Yeni Üyelik
21.
Bölüm

18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar

@petekayla

28 Kasım 2005

"Sonra kız bir kere daha bize geldi. Güya annemi çok sevdiğinden gelmiş ama ben anladım abi beni görmek için geldi, dibi düştü bana. Öyle bir bakışı vardı ki görmeniz lazım. Yandı bitti kül oldu resmen. E haklı şimdi ne yapsın. Yakışıklı adamım sonuçta, kim olsa etkilenir."

Okul kapısının önünde dururlarken umutsuzca başını iki yana salladı Sarp. Kesinlikle uslanmaz akıllanmaz bir arkadaşı vardı. Önüne çıkan her kıza yürüdüğü yetmiyormuş gibi onların da kendinden etkilendiğini iddia ediyordu. Ah Necla teyzesinin oğlundan çekeceği vardı. Hoş o kadının nasıl böyle çapkın bir oğlu olduğunu aklı almıyordu bir türlü.

"Kesin öyledir Caner. Hatta kız senin aşkından dağları delmiş, çöllere vurmuştur kendini."

"O az bile Altay. Kız türbe türbe dolaşıp Caner'i kendine âşık etmek için adaklar adamıştır."

"Sen de şuna uyuyorsun ya Hakan."

Altay'ın kendiyle uğraşmasına alışıktı Caner ama Hakan da son zamanlarda ondan geri durmuyordu. Oysa şurada gerçekten önemli bir şey anlatıyordu fakat arkadaşlarının derdi hep gırgır şamataydı.

"E oğlum ne yapsınlar? Hep aynı hikâye. Kime selam versen ikinci gün senin aşkından ölüyor bitiyor hepsi."

Elini Sarp'ın omzuna attığında çapkınca sırıttı Caner. Böyle konuşacağına az ders alsaydı kendinden.

"Nazar etme ne olur, çalış senin de olur."

"Yok kardeşim almayım ben sağ ol.".

"Feyza'yı görünce de böyle söyle tamam?"

"Caner," dedi Sarp bıkkınlıkla her defasında niye aynı konuyu açıyordu? Feyza sadece arkadaşıydı. Arkadaşı. Tamam kız güzeldi, alımlıydı, tatlıydı, şirindi, sıcacık bir gülüşü, içini ısıtan bakışları vardı fakat bu kadardı. Bir ay içinde aralarında daha fazla ne olabilirdi ki? Hem Feyza okula geleli kaç gün olmuştu şurada? Topu topu üç, dört hafta. Bu süre içinde kıza kör kütük âşık olacak hâli yoktu ya.

"Oğlum biz arkadaşız diyorum niye anlamıyorsun?"

"Orada dur Sarp. Şimdi Feyza'yı her gördüğünde ağzının beş karış açık kaldığını hepimiz biliyoruz."

"Altay sen yapma bari ya."

"Ne haksız mı?" diyerek olaya yeniden dahil oldu Hakan. O da görmüştü Sarp'ın, Feyza'ya nasıl baktığını. "Kızın karşısında elin ayağın birbirine dolanıyor resmen."

Sarp iç geçirmekle yetinirken Caner arkadaşını korumak için elini bu kez Sarp'ın boynuna doladı. Her ne kadar onunla uğraşmayı sevse de yeri geldiğinde korumayı da bilirdi.

"Tamam lan tamam üstüne gitmeyin benim Romeo'mun. Hem gün gelince sizi de görürüz, demi kardeşim?"

"Elbet bir gün," demekle yetindi Sarp. Fakat o an hepsinin dikkatini çeken Oya oldu. Genç kız okulun önüne vardığında arkadaşlarını görünce gülümsedi. Hepsi erkek olabilirdi hatta Feyza gelmeden önce aralarındaki tek kız da olabilirdi ancak arkadaşın kızı erkeği olmazdı. Ailesi aksini söylese de. Dördüyle de harika bir dostluk kurmuşken bundan neden şikâyetçi olsundu ki?

"Günaydın."

Dördü de kendine günaydın derken Sarp daha fazla merakına engel olamadı. İlk defa Feyza bu kadar gecikmişti, normalde ders başlamadan yirmi dakika önce okulda olurdu ancak zilin çalmasına beş dakika kalmasına rağmen hâlâ gelmemişti. Endişeye kapılması da tuhaf olmasa gerekti.

"Feyza'nın nerede kaldığını biliyor musun Oya? Daha gelmedi de merak ettim."

"Ha şey kuzeni gelecekti ya bugün belki ondan gelmemiştir daha."

"Kuzeni mi?" diyerek kaşlarını çattı Caner. Sonra da tekrar Sarp'ın omzuna vurdu.

"Geçmiş olsun kardeşim."

"O niye?"

"Kızların erkek kuzenleri hiç çekilmez de o yüzden."

"Bir dakika bir dakika?" diyerek araya girdi Hakan gözlerini Oya'dan çekip Caner'e dikti. "Kuzenin erkek olduğunu ne biliyorsun? Oya sana dedi mi Feyza kuzenim kız ya da erkek diye?"

"Yoo demedi sadece kuzenim, dedi."

Oya omuzlarını kaldırıp indirirken Altay'ın kendine olan bakışlarından habersizdi. Altay dudaklarındaki tatlı tebessümle ona bakarken gözlerini kaçırdı hızlıca. Neden bu kıza bakmaktan kendini alamıyordu bir yıldır?

"İşte kız olsa mutlaka söylerdi, söylemediğine göre mutlaka er-"

Cümlesini bitirmedi Caner çünkü kendilerinden az geride duran son model araba ağzını açık bıraktı. Araba değil, canavardı o araç. Ethem Bey'in arabasından sonra Antakya'da ilk defa böyle lüks bir araba gördüğünü söylese abartmış olmazdı. Kendiyle birlikte arkadaşları da arabaya bakarken arabadan ilk önce Feyza indi. Ki bu onları şaşırtmadı, bu okulun önünde ancak Feyza son model arabanın içinden inebilirdi.

Genç kızı görünce yutkundu Sarp. Okul formasının içinde bile çok güzeldi o. Kar beyaz gömlek, siyahlı, pembeli ekose etek bir tek ona bu kadar çok yakışıyordu. Tabii uzun açık saçları, mor ceketi de güzelliğine güzellik katıyordu. Feyza arabadan inip çantasını sırtına takarken kendi bir an olsun gözlerini çekmiyordu ondan. Ta ki daha önce görmediği kızla, orta yaşlı adamı görene kadar. O kızın da üzerinde okul forması vardı fakat emindi Sarp daha önce o kızı hiç görmemişti ve kıza kendinden daha dikkatli bir şekilde bakan kişi elbette ki Caner'di.

O kızı görünce donup kalmıştı delikanlı elinde olmadan yutkunuyor, gözlerini kızdan çekemiyordu. Saçları güneş, gözleri göktü âdeta. Saçlarını savuruşu, yürüyüşü, her bir hareketi nasıl da büyüleyiciydi. O endama, o güzelliğe daha önce hiçbir yerde rastlamamıştı.

Feyza arkadaşlarını görünce gülümsedi bakışları Sarp'ta oyalanırken arabanın kapasını kapatıp okul kapısının önünde duran beşliye doğru adımladı. Eniştesiyle kuzeni de ardından geliyordu. Asaf Bey, kolunu kızının boynuna dolamış onunla konuşa konuşa ilerliyordu.

"Babacım bak tekrar söylüyorum eğer Feyzoş'la aynı sınıfta olmazsam asla gitmem okula."

"Tamam dedim ya kızım, halledeceğim."

Babasının kolundan çıkarak kuzeninin koluna yapıştı Asuman. Okula yeni başlayan yeni bir çocuk gibi neşeliydi. Okula arası o kadar iyi olmasa da yeni bir okula başlayacak olmak kendine heyecan veriyordu. Yeni okul demek, yeni arkadaşlar, yeni maceralar demekti ayrıca biricik kuzeniyle de yeniden bir arada olmak güzeldi.

"Feyzoş yeniden bir arada olduğumuz için o kadar mutluyum ki. Yeni bir şehir, yeni bir okul ve yeni bir hayat. Düşüncesi bile heyecan verici!"

"Ve tüm bunların yanında dersler de var Asuman."

"Ay iki dakika işin içine dersleri katmasan olmuyor demi?"

Güldü Feyza, omuzlarını silkti."Huyum kurusun."

Gözlerini devirmekle yetindi genç kız. Okul kapısının önünde durduklarında karşında duran dört erkekle karşılaştı ve tabii yanlarında duran kızla da. Muhtemelen Feyza hepsini tanıyordu ki, çoktan selamlaşma aşamasına geçmişti.

"Günaydın," dedi Feyza hepsine hitaben fakat gözleri daha çok Sarp'ta oyalandı. Herkes sırasıyla günaydın derken yanındaki kızı tanıtmasını bekliyordu. Genç kız da arkadaşlarını daha da merakta bırakmadan kuzenini onlara takdim etti.

"Kuzenim Asuman, hafta sonu İstanbul'dan geldi ve artık bizimle birlikte, Aynı sınıfta olacak."

"Hoş geldin," diyerek ortaya atılan ilk kişi Oya oldu. Sıcak kanlı olduğu için hemen insanlarla kaynaşabilme özelliğine sahipti. Elini uzatıp kendini tanıttı. "Ben Oya, Feyza'nın sınıf arkadaşıyım. Gerçi hepimiz öyleyiz."

Hiç çekinmeden uzatılan eli tuttu Asu. Utangaç biri değildi tam tersi oldukça girişkendi. Bazı seçici davranışları vardı ancak asık suratlı olmak gibi bir huyu yoktu. Ki Oya'ya şimdiden kanı ısınmıştı. Tatlı bir kıza benziyordu.

"Memnun oldum Oya."

"Ben de Hakan," diyerek Oya'dan sonra elini uzattı delikanlı. Kibar gülümsemesi yine dudaklarında yer edinmişti.

Asu onunla da tanışmasının ardından bu sefer uzatılan diğer eli tuttu.

"Altay."

Onula da tokalaşıp gözlerini adını bilmediği kumral olan delikanlıya çevirdi genç kız. O çocuğu daha çok merak etmişti. Deminden beri gözlerini kuzeninden çekmemişti çünkü.

"Sarp ben de."

"Memnun oldum Sarp."

"Kendisi Feyza'nın en yakın arkadaşı olur," diyerek imada bulunmuştu ki Caner, arkadaşı kendini ensesinden yakaladı. Sarp boynunu fazlasıyla sıksa da aldırmadı kendi. Ne yapsın, rahat duramıyordu.

"Feyza hepimizin arkadaşı kardeşim, abartma. Demi Feyza?"

Sarp karşısında kızarıp bozarırken dudaklarını dişledi genç kız. Tüm arkadaşlarını severdi, onlarla vakit geçirmekten zevk alırdı fakat Sarp kendi için daha farklıydı. Onun yeri diğerlerine göre daha başkaydı, Sarp'la tanışalı bir ay olmasına karşın kanını çokça ısınmıştı ona.

"Öyle tabii, arkadaşız hepimiz."

Asu bir şeyler sezse de şimdilik sessiz kaldı. Daha sonra alırdı kuzeninin ifadesini. Şu an dikkatini çeken başka bir detay karşısındaki esmer delikanlıydı. Henüz onun adını öğrenememişti.

"Peki ya sen?"

"Ben?" dedi Caner bocalayarak, eliyle kendini işaret ederken ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmıştı. Kızlarla konuşmakta zorlamazdı aslında, direkt tanışır, flört aşamasına bile gelirdi. Lakin bu kızın karşısında dili tutulmuştu sanki.

"Adını söylemedin de."

"Ha adım şey..." Sağ elini kabarık dalgalı saçlarının arasından geçirip sol elini Asuman'a uzattı delikanlı.

"Caner... Caner ben. Kısa ve öz Caner. Basit yani."

Bakışları delikanlının eliyle, yeşil gözleri arasında gidip gelirken en sonunda uzatılan eli tuttu Asu ve gariptir ki, Caner'in elini tutar tutmaz kalbine bir ılıklık dolduğunu hissetti.

"Anladım Caner."

"Bende"

"Neyi?"

"Hı?"

Elini çekip bıkkın bir nefes verdi genç kız. Anlaşılan karşısında kibarlıktan pek uzak biri vardı ki, yeni tanıştığı bir kıza böyle cevap veriyordu.

"Neyi anladın, diyorum."

"Ha şey... Şeyi anladım... Şeyi...Adını. Sen benim adımı anladın ya ben de senin adını anladım. Öyle işte."

Asu karşısında saçmalayan adama gözlerini devirirken Sarp, Altay, Hakan üçlüsü Caner'e için için gülüyor, onun daha ne kadar saçmalayacağını merak ediyorlardı.

"Yani iki insanın birbirinin adını anlaması gayet normal."

"Öyle tabii. Hem biliyor musun çok doğru bir tercih."

"Ne doğru bir tercih?"

Genç kızın tane tane konuşurken Caner çapkın bir tavır takındı. Eli, ayağı dolaşıyor olsa bile azıcık flörtleşmeyecek değildi.

"Adın."

"Anlamadım?"

"Asuman ismi sana bayağı yakışmış, diyorum."

"O neden?"

"Asuman gökyüzü demek ya, o yüzden."

"Her zaman bu kadar boş mu yaparsın?"

"Ne?"

"Deminden beri boş boş konuşuyorsun, diyorum."

"İki dakikada buna mı karar verdin benim hakkımda?"

"Başka bir şeye karar vermemin mümkün olduğunu düşünmüyorum."

"Ha ön yargılıyım, diyorsun."

"Ön yargılı olduğuma karar vermeden önce boş yaptığını mı kabul etsen?"

"Acaba önce sen mi boş yaptığıma karar vermeden önce ön yargılı olduğunu kabul etsen?"

"Caner"

"Hı?"

"Gerçekten aynı sınıfta mı olacağız?"

"Öyle görünüyor."

"Hayatımda bundan daha büyük bir şansızlık yaşamamıştım."

"O kadar emin olma zamanla seversin beni."

"Hiç sanmıyorum."

Ne Feyza ne de diğerleri atışan ikilinin hızına yetişemiyordu. Öyle bir kaptırmışlardı ki kendilerini gören laf yarışı için ikisinin bir araya geldiğini sanırdı. Yeni tanıştıkları hâlde iki dakikada böyle birbirlerine girmişlerdi? Atışmayı sonlandıran ise yanlarına gelen Asaf Bey oldu. Hem kızına hem Feyza'ya bakarken neden hâlâ okula girmedikerini sorguluyordu.

"Kızlar zil çalmadı mı? Niye hâlâ dışarıdasınız?"

"Seni bekledik enişte," diyerek kıvırmaya çalıştı Feyza. İlk dakikadan Asuman'ın, bir erkekle laf dalaşına girdiğini ona hissettirmek pek iyi bir fikir değildi.

"Bir de arkadaşlarla tanıştık babacım."

"Öyle mi?" diyerek gözlüğünü düzeltip karşısında duran gençlerde gezdirdi gözlerini. Her birini ayrı ayrı inceleyip notlarını şimdiden vermek istiyor gibiydi Asaf Bey. Aslında kızına belirli bir özgürlük sağlardı. Asuman'ı ne fazla sıkar ne de başı boş bırakırdı. Gerektiğinde tolerans tanır, gerektiğinde otoritesini ortaya koyardı. Arkadaş çevresine karışmaz fakat her arkadaşını tanırdı. Kızının kimlerle arkadaşlık yaptığını bilmek baba olarak elbette ki hakkıydı.

"Sevdin mi peki arkadaşlarını?"

"Çok."

"Ben de öyle."

Caner ani bir cesaretle ortaya atıldığında yeniden tüm gözlerin hedefi olmuştu. Özellikle de Asaf Bey'in.

"Yani biz Asuman'la şimdiden çok iyi anlaştıkta efendim."

Bozuntuya vermedi genç kız madem Caner oyun istiyordu kendi de seve seve oynardı. Dudaklarına yapmacık bir gülüş yerleştirip gözlerini yeniden babasına çevirdi.

"Hem de harika anlaştık babacım."

"Öyle olsun bakalım. Hadi şimdi içeri girelim çok oyalandık burada."

İki kuzen, Asaf Bey'in sözü üzerine okula girdiler. Onların arkasından giden adam da Caner'de son kez gözlerini gezdirmeyi ihmal etmedi. Nedendir bilinmez iç güdüsel olarak en çok ona takılmıştı aklı.

Kendi kendine gülmeye devam ediyordu ki Caner Altay omuzuna vurdu.

"Hiç öyle sırıtma her kuşun eti yenmez oğlum."

"Yanılıyorsun kardeşim tam da dişime göre bir kuş buldum."

"Pes! Kızı iki dakikada avlanacak kuş yerine koydunuz ya, gerçekten ikinize de pes!"

Oya onlara öfkeli bakışlar atıp hışımla içeri girdiğinde Altay'ın gülümsemesi soldu, yüzü düştü. Öyle demek istememişti ki, Oya yanlış anlamıştı. Genç kızın peşinden giderken kendini açıklama çabasına da girişti.

"Oya... Oya ben öyle demek istemedim... Şaka olsun diye şey ettim."

Hakan uzaklaşan ikisinin arkasından bakarken iç geçirdi. Neden Oya ile Altay'ı birlikte görmek kendini rahatsız ediyordu?

"Hadi abi hadi zil çaldı biz hâlâ buradayız. Yürüyün sınıfa gidelim yoksa Meral hocanın dilinden kurtulamayız,"

Sarp arkadaşlarını sınıfa yönlendirirken Caner hâlâ kendi kendine gülmeye devam ediyordu. Bu sene okulda çok eğleneceğine emindi.

***
1 Kasım 2018

Gitmek mi zordu kalmak mı? Değişirdi bu sorunun cevabı ancak yarım kalmış bir aşk hikâyesinde şüphesiz yanardı ikisi de. Tıpkı Asuman'la, Caner gibi.

Asuman gitmişti. On yedi yaşında âşık olduğu adamın kendini nasıl kandırdığını, nasıl duygularıyla oynadığını görünce arkasına bile bakmadan çekip gitmişti. Gidince, kaçınca her şeyi unutabileceğini sanmıştı lakin yanılmıştı. Kilometreler aşıp dünyanın bir ucuna gitse bile bırakmıştı kalbinin bir parçasını hatıralar şehrinde ve götürmüştü gittiği her yere, gönlünde izini unutamadığı o yarayı. Çok denemişti genç kadın, o yarayı, yarayı açan adamı unutmayı ama olmamıştı, yapamamıştı, o yara illa ki kendini hatırlatıp durmuştu. Şimdi ise tam karşısında duruyordu o yaranın sahibi ve kendi yılların ardından bir zamanlar bakmaya doyamadığı yeşil gözleri görünce o yaranın varlığını ilk defa bu denli derinden hatırlıyordu. O yeşil gözleri görünce hatırlamaması mümkün müydü zaten?

Geride kalan, sevdiği kızın öylece gidişini izleyen olmuştu Caner. Hatalı olduğunu, büyük bir yanlış yaptığını elbette ki kabul ediyordu hatta Asu'nun kendini terk etmesinde haklı olduğunu da biliyordu fakat yine de... Yine de onun veda bile etmeden gidişi en derinden yakmıştı canını. O uçağa yetişmek, Asu'nun kolundan tutup gitme, diyebilmek için ne kadar çabaladığını bir kendi bilirdi. Bir kendi bilirdi gidenin arkasından bakarken yaşanan o çaresizliği, gökyüzüne yükselen uçağa yetişememenin imkânsızlığını. İlk defa o an kanatları olsun istemişti, kuş olup gökyüzüne kavuşmayı dilemişti fakat ne yazık ki kala kalmıştı olduğu yerde. Sonrasında devam etmişti hayatına ya da acısını unutmayı seçmişti. Gidenin gelmeyeceğini biliyordu, nafile bir bekleyişin kime ne faydası olacaktı ki? İtiraf ediyordu kalbindeki yaraya bile sadık bir adam değildi, o yarayı yabancı kollarda unutabileceğini sanmıştı. Yabancı ellerde aramıştı şifayı ama yanılmıştı çünkü her yaranın şifası kendinde saklıydı bunu geçte olsa anlamıştı.

Asuman ve Caner onlar iki yaralıydı aslında. Gidişlerin, kalışların en acı hikâyesini yaşamış olanlardı. İlk iki arkadaş sonrasında iki sevgili şimdi ise yarım kalmış iki kişi. Fakat yarım kalmazdı hiçbir hikâye elbet bir son yazılırdı hepsine ve kader de yarım kalan, o hikâyenin sonunu yazmak için yeniden yollarını birleştirmişti. Bu yüzden şimdi kesişmişti ikisinin yolları lakin yazgı gerisini onlara bırakmıştı. Kader yazardı fakat kalemi insanların eline bırakırdı çoğu zaman. Şimdi de bu hikâyenin sonu yine ikisinin elindeydi. Yapacakları seçimlerin onların kaderini belirleyecekti her ne kadar onlar henüz bundan habersiz olsalar da.

"Asu," dedi Caner kendi kendini hayal görmediğine ikna etmek ister gibi. Şu an şaşkınlıktan düşüp bayılabilirdi. Sahiden burada mıydı Asu? Gelmiş miydi hasret kaldığı gök gözlü kadın? En büyük kalp ağrısı, unutamadığı aşkı burada mıydı harbiden? Kendinden birkaç adım uzaklıkta mı?

"S-Sen misin gerçekten?"

Ne diyeceğini bilemedi genç kadın öylece dururken en sonunda bir dili olduğunu hatırladı. Karmakarışık duygularına yenilmemek için gayret ederken gözlerini açıp kapadı. Sonbahar esintisi üşütüyordu fakat biliyordu ki saçma bir şekilde dolan gözleri esen rüzgârdan dolayı değildi. Karşısında duran yeşil gözler canını yakıyordu ve kendi o kadar zaman geçmiş olmasına rağmen şimdi o gözleri görünce akmak isteyen yaşlarına direnmek zorunda kalıyordu. Saniyeler içinde kendini toparlayıp her şey normalmiş gibi davranmaya çalıştı.

"Evet, benim."

"N-Ne zaman geldin ki? Yani şey... Feyza... Feyza bahsetmedi de hiç ondan şey ettim. Geleceğini bilmiyordum... Bek-Beklemiyordum yani. Sürpriz ol-oldu."

Ellerini kollarını nereye koyacağını bilmiyor, ceplerine ellerini bir geçirip bir çıkartıyordu Caner. Konuşurken kekeliyor, parmak uçlarında yükselip ayaklarını geri yere koyuyordu. Şaşkınlığı en zirvede yaşarken hâlâ Asu'nun burada olduğuna inanmıyordu. Eğer bir rüya görüyorsa sonsuza kadar uyuyabilirdi.

"Caner"

"Hı?"

"Seninle burada durup muhabbet edeceğimi düşünmüyorsun demi?"

Gayet ciddiydi Asuman, Caner'le bu şekilde karşılaşmış olması onunla uzun uzun konuşacağını anlamına gelmiyordu. Caner'in ev değiştirmediğini, artık aynı mahallede olacaklarını tahmin ediyordu fakat mümkünse onunla hiç karşılaşmamayı diliyordu. Onu bir dakika bile göremeye tahammülü yoktu çünkü.

"Yani tabii," diyerek ellerini ceplerine geçirdi genç adam. Dudaklarına tatlı bir gülüş yerleştirdi. "Burada durmamıza gerek yok, saat daha erken bir yerlere gidip oturabiliriz. Sonuçta o kadar zaman sonra buraya gelmişsin."

Kaşlarını çattı genç kadın, kendiyle alay mı ediyordu Caner? Ne demekti, gidip bir yerlere oturabiliriz? Ya bu adam hafıza kaybı falan geçirmiş kendine yaptıklarını unutmuştu, ya da on yıl içinde daha da yüzsüz olmuştu. Ki ikinci seçenek daha olasıydı.

"Anlamadım?"

"Anlamayacak bir şey yok Asu, yıllar sonra böyle karşılaşmışken gidip bir yerlere oturalım, diyorum."

"Birincisi bana sadece en yakınlarım Asu diyebilir ve sen o kategoriye girmiyorsun. İkincisi benim seninle oturup konuşacak hiçbir şeyim yok. Benden uzak Allah'a yakın ol."

Başka hiçbir şey demeden arkasını dönüp yol aldı Asu. Burada durup Caner'le daha fazla muhatap olmak istemiyordu.

"Gerçekten mi? diye bağırdı genç adam kendine engel olamadan. O kadar zaman sonra Asu'yu görmüşken şimdi iki kelime konuşmadan onu bırakmaya niyeti yoktu.

Durdu, gözlerini açıp kapatıp açtı, sakin kalmak için çabaladı Asu. Biliyordu ki eğer kendine engel olamazsa açmak istemediği o geçmiş defterini yeniden açarak bütün kinini, nefretini kusardı, şimdi de böyle bir şeyin olmasını istemiyordu. Geçmiş geçmişti, deşmek anlamsızdı.

"Gerçekten konuşacak bir şeyimiz yok mu Asu?"

Hızla Caner'e doğru döndü genç kadın. Gözleri öfkeyle parlarken iki adım atarak aralarındaki mesafeyi azalttı.

"Var mı?"

İki adım da kendi atarak Asu'yla arasındaki mesafeyi sıfıra indirdi genç adam. Gözlerini mavi gözlere diktiğinde geri adım atmamakta karalıydı.

"Var!"

"Ne var? Söyle Caner ne var? Ne?"

"Ne var öyle mi? Senin arkana bile bakmadan çekip gitmen var mesela! Bir vedayı bile bana çok görmen var! Bir kere ya... Bir kere! Bir kez olsun arkana baksaydın..."

"Arkama baksaydım ne görecektim biliyor musun? Beni kandıran, duygularımla oynayan yalancı adamı! Sen o vedayı hak etmedin! Hiçbir şeyi hak etmediğin gibi!"

"Bu kadar mı?" dedi Caner lakin durdu, devam edemedi. Göğsü hızlı hızlı inip kalkarken yutkundu fakat gözlerini hiç çekmedi mavi gözlerden.

"Bu kadar mı nefret ettin benden?"

Başını iki yana salladı Asu, dolan gözlerine aldırmamaya ve kendi söylediğine en çok kendini inandırmaya çalıştı.

"Ben senden hiç nefret etmedim! Neden biliyor musun? Sen nefretime bile değmezsin çünkü!"

Canı yandı genç adamın, ağırına gitti bu cümle fakat yine de burukça gülümsedi. Varsın Asu bunları desindi, dönmüştü ya, şimdi karşısında duruyordu ya, o yeterdi kendine.

"Canımı mı yakmak istiyorsun Asu?"

"Sadece benden uzak durmanı."

"O zaman neden hâlâ buradasın, karşımdasın?"

"Bırakmadığın için olabilir mi?"

"Zorla mı tutuyorum seni?"

"Arkamı dönünce susacak mısın?"

"Konuşursam dönecek misin?"

"Hak ettiğin cevabı vermek için, evet."

"Hani hiçbir şeyi hak etmiyordum?"

"Ağzının payı hariç."

"Olsun o da bir şeydir."

"Yüzsüzlükte arşa ulaşmışsın anlaşılan."

"Sen de hiç değişmemişsin."

"Caner"

"Hı?"

"Defol git başımdan."

İkili birbirine öfkeli gözlerle bakarken göğüsleri hızla kalkıp iniyor, nefesleri birbirine karışıyor, gözleri âdeta meydan okuyordu. Aralarındaki o görünmez çekim yıllar sonra ilk karşılaşmalarında bile kendini göstermişti. İşin tuhaf yanı ne Asu ne de Caner gardını asla indirmiyor, tüm yaşananlara karşın ilk tanıştıklarında olduğu gibi birbirleriyle didişmekten tuhaf bir zevk alıyorlardı. Eğer Feyza aralarına girmese muhtemelen sabaha kadar burada böyle durup ağız dalaşı yapabilirlerdi.

"Asuman," dedi Feyza kuzeni ile Caner'i burun buruna görmenin şaşkınlığı ile. Demek sonunda ikisi karşılaşmış ve karşılaştığı gibi birbirine girmişti. E başka türlüsü de beklenemezdi zaten.

Başını geriye çevirince "Feyzoş," dedi Asu. Sonra da iki dakika önce Caner'le dalaşan kendi değilmiş gibi kuzeninin yanına doğru adımlayıp elindeki iki poşeti aldı. "Hepsi sana kaldı demi? Kusura bakma unuttum bir an. Neyse hadi eve gidelim."

Önden yürüyen kuzenine bakarken iç geçirdi Feyza. Neler olduğunu az çok tahmin ediyordu ancak onunla sokak ortasında değil evde konuşacaktı. Daha fazla milletin ağzına laf vermek istemezdi. Ki çoğu kişi hâlâ orada durmuş kendilerine bakıyordu. Az önce atışan Asuman'la, Caner'i izlediklerine şüphe yoktu. Yarına kalmaz mahalle kaynamaya başlardı. İki aydır burada olunca mahalleyi tanımıştı az çok. Bunları boş vererek yürüdüğünde Caner'in yanından geçerken durdu. Gözlerini genç adamda uzun uzun gezdirdi.

"Caner"

"Feyza bak ben gerçekten bir şey yapmadım. Sadece Asu'yu öyle birden görünce konuşmak istedim."

"Konuşma. Asuman'la tek kelime bile konuşma Caner."

"Feyza..."

"Asuman'dan uzak dur. Onun canı çok yandı, şimdi aynı şeyleri tekrar yaşamasına izin vermem. Anlıyor musun?"

Tuttuğu nefsini vererek başını salladı genç adam. Feyza da kendini düşman gibi görüyordu ya bir şey demiyordu.

"Anlıyorum Feyza."

"İyi," demekle yetindi genç kadın. Sonrasında evine doğru yol aldı. Caner ise iki kadının arkasından bakarken iç geçirdi. Keşke hep arkadaş olarak kalsalardı da bazı şeyler hiç değişmeseydi.

***
"Hayır yani ben anlamıyorum bir telefon açıp Meryem, Gökhan gelecek ev müsait mi, senin bir işin var mı, diye sormak bu kadar mı zor? Benim de işim gücüm var, her şeye yetişemiyorum, ama bunu sana anlatmak ne mümkün?"

Genç kadın söylene söylene mutfakta bir oraya bir buraya koşturup dururken Sedat sabır diledi. Alt tarafı kırk yılın başı bir arkadaşı akşam yemeğine gelecekti fakat Meryem konuştukça konuşuyordu. Asıl kendi anlamıyordu kim gelirse gelsin sorun olmuyorken bir kendinin arkadaşının gelecek olmasını mı sorun ediyordu karısı?

"Her şeye laf edip durma artık Meryem."

Ocaktaki yemeği karıştırırken inanmayan gözlerle baktı kocasına Meryem. Sahiden bunu mu demişti Sedat kendine?

"Ben her şeye laf ediyorum, öyle mi Sedat?"

"Baksana Gökhan gelecek dedim, demediğini bırakmadın."

Hiç anlamıyordu Sedat, hiçbir zaman anlamayacaktı da. Sorun Gökhan'ın gelmesi değildi, gelsin buyursundu adam fakat bu akşam müsait değildi kendi, yarına yetiştirmesi gereken yemek siparişleri vardı ve Sedat kendini arayıp sormadan kafasına göre misafir çağırmıştı eve. Ne olurdu kendine bir telefon açıp müsait misin, diye sorsa. Bu kadar mı zordu bunu yapmak?

"Ben gelmesin mi diyorum, gelsin buyursun ama sen arayıp sorsan ne olurdu yani?"

"Allah aşkına adam kırk yılın başı beni arıyor, müsait misiniz diye soruyor ne deseydim? Bekle Meryem'e sorayım sana öyle haber vereyim mi?"

"Evden bihaber olduğun için evet, bunu demen gerekiyordu."

Tencerenin kapağını kapatıp salata malzemelerine almak için buzdolabına yöneldi genç kadın. Hayır, büyütmüyordu meseleyi Sedat'ın her defasında kendine sormadan iş yapması sabrını taşırmıştı artık. Nihayetinde bir aileydiler ve birbirlerine danışarak davranmaları gerekiyordu. Kendi nasıl ki her konuda kocasının fikrini alıp o fikre değer veriyorsa Sedat'ın da aynısı yapması lazımdı. Ona anlatmak istediği de buydu aslında.

"Her neyse ben odaya çıkıyorum duş alacağım. Sen de suratını asıp durma istersen."

Başka bir şey demeden merdivenlere doğru yol aldı genç adam. Meryem kocasının arkasından bakarken iç geçirdi ne dese, ne söylese ona derdini anlatamayacağını biliyordu.

Dolaptan salata malzemelerini çıkarıp tezgâhın üzerine koyduğunda kapının çaldığını duydu genç kadın. Domatesi doğuruyordu ki "Çiçek," dedi. "Kapıya baksana!"

Genç kız salonda oturmuş telefonunu karıştırırken yengesinin sesini duyunca ayağa kalkıp kapıya doğru yol aldı. Tabii yine içinden söylenmeyi ihmal etmedi. Koskoca evde kendinden başka kapıya bakacak kimse yok muydu?

Kapıyı açtığında Caner'i gördü Çiçek. Şaşırmadı elbette, saat kaç olursa olsun Caner abisinin kendilerine gelmek gibi bir huyu vardı ki, bundan şikâyetçi olduğunu söyleyemezdi. Zira anlaşabildiği sayılı insanlardandı Caner.

"Hoş geldin Caner abi."

"Hoş buldum bıcırık," diyerek Çiçek'in yanağını sıkıp içeri girdi genç adam. Sağa sola bakarak Sarp'ı aradı gözleriyle fakat göremedi. "Abin nerede?"

"Yukarıdaydı sen geç ben çağırayım."

"Yok yok hiç girmeyim. Abini çağır, iki dakika dışarı gelsin."

Israr etmedi Çiçek biliyordu ki Caner girmek istese girerdi. Demek Sarp'la konuşacağı bir şeyler vardı ki onu dışarı çağırmıştı. Bu evde her an her yerden birinin çıkma ihtimali olduğu için içeride konuşmak istememesi normaldi. Merdivenlerden çıkıp Abisinin odasına vardığında kapıyı aralayıp "Abi," dedi.

Cem'e ödevlerini yaptırırken başını çevirip kardeşine baktı Sarp. "Ne oldu Çiçek?"

"Caner abi geldi, seni çağırıyor."

"Geliyorum," diyerek geri yeğenine döndü genç adam. Önlerinde duran kitaptaki çarpma işlemlerini işaret etti. "Sen bunları çöz, ben kontrol edeceğim."

"Ama çok sıkıldım amca."

"Peki o zaman on dakika ara ama geldiğimde seni masanın başında göreceğim ona göre."

Cem'in Saçlarını karıştırıp ayağa kalktı Sarp. Bir saatte yakın ödev yapıyordu yeğeni ve ufak bir molayı hak etmişti. Onu ödevleriyle baş başa bırakıp aşağı indiğinde kapının önünde duran Caner'i gördü. Bir şeyler olmuştu belliydi, arkadaşının yüzünden gayet anlaşılıyordu bu.

"Hayırdır oğlum bu saatte?"

"İki dakika dışarı gelsene bir şey diyeceğim."

Mırıldanır gibi konuşurken başıyla kapıyı gösterdi Caner. Tabii ki Asu'nun geldiğini söyleyecekti arkadaşına fakat konuyu dışarıda konuşmak daha iyiydi. Sarp itiraz etmeden ince ceketini askıdan alıp Caner'le birlikte dışarı çıktı. Kapıyı kapatmasının ardından gözlerini yanında duran adamda gezdirdi. Gerçekten merak etmişti ne diyeceğini.

"Ne oldu oğlum söylesene."

Sırtını evin duvarına dayamış, ellerini ceplerine geçirmiş, yarım bir gülümseme ile karşıdaki eve bakıyordu Caner. Işıklar kapalı olduğuna göre henüz eve dönmemişti anlaşılan Feyza ile Asu ve onlar dönene kadar burada dikilmeye niyetli gibiydi. Asu'yu bir kez daha görmek istiyordu işte.

"Caner konuşacak mısın artık? Diktin bizi buraya, ne söyleyeceksen söyle."

"Asu döndü."

Kaşlarını çattı Sarp, doğru mu duymuştu?

"Ne?"

"Asu, diyorum döndü. Dönmüş yani, Feyza gibi çıkıp gelmiş. Az önce gördüm, bayağı atıştık canımı da yakmadı değil hani ama olsun varsın yaksın, istediğini desin, döndü ya o yeter."

"Bir dakika bir dakika... Şimdi Asu döndü ve siz kavga ettiniz öyle mi?"

Caner'in anlattıklarının gerçek olduğunu kavramaya çalışıyordu Sarp ancak söylediğine kendi bile inanamıyordu. Asu gelmişti bir de Caner'le tartışmıştı... Doğru mu anlamıştı?

"Yani kavga denemez ama öyle gibi bir şey. Özlemişim ama... Vallahi özlemişim be kardeşim. Onu öyle karşımda görünce o kadar tuhaf oldum ki... Dönmez diyordum, gelmez diyordum ama geldi ve biliyor musun gelişi de gidişi gibi görkemli oldu."

Gözlerini karşı evden çekip Sarp'a odakladı Caner. Dudaklarındaki gülüşü daha da büyümüştü.

"Şimdi seni çok iyi anlıyorum. Feyza döndüğünde yaşadığın o sevinci çok iyi anlıyorum kardeşim. Abartmamışsın, insan sahiden çocuk gibi havalara zıplamak, göklere çıkmak istiyormuş. Ki çıkıyormuş... Hasretliğini görünce göklere çıkıyormuş insan."

Öylece kaldı Sarp, Caner'in sözleri üzerine yutkundu. İnkâr etmedi bu kez çünkü gerçekten öyleydi. Feyza dönünce sevinçten dört köşe olmuş, havalara uçmuştu. Onu ilk gördüğü günü yine hatırlıyordu da.... Çıkmaz yolun ortasında yol tartışması yaşarken karşılaşmışlardı. O gün nasıl da kızmıştı Feyza fakat kendini görünce kendi gibi şaşkınlıktan konuşmayı bile unutmuştu. Yaşanan her bir an yeniden aklına gelirken belli belirsiz gülümsedi. Her ne kadar Caner farklı olaylar yaşamış olsa da şimdi onun da, kendi gibi sevindiğini tahmin ediyordu.

"Sarp"

Feyza'nın sesini duyduğunda hızlıca kendini toplayıp arkasını döndü genç adam. "Feyza," dedi lakin ilk defa dikkatini çeken o değil yanındaki kadındı. O cıvıl cıvıl, hayat dolu bakan mavi gözlerin sahibini, bir zamanlar kardeşi gibi sevdiği Asu'yu yeniden görmek gerçekten tuhaftı. Onun sahiden burada olduğuna inanmak ister gibi kaşlarını çatıp şaşkınca gülümsedi.

"Asu"

"Sarp," dedi genç kadın, sonra da onun şaşkınlığına güldü. Yıllar geçse bile Sarp'ın o şapşik ifadesi aynı hep aynıydı. Tabii artık karşısında daha olgun bir adam olarak durduğu bir gerçekti.

"İnanmıyorum gerçekten döndün demek."

Ufak bir kahkaha atıp hızla Sarp'a sarıldı Asu. Çekineceği bir şey yoktu. Bir zamanlar en iyi kankasıydı Sarp. Şimdi de onca zamanın sonra yeniden onu görmüşken elbette ki sarılacaktı ona. Caner'le arasında olanlar Caner'le arasındaydı sırf Sarp, Caner'in arkadaşı diye Sarp'a hiç kin gütmemiş, yaşanan olaylardan asla onu sorumlu tutmamıştı. Tam tersine Sarp'ı hep bir kardeş gibi görmüştü. Ki, çoğu zaman Sarp'ın kendini abi gibi koruyup kolladığı çoktu. Caner'le ayrıldığında bile Caner'in yanında değil, kendinin yanında olmuştu Sarp.

Çok erkek girip çıkmıştı hayatına hiçbirinden de hayır görmemişti genç kadın ancak Sarp farklıydı. Dünyada eşi bulunmayacak kadar güzel bir adamdı. Kendi de iyi ki onu tanımıştı.

Şaşkınlığını henüz atmıştı ki Sarp kollarını doladı Asu'ya. Biri bir gün kendine onun döneceğini söylese inanmazdı fakat şimdi gerçekten dönmüştü Asu, üstelik kendine sıkı sıkı sarılıyor, özlemle kucaklıyordu kendini ve kendi yıllar sonra kardeşine kavuşan bir abi gibi mutluydu şimdi. Şüphesiz sevinmişti Asu'nun dönmesine.

"Öyle oldu, Feyzoş'u özleyince çıktım geldim," diyerek Sarp'tan ayrıldı genç kadın.

"İyi yaptın, özlemişsindir Antakya'yı."

"Özledim tabii."

Caner kısa bir bakış attı Asu'ya, Asu ise görmezden geldi onun bakışlarını. Ne olurdu başlarından defolup gitse?

"Ee buralarda mısın artık?"

"Şimdilik. Sonra ne olur, hayat ne gösterir bilinmez."

"Haklısın," dedi Sarp lakin bakışları sebepsizce Feyza'yı buldu. "Hayat ne gösterir bilinmez."

Boğazını temizleyip bakışlarını kaçırdı Feyza. Genç adamın gözleri kalp ritmini hızlandırırken kendi yine kaçmayı seçti.

"Asuman eve geçelim mi, hava da soğudu."

Bir kuzenine bir Sarp'a bakarken ikisinin arasında nasıl bir ilişki olduğuna anlamaya çalıştı Asu. Feyza kendine her şeyi anlatsa da bazı şeyleri görmek gerekiyordu. Üstelik kuzeni kendi duygularından bile kaçma konusunda inat ederken.

"Olur, geçelim."

"O zaman iyi akşamlar size," dedi Feyza. İkisine de hitaben.

"İyi akşamlar," diye mırıldandı Caner. Deminden beri ayağı ile oynadığı taşı bir kez daha tekmelerken. Karışıktı duyguları, ne hissettiğini bilmiyordu aslında. Kırgın mıydı, üzgün müydü, kızgın mıydı? Ya da mutlu muydu? Gerçekten bilmiyordu yalnızca içinde bir burukluk olduğuna emindi.

Sarp'ın da iyi akşamlar, demesinin ardından iki kuzen evlerine gitmek üzere adımladılar. Feyza anahtarla kapıyı açarken Sarp'ın sesini yeniden duyunca durdu.

"Feyza"

Gözünün önüne gelen saçı savurup doğruldu genç kadın. Sarp'a döndüğünde "Efendim?" dedi ve onun evin girişine kadar geldiğini fark etti.

Bocaladı genç adam, Feyza'ya niye seslendiğini kendi de bilmiyordu. Sadece son iki, üç gündür onunla fazla görüşemediği için şimdi kapı önünde de ola konuşmak istiyor ama diyecek bir şey bulamıyordu. Elini ensesine götürüp "Şey," dedi aynı zamanda konuşacak bir konu bulmaya çalıştı.

"Şey diyecektim ya... Yarın... Yarın ne yapıyorsun?"

"Yarın?"

"Evet, yarın."

"Bilmem," diyerek rüzgârdan dolayı tekrardan gözünün önüne gelen saçı kulağının arkasına geçirdi.

"Yani okuldayım, sonra da evde olurum sanırım."

"Peki akşama bir şeyler yapalım mı?"

Cevap veremedi genç kadın çünkü telefonu çaldı. Arka cebinden telefonu çıkarıp baktığında babasının aradığını gördü. Neden olur olmadık zamanlarda hiç aramaması gereken kişiler kendini arıyordu? Telefon çalmaya devam ederken gözleri telefon ekranıyla, Sarp arasında mekik dokuyordu ki en sonunda karşısında duran adama bir cevap verdi.

"Yarın konuşuruz olur mu? Şimdi ben eve gireyim."

"Peki," demekle yetindi Sarp. Feyza kendini gülümsemeye zorlayıp yapmacık bir gülüş kondurdu dudaklarına sonra da içeri girip kapıyı kapadı.

Genç adam kapanan kapıya bakarak derin derin derin nefesler aldı. Son zamanlarda Feyza kendinden uzaklaşıyor muydu yoksa kendine mi öyle geliyordu?

İçeri girip sırtıyla kapıyı kapadı Feyza ardından sırtını kapıya yaslayıp telefonda gözlerini gezdirdi. Kararsız kalsa da en sonunda ısrarla çalmaya devam eden telefonu açıp kulağına dayadı. Babasından daha fazla kaçamayacağını biliyordu o yüzden onunla kısa bir konuşma yapmak en iyisiydi.

"Efendim baba?"

"Sonunda o telefonu açabildin."

İlk saniyeden terslemek zorunda mıydı kendini babası? Yine de bozuntuya vermedi genç kadın. Olabildiğince yapıcı davranmaya çalıştı.

"İşlerim var, biliyorsun. Artık çalışıyorum ben."

"Evet, alelade bir meslek lisesinde üç kuruşa öğretmenlik yapıyorsun."

"Baba lütfen aynı şeyleri tartışmayalım. O alelade dediğin meslek lisesinde de, mesleğimden de çok mutluyum. Aldığım ücrette düşündüğüm en son şey. Çünkü ben öğretmenliği para için değil sevdiğim için yapıyorum."

"Oraya gitmene hiç izin vermemeliydim."

"Ben mesleğimi yapmak için senden izin almadım baba."

"Feyza!"

"Kapatıyorum seninle aynı şeyleri tartışmayacağım."

Tam telefonu indirmek için haraketlenmişti ki Feyza yeniden babasının sesini duyunca durdu.

"İlker"

Yutkundu genç kadın, İlker babasına gerçeği söylemiş olamazdı demi? Bu kadarını yapacak cesareti yoktu onun.

"Ne olmuş İlker'e?"

"Seni arıyormuş açmıyormuşsun, mesaj atıyor dönmüyormuşsun. Feyza aklında ne tilkiler dolanıyor biliyorum ama eğer beni hayal kırıklığına uğratacak herhangi bir şey yaparsan valizini toplar buraya dönersin! Seni ne karşılığında oraya gönderdiğimi unutma kızım!"

"Merak etme baba, hayallerim için bedel ödeten tek insan olduğunu hiç unutmam."

Daha fazla babasına cevap hakkı vermek istemediği için konuşmayı sonlandırdı Feyza. Elini aşağı indirip gözlerini kapadığında bir gün her şeyin biteceğine inandırdı kendini. Öyle ya da böyle hayallerine ulaşmıştı gerisini de elbette halledecekti.

"Ne diyor Ethem Bey?"

Asuman'ın sesini duyunca gözlerini açtı genç kadın. "Her zaman ki şeyler, boş ver," diyerek içeri girdi. Konuşmak istemiyordu, konuştukça yoruluyordu çünkü. Pencere önündeki koltuğa oturduğunda perdeyi açınca karşıda hâlâ ayakta duran Sarp'ı gördü. Caner de oradaydı. Gözlerini ikisinde gezdiriyordu ki, kuzeni hızla perdeyi çekti.

"Ne oldu şimdi?"

"Ne, ne oldu? O şahsiyetsiz şahsiyeti görmek istemiyorum."

"Caner mi?"

Kendini koltuğa attı Asu, gözlerini Feyza'ya çevirdi. "Başka şahsiyetsiz mi var?"

Belli belirsiz güldü Feyza, Caner yine Asuman'ı çıldırtmıştı anlaşılan. "Ne oldu aranızda?"

"Ne olacak, saçma sapan konuşup sinirlerimi bozdu. Yok işte kendine veda etmeden gitmişim de, arkama bile bakmamışım da bla bla... Boş boş kafa ütüledi anlayacağın. Sanki o kadar haltı kendi yememiş gibi. Utanmaz, arlanmaz, yüzsüz adam bir de hiçbir şey olmamış gibi bir yerlere gidip oturup konuşalım diyor. Ben onunla şuradan bakkala bile gitmem be!"

Önündeki boşluğa bakıyor, kuzeniyle değil daha çok kendi kendine konuşuyordu Asu. Öylece dalıp gittiğinde ise omuzunda Feyza'nın elini hissetti.

"Asuman"

Geri gözlerini kuzenine çevirdi genç kadın, efendim der gibi baktı.

"Bunu sormak istemiyorum aslında ama seni biliyorum. Siz Caner'le normal bir ayrılık yaşamadınız, ona veda bile etmeden gittin. Ki haklıydın. Fakat yine de... Yine de içinde ufacık bir kırıntı falan varsa..."

"Saçmalama Feyza," diyerek gözlerini devirdi Asu. Sadece çok ciddi olduğu zamanlarda Feyza derdi kuzenine ve şu an o anlardan birindeydi. Gözleri nedensiz dolarken boğazında oluşan yumrudan kurtulmaya çalıştı. Gözlerini tekrardan önündeki boşluğa dikmişti. Neden Caner'le olan geçmişi bu kadar çok yakıyordu canını?

"Lisede yaşadığım basit bir hevesti o. Caner'in gerçek yüzünü görünce de bitti, gitti."

Dili böyle söylese de kalbi başka söylüyordu. İnatla basit bir heves olmadığını haykırıyordu kendine ve Asu o sese kulaklarını tıkıyordu. Evet, inkâr edemeyeceği gerçekler vardı. Caner'in ilki olması gibi, onunla yaşadıkları gibi. Kabul ediyordu, ilkiydi Caner, ilk sevgilisi, ilk aşkı. Kalbinin kapılarını açtığı, güvendiği, sevdiği ilk erkek. Her şeyin ama her şeyin ilkini onunla yaşamıştı. Kimi zamanlar filmlerdeki gibi sahil kenarında çılgınlar gibi koşup eğlenmiş, kimi zaman lunaparkta çocuk olmuştu onunla. Okuldan kaçıp çılgınlığın dibine vurdukları da çoktu. Tüm bunlardan güzel hatıralar diye bahsetmek isterdi aslında. Eğer Caner duygularıyla oynayıp kendini kandırmamış olsaydı. Eğer Caner, kendini... Kendini saçma sapan bir iddia uğruna harcamamış olsaydı.

"Gel buraya," diyerek kuzenini çekip göğsüne yatırdı Feyza. İpek saçlarında elini gezdirirken gülümsedi.

"Bir gün karşına seni hak eden biri çıkacak inan bana."

"Feyzoş"

"Efendim?"

Başını kaldırıp kuzeninin gözlerine masumca baktı Asu. "Sen çok şanslısın biliyor musun?"

"O ne demek şimdi?"

"Ne anladıysan o."

Yaramazca gülüp tekrardan Feyza'nın göğsüne başını dayadı genç kadın. İması anlamış olmalıydı kuzeni yoksa perdeyi aralayıp kaçamak bakışlarla karşıya baksındı ki?

Dakikalardır Caner'le olduğu yerde durmaya devam ederken Feyza'nın gözlerini görünce gülümsedi Sarp. Perde kapanınca ise iç geçirdi. Feyza aralarına mesafe koymasa bir adım atardı aslında ancak o, görünmez bir bariyer örüyordu aralarına. Belki birlikte zaman geçiriyorlar, gülüp konuşuyorlardı lakin hissediyordu kendi, Feyza mesafeliydi kendine ve nedendir bilinmez o mesafeyi korumakta ısrar ediyor gibiydi. Kendi de bundan kaybediyordu cesaretini, tam ufak bir şeyler söyleyecekken o bariyeri hissedince geri duruyordu. Keşke bu sefer azıcık cesaretli olabilseydi, belki o zaman her şey çok başka olurdu.

"Artık yalnız değilsin kardeşim."

"Ne?"

Karşı evden bakışlarını çekip Sarp'a çevirirdi Caner. "Burada böyle birlikte duracağımız uzun geceler var gibi."

Başını eğip iki yana salladı Sarp. Öyle bir niyeti yoktu. Bazen Feyza'nın evine dalıp dalıp gittiğini kabul ediyordu ancak her gece her gece burada durup karşı eve bakmayı hiç düşünmemişti. Ki bu evi gözetlemeye girerdi ve doğru bir davranış olmazdı.

"Kendi adına konuş."

"Hiç sanmıyorum," diyerek arkadaşının omuzuna elini attı Caner. Asla burada böyle bir başına durmayı kabul etmezdi.

"Anca beraber kanca beraber."

Sessiz kaldı genç adam, zaten saniyeler sonra evin önünde duran araba cevap hakkını elinden aldı. Geleni tanıdı Sarp, abisinin arkadaşı Gökhan'dı ve elbette ki yanında kızı Elif'te vardı. Onlar arabadan inince toparlanıp, duruşlarına çeki düzen verdi iki arkadaş. Evet, Gökhan'dan çekiniyorlardı çünkü Gökhan, Sedat'tan bile daha sert mizaçlıydı. Öyle ki, hep yüzü asık olarak gezer, gülmezdi hiç. Sol kaşı hep havadaydı. Geniş omuzlu, uzun boylu, esmerdi, tüm bunlar da onu yakışıklı kılıyordu aslında fakat ne yazık ki talih yüzüne gülmemişti. Kendi de belki de bu yüzden gülmeyi bilememişti.

"Hoş geldin Gökhan abi," dedi Sarp saygılı bir ifade ile. Gerçekten saygı duyardı ona. Tek başına çocuk büyütüyor olması bile bunun için yeterli bir sebepti.

"Hoş bulduk," demekle yetindi Gökhan. "Böyle aniden geldim aslında ama..."

"Yok abi olur mu öyle şey? Hoş geldin, sefa getirdin. Buyur geç sen."

Sarp eliyle kapıyı gösterirken Caner, Elif'le ilgileniyor, yanaklarını sıkıyor, özenle tarayıp topladığı saçlarını dağıtıyordu. Çocuklarla uğraşmayı, şaklaşmayı cidden seviyordu hele de kız çocuklarıyla. Onları güldürmek, eğlendirmek hoşuna gidiyordu, hem onlar gülünce kendi de gülüyordu. Gerçekten şu dünyada iyi ki kız çocuğu diye bir güzellik vardı.

Gökhan, kızıyla birlikte eve girince Caner "Ben de kaçayım artık," dedi.

"E yemeğe kalsaydın."

Normalde Sarp teklif etmeden yemeğe kalırdı genç adam fakat Sedat'la, Gökhan aynı sofrada iken o sofraya oturmak gerilim hattının ortasında kalmakla eş değerdi.

"Sağ ol kardeşim ama hiç almayım. Ben sonra telafi ederim bunu merak etme. Hadi sana bol şans."

"Sağ ol," dedi Sarp sonra da evine doğru yol alan arkadaşının arkasından baktı. Caner gözden kaybolunca içeri doğru adımladı. Aralık olan kapıyı ittirmişti ki, durdu. Omzunun üzerinden karşı eve son bir bakış attı. Kim bilir belki de doğru söylüyordu Caner, birlikte burada çok nöbet tutacaklardı.

***

"Bunun renkleri vardır, sarı, yeşil, kırmızı, kabuğu vardır. Kabuğu da yenir ama... Şey şey hatta deriz ya armut dersem çıkma..."

"Elma!"

Zeyno heyecanla bağırınca Çiçek bir an gözlerini telefondan çekip tabu oynayan iki kıza gözlerini devirdi. Bunda bu kadar heyecanlanacak ne vardı ki? Üstelik iki kişi tabu oynayarak ne zevk alıyorlardı? Ve kendi niye odaya tıkılıp kalmak zorundaydı? Gökhan gelince Elif'le, Zeyno'yu odaya göndermişler kendini de onlara baksın diye başlarına dikmişlerdi. Odasından çıkmayı pek sevmediği hâlde misafir gelince odada kalmak zorunda olmak boğuyordu kendini, kısıtlanmış, hapislenmiş gibi hissediyordu. Madem Gökhan'ın, Sedat'la dertleşeceği vardı niye dışarıda rahat rahat konuşmak varken evi tercih etmişti? Gerçi abisi de aynı şeyi yapardı, herhangi bir arkadaşıyla konuşacağı varsa onlarla dışarıda buluşmak yerine evi seçerdi. Neden büyüklerin böyle huyları olduğunu bazen gerçekten anlamıyordu genç kız.

"Kızlar," diyerek odaya girdim Meryem. "Size kekle meyve suyu getirdim."

Genç kadın tepsiyi yerde oturan çocukların arasına koyunca iki kız da teşekkür etti. Meryem de güler bir yüzle afiyet olsun, dedi. Fakat elinde olmadan yine Elif'in üzerinde gözlerini uzun uzun gezdirdi. Zavallı kız daha on iki, on üç yaşında olmasına rağmen nelerle mücadele ediyordu şu hayatta. Babası gibi esmerdi, esmer güzeliydi ancak ne yazık ki şansı için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Kim bilir içinde, o küçücük yüreğinde ne fırtınalar kopuyordu.

Annesizlik zordu, çok zordu, bir çocuk annesiz nasıl büyüdü ki? Nasıl büyüyebilirdi? Ya bir anne nasıl evladını bırakıp gidebilirdi? Hadi insan evlendiği adamla anlaşamayıp boşanabilirdi, sonrasında başkasını da sevebilirdi. Bu tabii ki normaldi lakin bir insan nasıl daha on yaşındaki yavrusunu, terk edip başka bir adamla kaçıp gidebilirdi? İşte bunu yapmıştı Meltem. Kocasını aldatarak, çocuğunu ortada bırakarak kaçıp gitmişti. Hemcinslerini hep anlamaya, her ne olursa olsun onları suçlamamaya, yargılamamaya çalışmıştı Meryem. Fakat biliyordu ki Meltem'in anlaşılacak hiçbir tarafı yoktu. Her şeyden önce çocuğunu bırakıp giden bir anneydi o ve gözünde en çokta bu yüzden suçluydu.

"Yenge"

Daldığı düşüncelerden Çiçek'in sesiyle sıyrıldı genç kadın. Ayağa kalkmıştı Çiçek, bir yere gidecek olduğu da çok barizdi.

"Efendim Çiçek?"

"Ben biraz Sırma'ya gidiyorum, çok sıkıldım."

"Çiçek"

"Yenge lütfen biraz daha oturursam burada vallahi patlayacağım. Çok değil on, on beş dakikaya gelirim."

"Saat kaç oldu, gece gece rahatsız etme insanları. Hasta var o evde."

"Merak etme Sırma'ya sordum, geleyim mi diye, gel dedi. O da sıkılıyormuş bir başına az laflarız."

Kararsız gözlerle genç kıza bakarken "İyi," dedi Meryem. Ne dese Çiçek'i ikna edemeyeceğini biliyordu. İki dakika Sırma'yı görsün gelsindi.

"Git ama çok geç kalma."

"On dakikaya gelirim."

Çiçek odadan çıkıp giderken Meryem de onun arkasından merdivenlerden inip geri mutfağa geçtiğinde Sedat'la, Gökhan'ın konuşmasına istemeden kulak misafir oldu. Üzülüyordu, Gökhan için üzülüyordu. Zavallı adam, o kadar severek evlenirken böyle olabileceğini nereden bilecekti ki?

"Bitmiyor Sedat, bitmiyor! Dert, tasa bitmiyor. Ne kızın derdi bitiyor, ne anemin derdi bitiyor, ne evin derdi bitiyor! Annem bakamıyormuş artık Elif'e, yaşlanmış, yorulmuş, hâli kalmamış, ben evleneymişim, bir düzen kuraymışım kendime. Ne düzeni ya? Ne düzeni? Benim düzenim alt üst olmuş zaten üç, dört seneden beri! Bir de Elif beni kötü biliyor! Annesi benim yüzümden çekmiş gitmiş, kendini bırakmış. Ben ona kötü davranmışım güya, çok bağırmışım, çok kızmışım! Ne yapayım yetişemedim isteklerine! Annemi götürüp bırakamadım huzur evine! İstediği gibi bir hayat sunamadım ona! O da gitti elin adamıyla..."

Durdu Gökhan başını çevirip tövbe çekti. Belki başkası olsa ne yapar ne eder karısını bulur katil olurdu lakin kendi dört yıldan beri yaşadığı bu olayı hazmetmeye çalışıyor, kızının annesine küfür bile etmek istemiyordu. Her ne olursa olsun kızının annesiydi Meltem, kahretsin ki bu gerçeği hiçbir şey değiştiremezdi. Zaten Elif için tutmuştu ya kendini, öfkesini, gazabını kızı için dizginlemeye çalışmıştı ya. Yoksa çoktan elini kana bulamış olurdu.

Sevmişti, gerçekten sevmişti karısını Gökhan, gönlünü görmeye, isteklerini yapmaya çalışmıştı ancak ne yazık ki karısının ihanetine uğramıştı. Ne yapsa, ne etse yetememişti ona. En başta karısının istediği gibi götürüp atamamıştı annesini huzur evine. Bunun için de suçlu kendi olmuştu. Sonrasında karısı başka bir adamla kaçıp gitmişti. Kendi de kızıyla kala kalmıştı.

"Annen haklı Gökhan, yaşlandı bakamıyor Elif'e. Sen de işe güce mi yetişeceksin yoksa kıza mı? Evi çekip çeviren kadındır. Annen bu yaştan sonra bunları yapacak hâli kalmadı."

"Yok abi yok. İki dünya bir araya gelse evlenmem ben bir daha. Ağzım yandı bir kere."

Gökhan'la, Sedat salonda konuşup dertleşirken Meryem mutfakta iş yaparken ister istemez konuşulanları duyuyordu ki Sarp mutfağa giriş yaptı. Odada otur otur içi sıkılmıştı ve birazcık yengesiyle laflasa fena olmazdı.

"Kolay gelsin yenge."

"Sağ ol Sarp."

Genç adam, Meryem'in yanına oturduğunda masanın üzerinde duran hamur yumaklarında gözlerini gezdirdi. Yengesi her birini ayrı ayrı açıp, kare biçiminde katlıyor, üstlerine soğan ve çeşitli baharatlarla harmanlanmış kıymayı koyuyordu. Usanmadan bıkmadan otuz tane yumağa aynı işlemi uyguluyordu ve biliyordu ki yengesinin yarına yetirmesi gereken siparişi sadece Kaytaz Böreği değildi. Daha yapacağı Oruk ile Kıvırma Ispanaklı börek vardı. Yemek yapmak basit gibi görünse de öyle değildi. Saatler alıyor, uğraştırıyordu, şüphesiz yaptığı her şeyde çoktu yengesinin alın teri.

"Ee anlat nasıl gidiyor?"

"Ne nasıl gidiyor yenge?"

Kısa bir bakış attı Meryem, Sarp'a sanki ne sorduğunu anlamamıştı.

"Feyza'yla diyorum, nasıl gidiyor?"

"Bilmem," diyerek omuzlarını kaldırıp indirirdi Sarp. "İyi gibi."

"İyi gibi derken?"

"Bilmiyorum yenge ya, gerçekten bilmiyorum. Yani birlikte zaman geçiriyoruz, bir şeyler yapıyoruz falan ama sanki aramızda böyle görünmez duvar var da onu bir türlü aşamıyoruz gibi."

"Olur öyle," derken önündeki yumağı elleriyle açıyordu genç kadın. O kadar zaman sonra bir araya gelmişti Sarp'la, Feyza o kadarcık mesafede olacaktı artık. Zamanla her şey yoluna girerdi.

"Sen sıkma canını Feyza da şimdi yeni bir düzen kuruyor kolay değil öyle hemen hop diye yeniden başlamak."

"Doğru kolay değil hem zaten şimdi Asu da geldi."

Yaptığı böreği tepsiye koyarken durdu Meryem, doğru mu duymuştu?

"Ne, Asu mu geldi?"

Başıyla onayladı genç adam, yengesini. Zaten bugün değilse yarın Asu'yla mutlaka karşılaşırdı.

"Evet, o da dönmüş az önce gördüm ama yeni gelmiş sanırım."

"Ha Caner ondan seni apar topar çağırdı demin."

Güldü, yengesi hem kendini hem Caner'i o kadar iyi tanıyordu ki ufacık bir şey dese anlıyordu. Şikâyeti yoktu Sarp'ın, hoşuna gidiyordu bu durum.

"Kızım," diyerek mutfağa giriş yaptı Nermin Hanım. "Sen diğer hamuru yoğur ben Kaytazı yaparım ancak yetişir."

"Anne sana zahmet olsun şimdi ben hallediyorum."

"Yok kızım ne zahmeti bir baştan yapalım."

"Peki," diyerek ayağa kalktı Meryem. Yardıma ihtiyacını olduğunu inkâr edecek değildi.

İlerleyen saatlerde Gökhan gitmek üzere kapıya gelmişti, tabii tüm ev ahalisi de onu yolcu etmek için kapının önünde toplanmıştı. Gökhan hepsine iyi geceler dileyerek kapıyı açtığında muhtemelen kapı zilini çalmak için elini kaldırmış, tedirgin bir kadınla karşı karşıya kaldı. Kahve gözleri nemli gibiydi fakat bakışları daha çok çaresizlik barındırıyordu. Tanırdı Gökhan çaresizliği, dik durmak için verilen savaşın altında ezilen omuzları kendinden bilirdi.

Herkes öylece kalmışken ilk tepki Meryem'den geldi. "Leyla abla," dedi şaşkınlıkla. Hiç kendilerine gelmezdi normalde hatta kimseyle görüşmezdi. Gecenin bu saatinde gelmiş olması da kendini endişelendirmişti.

"Meryem," dedi çekine çekine genç kadın. Tabii tanımadığı o adam aradan çekilmiş, ikisinin konuşmasına müsaade etmişti. Kolay kolay kimseden bir şey istemez, böyle bir şey için kimsenin kapısına gitmezdi aslında ama çaresiz kalmıştı şimdi ve mecbur kendini bu mahallede dışlamayan, insan yerine koyan tek ailenin kapısının çalmak zorunda kalmıştı.

"Kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim."

"Yok rahatsızlığı hayırdır bir şey mi oldu?"

"Emre.... Emre hasta, ateşi çok yüksek, taksi de nereden bulurum bilemedim size zahmet olmazsa bir hastaneye götürebilir miyiz, diyecektim."

"Elbette Leyla abla," diyerek ortaya atıldı Sarp fakat kendiyle aynı anda biri daha söze karıştı ve o kişi kimsenin beklemediği biriydi.

"İsterseniz," dedi Feyza hangi cesaretle ortaya atıldığını bilmeden. Çöp atmak için dışarı çıkmıştı ki yol kenarından geçerken yaşananlara şahit olmuştu. Ortada hasta bir çocuk olduğunu duymuştu ve öylece geçip gidemezdi. Şu an tüm gözlerin odağı olsa bile.

"Benim kuzenim hemşire, oğlunuza bir baksın. Gerçi umarım pot kırmamışımdır, Emre oğlunuz demi?"

Leyla, Feyza'ya döndüğünde onu daha önce gördüğüne emindi. Fakat nerede görmüş olduğunu bir türlü hatırlayamadı. Bunu da şimdilik boş verdi. Aklı oğlundaydı şu an. Karşısındaki kadının sorusuna ise "Evet, oğlum," cevabını verdi. Feyza'da kimsede görmediği o sıcak yüzü de ilk dakikada gördü.

"Ama şimdi kimseye zahmet vermek istemem."

"Yok ne zahmeti, biz kuzenimle karşıda oturuyoruz zaten. İsterseniz kendisi seve seve bakar oğlunuza"

Kaybedecek vakit yoktu, Emre ateşler içinde yanarken geçen her dakika aleyhineydi. O yüzden Feyza'nın teklifini kabul etti Leyla. Tabii hâlâ sıkıntılı olduğu bir gerçekti. Onlar Asu'ya haber verirken Sarp ben de geleyim, diyerek ortaya atıldı. Bahanesi de hazırdı ilaç falan lazım olursa hemen nöbetçi eczane bulup ilacı alıp gelebilirdi. Kimse için sıkıntı değildi bu, biri hariç. Nermin Hanım. Feyza'yı geçmişti yaşlı kadın, Leyla'nın evinde ne işi oğlunun gece gece? Ayrıca Asuman'ı yeniden görmekte hiç hoşuna gitmemişti. Feyza burada temelli kalmayı niyetliydi ki anlaşılan, teyzesinin kızı da çıkmış gelmişti.

Annesinin ters bakışlarına aldırmayarak üç kadınının ardından yol aldı Sarp. Beş dakika içinde Leyla'nın evine vardıklarında Asu hızlıca Emre'yle ilgilendi. Gerekli müdahaleler yapmasının ardından Leyla'ya da açıklamadı bulundu. Telaş edecek bir şey yoktu, birazcık üşütmüştü Emre, biraz dinlensin iki güne toparlardı. Tabii Leyla yine isterse oğlunu hastaneye götürürdü.

Asu'ya da, Feyza'ya da teşekkür etti Leyla. İlk defa birileri kendinin hayatını didiklemek için uğramamış, oğlunun babasının nerede olduğunu bile sormamıştı. Sadece Emre'nin sağlık durumu ile ilgilenmişti. Belki de normal bir durumdu bu fakat kendi meraklı insanlara o kadar çok alışmıştı ki şimdi onlar gibilerini görmek kendini şaşırmıştı.

Asu yine ihtiyaç olursa hiç çekinmeden kendine ulaşabileceğini belirterek ve iyi geceler dileyerek evden ayrıldı. Dönüş yolunda kendi önde Feyza ile Sarp arkada ilerliyor, arada bir dönüp onlara bakıyordu. Yıllar geçmişti ama görünüşe göre onların birlikte yürüme alışkanlığı hiç değişmemişti. Eve vardıklarında birbirlerine bir kez daha iyi geceler demelerinin ardından ayrıldılar. Sarp kendi evine girdi iki kuzen de kendine evine. Ancak Asu kapıyı kapatmadan hemen önce Caner'in arabayla önünden geçip gittiğini gördü. Kim bilir feneri nerede söndürmeye gidiyordu. Sonra bunu boş verdi, ortada kendini ilgilendiren bir şey yoktu. Kapıyı kapatıp içeri girdi.

Şüphesiz herkesin yaşadığı bir zorluk, edildiği bir imtihan vardı. Kimini yarım kalan aşk hikâyesi yakardı, kimini yıkılan yuvası. Kimi çocuğu için yanardı, kimi uğradığı ihanet için. Herkes farklı farklı yerden sınanırdı ve herkesin derdi kendine göre büyüktü lakin dertte gizliydi deva. Dert varsa deva mutlaka oradaydı. Yoksa niye kesişirdi bunca yol? Evet, kasım ayının karanlığı çökerken nice yollar kesişmişti o akşam fakat bunu anlamak zaman alacaktı. Zira her şeyin doğru bir vakti vardı. Derdin içindeki deva zamanda saklıydı biraz da.

Loading...
0%