@petekayla
|
28 Eylül 2005 Beden eğitimi dersinde hoca, sınıfı serbest bırakmıştı. Kızların birçoğu voleybol oynarken bazıları da kenara oturmuş sohbet ediyordu. Erkekler ise futbol ya da basket oynuyordu. Tabii onlarla da takılan kızlar yok değildi. Şüphesiz gençlerin sıkılmadığı, koşup eğlenebildiği tek ders, beden eğitimiydi. Nihayetinde kendilerini oldukça özgür hissediyorlardı. Sarp birkaç arkadaşıyla birlikte basket oynarken bir yandan da konuşup gülüyordu. Caner topu sektirirken yeni ayrıldığı kız arkadaşı Yeliz'i anlatıyordu. Aslında kötülemiyor veya arkasından atıp tutmuyordu ancak bana göre değil, fazla burnu havada diyordu. "Aman be oğlum boş ver. Sen yakında yeni bir çiçeğe konarsın," dedi Altay çarpık bir gülüşle. Arkadaşının ne kadar çapkın olduğunu iyi biliyordu. Bugün Yeliz giderdi yarın Melis gelirdi nasıl olsa. "Yok be abi," diyerek topu sektirmeye devam etti Caner. Sonra da topu potaya gönderdi. Top potaya girince de Altay'a çevirdi gözlerini. "Ben kapadım artık gönül işlerini." Sarp potadan seken topu yakaladığında güldü. Caner mi, diyordu bunları? Hayatta inanmazdı. Topu sektirirken yan gözle arkadaşına baktı. "Sen onu benim külahıma anlat. Şimdi karşına zengin bir kız çıksa anında kaparsın." Güldü Caner, bunu inkâr edemezdi işte. Çünkü tüm arkadaşları biliyordu zengin bir kızla sevgili olmak istediğini. Bunun esas nedeni intikamdı aslında. Kızların her daim zengin erkek istediklerini söylemesi kendini çıldırtıyordu kendi de buna karşın zengin bir kız istediğini söylemekten çekinmiyordu. Eğer kızlar zengin koca terimini sıklıkla ve gayet arzuyla söyleyebiliyorsa kendi de zengin kadın terimini söyleyebilirdi, değil mi? "Yani şimdi ona bir şey diyemem. Fena mı olur şimdi karşıma şöyle alımlı, güzel, bir de zengin biri çıksa?" "Onlar da seni bekliyordu zaten." Hakan'ın sözleri üzerine hepsi birden güldüğünde Caner, çok komik diye söylendi. Her ne kadar birbirlerine laf sokup didişseler de çok yakın arkadaştı dördü. Sarp, Hakan ve Altay'la lisede tanışmıştı ancak Caner'le, mahalle arkadaşıydı. Kendini bildi bileli Caner vardı yanında. Serseri, çapkın gibi görünse de iyi biriydi özünde delikanlı. Hiç kimseye zararı dokunmaz, bütün haşarılıkları yalnızca kendine zarar verirdi. Sınıfı kaynatan, hocaları çıldırtan, sınav sorularına alakasız cevaplar yazan, kızların gönlünü çalmak için elinden geleni ardına koymayan biriydi Caner. Esmer teni ve yeşil gözleriyle de oldukça yakışıklıydı. Gür fakat kabarık siyah saçlarına fazlasıyla önem verir, burnunda çıkan sivilcelerine sinir olurdu. Karizmasını çiziyordu resmen o sivilceler. Kızların da gözüne batıyordu ayrıca. Neyse ki boyu uzundu da oradan kurtarıyordu. Belki grubun haylazıydı Caner ancak bir o kadar da vefalı, sadık bir dosttu. Hangisinin bir derdi olsa ilk o koşar, elinden geldiğince yardım ederdi. Dert dinler, şakalarla arkadaşlarının morallerini yerine getirirdi. Dersleri zayıf olsa da arkadaşlıktan tam not aldığı su götürmez bir gerçekti. Hakan ve Altay birer kez daha potaya topu attıktan sonra sıra yeniden Sarp'a geldi. "Bence," diyerek topu yeniden sektirdi delikanlı. "İnsan takılmak için değil de gerçekten sevdiği için biriyle olmalı." "Konuştu yine bizim filozof," dedi Caner. "Oğlum şu okulda ne güzel kızlar var. E biz de genciz azıcık tadını çıkarmayalım mı?" "Hani sen gönül işlerini kapatmıştın?" Diye sordu arkadaşına Altay. Bir kolunu Hakan'ın omuzuna dayamış yarı alayla gülüyordu. "E yani düşündüm de bir kızdan ayrıldım diye diğerlerine sırt çevirmeme gerek yok demi?" Caner'in lafı kıvırmaya çalışması üzerine hepsi yeniden güldü. Biliyorlardı ki akıllanmaz uslanmaz bir arkadaşları vardı ve aralarındaki en aklı başında kişi olarak Hakan bunu dile getirdi. "Sen akıllanmazsın Caner." "Keşke siz de benim gibi olsanız da azıcık hayatın tadını çıkarsanız," diyerek çapkınlığıyla övündü delikanlı tabii elini jöleli siyah saçlarının arasından da geçirdi. "Sizi bilmem de gerçek aşkı bulmadan benim kimseyle takılmaya niyetim yok." Sözlerinin ardından potaya topu gönderdi Sarp. Ancak top potadan daha uzağa doğru yol aldığında topu gözleriyle takip ediyordu ki top, okula giriş yapan bir kızın başına çarptı. Sarp bir an öylece kaldığında içinden eyvah diyerek koştu. Nasıl o top o kızın kafasına çarpmış, nasıl oraya gitmişti? Bu güne bu gün okulun basket takımındaki yıldız öğrenciydi fakat şimdi nasıl böyle bir sakarlık yapmıştı bilmiyordu. Diğerleri de kızın yanlarına koştuğunda ilk konuşan kişi Sarp oldu. Nefes nefese kalmış bir haldeydi, göğsü hızlı hızlı inip kalkarken zorlukla "Ben," diyebildi. Ne yapacağını bilmez bir şekilde kızın karşısında renkten renge girerken saçlarını karıştırdı. "Ben gerçekten çok özür dilerim. Bir anda... Bir anda şey oldu... Şey oldu... Top elimden kaçtı." Genç kız gülmemek için dudaklarını ısırırken başını da ovuyordu. Yalan yok biraz canı yanmıştı fakat bu çocuğun karşısında böyle şapşal şapşal konuşması komikti. Tam kendi sorun yok diyecekti ki, babası kendinden önce davrandı. İşaret parmağını Sarp'a doğru sallayarak otoriter sesini takındı . "Eline dikkat etsen iyi olur delikanlı. Bir daha bir şey olursa affetmem haberin olsun." "Şey... Tabii... Tabii efendim." Diğerleri Sarp'ın haline için için gülerken delikanlı bunu umursamadan karşısında duran kızda gözlerini gezdirdi. Hayatında ilk defa ela gözlü birini görmemişti elbette ancak bu kızın gözleri çok başkaydı. Nedense bakmaktan kendini alamıyor, uzun uzun bakıyordu. Tıpkı kızın da kendine baktığı gibi. Erkut Hoca, öğrencilerin yabancılarla konuştuğunu görünce onların yanına doğru yol aldı. Okula giriş yapan iki misafirin tam karşısında, gençlerin yanında durduğunda gözlerini yaşlı adamda gezdirdi. "Buyurun bir sorun mu vardı?" "Yok yok, bir sorun yok efendim. Ben yalnızca kızımın bu okula kayıt yaptırmak istiyorum. Şehir dışından geldik araştırdık falan Hatay'daki en iyi Anadolu lisesinin Antakya lisesi olduğunu öğrendik. Biz de gelelim kızımı buraya kaydettirelim dedik. Değil mi kızım?" Ethem Bey, kolunu kızını boynuna attığında genç kız bakışlarını babasına çevirdi. Başını sallamakla yetinirken şükür diyordu içinden. En azından babasını burada normal bir devlet okuluna gidebilmek için ikna etmişti. Belki yerinde başkası olsaydı özel okuldan vazgeçmezdi ancak kendi bu kez, sadece bir kez sıradan insanlar gibi olmak istiyordu. Onların gittiği okulda okumak, gerçekten gençlik coşkusunu doya doya yaşamak, en sevdiği dizideki, Hayat Bilgisi'ndeki sınıf gibi bir sınıfta okumak hayaliydi. Belki bunlar çok basit hayallerdi fakat insan neyin yokluğunu yaşarsa onu isterdi. Kendi de hep bunlardan mahrum kalmıştı işte. "Ah tabii, biz de bu güzel kızın okulumuzda okumasından çok memnun oluruz." "Hem de nasıl oluruz hocam." Caner sözlerini söylemez Altay kafasına bir tane şaplak attı. Aynı zamanda hocasının ters bakışlarına maruz kaldı. Ethem Bey, iç geçirdiğinde neden kızını dinlediğini soruyordu kendine. Bu züppelerin arasında olacaktı işte kızı, edepsiz, ahlaksız erkeklerin arasında. Biri top atardı diğeri laf. Niye kızı, kendini anlamamakta bu kadar ısrar ediyordu ki? Çok mu iyi olacaktı şimdi burada okuması? "Ben sizi müdür beyin yanına götüreyim. Buyurun." Erkut hocanın yol göstermesi üzerine onunla birlikte adımladı Ethem Bey. Ancak genç kız kımıldamadı yerinden orada durup Sarp'a bakmayı sürdürdü. Nedendir bilinmez kanı ısınmıştı ona. Genç kızdan gözlerini alamazken tekrardan saçlarını karıştırdı Sarp. Gülmemek için kendini zor tutarken "Şey..." dedi. "Sevindim... Yani şey bu okulda okuyacak olmana. Yani... Yani... Antakya Lisesi güzeldir, köklü bir lisedir...Eskidir yani... Birinci dünya savaşından önce yapılmış hatta, biliyor musun?" "Biliyorum... Yani babamla bayağı bir araştırdık." "Harika," dedi Sarp anlamsızca. İçten bir gülüş vardı dudaklarında. Ön dişlerinin tamamı görünürken gözleri hâlâ genç kızın yüzünde oyalanıyordu. Hayır, daha önce hiç kimseye böyle uzun uzun bakmamış, hiçbir kız bu kadar çok ilgisini çekmemişti. Onu özel kılan neydi kendi de bilmiyordu. Altay, Caner ve Hakan üçlüsü Sarp'ın haline gülmeye devam ederken Altay arkadaşının omuzunu sıktı. Daha fazla saçmalamadan tanışma faslına geçmesi için. Sarp bunu anlamış olacak ki hızlıca ne yapması gerektiği kafasına dank etti. "Bu arada," diyerek elini uzattı. "Ben Sarp... Yani adım Sarp." Memnuniyet dolu bir ifadeyle gülümsedi genç kız. Uzatılan elini tuttuğunda kendi adını söyledi. "Feyza." Galiba delikanlının duyduğu en güzel isim buydu. Daha önce hiçbir ad bu kadar güzel gelmemişti kulağına. Feyza diye mırıldandı kendi kendine ve belki de o an yüreğine bir nakış gibi işlendi bu isim. "Memnun oldum... Feyza." "Ben de... Sarp." İkili gülümsemeyi sürdürürken elleri de hâlâ kenetliydi. İşin ilginç yanı ikisi de elini çekmek istemiyordu. Belki de tenlerinin ilk teması yüreklerine ilk kıvılcımı düşürmüştü. Birbirine değince yanan avuçlar da bunu gösteriyor olmalıydı. "Feyza! Hadi kızım! Dikildin kaldın orada." Babasının sesini duyunca kendini toparlayabildi genç kız. Babasına dönünce "Geliyorum," dedi sonra ardından tekrar Sarp'a çevirdi gözlerini. "O zaman sonra görüşürüz." "Görüşürüz." Feyza yavaş adımlarla oradan uzaklaşırken Sarp uzun uzun baktı arkasından. Sanki biri kendine büyü yapmıştı. Kımıldayamıyordu, hareket edemiyordu, öylece çakılmış kalmıştı olduğu yerde. "Ve Sarp basketi attı arkadaşlar!" Caner'in sesiyle nerede ve yanında kimlerin oluğunu tekrar hatırladı delikanlı. Hızla kendini toparlayarak onlara doğru döndü. Ancak ona cevap veremeden Hakan olaya dahil oldu. "Ne basket ama!" "Hidayet Türkoğlu bile böyle basket atmamıştır." "Hidayet Türkoğlu'nu bilmem de sizin Meral Hoca'nın dersinden çakacağınız kesin." Üçü de kaşlarını çatarken bu ne alaka der gibi Sarp'a bakıyorlardı. Delikanlı gülerek cebindeki küçük kopya kağıdını çıkardığında çarpık bir şekilde güldü. "Bunları size vermeyeceğim de o yüzden." Başka bir şey demeden yürüdü, geçti Sarp arkadaşlarının yanından. Tabii aynı zamanda onların istilasına da uğradı. Hepsi birden söylenirken Sarp'ı sevgiye boğmayı da ihmal etmiyorlardı. İnsan arkadaşına hiç böyle kazık atar mıydı? Çok ayıptı ona. Kardeş kardeşe bunu yapar mıydı hiç, sığar mıydı Sarp'ın bu yaptığı kankalığa? Gerçekten hiç yakışmamıştı Sarp'a bu. Onlar ne derse desin duymadı delikanlı. Kendiyle alay ederlerse işte böyle olurdu. Ders bitip yeni bir ders başladığında 10/B sınıfı geri formalarını giymiş sınıfa geçmişlerdi bile. Muhabbet edip şakalar yaparken de Kadriye hocanın sınıfı girmesiyle yerlerine geçtiler. Ayağa kalkıp tünaydın diyerek selamlaşmalarının ardından hoca direkt olarak derse başladı. Tabii Daha şimdiden oflayıp puflayanlar çoktu. "Evet arkadaşlar geçen ders divan edebiyatına giriş yapmıştık. Kısaca şöyle bir tekrar edelim sonra da yeni konuya geçeriz. Var mı aranızda konuyu bize özetlemek isteyen biri?" Kimseden ses çıkmayınca hoca sınıfa şöyle bir göz attı. Yine kendi seçmek zorunda kalacaktı birini. Oysa biri de bir kez kendini şaşırtıp gönüllü olarak kalksa ne olurdu? "Anlaşılan kimse kalkmak istemiyor. O zaman listeden kaldıralım." Nasıl ki bir cadı büyülü sözler söyleyerek insanlara kötü sihirler yaparken insanlar ondan kaçmak için ellerini yüzlerine kapatırlar, boş bir çabayla o sözlerden kurtulmaya çalışırlarsa sınıftaki öğrenciler de öyleydi. Sanki yüzlerini saklayıp, bakışlarını kaçırınca hoca onları kaldırmayacaktı. Bunun faydasız olduğunu bilseler de bir refleksti artık yüz saklama iç güdüsü. Kadriye hoca sınıf listesini eline aldığında kağıtta rastgele bir noktaya koydu parmağını. Şanslı kişinin kim olduğuna bakmak için gözlerini kağıda çevirdiğinde kendinden hiç ödün vermeyerek " Caner Zorlu," diyerek iri gözlerini öğrencisine sabitledi. "Evet, kalk bakalım ayağa." Delikanlı yutkunarak ayağa kalktığında kaytarmaya çalıştı. Parmağıyla kendini işaret ederek "Ben mi hocam?" diye sordu. "Sen tabii. Başka Caner mi var sınıfta?" "Yok hocam." "Madem başka Caner yok o zaman anlat bize divan edebiyatını biraz." "Anlatayım hocam," derken elindeki kalemi çevirip çevirip duruyordu. "Şimdi divan edebiyatı çok önemli ve mühim bir edebiyattır. Aynı zamanda eskidir de. Ee şey... Yazarları da öyledir. Osmanlı döneminde kullanıldığı için de padişahlar tarafından oldukça sevilir." Caner lafı geveleyip geveleyip dururken kıkırdama sesleri duyuluyordu. Oysa ki delikanlı arkadaşlarından yardım beklerdi ama onlar böyle gülüyordu alacakları olsundu. Kendi de Caner'se bir daha onların zor anlarında dersi kaynatmazdı. "Oğlum doğru dürüst cevap versene. Söylesene Divan edebiyatının özellikleri nedir, şairleri kimdir?" "Şey... Divan edebiyatının özellikleri hocam... Şey hocam..." O an tıktıklanan kapı delikanlının yardımına yetişti. Kadriye hoca girin dediğinde kapı açılıp müdür beyle Feyza içeri girdi. Sarp ise genç kızı görünce tüm dişlerini göstererek gülümsedi. Feyza kendinin sınıfına gelmişti galiba. Kısa süre içerisinde müdür bey, kısa bir açıklama yaparak Feyza'nın artık bu okulda ve bu sınıfta okuyacağını açıklamasının ardından sınıftan çıktı. Feyza da hocanın isteği üzerine kendini tanıttı. Sonra da oturacak bir yer aradı. Sarp'ın yanının boş olduğunu görünce oraya doğru adımladı ki Sarp seve seve yer açtı Feyza'ya. Bugün şanslı gününde olduğu âşikardı. Genç kız sıraya oturunca kısa bir şekilde tebessüm etti. "Tekrardan merhaba." "Merhaba ve hoş geldin. Sınıfımıza yani." "Hoş buldum." Sarp'la selamlaşmasının ardından gözlerini kara tahtaya çevirdi genç kız. Hocanın tebeşirle yazdığı yazıları görünce gülümsedi. "Ders edebiyat galiba?" "Evet, öyle. Sever misin?" "Çok. Ya sen?" Konuşurken Sarp'ın kehribar gözlerinin içine bakıyordu Feyza. Galiba şimdiden bir arkadaş bulmuştu. "Ben de çok severim." Oysa ki nefret ederdi Sarp edebiyat dersinden. O kadar şairi, yazarı, eseri ezberlemek kendine ölüm gibi gelirdi. Bir de her dönemin ayrı ayrı özellikleri vardı. Hepsini nasıl aklında tutabilirdi? Ayrıca o kadar şeyi ezberlemek ne işine yarayacaktı hiç anlamıyordu. Feyza büyük bir ilgiyle hocayı dinlerken Sarp gözlerini genç kız da gezdiriyordu. Omuzlarına dökülen dalga dalga yumuşak kahve saçları fazla güzeldi sanki. "Peki aranızda Fuzuli'yi anlatacak olan biri var mı?" Hocanın sorusu üzerine bir kişi dışında kimse el kaldırmadı genç öğretmen sabır dileyerek yeni gelen kıza bir şans verdi. En azından o gönüllüydü. "Evet Feyza." Genç kız ayağa kalktığında bildiklerini sular seller gibi anlattı. "Fuzuli, Kanuni döneminde yaşamış ve eserler vermiş divan edebiyatının önemli şairlerinden biridir. Aruz ölçüsünü ustalıkla kullanmasının yanında en önemli eserleri Beng-ü Bade, Leyla ile Mecnun ve Şu Kaside'sidir. Aynı zamanda nesir türünde yazdığı Şikâyetnamesi de vardır." Hoca şaşkınlıkla genç kıza bakarken ne diyeceğini bilemedi bir an. Gerçekten bir gün böyle öğrencisi olacağı aklına dahi gelmemişti. "Aferin sana Feyza. Umuyorum ki arkadaşların da senden bir şeyler öğrenirler." Hoca sınıfı bir kez daha alaylı bir şekilde süzerken zil çaldı ve ders bitti. "Hepsini nasıl ezberledin?" Çantasından cüzdanını alırken güldü genç kız. "Ezberlemedim ki öğrendim." "Nasıl?" "Okuyarak." Yeniden şaşırdı Sarp ancak bozuntuya vermedi. Anlaşılan Feyza kendini hep şaşırtacaktı ve buna alışsa iyi olurdu. "Kantin neredeydi?" "Hadi gel birlikte gidelim hem tanışmış oluruz," diyerek ikilinin arasına girdi Oya. Her zaman ki sıcak kanlılığı ile. "Olur," dediğinde ayaklandı Feyza. Kararlıydı bu kez insanlardan uzak durmayacak onlarla gerçekten arkadaş olmaya çalışacaktı. Hem belki farklı olurdu bu defa. İnsanlar parası için değil de gerçekten kendiyle arkadaş olurlardı ve belki kimse kendine düşman kesilmezdi. İki kız birlikte sınıftan çıkarken Sarp yine Feyza'nın arkasından uzun uzun baktı. Galiba da hep böyle bakıp kalacaktı artık. *** Hayat tesadüflerden mi ibaretti yoksa kader denilen olgu mu her şeyin gerçekleşmesine vesile oluyordu? Bilmiyordu Sarp ancak şu an her nasıl olmuşsa yıllar sonra Feyza'yla böyle apansız bir şekilde karşılaştığı için mutluydu. Her ne kadar şaşkınlık derecesi daha fazla olsa da. Seneler boyunca Feyza'yı beklemiş, hep bir gün onun döneceğine umuduna tutunmuştu. Umutsuz bir durumdu aslında yaşadığı ancak kendi kalbinde her şeye, tüm şartlara rağmen ufacık bir ümit büyütmeyi başarmıştı. Şimdi de anlıyordu ki, imkânsızlıklara rağmen umut etmek aptallık değil, inanmaktı. İnanırsan her şey mümkündü çünkü. Tıpkı Feyza'nın yeniden dönüşü gibi. İlk tanıştıklarında olduğu gibi Sarp kendine uzun uzun bakarken gülümsüyordu Feyza. Şaşırdığı her halinden belliydi. Ancak kendi onun kadar şaşırmamıştı çünkü Hatay'a gelirken elbette ki Sarp'la karşılaşmayı bekliyordu. Yalnızca içinden belki demişti. Belki Sarp'ta oradan gitmiş, kendine yeni bir hayat kurmuştur. Fakat yanıldığını şimdi anlıyordu. Sarp buradaydı, bıraktığı yerde. "Seninle böyle karşılaşmayı tahmin etmemiştim açıkçası. Yani çıkmaz yolun ortasında böyle yol tartışması yaşarken." Sözler sanki çok uzaklardan geliyordu. Genç kadının bir şeyler söylediğini duyuyor fakat ne dediğini idrak edemiyordu Sarp. Feyza eliyle arabaları işaret ederken hâlâ yaşadığı anın gerçek mi yoksa yine bir rüyadan mı ibaret olduğunu kavramaya çalışıyordu genç adam. Büyümüştü Feyza, birkaç santim daha boyu uzamış, kestane rengi saçlarını koyu karamele boyatmış ve bu kendine daha çok yakışmıştı. Yüz hatları artık genç bir kız değil de olgun bir kadın olduğunu bariz bir şekilde gösteriyordu. Ayrıca yüzündeki sivilceler tamamen kaybolmuş, izleri bile kalmamıştı. Eskiden de güzeldi Feyza ancak sanki büyümek ya da olgunlaşmak ona daha çok yakışmıştı. Fakat ne kadar değişmiş olursa olsun Feyza, o kendinin tanıdığı Feyza'ydı. Her nerede ve ne zaman görse mutlaka tanırdı onu Sarp. Genç adam en sonunda kendini toparladığında "Ben," dedi. "Ben gerçekten çok şaşkınım şu an. Seninle yıllar sonra böyle karşılaşmak... Gerçekten tuhaf." "İnan benim için de öyle Sarp," derken gülümsüyordu genç kadın. Sarp'a gözlerini gezdirirken kendinin aksine onun hiç değişmediğini fark ediyordu. Sakalları hariç. Sarı sakalları artık daha gür çıkıyor olmalıydı. Kumral saçları belki biraz karışıktı ancak kehribar gözleri hâlâ fazlasıyla etkileyiciydi ve sol yanağında duran gamzesi yerli yerindeydi. Nerede görürse görsün bu adamın Sarp olduğunu anlardı. Lise boyunca bir arada olmuşlardı sonuçta. "Aslında buraya gelirken seninle karşılaşacağımı biliyordum fakat yine de böyle karşılaşmak tuhaf oldu gerçekten." "Nasıl?" diye sordu genç adam. "Nasıl gelirken? Temelli mi döndün? Daha doğrusu o kadar yıl sonra seni buraya hangi rüzgâr attı?" Bir insan hayallerine ulaşmış olunca mutlu olurdu elbette ve mutluluğun izleri gözlere de yansırdı. İşte Feyza'nın gözleri de mutlulukla öyle parladı. "Öğretmen oldum," dedi sıcak bir şekilde gülümseyerek. "Edebiyat. Ve işte buraya atandım." Duyduklarının gerçek olduğunu kavramak istiyordu Sarp. Sözcükler kafasında uçuşup dururken her birini idrak etmekte zorlanıyordu. Şimdi edebiyat öğretmeni mi olmuştu Feyza ve Hatay'a aranmıştı öyle mi? Beyni ya da kulakları kendine bir oyun oynamıyordu değil mi? "Çok... Çok sevindim Feyza. Öğretmen olman, buraya gelmen çok güzel gerçekten ama ben hâlâ şaşkınım açıkçası. O kadar yıl sonra..." "Çok uzun zaman oldu değil mi?" Bu kez buruk bir tebessüm vardı genç kadının dudaklarında. Yitip giden zamanların burukluğu saklıydı gülüşünde. "On yıl." "Efendim?" "On yıl, dedim. Şey sen buradan gideli on yıl oldu ya hani." Saçlarını karıştırırken dudaklarını ısırdı Sarp. Neden doğru dürüst bir şekilde konuşamıyordu ki? "Ee," dedi lafı değiştirmek için. "Nerede kalıyorsun yani bir eve falan ihtiyacın var mı?" "Şimdilik öğretmen evinde kalıyorum da bir ev bulsam fena olmaz. Neyse sen bunları boş ver. Sen neler yaptın o kadar zaman boyunca?" Ellerini ceplerine geçirdiğinde omuzlarını silkti Sarp. "Hiç," dedi kısık bir sesle. "Bıraktığın gibi kaldım ben." Bir şey demedi Feyza bu sözlere karşılık ya da ne diyeceğini bilemedi. Genç adamın gözlerinin içine bakarken kısa sürede kendini topladı. "Şey ben artık gitsem iyi olur. İlk dersime geç kalmak istemem." "Aaa... Şey tabii, elbette. Ben seni fazla tuttum sanırım." "Hayır hayır sadece ilk gün heyecanı anlarsın ya." Gözleriyle onayladı Feyza'yı genç adam. Feyza da bir kez daha gülümsemekle yetindi. Tekrardan arabasına binerken Sarp'ın seslendiğini duyunca durdu bir an. "Feyza" Kendine doğru dönünce Feyza yeniden saçlarını karıştırdı Sarp. "Bir ara oturup uzun uzun konuşur muyuz?" Bunu bekliyordu genç kadın. Hatta dakikalardır beklediği buydu belki de. Arabasının kapısını tutarken dudaklarını ısırdı. Biliyordu hayır demeyecekti Sarp'ın teklifine ancak nedense hemen evet de diyemiyordu. Hatay'a gelirken kendini nelerin beklediğini tam kestirememişti belki ama bu şehirde bir yarım kalmış bir şeylerin olduğunu biliyordu ve şimdi de yarım kalan ne varsa tamamlama vaktiydi. "Neden olmasın?" demesinin ardından gülümsedi ve arabaya binip Sarp'ın yanından geçip gitti. Sarp, Feyza'nın arkasından uzun uzun bakarken şapşal şapşal gülüyor ve buna engel olamıyordu. Bir rüya değildi az önce yaşadıkları, gerçeğin ta kendisiydi. Kim gerçekler acıdır demişse yalan söylemişti çünkü gerçekler, rüyalardan bile mutlu etmişti kendini. Mutluydu. Hiç olmadığı kadar mutluydu Sarp o an. *** Özlem pencereden bakarken Çiçek o görüntüyü merak ederek arkadaşının yanına geldi. Gördüğü görüntü üzerine de "yuh," dedi. Ya bir kız niye sevgilisiyle şu Vali'de buluşurdu hiç anlamıyordu. Sırma'yla birlikte kız meslek lisesine gidiyordu Çiçek. Zamanında bazı şartlar öyle gerektirmişti. Lise şehrin en merkezinde olmasının yanı sıra çok bölümlüydü. Bilişim, Çocuk Gelişimi, Aşçılık, Büro Yönetimi, Grafik ve Tasarım, Kuaförlük gibi bölümler mevcuttu okulda ve her öğrenci onuncu sınıfta bir bölüm seçmek zorundaydı. Seçilen bölümlere göre de dersler verilirdi. Diğer Anadolu liselerinden en büyük farklarından birisi de buydu. Matematik, tarih, edebiyat, fizik, biyoloji gibi temel derslerden çok bölüm dersleri ağırlıktaydı. Hatta öyle ki on birinci sınıfta ve devamında neredeyse o dersler hiç işlenmez, biyoloji, fizik, kimya dersleri tamamen kaldırıldı. Geri kalan dersler ise üstünkörü işlenirdi. Zaten hocalar da pek kayda almazdı öğrencileri hepsinin sonu belliydi çünkü onlara göre. Evlilik. Çoğu genç kız liseyi bitirdikten sonra evlenir giderdi. Hatta parmaklarında yüzük taşıyanlar bile vardı. Önceleri hocalar buna karşı çıksa da artık karışmaz olmuşlardı. Kızların Vali dediği yer ise okulun karşısındaki parktı. Koca bir park olması nedeniyle okuldaki çoğu genç kız orada takılırdı ve neredeyse hepsinin bir sevgilisi olurdu. Fakat ne yazık ki parkın kötü tarafı bununla bitmiyordu. Çocukların oyun, yetişkinlerin yürüyüş alanı olan parkta çeşitli kirli işler dönerdi. Özellikle de sabahın erken saatlerinde. Sevgilileri ile takılanlar, sigara içenler, uyuşturucu kullananlar hep oradaydı. Hocalar kaç kızı kötü bir şekilde yakalamıştı sayamazlardı. Aslında güzel bir parktı Vali Göbeği zamanla daha büyümüştü, çimenleriyle, oturma alanlarıyla, kafeleriyle, oyuncaklarıyla gelişmişti. Ancak ne yazık ki insanlar bu güzelim parkı çirkin emellerine alet etmişlerdi. "Keşke içlerinden biri de yakışıklı olsa," diye söylendi Çiçek. Vali'nin önündeki erkeklere bakmaya devam ederken. "Gerçekten ne buluyorlar şunlarda anlamıyorum." "Sen onu bırak Furkan'dan n'aber onu söyle." "Aman," diyerek geri önüne döndü Çiçek kollarını birbirine bağladığında omuzlarını silkti. "Ayrıldım gitti." "Niye be fena çocuk değildi aslında." "Fazla kaprisli çekemem. Tripleri bitmiyor. Niye hiç yazmıyormuşum kendine? Sanki o bana yazıyor da neyse. Sen Tolga'dan haber ver." Özlem telefonuna bakarken güldü. Çiçek daha orada mıydı? "Tolga kim. Ben daha iyisini buldum. Sonra onun da iyisini buldum. Baktım olacak gibi değil bıraktım hepsini." "Şu an hayatında kimse olmadığını söyleme Özlem, hayatta inanmam." Ufak bir kahkaha attı genç kız. "Zengin koca aramalarına başlamış bulunmaktayım diyelim." "Bulursan bana da haber ver." Onlar gülüp konuşurken Sırma kınayan bakışlarla bakıyordu onlara. Özlem'in nasıl böyle gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirdiğini anlamamıştı. Gerçi böyle olan kimseyi anlamamıştı. Sevgi nasıl bu kadar basit, sevgili kavramı bir sözcükten ibaret olabiliyordu? Özlem'i hiç sevmemişti aslında fakat Çiçek onunla arkadaş olmayı pek bir sevmişti. Özlem küfürbaz, hocaların sevmediği, en arka sırada oturan, dersi devamlı kaynatan, devamlı bir şebeklik peşinde olan, sözünü, lafını bilmeyen biriydi. Hocalar onu her zaman saygısız ve sorumsuz olarak nitelendirirdi fakat buna rağmen arkadaş çevresi pek bir genişti. Sınıfta sevmeyen çok olsa bile okulda seven çoktu. Sırma'nın bakışlarını görünce "Eee," dedi Özlem. "Sende n'aber. Ne var ne yok görüşmeyeli?" "Hiç. Bildiğin gibi," diyerek omuzlarını silkmekle yetindi Sırma. Özlem'le muhatap olmak gibi bir düşüncesi yoktu. Daha önce de olmamıştı zaten. Çiçek, arkadaşına umutsuz bakışlarla bakarken derin bir iç geçirdi. Onun, Sarp abisine karşı olan derin duygularını biliyordu ve içten içe üzülüyordu Sırma için. Özlem telefon çaldığı için yanlarından ayrıldığında Çiçek, arkadaşına döndü. "Yok bir şey Çiçek." "Yok bir şey derken aslında çok şey olduğunu fakat söylemek istemediğini anladığımı hâlâ anlamadın mı?" Güldü Sırma, "Çiçek ya," diye söylendi. Bir şey itiraf etmeliydi ki Çiçek gerçekten kendini çok iyi tanıyordu. Ne de olsa çocukluk arkadaşıydılar. Aynı mahallede yaşamış, aynı okula gitmiş, birlikte büyümüşlerdi ve aralarında dostluktan daha öte bir bağ vardı. İkisi de bunu biliyordu. "Ne Çiçek? Söyle canın bu kadar çok neye sıkıldı?" "Babam," dedi Sırma daha fazla uzatmadan. "Okula gelince aklım babam da kalıyor. Yaz boyunca yanındayım tamam ama şimdi okul başladı ve ben onu yine bir başına bırakmak zorunda kalıyorum. İçim rahat etmiyor anlıyor musun?" Bir an ne diyeceğini bilemedi Çiçek. Güzel bir kızdı aslında Sırma. Beyaz tenli, kumral saçlı, mavi gözlüydü. Ancak ne yazık ki kaderi için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Bu dünyada sadece yatalak bir babası vardı başka da kimsesi yoktu ve Sırma ömrünü babasına adamıştı. Her nereye gitse aklı onda kalıyordu zaten evden mecburi olmadıkça çıkmazdı ki. Ya ben yokken babamın bir şeye ihtiyacı olursa diye düşünürdü hep. Yardımcı tutacak kadar durumları yoktu ne yazık ki. Babasının bu halinden dolayı aldığı para ile geçimlerini sağlıyorlardı. "Sırma zaten sen babanın her şeyini yapıyorsun, ihtiyaçlarını karşılıyorsun. Babanın rahatı yerindedir merak etme. Hem bizimkiler de arada gidip bakıyorlar, biliyorsun." "Biliyorum da içim yine de rahat değil işte." "Merak etme baban iyidir." "Umarım," demekle yetindi genç kız. Sonra tekrardan başını pencereye çevirdi. Çiçek ise elinde tuttuğu telefonun titrediğini hissetti. Açıp baktığında "İnanmıyorum ya," dedi. "Furkan mesaj atmış." "Demiştim sana bu çocuk senin peşini kolay kolay bırakmaz diye. Geçen çarşıda resmen peşinden koşup durdu." "Daha çok koşar." "Başına bela alma da." "Yok kızım ya iki yalvarır sonra susar." "Yine de sen Sarp abiye söylesen mi? Ne olur ne olmaz diye." "Ha söyleyim sonra Sedat abim de duysun sonra ben de evden bir daha çıkamayım." "Sarp abi söylemez ki Sedat abiye." "Söylemese bile Sedat abim illa ki duyar. Maalesef ki Sarp abim büyük abimizden gizli gizli iş yapamıyor illa ki o işi duyuyor Sedat abim. Bir an ters bakışlarla baktı Sırma arkadaşına şu an gerçekten Sarp'a haksızlık ediyordu Çiçek. "Hiç öyle bakma Sırma senin gözün kör olduğu için bir şey görmüyorsun." "Çiçek!" "Ne? Sarp abimi sevmiyor musun?" Sırma'nın yanakları kızardı yine ve yine Çiçek bunu yüzüne vururken utanmadan edemedi. "Çiçek!" "Ne?" "Lütfen bu konuyu kapatabilir miyiz?' "Ben kapatırım da sen yıllardır kapatamadın." "Of Çiçek ya cidden of yani." Sırma söylene söylene sırasına doğru yol aldığında Çiçek arkasından güldü. Hoşuna gidiyordu arkadaşıyla uğraşmak. Ders zilinin çalmasının ardından hoca sınıfa girince kendi de sırasına doğru adımladı. Ancak bir sorun vardı. Daha önce bu hocayı hiç, bu okulda görmemişti. Kaşlarını çatığında kısa bir anlığına yanındaki Sırma ile bakıştı. Kimdi bu kadın? Merak etmişlerdi. Genç öğretmen sınıfa girip kapıyı kapadığında herkes ayağa kalktı fakat herkes onun kendini tanıtmasını bekledi. Yabancı bir öğretmen görmeye alışmışlardı aslında ancak bu sefer çok ani olmuştu. Sonuçta okulların açıldığı günün ilk derslerine daha önce görmedikleri bir öğretmen giriyordu. Beyaz tahtanın tam önünde durduğunda kısa bir an gülümsedi genç öğretmen. Nihayet şimdi bir öğrenci olarak değil bir öğretmen olarak duruyordu tahtanın önünde. Hayallerine kavuşmanın mutluluğu vardı mesleğe yeni başlamış kadının içinde. "Günaydın arkadaşlar," dedi genç öğretmen ilk sıcak bir sesle. Kitapları kolunun altına yerleştirmiş kendinden emin bir şekilde öğrencilerine bakıyordu. Dar lacivert pantolonla, sıfır kol beyaz bluzla ve parçalı kesimli, acı yeşil, uzun ceketle bir kombin yapmış ve bu şekilde tam bir öğretmen gibi olmuştu. Uzun dalgalı saçları omuzlarına dökülürken yüzündeki hafif makyaj da kıyafetini tamamlıyordu. "Öncelikle hepinize merhaba. Siz daha fazla merakta bırakmadan kendimi takdim edeyim. Ben yeni Edebiyat öğretmeniniz Feyza Ataman. Bundan sonra ki Edebiyat derslerini birlikte işleyeceğiz. Umarım ki yeni eğitim-öğretim yılı hepimiz için güzel geçer." Feyza konuşmaya devam ederken herkes çoktan sırasına oturmuştu fakat Çiçek kaşlarını çatmış hocanın söylediği adı nereden hatırladığını düşünüyordu. Çünkü hocasının ismi hiç yabancı gelmiyordu kendine. Ama nerede duymuş olabilirdi ki? Bir an için hocasının geri yüzüne baktığında kadının yüzünde tanıdık bir şeyler sezdi. Fakat ne olduğunu çıkaramadı. Feyza ilk dersini her öğretmenin yaptığı gibi öğrencilerle tanışarak geçirirken onların sadece ismini öğrenmekle kalmıyor hobilerini de soruyordu. Meslekte gerek acemi olduğundan gerek öğrencilerine bir şeyler öğretme heyecanından onları iyice tanımak istiyordu. Zaten aslında bir bakıma öğretmenliği de bu yüzden istemişti. Birkaç gencin özellikle de kızların hayatına olumlu şekilde ufacıkta olsa bir dokunuş yapmak için. Meslek lisesine atanması hiç kaygınladırmamıştı kendini. Her ne kadar babası burada, düşük seviyeli öğrencilere öğretmenlik yapmasına karşı çıksa da kendi bildiğini okumuş, hayatını babasının istediği gibi değil kendi istediği gibi kurmuştu. Bu kendinin hayatıydı kararlarıydı ve böyle de mutluydu. Meslek lisesi hakkında söylenenlerin hiçbirine aldırış etmemişti Feyza. Her ne olursa kim ne derse desin burada, kızların kaderlerine terk edildikleri bu lisede büyümeyi bekleyen yüzlerce hatta binlerce fidan vardı ve kendi o fidanları, âşık olduğu kitaplarla seve seve sulamak için çoktan hazırdı. |
0% |