Yeni Üyelik
19.
Bölüm

16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları

@petekayla

Kimi uzaklarda kimi yalan sevgiler de kimi de yalnızlıkta arayıp durmuştu mutluluğu yıllar boyunca. Büyük şairler, yazarlar, filozoflar ve düşünürler farklı farklı fikirler ortaya atmış, teori üretmişlerdi mutluluk hakkında fakat belki de hepsi yanılmıştı zira mutluluk ne uzaklardaydı ne yalnızlıklarda ne de kalabalıklarda. Mutluluk en basit tabirle insanın kendini ait hissettiği yerdeydi. İnsan ait olmadığı bir yerde, sahte samimiyetle dolu yabancıların arasında mutlu olamazdı ki. Önce ruhunun bir yere ait olduğunu hissetmeliydi insan. Bir şehre, bir insana ya da herhangi başka bir unsura ve Feyza saçlarını savuran rüzgâr eşliğinde, Sarp'ın süratle sürdüğü motorla buram buram tarih kokan sokakların arasında dolaşırken buraya, bu hatıralarla dolu şehre ait olduğunu anlıyordu yine. Çünkü ruhu yalnızca Hatay'a gelince senelerce hasret kaldığı huzura, özgürlüğe kavuşmuştu. Kavuşunca da hiç olmadığı kadar mutlu olmuştu. Gerçi geçmiş zaman eki gereksizdi çünkü şimdi mutluydu kendi, mazideki anıları yeniden yaşarken.

Hatay'ın tarihi semtine, Harbiye'ye doğru yol alırken aynı duyguları paylaşıyordu aslında iki genç. İkisinin de aklında canlanıyordu lise günleri. Okuldan sonra bu motorla yaptıkları kaçamakları dün gibi hatırlıyorlardı. Kaç kez kendilerine konulan yasakları çiğneyip birlikte alabildiğine gezmiş, bazen çılgınlığın dibine vurup Samandağ denizine gitmişlerdi sayamazlardı. Kaç defa yok dediği hâlde Sarp kendini eve bırakmıştı bilmiyordu Feyza. Sarp'ın da bilmediği gibi. Tamam, ehliyet olmadan böyle bir şey yapmaları doğru değildi fakat ilk gençlik çağında onlar da maceralar yaşamak istemişler, yaşamışlardı. Şimdi de iyi ki o günleri yaşadıklarını düşünüyorlardı. Bazı şeyler bazı yaşlarda yaşanınca güzeldi çünkü. Hem ayrıca şimdi o günlere yeniden dönmüş gibi hissetmek pek bir hoştu.

Sümerliler mevkine varınca Feyza şöyle bir göz attı etrafa. Antakya'nın en elit semtiydi burası. Aynı zamanda çoğunlukla Alev-i Araplarının ikamet ettiği yerdi. Zaten iki dakika sonra varacakları Defne ilçesi ve devamında bulunan Harbiye'de öyleydi fakat ne tuhaftır ki Hatay'ın o kadar ilçesi, semti varken en çok buralar gelişmiş, güzelleşmişti. Seçkin kafeler, lüks evler buradaydı hep ve bu da Alevilerin gelişmiş bir medeniyete sahip olmasından kaynaklanıyordu.

Tarihi bilinmeyecek kadar eski bir dönemden beri Hatay'da Aleviler ve Sunniler hep bir arada yaşamışlar hiçbir zaman din ya da ırk ayrımı yapmamışlardı. İç içe yaşamak şöyle dursun her türlü iletişim söz konusu olmuştu aralarında. Birlikte okumuşlar, oturup kalkmışlar, sohbet edip, yemek yemişler, alışveriş yapmışlardı. Zaten ayrımcılığa da gerek yoktu ki isteyen istediği şekilde dinini yaşamakta özgürdü önemli olan insanlıktı gerisi boş teferruattı.

Hem aslına bakılırsa Aleviler de Müslüman'dı sadece mezhepleri ve inançları biraz daha farklıydı fakat kimse kimseyi bu inançlar yüzünden yargılamamıştı. Ancak yine de iki tarafında karşı olduğu bir konu vardı ki, o da evlilikti. Evet, tüm mordenleşmelere ve aralarındaki samimiyete rağmen bir Alevi ile Sunni'nin evlenmesi hoş karşılanmaz, aileler arasında büyük kavgalar çıkardı özellikle de konu kızlar olunca. Ama gönül ferman dinlemiyordu ki toplum tarafından koyulan bu yasağı çiğneyip evlenenler çoktu. Her ne kadar aileleri tarafından dışlansalar da.

"Burası da hiç değişmemiş sadece birkaç kafe daha açılmış," dedi Feyza rüzgârın sesini bastırmak için biraz yüksek bir sesle.

Kaskı başındaydı lakin kaskın camını kapatmamıştı. Yolculuğun başından beri Sarp'ın beline sarılıydı kolları, çenesi de hâlâ omzuna dayalıydı ve o koku, yıllar geçse bile genç adamın değişmeyen naneli kokusu burnuna dolmaya devam ediyor, kendine garip bir şekilde huzur veriyordu. Sanki senelerdir bu kokuya da hasret kalmıştı Feyza. Biliyordu, Sarp'a bu kadar yakın durmak zorunda değildi, kollarını biraz gevşetebilir, çenesini omuzundan çekebilirdi ama hayır sarılmak istiyordu, ruhu gibi bedeni de Sarp'a yakın olmayı arzuluyordu, buna da engel olamıyor, olmak istemiyordu. Belki de yalnızca o kadar zaman kendinden bile sakladığı duygularını bastıramıyordu artık.

"Öyle, burası da hep olduğu gibi kaldı."

Sarp'ta motorun ve rüzgârın sesinden dolayı biraz yüksek bir sesle konuştu. Biçimli dudaklarında sıcak bir gülüş vardı. Şu an gerçekten Feyza'yla birlikte Harbiye'ye gidiyorlardı hem de kendinin motoruyla. Genç kadının kendine böyle sımsıkı sarılması çok mu, çok güzeldi. Elinden gelse bir ömür böyle durabilirdi. Hele o dalgalı karamel saçların yüzüne değmesi, her bir telin sakallarına temas etmesi ayrı bir hoşuna gidiyordu. Tabii bir de Feyza'nın içini ısıtan nefesinin kulağına dokunması. Onun soluğuna bile yıllarca hasretti, şimdi de ona yakın olmanın güzelliğini hangi kelime ile anlatabileceğini bilmiyordu.

"Buralarda eskiden bir park vardı, çok sık olmasa da gelirdik. Hâlâ duruyor mu?"

"Sevgi parkı mı? Duruyor, basket sahası falan da yapıldı. Arada bizim çocukları da getiririm çok severler burayı." Sarp ardı ardına söylediği sözler sonrası aklına geleni de eklemeyi ihmal etmedi. "Bir akşam birlikte geliriz istersen ben çocukları da alırım."

"Olur," dedi Feyza itiraz etmeden. Sarp'la birlikte gezmek gerçekten zevkliydi gerçi onunla yapılan her şey zevkliydi.

Yolculuğun geri kalanı sessizce geçtiğinde nihayet Harbiye'ye vardılar. Motoru cadde üzerime bırakıp geri kalan yola yaya olarak devam ettiler.

Harbiye iki tarafa ayrılıyordu düz gidince lüks restoranlar karşılıyordu seni. En az İstanbul'un boğazındaki lüks restoranlar gibi restoranlar. Belki boğazı görmüyorlardı ama karşıdaki dağ manzarası da dillere destandı. Bir de bulunduğu konum Harbiye olunca lüks olmaması elde değildi. Kiminin büyük bahçeleri vardı kiminin yazlık kışlık olarak kullanılan alanları fakat hepsi şüphesiz yemekli, kır düğünleri için uygundu. Belki de bundandır ki Hatay'da yaşayan her genç kızın hayali Harbiye'de düğün yapmaktı. E anlı şanlı bir düğün herkesin hakkı olsa gerekti.

Restoranları geçip meşhur şelalelere gelecek olursak hemen cadde üzerinden sonra sol tarafta bulunan yokuştan inmek gerekiyordu şelaleleri gezmek için. Sarp ve Feyza da oradan indiler, kendilerini karşılayan da ilk hediyelik eşya satan çadır dükkânlar oldu. Evet, aynen çadır dükkândı bunlar seyyar satıcı denemezdi çünkü yerleri belliydi. Önü açık çadırlar kurmuşlar yaz kış orada eşya satıyorlardı. Sonbahar olduğu için bazıları kapalı olsa da çoğunluğu açıktı. Zaten aslında Harbiye'nin tadı daha çok yazın çıkardı ama olsun yıllar sonra yeniden buraları görmek yine de güzeldi. En azından Feyza için.

Çadır dükkânların önünden geçerken durup satılan eşyalara göz attı genç kadın. Çeşitli el yapımı takılar, ahşap biblolar, her türlü tablolar, Defne sabunları, yağları, Hatay magnetleri vardı satıcı masaların üzerinde. Hepsi de birbirinden güzeldi. İnsan hepsini ama hepsini almak istiyordu.

"Buyur kızım istediğin bir şey var mıydı?"

Yaşlı bir kadın içeriden çıkıp onların yanına vardığında Feyza bir an irkildi. O kadar dalmıştı ki, kadının geldiğini bile duymamıştı.

"Yok... Yok ben öyle bakıyordum."

"Bu hakiki Defne sabunu mu?" diye sordu Sarp. Sabunu eline almış koklayarak inceliyordu. Bu yaşına kadar hiç şampuan kullanmamış hep Defne sabunu ile yıkamıştı saçlarını. Nedeni ise Defne sabunun tamamen doğal olmasaydı, hiç kimyasal yoktu içinde tabii sahteleri de mevcuttu piyasada ama hakiki olan sabunda kimyasal bulunmazdı sadece Defne yağı olurdu içinde ve hakiki Defne sabunu saçları besler, dökülmesini engellerdi. Her ne kadar bazıları kokusunu sevmese de şifalıydı defne sabunu, gerçek olup olmadığı da kokusundan anlaşılırdı tabii bir de renginden. Boz yeşil olan gerçekti diğerleri sahte.

"Hakiki tabii oğlum sahtesi olur mu hiç bizim burada? Biz bunları kendimiz yapıyoruz hep."

Sarp tatmin olmuş bir ifade ile başını salladığında Feyza unuttuğu kokuyu hatırlamak için Sarp'ın elindeki sabunu alıp burnuna götürdü. Aldığı koku ile de suratını buruşturarak gülümsedi. Herhangi bir aromanın kokusu yoktu sadece hamam kokusu vardı sabunda. Evet, bu koku kendine hiç gitmediği hâlde hamamları hatırlatıyordu. Aynı zamanda Asuman'ı da. Zira Asuman hiç haz etmezdi bu kokudan Caner ise her duş aldığında saçlarını Defne sabunu ile yıkardı, günlerce de kalırdı sabununun kokusu Caner'in üzerinde ve hiçbir konu yokmuş gibi Asuman'la bir de bunun için atışırlardı. Şimdi bu koku kendine o günleri hatırlatıyordu galiba anıların kokuları da vardı.

"Ne kadar peki?"

"Küçükleri yirmi lira. Şu pakette size elli lira olur."

Sarp sabunları incelemeye devam ederken Feyza takılara göz attı. Böyle otantik takılar daha çok Asuman'ın tarzıydı aslında ama kendi de severdi. Doğal taşlardan yapılmış kahve tonlarındaki bilekliği görünce hemen eline aldı. Toprak rengi takıları çok beğenirdi şimdi de bu bilekliği almak istiyordu. Fiyatının otuz lira olduğunu öğrenince hemen aldı. Sarp'ta Defne sabunundan bir tane aldı, evde yedek kalması iyi olurdu. Ancak Feyza bu kadarla da kalmadı evi için iki küçük ahşaptan yapılmış heykel biblo da aldı ardından buzdolabı için bir tane Hatay yazılı magnet.

Bir hediye almak istiyordu aslında Sarp, Feyza'ya fakat aklında bunlardan daha güzel bir hediye vardı. Şelaleleri gezdikten sonra çıkıştaki ipek şal satan dükkâna uğramayı aklına bu yüzden not etti.

Aldıkları eşyaları yukarı çıkıp geri motora bıraktılar çünkü şelaleler çok aşağıdaydı ve ellerinde ufakta olsa eşyalarla yürümek zor olurdu. Geri geldikleri yokuştan aşağı indiklerinde ilk şelaleleyi gördüler. Büyük büyük kayaların ve yemyeşil otların, çiçeklerin arasından şarıl şarıl sular akıyordu ama bu hiçbir şeydi esas görsel şölen daha aşağıdaydı. Az daha yürüyünce karşılarına demir bir salıncak çıktı. Tabii ki orada olan insanlar salıncağın üzerinde fotoğraf çektiriyorlardı, arkada ise akan suların koca koca ağaçların ve dağ manzaranın olması ayrı bir güzel kılıyordu fotoğrafları.

"Biz de resim çekilelim," diye öneride bulundu Sarp. Şu ana kadar lise fotoğrafları dışında Feyza'yla hiç resim çekilmemişti ve şimdi Harbiye'ye kadar gelmişken bazı anları ölümsüzleştirmek istiyordu.

Olur, diyemedi Feyza hemen, elbette ki normal bir şey teklif etmişti Sarp ama kendi... Kendi çekiniyordu işte. Galiba fotoğraf çekilmeyi alışkın olmadığından.

"Tabii senin için bir sakıncası yoksa."

"Yok... Yokta biliyorsun ben pek fotoğraf çekilmeyi sevmiyorum."

Yüzü düştü, hevesli kırılmış kırılmış gibi hissetti Sarp. Feyza'yı baskı yapacak hâli yoktu ya ama yine de onunla bir resmi olsun isterdi.

"Fakat tabii ki biz de bir resim çekilebiliriz elbette."

Yüz ifadesi tatlı bir çocuğun mutluluğunu anımsatırken gülümsedi genç adam, heyecanla da telefonu orada bulunan bir adama verip küçük bir ricada bulundu.

"Rica etsem bizi çekebilir misiniz?"

Geri çevirmedi adam onları "Elbette," dedi güler bir yüzle.

Sarp, Feyza'nın bileğini tutarak onu salıncağa doğru sürüklerken Feyza, adını devamlı söylese de aldırmadı ona. Birlikte bu salıncakta oturarak resim çekileceklerdi, inadı tutmuştu.

"Sarp saçmalama ikimiz bir sığmayız bu salıncağa."

"Sığarız sığarız," diyerek oturdu genç adam salıncağa sonra da eliyle yandaki boşluğa vurdu. "Otur hadi."

İtiraz etmeden Sarp'ın yanına oturdu genç kadın, zor da olsa sığdı salıncağa sonra birlikte kameraya baktılar. Bedenleri birbirine değerken Sarp'ın sağ eli, Feyza'nın sol elinin üzerindeydi, bugün içinden geçen başka bir şeyi daha yaparak o eli kavradı Sarp. Feyza bunu hissettiğinde gözlerini kameradan çekip yanında oturan adamın yüzünde gezdirdi, bedenini ufak bir elektriklenme ele geçirmiş, yanaklarını ateş basmıştı. Sarp'ın bilerek mi elini tuttuğunu bilmiyordu ancak hoşuna gitmişti bu.

Feyza'nın bakışlarını üzerinde hissederken kendi de gözlerini ona çevirdi ve içten bir şekilde sıcacık gülümsedi Sarp. Ela gözlere dalıp giderken elinde olmadan daha çok yakın olmak istiyordu Feyza'ya. Onun elini tutmak bile öyle güzeldi ki.

Fotoğrafı çeken adam onları sevgili zannederek bu anı kaçırmadan doğaçlama çekti resimlerini. Çekilen dört pozdan en güzeli bunun olduğuna şüphe yoktu. Gözlerdeki duygular fotoğrafa yansıyordu.

Fotoğraf çekilme işleminden sonra adama teşekkür ederek Harbiye gezisine devam etti ikili. Dik yokuşlar çıkıp indiler. Zira Harbiye'nin bu tarafları bir orman gibiydi, uçsuz bucaksız masallar diyarındaki ormanlar gibi. Her tarafta farklı farklı şelaleler akıyordu ve bu şelalelerin etrafına hep kafeler açılmıştı. Hatta öyle ki suların içinde bile masalar vardı, yazın daha sıcak havalarda burada oturup meşrubat ya da çay kahve içmek çok zevkli olurdu. Ağaçların altında, şelalelerin içinde doğayla bütünleşmek nasıl kötü olabilirdi ki zaten?

Gürül gürül akan şelalelere hayran hayran baktı ikili. Doğal bir şölen sunuyordu âdeta bu çağlayanlar, sesleri de insanı alıp bambaşka diyarlara götürüyordu. Kim bilir böyle doğal güzelliklerin kaçı yok olup gitmişti? İnsanlar kaç güzelliği kendi elleriyle ziyan etmişlerdi? Zaten Harbiye'nin suları bile incelmişti eskiden daha çoşkunca aktığını biliyordu Sarp. Görmeyeli bayağı azalmıştı şelalelerdeki sular. Fakat hâlâ harikaydı suyun tadı, buz gibi olmasının yanında tadı damakta kalıyor, içtikçe içmek istiyordu insan. Öyle de yaptı genç adam, ilk üstünün ıslanmasına aldırmayarak elini yüzünü yıkadı sonra da kana kana içti Harbiye'nin sularını. Feyza kararsız kalsa da Sarp'ın da yönlendirmesiyle yıllar sonra yeniden baktı Harbiye suyunun tadına. Gerçekten çok güzeldi su, tatlıydı, serinletiyordu, insanı hâlâ doğal kalan bir şeylerin olduğuna inandırıyordu.

Sularla iyice haşır neşir olmalarının ardından gezilerine devam etti ikili. Bu kez suyun ilk çıkış noktasını, büyük şelaleyi bulmak için düştüler yola. Aslında biliyorlardı o çağlayana inen yolların artık kapandığını yine de bu yolun nereye çıkacağını merak ediyorlardı. Kafe sahipleri onları yönlendirirken nihayet vardılar en uç noktaya ve varır varmaz onları büyülü bir yer karşıladı. Tahmin ettikleri gibi büyük çağlayana inen yollar kapalıydı ve en uç noktada bulunan kafenin aşağısından görülebiliyordu ancak orası.

Hani bazı masalsı çizgi filmler de karakterler büyülü ormanı bulmak için dağ taş aşarlardı ya, sonra da karşılarına göz alıcı ormanın içinde saklı kalan o koca koca şelaleler çıkardı ya işte aynen öyleydi bu çağlayan. Zaten Harbiye şelalelerinin de bir efsanesi vardı ve belki de bu yüzden bu kadar anlamlı geliyordu Feyza'ya. Belki de gerçekten inanıyordu genç kadın akan suların bir kadının gözyaşları olduğuna.

"Gerçekten bu şelale Defne'nin gözyaşları mı sence?"

"Bilmem," diyerek dudaklarını büzdü Sarp. Efsaneler güzeldi, büyüleyiciydi lakin efsanelerde bile kadınların zor durumda kalması kendini üzüyordu. Kimilerine göre romantik gelebilirdi Apollon ile Defne'nin hikâyesi ama kendini Defne'nin çaresizliği üzüyordu. Apollon'dan kaçmak için toprağa sığınan o güzel peri kızının bir ağaca dönüşmüş olduğu rivayeti yüreğini burkuyordu.

"Efsaneyi hatırlıyor musun?"

Gözlerini bir an olsun çekmedi gürül gürül akan sulardan Feyza. Başını ağır ağır sallarken aklında kaldığı kadarıyla hikâyeyi özetledi ancak ses tonunda bariz bir hüzün vardı. Defne'nin gözyaşları kendinin de kalbini burkuyordu.

"Defne Apollon'dan kaçmak için toprağa sığınır sonra da kendi ağaca gözyaşları ise bu akan şelalelere dönüşür."

"İşin aslı her şeye sebep olan aşk tanrısı Eros'tur."

"Eros mu?"

Feyza'nın ela gözleri Sarp'ın yüzünde yeniden gezintiye çıktığında sesinde merak vardı. Efsanenin bu kısmımı hiç duymamıştı. Sarp akan çağlayanlara uzun uzun bakarken sırtını balkon misali duran koruklu demire yaslamıştı.

"Evet Eros."

"Na-Nasıl yani?" derken Sarp gibi demire yaslandı Feyza. Kollarını göğsünde birleştirdi fakat hâlâ gözleri Sarp'ın yüzünde oyalanıyordu.

"Aşk tanrısı Eros kendini beğenmiş ışık tanrısı Apollon'dan hiç hoşlanmaz, ne kadar aciz olduğunu göstermek ister. Bu yüzden aşk okunu Apollon'a nefret okunu Defne'ye atar. Apollon ise peri kızını bir nehirde yıkanırken görür. Görür görmez de ona âşık olur. Kimileri bu nehrin Asi nehri olduğunu iddia eder ama ne kadar doğru bilinmez. Sonrasında ise..."

"Apollon, Defne'yi arzular ama Defne ondan kaçar ve toprağa sığınır ve der ki: Toprak ana ört beni, koru beni. Toprak onu reddetmez, kendinden bir parçaymış gibi peri kızına kucak açıp onu seve seve kabullenir. Sonrasında da Defne ağaca dönüşür, gözyaşları çağlayanlara."

"Ve Apollon kabuklar içinde Defne'nin atan kalbini hissedince; Defne bundan sonra sen benim kutsal ağacım olacaksın, solmayan ve dökülmeyen yaprakların başıma çelenk olacak. Savaşlarda ve zaferlerde kavuşanlar senin yapraklarından başlarına taç yapacaklar. Şarkılarda şiirlerde adımız söylenecek, der."

"Bu yüzden Defne ölümsüzlüğün sembolüdür. Yaprakları hiç solmaz çünkü her zaman sonsuzluğu, ebedi bir hayatı temsil eder."

"Ve biliyor musun asıl adı Defne değil Daphe'dir ama dillerde dolana dolana Defne olmuştur," diyerek efsaneye son noktayı koydu Sarp. Ellerini kot pantolonunun cebine geçirdiğinde gözleri aşağıda bir yerlerde olan Defne ağacını aradı. Bir zamanlar o ağaca dokunmuştu, küçük bir çocukken. O zamanlar aşağıya inmek mümkündü çünkü ama şimdi depremlerden dolayı kapanmıştı o yol. Kayan taşlar, topraklar, kayalar engel olmuştu artık oraya inmelerine. Çok mistik bir düşünceydi belki de ama Sarp bunu efsaneyle bağdaştırıyordu. Belki artık Defne yalnız kalmak istiyordu, kimseler yanına gelmesin istiyordu. Sonsuza kadar yalnızca bir efsane olarak hatırlanmak istiyordu ve doğa da bu yüzden o yolu kapatmıştı insanlara.

"Defne'nin çaresizlikten toprağa sığınması çok acı. Sanki antik çağlardan beri kadınların tek sığınağı toprakmış gibi."

Feyza yeniden çağlayana için için bakarken Sarp onun ne demek istediğini çok iyi anladı. Çaresizlikten canına kıyan kadınları kast ediyordu, canına kıyıp toprağa sığınan kadınları. Canları canice alınıp üstleri toprakla örtülen kadınları.

"Hepimiz sığınağı toprak aslında Feyza çünkü toprak bizim özümüzde var ve biz de özümüzle kavuşacağız. Başka bir hayatta yeniden kök salmak için."

"Haklısın," dedi Feyza buruk bir tebessümle. Ölüm yeni bir hayat diyordu Sarp, sonsuzluğun başlangıcı. Belki de gerçekten öyleydi. "Bir gün hepimiz toprak olacağız ve Defne gibi ağaçlara dönüşeceğiz."

"Ama artık diyorum ki şimdi bu konuları bir kenara bırakıp bir yemek mi yesek?"

Duyduğu sözler üzerine hafifçe kıkırdadı genç kadın. Anlaşılan acıkmıştı Sarp, e kendi de tok olduğunu söyleyemezdi. Okulda yediği simidin üzerineydi ve şimdi de acıkmadığını söylese yalan olurdu.

" Tamam yiyelim ama baştan söylüyorum bu kez hesap bende."

"Feyza..."

"Hiç itiraz etme bu defa ben ödeyeceğim."

Oflayarak kafasını geriye attı Sarp biliyordu ne dese ikna edemeyecekti Feyza'yı. İnadı tutmuştu parmağını tehditkâr bir şekilde sallaması boşuna değildi ya. Yine de başka bir şekilde şansını kullanmaktan geri durmadı.

"Yarı yarıya o zaman?"

Sarp'ın hadi ama der gibi bakışlarını gördüğünde tuttuğu nefesini verdi genç kadın. Kendinin pes etmeyeceği gibi Sarp'ta pes etmeyecekti o yüzden bu teklifi kabul etmek en iyisiydi.

"Kurtuluşum yok değil mi?"

"Üzgünüm."

İkisi de belli belirsiz gülümsemesinin ardından geldikleri yoldan geri dönmek üzere yola koyuldular. İndikleri yokuşları geri çıkarken zorlandıkları bir gerçekti. Harbiden dikti çünkü yokuşlar. Çıt kırıldım bir kız olmamıştı Feyza hiçbir zaman ama en son ne zaman böyle yokuşlar çıktığını hatırlamıyordu bundan ötürü de nefes nefese kalmıştı.

"Yardım ister misin?"

Geriye dönüp Sarp'a baktığında güldü genç kadın. Geride kalan oydu fakat bu soruyu soran da oydu ne büyük ironi.

"Aynı soruyu ben sana soruyorum."

"Hızlı yürümeyi sevmiyorum ben yoksa çoktan çıkmıştım yokuşu."

"Bilmez miyim?" diyerek yeniden güldü Feyza. Yokuşu adımlamaya devam ederken kendini küçük bir çocuk gibi hissediyordu. Zamanında olamadığı ancak içinde sakladığı o küçük kız çocuğu gibi.

"Feyza"

Sarp'ın yaramaz sesini duyduğunda tekrardan ona doğru döndü "Ne?" diye sorarken dudaklarında muzip bir gülümseme hâkimdi. Fakat bir anda ne olduysa oldu, çamurlu toprak yolda dengesini kaybedip aşağı kaydı. Korkuyla çığlık attığında düşeceğini sanarken kendini yumuşak kollarda buldu. Evet, Sarp tutmuştu kendini. Kalbi düzensizce atarken kehribar gözleri bu kadar yakından görmek daha da hızlandırıyordu nabzını.

Sarp Feyza'nın belinden tutmuştu, sırtı, göğsüne dayalı iken kendinin de solukları düzensizdi. Bu küçük kaza sonucunda bedenleri bütün olmuştu âdeta, ikisi de birbirlerinin kalp atışları hissedebiliyorlardı ancak rahatsız değillerdi bulundukları pozisyondan. Bir an, saliseler süren küçük bir anda kaydı genç adamın gözleri, Feyza'nın kalın, şeftali tonlu rujlu dudaklarına. Ellerini hâlâ belinde iken genç kadının da bakışlarının yüzünde dolandığını görüyordu.

Bir dakika içinde olmuştu aslında her şey fakat sanki o bir dakika saatlere evrilmişti öyle uzundu onlar için yaşadıkları an. En sonunda Sarp kendini toplamayı başararak ellerini çekti ve gözlerini sadece ela gözlerde sabit tutmak için gayret etti.

"İyi misin?"

"İyiyim... İyiyim."

Feyza da kendini toparlamayı başardığında gözlerini çekti ve dengesini yeniden bulmayı denedi. Önündeki yokuşa bakarken işi şakaya vurmaya çalıştı.

"Harbiye'nin yokuşlarını unutmuşum gerçekten."

"Öyle görünüyor."

Yeniden gözleri buluştuğunda Sarp bakışlarını kaçırdı. Hâlâ kalp atışları normale dönmemişti aslında yine de olayı daha fazla uzatmak değil, geçiştirmek istiyordu.

"E şey eğer iyiysen devam edelim mi?"

"Olur," demekle yetindi genç kadın galiba gerçekten en iyisi yola devam etmekti. Öyle de yaptılar, kalan yokuşu daha dikkatli çıkarken konuşmadılar. Sessizlik bazen gerçekten çözüm olabiliyordu.

Harbiye'nin girişine geri döndüklerinde restoran tarafına geçmeden önce Sarp, Feyza'yı ipek şal satan bir mağazaya geçirdi. Eskiden daha çok olurdu bu mağazalardan şimdi sadece bir, iki tane kalmıştı. Değerli olan her şey ne yazık ki silinip gidiyordu zamanla.

Satıcı masasındaki duran çeşit çeşit şallara bakarken gülümsedi Feyza. Her renkten, desenden şal vardı ve her biri ayrı güzeldi. Öncelikli olarak bu şalları tesettürlü kadınlar kullansa da fular olarak takan da vardı. Kendi fazla sevmezdi fular ama önünde duran şallar gerçekten çok güzeldi. Hele de mor desenli olanı. Elini şalın üzerinde gezdirirken dokusundaki ipeği hissedebiliyordu.

"En değerli şaldır o, saf ipektir," dedi satıcı olan yaşlı adam.

"Öyle mi, gerçekten çok hoş."

"Bir dakika izin verir misin?"

Feyza anlamaz gözlerle Sarp'a baktığında genç adam şalı alıp Feyza'nın boynuna şalı doladı. Biliyordu Feyza pek böyle şeyler takmazdı lakin yine de ona bir şal hediye etmek istiyordu. Belki de şal hediye etmenin eskiden ne anlama geldiğini bildiğinden.

"Çok yakıştı."

"Teşekkür ederim," demekle yetindi Feyza. Başını eğip şalda gözlerini gezdirdi. Fular kullanmasa bile bu mor ipek şal hoşuna gitmişti.

"Bunu ufak bir hediye olarak kabul eder misin?"

"Sarp"

"Lütfen."

Öyle masum masum bakıyordu ki genç adam Feyza istese bile ona hayır, diyemedi. Kırmak istemedi Sarp'ı ve gözleriyle onayladı onu. Yeri gelince kendi de ona bir hediye alırdı, ödeşirlerdi.

"Peki."

Sarp sıcak bir şekilde gülümserken ödemeyi genç kadına çaktırmadan yaptı. Sonrasında ise onunla birlikte dışarı çıktı. Hava kararmış, serinlemişti, dönüşte daha soğuk olacak gibiydi ama olsun Harbiye'de yemek yemeden gidilmezdi.

***

"Hatta Caner'in aklına uyup o akşam önümüze çıkan kapı zillerine basıp kaçmıştık."

Feyza içtiği ayranı masanın üzerine bıraktığında kahkahasına engel olamadı. Ayranı püskürtmemek için çabalarken gözlerinden yaş gelinceye kadar güldü.

"Aramızda var ya aklı başındaki tek kişi Hakan'dı. Bir o siz manyak mısınız, demişti de böyle bir şey yaptık diye bize kızmıştı."

"Altay da diklenmişti her zaman ki gibi ona. Her şeyin iyisini sen bilirsin zaten, demişti."

Sarp'ın neşeli sesi gittikçe kısılırken gülen dudakları da soldu. Ne yazık ki lise zamanlarında iyi anıları kadar kötü anıları da vardı. Kendinin burukluğu Feyza'ya da yansıdı. Genç kadının da yüzü düştü, gülümsemesi kayboldu, yüreğini hüzün ele geçirdi ve unutulan gerçekler bir kez daha hatırlandı. Sarp bakışlarını kaçırdığında tabağındaki yemeğine dikti bakışlarını. Feyza ise engel olamadı merakına, öğrenmek istediği cevapları alabilmek için tek bir soru sordu karşısındaki adama.

"Ne oldu?"

"Ne?" diyerek kaşlarını çattı Sarp. Bakışları yeniden Feyza'nın yüzünü bulduğunda onun ne demek istediğini anlamaya çalıştı.

"Ben gittikten sonra ne oldu Sarp? Oya, Altay, Hakan... Ne oldu onlara? O kadar çok merak ediyorum ki."

Derin bir nefes aldı Sarp bir yudum su içip bardağı geri yerine koydu ve geçmişte kalan bir hikâyeyi anlatmak üzere hazırlandı.

"Oya'nın ailesini biliyorsun Altay'la... Altay'la ilişkisini öğrendikten sonra... Sonra..."

"Oya'yı okuldan almışlardı," diyerek üzgünce Sarp'ın cümlesini tamamladı Feyza. İçi yine çaresizlikle burkuldu. O zaman elinden hiçbir şey gelmiyor oluşu, arkadaşının hayatı kararırken hiçbir şey yapamıyor oluşu kendini o kadar üzmüştü ki, edebiyat öğretmeni olmasına rağmen o çaresizliği betimleyecek kelime bulamıyordu.

Oya'nın Altay'ın hislerine karşılık verdiğini, Hakan'a sen benim için bir kardeş gibisin dediğini, Altay'la, Hakan'ın birbirine girdiğini biliyordu. Arkadaşının ilişkisini öğrenen ailesinin kızlarını okuldan aldığını bildiği gibi. Tüm yaşananlara kendi gözleriyle şahit olmuştu ve nasıl çaresiz kaldığını bir kendi bilirdi. Zor zamanlardı o zamanlar. Asuman ve Caner bir yandan, bu üçlü diğer bir yandan... Hangi birine destek olacaktı? Hangisinin yanında duracaktı? Hadi Asuman'ın yanında elbette ki durmuştu da Oya için hiçbir şey gelmemişti elinden. Altay'la Hakan için de öyle. Arada kalmak en kötüsüydü birinden birinin yanında dursa diğerine ihanet edecekmiş gibi hissetmişti ve biliyordu ki bu hisleri kendiyle paylaşan biri daha vardı. Sarp. Tamam Caner'de arada kalmış, arkadaşları için üzülmüştü fakat o zamanlar o daha çok Asuman'la uğraşmıştı daha doğrusu yaptığı hatayı telafi etmek için çabalayıp durmuştu ama ne fayda Asuman çizmişti Caner'in üstünü, haklıydı da. Kuzeni olduğu için değil gerçekten böyle olduğunu objektif olarak söyleyebilirdi Feyza. Hepsi o zaman dağılıp gitmişti. Maalesef ki düşmüştü dostlukların üzerine aşkların acı gölgeleri.

Başını sallayarak onayladı Feyza'yı, Sarp. "Ama Altay vazgeçmedi, Oya'yı bırakmadı. Liseyi bitirdikten sonra evlenmek istedi onunla. Tabii Oya'nın da gönlü vardı bu işte ama ailesi hiçbir zaman izin vermedi, rıza göstermedi bu işe. Oya'yı başka birine verdiler, zorla nişanladılar kızlarını. Oya ne kadar karşı çıkarsa çıksın hiçbir şey yapamadı sonra da boyun eğdi, razı oldu ama Altay yine vazgeçmedi, düğün günü de her şeyi göze alarak Oya'yı kaçırdı."

"Ne!" diyerek Sarp'ı bir an susturdu Feyza. Öğrendiklerinin verdiği şaşkınlık ile kaşlarını çattı, duyduklarından emin olmak istedi.

"Altay, Oya'yı mı kaçırdı?"

"Evet, düğünü basıp tuttu kolundan götürdü Oya'yı. Sonra bizi aradı yani Caner'le beni. Her şeyi anlattı, yardım istedi. Bizde yardım ettik onlara daha doğrusu Necla teyze arka çıktı ikisine. Onlara evlerini açtı, herkesten sakladı ikisini, birkaç gün içinde de nikâh kıyıldı sonra da Altay aldı gitti Oya'yı."

"Nereye?"

"Mersin'e. Altay orada kazandı zaten üniversiteyi, turizm bölümünü. Bir ev falan ayarladı zor da olsa yaptı. Zorluk çektiler, sıkıntılı günler geçirdiler ama mutlu oldular. Herkesten, her şeyden kaçıp kendilerine bir hayat kurmayı başardılar. Tabii Altay bu kadar cesaretli olmasa mümkün olmazdı bütün bunlar. Ama en güzeli ne biliyor musun Feyza? Bir kızları oldu."

Dudaklarına yeniden bir gülümseme yerleşti genç adamın. Az önceki hüznü silinmiş yeniden neşeli bir ifade hâkim olmuştu yüzünde. Feyza inanmayan gözlerle ona bakarken çok şey kaçırdığını bir kez daha anlıyordu. Altay'la Oya evlenmişti bir de kızları olmuştu, öyle mi?

"Hem de dünyalar tatlısı bir kızları. Adı Çağla şimdi beş yaşında falan olmalı. Bir kere buraya geldiklerinde görmüştüm öyle masum öyle güzeldi ki tabii o zaman bebekti, büyümüştür şimdi."

"Oya çok güzel bir anne olmuştur," dedi aniden Feyza duygu yüklü bir sesle. Sahiden anne olmuştu Oya. Lise arkadaşı, dostu, yürekten bağlı olduğu kardeşi anne olmuştu. Kim bilir ona ne çok yakışmıştı annelik.

"Hem de çok, çok güzel bir anne. Altay da harika bir baba tabii. Çağla ne zaman ağlasa yüreği hoplardı, çok korkardı kızına bir şey olacak diye. Her şeyden sakınır, koruyup kollardı."

"İkisinin de ailesinden yana şansı yoktu ama harika bir aile olmayı başardılar demek."

" Başardılar," diye mırıldandı Sarp. Gerçekten bir onlar başarmıştı istedikleri hayatı yaşamayı.

"Peki ya Hakan?"

"Sıra kadem bastı."

Sarp yeniden bakışlarını kaçırdığında bu kez gözlerini cama doğru çevirip sıkıntıyla nefes aldı. Herkes aynı anda mutlu olamıyordu ne yazık ki.

"Altay ve Oya'nın evlendiğini öğrenince deliye döndü o zaman burada değildi, Ankara'ya gitmişti üniversite için ve olan bitenden haberi yoktu. Yazın buraya gelince öğrendi her şeyi sonra da çekti gitti. Bir daha da hiç kimse ondan haber alamadı. Bizi bile istemedi, sildi. Şahitlik yapmıştık çünkü Altay ile Oya'ya. Onların nikâh şahitleri olmuştuk, binevi kendini arkasından bıçakladığımızı düşündü ama yapmamız gereken buydu. Oya istemese kesinlikle böyle bir şeyi kabul etmezdim ama istiyordu. Oya da Altay'la evlenmeyi, onunla mutlu olmayı istiyordu bana düşen de onların mutluluklarına destek olmaktı. Ben de bana düşeni yaptım. "

"Doğrusunu yapmışsın," dedi Feyza uzun bir sessizliğin ardından. Sarp'ın Hakan için vicdan azabı çektiğini görebiliyordu lakin onun hiçbir suçu yoktu son kararı veren Oya'ydı, her şey onda bitmişti o da Altay'la bir yuva kurmayı seçmişti. Sarp'ta destek olmuştu onlara, Hakan ise acısından Sarp'la, Caner'i suçlamış, onlara sırt dönmüştü anlaşılan ve mutluluk yine mutsuzluğu beraberinde getirmişti.

"Ben de buna inanmak istiyorum."

Burukça gülümsemekle yetindi genç kadın ardından aralarında uzun bir sessizlik oldu yeniden. Ta ki Sarp aklındaki soruyu sorana kadar. Biraz olsun toparlandıktan sonra boğazını temizledi. "Ee," dedi çekingen bir sesle. "Sen anlat biraz Asu nasıl? Neler yapıyor?"

Ağzına attığı et parçasını yutmasının ardından bir damla su içti Feyza. Bu sefer kendini bildiklerini anlatmak üzere hazırlandı.

"Yurt dışına gitmişti biliyorsun orada eğitim alıp geri İstanbul'a döndü. Şimdi harika bir hayatı var ama..."

"Ama?"

Bir an durup peçeteyle ağzını sildi genç kadın şimdi sıkıntıyla konuşma sırası kendindeydi. "Asuman çok zor şeyler yaşadı Sarp," dedi derin bir nefes alarak.

"Yani Caner'le arasında olanlardan sonra kendini kolay kolay toparlayamadı. Yalan yok hayatını yaşamaya çalıştı ama kimseye güvenemedi bir daha. Şimdi de hayatında biri var, Aykut. Yaklaşık altı aydır birlikteler ama bilmiyorum. O adamda bir şey var... Ne olduğunu çözemediğim bir şey ve ben gerçekten korkuyorum. Asuman benim kardeşim onun yeniden üzülmesinden endişeleniyorum. "

Belki karşısında Sarp değil de başka biri olsaydı kuzeninin hayatını böyle apaçık bir şekilde anlatmazdı Feyza fakat Sarp'la her şeyi konuşabileceğini biliyordu. Bunun için bir neden göstermesine gerek yoktu, O Sarp'tı çünkü. Kendini dinleyen, anlayan, ne derdi olursa olsun dertleşebileceği tek adam. Şimdi ondan bir tepki beklemiyordu aslında yalnızca endişelerini paylaşmak kendini biraz olsun rahatlatmıştı.

Ne diyeceğini bilemedi Sarp, biliyordu geçmişte Caner'le, Asu arasında olanlarda ne kendinin ne de Feyza'nın suçu vardı. Maalesef ki her şeyin sorumlusu Caner'di, arkadaşının hatasını savunmamış, suçlu olduğunu bağıra bağıra yüzüne söylemişti ve yapması gerekeni yaparak Asu'ya destek olmaya çalışmıştı ama ne kadar başarılı olduğu meçhuldu. Ancak tüm bunlara rağmen kendini Asu'ya karşı suçlu hissetmekten alamamıştı. O zaman Caner'in en yakın arkadaşı olarak bir şeylere engel olabileceğini düşünmüştü tabii her şey için çok geç kalmayıp bazı şeylerin farkında olabilseydi.

"Belki de," dedi Sarp kaçamak bakışlarla Feyza'ya bakarken. Galiba hâlâ kendini hem Feyza'ya hem Asu'ya karşı suçlu hissediyordu.

"Belki de sen fazla... Fazla evham yapıyorsundur."

Başını iki yana salladı Feyza, keşke öyle olsaydı ama hissediyordu Aykut bir şeyler saklıyor gibiydi, hareketleri, tavırları öyle gösteriyordu. Kuzenine birkaç kez bunu ima ettiyse de Asuman aldırmamıştı kendine. Zaten bir kere dediklerine kulak assa belki her defasında yanlış adamlara kapılıp gitmezdi.

"Hayır Sarp, Aykut'ta hoşuma gitmeyen bir şeyler var ama ne, çözemedim bir türlü. Neyse bunları boş verelim şimdi benim merak ettiğim başka bir şey daha var."

"Ne?"

Sarp'ın sorgulayıcı bakışlarını karşısında alacağı cevaptan korkmadan edemedi Feyza. Belki içten içe biliyordu cevabı fakat yine de sormak istiyordu. "Necla teyze," dedi bir anda. "O....O?"

Kehribar gözlere hüzün çöktü bu kez, sohbetin bazı yerlerindeki hüzünden daha farklıydı bu üzüntü. Acı bir kaybın yasıydı, gidenin geri gelmeyecek olmasını gösteren emareydi gözlerdeki buğu.

"Ve-Vefat et-etti," dedi genç adam zorlukla. Boğazı düğüm düğüm, sesi titrekti. Necla Hanım ebediyete göçüp gideli yıllar olsa da acısı hâlâ tazeydi. O tonton, tatlı kadın kendinin ikinci annesiydi ve o öldüğünde en az Caner kadar yıkılmıştı.

Gözlerini kapadı Feyza tahmin edilen şeyleri duymak daha çok yakıyordu sanki canı. Bir aydır Necla Hanım'ı hiç görememiş olması elbette ki aklına bu ihtimali getirmişti lakin yine de duymak üzmüştü kendini. Kendi de severdi o sıcakkanlı kadını ve isterdi ki yıllar sonra buraya yeniden döndüğünde onu da görebilseydi ama anlıyordu ki geride bırakılanlar geride kalmıyordu her zaman.

"Ben... Ben bilmiyordum. Başın sağ olsun."

Başını kaldırdı Sarp ela gözlerin içine baktığında acı acı tebessüm etti.

"Dostlar sağ olsun."

"Nasıl peki? Yani Necla teyze nasıl..."

"Trafik kazası. Adana'dan yeğeni gelmişti, Caner'in dayısı kızı. Onu karşılamaya giderken bindiği taksi kaza yaptı ve ne yazık ki kurtulamadı."

"Caner yıkılmıştır," diye mırıldandı genç kadın. Tamam belki Caner'e hâlâ içten içe kızıyordu ancak bu bambaşka bir şeydi sonuçta annesini kaybetmişti Caner. Bu hayattaki tek ailesini, yaşadığı acıyı tahmin bile edemiyordu.

"Hem de nasıl. Kazadan sonra onu toparlamak kolay olmadı, çok dağıldı Caner. Annesine fazla düşkündü biliyorsun. Necla teyze vefat edince de yaşayan bir ölüden farkı kalmadı. Böyle şen şakrak olduğuna bakma inan onun da içinde büyük yaralar var. Sadece neşesinin altına saklıyor hepsini."

Sustu genç kadın ne diyeceğini bilemedi. Aslında geçmişte fark ettiği şeylerdi Sarp'ın anlattıkları. Caner'in ailevi sorunlarını biliyordu, babasının olmadığını, hatta onları bırakıp gittiğini, Caner'in acılarını bastırmak için yüzünde daima neşeli bir ifadenin yer aldığını. O ifadenin bile sahte bir maskeden ibaret olduğunu. Annesini kaybetmekte yeni bir yara açmış olmalıydı yüreğine.

"Her zaman yaptığı gibi."

Başını sallamakla yetindi Sarp, gözlerini Feyza'nın yüzünde gezdirirken sessizliğini korudu. Feyza ise gözlerini dışarı çevirip akıp giden hayatı izledi. Evet, dışarıda hayat akıp gidiyordu, zaman geçiyordu ama insan yaşadığı anın farkında olmayıp bir koşturmacaya takılıp asıl önemli olan şeyleri kaçırıyordu. Bir durup nefes aldığında anlıyordu hayatı nasıl da kaçırdığını. Kendi de kaçırmıştı, en başta Necla Hanım ile daha çok anı yaşayıp, arkadaşlarının yanlarında olabilirdi. Oya'yla, Altay'ın kızını sevip Caner'in acısını paylaşabilirdi ama kendi çekip gitmişti her ne kadar buna mecbur kalsa da kendini bu yüzden suçlamaktan hiç vazgeçmeyecekti.

"Feyza"

Geri bakışlarını Sarp'ın yüzüne dikti genç kadın, efendim der gibi bakıyordu.

"Ben de bir şey sormak istiyorum," dedi Sarp çekinerek. Neden Feyza'ya hiç ulaşamadığını merak ediyordu bunu da bu kez dile getirecekti.

"Sor."

"Ben... Ben sana ulaşmaya çalıştım. Çok. Her yolu denedim, telefon numaranı bulamadım ama. Sonra Facebook, İnstagram falan... Belki seni bulabilirim diye açtım fakat..."

"Fakat bulamadın."

"Bulamadım."

İkisi de bakışlarını kaçırmadı, aksine birbirlerinin gözlerine cesur bakışlarla baktılar. Aralarında uzayıp giden sessizliği bozan Feyza oldu bu kez. "Çünkü," dedi açıklama yapmaya hazır bir tonda.

"Çünkü ben hiç sosyal medya kullanmadım, açmadım hesap falan. İnsanlar her anlarını başkaları görsün diye paylaşma peşinde ama öyle olmamalı, en azından bana göre. Anılar, hatıralar özel kalmalı. Önemli olan başkasının anılarına şahit olması değildir ki, o anda senin hislerindir. Yaşanmışlıklar yıllar sonra bile dudaklarında tatlı bir tebessüm bırakıyorsa o zaman güzeldir. Bir fotoğrafın binlerce kez beğeni almasından çok daha güzeldir hatta. "

"Haklısın," diyerek onayladı Feyza'yı genç adam zira kendi de aynı şekilde düşünüyordu. Sosyal medyada yaşanan mutluluklar değildi mühim olan, hatırda kalan günlerin güzelliğiydi anıları değerli kılan. Belki de bu yüzden daha anlamlıydı eski yıllarda çekilmiş olan solmuş resimler.

Gözleri bir kez daha buluştuğunda Feyza kuruyan boğazını ıslatmak için bir yudum su içti. Gelen mesajla sesiyle bir an telefonuna baktığında saatin dokuz olduğunu gördü. Vakit ne de çabuk geçmişti, Harbiye'ye geldiklerinde daha saat dörttü şimdi dokuz olmuştu. Eve gidip biraz dinlesene fena olmazdı, o kadar dersin üzerine Harbiye'ye gelmek kendini yormuştu. Hem Sarp'ta yorulmuşa benziyordu, o da tüm gününü sanayide geçiriyordu sonuçta.

"Saat dokuz olmuş kalkalım mı?"

Zaman niye bu kadar hızlı geçiyordu ki? Gerçi galiba Feyza yanında olunca saatler su misali akıyordu. Keşke onunla daha çok vakit geçirebilseydi Sarp ama olsun birlikte yapacakları neler neler vardı daha.

"Sen nasıl istersen."

"O zaman şey ben bir ellerimi yıkayım sonra da kalkalım."

"Tamam ben seni bekliyorum."

Genç kadın masadan kalktığında Sarp birkaç saniye boyunca arkasından baktı sonra kendi kendine manasızca gülüp önüne döndü. Feyza'yla beraberken bazen kendini toy bir genç gibi hissediyordu. Hâlâ dudaklarında tatlı bir gülüş hâkimken gözleri Feyza'nın çalan telefonunu buldu. Ekran gayet açıktı, arayan kişinin ismi de net bir şekilde okunabiliyordu ve kendi de ister istemez görmüştü yazan ismi.

İlker

Neden bu ismin kendini fazlasıyla rahatsız ettiğini anlamadı Sarp fakat bazı şeyleri belki de hissettiğinden boğazı düğümlendi. Bu saçmaydı, gerçekten saçma. Elbette ki Feyza'nın kendinden başka erkek arkadaşları olabilirdi ama yine de içinde anlam veremediği bir huzursuzluk yer edinmiş, bir acaba düşmüştü içine. Acaba İlker Feyza için farklı biri miydi? Ya da özel? Kahretsin neden onun hakkında bir şey bilmiyordu ki? Ya da bir şeyler sormaya neden bu kadar çekiniyordu? Bir sorsa, kafasındaki sorulara bir cevap bulsa o kadar rahatlayacaktı ki ama işte'si vardı işte.

Genç kadın masaya döndüğünde eşyalarını toparlıyordu ki Sarp kendine engel olamadı. "Telefonun çaldı," dedi bir anda. Kaskını eline alırken umursamaz görünmeye, Feyza ile göz göze gelmemeye çalışıyordu

Feyza telefonuna baktığında İlker'in aradığını görünce iç geçirdi. Bu adama artık dur demesi gerekiyordu. Her dakika kendini arayıp, mesaj atmasından sıkılmıştı. Fakat kahretsin ki yaptıkları anlaşma elini kolunu bağlıyordu. Çıkarları için kimseyi kullanmazdı aslında ama ne yazık ki bazı durumlarda gerçekten ayıya dayı demek gerekiyordu.

"Kim?"

"Efendim?" diyerek bakışlarını Sarp'a çevirdi genç kadın. Sarp ise yine ve yine ensesini kaşıdı niye şu merakına engel olamıyordu?

"Yani şey yüzün düştü de ondan sordum."

"Ha yok önemsiz biri boş ver. Hadi çıkalım biz."

Feyza'nın kaçamak sözleri içindeki şüpheleri daha çok tetiklese de sessiz kaldı genç adam. Eşelemenin bir anlamı yoktu Feyza anlatmak isterse anlatırdı.

***
"Bunu iç biraz rahatlarsın."

Çiçek'in sabahki sancısı şimdi kendini yeniden ele geçirmişti ve sancıdan ayakta bile duramıyordu genç kız. Okulda biraz geçer gibi olmuştu fakat eve gelince geri başlamıştı. Yatakta cenin pozisyonunda uzanırken yengesinin kendine nane kaynatıp getirdiğini fark etti. Sıcak bir şeyler içmenin iyi geleceğine şüphe yoktu ancak nane gibi şeyleri içemiyordu bir türlü.

"Tadı çok kötü ya."

"Kapat gözünü bir dikişte iç. Ağrı kesicilerden daha iyidir."

Fincanı komodinin üzerine bırakıp doğruldu Meryem. Çiçek'in üzerini örtüp saçlarında ellerini gezdirdi. Kan bağı yoktu belki aralarında ama Çiçek'te kendinin bir kardeşiydi. Sarp'la arasında nasıl ki abla, kardeş ilişkisi varsa Çiçek'le de vardı. Sadece kocasının kardeşleri olduğu için böyle hissetmiyordu, onlar gerçekten kendine kardeş sevgisini tattırdığı için duyguları bu yöndeydi.

"Sen dinlen biraz, naneyi de iç. Ben yine birazdan gelir bakarım sana."

"Sağ ol yenge."

Gülümsemekle yetinip odadan çıktı genç kadın geri aşağıya indiğinde mutfağa girmişti ki annesinin dalgın dalgın kış için derin dondurucuya atacakları domatesleri doğradığını gördü. Sabahtan beri onun biri derdi vardı ama ne olduğu hakkında bir fikri yoktu.

"Anne"

O kadar dalmıştı ki Nermin Hanım gelininin seslendiğini duyunca irkildi. Bismillah çekerek elini göğsüne götürdü. Meryem hızla yaşlı kadınım yanına vararak masanın üzerinde duran su dolu sürahiden bir bardağa su doldurup ona uzattı. Nermin Hanım suyu içip bardağı geri yerine koyduğunda Meryem karşısında yerini alıp içtenlikle annesinin elini tuttu.

"Anne senin neyin var? Sabahtan beri bir durgunsun?"

"Yok bir şeyim kızım," diyerek geri işine devam etti yaşlı kadın. Yarım bıraktığı domatesi geri eline alıp masadaki leğenin içine doğradı.

"Ne olursun yapma böyle. Bak ben sana anne diyorum, sen benim annemsin çünkü. Ben annemden hiç görmediğim anneliği senden gördüm. Sen de beni kızın yerine koydun, kızın saydın. Ben ne derdim olsa sana anlattım, senin de bir derdin var, belli. Anlat bana. Derdini anlatmayan deva bulamaz, diyen sen değil misin?"

Tek kaşı havadayken sıkıntıyla nefes aldı yaşlı kadın. Elindekileri leğenin içine bırakıp ellerini beze sildi.

"Anlatsam ne olacak kızım? Ne değişecek, kim benim sözümü dinleyecek?"

"Anne..."

"Bak saat kaç oldu, daha eve gelmedi Sarp. Hiç böyle yapmazdı bu çocuk ne zaman o kız geldi düzenimiz bozuldu."

"Tamam da," diyerek gözünün önüne gelen saçını kulağının arkasına geçirdi Meryem. Elbette ki Sarp'ın, Feyza'yla birlikte olduğunu biliyordu ama yine de bilmiyormuş gibi davranmayı tercih etti. "Sarp'ın Caner'le bir işi varmış ya, sabah öyle dedi."

"Sen de inandın mı buna kızım?"

"Anne..."

"Belki sen de bana kızıyorsun, beni kötü belliyorsun ama ben anayım Meryem. Hissederim, bilirim, görürüm. O kızdan hayır yok, gelmez. Babasının ne mal olduğunu hepimiz biliyoruz yalan mı? Onu da geçtim bu kız Sarp'ı bırakıp gitmedi mi, bir başına kalmadı mı benim oğlum? Sedat az mı toparladı onu sokaklardan? Hadi bunu da bir kenara bırak Nermin diyorum kendime ama olmuyor Meryem, olmuyor. Davul bile dengi dengine kızım. Feyza mürekkep yalamış kız, babasının kodamanın teki bizim etimiz budumuz ne ki onlarla baş edelim? Ben oğlumun nasıl başına yakmasına sesiz kalıp göz yumayım?"

Sustu Meryem, diyecek bir cevap bulamadı haksız diyemezdi ki annesine. Feyza'yı seviyordu sevmesine lakin inkâr edilemeyecek gerçekler de ortadaydı. Ezerdi Ethem Bey, Sarp'ı, canını yakardı onun. Baş edemezdi ki Sarp onunla, gücü yetmezdi.

"Ben uyku uyuyamıyorum Meryem. Kâbuslar görüyorum, Sarp'ım karanlıklarda kalıyor, yolunu bulamıyor. Kimse... Kimse görmüyor yavrumu, sesini duymuyor. Bir başına öylece kalıyor oğlum. Olmuyor, çırpınıyorum ama gücüm yetmiyor oğlumu kurtarmaya. Şimdi elini vicdanına sen söyle kızım ben ne yapayım? Sen de anasın, iki evladın var, beni anlarsın. Onların başına bir fenalık gelsin ister misin? "

"Hiç ister miyim anne? Cem de, Zeyno da benim canım, onların tırnaklarına çöp batsa benim canımdan can kopar. Ama Feyza'nın bir kötülüğü dokunmaz Sarp'a. Tamam babası ters biri, aksi, huysuz ancak... Ancak Sarp kendini ezdirmez sen gönlünü ferah tut. Bırak su aksın yolunu bulsun. "

Onlar orada konuşurken bilmiyorlardı ki aslında Sarp'ın eve geldiğini hatta tüm konuştuklarını duyduğunu. Evet konuşulanları duymuştu genç adam fakat buna aldırmadı zaten hepsi bildiği şeylerdi. Şimdi de annesiyle aynı konuları tekrar tekrar konuşacak enerjisi yoktu. Yengesi de boşa nefes tüketiyordu ne dese anlamayacaktı annesi.

İkisini boş verip salona göz attığında abisinin her zaman ki gibi hesap kitap işlerine gömüldüğünü gördü. Yeğenleri de ondan bir şeyler istiyorlardı ya da okuldaki yaşadıkları olayları anlatmaya çalışıyorlardı ama ne maalesef Sedat ikisine de kulak asmıyor, kendi işleriyle ilgileniyordu.

"Biliyor musun baba bugün Tuğçe'nin doğum günüydü hep birlikte sınıfta kutladık. Kocaman bir pasta yaptırmış annesiyle babası ona. Hem de prensesli, sen de bana yaptırır mısın? Ben de doğum günümü okulda kutlayabilir miyim? Lütfen lütfen lütfen."

Zeyno hevesli hevesli konuşurken babasının kendine hiç cevap vermediğini görünce yüzünü astı. Neden babası bir kez olsun kendini dinlemiyordu?

"Baba"

Kızını duymaksızın hesap makinesinin üzerinde parmaklarını gezdirdi Sedat. Sonra da hesap yaptığı kâğıda not aldı. İşi başından aşkındı ve kızı bunu gördüğü hâlde kendini meşgul etmeye devam ediyordu. Her ne diyecekse sonra dese olmuyor muydu? Gerçekten tüm bunları şimdi anlatması şart mıydı?

"Bakarız kızım," diyerek Zeyno'yu geçiştirmeye çalıştı Sedat ancak bu kez Cem'in sesini duydu.

"Baba biliyor musun, Efe'nin babası ona playstation almış. Hatta alış veriş merkezine gidip birlikte almışlar. Biz de alabilir miyiz? Lütfen söz veriyorum çok çalışıp derslerimde çok başarılı olacağım. Ne olur alalım, ne olur."

"Bakarız dedim ya."

"Onu Zeyno'ya dedin ama."

Sedat gür saçlarını karıştırıp nihayet çocuklarına döndü ama onları başından savmak istediği her hâlinden belliydi.

"Bakın çok işim var, hesap yapıyorum ne istiyorsanız annenize söyleyin biz onunla sonra konuşuruz olur mu?"

"Annemin de işi var!" diyerek serzenişte bulundu Zeyno. Neden kimse bu evde kendini dinlemiyordu? Annesine doğum gününü okulda kutlamak istediğini söylemişti fakat o da babana sor demişti. Annesinin amacı aslında babasıyla bir şeyler paylaşmasını istemekti ama Zeyno bunu nasıl bilebilirdi ki?

"Tamam o zaman yarın konuşuruz olur mu kızım?"

"Yarın da bizi dinlemeyeceksin ki," dedi Cem üzgünce. En az kardeşi kadar içerleniyordu babasının kendini hiç dinlememesine sadece bunu Zeyno gibi gösteremiyordu.

"Cem işim var diyorum, demi?"

İçinde bir şeyler kırılırken sustu Cem. Kahve gözlerine yaşlar istila etse de o yaşları geri gönderdi. Kendi artık büyümüştü, erkek adam olmuştu hiç yakışır mıydı kendine kız gibi ağlamak?

Küçük bir çocuğun bunlara düşünmesine sebep olan yine çevreydi aslında. Zira Cem arkadaşları ağlayınca annelerinin ya da babalarının onlara kız gibi ağlama dediklerine şahit olmuştu birçok kez kendi de böylelikle bu düşüncelere kapılmıştı.

"Zaten senin hep işin var!"

Zeyno öfke ve kırgınlıkla salondan çıktığında Cem de kardeşini takip etti. Nedendir bilinmez kırgınlığını da öfkesini de Zeyno gibi açık açık kusamıyordu. Abi olduğunu düşünüyordu belki de içten içe, öyle davranmanın kendime yakışmayacağına inanıyordu.

"Ben geldim!" diyerek neşeli bir giriş yaptı Sarp. Çocuklar onu gördüklerinde kocaman gülümsediler. Az önce yaşadıkları üzüntüden eser kalmamış, neşeli bir ifade yer edinmişti yüzlerinde. İkisi aynı anda sevinçle bağırdığında çığlıkları evi inletti.

"Amcam gelmiş!"

Koşarak onun kucağına atladıklarında Sarp ikisini de sıkı sıkı sarıp yanaklarına öpücükler kondurdu. Sonra da elindeki poşetten dönüşte aldığı çikolatalardan iki tanesini onlara verdi. Cem ve Zeyno iştahla çikolataları yemeye koyulduklarında keyifleri oldukça yerine gelmişti.

Sedat kardeşine bakarken iç geçirdi hep o şımartıyordu çocukları zaten sonra da kötü baba kendi oluyordu. Oysa ki hepsi Sarp'ın fazla iş güzarlığıydı ama bunu anlatmak ne mümkündü. Beyefendi herkesin gözünde ideal amcaydı.

Abisine kısa bir baş selamı vermesinin ardından yukarı çıktı Sarp. Çiçek'in aralık olan kapısını hafifçe ittirip kapıyı tıtıkladı onun müsait olup olmadığını anlamak için.

"Çiçek."

"Gel abi," diyerek doğrulmaya çalıştı genç kız. Geriye yaslanıp ayaklarını karnına çektiğinde kollarıyla bacaklarını sardı. Sarp yatağa oturduğunda elini uzatıp kardeşinin yanaklarını okşayıp saçlarında elini gezdirdi.

"Çok mu kötüsün?"

Abisi anlamıştı neyi olduğunu bu yüzden saklamak anlamsızdı. Zaten saklanacak bir şey de yoktu bunda. Abisiydi sonuçta Sarp.

"Biraz."

"O zaman belki bu biraz keyfini yerine getirir," diyerek poşetteki çikolatalı sütü ve Çiçek'in en sevdiği çikolata olan Karam'ı çıkarıp ona uzattı genç adam. Böyle zamanlarda kardeşine tatlının iyi geldiğini öğrenmişti artık.

Sarp'ın elindekileri alınca kocaman gülümsedi genç kız. Elbette bunları kendi de alabilirdi lakin abisinin kendini düşünmesi hoşuna gidiyordu. Onun sevgisini hissetmek güzeldi. Çok güzeldi. Sarp'ın boyuna atıldığında sımsıkı sarıldı ona.

"Sen dünyanın en iyisi abisi falan mısın?"

"Bilmem ama bence sen dünyanın en cadı kardeşisin."

"Abi ya," diyerek başını Sarp'ın boynundan çekti Çiçek. Yaramaz gözlerini onun üzerinde gezdirdi.

"Ne cadılığımı gördün?"

Çiçek'in burnuna ufak bir şekilde vurdu Sarp. Kaç zaman geçerse geçsin bunu yapmaktan asla vazgeçmeyecekti.

"Şimdi saymakla uğraştırma beni."

Gözlerini devirdi genç kız ama bir şey demedi zira atışmak için bile hâli yoktu.

"Neyse ben gideyim üzerimi değişeyim sen de dinlen."

Başka bir şey demeden ayağa kalkıp odadan çıkıp kendi odasına girdi Sarp. Üzerini değişmesinin ardından kendini yatağa attı, gerçekten yorulmuştu. Fakat tatlı bir yorgunluktu bu, Feyza'yla geçirdiği güzel saatlerin yorgunluğu. Gözlerini kapatıp yaşadığı anları tekrar tekrar hayal ederken kendini gülümsemekten alamadı. Ta ki aklına günün son kötü sürprizi gelene kadar. İlker ismi beynine kazınmıştı bir kere ve Feyza'nın tavırları da içine bazı kuşkular düşürmüştü. Kafasında dönüp duran, beynini kemiren soruların cevaplarını almadan da bu kuşkular geçmeyecek gibiydi. Fakat tek yapabileceği yine her şeyi zamana bırakmaktı. Ne yazık ki Feyza'nın karşısına çıkıp İlker aslında kim, diye soracak cesareti yoktu, olmayacaktı.

Sarp ne kadar bu konudan sıkıntı duyuyorsa Feyza da en az onun kadar rahatsızdı olup bitenden. İlker meselesini Sarp'a duyurmadan kapatmaya çalışmıştı ama başaramamıştı, Sarp görmüştü o lanetli ismi ve genç kadının içindeki sesler bu meselenin burada kalmayacağını söylüyordu. Bu da kendini daha çok tedirgin ediyordu. Keşke babasına her şeyi dürüstçe anlatacak cesareti olsaydı da İlker'den sonsuza kadar kurtulabilseydi ama yoktu. Kaybettiği her şeye daha yeni kavuşmuşken, düzenini daha yeni yeni kurmuşken babasının her şeyi mahvetmesini istemiyordu Feyza. Bundan ötürü de İlker'le yaptığa anlaşmaya sadık kalması gerekiyordu. Kahretsin ki eli kolu çaresizlikle bağlıydı.

Yatağında rahatça otururken elindeki kitaba odaklanmaya çalışsa da başarılı olamıyordu genç kadın. Aklını kemirip duran düşüncelerden kurtulamıyordu bir türlü. Bitirdiği sayfayı çevirdiğinde sıkıntıyla nefes aldı. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Nedeni de tabii ki İlker'di. Bu mesele kökten çözülmediği müddetçe içindeki bu sıkıntı geçmeyecek gibiydi.

Saat on bire gelirken kapının çaldığını duyunca irkildi Feyza. Bu saatte kim gelmişti? Kaşlarını çatarak kitabını kapatıp yatağa bıraktığında usulca ayağa kalkıp kapıya doğru yol aldı. Kapıya varınca tedbirli olarak kapıyı açtı, karşısında gördüğü kişi ile de öylece kalakaldı. Bu gerçek miydi yoksa gözleri kendine bir oyun mu oynuyordu? Kaşlarını daha çok çattığında alnı kırıştı ve gördüğü kişinin sahiden burada olduğuna inanmak ister gibi adının dilinden dökülmesine izin verdi.

"Asuman"

Loading...
0%