@petekayla
|
"Eee güzel nişanlım bana bir hoş geldin demeyecek mi?"
Eve daldığında açık kapıyı kapatıp Feyza'nın tam karşısında durdu İlker. Ukala gülüşü bir an olsun silinmiyordu yüzünden. Nişanlısını gördüğü için öyle sevinmişti ki, mutlulukla parlıyordu gözlerinin içi. Bu zamana kadar ne istediyse elde etmişti, Feyza da buna dahildi.
"Saçma saçma konuşup durma. O işin bittiğini sen de biliyorsun."
İlker'in aksine öfkeyle nefes alıp verirken dişlerinin arasından konuşuyordu Feyza. Bu adam nasıl evini bulmuştu? Daha doğrusu hangi cesaretle gecenin bir yarısı evine gelmişti? Ne hakla buna cüret etmişti?
"Ya baban," diyerek salona doğru adımladı İlker. Gayet rahat bir şekilde içeri girip tekli koltuğa oturup sol ayağını sağ bacağının üzerine attı. "Baban biliyor mu?"
Gözlerini kapatıp sabır diledi genç kadın. Bugüne kadar yaptığı en büyük aptallık İlker'le nişanlanmaktı. Keşke Hatay'a atanmanın başka bir yolunu bulsaydı da babasından böyle bir torpil istemeseydi. Evet, Hatay'a öğretmen olarak atanmak için babasından torpil istemişti ki, bu yirmi yedi yıllık hayatında babasından istediği tek torpildi ancak Ethem bey, istediği torpil karşısında İlker'le nişanlamasını şart koşmuştu kendine. Eğer İlker'le nişanlanırsan istediğini yaparım, demişti. Ya İlker'le nişanlanıp Hatay'a, özlediği memlekete öğretmen olarak gelecekti ya da babasının istediği gibi öğretmenlik hayallerinden vazgeçip onun kurduğu şirketlerin başına geçecekti. Belki başkası olsa ikincisini tercih ederdi fakat kendi öğretmenlik için çabalamıştı onca yıl. İstediği, hayal ettiği meslek oydu. Hayallerinden vazgeçmeye de hiç niyeti yoktu. O yüzden kabul etmişti İlker'le nişanlanmayı, bir süre sonra bir şekilde kurtulurum parmağımdaki yüzükten, demişti. Fakat işte evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Ya da İlker uydurmamıştı.
Zorla parmağına taktığı yüzüğü herkesten habersiz geri vermişti İlker'e, Feyza. İlker de kabullenmişti ayrılığı, olay çıkarmamış ya da kimseye ayrıldıklarını söylememiş, söylemeyeceğine dair söz vermişti. Karşılığında ise tek bir şart koşmuştu, bana hiçbir yerden engel atmayacaksın, sana istediğim zaman ulaşabileceğim, demişti. İlker'in kafasındaki planlardan bihaber olduğu için kabul etmişti bunu ancak neden böyle bir şey istediğini anlamamıştı hiç. Şimdi düşününce de anlamıyordu gerçi.
Evet, Feyza'dan böyle bir şey istemişti İlker. Nedeni ise evini telefon numarasıyla falan bulabileceğini düşünmesiydi. Feyza elbette ki kendine ev adresini söylemeyecekti. Belki ayrılığı kabul etmese işi daha kolay olurdu lakin o zaman Feyza'yı asla kazanamazdı. Israr ederse onu sonsuza kadar kaybedeceğini biliyordu. Hem ayrıca bu ayrılık kendinin de işine gelmişti. Çünkü halletmesi gereken bazı özel işler vardı ve Feyza'yla nişanlı iken o özel işlerini halletmesi zor olurdu.
Ayrılığın üzerinden biraz zaman geçsin nasıl olsa Feyza'yı bulurum diye düşünmüş, bulunca da peşini kolay kolay bırakmam demişti İlker, kendi kendine. Nitekim öyle de olmuştu, şimdi Feyza'yı bulmuştu ve onu bu sefer bırakmamakta kararlıydı. Gözünü karartmıştı eğer Feyza güzellikle kendine verdiği yüzüğü geri parmağına takmazsa her şeyi Ethem beye anlatırdı. Kısacası Feyza'nın o çok değerli öğretmenlik hayaline devam etmesi için kendiyle nişanlı kalması hatta zamanı gelince evlenmesi şarttı. Hem nereye kadar ailelerine yalan söyleyebilirlerdi ki, aileleri çoktan düğün hazırlıklarına başlamışken?
"İlker!" dedi Feyza hiddetle, bu adamın gecenin bir vakti evine gelip kendini tehdit etmesine elbette ki göz yummayacaktı.
Yine ukalaca güldü İlker, ellerini koltuğun iki yanına vurarak ayağa kalktığında Feyza'nın tam karşısında durup iki tutam saçını parmaklarına doladı.
"İnan ben de seni çok özledim güzelim."
Hızla İlker'in elini indirdi Feyza, nefret ettiği şeylerin başında bir erkeğin kendine rızası dışında dokunması geliyordu ve karşısındaki adam da, onun hareketleri de çıldırması için yeterliydi.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
Genç kadının sesi evi inletirken İlker onun öfkesine inat yeniden güldü. Bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi sıfırladı. Feyza'nın nefesi yüzüne çarparken gözleri dudaklarına kaydı. Ah o öpülesi güzel dudaklar... O dudakları kana kana içmek için neler yapmazdı ki. Elini kaldırıp aklını başından alan kadının yanağında gezdirdiğinde gözlerinde edepsiz arzular yer edindi. Yıllardır Feyza'ya sahip olmak için çıldırıyordu lakin Feyza kendine hiç mi hiç yüz vermiyordu. Bu da kendini daha da hırslandırıyor, deli ediyordu. Şimdi kararlıydı fakat Feyza kendinin olacaktı. Zorla ya da güzellikle. Kendi nasıl Feyza'yı istiyorsa, o da kendini isteyecekti. Başka seçenek söz konusu bile değildi.
"Sesini alçat güzelim. Gece gece herkesin buraya toplanmasını istemeyiz, demi?
Yeniden genç adamın elini hışımla indirdi Feyza. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor, öfkeyle nefes alıp veriyordu.
"Evime gecenin bir saati gelip hiçbir şey olmamış gibi davranamazsın! Duydun mu beni?"
Başını yana eğdi, gülüşü sinirli bir hâl aldı ancak rahat duruşundan ödün vermedi İlker. Gözleri Feyza'nın yüzünde uzun uzun dolanıp bir kez daha dudaklarına odaklandı. Eşsizdi. Her şeyi gibi dudakları da eşsizdi Feyza'nın ve insanı öyle bir çekiyordu ki, tam şu an o dudakları doya doya öpmek istiyordu.
"Yani sen bana diyorsun ki, illa babamı ara, her şeyi anlat."
Avuçlarını sıktı Feyza. Biraz olsun sakinleşmeyi denedi ama ne fayda öfkesi gram azalmadı. Öyle ki hıncından tırnaklarını tenine batırdı. Korktuğu buydu işte, saçma sapan bir mevzu yüzünden kurduğu hayatın alt üst olmasıydı ama hayır, izin vermeyecekti böyle bir şeyin olmasına, İlker'in düzenini bozmasına müsaade etmeyecekti.
"Söz verdin! Kimseye bir şey söylemeyecektin! Söz verdin ya, söz! Sana bir kez olsun güvendim ama görüyorum ki hata etmişim!"
"Evet, hatta ettin," diyerek Feyza'nın saçını geriye attı genç adam. Kara gözleri arzuyla bakıyordu Feyza'ya, kendini deli ediyordu bu kadının her hâli.
"Hasretine dayanamayacağımı bilmeliydin."
Sabır diledi Feyza çıldırması an meseleydi ki, Asuman "Yeter be!" diyerek ikisinin arasına girdi. Kuzenini korumak ister gibi kolundan tutup arkasına aldı, İlker'in tam karşısında durdu. Ne sanıyordu bu adam kendini? İngiltere kralı falan mı? Ki olsa bile vız gelirdi. Gecenin bir yarısı evlerine zorla girecek, Feyza'yı taciz edecek, kendi de buna sessiz kalacaktı, öyle mi? Asla. Kim olursa olsun, ne olursa olsun çizmeyi aşana, çizmeyle tekme atardı da, ne olduğunu şaşırırdı karşısındaki adam.
İlker'in sol omuzuna elini koyduğunda gözlerinde ciddi bir ifade yerleşti. Erkeklerin dilinden iyi anlardı Asu, özellikle de İlker gibi erkeklerin dilinden. Tırnakları göstermek gerekti onlara ve şimdi kendi değil tırnaklarını, pençelerini zevkle çıkaracaktı.
"İlker, kardeşim... Bak sana kardeşim diyorum. Bu kız senden ayrılmadı mı, ayrıldı. Yüzüğü sana verdi mi, verdi. Seni istemiyorum dedi mi, dedi. Daha neyi zorluyorsun sen? Adam gibi bir kere de laftan anlayın be! Bu kadar da gurursuz olmayın! Azıcık yürekli olup çekin gidin kardeşim!"
Alayla güldü İlker, tabii ki onun dediklerini ciddiye alacak değildi. Önce kendi hayatına baksındı Asu.
"Asu, sen bu mevzuya karışma canısı.
"Senin var ya," diyerek genç adamın üzerinden toz silkeledi Asu. Sonra da tek eliyle yakasını düzeltti. "Aklını alırım, haberin olmaz canısı." Dudaklarında samimiyetten uzak gülüşüne eğlenir ifadesi eşlik ediyordu. İlker'in sol omuzuna iki kere vururken gülüşü daha da büyüdü. "Anladın?"
"Asu," diyerek genç kadının elini sertçe indirdi İlker. "Sabrımı zorlama."
"Zorlarsam ne olur?"
"Asuman" dedi Feyza. Eğer müdahale etmezse olay büyüyecek, gerçekten tüm mahalle buraya toplanacaktı. İlker'in icabına sonra bir şekilde bakarlardı. Şu an önemli olan onu evden göndermekti.
"Rahat ol bebeğim, az had bildiriyorum o kadar."
"Anlaşıldı senin canın birileri ile uğraşmak istiyor ama üzgünüm o kişi ben değilim canısı."
Kaşlarını çattı Asu, yüzü ciddi bir hâl aldı, ne saçmalıyordu şimdi İlker? Onun ne demek istediğini anlamaya çalışırken duymak istemediği sesi duydu, görmek istemediği birini daha gördü o an. Bu akşam cidden bir kâbus olmalıydı.
"Tak tak. Hadi itiraf edin siz de beni özlediniz kızlar."
"Sinan," diye mırıldandı Asu, onun ne işi vardı şimdi burada?
İlker gibi gayet rahat bir şekilde eve girdi Sinan, kapı açık kaldığı için içeri kolayca geçmişti fakat hepsinden önemlisi yeniden Asu'yu görmüştü ve aylar sonra belki de ilk defa bu kadar mutluydu.
"Senin burada ne işin var?"
"Ben de seni gördüğüme çok sevindim prenses."
Gözlerini kapatıp daha ne olabilir, diye düşündü Asu. İlk önce Feyza'nın eski nişanlısı şimdi kendinin takıntılısı, ne güzel bir gece geçiriyorlardı ama. Yıllardan beri İlker nasıl Feyza'nın peşinde ise Sinan da, kendinin peşindeydi. İşin tuhaf yanı ise ikisi de avuçlarını defalarca yalamalarına rağmen ders almamışlardı. Tabii insan da başa gelecek akıl olmayınca durumun böyle olması da normaldi galiba.
Geri İlker'in karşısında durduğunda gözlerinden gerçekten alevlerin çıktığını hissetti Feyza. Daha fazla bu saçmalıklara seyirci kalacak değildi.
"Arkadaşını da al defol git evimden!"
"Her şeyin iki dudağımın arasında olduğunu biliyorsun demi?"
"Elinden gelen sadece bu, tehdit etmek! Ama ne var biliyor musun İlker? Sana da tehditlerine de boyun eğecek değilim! Babamı mı arayacaksın, durma ara! Şimdi, tam şu an ara! Hadi, ne bekliyorsun evime geldiğin gibi babamı da arasana!"
"Feyza," dedi İlker tehlikeli bir sesle. Elini de bir kere daha çekinmeden genç kadının saçlarında gezdirdi. "Ben seni üzmek istemiyorum ama sen ban hiç yardımcı olmuyorsun güzelim."
"Dokunma bana!" diye bağırdı Feyza. Sesi yeniden evi inlettiğinde İlker gözlerini kapadı. Sabrı gerçekten taşıyordu artık.
"Bir daha bana dokunacak olursan yemin ederim seni gebertirim İlker!"
"Senin ağzın bayağı bozulmuş be Feyza. İyice mahalle karısı olmuşsun," diyerek araya giren kişi Sinan oldu. Öyle rahat bir hâli vardı ki, elleri ceplerinde duvara yaslanmış ağzındaki sakızıyla film izler gibi olup bitenleri izliyordu. Sakızını zevkle çiğnemesine sağ kulağındaki küpe sallanarak eşlik ediyordu. Kumral saçları hep olduğu gibi jöleliydi, bal köpüğü gözlerinde ise umursamaz bir ifade vardı.
"O ağzını toplamazsan senin ağzınla burnunu yer değiştiririm!"
"Hemen de şiddet," diyerek Asu'ya doğru bir adım attı Sinan. Onun karşısında durup uzun uzun kusursuz yüzünü inceledi. "Ama sorsak medeniyet, diye bağırırsınız."
"Medeniyet yoksunu olan kişiler evimize gecenin bir yarısı dalınca onların seviyesine düşmek zorunda kalıyoruz, ne yaparsın."
"Biliyor musun prenses, aslında sana hak veriyorum. Daha önce gerçek bir aşk yaşamadığın için aşkı anlamamam normal."
Asu bir şey diyecekti ki, Feyza kuzeninden önce davranıp araya girdi. "Aşk mı?" diye sordu kaşlarını havaya kaldırarak. "Gece gece kadınları taciz etmeye aşk mı, diyorsun?"
"Taciz falan ayıp oluyor ama Feyza. Sizi özledik diyoruz siz..."
Elini kaldırarak susturdu arkadaşını İlker. Gözlerinin odağı hâlâ Feyza'daydı tabii. Şimdi burada durup tartışmanın faydası yoktu, bunu adı gibi biliyordu. Feyza'yı kazanmak istiyorsa akıllıca davranmalıydı. Gerçi her türlü kazanırdı da yine de onun bunu istemesi önemliydi.
"Taciz öyle mi? Tamam, istediğin gibi olsun gidiyorum şimdi ama şunu unutma: Senden asla vazgeçmeyeceğim Feyza. Sen ne dersen de, ne yaparsan yap eninde sonunda benim olacaksın!"
"Ben," diyerek bir adım atıp İlker'le arasındaki mesafeyi kapadı genç kadın. Korkusuz gözlerle karşısındaki adama bakarken bir an olsun cesaretini kaybetmiyordu. "Kimseye ait olmam! Bunu o kafana sok!"
"Göreceğiz."
"Göreceğiz İlker."
Sessiz kaldı genç adam, Feyza'ya son bir bakış atıp arkasını döndüğünde arkadaşının geride kaldığını biliyordu. Bu yüzden de onu çağırma gereği duydu.
"Hadi Sinan!"
Hiç çekinmeden Asu'nun yanağından bir makas aldı Sinan. Tabii suratında yine sevimsiz bir ifade vardı. "Çok yakında yeniden görüşeceğiz prenses."
Genç adamı boğmak istediyse de olduğu yerde tepindi Asu çünkü Sinan hızla uzaklaştı yanından. Kendi ise yanağını defalarca sildi. Midesi kalkmıştı.
"Şeytan diyor git bir silah al, vur ikisini de alnının ortasından."
Kuzenini duymaksızın bulduğu koltuğa çöktü Feyza. Başını iki elinin arasına aldığında kara kara düşüncelere boğuldu. Blöf yapmamıştı aslında ancak İlker sahiden babasını arayıp her şeyi anlatırsa o zaman Hatay da, öğretmenlikte biterdi. Kahretsin ki, yirmi yedi yaşına gelmiş olmasına rağmen hâlâ prangalarını kırmaya gücü yetmiyordu. Bu hayatta girdiği her savaştan galip çıkabilirdi lakin söz konusu babası olunca onunla baş edemiyordu. Ne yaparsa yapsın yenemiyordu onu.
"Hepsi benim suçum. İlker'in eline böyle bir kozu ben verdim."
"Feyzoş," diyerek tuttuğu nefesini verdi Asuman. Kuzeninin yanına oturduğunda sıkı sıkı sarıldı ona. "Her şeyin üstesinden birlikte geleceğiz merak etme."
Başını geriye attığında gözleri pencereye kaydı. Karşı eve göz ucuyla bakarken düşüncelerini kovdu aklından. Şimdi bunun sırası değildi, düşünecek daha önemli şeyler vardı.
"Umarım Asuman, umarım."
***
"Feyzoş inan göründüğü gibi değil, açıklayabilirim ama işler bittikten sonra."
Başka bir açıklama yapmadan mutfağa girdi Asu. Feyza önemsemiyor olabilirdi ancak evin eksikleri cidden çok fazlaydı ve kendi bunu halletmişti. Ne de olsa babasının biricik kızıydı, azıcık duygu sömürüsü de elbette işe yaramıştı.
"İşler bittikten sonra mı?" diye mırıldandı Feyza. Uyku sersemi olduğundan olsa gerek hiçbir şey anlamıyordu.
Kapı bir kez daha çaldığında merakla kapıyı açtı genç kadın. Karşısında ise çamaşır makinesi taşıyan iki adam gördü. Şapşal şapşal onlara bakarken adamların söylediklerini bile algılayamadı.
"Asuman Göktaş?"
"Çamaşır makinesi demi?" diyerek koşarak kapıya geldi Asu. Sonunda en ihtiyacı olan makine gelmişti. Ah babası kendini ne kadar mutlu etmişti. Allah onun kesesine bereket versindi.
"Evet efendim."
"Buyurun şöyle geçin."
Kuzeni gelenleri banyoya yönlendirirken Feyza olduğu yerde kala kalmıştı. Hiçbir şey anlamıyor, hiçbir tepki veremiyordu. Öylece olan biteni izliyordu. Ciddi ciddi Asuman çamaşırla, bulaşık makinesi mi almıştı? İyi de hangi parayla? Daha geçen gün parasız kaldım, diye ağlamıyor muydu? Şimdi nereden geliyordu bu değirmenin kaynağı?
Bulaşık makinesini yerleştiren adamlardan biri, makinenin nasıl kullanılacağını göstermek için koridorda duran Feyza'ya seslendi. Feyza ise bozuntuya vermeden mutfağa girip adamların anlattıklarını dinledi. Tabii beyninin ne kadar söylenenleri algıladığı meçhuldu.
Kapı bir kez daha çaldığında korkuyla kapıya adımladı genç kadın. Sırada ne vardı? Yatak odası takımı falan mı? Kuzeninden şu saatten sonra her şeyi bekliyordu sonuçta. Göreceği her şeye hazırlıklı olarak kapıyı açtığında elinde tamirat çantası olan bir adamla karşılaştı.
"Merhaba ben internet için gelmiştim de."
"Hoş geldiniz," diyerek kapıya uçtu Asu. İnternetsiz bir hayat ölümden beterdi ve bu konuya da el atmıştı tabii ki. Sırf kuzeni sosyal medya karşıtı diye kendi gündemden geri kalacak değildi ya.
İnternet için gelen adamla ilgilenirken Feyza'ya masum kedi bakışlarıyla baktı. Biliyordu ondan yiyeceği güzel bir azar vardı, lakin hak ettiği hayatı yaşaması için bunlar şarttı.
"Sen çamaşır makinesine bakar mısın Feyzoş?"
İç geçirip ters ters bakışlar attı kuzenine Feyza. Hepsinin hesabını soracaktı. Şu adamlar bir gitsin alacaktı Asuman'ın ifadesini.
İlk bulaşık makinesi için gelen adamları yolcu etti genç kadın ardından kuzeninin isteği üzerine banyoda çamaşır makinesini yerleştiren görevlilerle ilgilendi. Onları yolcu etmek için kapıyı açtığında ise yine ve yine öylece kaldı, yok artık, dedi içinden. İçinde televizyon olduğu belli olan koliyi taşıyan iki adamla karşılaştı bu kez de.
"Asuman Göktaş?"
Sevinçle kapıya koştu Asu, adamları görünce kocaman gülümsedi artık izlemek istediği her filmi rahat rahat izleyebilir, evinde sinema gecesi yapabilirdi.
"Doğru adres. Buyurun, geçin."
Görevliler içeri girerken Asu da peşlerinden gidiyordu ki, Feyza kolundan tutup durdu onu. Bu kadarı cidden fazlaydı. Daha ödenmemiş faturalar varken bu kadar şeyin altından nasıl kalkacaklardı?
"Seslenmeyim seslenmeyim, diyorum da gerçekten aşırıya kaçıyorsun artık. Hadi bulaşıkla, çamaşır makinesini anladım, hadi interneti de anladım ama televizyon almak ne?"
"Film gecesi yaparız kız kıza."
"Asuman anlamıyorsun..."
Kuzeninin sözünü keserek iki yanağını sıktı Asu. Tatlı tatlı da güldü. Onu nasıl yumuşatacağını iyi biliyordu. "Bu kadar da kasma be Feyzoş'um, evi sen düzmüştün geri kalanları da ben hallettim."
"Nasıl hallettin acaba?"
"Babam sağ olsun," diyerek göz kırptı Asu sonra da geri salona geçti. Televizyonun yerini göstermesi şarttı.
Feyza kapıda kaldığında iç geçirdi. Emin olmuştu bu kız hiç büyümeyecekti.
Ev boşaldığında kendini koltuğa attı Asuman, cidden yorulmuştu. E o kadar işle uğraşmak kolay değildi. Keyfi yerindeydi fakat, istediği her şeyi almıştı, birkaç şey dışında her şeyi. Telefonu eline aldığında direkt İnternete bağlanıp sınırsız özgürlüğün tadını çıkardı.
"Bence bana teşekkür etmelisin her ay seni internet paketine para vermekten kurtardım."
"Ama faturalara bir yenisi daha eklendi."
"Feyzoş," diyerek elindeki telefonu indirdi genç kadın. Kuzeninin bu kadar gerilmesine gerek var mıydı sahiden?
"Az rahatlar mısın bebeğim? Büyütülecek bir şey yok ortada, dediğim gibi hepsinin parası ödendi, taksit falan yok. Sadece internet faturası ödeyeceğiz o kadar."
"Bütün bunlara tek bir şartla sesiz kalıyorum, biliyorsun," diyerek parmağını salladı Feyza. Aslında istediği Asuman'ın kendi ayaklarının üzerinde durmasıydı yoksa bir şikâyeti yoktu. "Ne yapıp ne edip Kpss'yi kazanacaksın bu sene."
Telefon ekranında hızlı hızlı parmaklarını oynatırken bir an gözlerini kuzenine çevirip ona öpücük attı Asu.
"Merak etme bebeğim o iş bende. Hadi sen bir çay koy da içelim."
Gözlerini devirmekle yetindi genç kadın. Ne yapsın kendinin de yirmi yedi yaşında olmasına rağmen çocuk ruhlu bir kuzeni vardı ancak o kuzeni de iyi ki vardı. Ayağa kalkıp mutfağa geçtiğinde çaydanlığa su doldurup ocağa koydu. Dolabı açtığında kahvaltılıkları çıkarmıştı ki, kapı yeniden çaldı. Hayır, dedi içinden, Asuman'ın yeni bir sürpriziyle daha karşılaşmak istemiyordu. Kalbi bu kadarını da kaldırmazdı.
"Baktım," diyerek kapıyı açtı Asu. Açar açmaz da tüm neşesinin yok olup gittiğini hissetti çünkü karşısında duran kişi Caner'di. Neden güne onun sevimsiz suratını görerek başlamak zorundaydı ki?
"Günaydın"
"Gün sayende aymaktan vazgeçti de, neyse."
Başını eğip güldü Caner, bir kez olsun güler yüzle konuşamaz mıydı bu kız?
"Merak ediyorum da Asu, bu kadar asık suratlı olmak zor olmuyor mu?"
"Asıl ben merak ediyorum da bu gevezelik seni yormuyor mu?"
Bir şey diyecekti ki genç adam, Feyza'nın sesini duyunca sustu.
"Caner mi gelmiş?"
Kapıya çıktığında tam tahmin ettiği gibi karşısında Caner'i gördü Feyza. Şaşırmadı yalnızca sabah sabah neden geldiğini merak etti. Sadece Asuman'ı görmek için gelmiş olamazdı elbette.
"Başka birini mi bekliyordun Feyza'cım?"
Caner'in neyi kast ettiği gayet açıktı aslında lakin genç kadın bunu anlamamazlıktan geldi. Kollarını göğsünde bağlayarak karşısındaki adamın imalı bakışlarına aldırmadı.
"Kimseyi beklemiyordum Caner, sabah sabah niye geldin onu merak ettim."
Hadi Asu'yu anlıyordu Caner ancak Feyza kendine niye tavır alıyordu? Oysa kendi ona yenge diyeceği günleri iple çekiyordu. Haberi var mıydı?
"Kan bağından mı kaynaklı ya, bu gerginlik?"
"Senden kaynaklı, senden," diyerek araya girdi Asu. Çirkefçe bir ifade hâkimdi yüzünde. Kuzeninin attığı ters bakışları yok sayıp omuz silkti. Caner'i görmeye bir dakika bile tahammülü yoktu işte.
"Uzatma Caner. Niye geldin, söyle."
"Size de iyilik yaramıyor yemin ederim. Sizi düşünüp üşümeyin, boş yere de masraf etmeyin, diye bendeki sobayı vereyim, diyecektim. Siz hemen laf çarpıtmalar falan."
"Soba mı?" diyerek kaşlarını çattı Feyza. Bu gerçekten ilgisini çekmişti işte. "Ne sobası?"
"Odun sobası."
Gözlerini devirdi Asu, doğru düzgün açıklama yapsa şaşardı zaten. "Anlamamıştık ya, sağ ol."
Otuz iki dişini göstermekten büyük keyif aldı genç adam. "Ne demek, rica ederim."
"Şunu bir keser misiniz?" Feyza ikisine de hitaben konuştuğunda cidden sabrının sonuna geldiğini hissediyordu. Tek isteği konuyu adam akıllı öğrenmekti.
"Caner sen de doğru düzgün anlat. Ne sobası?"
"Annemin sobası ya, annem vefat ettiğinden beri kilerde duruyor. Kullanmıyorum, bana klima yetiyor. Ben de dedim boş boşuna duracağına siz kullanın. Eskidir falan ama güzel ısıtır. Masraf etmezsiniz hem."
"Ben sobaya falan uğraşamam üstüm başım kömür olur."
Kuzeni konuyu kestirip atınca kendinin de sinirleri oynadı. Tamam Caner'den pek haz ettiği söylenemezdi ancak böyle bir fırsatı elinin tersiyle itecekte değildi.
"Asuman!" "Ne?"
"Sobaya ihtiyacımız olduğunu biliyorsun."
Ne dese boşa konuşmuş olacağını biliyordu Asu. En başından beri Feyza soba da soba, diye tutturmuştu. Bu merak nereden geliyordu onu da anlamıyordu. Kuzeni çok mu hevesti kömürle, odunla uğraşmaya?
Gözlerini Asu'dan çekip geri karşısındaki adama dikti Feyza. "Sobaya bir bakabilir miyim?"
"Elbette, gel bak."
Kararsız kalsa da vestiyerden ayakkabılarını aldı Feyza. Sobaya bakmanın kimseye bir zararı olmazdı, demi? Ayakkabılarını giymesinin ardından doğrulup kuzenime döndü.
"Geliyor musun?"
"Bunu yaptığıma inanamıyorum," diye söylenerek ayakkabılarını giydi Asu. Feyza'nın bir soba sevdası yüzünden ne hallere düşmüştü.
Yeniden otuz iki diş sırıttı Caner, yıllar sonra evine geliyordu Asu ve bu durum kendine pek bir keyif veriyordu.
Yaklaşık on dakika sonra üçü de eve vardı. Genç adam anahtarla kapıyı açmasının ardından ikisini de eliyle eve buyur etti. Kendinin evi de, mahalledeki evlerin geneli gibi tek katlıydı, önünde ise küçük bir alan mevcuttu.
Feyza içeri doğru ilk adımı attığında kendini tuhaf hissetti. Gözleri hızlıca ezbere bildiği mutfağa kaydı. Sanki şimdi oraya girse Necla Hanım çiçekli önlüğü ile karşılayacak, sıkıca kucaklayıp bağrına basacaktı kendini. Elindeki tahta kaşığı ile ay yemeği unuttum diyerek ocağa koşacaktı. Fakat tabii ki biliyordu ki, bunlar elbette ki silik hatıralardan ibaretti artık. Ölüm almış götürmüştü Necla Hanım'ı, geriye ise hatıralarını bırakmıştı.
Cesaret ederek oturma odasının girişinde durduğunda gözlerinin dolmasına engel olamadı Asu. Hâlâ aynı yerde duran sarı divan kendini yıllar öncesine götürdü. Necla teyzesinin dizinde ağladığı günleri hatırladı bir an. Pamuk ellerinin saçlarında gezdiği zamanları. Kendine nasihatler verdiği, şifa dolu sözler söylediği anları. Ne çok zaman geçmişti şimdi o günlerin üstünden, şimdi yoktu bu evde o güzel kadın. Yalnızca koca bir boşluk hâkimdi. Yas havası öyle bir işlenmişti ki, matem ilk günkü gibi koruyordu yerini. Acı, soluk boyalı duvarlara sinmişti bir kere, lekesi de hiç mi, hiç çıkmayacaktı işte.
"Kiler neredeydi?" diye sordu Feyza. Hatırlamıyordu oranın yerini. Biraz da hissedilen hüznü dağıtmaya çalıştı kendince.
"Burada," diyerek önden yürüdü Caner. Uzun ince koridordan geçip sağ taraftaki aralık olan kapının önünde durdu. İki kadın da peşinden geldiğinde kapıyı tamamen açtı ancak içerisi bir kişiyi zor sığacak kadar küçüktü. Feyza Göz önünde olan sobayı incelerken Asu'nun dikkatini, kilitli olan kapı çekti. Zira iyi biliyordu odanın kime ait olduğunu. İki adım atıp kapının kolunu tuttuğunda Caner'in elini, elinin üzerinde hissetti. Gözlerini yanında duran adamın gözlerine çevirdiğinde kendine olan yalvarır gibi bakışları içini acıttı.
"Annemden sonra bu kapı hiç açılmadı."
"Hiç mi?"
"Hiç."
"Neden peki?"
Bakışlarını kaçırdı Caner, Asu'nun elinden elini çekti. Konu annesi olunca savunmasız, korunmasız bir çocuk gibiydi.
"Yüzleşmemek için."
Yutkunurken ne diyeceğini bilemedi Asu. Caner'in en büyük yarası annesinin ölümüydü. Annesinden başka kimsesi yoktu bu hayatta. Ne babası, ne kardeşi ve annesi de gidince yapayalnız kalmış gibi hissettiğini tahmin etmek çok zor değildi. Acısını elbette ki anlayamazdı çünkü yaşamamıştı sadece tahmin edebilirdi.
Boğazını temizleyerek araya girdi Feyza. "Soba iyi gibi duruyor, ne dersin Asuman?"
Göz ucuyla sobaya baktı Asu, sobadan anlamadığı bir gerçekti o yüzden dudaklarını büzdü. "Bilmem sen iyi diyorsan, iyidir."
"İyidir iyidir, sıcacık eder bütün evi. Bir temizledik mi tamamdır.
"Tamam da nasıl temizleyeceğiz ve nasıl taşıyacağız?"
Demin ki hissettiği duygular kendini terk ettiğinde çarpık bir şekilde güldü Caner. Ne de olsa şenlik çıkmıştı kendine.
"Orasını bana bırak."
***
Sırtında sobayı taşırken ters bakışlar attı arkadaşına Sarp. Altı üstü iki boru taşıyordu hâlâ laf ediyordu. Kolaysa sobayı taşısaydı da boruları kendine bıraksaydı.
"Çenen değil, ayakların çalışsın Caner."
"Abin de tam arabayı bakıma götürecek zamanı buldu ha. Götürmez götürmez bize lazım olacağı gün götürür. Sizin araba ne güzel büyük, koyardık her şeyi arabaya iki dakika da hallolurdu hepsi."
"Caner" "Ne?"
"Oğlum bu kadar çok konuşacaksan niye başımıza iş çıkardın?"
"Sorma be kardeşim düştük işte sevda yoluna."
Sessiz kaldı Sarp, sırtındaki sobayla Caner'in gevezeliklerini çekemiyordu. İyiydi, hoştu lakin gerçekten boş yapıyordu. Sırıtan suratını görmezlikten gelerek kendi yoluna baktı. Neredeyse varmak üzereydi Feyza'nın evine. Düzensiz nefes alışverişlerinden belli oluyordu yorulduğu. E ne de olsa o kadar ağır sobayı taşımak kolay değildi ama olsun dinlenince geçerdi yorgunluğu. Mühim olan kızların üşümemesiydi. Caner harbiden iyi akıl etmişti bu soba işini.
İkisinin geldiğini görünce hızla demir telli bahçe kapısını açtı Feyza. Sarp sırtından sobayı indirirken de yardım etti ona. Alnında biriken ter damlacıklarını görünce kendimi kötü hissetti. Ne gereği vardı ki bu kadar yorgunluğa? Keşke taşımak için ufak bir pikap falan bulsalardı.
"Yorulmuşsun."
"Yok ya, yorulmadım," derken kollarını, sırtını esnetti Sarp lakin saklamak istediği sırt ağrısı daha çok artınca dudaklarının arasından kaçan ufak bir çığlığa engel olamadı. Eş zamanlı olarak bellini tuttu.
"Dur dur," diyerek hızla Sarp'ın arkasına geçti genç kadın. Sırtını ufak ufak ovduğunda esas ağrıyan yeri bulmaya çalıştı. Feyza'nın ellerini hissedince belli belirsiz gülümsedi Sarp. Dudaklarını birbirine bastırdı.
"Burası mı?"
"Biraz aşağısı."
"Burası?"
"Evet, tam orası."
Ellerini Sarp'ın tam bel bölgesinde gezdirirken nedensiz kızardı Feyza. Öyle ki, ateş bastı kendini fakat buna engel olmaya çalışarak "Sarp," dedi. Asuman'la, kendi için yorulmuştu sonuçta Sarp, kendi de elbette ki onu ağrıyan beli ile baş başa bırakmayacaktı.
"Masaj yapmamı ister misin?"
Omzunun üzerinden genç kadına baktığında gülümsedi Sarp. Şu cümleyi duymak bile tüm ağrılarını geçirmişti.
"Olur. Yani şey sana zahmet olmayacaksa."
"Yok canım ne zahmeti."
Birkaç saniye öylece birbirlerine baktıklarında Feyza boğazını temizleyerek gözlerini kaçırdı.
"Hadi gel, içeri girelim."
Başını sallamakla yetinerek Feyza'yı takip etti Sarp. Caner onların ardından bakarken gülümsüyordu. Biliyordu, az kalmıştı. Feyza'ya, yenge diyeceği günler yakındı.
Sarp koltuğa oturduğunda Feyza evde bulduğu masaj kremiyle içeri girdi. Genç adamın arkasında yer alıp gereksiz heyecanını bastırmaya çalıştı.
"Tişörtünü biraz kaldırır mısın?"
Feyza'nın isteği üzerine giydiği tişörtün ucunu biraz yukarı çekerek belini açtı Sarp. Tabii dudaklarındaki keyifli gülümsemeyi es geçmek olmazdı. Feyza kremi Sarp'ın beline sıktığında sadece yaptığı işe odaklanmak için çabaladı, aklına gelen düşünceleri kovdu. Ellerini, beline yerleştirdiğinde hafif hafif masaj yaptı. Baş parmaklarını kullanarak tutulan kaslarını yumuşatmaya çalıştı. Elinin altındaki ten öyle kusursuzdu ki ve o tene dokunmak öyle güzeldi ki, masaj yapmak daha önce hiç bu kadar zevkli olmamıştı.
"Böyle iyi mi?"
"Hıhı"
Gözlerini kapalı olarak yaşadığı anın tadını çıkarıyordu genç adam. Sırtında gezen eller kendini rahatlatmakla kalmıyor, aklını başından alıyordu. Feyza'nın şifa dolu elleri, dokunuşları öylesine güzeldi ki, hiçbir dokunuş daha önce bu kadar güzel olmamıştı. Feyza'ya her dakika çekildiğini inkâr etmiyordu ancak biliyordu ki aralarında ten çekimi de vardı. O yüzden şimdi tüm vücudunu ateş basmış, edepsiz arzular kalbini kuşatmıştı. Kendi de karşı koymuyor, koymak için çabalamıyordu. Seviyordu çünkü yüreğini ele geçiren duyguları.
Masaj yapmaya devam ederken kalp atışları nefesi gibi hızlanıyor, içinden olmadık şeyler yapmak geçiyordu. Lakin hislerine bir dur demesi gerektiğini biliyordu Feyza. Yok saymak istese de başında İlker gibi bela vardı ve o belanın Sarp'a da musallat olmasını istemezdi. Ellerini çektiğinde Sarp'ın sırtını kapadı. Belki de en çok duygularını durdurmaya çalıştı.
"Sanırım bu kadar yeter."
Hayır, demek istese de diyemedi Sarp. Feyza'yı daha fazla yormaktan korktu. Omzunun üstünden genç kadına bakıp gülümsedi. "Eline sağlık."
"Hadi şu sobayı halledelim artık," diyerek ayaklandı genç kadın ancak aniden bileğinin tutulmasıyla geriye dönmesi eş zamanlı oldu. Sarp'la burun buruna geldiğinde kalbinin kulaklarında attığını hissetti.
"Feyza"
"Ef-Efendim?"
Ne diyeceğini bilmiyordu aslında Sarp yalnızca içinden öyle davranmak gelmişti. Eli hâlâ Feyza'nın bileğinde iken gözlerini gözlerinden bir an olsun çekmiyordu. Bırakmak istemiyordu işte bu kadını, sımsıkı sarılmak, doya doya öpmek, kokusunu içine içine çekmek istiyordu. Yıllardır hasretti Feyza'ya ve bu hasret birkaç sarılmayla geçmiyordu işte. Feyza'yı böyle bağrına basmayı, kollarına hapsetmeyi en içten duygularla arzuluyordu fakat biliyordu ki henüz bunların zamanı değildi, hoş zamanı gelecek miydi, onu da bilmiyordu.
"Baca ya," diyerek elini çekti genç adam. "Baca var demi?"
"Mutfakta var."
"Tamam o zaman şey yapalım... Şey... Boruları temizleyelim."
Başıyla onayladı Sarp'ı, Feyza sonra da dışarı doğru adımladı. Tabii bahçede olanlardan henüz haberi yoktu.
Bahçede boruları temizlerken sabır diliyordu Caner zira Asu bir anda heves ederek boru temizleme işine girişmişti. Ama tabii ki beceriksizliğini göstermişti bu konuda. Boruyu o kadar elinde tutamıyor, o kadar temizleyemiyordu ki, Caner çıldırıyordu onu gördükçe. Kibar kibar boru mu temizlenirdi, şöyle temizleme borusunu geçirip geçirip çıkarmak gerekiyordu ki, soba borusu temizlensin.
"Elli defa gösterdim kızım ya, korkma yemez elini. Bastır biraz."
Ters ters baktı Asu, Caner'e elinin tersiyle çarpacaktı şimdi ona bir tane. O zaman görecekti.
"Çok konuşma da işine bak."
İç geçirip elindekileri bıraktı Caner. İki adım atarak genç kadının yanına vardığında "Bak," diyerek temizle borusunun olduğu elini tuttu. Sonra onunla birlikte elini soba borusunun içinde sertçe gezdirdi.
"Böyle yapacaksın ki temizlensin iyice yoksa içine attığınız odun da, kömür de boşa gider..."
Genç adam konuşmaya devam ederken Asu belki de ilk defa ona uzun uzun baktı. Burnuna o tanıdık defne sabununun kokusu dolarken yutkundu. Hâlâ şampuan değil, defne sabunu kullanıyordu anlaşılan Caner. Bu kokudan nefret ettiği doğruydu ancak ona yakışıyordu garip bir şekilde. Mavi gözleri, yanındaki adamın esmer simasında gezintiye çıktığında yüzünü incelmekten çekinmedi. İnkâr etmiyordu yakışıklıydı Caner. Uzun boyuyla, orman misali yeşil gözleriyle, gür sakalları ve dağınık dalgalı siyah saçlarıyla yakışıklıydı. Geçen on yıl içerisinde tip olarak daha olgun bir erkek olduğu yüz hatlarından belli oluyordu. Hatta ve hatta fizik olarak olgunlaşmak onu daha bir çekici yapmıştı sanki.
"Yani diyorum ki biraz..."
Asu'nun bakışlarını görünce sustu Caner. Gözleri deniz gözlerle buluştuğunda belli belirsiz gülümsedi. Sövse de, dövse de hâlâ kendine ilgi duyuyordu genç kadın. Dili ne söylerse söylesin, gözleri gerçekleri anlatmaya yetiyordu.
"Çeksene elini ya, ben kendim yaparım. Bir saattir boş boş konuşup duruyorsun."
Hiddetle elini kurtarıp boruyu temizlemeye giriştiğinde Caner'le göz göze gelmemek için ekstra gayret etti Asu. Caner'den çok kendine sinirliydi bu kez aptal düşüncelerine karşı çıkamadığı için. Caner mi yakışıklıydı? Hiçte bile. Ondan daha çekicileri karşısına çıkmıştı da kendi beğenmemiş, burun kıvırmıştı hepsine.
Genç kadının bu atarlı, asabi hâlleri o kadar çok hoşuna gidiyordu ki, daha da onu sinirlendirmek istiyordu Caner. Ne de olsa insan sevdiği ile uğraşırdı, demi?
Boru temizleme işlemini Caner ve Asu laf yarışı yapa yapa bitirdiler en sonunda. Sarp içeride bacayı temizlerken öğlen üç olmuştu bile. Feyza ise mutfakta yemek tariflerine bakıyordu. Hep Sarp kendini yemeğe davet ediyordu fakat bu sefer, kendi ona sofra hazırlamak istiyordu. Bu kadar yorulmuşken aç kalmasına izin veremezdi.
Mutfağa hiç girmemiş değildi ancak bildiği yemek sayısı sınırlıydı ve o yemeklerin pek Sarp'ın hoşuna gideceğini sanmıyordu. Antakya yemekleriyle sofrayı donatmak isterdi elbette fakat ne yazık ki o kadar becerikli değildi. En iyi yapabildiği et yemeği, et köfteydi, o yüzden o yemekte karar kıldı. Biraz patates kızartıp azıcık pilav yapınca güzel bir sofra ortaya çıkardı herhalde. Asuman da bir güzel salata yapardı, geriye eksik bir şey kalmazdı. Çorba da yakışırdı yemeklerin yanına, Sarp'ta beğenirdi sofrayı galiba.
Feyza, kuzeniyle birlikte mutfakta yemek yaparken Sarp'la, Caner de sobayı kuruyordu. Sarp sandalyeye çıkmış, boruları üst üste dizmekle uğraşıyor, Caner ise devrilmesin diye boruları tutuyordu. Tabii bu arada arkadaşını gazlamayı ihmal etmiyordu.
"Sarp"
"Hı?"
"Ben ne zaman Feyza'ya yenge diyeceğim?"
Duyduğu soruyla elindeki boruyu düşürdü Sarp. Arkadaşına ters bakışlar atıp sandalyeden inip boruyu eline aldı.
"Oğlum bir saçmalama ya."
"Ne saçmalama? Birbirinize dibiniz düşüyor ya, bu inkâr niye?"
Sessiz kaldı Sarp, tekrar sandalyeye çıktığında boruyu alttaki boruya geçirdi. Caner'i duymamaya çalışsa da başaramadı zira arkadaşı susmuyordu.
"Ya ben yenge istiyorum, yenge! Anlıyor musun?"
"Caner!"
"Ney Caner ney? Ne olur yani Feyza'nın elini tutup karşıma geçip Adnan Ziyagil gibi o senin yengen yengen, desen?"
"Oğlum bir sus. Feyza duyacak şimdi."
"Duyarsa duysun."
Anlamıştı Sarp, susmayacaktı Caner o yüzden cevap vermemek en iyisiydi. Kendi kendine konuşur konuşur susardı.
"Sen bu kızı o kadar zaman beklemedin mi, bekledin. Aşkından kendini sokaklara vurdun mu, vurdun. Divane oldun mu, oldun. Daha ne? O da seni seviyor, gözlerinden belli kardeşim, sana bakışlarını görmüyor musun gerçekten? Belli ki o da, senin için dönmüş buraya. Şimdi neyi uzatıyorsunuz onu anlamıyorum."
İç geçirdi Sarp, keşke her şey bu kadar basit olsaydı her şey ama değildi. Aralarında bilmediği bir engel vardı sanki. Bunu o kadar iyi hissediyordu ki.
"Ama şimdi onu bunu bir kenara bırakalım Feyza bile olsa kimse benim Meryem yengemin eline su dökemez. O, benim haseki yengem ona göre."
"Caner"
"Buyur kardeşim?"
"Az sus, olur mu?"
Ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı Caner. Diyeceği her şeyi demişti, içi rahat şimdi. Arkadaşını biraz olsun tanıyorsa dedikleri beynini kurcalamaya başlamıştı bile.
Televizyonda abuk subuk bir şarkı çalarken Caner sağır olacağını sandı bir an. Asu'nun açtığı şarkı kanalından ancak bu beklenirdi zaten. "Bu ne abi ya," diye söylenerek hemen yanındaki koltukta duran kumandayı eline alıp kanalı değiştirdi, değiştirir değiştirmez de hoş bir müzik sesi odayı doldurdu. "İşte bana bunlarla gelin," diyerekte müziğin sesini yükseltti. Sarp duyduğu şarkı sözleriyle başını çevirip ekrana baktı.
Bu kente bir daha gel
Duyduğu adım sesleri gözlerini ekrandan çektiğinde elindeki tabaklarla içeri giren Feyza'yı gördü. İkisi de şarkının ritminde kaybolurken gözlerini kaçırmadılar, aynı duygular yüreklerini sararken sadece gözleri ile anlaştılar.
Bu kente bir daha gel
Heybende oyun getir
Bakışlarını Sarp'tan çekip sofraya elindeki tabakları koyduğunda üzerinde hâlâ Sarp'ın gözlerinin gediğine emindi genç kadın fakat bundan rahatsız olduğunu söyleyemezdi. Sadece her şeyin başka türlü olmasını isterdi. Duygularına pranga vurmak zorunda olmadığı bir zamanda ya da yerde.
Sonra ekmek olalım olur mu?
Ama unutma beni
Sarp borularla uğraşmaya devam ederken karışık duygular yaşıyordu. Belki de en çok Feyza'yı çözemiyordu. Elini uzatsa dokunabileceği kadar yakındaydı aslında, bir o kadar da uzak. Aralarına bariyer örüyor, sonra bazen o bariyeri kaldırıyordu. Bir bakıyor her şey tamam, diyordu Sarp fakat bir şeyler oluyor ve o şeffaf duvar yeniden yer alıyordu aralarında. Neydi bunun sebebi gerçekten anlamıyordu. Bir yerde bir hata mı yapıyordu acaba?
Arkadaşının düşüncelerinden habersiz şarkıya eşlik ediyordu Caner. Aynı zamanda sofraya kaşık çatal dizen Asu'ya hiç çekinmeden bakıyor, öfkeli gözlerine aldırmıyordu hatta o asabiyet dolu bakışlarından zevk alıyordu.
Heybende oyun getir
Sonra ekmek olalım olur mu
Ama unutma beni
Öfkeyle masayı dizerken eline geçeni Caner'in kafasına atmamak için kendini zor tutuyordu Asu. Arsız herif, ne olacaktı. En sonunda dayanamayıp televizyonu hışımla kapadı. Böylece Caner de sesini kesmiş oldu.
"Niye kapadın ya, ne güzel şarkı dinliyorduk."
"Git evinde dinle."
Feyza gözlerini ikisine bugün bir kez daha devirdiğinde "Sofra hazır," dedi. "Sizin işiniz daha bitmedi mi?"
"Bitti bitti," diyerek sandalyeden atladı Sarp. "Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum."
O, odadan çıkarken Feyza da ayranı getirmek için yeniden mutfağa gitti. Asu bardakları, tabakaların etrafına koyarken Caner et köfte almak için elini uzatmıştı ki, Asu hızla eline vurdu.
"Ellerinin kiriyle yemeklere dokunamazsın. Git ellerini yıka."
"Siz de var ya, titizlik hastalığı var. Kesin tanı."
Caner söylene söylene odadan çıkarken Asu ters ters baktı arkasından. Merak ediyordu neden her seferinde onunla aynı ortamda kalmak zorunda kalıyordu?
Yaklaşık beş dakika sonra herkes sofraya oturdu, yemekler bir güzel yendi. Sarp'ta Caner de her şeyi çok beğendi. İkisi de doyamadı et, köfteyle pilavın tadına ve Caner merak ettiği bir soruyu daha dile getirdi.
"Yemekleri kim yaptı?"
"Feyzoş," diye cevapladı Asu. Caner'den çok Sarp'ın duymasını ister gibi. Elbette erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer, lafına katılmıyordu ancak bugün kuzeni gerçekten çok uğramıştı yemeklerle ve Sarp'ta bunu bilsin istiyordu.
Feyza'nın gözlerine bakarken içtenlikle "Ellerine sağlık," dedi Sarp.
"Afiyet olsun."
Herkesin doyduğuna emin olunca sofrayı toplamak üzere ayaklandı Feyza. Tabakları eline alıp mutfağın yolunu tuttuğunda Asu da arkasından adımladı. Sarp bardakları eline almıştı ki Caner kendini dürtükledi.
"Yengeliğin bu sınavından da geçti." "Ne?"
"Feyza diyorum benim yengem olmaya bir kere daha hak kazandı. Güzel yemek yapamayan biri asla yengem olamaz biliyorsun."
"Hâlâ orada mısın Caner ya?"
"Ya nerede olayım kardeşim? Bak vallahi sizin mürvetinizi görmeden ölürsem gözlerim açık gider."
Tövbe çekip bir adım attı genç adam lakin arkadaşı kendini bir kez daha durdurdu. "Oğlum bak ben çok ciddiyim. Alacaksın karşına Feyza'yı böyleyken böyle diyeceksin. Kız belli ki senden bir adım bekliyor."
Her ne kadar Caner'in dediklerini duymazlıktan gelse de beynini kemiren düşünceleri susturamıyordu Sarp. Caner'e uyup ciddi ciddi Feyza'yla konuşası geliyordu fakat sonrasından korkuyordu. Feyza'yı tamamen kaybetmekten. Bindir düşünceyle mutfağa girdiğinde elindeki bardakları tezgâhın üzerine bıraktı. Asu işini bitirip mutfaktan çıktığında Feyza'yla baş başa kaldı.
Genç kadın bulaşıkları makineye yerleştirirken arkasını dönmüştü ki, bugün bir kez daha Sarp'la burun buruna geldi.
"Sarp"
"Feyza"
Ne oldu, der gibi baktı Feyza. Niye karşısında böyle dikiliyordu Sarp şimdi?
"Bir şey mi, diyeceksin?"
"Ben mi... Ha yok, öyle bardakları bıraktım da."
"Tamam ben de kalanları getireyim," diyerek genç adamın yanından geçip gidecekti ki Feyza bileğinin tutulmasıyla geri döndü. Ne oluyordu bugün ona? Neyi vardı?
"Feyza"
"Efendim?"
"Feyza," dedi Sarp bir kez daha ancak yine durdu. Kelimeleri toparlayamıyordu bir türlü. "Feyza"
"Evet?"
"Feyza bizim.... Yani senle benim... İkimizin... Bizim yani... İkimizin işte... Bizim... Bizim bazı şeyleri açıkça konuşmamızın zamanı gelmedi mi sence de?"
Yutkundu Feyza, hayır doğru zaman şimdi değildi. Olmazdı. Olmazdı işte. Dün akşam yaşadıkları malumdu ve işin içine Sarp'ı da katamazdı.
"Ne gibi açık şeyler?"
"Feyza," diyerek gözlerini kapadı Sarp. Neden kendine hiç yardımcı olmuyordu?
"Feyza biz..."
Daha fazla devam edemedi genç adam çünkü telefonu çaldı. Kim niye arıyordu şu an? Kim niye arıyorsa arıyordu, gerçekten önemli bir işi vardı şimdi. Israrla çalan telefonu kapatmak için cebinden çıkardığında annesinin aradığını gördü.
"Açsan iyi olur."
Bir Feyza'ya bir telefona bakarken em sonunda aramayı kabul edip telefonu açıp kulağına dayadı Sarp.
"Efendim anne?"
"Oğlum sen neredesin evde kıyametler kopuyor haberin yok."
"İşlerim vardı. Ne oldu?"
"Her ne işin varsa çabuk bırak eve gel. Hemen Sarp hemen!"
Telefon kapandığında gerçekten korktu genç adam. Evde bir şeyler olmuştu belli ki ve gitse iyi olurdu.
"Ne oldu?"
"Annem çabuk gel, dedi. Ben...Ben eve gitsem iyi olur."
Başını salladı Feyza ancak kendi de korktu. Bu kadar büyük ne olmuş olabilirdi ki?
Sarp rüzgâr gibi Feyza'dan çıkıp kendi evine vardığında kapıyı anahtarla açıp eve girdi. Girer girmez de Zeyno "Amca!" diye bağırarak kucağına atladı. Oldukça korkmuşa benziyordu. Yeğeninin saçları arasına öpücük kondurup kaşlarını çattı.
"Ne oldu çitlembik?"
Omuzlarını silkip amcasının göğsüne saklandı küçük kız. Gerçekten iyi şeylerin olmadığını o an bir kez daha anladı Sarp. İçeri girdiğinde ise kendini oldukça gergin bir ortam karşıladı. Ayakta dikilen abisinin yanında sinirli fakat bir o kadar da üzgün olan yengesi yer alıyordu. Annesi çatık kaşlarla baş köşede yer almışken Çiçek gerginlikle gözlerini bir onda bir bunda gezdiriyor, az sonra neler olacağını korkuyla bekliyordu ve Cem halasının yanında sessizliğe bürünmüştü. Korkulu hâlini belli etmemek için çaba harcadığı belliydi. Fakat hepsinden önemlisi evin sahibi gibi rahat rahat karşısında oturan iki adamdı.
Hüseyin Çayırcı ve Hamit Çayırcı
Her şeyi şimdi anlamıştı Sarp, Zeyno'nun saçlarını okşadığında "Güzellik," dedi. "Korkmana gerek yok, dayıların gelmiş."
Her ne kadar böyle söylese de, onların sırf yengesi için buraya gelmediklerini anlamıştı genç adam ve her ne için gelmişlerse pek iyi şeylerin olmayacağı da aşikârdı. |
0% |