl pırıl gençlersiniz lütfen ama lütfen kimsenin size çirkin sözler söylemesine, sizi azarlamasına izin vermeyin, kendinize yakışan şekilde davranın. O zaman ne kadar değerli olduğunuzu siz de göreceksiniz. Ki zaten değerlisiniz, her birinizin içinde ayrı bir cevher var. Ben biliyorum, görüyorum ve inanıyorum. Siz de kendinize inanın. Eğer isterseniz ve gerçekten çabalarsanız çok şey başarabilirsiniz. Ben burada boşa konuşmuyorum, bir hayal dünyasından da bahsetmiyorum. Gerçekler diyorum, gerçekler sizin elinizde tıpkı kaderinizin de elinde olduğu gibi. "

Feyza konuşmasını bitirdiğinde kimseden ses çıkmadı. Şaşırmadı bu duruma öğrenciler galiba hep böyleydi, muhtemelen şimdi boş kafa ütülediğini düşünüyordu hepsi ama biliyordu ki, şimdi değilse bile bir gün kendini anlayacaklardı. Yalnızca o zamanın çok geç olmamasını umuyordu. Bir kez daha boğazını temizlediğinde yeniden tahtanın önünde durdu.

"Pekâlâ şimdi herkes hazırsa derse başlayabiliriz."

***
Dördüncü dersini bitirmiş olarak 9/C sınıfından çıktığında başının ağırdığını hissetti genç öğretmen. Gün oldukça hareketli başlamış, öyle devam etmişti. Öğle arasında biraz dinlense iyi olurdu fakat daha üç dersi vardı. Öğretmenlik kolay değildi, çeşitli zorluklara uğraştıran bir meslekti ama severek yapınca o zorluklar bile yormuyordu insanı. En azından kendi için öyleydi.

Uzun koridorda adımlarken çalan telefon sesini duydu Feyza. Bir an durup kinin aradığına bakmak için çantasından telefonu çıkardığında ekranda yazan ismi görmesiyle iç geçirdi. Şimdi niye arıyordu babası? Hoş bu kadar zaman boyunca aramamış olması mucizeydi. Hatay'a gelmesine kesinlikle kolay kolay izin vermemiş, büyük olaylar çıkarmıştı lakin geldikten sonra kendini böyle rahat bırakması gerçekten tuhaftı. Neyse, dedi içinden. Şimdi babasıyla uğraşamayacak kadar meşguldü. Bir ara dönüş yapardı artık ona. Aramayı reddedip telefonu çantasına koymak için hareketlenmişti ki, telefon yeniden çalınca bugün kaçıncı dileyişi olduğunu bilmediği sabrı bir kez daha diledi. Gerçekten şimdi bir babası eksikti. Onun aradığını zannederek tekrardan ekrana baktı ancak gördüğü isim ile gülümsedi. Galiba okula geldiğinden beri ilk defa gülüyordu ve ne garipti ki, sabahta öfkeyle uyanmış olduğu halde kendini gülümseten kişiyle, şimdi arayan kişi aynı adamdı.

Sarp

Bütün gerginliği, öfkesi buhar olup uçarken yüreğine saran heyecana engel olmaya çalıştı genç kadın. Alt tarafı Sarp arıyordu, ne vardı ki bunda bu kadar heyecan yapacak? Birkaç defa derin nefes alıp sesini düz tutmaya çalışarak telefonu açıp kulağına dayadı.

"Sarp"

"Feyza aradım ama umarım derste değilsindir."

"Yok, yok merak etme derste değilim. Yani şey teneffüs zili yeni çaldı. Hem zaten derste olsam açmazdım. Dersi bölmesin diye sessize alıyorum da telefonu. Neyse sen ne diyecektin?"

Neden bocalıyor, kelimeleri zar zor toparlıyordu ki Feyza? Oysa bir edebiyat öğretmeni olarak üslubu da, konuşma tarzı da kusursuz olmalıydı lakin Sarp ile konuşurken tuhaf bir şekilde cümle kurmakta zorlanıyordu.

"Şey diyecektim ben ya... Eğer okuldan sonra bir işin yoksa birlikte Harbiye'ye gidelim mi? Özlemişsindir, diye düşündüm. Hani şelaleler, Defne ağacı falan var ya, yeniden görmek istersin belki?"

Güzel bir şey teklif etmişti aslında Sarp fakat kendi hemen tamam diyemiyordu sebepsiz. Diyemediği için de yine bocalayarak konuştu ama bu teklifin hoşuna gitmediğini söyleyemezdi. Yeniden Harbiye'yi görmek istiyordu aslında ve Sarp'la oraya gitme fikri kulağa harika geliyordu.

"Bilmem ki... Yani boşum aslında bir işim yok. Olur tabii."

Genç adamın teklifini kabul etmesinin ardından yer ve saat için ayarlama yaptı Feyza. Bugün çıkış saatine kadar okuldaydı ve ancak okuldan sonra Sarp'la bulaşabilirdi. Belki biraz geç olacaktı ama olsun eve gitmek için acelesi yoktu ya. Fakat üzeri uygun muydu? Bir an bunu düşünerek başını eğip sanki üstünde ne olduğunu bilmiyormuş gibi kendine baktı. Başka zaman olsa belki kıyafeti dert etmezdi ancak şimdi Sarp'la buluşacaktı, o yüzden giyimi kuşamı düzgün olmalıydı. Üzerindekiler fena değil gibiydi ama yine de okuldan çıkmadan önce bir lavaboya geçip kendine ufak birkaç dokunuş yapsa iyi olurdu. Sonuçta saç baş dağınık bir şekilde Sarp'ın karşısına çıkmak istemezdi. Hoş, onun karşısına pijamayla bile çıkmıştı ya, neyse.

O teneffüsten sonra sanki bir öğretmen değil de bir öğrenciymiş gibi saatleri saydı genç kadın. Bir an önce okulun bitmesini istedi ilk defa. Nedeni ise açıktı özel bir randevusu vardı, ister istemez de heyecanlanması normal olsa gerekti.

12/A sınıfındaki dersini bitirmesinin ardından nihayet rahat bir nefes aldı Feyza. Lakin şimdi kafasını kurcalayan başka bir şey vardı. On ikinci sınıfların durumu. Meslek lisesinde oldukları için her biri ayrı yerlerde staj yapıyordu. Kendi bölümlerine göre staj yerleri vardı. Kuaförlük okuyanlar kuaförlerde, aşçılık okuyanlar pastahanelerde, bilişimciler çeşitli ofislerde ve çocuk gelişimi okuyanlar ana okullarında. Şüphesiz her birinin kendine göre ayrı bir zorluğu olsa da en çok yorulanlar çocuk gelişimcilerdi, bunu gayet objektif bir şekilde söyleyebilirdi.

Nitekim kolay değildi her gün otuz, kırk çocukla uğraşmak. Öğretmenlik farklı bir olaydı, stajyer öğretmen olmak daha farklı. O kızlar sadece öğretmenlik yapmıyor, çocukların çeşitli ihtiyaçları ile ilgileniyorlardı. Ayrıca öğrencilerin anlattığı kadarıyla stajdaki hocalar, kızları bir öğrenci gibi değil, okul hizmetlisi olarak görüyorlardı. Kızların orada yemek yemesi, çay, kahve içmesi bile yasaktı. Öğle molalarına da hocalarının çıkarmadıklarını iddia ediyordu kızlar ve kaldı ki sabahçı hoca ayrı, öğlenci hoca ayrıydı keza çocuklar da öyle. Stajyer öğrenciler ise tüm günü orada geçirmekle birlikte iki hocanın da isteklerine yetişmeye çalışıyor, çocuklara farklı farklı etkinlikler yaptırıyordu. Daha da kötüsü ise haftanın üç günü okula değil, staja gidiyorlardı. Sabah sekizden, akşam beşe kadar. Bütün bunlardan dolayı da oturup üniversite sınavına doğru düzgün çalışamıyorlardı.

Biliyordu, bu durumu düzeltmek için elinden bir şey gelmezdi. Her ne kadar kabul etmek istemese de meslek lisesiydi burası, kendince de şartları vardı ancak yine de öğrencileri için bir yol düşünüyordu Feyza. En azından inanarak çabalarlarsa her şeyi başarabileceklerini onlara göstermek istiyordu. Bunu nasıl yapacağını ise şimdiden düşünmeye başlamıştı.

Öğle arasında çay ile meşhur Antakya simididen alıp öğretmenler odasına geçti genç öğretmen. Özlediği başka bir şey varsa tartışmasız bu simitti. Öyle abartılacak bir şey değildi aslında sadece oldukça büyüktü ve tuzla kimyona batırılarak yeniyordu. Tadı diğer simitlere göre daha hafifti. Ancak kendi özlemişti bu tadı ya da tadın hatırlattığı hatıraları. Lise zamanlarında hep bu simitten aldığını hatırlıyordu hatta bir simidi arkadaşlarıyla birlikte yediğini. O zamanlar da mutluluk bir simidi paylaşmak kadar basitti. Keşke hiç büyümeselerdi de hep o simidi paylaşan arkadaşlar olarak kalsalardı.

Özlüyordu, özlüyordu işte Feyza geçmişini, lise zamanlarını, dostlarını... Hakan'ın centilmenliğini, Altay'ın esprilerini, Oya'nın içtenliğini... Geçmişe dair güzel olan ne varsa hepsini özlüyordu işte. Sarp'la, Caner'le belki yeniden bir aradaydı lakin yine de lisedeki o günler bir başkaydı. O zaman bir aradaydı hepsi, bir ağacın yaprakları gibi savrulup gitmemişlerdi. Caner'le, Asuman iki düşman değil, dosttu. Hakan'la, Altay da öyle. Kimse kimseye kırılmamış, dostlukların arasına aşklar girmemişti. Sahi hangisi daha güçlüydü? Aşk mı, dostluk mu? Bilmiyordu ama isterdi ki, dostluğun gölgesini aşk karartmasın istemekle olmuyordu ama işte. Olan olmuştu, hepsi ilk önce birbirine kırılmış, sonra birbirlerinden kopmuştu ve belki de bir daha, hiç bir araya gelememişlerdi. İlk kendi gitmişti aralarından sonra da herkes teker teker dağılmıştı. Öyle tahmin ediyordu yoksa onlar da hâlâ bu şehirde olurdu değil mi? Kim bilir neredeydiler şimdi? Nerede, ne yapıyorlardı? Sarp'ın haberi var mıydı onlardan? Bir sorsa ne kaybederdi ki? Evet, tüm merak ettiklerini bugün ona sormakta kararlıydı.

Öğle arasının ardından kalan derslere girip çıktı genç öğretmen. Okul dağılınca ise lavaboya geçip aynada kendine baktı. Üzerini düzeltmesinin ardından açık saçlarına eliyle şekil verdi. Dudaklarındaki silinmiş şeftali tonundaki ruju tazeledi. Göz kapaklarına far sürdü, kirpiklerine yeniden maskara çekti. Başka makyaj malzemesi yoktu çantasında, bu kadarla idare edecekti artık. Hem galiba o kadar fena olmamıştı, anı bir buluşma için gayet iyi bile sayılabilirdi. Zaten abartmaya da gerek yoktu. Hâlâ aynaya bakmaya devam ederken tuttuğu nefesini verdi. Son kez gömleğini aşağıya doğru çekiştirirken hazır olduğuna inandı. Niye bu kadar heyecan yaptığını anlamıyordu gerçi.

Musluğun önüne koyduğu telefon bir kez daha çalınca aynı anda kalp atışlarının da hızlandığını hissetti Feyza. Ekranda yeniden Sarp ismini gördüğünde alt dudağını dişledi. Galiba onunla buluşmaya hazırdı. Telefonu eline alıp nefesini ve sesini kontrol altında tutmaya çalışarak açtı. Telefonu kulağına dayadığında ise "Sarp," dedi ve bu ismi söylemeyi ne kadar sevdiğini o an bir kez daha fark etti.

"Geldin mi?"

"Evet, geldim. Senin işin bitti mi?"

"Bitti, bitti. Ben de şimdi çıkıyordum zaten. Sen neredesin?"

"Sevinç eczanesinin önünde."

"Tamam ben o zaman hemen geliyorum yanına."

Genç kadın tam telefonu indirecekti ki Sarp'ın sesini duymasıyla durdu.

"Feyza"

"Efendim?"

"Araba olduğu yerde kalsın sen yürüyerek gel."

Beş dakikalık mesafe bile yoktu Sarp'ın beklediği yer ile okul arasında elbette yürüyerek giderdi Feyza oraya ama onun neden böyle dediğini merak etmişti. Harbiye uzaktı sonuçta, arabayla bile yarım saat sürüyordu. Tabii daha kestirme bir yol yapılmadıysa.

"Tamam da sizin arabayla mı gideceğiz?"

"Orasını boş ver, sen gel görürsün nasıl gideceğimizi."

Sarp'ın güldüğünü duydu Feyza ya da hissetti. Kim bilir yine ne işler çeviriyordu. Fakat daha fazla burada durup onun nasıl bir şey yaptığı hakkında tahmin yürütmek istemedi. Bir an önce genç adamın yanına giderse ne olduğunu zaten görürdü.

"Peki o zaman, geliyorum."

"Bekliyorum."

Telefonlar kapandığında bir kez daha kendi kendine güldü genç kadın sonra da çantasını alarak lavabodan çıktı. Bahçeye vardığında okulun kapısına doğru adımladı sonra da kapıdan çıkıp okulun yukarısına doğru yürüdü. Vali Göbeği'ni geçip Fatih Caddesi'ne ulaştığında Sarp'ın bahsettiği eczanenin nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı ki, yaklaşık beş adımdan sonra eczaneyi gördü. Tabii eczanenin önünde duran Sarp'ı da.

Feyza'yı görünce Sarp'ın dudaklarında koca bir gülümse peyda oldu. Sanki onu görünce her şey bir başka güzel oluyordu. Avucunun içi gibi bildiği Fatih Caddesi bile. Eskimiş dükkânlar, yıllardır önünden geçip durduğu tostçular, önlerinde meyve sepetleri olan marketler bile. Hatta ve hatta caddeden geçip giden arabalar bile. Şüphesiz Feyza Antakya'yı güzelleştiyordu. O olunca her yer daha bir anlam kazanıyordu. Yakışıyordu Feyza, kendinin memleketine.

Aralarındaki mesafeler sıfıra indiğinde karşılıklı olarak durdular ancak ne yapacaklarını bilemediler. Birbirlerine sarılmak isteseler de bunu yapmaya çekindiler. Birbirlerine bakarken sessizliği bozan Sarp oldu. "Eee," dedi ensesini kaşıyarak. "Okul nasıl geçti bugün?"

"Biraz yorucuydu ama güzeldi. Senin günün nasıl geçti?"

"Fena değildi," demekle yetindi genç adam. Feyza'nın yüzünde bakışlarını gezdirirken ne diyeceğini düşünüyormuş gibi bir hâli vardı.

"Neyse daha geç olmadan gidelim istersen sonra oturup konuşuruz uzun uzun."

"Olur," diyerek gülümsedi Feyza fakat bir an durduğunda kendini toparladı. "Da nasıl gideceğiz?"

Belli belirsiz tebessüm etti genç adam, uzanıp Feyza'nın elini tuttuğunda kendiyle birlikte iki, üç adım atmasını sağladı. Kaldırım kenarında duran motora vardıklarında gözlerine inanamadı Feyza. Bu... Bu Sarp'ın motoruydu. Yani babasından kalan motoru. Lisedeyken birlikte kaçamaklar yaptığı motoru. Bu aracın hâlâ durduğuna mı inansaydı yoksa Sarp'ın böyle bir çılgınlık yaptığına mı?

"İşte bununla gideceğiz."

"İnanmıyorum. Sarp gerçekten şu an sana inanmıyorum."

"İnansan iyi edersin," diyerek motorun arkasındaki kaskları çıkarıp birini Feyza'ya uzattı. "Çünkü bu daha hiçbir şey."

"Ne?"

"Hadi diyorum hadi daha geç olmadan gidelim."

Kararsız gözlerle bakarken şaşkınlığını atlatmış değildi genç kadın. Sarp'ın hadi ama der gibi bakışlarını gördüğünde güldü. Gerçekten tam bir çılgındı Sarp.

"Hem artık ehliyetimde var, merak etme."

"Bak bunu duyduğuma sevindim," diyerek genç adamın uzattığı kaskı alıp başına taktı Feyza. Sarp'ta kaskı başına geçirdiğinde motora yerleşip gaza bastı.

"Eski günleri yeniden yaşamaya hazır mısın?"

Gözleriyle onayladı Sarp'ı, Feyza. Onun arkasına yerleşerek beline hafifçe sarıldı.

"Hazırım."

"O zaman sıkı tutun."

Duyduğu komut ile daha sıkı sarıldı Feyza, genç adama. Çenesini Sarp'ın sol omzuna dayadığında gözlerini kapadı. Sarp gazı körükleyerek kalabalık caddede yol alırken geçmişe döndüğünü hissediyordu. Eski günleri gerçekten yeniden yaşıyormuş gibi. Fakat bir fark vardı, artık Feyza'nın üzerinde babasının baskısı yoktu, erken saatte eve gitmek zorunda değildi o ve tam anlamıyla özgürdü. En azından kendi öyle sanıyor, onun nasıl bir prangaya bağlı olduğunu bilmiyordu.

Sarp'a sıkı sıkı sarılmışken şu an genç kadının tek yaptığı saçlarını savuran rüzgâr eşliğinde hür olmanın tadını çıkarmaktı. Her şeyi ama her şeyi unutmuştu ancak unuttuklarının gün gelip kendini paramparça edeceğini nereden bilebilirdi ki?

Loading...
0%