@petekayla
|
"Biliyor musun, gecenin bitmesini, sabah olmasını hiç istemedim." Dolap aynasının önünde durmuş kol saatini takarken gülümsedi İlker. Dün gece pek bir tatmin olmuştu anlaşılan Didem. E cinsel başarısı her kadını memnun edecek kadar iyiydi. Didem'in üzerinde bıraktığı etki de bunu gayet net gösteriyordu. "Bu kadar çok hoşuna gittiyse tekrarlarız yine." Üstündeki ince örtüyü atıp ayağa kalktığında genç adama arkasından sarıldı Didem. Beyaz gömleğini giymiş fakat düğmelerini iliklememişti İlker. Pürüzsüz göğsü hâlâ açıktı. Kendi de o göğsünde ellerini yavaş hareketlerle gezdirdi. Aynada gözleri buluşunca da çenesini, boyun girintisine dayadı. "Arayı çok açmayalım ama." "Hiç merak etme," diyerek genç kadına döndü İlker. Didem'in yüzünü avuçları arasına aldığında gözlerinin odağı çoktan dudakları olmuştu. "Sen ne zaman istersen." "O zaman ne bekliyoruz ki?" İşveli bir şekilde gülümsemekle yetinip ellerini İlker'in göğsünden yukarı doğru çıkarıp boynuna doladı Didem. Çok geçmeden de dudakları İlker'in dudaklarıyla buluştu. Öpüşmeleri git gide alevlenirken işin içine diller de girdi. Didem, üzerindeki gömleği çıkarınca onu kucakladı İlker. Genç kadın da memnuniyetle bacaklarını İlker'in beline doladı. Sonrasında sırtı yatakla birleştiğinde giymiş olduğu geceleğin askılarının düştüğünü hissetti. Ateş misali tenini yakan dudaklar boynunu öperken aldığı hazla ardı ardına inledi. İlker gerçekten kendini zevkten çıldırtıyor, bundan da memnun oluyordu. Eh kendinin de durumdan şikâyetçi olduğu söylenemezdi. İkilinin tutku dolu sevişmesi çalan kapı ile yarım kaldı fakat. Duyduğu zil sesiyle başını genç kadının boynundan çekip boşluğa baktı İlker. Hangi münasebetsiz şehvet dolu anlarını böyle bölüyordu şimdi? Kapıyı ısrarla çalan her kimse gitmeye niyeti yoktu anlaşılan. "Birini mi bekliyordun?" "Yok, beklemiyordum ama şimdi kimin geldiğini anlarız. Sen dur burada." Didem'in üzerinden kalkıp yerdeki gömleğini alıp sırtına geçirdi İlker. Kapıya doğru yol aldığında gelenin gerçekten önemli bir nedeni olmasını diliyordu. Eğer boş boşuna yaşadığı anı bölmüşse kendinden yiyeceği çok güzel küfürler vardı. Kapıyı açtığında gördüğü kişiye hiç şaşırmadı. Tabii ki sabah sabah kapısına dayanıp alacaklı gibi zili çalan ondan başkası olamazdı. "Sinan" "Abi neredesin sen ya? İki saattir kapıyı açmıyorsun. Ağaç oldum burada." Genç adam sorgusuz sualsiz eve daldığında kapıyı da kapadı. Ki İlker şaşırmadı, Sinan'ın en sevdiği işti evine olur olmadık zamanlarda baskın yapmak. "Sabahın köründe beni rüyanda mı gördün de geldin?" "Emin ol etrafımda o kadar kız varken rüyamda göreceğim en son kişi sensin." Otuz iki diş sırıtan arkadaşına sabır dileyerek baktı İlker. Eğer biraz daha mantıklı açıklama yapmazsa onu şuracıkta boğabilirdi. "Gevezeliği bırak niye geldin, onu söyle." İlker'in neden bu kadar gergin olduğunu anlamadı Sinan fakat daha fazla uzatmadan gelme nedenini dile getirdi. "Buldum." "Neyi?" "Feyza'yı." Duyduğu isimle öylece kala kaldı genç adam. Ne tepki vereceğini bilemedi. Şüphesiz sevindiği gerçekti ancak şaşırmıştı da. İki aydan beri aradığı kadını sahiden bulmuş muydu Sinan? Feyza'nın inat edip Suriye sınırındaki o Arap şehrine gittiğini hatta saçma sapan bir meslek lisesinde öğretmenlik yaptığını elbette biliyordu. Lakin ev adresini ne kadar uğraşırsa uğraşsın bulamamıştı. Herhangi bir yerden kendini engellemesin diye de sırf bu yüzden uğraşmıştı ya. Bir umut telefon numarasından onu bulabilir diye. Ancak olmamıştı, bulamamıştı işte. Feyza da kendine söyleyecek değildi. Ethem Bey'i arayıp Feyza'nın nerede olduğunu da soramazdı. Sorarsa her şeyi anlatmak zorunda kalırdı ki buna da cesareti yoktu. O yaşlı bunak herife olan biteni anlatırsa Feyza'yı tamamen kaybedeceğini biliyordu çünkü. "Feyza kim?" "Didem," dedi Sinan şaşkınlıkla. Demek o yüzden İlker bu kadar gergindi. Didem'le yaşadığı tutku dolu an yarım kalmış olmalıyıdı. Genç kadının karşısındaki hâli ve arkadaşının yarı çıplak olması gayet gözler önüne seriyordu durumu. "Feyza kim Sinan? O kadını niye arıyordun, niye buldun?" Evet, Sinan mükemmel bir zamanda Feyza'yı bulduğunu haber vermişti kendine. Şimdi nasıl ayıklayacaktı pirincin taşını? Yine de şipşak bahane bularak geçiştirmeye çalıştı Didem'i, İlker. "İş meselesi." "İş meselesi?" diyerek kaşlarını havaya kaldırdı genç kadın. Elbette inanmamıştı buna. "Hangi iş meselesi?" "İthalat ihracat işte, uzun mevzu boş ver." "İlker ben bunları yemem! Doğru söyle bana Feyza kim? Yoksa şu eski sevgilin mi?" Sessiz kaldı genç adam, ne dese Didem'i ikna edemeyceğini biliyordu. Karşısındaki kadının gözlerinin içine bakarken Didem'in evi inletmesi, yakasına yapışıp kendine sövüp sayması çok gecikmedi. "Allah senin belanı versin İlker! Hani umutmuştun onu? Hani sadece ben vardım senin için? Hepsi mi yalandı? Söyle hepsi mi yalandı?" "Didem bak..." "Hiç bana bak falan deme! Gidecektin demi? Yerini öğrenir öğrenmez beni bırakıp ona gidecektin! Git, durma git hadi ama dönüp dolaşıp bana geldiğinde beni bu kez bulamayacaksın!" Genç adamı serbest bıraktığında nemli gözleriyle yatak odasına doğru yol aldı Didem. Bir an önce üstünü değişip buradan defolup gitmek istiyordu. İlker'i bir saniye bile görmeye tahammülü yoktu artık. Bitmişti. Bu kez gerçekten bitmişti. Genç kadın evden çıkıp giderken sertçe çarpan kapının sesi evde yakınlansa da umursamsdı İlker. Salonda kanepeye oturmuş bambaşka düşüncelerde kaybolmuştu. Feyza'yı yeniden görecek olmanın heyecanı vardı içinde. Didem'le uzun zamandır tanışıyordu, teselliyi hep onun kollarında bir gerçekti lakin o, asla Feyza'nın yerini tutamazdı. Sadece o değil, etrafında pervane olan kadınların hiçbiri tutamazdı kalbinin yegane sahibinin yerini. Evet, Feyza biricik aşkıydı ve çok yakında yeniden bir arada olacaklardı. "Daldın gittin yine. Feyza'ya takıldın demi?" Başını kaldırıp Sinan'a kısa bir bakış attı genç adam sonra da uzattığı kadehi eline alıp geri arkasına yaslandı. Bacaklarını genişçe iki yana açmıştı, gömleğinin düğmeleri de hâlâ ilikli değildi. "Didem'e takılacak hâlim yok ya. Neyse anlat neredeymiş Feyza?" "Antakya'da," diyerek İlker'in yanına oturdu Sinan. Elindeki içkisini yudumlarken Hatay'a gitmenin artık o kadar da kötü olmadığını düşünüyordu. E uzun zaman olmuştu Asu'yu görmeyeli hazır fırsat ayağına gelmişken bir selamlaşmak gerekti. "Hatay'ın merkez ilçesi oluyormuş Antakya. Feyza da orada sokak arasındaki bir mahallede oturuyormuş." "Mahalle mi?" Arkadaşının küçümseyici bakışlarını görünce güldü Sinan. Muhtemelen aynı şeyleri düşünüyorlardı. "Evet, doğru duydun senin zengin kızı yıkık dökük bir mahallede oturuyormuş ama işin garibi yalnız değil." "Yalnız değil mi?" "Dur dur hemen kıskanma. Asu Asu. yanındaki Asu. İnanabiliyor musun, bizim prenses gitmiş, küçücük bir mahalleye yerleşmiş." "Bir dakika bir dakika sen yoksa Feyza'yı, Asu sayesinde mi buldun?" "Tam üstüne bastın, ayağını geri çek." Sinan rahatça arkasına yaslandığında sol ayağını kırıp sağ bacağının üzerine attı. İçkisini keyifle yudumlarken tüm uğraşlarının boşuna gitmediğini düşünerek gülümsüyordu. İlker, Feyza'yı, kendi Asu'yu yeniden görecekti ve işin kendini ilgilendiren kısmı elbette ki Asu'ydu. Hırçın prenses için şimdi de Hatay yolları görünmüştü kendine. "Nasıl buldun peki?" "Çok basit. Asu instagrama konum atmış." "İyi de ev adresi olduğuna nasıl bu kadar eminsin? Herhangi bir yerin konumunu atmış olabilir kız." "İlker sence ben bunu anlamayacak kadar salak mıyım? Evin önünden atmış konumu diyorum. Yeni bir sabaha yeni bir yerde gibi bir şey yazmıştı. Çok hatırlamıyorum şimdi ama eminim o konum evin adresi. Belli yani." İçkisini yudumlarken boşluğa dikmişti bakışlarını İlker. Duyduklarının gerçek olmasını isterken her şeyin basit olması kendine tuhaf geliyordu. Gerçi iki aydır arıyordu Feyza'yı, düşününce o kadar da basit durmuyordu bu iş. Neyse, dedi içinden ince eleyip sık dokunmak gereksizdi Feyza'yı bulmuştu ya, bu yeterdi kendine. Tabii Hatay'a gidince Asu'ya da teşekkür etmeliydi, kuzenini bulmasına yardım ettiği için. "Öyle durum attığına göre de yeni gitmiş olmalı Feyza'nın yanına. Daha önce gitmiş olsa daha önce atardı muhtemelen. Ha Asu'nun nereden Feyza'nın yanında olduğunu biliyorsun deme. İkisinin ayrı ayrı takılacağını düşünmüyorsun herhalde." "O kadarını ben de biliyorum Sinan ama merak ettiğim başka bir şey var. Siz Asu'yla takipleşiyor musunuz ki?" Güldü genç adam sonra da içkisinden bir yudum daha aldı. "Engel atmadı," dedi. "Henüz," diye de ekledi. Gerçekten işin tuhaf yanı Asu'nun kendini takipten çıkarmamış olmasıydı. Gerçi isteğini nasıl kabul ettiğini de hiç anlamamıştı. "Sen bunu boş ver de, Hatay'a ne zaman gidiyoruz onu söyle." "En kısa zamanda." *** "Pembe elbisemi giymek istiyorum ben!" "Bunları giyiyorsan giy. Giymiyorsan babanla otur evde Zeyno!" Elindeki kıyafetleri hışımla yatağın üzerine fırlatıp dolabı kapattı Çiçek. O kadar işinin arasında bir de yeğeni ile uğraşıyordu. Bugün klasik mahalle toplantısına gidecekkerdi. Gidecekleri evin sahibi de Türkan'dı ve yengesi güne götüreceği böreği yaparken Zeyno ile ilgilenmek kendine kalmıştı. Fakat kendi de sabrının sonuna gelmişti. Küçük yeğeni yaşına başına bakmadan sanki koca kadınmış gibi kıyafet konusunda seçicilik yapıyor hatta ve hatta hiçbir şeyi beğenmiyordu. "Sen kal babamla, ben annemle gideceğim!" Gözlerini devirdi genç kız, kendi kıyafetlerine bakarken ne giyeceğini de kara kara düşündü. Kot pantolon, tişört gibi basit bir kombin yapmak istemiyordu fakat fazla abartmaya da gerek yoktu. Alt tarafı sıradan mahalle toplantısıydı. Başka zaman olsa o eve gitmeyi hele de böyle bir toplantının ortasında bulunmayı istemezdi ancak bu defa farklıydı. Feyza ile Asu'nun da orada olacağını biliyor ve içindeki sesler onlar sayesinde daha önce hiç eğlenmediği kadar eğleneceğini söylüyordu toplantıda. Hem azıcık dedikodu dinlemek güzel olurdu. Mahalledeki gelişmelerden geri kalmak istemezdi sonuçta. "Dedikodu dinlemeye pek bir meraklısın bakıyorum." "Sen de öylesin." Omzunun üzerinden kısa bir bakış attı Çiçek, yeğenine. Sonra geri kıyafetlerinde gezdirdi bakışlarını. "Çok konuşma, gelmek istiyorsan üstünü değiş artık." Yatağın üzerinde duran kıyafetlerini eline aldı küçük kız. Öfkeli bir ifade hâkimdi minik yüzünde. İstemiyordu kendini çirkin gösteren kışlık kıyafetlerini giymeyi. Arkadaşları da orada olacaktı ve kendi onlara güzel görünmek istiyordu ama halası kendini bir türlü anlamıyordu. "Ben bunları giymem!" "Zeyno Yeter," diye bağırdı Çiçek, sabrı gerçekten taşımıştı. Öyle ki sesi evi inletti. Hızla arkasını dönüp ellerini savurdu. Savurunca da arkasında duran komodinin üzerindeki Mercan'ın içinde bulunduğu cam fanus yere düştü. Düşüp paramparça oldu. Lakin en kötüsü kırmızı balığın yerde can çekişmesiydi. Evet, suyun içinden çıktığı için can çekişiyordu Mercan ve Zeyno buna küçücük yaşında şahit oluyordu. "Mercan!" Çığlığı evi inletirken ne yapacağını bilmiyordu küçük kız. Öylece durmuş, artık yaşamayan minik balığına daha doğrusu arkadaşına bakıyordu. Kahve gözlerine yaşlar istila ederken yanaklarındaki ıslaklığı hissetmiyor, olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu. "Hayır, hayır Mercan! Hayır!" Dakikalar sonra kendine geldiğine hızla koşup Mercan'ı minik avuçlarına aldı Zeyno. Hıçkıra hıçkıra ağlarken onun öldüğünü biliyor ama buna inanmak istemiyordu. Mercan kendinin arkadaşıydı, her şeyi anlattığı dostuydu ve şimdi...şimdi... O... O... Karşısında iki göz iki çeşme ağlayan yeğenine bakarken olduğu yerde çakılmış, kalmıştı Çiçek. Art arda yutkunmaktan başka bir şey yapamıyordu. Vicdanı acıyla sızlarken "Zeyno," dedi titreyen dudaklarıyla. Dolan gözlerine engel olamadı, biliyordu yeğeni çok severdi Mercan'ı ve şimdi... Şimdi... Kendi onu öldürmüş müydü? "Zeyno ben... Ben... Çok özür dilerim..." Halasının sesini duyunca öfkeyle ayağa kalktı küçük kız, hiç olmadığı kadar kızgındı Çiçek'e. Onun yüzünden ölmüştü Mercan. Onun yüzünden kaybetmişti en yakın arkadaşını. Çatık kaşlarıyla, gözyaşlarıyla Çiçek'in tam karşısında durduğunda acıyla bağırdı daha doğrusu haykırdı. "Senin yüzünden! Senin yüzünden oldu!" Zeyno'nun çocuksu öfke dolu ancak cılız sesi yürek parçalıyordu. Ufacık gözlerindeki keder acısını yansıtıyor, minik kalbi büyük bir hazin taşıyordu. Kaybetmişti, bir yıldır özenle baktığı, dikkat ettiği, yemini hiç ihmal etmediği, suyunu düzenli olarak değiştirdiği minik dostunu, en önemlisi amcasının doğum gününde aldığı en değerli hediyeyi kaybetmişti. Nasıl üzülmesindi ki? Gözlerinden nasıl yaşlar akmasındı ki? Ağlamayı sevmezdi Çiçek, kolay kolay ağlamazdı da fakat yeğeninin hâli yüreğini parçalıyordu. Kendi de iki damla gözyaşınım yanaklarını ıslatmasına engel olamıyordu. Öfkeyle kalkan gerçekten zararla oturur derlerdi. Doğruydu, yersiz öfkesi minicik bir balığın ölümüne sebep olmuştu. "İs-isteyerek ol-olmadı Zeyno, özür dilerim... Çok özür dilerim..." "Kızlar," diyerek çatık kaşlarıyla odaya girdi Meryem. İkisinin de sesi aşağıya kadar geliyordu. Ne olmuştu da bu kadar bağırıp duruyorlardı? "Ne oluyor?" "Mercan öldü anne! Halam yaptı! Onun yüzünden öldü Mercan!" Annesine yaklaşıp hâlâ avuçlarında tuttuğu minik arkadaşının cansız bedenini annesine gösterdi küçük kız. Ne hıçkırıkları susuyor, ne gözyaşları dinliyordu. Canı yandıkça yanıyor artık Mercan'ın olmayacak oluşu kalbini kanatıyordu. Kabul etmek istemiyordu Mercan'ın öldüğünü. Tekrardan suya koysalar yaşamaz mıydı? "İs-istemeden oldu yenge, kazayla. Elim çarptı, fanus düş-düştü..." Çiçek kendini açıklama çabasında iken yeğeninin öfke dolu bakışları canını yakıyordu. Gözlerindeki ıslaklığı sildiğinde "Zeyno," dedi kendini gülümsemeye zorlayarak. "Birlikte yeni bir balık alırız olmaz mı?" "Ben Mercan'ı istiyorum! Başkasını değil!" Öfkeli gözlerini halasından çekip yeniden annesine dikti küçük kız. Tabii gözyaşları ardı ardına akmaya devam ediyordu. "Mercan'ı suya koysak yaşamaz mı anne?" Ne yapacağını, ne diyeceğini bilmiyordu Meryem. Kızının çaresizliği içini burkuyor, gözyaşları kalbini deliyordu. Çiçek'in isteyerek fanusu düşürmediğine emindi elbette. Zaten o da karşısında sessizce akıtıyordu gözyaşlarını. Onun için ayrı, Zeyno için ayrı üzülürken gerçekten doğru kelimeleri bulmakta zorluk çekiyordu. Yere çöktüğünde kızının yüzümü avuçlarının arasına alıp "Bir tanem," dedi şefkatle. Mercan'ın ölmesi Zeyno için ne kadar acıysa kendi için de öyleydi şüphesiz. Ufacık bir balık olsa bile Mercan evden biri gibi olmuştu ve şimdi yokluğu acıtıyordu. "Mercan'ı ne kadar sevdiğini biliyorum ama... Ama artık o cennete gitti." "Gitmesin, gitmesin! Mercan cennete gitmesin!" "Zeyno..." "O geri gelsin... Ne olur, ne olur geri gelsin! Ne olur!" "Annecim yapma böyle," diyerek kızının gözyaşlarını sildi genç kadın. O akan gözyaşları içini paramparça ediyordu. "Mercan cennette çok mutlu olacak, inan bana." "Hayır, olmayacak!" Zeyno hışımla annesinin ellerini indirdi. İçindeki üzüntü her geçen dakika daha çok öfkeye dönüşüyor, dönüştükçe halasına olan kızgınlığı artıyordu. "Mercan benle mutluydu ve ben olmayınca hiç mutlu olmayacak! Meryem'in kollarından hızla çıktığında nereye gideceğini bilmeden merdivenlerden indi küçük kız. Annesi kendine seslense de duymadı onu. Tek isteği Mercan'la yalnız kalıp hıçkıra hıçkıra ağlamaktı. Öfkesini de, acısını da böyle yaşamak istiyordu. Kapının dışına çıkıp evin önüne taş kaldırıma oturdu Zeyno. Durdurak bilmeden ağlıyor, gözlerini Mercan'dan bir saniye olsun çekmiyordu. Şimdi sahiden kendini bırakıp gitmiş miydi arkadaşı? Artık ona hiçbir şey anlatamayacak mıydı? Paylaşmayacak mıydı kendi dünyasına ait sırları onunla? Sabahları günaydın, geceleri iyi geceler diyemeyecek miydi ona? Üzüntüsünü, mutluluğunu kime anlatacaktı peki artık? Kim ne derse desin Mercan kendinin dostuydu ve kendi şimdi dostunu kaybetmişti. "Zeynep" Duyduğu sele başını kaldırdığında karşısında görmeyi beklediği son kişiyi gördü küçük kız. Hıçkırıkları bir an sustu ancak gözyaşları akmaya devam etti. "Feyza öğretmenim." Cumartesi günü olmasına rağmen küçük bir işi çıkmıştı genç kadının okulda ve kendi de onu halledip dönmüştü. Lakin eve girmek üzere iken Zeynep'in çığlık çığlığa ağladığını görmüştü. Görünce de elbette ki kayıtsız kalamamıştı. Küçük kızın yanına oturduğunda saçlarını geriye attı Feyza. Gözyaşlarını da hafif hafif sildi. "Neden ağladığını söylemek ister misin?" Avuçlarını açıp minik balığı gösterdi Zeyno. Nedensizce Feyza'ya her şeyi anlatabileceğini biliyor, ona sonsuz bir güven duyuyordu. "Mercan cennette gitti Feyza öğretmenim!" Zeyno'nun sözleri de, titrek sesi de yüreğini yaktı. Ne diyeceğini düşünürken yutkunmadan edemedi genç kadın. Zeynep'in, Mercan'ı ne kadar sevdiğini kendi de biliyordu. Daha ilk günden kendini balığıyla tanıştırmak için sabırsızlanmıştu Zeynep. Şimdi ise ölmüştü o balık ve kendi için bile kelimeler tükenmişti sanki. Ne denirdi ki el kadar çocuğa böyle bir durumda? Nasıl teselli edilirdi ki dostunu kaybetmiş bir çocuk? Kimine göre abartıydı belki de ancak bir hayvan bazen gerçekten insandan daha çok dost oluyordu insana. O hayvan Küçücük bir balık olsa bile. "Ben... Ben çok üzgünüm Zeynep. İnan senin de ne kadar üzüldüğünü biliyorum." "Onu bana amcam almıştı!" Zeyno acıyla haykırdığında Feyza gözlerini kapadı. İçini yakmıştı küçük kızın sözleri ve o, bundan habersiz üzüntüsünü dile getirmeye devam etti. "Ben amcama söz vermiştim, Mercan'a çok iyi bakacağım, demiştim ama ben sözümü tutamadım Feyza öğretmenim!" Acıyla gülümsedi Feyza, nasıl da masumdu Zeynep. Amcasına verdiği sözü tutmadığını söylüyordu oysa Mercan'a en iyi şekilde baktığına şüphe yoktu. Kaldı ki Sarp asla yeğenine bunu demezdi, acısını paylaşır, destek olurdu ona. Gözyaşlarını siler, Zeynep'i yeniden gülümsetmek için çabalardı. Tanıyordu Sarp'ı, biliyordu o yüzden bu kadar emindi düşüncelerinde. "Teyzem, bana," diye söze başladı genç kadın. Zeyno'nun gözlerinin yeniden kendine dönmesini de sağladı. Feyza öğretmeninin ne diyeceğini dinlemek için dikkat kesildi küçük kız. Gözyaşları biraz olsun dinmişti. "Ben küçükken bir kedi almıştı. O kadar tatlı, o kadar güzeldi ki, bembeyaz kabarık tüyleri, boncuk boncuk mavi gözleri vardı. Adı da Pamuk'tu. Çok sevmiştim onu... Çok belki de hayatımda aldığım en güzel hediyeydi. Fakat gün geldi ben onu kaybettim. Senden birkaç yaş büyüktüm Pamuk öldüğünde ama yokluğu... Yokluğu çok acıtmıştı. Hâlâ aklıma geldikçe gözlerim dolar. Fakat o aklıma gelince ne yapıyorum, biliyor musun? Onunla birlikte geçirdiğim günleri hatırlıyorum. Kimsenin bilmediği, sadece ikimize ait olan hatıralarımızı. Onları hatırlayınca da gülümsüyorum. Bazen yaşadıklarımızdan geriye sadece anılar kalır Zeynep... Ve biz onlara tutunuruz. İçimiz acır ama yine de gülümseriz. Yaşadığımız güzel günleri hatırlayacak kadar şanslı olduğumuz için gülümseriz. Belki bunları anlamıyorsun şimdi, fakat sadece şunu bil. Hatıralar sen istediğin sürece yaşarlar. Mercan seni bırakmadı, hiçbir yere gitmedi. O senin kalbinde ve daima orada kalacak. İnan bana." Gözyaşlarını sildi Zeyno, Feyza'yı pür dikkat dinlemiş, dediklerini az da olsa anlamıştı galiba. Artık Mercan için ağlamayacak, gülümseyecekti çünkü Feyza öğretmeninin dediği gibi kendi Mercan'la güzel anılar biriktirecek kadar şanslıydı. Hem Mercan da bunu isterdi değil mi? Mutlu olmasını? "Ne demek istediğimi anlayabiliyor musun?" Başını yuları aşağı salladı küçük kız. Avucundaki balığa bakarken aklına gelen fikri söylemekten çekinmedi. "Mercan'a... Mercan'a birlikte mezar yapabilir miyiz Feyza öğretmenim? Onu özleyince yanına giderim." Zeynep'in masumluğuna dayanamadı genç kadın. Kolunu boynuna dolayarak onu göğsüne yasladı, saçlarının arasına ufak bir öpücük bıraktı. "Yaparız tabii. Sen nasıl istersen öyle yaparız." *** "Şimdi sen öğretmen hanımın teyze kızı mısın, kızım?" Merak ediyordu Asuman, buradaki kadınların idrak sorunu mu vardı da kendine aynı şeyi sorup duruyorlardı. Elindeki çatalı tabağa bıraktığında sabrını korumaya gayret etti. Belki biraz bunalmıştı fakat yine de eğlenceliydi dedikodunun ortasında olmak. Hayatında bir ilki daha yaşıyordu, fena mıydı? "Evet, öyleyim. Feyzoş'un kuzeniyim." "İşin gücün var mı peki?" "Hemşireyim ben," diyerek kendini gülümsemeye zorladı genç kadın. Soracakları başka bir soru var mıydı? "İşte bunu demeyecektin Asu abla." Çiçek fısıldayarak konuştuğunda gülmemek için dudaklarını ısırdı. Sabah olanlar hâlâ canını sıksa da ve etkisinden kolay kolay çıkamayacak olsa da burada olmak az da olsa moralini düzeltmişti. Hele de Asu moralinin düzelmesi için büyük bir etkendi. Feyza hocasını sevse de Asu'ya kanı ayrı bir kaynamıştı. Onun tam kafa dengi olduğuna emindi ki, eskiden de öyle olduğunu hatırlıyordu. Küçükken, Asu'yu hep Caner'in yanında gördüğünü hatırladığı gibi. "O niye kız?" "İzle ve gör." Çayını yudumlarken arkasına yaslandı genç kız. Olup biten hiçbir şeyi de kaçırmadan da izledi. "Hangi hastanede çalışıyorsun peki kızım? Özelde mi devlette mi?" "Çalışmıyorum, boştayım şu anlık." "E tayinin çıktı diye buraya gelmedin mi sen, Feyza hoca gibi?" "Yok yok, ben değişiklik olsun diye geldim." "İyi yapmışsın hoş gelmişsin de anan baban nasıl izin verdi ta İstanbul'dan buralara gelmene?" Her kafadan ayrı bir ses çıkarken "Kuzenimin yanına geldim Türkan abla. Bilmediğim, tanımadığım bir insanın yanına değil." "Kızım iyi güzel diyorsun da böyle kız başınıza zor olmuyor mu? Gençsiniz, bekârsınız yani hırlısı var hırsızı var maazallah. Her gün neler duyup görüyoruz." İşte şimdi olaya el atabilirdi Feyza çünkü adının Nurten olduğunu öğrendiği kadın can damarına basmıştı. İki kadın birlikte yaşayamaz mıydı hiç? İlla ki başlarında bir erkek mi olması gerekiyordu? Boğazını temizleyerek öne eğildiğinde çay bardağını sehpanın üzerine bıraktı. "Her gün duyup gördüklerimiz kadınların bir başına yaşaması yüzünden olmuyor Nurten Hanım. Adaletin yerini bulmamasından ve herkesin sessiz kalmasından dolayı oluyor." Tüm gözlerin odağı hâline geldiğini hissetse de aldırmadı Feyza. Doğru bildiklerini söylemekten şimdiye kadar geri durmamıştı, şimdi de durmayacaktı. Toplumun zihniyetini değiştiremeyeceğini bilse de susmayacaktı. Ülkede bu kadar susan kişi varken kendi susmayacaktı. "Hem ayrıca Asuman'ın da benim de bir erkek tarafından korunmaya ihtiyacımız yok. İkimiz de kendimizi koruyabilecek yetişkin kadınlarız. Değil mi Asuman?" Kuzeninin bakışları kendine dönünce gülümsedi Asu. Nasıl da güzel yargı dağıtıyordu Feyza. Bir kez daha gurur duyuyordu onunla. "Kesinlikle öyle." "Sen ne dersen de kızım, benim aklım ermez öyle kız kısmının bir başına öyle ev tutup yaşamasına. Çiçek'i hayatta gönderemem tek başına oraya buraya." Nermin Hanım'ın sözleri ortama bomba gibi düşerken Çiçek konunun nasıl kendine döndüğünü soruyordu. Gıkını bile çıkarmamıştı ki. Annesi niye kendini ortaya atıyordu şimdi? Yaşlı kadın kendine pek sevgi dolu olmayan gözlerle bakarken gergince gülümsedi Feyza. Her ne olursa olsun Sarp'ın annesiydi Nermin Hanım ve kendi de ona karşı saygısını bozmak istemezdi. Sadece o değil, karşısındaki kişi düşmanı bile olsa saygısını korurdu. Kendine yakışan buydu çünkü. "İki sene sonra Çiçek güzel bir üniversitede, güzel bir bölüm kazansa bundan mutlu olmaz mısınız Nermin teyze? Şehir dışında okumak için çeşitli imkânlar var sonuçta." "Ben kızımın okumasına karşı değilim Feyza hoca ama burada, dizimin dibinde. Başka bir yerde değil. Hele şehir dışında hiç değil." "Annem ve Feyza hoca benim üzerimden birbirlerine mi oynuyorlar yoksa bana mı öyle geliyor Sırma?" Ters bakışlar attı Sırma, arkadaşına. Şu ortamdan keyif alıyordu alıyordu ya Çiçek bir şey demiyordu. Kendine ısrar üzerine ısrar etmeseler hiç gelmezdi buraya fakat Türkan ablası sağ olsun illa sen de gelecen, diye tutturmuştu. "Aralarındaki mevzu sen değilsin, biliyorsun." "Tabii ki biliyorum aralarındaki mevzu abim ama arada ben yanıyorum." Çiçek'e öfkeli gözlerle baktı Sırma. Bildiği şeyleri duymak neden daha çok canını yakıyordu? Çiçek arkadaşının bakışlarını görünce ağzınıza fermuar çekti. Harbiden Sırma'yla konuşurken biraz daha dikkat etse iyi olurdu. "Anlıyorum Çiçek için korkuyorsunuz fakat emin olun o da kendini koruyabilecek bir kız." "Hem zaten," diyerek araya girdi Meryem. Ortamın daha da gerilmesini istemezdi. "Çiçek'in üniversiteye gitmesine iki sene var. O zaman bir gelsin de sonrasına bakarız. Demi anne?" Annesinin ters bakışlarını görse de aldırmadı genç kadın. Feyza'nın üzerine gitmesine elbette ki seyirci kalacak değildi. "Kız Zeyno," diye konuyu değiştirdi Türkan. Bakışlarını Meryem'in yanında oturan kıza diktiğinde gözleri sorgulayıcı bir hâl aldı. "Sen söyle hele niye sabah mahalleyi inletiyordun? Sesin bizim buradan duyuluyordu." Cevap vermedi Zeyno, onlar Feyza öğretmeni gibi değildi ki, anlamazlardı Mercan'ı ne kadar sevdiğini. "Bir şey olmadı Türkan balığı öldü de ona ağladı." Babaannesine öfke dolu gözlerle baktı Zeyno. Gerçekten onun için bu kadar mı önemsizdi Mercan? Oysa babaannesinin kendini anladığını düşünmüştü. "Aman biz de bir şey oldu sandık. İnsanlar pat pat ölüyor, el kadar balık ölmüş ne olacak." "O balık değildi, Mercan'dı!" Kızının öfkeli çıkışı üzerine gözlerini kapadı Meryem. Bazen insanların nasıl bu kadar duyarsız olduğunu anlamıyordu. Zeyno daha sekiz yaşındaydı. Sekiz ve arkadaşı saydığı balığını kaybetmişti nasıl bu sözleri söyleyebiliyorlardı? "Sus kız, büyüklerin yanında bağrılmaz öyle." "Kız Meryem sen bu kızı çok şımartmışsın. Bak yarın baş edemezsin ben diyeyim." Türkan'la, Nurten arka arkaya konuşurken sabır diledi genç kadın. Hangi hakla kızını yetiştirme konusunda söz sahibi olabiliyorlardı? Yine de alttan almaya gayret etti. "Ben kızımı nasıl yetiştireceğimi gayet iyi bilirim. Merak etmeyin." "Sen öyle diyorsun da yarın o Leyla karısının oğlu Emre gibi olmaz inşallah. O da küçükken beş beş cevaplar verirdi." "Emre'nin neyi var ki?" diye sordu Feyza. On beş yaşındaki bir çocukta Türkan'ın nasıl bir kusur bulacağını merak etmişti. "Neyi yok kızım kopuğun, zibidinin teki." Annesinin sözleri üzerine kendini tutamadı Başak. Emre hakkında söylenen tek bir kötü söze bile tahammül edemiyordu. "Hiçte bile öyle değil. Emre çok eğlenceli bir kere." "Başak sus yoksa alırım şimdi senin ayağımın altına. Eğlenceliymiş! Çocuğun nerede ne halt yediği belli değil sen gelmiş ne diyorsun bana! Ama suç onda değil ki anasında, gitti kocasını attırdı hapse sonra oğluyla bir başına kala kaldı. Oğlunu da yetiştiremedi aha böyle oldu çocuk!" "Kusura bakmayın ama Türkan Hanım bir kadını, bir kadının anneliğini böyle yargılamanız ne kadar doğru?" Feyza yeniden Nermin Hanım'ın hedefinde olduğunu bilse de aldırmadı. Söyleyeceğini söylemekte kararlıydı yine. "Kızım sen o kadını tanımıyorsun, bilmiyorsun. Hiç savunmaya kalkma o yüzden." Anlamıştı Türkan, her şeye maydanoz olmayı seviyordu Feyza fakat kendi de onu susturmasını iyi bilirdi. "Tanıdığım bir kadını yargılamaktansa, tanımadığım bir kadını savunmayı tercih ederim." "Ve işte gol," diye mırıldandı Asuman. Keyfi daha da yerine gelmişti. Muhteşem çakmıştı lafı kuzeni. "Hem de doksandan." "Çiçek" "Efendim?" "Biz seninle çok iyi anlaşacağız." "Ben de öyle düşünüyorum." "Az susun ya olayı kaçırıyorum burada," diye aralarına girdi Başak. İkisinin ortasında oturduğu için konuştuklarını duyuyordu. "Kızım sen öğretmenlik değil de avukatlık mı okudun?" Dudaklarındaki gergin gülüşü yerini korururken Nimet'e çevirdi gözlerini Feyza ve yine çizgisini bozmadan gereken cevabı vermekten çekinmedi. "Kimsenin hayatını yargılama hakkına sahip olmadığımı bilmem için avukatlık okumam gerekmiyor Nimet Hanım. Tıpkı bir kadın olarak bir kadının arkasından atıp tutmanın bana yakışmayacağını bildiğim gibi." Feyza'nın cevapları herkesin sinirlerini bozdu öyle ki kimsenin ağzının tadı kalmadı. Bu kızın okulda yaptığı öğretmenlikle yetinmeyip mahallede de avukatlık yapacağı kesindi anlaşılan. Nermin Hanım'ın ters bakışları genç kadının üzerinde gezmeye devam ederken onu sevmemekte ne kadar haklı olduğunu düşünüyordu. Yarın bir gün oğlunu da böyle doludururdu bu kız. Hayranlıkla izledi Çiçek, hocasını. Çizgisini, edebini bozmadan öyle güzel cevaplar vermişti ki hayran olmamak elde değildi. Okulda da böyleydi hocası asla bağırmaz, sesini yükseltmez, kötü söz söylemezdi. Fakat buna karşın insanı yerin dibine sokmasını çok iyi bilirdi. Lafla dövmek diye bir şey varsa şüphesiz Feyza bunu çok iyi başarıyordu. Rezillikle değil, edebiyle sokuyordu lafını. "Aman neyse bırakın şimdi Leyla'yı falan. Başak sen bize birer tane daha şöyle bol köpüklü kahve yap, fal bakalım da keyfimiz yerine gelsin." Naciye ablasının sözleri üzerine annesine baktı Başak. Türkan kendine gözleriyle kalk derken kendi de el mâhkum ayağa kalkıp mutfağa doğru yol aldı. Tabii genç kız olduklarından dolayı Çiçek'le, Sırma'da onun arkasından adımladı. "Eee," diyerek yeni bir sohbet açmaya girişti Naciye. Tekli koltukta oturmuş iki kuzeninin üzerinde gözlerini gezdiriyordu. "Anlatın hele kızlar var mı sizde söz, nişan falan?" Feyza sabır dilerken Asuman lafa atlatmakta bir sakınca görmedi. Kendinin de bamteli bu konuydu. "Yok abla yok dibine kadar sapız biz." "Ben zaten hiç evlilik falan düşünmüyorum," dedi Feyza başına görücü gibi çoraplar örülmesin diye. Tedbiri önceden almak iyiydi. "Kızım öyle deme belli mi olur belki size buradan hayırlı kısmet buluruz." Arkasını yaslanıp derince iç çekti genç kadın bu işkence ne zaman bitecekti? Kendi dersin bitmesini isteyen öğrenci misali dakikaları sayarken Asuman hiçte rahatsız olmuşa benzemiyordu Naciye'nin sözlerinden. "Feyzoş kariyer de kariyer diye tutturdu sen onu boş ver abla. Varsa hayırlı bir kısmet bana söyle." Pes, dedi Feyza içinden daha dün erkekleri hayatımdan çıkardım dememiş miydi kendine kuzeni? "Olmaz olur mu, benim büyük oğlum var, ziraat mühendisi kendi. Adı Cihan, tanıştırırım seni istersen." "Sıranı bekle Naciye, benim ortanca, Cevri tam seninle yaşıt kızım. İstanbullar'da okudu geldi. Bir düşünürsen neden olmasın?" "Yok yok Cihan'ı da, Cevri'yi de boş var kızım. Gel beni seni yeğenim Cengiz ile tanıştırayım. Bilgisayar yazılımını bitirdi. Boylu boslu pek bir yakışıklıdır ha." Emindi Asu, biri kendine C harfi laneti yapmıştı her duyduğu ismin C ile başlamasının başka açıklaması olamazdı zira. Kadınların hızına yetişmeye çalışırken kuzeni tarafından geriye çekildi. "Ateşle oynuyorsun farkında değilsin. Bu kadınlar parmağına yüzüğü takar seni nikâh masasına oturtur, ne olduğunu anlamazsın." "Kısmet be Feyzoş. Belki de kısmetim görücü usulündedir. O kadar kendim buldum hayır görmedim bir de böyle deneyim." Yeniden iç geçirdi Feyza, gerçekten yaramaz bir çocuktan farkı yoktu Asuman'ın. "Ay Nermin abla hazır görücü falan demişken dayanamayacağım söyleyeceğim. Ben sana kırgınım bilesin." "O niye Türkan?" demişti ki yaşlı kadın Başak salona girip kendine kahve tepsisini uzattı. Kahvesini alırken gözlerini Türkan da gezdirmeye devam etti fakat. Başak kahveleri misafirlere dağıtırken sıra Feyza'ya geldi. Genç kadın teşekkür ederek kahveyi aldı. Asuman da aynı şekilde teşekkür etti Başak'a. Genç kız en son annesine de kahveyi vermesinin ardından eski yerine oturdu. Türkan da bu sırada kahveden bir yudum alıp geri Nermin Hanım'a döndü. "Ayol niye olacak Nermin abla sana yeğenimi Sarp'a gidelim isteyelim, dedim sen de tamam, dedin. Gittim ben de kızın ailesine haber verdin ama sonra ne olduysa oldu, Sarp yok, dedi iş bitti. Kızın da gönlü kırıldı yok yere yani. E ben de sana gönül koydum hâliyle." O an yeniden herkesin dikkatini çeken Feyza oldu fakat bu kez verdiği cevaplarla değil girdiği öksürük krizi ile. Kahveden bir yudum almıştı ki Feyza, duyduğu sözler o bir yurdumun boğazına kaçmasına neden olmuştu. Ardı ardında öksürürken tüm gözlerin odağı olmaktan ilk defa nefret etti. Kahveyi biraz yavaş içse ne olurdu? "Helal kızım helal." Girildiği kahve krizinden çıktığında "Kahve," dedi zoraki. "Köpük... köpüğü boğazıma kaçtı da." Asu gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Feyza'nın boğazına asıl neyi takıldığı belliydi de, neyse. "Ay Feyzoş elli defa diyorum sana şu kahveyi yavaş iç diye. Hayır bir gün cidden kahveden boğulan ilk insan olarak tarihe geçeceksin, diye korkuyorum." "Haklısın," demekle yetindi Feyza. Sonra da bakışlarını fincanına dikti. Gözlerini de bir süre kahveden ayırmamaya karar verdi. Yoksa konuşulan konu elini ayağını dolandırmaya devam edecekti. "Ben ne yapayım Türkan? Nuh diyor, peygamber demiyor Sarp. İstemiyormuş evlenmek, kendi böyle mutluymuş, ne dediysem, ne ettiysem dinlemiyor sözümü." Kaçamak bakışlarla karşısında oturan kadına bakmadan edemiyordu Feyza. Sarp'ı evlendirmeyi gerçekten bu kadar çok mu istiyordu Nermin Hanım? Peki ya, bu düşünce niye kendini rahatsız ediyordu? Elbette her anne gibi onun da oğlunun evlendiğini görmek en büyük hakkıydı. Tuhaf bir şey yoktu bunda. Kesinlikle yoktu. Nermin Hanım dert yanmaya devam ederken Feyza daha fazla konuşulanları duymak istemediği için kahvesini bir dikişte içip ayağa kalktı. "Eline sağlık Başak kahve çok güzel olmuş." Genç kadınla birlikte Başak'ta ayaklandı. "Afiyet olsun da fincanı ben götüreyim hocam, siz zahmet etmeyin." "Yok yok ben götürürüm." "Kızım dur falına bakayım önce." "Yok ben inanmam öyle fala falan Naciye Hanım." "Ver sen ver. Ben bakayım sen yine inanma." Kurtuluşu olmadığını anlayınca fincanı Naciye'ye verdi Feyza. Sonra da yerine geri oturdu. Naciye fincanı ters çevirip bir tur döndürdü ardından fincanı açıp çatık kaşlarıyla gördüğü şekillerde gezdirdi gözlerini. "Eee ne çıktı Naciye abla?" Asuman'ın merakına bir kez daha gözlerini devirdi Feyza. Yani gerçekten içtiği kahvenin dibinde mi saklıydı kendine yazılan kader? Hep çok saçma gelmişti kendine fal. Hele de kavhe falı. "Yol." "Yol mu?" diye sordu Asu şaşkınlıkla. Ne yolundan bahsediyordu şimdi Naciye? "He ya, yol. Hoca hanım vallahi sana üç vakte kadar yol görünüyor. Hem da uzaklara doğru bir yol." Duydukları ile yutkundu genç kadın. Yol nereden çıkmıştı? Hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu şimdilik. Burada öğretmenliğine devam etmekte kararlıydı. Üç sene de zaten zorunlu doğu görevi olduğu için Hatay'da kalmaya mecburdu. Anlaşılan Naciye öylesine atmıştı hem kendi aptalca bir fala inanacak değildi. "Bir de yüzük." "Kısmet var desene sen şuna Naciye." Nurten kendi kendine gülerken Feyza sebepsiz sıcakladığını hissetti. Aynı zamanda bu ortamdan nasıl kurtulabileceğini düşündü Ki telefonu çaldı. Çantasından telefonu çıkarıp baktığında ise dona kaldı. Sarp arıyordu ve kendi aramayı reddetmek yerine açmak istiyordu. "Mutfak müsait hocam," diyerek. yardımına yetişen Başak oldu. "Yani orada konuşabilirsiniz." "Teşekkür ederim," demekle yetindi Feyza. Ayağa kalıp mutfağa doğru yol aldığında telefonu açıp kulağına dayadı. Kimsenin kendini duymaması için de sesini kısık tuttu. "Sarp" "Nasıl gidiyor toplantı?" "Fena sayılmaz da, sen niye aradın?" "Seni kaçırmak için." "Ne?" "Orada ne kadar sıkıldığını tahmin edebiliyorum. O yüzden seni kaçırmaya geldim." "Olmaz Sarp, herkes burada ne diyeceğim insanlara? Hem Asuman'ı da tek bırakamam şimdi." "Gayette bırakırsın," diyerek mutfağa girdi Asu. Sarp'ın aradığını görmüştü ve anlaşılan onun kafasında planlar vardı. "Asuman" "Ver o telefonu bana," diyerek kuzeninin elinden telefonu alıp kulağına dayadı genç kadın. "Sarp," dedi hızlıca. "Hiç nasılsın faslına girmeden bana aklından geçenleri söyle." "Feyza'yı kaçırmak." "Tamamdır hemen hallediyorum. Sen neredesin?" "Tam kapının önünde." "Feyzoş'ta iki dakikaya orada." Telefonu kapatıp kuzenine uzattı Asuman. Kendi durumu idare ederdi Feyza kimseye görünmeden çıkıp gitsin yeterdi. "Sarp kapının önünde seni bekliyor." "Asuman olmaz." "Olur, olur bal gibi olur. Hadi dışarı çık ben çantanı getireyim." "E içeridekiler..." "Orasını bana bırak, hallederim ben. Hadi hadi adamı bekletme kapıda." Kaçışı olmadığını anlayınca kuzenine uyarak dışarı çıktı Feyza. Kapının önünde Sarp'ı görünce gülümsedi. Hoşuna gitmişti itiraf etmesi gerekirse onun böyle kapıda beklemesi. Genç kadını görünce kendini tutmadı Sarp. Hızla yürüyüp Feyza'nın boynuna atladı. Özlemişti, gerçekten özlemişti onu. Günlerdir iki kelime bile konuşamamışlardı doğru düzgün. Hasret kaldığı kokuyu doya doya içine çekerken başka hiçbir şeyin kendini böylesine mutlu edemeyeceğine emindi. Feyza öylece kalırken saniyeler sonra kendini serbest bırakıp kollarını Sarp'a doladı. Yapmıyordu, ne kadar uğraşırsa uğraşsın uzak duramıyor, kayıtsız kalamıyordu bu adama. Girdiği her savaşı kazansa da kalbiyle verdiği mücadelede kaybediyordu. "Sarp" "Feyza," diyerek geri çekildi genç adam. Elleri hâlâ Feyza'nın belinde iken yüzüne bakmaktan kendini alamıyordu. O derin bakışlar karşısında güldü Feyza. "Ne yapıyorsun? "Seni kaçırıyorum." "Onu anladım da..." "Da?" "Feyzoş" Asu birkaç adım ötede duran kuzenine elindeki çantayı fırlatıp yaramazca güldü. "Hadi iyi eğlenceler size." Fırlatan çantayı yakalayıp kapıyı kapatan kuzeninin ardından baktı bir süre Feyza. Sonrasında geri Sarp'a döndü. "Eee nereye kaçırıyorsun beni?" "Bize." "Size?" "Şey yani ev boş... Yani şey ev boş derken birlikte rahat rahat vakit geçiririz manasında... Yani şey küçük bir sürprizim var da sana." Sarp karşısında saçmalayıp saçmalayıp dururken alt dudağını dişledi genç kadın. Şapşal şapşal davranınca daha da tatlı oluyordu o. "Eee gidiyor muyuz bize?" Başını salladı Feyza, hayır demesi mümkün müydü? "Gidiyoruz size." *** -Romayı kim yaktı? -Anam -Evladım senin anan kim? -Kanuni Sultan Süleyman -İlk halife kimdir? -İmparator Neon Ekrana bakıp katıla katıla gülerken meyve suyundan aldığı yudumu püskürtmemek için çabaladı Feyza. Bin defa izlemişti belki de Hababam Sınıfı'nı lakin bir daha, bir daha izlemek kendine keyif veriyor, her izlediğinde ayrı bir tat alıyordu filmden. Rıfat Ilgaz gerçekten zamana meydan okuyacak bir eser yazmıştı. Tabii oyuncuların da hakkını vermek gerekti. Hepsi ustalıkla oynamıştı rolünü. Çöken eğitim sistemi daha iyi nasıl anlatılırdı bilmiyordu. "En çok şu sahneyi seviyorum, biliyor musun? Ezberci eğitim sistemine muhteşem bir gönderme resmen." "Hıhı" Gözlerini ekrandan çekip yanında oturan adama çevirdi Feyza. Hiçte filmi izliyormuş gibi durmuyordu Sarp, daha çok gözlerini kendinim üzerinde gezdiriyordu. O bakışları görünce yutkundu. Sarp'ın derin derin bakan gözleri kalp atışını hızlandırıyordu. O ne zaman böyle baksa donup kalıyor, hareket dahi edemiyordu. Nasıl böyle güzel bakabilirdi bir adam? Ya kendi nasıl oluyordu da bir adamın bakışından böyle etkileniyordu? Neydi o kehribar gözlerin sırrı? Nasıl bir sihir saklıydı Sarp'ın bakışlarında? "Sarp" "Hm?" "Sen filmi izliyor musun? Sıkıldıysan kapatalım." "Yok, yok sıkılmadım," diyerek kendini topladı genç adam. Hızla önüne döndüğünde elini cips kasesine daldırdı. Filmi de dikkatle izliyormuş gibi göründü. "En güzel yerindeyiz, sıkılır mıyım hiç?" İkna olmuş gibi arkasına yaslandı Feyza. Gözleri ekranda oylanırken değişen sahnelere yeniden güldü. Fakat görmedi yanında oturan adamın yine kendine hayran hayran baktığını. Evet, genç kadının hayranlıkla izliyor, her bir hareketini aklına kazımak istiyordu Sarp. Gülünce kısılan ela gözlerini, kirpiklerinin göz altlarına düşen gölgesini, dudaklarının kıvırılışnı, saçlarının ahenkle dans edişini, parmaklarının arasındaki cipsi ağzına atışını, yudum yudum meyve suyunu içisini... Her şeyi, Feyza'ya ait olan her şeyi ezbere bilmek, aklına kazımak, unuttuğu her detayı yeniden hatırlamak istiyordu. Yıllar önce olduğu gibi. Bugün şanslı günündeydi Sarp annesigil mahalle toplantısına, abisi, Cem'le birlikte sanayiye gitmişti. Hafta sonu olması dolayısı ile dükkânda fazla iş yoktu, o yüzden de kendi dükkândan erken çıkmıştı. Çıktığı gibi de aklına geleni yaparak küçük bir sürpriz hazırlamıştı Feyza'ya. Başka zaman kolay kolay evi boş bulamayacağını bildiğinden eline geçen fırsatı en iyi şekilde değerlendirmesi gerekiyordu ki, kendi de öyle yapmıştı. Evde duran eski DVD setini televizyona yerleştirmiş ve Hababam Sınıfı filmini takmıştı video oynatıcıya. Belki İnternete rahatlıkla bulunabilirdi bu film lakin biliyordu ki, Feyza nostalji hayranıydı, eski filmleri böyle izlemek onun daha çok hoşuna gidiyordu. Hem kendi için de anıları tekrardan yaşamak güzeldi. Lise yıllarını hatırlıyor, birlikte vakit geçirmek için kaçak göçek buluştukları günler canlanıyordu gözlerinde. Kendinin annesine, Feyza'nın babasına buluşmak için çeşitli yalanlar söyledikleri günleri. Hiç sevgili olmamıştı aslında onlar fakat sevgili gibi davranmışlardı çoğu zaman. Bazı günler okuldan sonra birlikte vakit geçirmişler, bazı günler uzun uzun tuşlu telefonlarla mesajlaşmışlardı. Tabii Sarp, Feyza'ya aşk kokan mısralar bulup göndermeyi ihmal etmemişti. Sonrasında şairi kim diye de sormuş, sınavda çıkarsa bileyim, bahanesini de eklemişti. Feyza anlasa da anlamamazlıktan gelmişti mesajları. Babasının korkusundan Sarp'tan uzak duracak bir kız değildi, her zaman babasına karşı çıkmayı bilmişti lakin kendini geri tutan bir şeyler olmuştu işte o zamanlar. Belki kabul edemediği duyguları, belki aşamayacağından korktuğu engelleri geri çekilmesine sebep olmuştu. Veya... Veya hep Sarp'tan bir adım beklemiş, ilk onun duygularını itiraf etmesini istemişti içten içe. O yapmayınca kendi de yapmamıştı. Ta ki mezuniyet gecesine kadar. Mezuniyetten sonra gideceğini biliyordu Feyza, her şey bir ay önceden ayarlanmıştı eğer son sınıfta olmasa muhtemelen çok daha önceden Hatay'dan gitmiş olurlardı ancak on ikinci sınıfta olduğundan babası okulu bitirmesini bekleyecek kadar sabretmişti. Feyza ise gitmemek için çeşitli yollara başvurmuştu. Eğer üniversiteyi burada kazanırsa gitmezdi, kalırdı ama babası sınava girmesine bile izin vermemişti ki. Yurt dışında çok daha iyi şartlarda okuyabilirdi kızı, Hatay gibi eğitim seviyesi düşük bir şehirde eğitim almasına elbette ki göz yumamazdı. Ayrıca kendi giderken Feyza'nın kalmasına da izin veremezdi. Bir başına asla bırakamazdı onu burada. Ne dese, ne söylese Ethem Bey'i ikna edememişti Feyza ve mecbur ailesiyle birlikte gitmişti yurt dışına. Gitmeden önce kendine koyulan yasakları çiğneyerek bir şey yapmıştı fakat. Ne olacağını umursamadan, hiç yaşayamadığı duygularını bir gece de olsa serbest bırakıp cesurca Sarp'la en özel ilkini dolu dizgin yaşamıştı. Asla da pişman olmamış, keşke yerine iyi ki demişti hep. Yapmak isteyip yapamadığı her ne varsa gün gelir onun pişmanlığını yaşardı insan ve Feyza, esas o pişmanlığı yaşamak istememişti. Gidince, geri gelmeyecek, belki de Sarp'ı bir daha hiç görmeyecekti. İtiraf edemediği, yaşamayadığı duyguları da hep içinde kalacak, en büyük keşkesi olacaktı. O keşkeyi dememek için de kalbinin kapılarını ardına kadar açmıştı Sarp'a. Belki de bencillik etmişti bunu yapmakla çünkü sabahı çekip gitmişti, gitmek zorunda kalmıştı. Sarp'ı öylece bırakıp gitmek. Lakin ona geri geleceğinin sözünü vermişti, döneceğini bilmeden. Fakat tutmuştu sözünü, bütün savaşını geri gelmek, sözünü tutmak için vermişti belki de. Dönmüştü de. Verdiği o kadar mücadeleden sonra dönmüştü bırakıp gittiği adama ancak dönünce yine engeller girmişti aralarına. Sarp bunu bilmiyordu, bilmeyecekti de. Kendinin anlatacak cesareti yoktu çünkü. Biliyordu, söz konusu duyguları olduğunda korkak bir kediden farkı yoktu. Hayatı söz konusu olunca korkmadan giriyordu savaşlara ama sıra kalbe gelince kaybediyordu cesaretini. Belki de en çok Sarp'ın canını yeniden yakmaktan korkuyordu. Yeniden onun hayallerini yıkmaktan. "Yine gözlerin dolmuş." "Mahmut hoca duygulandırıyor işte beni." Burukça gülümsedi genç kadın, Sarp elini kaldırıp baş parmağıyla Feyza'nın yanağından düşen bir damla gözyaşını sildi. Ufak ufak yanağında parmağını gezdirirken gözlerinin, dudaklarına kaymasına engel olamıyor, o dudakların kendini çektiğini hissediyordu. Bir an yutkunduğunda Feyza gözlerini kaçırıp aralarına mesafe koydu. Yapamazdı, çözülmesi gereken o kadar mesele varken duygularına da, Sarp'a da yenilemezdi. Sarp'la arkadaştı ve öyle kalması gerekiyordu. "Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı için ne demiş biliyor musun?" Zerre kadar merak etmiyordu Sarp şu an Rıfat Ilgaz'ın ne dediğini. Yanlış olduğunu bilse de Feyza'nın dudaklarındaydı aklı ve bunu belli etmemek için ekstra çaba harcıyordu. "Ne demiş?" "Eskiden idamlar yapılırken ölen bir insana gülen bir halk görüntüsü oluşurmuş. İdam sehpası meydanın ortasında ve halk kendi havasında olduğu için. Ben de çöken bir eğitim sistemini anlattım, hepimiz güldük. Adam o kadar haklı ki..." Sehpanın üzerine bıraktığı bardağını yeniden alıp dudaklarına götürdü Feyza. Hababam Sınıfı'nı izlerken hep bu sözü düşünürdü. Ortada gerçekten ölen bir eğitim sistemi vardı ve daha da kötüsü o günden bugüne hiçbir şey değişmemiş aksine beter mi, beter bir hâl almıştı. Çocuklardan, gençlerden beklenen sadece akademik başarıydı. Peki ya yetenekleri? Onların hiç mi değeri yoktu? Elbette ki güzel sanatlar gibi liseler de mevcutu ülkede fakat yeterli değildi ki. Gerçekten değerlendirilmesi gereken yetenekler yok olup gidiyor, kimse de bir şey yapmıyordu bu konuda. "Ağlanacak hâlimize gülmek istanasız hepimizin yaptığı bir şey Feyza." "Türk milletinin Polyannacı mı olduğunu söylüyorsun?" "Hayır, dalgacı olduğunu söylüyorum." Ufak bir kahkaha attı genç kadın. Sarp doğru yere parmak basmıştı. Her şeyi alaya almakta Türklerin üstüne yoktu. "Biz arkası gelmez dertlerimi söyleyerek halay çeken bir milletiz." "Ama keşke bir şeyleri ciddiye alsak o zaman belki kendimizi de, ülkeyi de değiştirebiliriz," diyerek bardağını geri sehpanın üzerine bıraktı Feyza. Zaten içindeki meyve suyu da bitmişti. "Biraz daha ister misin?" "Yok, sağ ol. Hem ben kalkayım artık. Annenler de gelir birazdan." Feyza ayaklanmıştı ki, Sarp'ta hızla ayağa kalktı. "Gelsinler," dedi telaşla. Amacı elbette ki Feyza ile biraz daha vakit geçirmekti. "Yabancı değilsin ya, sonuçta." "Olsun şimdi şey olmasın," diyerek bir şeyler bulmaya çalışıyordu ki genç kadın. Televizyondan gelen müzik sesini duyunca gözlerini ekrana çevirdi. Garipti fakat kendi kedine slow bir parça çalıyordu televizyonda. "Karışıktı bu kaset. Filmden sonra nasıl olmuşsa birkaç müzik eklenmişti, unutmuşum." "Ha öyle mi?" Başıyla onayladı Sarp karşısındaki kadını Sarp sonra da cesaret ederek elini uzattı ona. Hazır şarkı da açılmışken bir dans etseler fena mı olurdu? Evde de kimse yoktu hem. Bu fırsatı bir daha nasıl bulacaktı? "Ee şey dans... Dans edelim mi?" "Dans?" Omuzlarını silkti genç adam. "Hıhı dans... Müzik açıldı ya, öyle. Eğer istersen tabii." Bakışları Sarp'ın eliyle, gözleri arasında gidip gelirken en sonunda uzatılan eli tuttu Feyza. Tutar tutmaz da nabzının hızlandığını hissetti. Gözlerini kaçırmadan bir adım atarak Sarp'a yaklaştı. "Olur, edelim." İstediği oyuncağı sonunda annesine aldırmış gibi sevindi Sarp. Yüreği hızla çarparken Feyza'yı kendine çekip ellerini beline yerleştirdi. Yakın olmak istiyordu ona ve elini tutarak aralarına mesafe girmesine izin vermeyecekti. Bedenleri birleştiğinde Feyza nefesinin kesildiğini hissetti bir an Sarp'a bu kadar yakın olmak kendini alev alev yakıyordu. Ellerini genç adamın omuzlarına dayadığında yüzüne çarpan ılık nefesini hissetti. O nefes ki anılarını hatırlatıyordu kendine. Mezuniyet gecesi anılarını. Ve sadece o anıları hatırlayan kendi değildi, dans ettiği adamda kendiyle aynı duyguları paylaşıyor, gözlerini, gözlerinden ayırmıyor, bedenini her geçen saniye daha çok bedenine bastırıyordu. Öyle ki elleri hiç bırakmak istemiyormuş sarmıştı belini. İkisi de uyumla dans ederken birbirlerinin gözlerinde kaybolmuş kendilerini ana bırakmıştı. Çalan şarkı anı büyüleyici kıldığı gibi ikisinin arasındaki çekimi arttırıyordu. Sarp'la, Feyza da o çekime karşı koymuyor, daha da yakınlaşıyorlardı. Şüphesiz ikisinin de aklı başından uçup gitmişti o an. Kim demiş uzaksın diye Kim demiş uzaksın diye Sıcak sımsıcaksın Ellerimin titremesi Dudağımda tek şarkım Sıcak sımsıcaksın "Sarp" "Hm?" Kehribar gözler aklını başından alırken yutkundu Feyza. Bastırmaya çalıştığı tüm duygular hortlamış, dört nala koşuyordu. Sarp'ın kollarında iken bunun olmaması mümkün müydü zaten? Belki de cesaretini o hortlayan hislerin sayesinde bulmuştu da aylardır merak ettiği soruyu dile getirecekti. Ya de belki de aklı hâlâ toplantıda konuşulanlar da kalmıştı. "Sana bir şey sormak istiyorum." "Sor." "Evlenmeyi," dedi genç kadın çekine çekine evet, merak ettiği sorunun cevabını ancak böyle sorarak alabilirdi. "Evlenmeyi hiç düşündün mü?" Feyza'nın gözlerinden bir an olsun çekmedi Sarp. Tatlılıkla kaşlarını çattığında kollarındaki kadının düşüncelerini, duygularını anlamaya çalıştı. Neden böyle bir soru sormuştu? "Bu nereden çıktı şimdi?" Omuzlarını silkerek umursamaz görünmeyi çalıştı Feyza fakat ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı. "Öyle, merak ettim. Sonuçta genç, bekâr, yakışıklı adamsın..." Cümlenin devamında ne diyeceğini bilemediği için yarıda kesti sözlerini genç kadın. Ciddi ciddi yakışıklı mı, demişti? Belli belirsiz güldü, kaşlarını imayla havaya kaldırdı Sarp. Demek Feyza kendini yakışıklı buluyordu hâlâ elbette ki bunu duymak hoşuna gitmişti. "Yakışıklı?" Ortada bir tur döndüklerinde yeniden nefesi kesilir gibi oldu ancak kendini toparlayabildi Feyza. Fakat sözleriyle durumu daha çok batırmışta olabilirdi. Gerçi yine de alev alev yanarken cümle kurabilmesi büyük başarı sayılırdı. "Yani yakışıklısın işte Sarp. İlla ki senden hoşlanan kadınlar olmuştur." Fazla mı heyecan yapmıştı o, yoksa kendine mi öyle geliyordu? Bilemedi genç adam ama Feyza'nın kızarması, tatlı tatlı telaşlanıp, konuşması çok hoşuna gitti. Yakışıyordu ona bu hâller. "Feyza" Abartmıyordu Feyza, dünyadaki hiçbir insan Sarp kadar güzel söyleyemezdi adını. İsmini ondan duyunca içi eriyordu resmen. Her Feyza deyişi yüreğinde kelebeklerin kanat çırpması gibiydi. "Ef-Efendim?" "Sevmediğim biriyle evlenmeyi hiç düşünmedim." "Sevdiğin kimse olmadı mı peki?" "Olmadı ama..." "Ama?" "Geçip giden on yılda sevdiğim kimse olmadı." Yutkundu Feyza, ne diyeceğini bilemedi ki, genç adamın dudaklarına kayan bakışlarıyla da konuşamadı. Kendine, hislerine engel olamadığı gibi Sarp'ı da uzaklaştıramıyor, tam tersi onun kollarından hiç çıkmamayı istiyordu. "Ya sen?" diye sordu Sarp ani bir cesaretle. Madem Feyza bir adım atmıştı kendi de korkak olmmaycak, cesur davranacaktı. Ki bundan daha doğru bir an bulamazdı. "Sen evlenmeyi hiç düşünmedin mi?" "Ben... Ben daha çok kariyere odaklandım." "Kariyere odaklanmış olman birini sevmene engel değil ama." Durdu, dudaklarını ıslattı genç kadın. Ne çok isterdi Sarp gibi direkt hayatımda kimse olmadı demeyi fakat yalan söylemek istemiyordu. Dürüst olmak istiyordu ki, öyle de yaptı. "Ben de Kimseyi sevmedim Sarp. Yani..." Gözlerini kaçırdı, daha fazla o kehribar gözlere bakarsa kendini tutamayacağın biliyordu Feyza. Feyza'nın çenesini narince tuttuğunda ela gözlerin yeniden gözlerine bakmasını sağladı genç adam. Tabii kendinin bakışları elinde olmadan dolgun dudaklarına kayıp duruyor, her geçen dakika daha çok çekiyordu kendini. "Yani?" Bu kez gözleri kehribar gözleri değil biçimli dudakları buldu. Aklından olmadık şeyler geçerken kendini dizginlemek zorunda olduğunu biliyordu genç kadın. "On yıl içinde kimseyi sevmedim." Duyduğu itiraf içini rahlattıp gülümsetti kendini. Deli gibi merak ettiği sorunun cevabını almıştı genç adam. Kimse yoktu Feyza'nın hayatında, kalbinde de öyle. O zaman aralarında engel de yoktu ve o görünmez duvar da. İlk defa o bariyeri hissetmiyordu. Kollarındaki kadın kaldırmıştı o ördüğü şeffaf duvarı ve kendi de bundan cesaret alarak dudaklarını çeken dudaklara yaklaşmakta bir sakınca görmedi. Aklı zaten çoktan kuş olup uçmuş, mantığı devre dışı kalmıştı. Hiçbir şey düşünmedi genç kadın, aklında ne varsa sildi attı. Anın büyüsünde kaybolurken yeniden yutkundu. Dudaklarına yaklaşan dudaklara karşı koyamıyor, yüzüne çarpan ılık nefes aklını başından alıyordu. Ayrıca o öpülesi kalın dudaklar kendini çekiyor, günaha davet çıkarıyordu ve kendi iradesine hâkim olamayıp istem dışı yaklaşıyordu Sarp'ın dudaklarına. "Sarp" "Bir şey söyleme." İkisinin de dudakları kavuşmayı, yılların hasretini dindirmeyi arzuluyordu. Sarp'la, Feyza da dudaklarının, yüreklerinin emriyle aralarındaki mesafeyi azalttkça azaltıyorlardı. Dudaklarının arasında birkaç milim mesafe kalmıştı ki, başını yana eğdi Sarp tutmayacaktı kendini, öpecekti on senedir hasretini çektiği dudakları. Feyza hâlâ emin olamasa da yüreğini dinleyerek ellerini genç adamın omuzlarından yukarı çıkarıp ensesine yerleştirdi. Sarp, belini daha sıkı kavraması mümkünmüş gibi kavrarken bu noktadan sonra geri dönüşün olmadığını biliyordu. Sarp'ın aksine başını sol yanına eğdiğinde gözlerini kapadı ve dudaklarına kapanacak dudakları bekledi. Lakin beklediği olmadı çünkü anı bozan başka bir olay gerçekleşti. "Kapı çalıyor." "Çalsın." Gerçekten şu an müsait değildi Sarp gelen başka zaman gelsindi. Burada önemli bir işi vardı. Saniyeler içinde kendini toparlayıp geri çekildi Feyza. Boğazını temizlerken demin ki anın hiç yaşanmadığını farz etmek istiyordu. Tabii alev alev yanan bedeni kendine hiç yardımcı olmuyordu. "Annenler gelmiş olabilir." "Onların anahtarı var." Feyza'nın attığı bakışlar aklını başına getirerek toparlanmasına vesile oldu. "Şey," dedi bocalayarak genç adam. "Ben şey yapayım... Ka-Kapıya bakayım." Kapıya doğru yol aldığında gelenin gerçekten önemli bir sebep için gelmiş olmasını diliyordu Sarp. Eğer herhangi boş bir mevzu yüzünden biri gelmişse elini kana bulamayacağının garantisini vermezdi. Kapıyı açtığında ise ciddi ciddi arkadaş katili olursa pişmanlık duyup duymayacağını düşündü. "Caner" Yaşanan her şeyden bihaber sırıtarak içeri girip kapıyı kapadı genç adam. Ayakkabılarını çıkardığında önünde duran terlikleri rahatça giyip arkadaşının yüzünde gözlerini gezdirdi. "Niye azılı düşmanın gelmiş gibi bakıyorsun kardeşim? Beni gördüğüne sevinmedin mi?" Caner'in sırıtan yüzüne bir tane çakmak istemesi çok mu tuhaftı? En güzel anının içine etmişti şimdi de karşısında otuz iki diş sırıtarak gülüyordu. "Senin yaptığını azılı düşman bile yapmazdı," diye ağzının içinde geveledi Sarp. "Ne?" diye sordu Caner, ne mırıldanıyordu Sarp, kendi kendine? "Caner mi gelmiş?" Salonun girişinde hiç beklemediği kadını gördüğünde "Feyza," dedi genç adam. Kahretsin, çok yanlış bir zamanda gelmişti anlaşılan. Sarp kendini şurada çekip vursa haklıydı. "Ben... Ben Sarp'ı yalnız sandım da ondan... Ondan geldim." "Sorun değil," demişti ki Feyza içeride bıraktığı telefonunun sesini duyunca başını arkaya çevirdi sonra da geri içeri doğru adımladı. Sarp'la, Caner hâlâ kapının önünde dikilmeye devam ederken Caner ani bir atakla arkadaşına dönüp koluna yapıştı. "Bana yanlış bir zamanda gelmediğimi söyle." "Emin ol daha doğru bir zamanda gelemezdin kardeşim." Söylediği sözler üzerine Caner'i orada bırakıp salona doğru adımladı genç adam fakat salona varmadan arkadaşın yeniden koluna yapıştı. "Oğlum ben müneccim miyim, ne bileyim sizin şey ettiğinizi." "Saçma saçma konuşma Caner. Film izliyorduk, başka bir şey yapmıyorduk. Hem zaten ne olabilir ki başka?" "Film?" diyerek kapalı olan televizyonda gözlerini gezdirdi Caner. Salon kapısının önünde dursalar da televizyonun kapalı olduğunu görüyordu. "Televizyon kapalıyken mi?" "Caner" "Benden mi saklıyorsun kardeşim, vallahi alındım şimdi." İç geçirirken ters ters bakışlarla baktı Sarp, arkadaşına. Mahrem, diye bir şey bırakmıyordu ortada. "Yoksa... Yoksa öp...Öp-öpüşüyor muydunuz?" "Sayende olmadı," diyerek hırsla itirafta bulundu Sarp. "Tamam?" Madem evine olmadık zamanda gelmişti o zaman neye sebep olduğunu da bilsindi. Yeniden kapıdan içeri bir adım atmıştı ki Caner yine ve yine kendini durdurdu. Arkadaşının kolunu tutup kendine çevirdiğinde ellerini tutup iki yakasını kavramasını sağladı. "Vur. Harbiden vur bana bir tane Sarp. Yoksa ben bu utançla yaşayamam." Sarp yeniden iç geçirirken Feyza içeriden çıkıp onları öyle görümce kaşlarını çattı. Ne yapıyorlardı böyle? "Sarp, Caner?" Ellerini Caner'den çekip "Feyza," dedi Sarp. Olayı nasıl açıklayacağını düşünürken. Ancak bu kez kapının çalması anı bozmak yerine, kurtardı. "Asuman geldi," dedi Feyza. "Ben bakarım." Genç kadın kapıyı açtığında kuzeni ve Çiçek'le karşılaştı. Çiçek direkt olarak eve girdiğinde gözlerini Caner'in üzerinde gezdirdi sonra bakışlarını iki adım gerisinde duran Asu'ya çevirdi. Evet, ortam saniyeler sonra güzel karışacaktı. Hissetmişti. "Feyzoş neden gereksiz adamın da burada olduğunu söylemedin? Gözlerini Caner'in üzerinden çekip kuzenine dikti Asuman. Feyza'yı arayan kendiydi, Çiçek'le birlikte eve geldiğini haber vermek için aramıştı ve ev müsaitse biraz kalıp Sarp'la laflamak istediğini de söylemişti. Fakat Caner'in burada olduğunu bilmiyordu ki. Bilse asla gelmezdi. "Sana göre gereksiz olabilirim ama Feyza için öyle değilim demek ki." "Caner," dedi Feyza kuzeninden önce davranarak. Gerçekten hangi akılla Asuman'la, Caner'i bir araya getirmişti? Tabii Asuman'a gel, derken yaşadığı andan dolayı aklının pek başında olduğunu söyleyemezdi. "Efendim Feyza'cım?" Caner kendine serserice sırıtırken gözlerini devirdi genç kadın. Gerçekten kaşınıyordu. "Sus." "O yeteneğin karşındaki adamda olduğunu sanmıyorum bebeğim." Gözlerini Asuman'a çevirince derin bir nefes aldı Feyza. Bari o dursaydı. "Billyor musun Asu," diyerek genç kadına doğru bir adım attı Caner. Gözlerini mavi gözlere diktiğinde dudaklarındaki sırıtış daha da büyüdü. "Beni bu kadar iyi tanımış olman gözlerimi yaşartıyor." "Hakkını yemeyim. Geveze ve boş bir adam olduğunu kabul etmen gerçekten büyük başarı." "Eh eşsiz olduğumu biliyorum, diyelim." "İnsanın övünecek bir meziyeti olmayınca, kendine avuntu arıyor. Sen de haklısın." "Eğlenceli olduğumu inkâr etmek için bu kadar çok çaba harcamasan mı?" "Acaba sen mi, bana kendini anlatmak için uğraşmasan mı?" "Beni çok iyi tanıdığını kabul ediyorsun öyle mi?" "Hiç şüphen olmasın." "Asuman," diyerek araya girdi Feyza. Buradan gitmek en iyisiydi çünkü durdukça o da, Caner de birbirini yemeye devam edecekti. "Biz gidelim mi?" "Kalsaydınız," dedi Çiçek aniden ve tüm gözlerin kendine dönmesini sağladı fakat umursamadı. Filmin en güzel yerinde kestik demişti resmen Feyza hocası. Ne güzel şurada atışma izliyordu oysa. "Yemek yerdik beraber." "Başka zaman biz bize olduğumuz zaman yeriz o yemeği Çiçek. Şimdi gidelim yoksa elimden bir kaza çıkacak." Asu'nun, Caner'e attığı ters laflara, bakışlara gülmemek için dudaklarını ısırdı genç kız. Ne olmuştu bu ikilinin arasında da böylesine büyük? Deli gibi merak ediyordu ve öğrenmekte karalıydı. İki kuzenin gitmesinin ardından kapıyı kapadı Çiçek. Sonrasında hâlâ ayakta dikilen Caner abisinin üzerinde gezdirdi bakışlarını. Derinlere... Çok derinlere dalmış gibiydi. "Caner abi." "Söyle güzellik." "Sizin Asu ablayla aranızda ne oldu?" "Çiçek!" dedi Sarp uyarı dolu bir sesle. Her şeye burnunu sokmak zorunda mıydı bu kız? "Seni ilgilendirmeyen konulara karışma." "Bağrıma be kıza, haklı merak ediyor. Kim olsa merak eder." Gözlerini arkadaşından çektiğinde Çiçek'e dikti Caner. Sarp ise onun olanları kardeşine anlatamamsını diledi. Henüz on yedi yaşındaydı Çiçek ve bir abi olarak elbette ki kardeşinin bazı şeyleri duymasını istemezdi. "Sen benim kardeşimsin Çiçek, sana her şeyi anlatmak isterdim fakat yaptığım eşekliği bilme. Boş ver, bu eski bir hikâye, bırak öyle kalsın." "Sevdin mi peki Asu ablayı? Sadece bunu söylesen?" "Her şeyden daha çok." "Ya o?" Burukça tebessüm etti Caner, kapının ardından bakarken unutamadığı tüm hatıralar yeniden gözlerinde canlandı. "Hem de en saf duygularıyla ama ben onun sevgisine layık olamadım." "Al-Aldattın mı?" "Çiçek!" Kendine kolay kolay kızmazdı Sarp ve kızdığına göre sınırı aşmıştı. Abisinin bakışlarıyla, sözleriyle bunu anlıyordu genç kız. Sorduğu sorunun cevabını almamış olmak canını sıksa da ağzına fermuar çekti. "Sustum," diyerek merdivenlere doğru yol aldı. İlk basamağa adımını atmıştı ki Caner'in sesini duyunca durdu. "Asla." Omzunun üzerinden Caner abisine baktı Çiçek. Merak ettiği cevabı da almış oldu. "Ben Asu'nun üzerine asla gül koklamadım. Öyle bir şeyi aklımın ucundan bile geçirmedim. Yalnızca büyük, çok büyük bir eşeklik yaptım ve onu kaybettim. Sonsuza denk." *** Kasanın başında durmuş, hesapları düzenlerken dükkâna birinin geldiğini adım seslerinden anladı Sedat. Elindeki kalemi bırakıp kasanın arkasından çıktığında karşısında gördüğü kadın ile kaşlarını çattı. Şimdi onun burada ne işi vardı? Mobilya almaya gelmemişti herhalde. "Asuman" Sedat'ı görünce de bocalasa da bozuntuya vermedi genç kadın. Pek haz etmezdi aslında ondan fakat yine de kendinden yaşça büyük olduğu için ona saygı duyardı. Hem zaten dükkâna Sedat için gelmemişti. Gerçi gelmesinin doğru mu, yanlış mı olduğunu da bilmiyordu ama öğrendiği gerçekten sonra görmeliydi Caner'i. Ödemesi gereken bir vefa borcu vardı. "Merhaba Sedat abi. Kolay gelsin. Caner burada mı, evine baktım yoktu da. Ben de belki buradadır, diye düşündüm." Caner'le, Asuman'ın arasında tam olarak ne olduğunu bilmiyordu Sedat. Lisede yaşlarına başlarına bakmadan sevgili olmalarının haricinde hiçbir şeyi. Zaten Caner'e daldan dala konuyor, diye hep kızardı. Kendini de, kızları da günaha sokuyordu haberi yoktu. Çok defa kulağın çekmişti Caner'in. Her şey bir yana Necla ablasından bir emanetti kendilerine Caner ve kendi emanete sahip çıkan bir adam olmaya çalışmıştı. Ne kadar başarılı olduğu meçhuldu fakat. Asuman'ın sorusuna karşılık "İçeride," cevabını vermişti ki genç adam Asu bir kez daha canını yakan sesi duydu. Güçlü durmaya gayret ederek arkasını döndüğünde kalbini kanatan yeşil gözleri yeniden gördü. "Asu" Doğru görüyordu demi Caner? Asu buradaydı, dükkâna gelmişti iyi ama neden? "S-Sen niye buraya geldin ki?" Birkaç adım atarak Caner'le arasındaki mesafeyi azalttı genç kadın. Gözlerinin dolmasına engel olamadı, öğrendiği gerçek canını acıtıyordu. Bu sefer ne karşısındaki adamla atışacak, ne de laf dalaşına girecekti yalnızca ondan ufak bir şey isteyecekti. "Fe-Feyza söyledi, ona da Sarp söylemiş." İlk defa gözlerini kaçırdı Asu, ilk defa Caner'in gözlerine bakacak cesareti bulamadı. Dudaklarını ıslatıp yere eğdiği başını geri kaldırdığında hissettiği duygulara inat güçlü durmaya gayret etti. "An-Annen vefat etmiş, çok olmuş gerçi ama yine de... Yine de başın sağ olsun demek istedim." Yutkundu genç adam, ne diyeceğini bilemedi. Beş yıl olmuştu annesi öleli ama acısı hâlâ tazeydi. Yıllar geçip gitse de yarası kabuk bağlamamış, ilk günkü gibi kanamaya devam etmişti. Fakat kendi acısını gizlemişti gülüşünün arkasına. Göstermemişti kimseye yarasını. O yara hep oradaydı, daima da kalacaktı lakin kendi dağıtarak bastıracaktı acısını. Ne yapsın bilmiyordu ki ağlayarak acı çekmeyi. Gizlemişti hepsini, yüreğine saklamıştı. Şimdiye kadar öyleydi, şimdiden sonra da öyle olacaktı. "Dostlar sağ olsun." Caner küçük bir çocuk gibi bakışlarını kaçırırken Asu yeniden dudaklarını ıslattı. Gerçekten ödemesi gereken bir vefa borcu vardı. "Caner" "Hı?" "Beni Necla teyzenin mezarına götürür müsün?" |
0% |