@petekayla
|
Ne çocukluğunda ne gençliğinde ailesinden değer görmemiş, anne sevgisi, baba merhameti, kardeş sıcaklığı nedir bilmemişti Meryem. Bir kez olsun saçları okşanmamış, yanakları öpülmemişti, her şeye rağmen ailesine dolamak istediği kolları hep boş kalmıştı. On sekiz yaşına kadar yaşadığı hayatı, hayat değildi bile, hizmetçiden farksızdı çünkü o evde. Hatta hizmetçiler bile saygı görürdü ama kendine asla saygı duyulmamış, söz hakkı tanınmamıştı. Köle gibi çalışıp durmuştu gerek evde gerek tarlada. Üstüne üstlük dayak yediği de çok olmuştu. Babası da, abileri de acımasızca zulüm etmişlerdi kendine. Nedeni ise okumak istemesiydi, büyük okullara gideceğim ben, diye bağırdında yanaklarına inen şiddet tokatları unutmasına imkân yoktu. On dördünde okuldan alınarak eve kapatılmasını nasıl unutabilirdi ki? Ya kendini zorla evlendirmeye çalıştıklarını? Tamam Sedat'la isteyerek evlenmiş, ona gönül vermişti ama öncesinde kendinden on, on beş yaş büyük adamlarla evlenmeye zorlamışlardı kendini. Neyse ki karşısına Sedat çıkmıştı da, evlilik meselesi yüzünden daha çok baskı yapmamışlardı. Evliliğin bir çözüm olmadığını, evlenerek sorunlarından kurtulamayacağını biliyordu aslında genç kadın lakin başka çaresi yoktu. O azap dolu hayattan ancak evlenerek kurtulabilirdi. Öyle de olmuştu, köyden gelin çıkmış, bir daha da ayak basmanmıştı oraya. Ta ki annesinin cenazesine kadar. Cenazeye gitmişti gitmesine ama bir damla gözyaşı dökmemiş, canı yanmamıştı, annesini kaybettiği için üzülmemişti. Çünkü görmemişti ki anne sevgisi, vermemişti ki annesi sevgisini. Ha vardı ha yok ne fark ederdi? Yaşadığı tüm eksiklikleri tamamlamak için iyi bir anne olmaya çalışmıştı Meryem. Görmediği anne sevgisini çocuklarına vermek, onlara yetebilmek için didinip durmuştu gece gündüz demeden. Annesi gibi bir anne olmamaya gayret etmiş, ona benzememek için çabalamıştı. Ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu fakat bildiği bir şey varsa o da asla çocuklarının haklarını kimse elinden alamazdı. Karşısındaki kişiler abileri olsa bile. Dün gece Rasim Çınar, babası vefat etmişti. Zaten kanser hastası olduğu için beklediği bir şeydi, şaşırmamıştı bile Meryem öğrenince fakat kendine düşen mal hakkından abileri feragat etmesini isteyince öfkeden deliye dönmüştü. Mal da mülkte gözü olan bir kadın değildi lakin babasından kalan mirasta Cem'le, Zeyno'nun hakkı vardı ve çocuklarının bu hakkından vazgeçmezdi. Salondaki gergin ortamı dağıtmak aynı zamanda ne olduğunu öğrenmek için misafirperver davranmaya çalıştı Sarp. Yengesinin abilerini tanıyordu, pek görüşmese de yüzlerini unutmamıştı. Zeyno'yu kucağından indirip karşısında oturan iki adama yaklaştı. Her şeyi, bir kenara bırakıp elini uzattı. Meryem'e nasıl davrandıklarını bildiği için onlardan haz etmezdi ama şimdi evine gelen misafire kaba olmak yakışmazdı kendine. "Hoş geldin Hüseyin abi." Sarp'ı şöyle bir süzüp ayağa kalktı Hüseyin. Büyümüştü bu sırık. Uzatılan eli tuttuğunda sararmış dişleriyle sırıttı. Üstünün başının sigara kokmasının yanında sakalları oldukça uzun, saçları bakımsızdı. Kendine bakmadığı, temizliğini ihmal ettiği belli olmayacak gibi değildi. "Hoş görmedik bilesin." Neler olduğunu anlamak ister gibi gözlerini yengesine çevirdi Sarp. Gözlerinden ateş çıkıyor, iki abisinin de şuracıkta boğazına yapışıp canını alacakmış gibi duruyordu Meryem. "Bakma öyle oğlum," diyerek araya girdi Hamit. Meryem'e sinir dolu gözlerle bakarken böyle bir kız kardeşi olduğu için bir kez daha lanet okuyordu içinden. "Yengen babasını, atasını, abisini unutmuş. Büyüğünü saymaz olmuş." "Ne büyüğü ya, ne büyüğü?!" Meryem bağırarak ayağa kalktığında öfke kontrolünü kaybetmek üzereydi. Deminden beri dilediği sabır yeterdi, Çocuk değildi, otuz yaşında bir kadındı. Kimsenin de kendine zarar vermesine izin vermeyecekti. Geçmişti abilerine boyun eğip, itaat ettiği günler. Kendini korumasını, hakkını savunmasını biliyordu artık. Yeteri kadar susmuştu, şimdi sesini çıkarmasının vaktiydi. "Sadece benden önce doğduğun için kendini büyük mü görüyorsun sahiden?" "Meryem!" diye bağırdı Hamit. Abisi gibi onun da dişleri sararmış, saçı sakalı birbirine karışmıştı. İkisi de kara yüzlü sayılacak kadar esmerdi aslında fakat Hüseyin'e zıt olarak kısa boyluydu Hamit. Hem de bir erkeğe yakışmayacak şekilde. "Benim asabımı bozma! Kır dizini otur evinde çoluğuna çocuğuna bak! Şu zıkkımları da imzala!" Elindeki kağıtları orta sehpanın üzerine fırlattı Hamit. Asabiyet gözlerinde, öfke yüzünde yer edinmişti. Biraz daha konuşursa kardeşini ayağının altına alacaktı. Gözleri fırlatılan kağıtları bulunca hızla ne yapacağına karar vererek kağıtları eline aldı genç kadın. Abilerinin gözlerinin içine baka baka her bir kağıdı yırtıp paramparça etti. Hiçbir kuvvet kendine bu kağıtları imzalattıramazdı. "İmzalamayacağım! Duydunuz mu beni? Ne yaparsınız yapın imzalamayacağım! Çocuklarımın hakkını size yedirmeyeceğim!" Hüseyin bir atak yapacaktı ki Sedat ayağa kalkıp karısının kollarını tuttu. Her ne olursa olsun Hüseyin de, Hamit'te abisiydi ve Meryem'in onlara böyle davranması yanlıştı. "Kendine gel Meryem!" Kocasının ellerini hışımla indirdi genç kadın. Zaten Sedat'ın yanında olmasını da, anlamasını da beklemiyordu. Kendini haksız bulacağına emindi, tanıyordu çünkü onu. "Ben kendimdeyim! Ne yaptığımı da biliyorum!" Öfkeyle parlıyordu kocaman açılmış kahve gözleri. Sinirinden çıldırdığı belliydi. Öyle ki Cem de, Zeyno'da annelerinin bu hâlinden korkuyorlardı. Zeyno hıçkıra hıçkıra ağlıyor, Cem kulaklarını elleriyle kapatmış bağrışları duymak istemiyordu. İki kardeşte bir an önce bu arbede bitsin istiyordu ama en acısı ikisini de kimsenin gözü görmüyordu. "Sen kardeşimize böyle mi sahip çıktın Sedat? Bizi bırak, seni, kocasını bile saymıyor!" Karsını bırakıp Hüseyin'e döndü Sedat. Kendinin de öfkeden köpürmesi an meselesiydi. "Haddini aşma Hüseyin!" "Valla abim değil, senin karın haddini aşıyor enişte." Sedat öfkesini kontrol altında tutmaya gayret ederken Meryem bir adım öne çıkıp iki abisinin karşısında korkusuzca durdu. "Siz mi bana haddimi bildireceksiniz?" "Meryem," dedi Sedat hayret edilir bir sakinlikle. Nasıl bu kadar sakin kalmayı başarıyordu kendi bile bilmiyordu. Duymadı genç kadın kocasını, içindeki öfkeyi kusmadan rahat etmeyecekti. Yaşayamadığı çocukluğunun, gençliğinin hesabını sormak, onlara zarar verip canlarını yakmak istiyordu. Kendinin canı çok yanmıştı çünkü. Fiziksel olarak aldığı yaralar geçse de, ruhuna açılan yaralar geçmemişti, her ne kadar iyi gibi görünse de içindeki küçük kız çocuğu hâlâ ağlıyordu sevgisizliğe. Herkes gibi o da muhtaçtı sevilmeye. "Kim olarak? Kim olarak bana had bildireceksiniz? Kim? İki abi müsveddesi mi?" "Meryem yeter!" diyerek karısını kolundan tutup kendine çevirdi Sedat. Birinin onu kendine getirmesi şarttı. "Haddini gerçekten aşıyorsun artık!" Kaşlarını çattı Meryem, parmağıyla kendini işaret etti. "Ben haddimi aşıyorum öyle mi?" "Evet sen aşıyorsun! Karşında abilerin var!" "Abi," diyerek araya girdi Sarp. Kime ne diyeceğini bilmese de daha fazla sessiz kalacak değildi. Üstelik abisi yanlış yapıyordu. Yapması gereken tam şu an yengesine destek olmaktı fakat o, Meryem'in dediği gibi iki abi müsveddesini savunuyordu. "Sen karışma Sarp!" Sarp'a kısa bir bakış atıp geri kocasına çevirdi Meryem gözlerini. Sarp'ın bir şey demesine gerek yoktu, yanında olduğunu zaten biliyordu. "Niye karışmasın senin yapmadığını yapıp yanımda durduğu için mi?" Genç kadının sözleri ortama bomba gibi düşerken herkesi susturan Nermin Hanım oldu. Bağrışı evi inlettiğinde yutkundu Meryem. Belki yanlış sözler sarf etmişti fakat aklı pek başında değildi. "Meryem!" "Anne," dedi ürkekçe genç kadın. Sesi ilk defa kısıktı o an. "Aklını başına devşir!" İşlerin daha çok karışacağını anladığında "Çiçek," diyerek karşısındaki koltukta oturan kardeşine seslendi Sarp. "Çocukları odaya götür." "Abi..." "Ne dediysem o." Öylesine gergin bir ortam vardı ki, itiraz edemedi genç kız. Olayların devamını merak etse de, olacaklardan nasibini almak istemezdi. Bir şekilde olayın ucu kendine dokunacaktı, hissetmişti. Yeğenlerini zorla salondan çıkartıp odaya götürürken hâlâ bağrış seslerini duyuyordu. Anlamıştı ortalık kolay kolay süt liman olmayacaktı. "Ağzından çıkanı kulağın duysun!" "Ben ne dediğimi biliyorum Sedat! Senin yerine yine Sarp benim yanımda!" Öfkeden yüzü kıpkırmızı olurken boyun damarları da ortaya çıkıyor, tansiyonunun yükseldiği alnında biriken ter damlacıklarından belli oluyordu. Karısına bakan gözleri ise öfkeyle parlamaya devam ediyordu ve biliyordu ki Sedat, Meryem biraz daha ileri giderse kendini tutamayacak, öfkesine daha fazla hâkim olamayacaktı. "Kız bana bak yoksa sen kocanın kardeşiyle mi iş pişiriyorsun gizli gizli?" "Ne!" diye bağırdı Sarp. Bu nasıl çirkin bir ithamdı? Nasıl Hüseyin'in böyle bir şey demeye dili varırdı? "Sen ne dediğinin farkında mısın Hüseyin abi? Nasıl böyle bir şeyi aklına getirip düşünürsün? Meryem benim ablam ya, ablam!" Sarp'ın sözlerine zerre kadar aldırış etmeden elini salladı Hamit. Kendi de, abisiyle aynı düşünceleri paylaşıyordu. "Biz ne abla, kardeşler gördük." Sarp bir şey diyecekti ki elini kaldırarak susturdu onu Meryem. Sarp'ı abilerine yem etmeyecekti elbette. O ne derse desin ikisinin de iğrenç düşünceleri değişmeyecekti. Engel olamadığı gözyaşları yanaklarını ıslatırken dik durmak için gayret ediyordu. "İkinize de hiçbir şey demeyeceğim! Düşünceleriniz kadar iğrençsiniz çünkü!" Hüseyin delici gözleriyle kardeşinin canını şurada alacakmış gibi dururken elindeki tespihin ipini kopartıp boncuklarını dağıttı. Meryem'le arasındaki mesafeyi kapadığında parmağını tehdit eder gibi salladı. "Senin o dilini keserim Meryem! Çıldırtma beni!" "Çıldır! İstiyorsan delir, umrumda bile değil! Senden korkmuyorum! Elinden gelen ne varsa onu yap! Ama ben sana asla köle olmayacağım, boyum eğmeyeceğim! Duydun mu beni? Sana da Hamit'e de boyun eğmeyeceğim!" Genç kadının sesi değil evi, mahalleyi inletirken öfkesine daha fazla engel olamadı Sedat karısını yeniden kolundan tutup çektiğinde "Yeter Meryem!" diye bağırdı. Sinirden gözü dönmüştü, öyle ki elinin ne ara havaya kalkıp ne ara Meryem'in yüzüne indiğini kendi bile anlamadı. Evet, on yıldan fazla olan evlilik hayatında ilk defa tokat attı karısına. İsteyerek veya istemeyerek. Tokadın sesi herkesi susturdu. Öyle ki salondaki kimseden ses çıkmadı. Ya da kimse bir şey demeye cesaret edemedi. Fırtına öncesi sessizlik çok sürmedi fakat. Ters tarafına dönen yüzünü geri kocasına çevirdiğinde gözyaşlarına engel olamadı Meryem. Hıçkırıklarını zoraki bastırdığında Sedat'ın gözlerinin içine kırgınlıkla baktı. Kocasının yaralarına merhem olmasını isterken o, bir yara daha açmıştı yüreğine. Yanağına değil, ruhuna darbe vurmuştu Sedat. "Bu yaptığını sakın unutma Sedat. Sakın!" Duygusuz gözlerle karısına bakarken yutkundu genç adam. Meryem arkasını dönüp giderken elinin hâlâ havada olduğunu o an fark etti. Elini indirip gözlerini kapadığında Hamit'in sesini duydu. "Ellerin dert görmesin enişte." Sarp, Hamit'i boş verip Sedat'ın üzerinde nefret dolu gözlerini gezdirdi. Bunu yapacak kadar nasıl düşmüştü abisi? "Bunu da mı yapacaktın abi?" "Sarp," dedi genç adam ne diyeceğini bilmeden. Kardeşi kendine nefret dolu gözleriyle bakarken ne hissettiğine karar veremiyordu. Pişman mıydı? Bilmiyordu, yalnızca içinde adını koyamadığı ya da koymaya korktuğu hisler kol geziyordu. Sedat'ı umursamayıp yengesinin arkasından giderken kendini suçlu hissediyordu Sarp. Abisine nasıl engel olamamıştı? Nasıl onu durduramamış, yengesini koruyamamıştı? Kahretsin neden korkak gibi sessiz kalmıştı olan bitene? Bir şeyler yapabilirdi oysa, yapmalıydı hatta ama susmuştu. Susup film izler gibi izlemişti her şeyi ve bu yüzden suçluydu. En az abisi kadar suçluydu. Odasında duvar dibine çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlarken her şeyi yeniden yaşıyordu Meryem. Tüm o unutmak istediği şiddet dolu anlar, zihninin en kuytu köşelerinden fırlayıp gözlerinde canlanıyordu. Hangi birini saysaydı? Bakkalın oğlu kendine göz koyduğu için yediği dayakları mı yoksa gizli gizli ders çalıştığı için kemerle dövüldüğünü mü? Ya da hastalanıp tarlaya gidemediği için babasının kendini tekmelediğini mi? Hangi birini kime anlatsaydı, kime neyin derdini yansaydı? Hoş dert yanacak kimsesi de yoktu ki. Kocası bile yanında değildi, yanında olmasını da geçmişti onun da bir farkı kalmamıştı şimdi babasından da, abilerinden de. Oysa sevmişti kendi Sedat'ı, güvenmişti. Nasıl güvenmesindi ki, kocasıydı Sedat. Kocası. Aynı yastığa baş koyduğu adam, çocuklarının babası. Lakin o, hayal kırıklığına uğramıştı kendini ve canı her zamankinden daha çok yanmıştı. "Yenge" Sarp kapıya vururken ağlamaklı sesini bastırmak için çabaladı genç kadın. "Şimdi olmaz Sarp." "Yenge lütfen... Lütfen." "Yalnız kalmak istiyorum." "Tamam... Tamam sen nasıl istersen ama ben... Ben çok özür dilerim yenge. Abime engel olamadığım için senden çok özür dilerim. Beni affet olur mu?" Dudakları arasından kaçan hıçkırığa engel olamadı Meryem. Özür diliyordu Sarp. Hiçbir bir suçu olmamasına rağmen özür diliyordu. Şu çocuğun kıymetini bilen yoktu ya, ona daha çok yanıyordu. Hıçkırıklarına, gözyaşlarına engel olamıyor, ağlaması daha çok şiddetleniyordu. Duyguları, hisleri karmakarışıktı, öfke, hüzün, acı ve daha nicesi kuşatmıştı kalbini. "Yenge?" Ayağa kalkıp kilitli kapıyı açtığında Sarp'ı karşısında gördü genç kadın. Hıçkırıkları susmuştu ancak gözyaşları akmaya devam ediyordu. Yanağındaki kızarıklık ise yerini hâlâ koruyordu. Bir süre gözlerini karşısındaki kadında gezdirdi Sarp ardından yengesinin boynuna atılıp sımsıkı sarıldı ona. Meryem yalnızca yengesi değildi, her derdini paylaştığı dert ortağı, ablasıydı fakat kendi onu koruyamamış, engel olamamıştı abisine. O kadar suçlu hissediyordu ki, kendini. "Özür dilerim yenge, çok özür dilerim." "Özür dilemesi gereken en son kişi sensin. Senin bir suçun yok Sarp." "Olsun," diyerek başını çekti genç adam. "Yine de elimden bir şeyler gelmeliydi." Sessiz kaldı Meryem, bir şey diyecek dermanı bile kendinde bulamadı ancak çocukları karşı odadan çıkıp koşarak yanına geldiğinde yere çöküp onları sıkı sıkı kucakladı. Bu hayatta tek tutunacak dalı evlatlarıydı. "İyi misin anne?" "İyiyim iyiyim kızım, merak etme sen." "Ama ağlıyorsun," diyerek küçük eliyle annesinin gözyaşlarını sildi Cem. Annesini üzgün görmek acıtıyordu ufacık yüreğini. "Yok annem, ağlamıyorum pencere açık ya gözüme toz kaçtı." Meryem çocuklarını ikna etmeye çalışırken Çiçek, Sarp'ın yanında duruyordu ki, gözleri yengesinin kızaran yanağını buldu. Neler olduğunu tahmin ederken abisini kolundan çekip çocuklardan uzaklaştırdı. "Aşağıda ne oldu?" "Bu mevzuya karışma Çiçek." "Karışırım. Söz konusu yengem iken ben her mevzuya karışırım." Tuttuğu nefesini verirken kardeşine ters bakışlarla baktı Sarp. Tüm olayların arasında bir de söz dinlemez, laf anlamaz kardeşi vardı. "Çiçek lütfen, bir de seninle uğraşmayalım." "Uğraşma o zaman, ne olduğunu söyle, yeter." Neden bir kez olsun kendini dinlemiyordu bu kız? Neden her şeye burnunu sokuyordu? Abisinin ne yaptığını kardeşinin öğrenmesini istemiyordu Sarp çünkü öğrenirse Sedat'tan nefret edecekti Çiçek. "Vur-Vurdu mu?" diyerek düşüncelerini dile getirdi genç kız. İçten içe Sarp'ın hayır demesini isterken yanılmadığını da biliyordu. "Söylesene abi, Sedat abim yengeme vurdu mu?" Gözleriyle onayladı Sarp, kardeşini. Nasıl olsa öğrenecekti zaten. Çiçek ellerini yumruk yaptığında öfke yüreğini çoktan ele geçirmişti. Sedat'tan gerçekten nefret ediyordu şimdi. Hızla merdivenlere doğru yol aldığında yengesinin sesini duysa da umursamadı. "Çiçek! Çiçek! Çiçek! Çiçek sende azıcık hatrım varsa dur!" Meryem öyle deyince el mâhkum durdu genç kız. Arkasını döndüğünde öfkeden akıttığı gözyaşlarını saklamaya çalıştı. "Ne oldu yenge?" "Nereye gidiyorsun?" diyerek Çiçek'in karşısına geçti Meryem. "Abime yaptığının hesabını sormaya!" "Çiçek" "Sakın bana sen karışma deme yenge." "O senin abin. Her ne olursa olsun." Başını iki yana salladı genç kız, abisi diye sessiz kalacak değildi bu olaya. "Sana dokunan biri benim abim olamaz!" Başka bir şey demeden merdivenlerden koşar adım indi Çiçek, yengesinin sesini hâlâ duysa da umursamadı. Durmaya hiç mi, hiç niyeti yoktu. Sarp, kardeşinin peşinden giderken yengesine güven vermeyi de ihmal etmedi. "Ben hallederim." Meryem öylece kaldığında gözlerini kapadı. Kendinden çok Sarp'la, Çiçek'i düşünüyordu. Her ne olursa olsun Sedat onların abisiydi ve kendinin yüzünden aralarının bozulmasını kesinlikle istemezdi. Salona girdiğinde alev topundan farksızdı Çiçek. Hüseyin'le, Hamit yoktu, gitmişlerdi muhtemelen. Cehennemin dibine gitselerdi de dünya daha güzel bir yer olsaydı. Korkusuzca abisinin karşısında durduğunda sesi duvarlarda yankılandı. "Bunu nasıl yaparsın abi?!" "Çiçek!" diye bağırarak ayağa kalktı Nermin Hanım. Ortalık zaten yangın yeriydi, kızı eksik kalsındı. "Karşında abin var, edebini takın!" "Keşke oğluna da aynı şeyi söylesen Nermin Hanım!" "Çiçek!" diye bağıran kişi Sedat oldu bu kez. Asabiyet hâlâ damarlarında gezerken bir de kardeşiyle uğraşmak istemiyordu. "Seni ilgilendirmeyen mevzulara karışmadan odana git!" "Yok ya, sen yengeme el kaldıracaksın ben de sessiz kalacağım öyle mi?" "Çiçek!" "Çiçek, Çiçek, Çiçek ne? Söyle Çiçek ne? Bana da mı vuracaksın yoksa?" "Çiçek," diyerek araya girdi Sarp. Şüphesiz haklıydı kardeşi ancak böyle yaparak haksız duruma düşüyordu. Ellerini omuzlarına koyduğunda şefkatle baktı gözlerinin içine. "Şimdi değil güzelim." "Sen de mi abi?" Gözlerini kapatıp açtığında ne diyeceğini, ne yapacağını düşündü Sarp. Neden kardeşi kendini anlamıyordu? Böyle bağırmakla hiçbir şey yoluna girmez, ortalık düzelmezdi. Öfke zarardan başka bir şey getirmezdi kimseye. "Söylesene ileride kocam olsa, bana vursa yine karşıma geçip şimdi değil mi, diyeceksin?" Kardeşimin yüzünü avuçlarının arasına aldı genç adam. Asla öyle bir şeyin olmasına izin vermez, olursa ortalığı yıkar geçerdi. "Hiç kimse ama hiç kimse senin kılına zarar veremez! Sana dokunacak adamın canına okurum! Duydun mu beni?" Yanaklarını ıslatan gözyaşlarına engel olamadı Çiçek, hıçkırıkları boğazını yakarak özgürlüğüne kavuşurken nice duyguyu aynı anda yaşıyordu. "Şimdi niye susuyorsun o zaman? Niye yengemi korumuyorsun?" Öfke nöbeti geçiren kardeşini sakinleştirmeye çalışarak ona sarıldı Sarp. Saçlarında sıcacık ellerini gezdirip şakağına öpücük kondurdu. "Bağırarak kimseyi koruyamam Çiçek." Başını kardeşinin boynundan çektiğinde yüzünü tekrardan avuçlarının arasına aldı, gözleri ile konuşmaya çalıştı onunla. Çiçek abisini anlayınca gözleriyle onayladı genç adamı. Güven veriyordu çünkü Sarp'ın bakışları. "Şimdi odana git, olur mu?" Başını sallayarak arkasını döndü genç kız. Odasına doğru adımladığında Sarp derin bir nefes aldı. En azından Çiçek sakinleşmişti. Sedat'a kırgınlıkla bakıp düşüncelerini dile getirdi. "Sen bu akşam sadece yengemi değil, Çiçek'le, beni de kaybettin abi. Tabii senin için önemi varsa." Sarp salondan çıkıp giderken bulduğu koltuğa çöküp saçlarını karıştırdı Sedat. Pişmandı aslında lakin belli etmek ya da kabullenmek istemiyordu pişmanlığını. *** Elindeki çöpleri sokaktaki çöp kutusuna atarken karşı kaldırımda oturan Sarp'ı gördü Feyza. Gecenin bir saati bu soğukta dışarıda ne işi vardı ve niye öyle düşünceli düşünceli uzaklara dalmıştı? Merakına engel olamayarak onun yanına adımladı. Sarp, Feyza'nın yanına oturduğunu fark ettiğinde kısa bir bakış attı ona. Tuttuğu nefesini verip yeniden uzaklara daldı. Keşke Feyza'yla her şeyi konuşabilseydi lakin bazı şeylerin gerçekten aile içinde kalması gerekiyordu. Kol kırılır yen içinde kalırdı sonuçta. "Böyle uzaklara dalıp gittiğine göre pek bir dertlisin." "Sadece," diyerek başını kaldırıp gökyüzüne baktı Sarp. Yıldızlar çok görünmüyordu kara kara bulutlar kaplamıştı göğü. Yağmur yağacağı belliydi. "Sadece?" Yanında oturan kadının yüzüne bakıp tuttuğu nefesi verdi. İçinden geçeni yapmak için de cesaret gösterdi genç adam. "Sadece tek bir şeye ihtiyacım var." "Neye?" Kolunu boynuna dolayıp Feyza'yı kendine çekerek başının göğsüne düşmesini sağladı Sarp. Çekinmeden ellerini saçlarında gezdirirken gözlerini kapadı. Tüm derdi tasası yok olmuş, ruhu kalbi gibi huzur bulmuştu. "Buna." "Sarp," dedi Feyza kararsızca. Geri çekilmedi tam aksi bu anın tadını çıkarmayı istedi fakat unutmak istediği gerçekler aklından çıkmıyordu bir türlü. Çıkmadığı gibi de duygularına set çekmesine neden oluyordu. Masum masum baktı genç adam Feyza'nın ela gözlerine. "Bir şey söylemesen?" Kıyamadı Feyza, Sarp'a. Sessizliğini koruyup daha çok yerleşti göğsüne. Elini kaldırıp göğsüne dayadığında gözlerini kapadı. Huzur burasıydı şüphesiz, Sarp'ın kolları. Her şeyden kaçıp buraya sığınmayı, burada dinlenmeyi ne çok isterdi. Keşke... Keşke önünde bu kadar çok engel olmasaydı. Parmakları dalgalı saçların arasında özgürce gezerken yaşadıklarından soyutlanıp, bambaşka hülyalara daldı Sarp. İkisine ait bir dünya hayal etti bir an için. Kimsenin kendilerine karışmadığı, duygularını korkmadan yaşadıkları bir dünya. Biliyordu, görüyordu Feyza'nın da kendine karşı duyguları vardı. Kendinin hissettiklerini o da hissediyordu. O zaman neydi aralarındaki engel? Annesi mi yoksa Feyza'nın babası mı? Ya da bilmediği başka şeyler mi vardı? Ne varsa vardı, duyguları yetmez miydi o engelleri aşmaya? İkisi de âdeta bulundukları pozisyon dolayısıyla kendilerinden geçmiş, hayal âlemine dalmışken dünyanın gerçekliğine dönmeleri çok uzun sürmedi. Bazı gerçekler gün gibi ortadaydı çünkü. "Sarp!" "Anne" Nermin Hanım'ı görünce hızla toparlanıp ayağa kalktı Feyza. Öyle çok duygularının seline kapılmıştı ki, yaşlı kadının geldiğini bile duymamıştı. Yanaklarına kan hücum ederken utandığını hissetti. "Nermin teyze" Öfke dolu gözlerini Feyza'dan çekip oğluna dikti Nermin Hanım. Yok, bu iş böyle olmayacak, bu kız oğlunun aklını karıştırmaya devam edecekti. Artık onlara dur demesinin vakti gelmişti. "İçeri geçte üst dolaptaki yorganları çıkar." Nasıl da hemen bir bahane buluyordu ama annesi. Sabır dilerken başını sallamakla yetindi Sarp. Uzatmaya niyeti yoktu zira yeni bir olay için enerjisi de yoktu. Feyza'ya dönüp "İyi geceler," dedi. "İyi geceler." Sarp içeri girerken genç kadın hâlâ olduğu yerde dikiliyordu ki gözleri yeniden Nermin hanımı bulunca gülümsedi. "İyi geceler Nermin teyze." "İyi geceler," dedi ve hızla kapıyı kapadı Nermin Hanım. Öylece kaldığında hissettiği duygulara aldırmadı Feyza. Sarp'a karşı yoğun hisleri vardı, inkâr etmiyordu ancak imkânsızı istediğini biliyordu. Kendinin babası, Sarp'ın annesi varken bazı şeyler sadece hayal olarak kalırdı. İlker'i saymıyordu bile. Derin bir nefes alıp gökyüzüne baktığında kollarını birbirine doladı. Belki de yalnızca mesleğine odaklanmalıydı. Annesinin isteği üzerine gömme dolaptan yorganları çıkardı Sarp. Kasımın ortasına gelmişlerdi ve artık gerçekten ince örtülerle yatılmıyordu. Yorgan şarttı. Nermin Hanım çift kişilik yorganı alıp yukarı çıktığında Sedat'ın odasına girdi. Yorgan bahaneydi aslında amacı Meryem'e nasihatte bulunmaktı. Meryem yastık kılıfını değişirken odaya giren annesini fark ettiğinde tepkisiz kaldı. Sedat duşa girmişti ve o, odaya gelene kadar kendi Zeyno'nun yanında uyumuş olmayı planlıyordu. Elbette ki, kocasıyla aynı yatakta yatmayacaktı. "Kızım" "Ne oldu anne?' "Bana da mı surat yapacaksın?" Elindeki yastığı yatağa sertçe bıraktı Meryem. Öfkesi hâlâ geçmiş değildi. "Surat mı? Gerçekten surat mı yapıyorum ben?" "Meryem" "Anne bak sana saygım sonsuz, kalbini kırmak istemem ama nasıl demin oğluna bir şey demediysen şimdi bana da deme olur mu?" Yastığını alıp Nermin Hanım'ın yanından geçtiğinde annesi yeniden konuşunca durdu. Durup sabır diledi. "Hayrola nereye?" "Kızımın yanına." "Meryem yapma, yapma kızım. Karı, koca arasında olur öyle şeyler. Biz neler neler gördükte bir günden bir güne yatağımızı ayırmadık." "Siz öyle yaptınız diye ben de öyle yapacak değilim anne. Size iyi geceler." Daha fazla uzatmamak için odadan çıktı genç kadın. Koridorda kocasıyla karşılaştığında bir an onunla göz göze geldi. Sedat'ın yanından geçip gidecekti ki Sedat bileğini tutunca durdu. "Nereye?" Elini kurtarıp öfkeli gözlerle Sedat'a baktı Meryem. Ergenler gibi trip atacak değildi, olgun bir kadındı. Ne yapacağını da biliyordu. Yok sayacaktı. Kocasını yok sayacaktı. Bağırmayacak ya da kavga etmeyecekti çünkü biliyordu ki, yok sayılmak hepsinden daha beterdi. "Kızımın yanına." "Meryem" "Sedat gerçekten kavga etmek istemiyorum." Birkaç adım atarak Zeyno'nun odasına ulaşmıştı ki genç kadın kocasının sesini duyunca durdu bir kez daha. "Özür dilerim." Gözleri sebepsiz dolarken ona bakmamak için gayret etti Meryem. Boğazı düğüm düğüm olurken yutkundu. "Meryem ben gerçekten özür dilerim." "Özür dileyince her şey geçmiyor Sedat." Omzunun üstünden kocasına bakarken dolan gözlerine aldırmamaya çalıştı genç kadın. Kızgın olsa geçerdi belki fakat kendi kırgındı. Hiç olmadığı kadar yüreği kırgındı Sedat'a. Yaşadıklarını, çektiklerini en iyi o biliyordu aslında ve buna rağmen o da yapmıştı yapacağını. Çöpsüz üzümün tekiydi Meryem, kendine sahip çıkan kimse olmamıştı hayatı boyunca. Benim annem, babam var diyememişti hiçbir zaman. Ne onlara, ne de abilerine güvenip sırtını yaslayamamıştı. Babası dağ, abileri çınar olmamıştı kendine. Annesinden de hayır görmemişti. Evliliğinde de yüzü gülmemişti. O an anlıyordu belki mutluyum, diye kendi kendini kandırmış, rol yapmıştı. Kocasını sevmişti sevmesine ancak o vermemişti kendine sevgisini. Ne kendine ne çocuklarına. "Ben ilerisi için korkuyorum artık biliyor musun? Kendimi geçtim, çocuklarım için. Ya onlara da zarar verirsen, diye korkuyorum." Sedat başını öne eğdiğinde suçunu belki de ilk defa kabul etti. Böyle bir adam değildi, olmak istemiyordu. O tokatı da isteyerek atmamıştı zaten fakat kendine engel olamamıştı. "Ama yok, buna izin vermem. Asla ama asla çocuklarıma dokunmana izin vermem." "Meryem" "İyi geceler Sedat." Genç kadın odanın kapısını açıp içeri girdiğinde hızla kapadı kapıyı. Gerçekten bu gece yaşanacak hiçbir şey için gücü yoktu. *** Sarp anahtarla kapıyı açarken Caner'e ters ters baktı. Arkadaşının hiçbir şeyden haberi olmadığı için her zaman ki gibi davranması normaldi aslında. İşten eve dönmüşlerdi Sedat ise yanlarında yoktu. İşlerinin olduğunu söyleyerek dükkânda kalmıştı. Ya da eve gelmemek için bahane bulmuştu. "Üzgünüm ama yengemin bir şey hazırlayacak hâli yok," diyerek içeri girmişti ki Sarp burnuna enfes kokular doldu. Annesi mi yemek yapmıştı ki? "Sen öyle san, benim yengem illa ki sofraları donatır." Duymadı Caner'i genç adam çünkü evde garip bir şeylerin döndüğünü hissetti. Mutfağa girdiğinde kaselere çorba koyan sarışın bir kadınla karşılaştı. Ne oluyordu burada? "Sarp," dedi Ayşen. Tabii ki görür görmez tanıdı eve giren adamı. Nasıl unuturdu ki lisede hoşlandığı çocuğu? "Tanışıyor muyuz?" Kaseyi tezgahâ bıraktığında Sarp'a yaklaştı Ayşen. Elini uzatıp tatlı tatlı gülümsedi. "Aslında evet. Sen hatırlamazsın ama aynı lisedeydik. Ayşen ben." Kaşlarını çattı Sarp, hafızasını ne kadar zorlarsa zorlasın hatırlamadı karşısındaki kadını. Yine de ayıp olmasın diye uzatılan eli tuttu. "Kusura bakma gerçekten hatırlayamadım." "Yok canım, ne kusuru hatırlarsın hatırlarsın," diyerek mutfağa girdi Türkan. Caner onu gördüğünde elini alnına vurdu. Anlamıştı bu akşam şenlik vardı. "Türkan abla?" "Ayol alışamadın gittin Sarp. Komşuyuz şunun şurasında. Annen temizlik var, deyince aldım geldim Ayşen'i. Bak Ayşen benim dayımın torunu, yeğenim sayılır, elimde büyüdü. Pek akıllı, terbiyelidir. Liseyi de beraber okumuşsunuz, iyi anlaşırsınız." "Türkan hala, utandırıyorsun beni." "Böyle de utangaçtır işte," diyerek genç kadının saçlarını geriye attı Türkan. "Neyse neyse yemekler soğuyacak, şu çorbaları götüreyim. Konuşuruz daha." Tezgâhın üzerindeki çorbalara alıp içeri giren halasını takip etti Ayşen. Tabii Sarp'a kaçamak bakışlar atmayı ihmal etmedi. Kader işte, o kadar zaman sonra yeniden karşısına çıkarmıştı Sarp'ı ve kendi bu kez eline geçen fırsatı değerlendirmekte kararlıydı. "Geçmiş olsun kardeşim sen bu defa kesin yandın," diyerek arkadaşının omzuna vurdu Caner. "O niye?" "Niye mi? Saf mısın oğlum, Ayşen buraya boşu boşuna gelmedi ya. Kesin annenle, Türkan senin başının bağlamak için iş birliği yaptı." "Saçmalama Caner." "Birazdan saçmalıyor muyum göreceğiz." İçinden arkadaşının haksız çıkması için dua ediyordu Sarp. Eğer annesi o kadar ileri gitmişse bu kez onun kalbini kırmayacağının garantisini veremezdi. "Sarma da pek bir güzel olmuş." Gözleri masanın üstündeki sarmaları araklayan Caner'i bulunca ona ters ters baktı Sarp. Koyun can derdindeydi kasap et. Herkes sofraya oturunca Ayşen kendi evindeymiş gibi servis yaptı herkese. İşin aslı Sarp'la aynı lisede okumuştu lakin ondan iki, üç yaş küçüktü. Sarp on birinci sınıfa giderken kendi daha liseye yeni başlamıştı. Basketbolu da sevdiğinden okuldaki maçları zevkle izlemiş, okul takımının kaptanına da hayran olmuştu. Uzun boyuyla, kumrallığıyla çok mu çok yakışıklıydı Sarp. O dağınık saçlarına, kehribar gözlerine içi gidiyordu. O zamanlar on beş yaşında olabilirdi ancak Sarp'ta kendinden çok büyük değildi, on yedi yaşındaydı ve ondan hoşlanması gayet normal olsa gerekti. Sarp mezun olunca boşluğa düşmüştü Ayşen. Okul o, var diye güzeldi. O yoksa okulun da tadı tuzu yoktu. Sarp'la aynı sınıfta olmasa bile onu teneffüslerde görmek yetiyordu. Ayrıca her basket maçını kaçırmadan izleyerekte tatmin olmaya çalışıyordu. Sarp'la hiç konuşmamış değildi aslında ama Sarp kendine hiç bakmamıştı. Onun için okuldaki sıradan bir öğrenciydi. Arkadaş bile olmamışlardı ki, Sarp hep bihaberdi kendinden. Sarp okulu bitirdikten sonra ise hiç görmemişti onu ta ki, Türkan halası tesadüf eseri yeniden kendine Sarp'ın resmini gösterene kadar. Resmini görür görmez tanımıştı Sarp'ı, genç kadın ve hemen olur vermişti bu işe. Hiç unutmamıştı ki lisedeki platonik aşkını. Bir takıntı haline getirmemişti onu fakat yüzünü aklından hiç çıkaramamıştı. Ailesi sevgili işlerine karşı çıktığı için hayatında kimse olmamıştı bu zamana kadar. Annesi, kendini evlendirme çabalarına girmişti girmesine ama kendi eve gelen görücülerin hiçbirini istememişti. Bir kadın olarak kendinin de kritelleri vardı zira ve kritellerin hepsi Sarp'ta toplanmıştı. Ailesi de, Türkan'ın evlilik meselesine ön ayak olmasından dolayı sıcak bakmıştı Sarp'a. Kendi de heveslenmişti işte, lakin Sarp her nedense kendini görmeye bile gelmemişti. Ailesi vazgeçmesini söylese de, vazgeçmemişti, Sarp'la, ilk ve son aşkıyla evlenmek istiyordu çünkü. Onunla sıcak bir yuva kurup onun çocuklarını doğurmak. O gelmemişse, kendi gelmişti, istediğini almakta da pek bir kararlıydı. Lisede toy bir genç kız olabilirdi ama şimdi büyümüş, kadın olmuştu, Sarp'ı nasıl elde edeceğini iyi biliyordu. İlk önce yapması gereken şey, kaleyi içten fethetmek yani Nermin Hanım'ın gönlünü kazanmaktı ki, onu da şimdiden başardığını hissediyordu. E hamım hanımcık, becerikli, aklı başında bir gelini kim istemezdi? Artı olarak arkasında Türkan halasının desteği vardı, sırtı yere gelmezdi. İşi kolaydı, Sarp'ı avucunun içine alması o kadar da zor değildi. Aklını kullanması yeterdi. "Tabağını verir misin?" diyerek elini öne uzattı Ayşen. Tabii bunu yaparken Sarp'a gözlerini süzdü. Tatlı yüzüyle, işveli halleriyle elbette ki bir erkeği elde edebilirdi. Afalladı Sarp, Ayşen'in evin kızı gibi davranmasına anlam veremese de tabağını uzattı. Ayşen tabağına sarma koyarken Caner koluyla kendini dürttü. "Bu kızın gözü göz değil haberin olsun." Bıkkınlıkla nefes verip arkadaşına ters ters baktı Sarp. İki dakika da kızın hakkında böyle bir yargıya varmasını onaylamıyordu. Misafir gelmişti sonuçta evine. Servisin ardından herkese yemeğe başladığında Caner bir kaşık çorba içmişti ki, midesinin bayram ettiğini hissetti. Kesinlikle daha önce bu kadar güzel bir mercimek çorbası içmemişti. Meryem yengesi sevgisini ekstra katmış olmalıydı yemeklere. "Ellerine sağlık yenge, çorba harika olmuş." Zeyno'ya zorla çorba içirmeye çalışırken belli belirsiz gülümsedi Meryem. Her şeyi bir kenara bırakıp çocukları için oturmuştu masaya. Yoksa tek lokma yiyecek iştahı yoktu. "Afiyet olsun ama bu sefer yemekleri ben yapmadım." "Sen yapmadın mı?" "Ayşen yaptı," diyerek araya girdi Nermin Hanım. Yüzünde gurur dolu bir ifade vardı. Ayşen'i çoktan gelin olarak seçmişti. Bu iş öyle ya da böyle olacaktı. Başka türlüsünü asla kabul etmezdi. Suratını buruşturdu Caner, dediğine pişman olmuştu. Ayrıca çorbanın o kadar lezzetli olmadığını da fark etmişti, yağı azdı bir kere ve mercimek içinde çok ezilmişti. "Sarmanın da tadına bak," diyerek sarma tabağını Caner'e uzattı Ayşen. Onu da hatırlıyordu, Sarp'ın kakasını unutur muydu hiç? Bir tane sarma alıp ağzına attı Caner. İki dakika önce sarmaya övgü yağdıran kendi değilmiş gibi yeniden yüzünü buruşturdu. Allah var, güzel yapmıştı Ayşen sarmayı fakat bunu itiraf etmek gelmiyordu içinden. "Ellerine sağlık ama pirinç biraz pişmemiş gibi. Kıtır kıtır kalmış sanki." Yüzü düşerken Nermin Hanım'ın sesini duyunca yeniden gülümsedi Ayşen. "Sen ona bakma kızım, ağzının tadını bilmez o. Ellerine sağlık yemekler pek bir güzel olmuş." "Afiyet olsun Nermin teyze." "Ee," diyerek araya girdi Türkan. "Hadi liseden konuşun canım. Aynı okulda okumuşsunuz sonuçta. Hem Sarp belki hatırlarsın Ayşen'i." İstekli olmasa da ağzını peçeteyle sildi Sarp. Bir yudum su içtiğinde gözleri karşısında oturan Ayşen'i buldu. "Hangi sınıftaydın sen?" "9/C ama aramızda iki sınıf vardı. Sen on birinci sınıftaydın o zaman. Okul basket takımının kaptanıydın hatta." Kaşlarını hayretle havaya kaldırdı genç adam. Nasıl unutmamıştı bütün bunları? "Sendeki hafızaya da maşallah. Ben dün ne yediğimi unutuyorum," dedi Caner. Ağzına salata atarken. Gülümsemekle yetindi Ayşen, Caner'in kendine alttan alttan laf soktuğunu elbette ki anlamıştı. Lakin köprüyü geçene kadar ayıya dayı demesi gerektiğini de biliyordu. Yapması gerekenlerin arasında Caner'in de kalbini kazanmak vardı çünkü. Kankalar ilişkiyi pek bir etkilerdi ne de olsa. Özellikle Caner gibi kankalar. "Hafızam güçlüdür." Bu kez böldüğü ekmeği ağzına attı genç adam. "Belli belli." Ayşen onu duymazlıktan gelirken Sarp tabağındaki sarmalarla oynuyordu ki başını kaldırıp Ayşen'e odakladı gözlerini. Belki Caner haklıydı fakat kendi kızın hakkında kötü düşünmek istemiyordu. Kaldı ki karşısında kim olursa olsun dönüp bakmazdı. Nedeni tabii ki kalbinde sakladığı duygularıydı. "Baskete merakın mı vardı? "Evet, severim basketi. Okul takımının tüm maçlarını kaçırmadan izlerdim. Hatta senin takım kaptanı olarak kupa aldığın zamanı da hatırlıyorum. Törende o kadar güzel konuşmuştun ki hâlâ aklımda o sözlerin." "Öyle mi? Ben unuttum oysa." Elinde su bardağı varken işveyle kıkırdadı genç kadın. "Hafızam kuvvetlidir, demiştim." Sarp'ın da dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Basket oynadığı günler belki de hayatındaki en güzel günlerdi ve o günleri hatırlayan birinin karşısına çıkması hoşuna gitmişti. "Ne demiştim peki?" "Bu hayatta hayal ettiğin kadarsın, düşün ne kadar varsın." "Gerçekten hatırlıyorsun," dedi genç adam ikna olmuş gibi. Ayşen'in hafızası karşısında şapka çıkarabilirdi. Türkan'la, Nermin Hanım memnuniyetle gülümsüyordu ikilinin muhabbetle konuşmasına. Olmuştu bu iş, gerisi çorap söküğü gibi gelirdi. Caner, diğer yanında oturan Çiçek'in kolunu dürttü. Kankasının bu kıza yem olmasına izin vermeyecekti elbette. "Abin elden gidiyor, haberin olsun." Kötü bakışlarını sabahtan beri Ayşen'in üstünde gezdirmekten yorulmamıştı Çiçek. Hiç gözü tutmamıştı bu kadını. Abisine de daha şimdiden göz koyduğunu anlamıştı. "O iş o kadar kolay değil Caner abi. Burada görümce olarak ben varım." Onlar fısıldaşırken herkes yemeğini bitirmişti ki Ayşen telefonuna baktığında saatin sekizi geçtiğini gördü. Daha geç olmadan eve gitse iyi olurdu. "Ben müsaadenizi isteyim." "Otursaydın kızım." "Babam merak eder şimdi Nermin teyze." "Peki o zaman ama bir başına gitme. Sarp bıraksın seni." "Sarp yorulmasın ya, ben bırakırım Ayşen'i." Caner aniden ayaklandığında Sarp'ı kurtarmış oldu fakat ne yazık ki bu işe yaramadı. Nermin Hanım kafasına koyduğunu yapmakta kararlıydı. "Sen otur Caner, işimiz var." "Ne işi?" Ters bakışlar attı yaşlı kadın, Caner'e. Alacaktı şimdi onu ayağının altına. İşine niye karışıyordu durduk yere? "İşimiz var, dediysem işimiz var!" "Anne tamam," diyerek ayağa kalktı Sarp. Annesinin niyeti belliydi, uzatmanın bir anlamı yoktu. "Ben bırakırım Ayşen'i." Hiç itiraz etmeden gülümsedi Ayşen. Sarp kendine eliyle yol verdiğinde herkese iyi akşamlar, dileyip kapıya doğru adımladı. Sarp onu takip ediyordu ki, kolu Caner tarafından tutuldu. "Sarp bana bak, eğer benim biricik Feyza yengemin üzerine gül koklayacak olursan kardeş falan demem silerim seni defterden." Gözlerini devirdi genç adam, yine kendi kafasında kuruyordu arkadaşı. "Bence sen git, Asu'yu yengem olması için ikna et." İç çekti Caner, hayal dünyasına daldı. "O günler de gelecek inşallah." Bıyık altından gülüp kapı eşiğine çıktı Sarp. Ayakkabılarını giyip doğruluğunda Caner'in gözüm üstünde işareti yaptığını gördü. Deli çocuk, sanki bilmiyordu yüreğine mührü yıllar önce vurduğunu. Eğer aklı çelinecek olsaydı, şimdi değil, geçip giden on senede olurdu bu. Karşısına kimler kimler çıkmıştı da kendi dönüp birime bile bakmamıştı. Kalbi tek bir kişiye aitti çünkü ve ölene denk öyle kalacaktı. Sarı sokak lambalarının altında ara yollarda yol alırken sessizdi genç adam. Yanında oturan kadının bakışlarının üzerinde gezindiğini hissetse de önemsemiyordu. Birazdan ona diyeceği birkaç şey vardı zaten. Kalbini kırmadan, uygun bile dille anlatacaktı durumu. Ayşen'in de kendini anlayacağını umuyordu. Merkezden birkaç kilometre uzaklıktaki Emek mahallesinde oturuyordu Ayşen. Tek katlı, müstakil köy evleri gibi evlerin olduğu semtti burası. Pek elit insanların barındığı yer olmadığı gibi çingenelerin çoğunlukta bulunduğu yerdi. Tek güzel yanı belki de, sessiz sakin olmasıydı. Evlerin bacasından çıkan dumanlar gökyüzünde dolanıyor, rahatsız edici bir kokuyla sokakları dolduruyordu. Tüm bunların yanında ise sokaktaki her üç insandan ikisi Suriyeli mülteciydi. Tabii altlarında son model araba olan insanlara mülteci denirse. Şüphesiz medeniyetler şehriydi Hatay, her kültürden, ırktan insan vardı. Alevisi, Arabı, Kürdü, Yahudisi, Ermenisi, Hristiyanı ve daha nicesi. Hepsiyle de yaşamaya alışmış, hepsinin inancına, kültürüne saygı duymuştu, duyuyordu Sarp lakin saygı duymadığı tek millet Hatay'ı sahiplenen Suriyeli'lerdi. Hatay bizim, diye ortalıkta gezenlere, kendi ülkesi için savaşmaktan aciz insanlara nasıl saygı duyabilirdi ki? Hasta yatağından kalkıp gücünün son damlasına kadar mücadele eden adamla kazanılmış bir şehirde, kendi ülkesindeki savaştan kaçıp istedikleri gibi keyif çatan insanları gördükçe çıldırıyordu Sarp. Bir de Hatay, bizim diye sahiplenmeleri kendini iyice çileden çıkartıyordu. Dağdan gelip bağdakini kovmak bu olsa gerekti. Ama yoktu öyle yağma, Hatay asla sahipsiz değildi. Mustafa Kemal'in, benim şahsi meselem dediği memleketin başka ellere geçmesi söz konusu bile olamazdı. "Burası mı?" Evin önünde durduklarında başıyla onayladı Ayşen, genç adamı. Yeşil gözleriyle tatlı tatlı baktı Kehribar gözlere. "Evet, burası. Teşekkür ederim zahmet oldu." "Yok, ne zahmeti." "Sık sık görüşürüz artık. Ne dersin?" Dudaklarında samimi bir tebessüm varken kırıcı olmamaya, kelimeleri özenle seçmeye gayret etti Sarp. İşin uzamasını istemiyordu, o yüzden şimdiden önlem almak iyiydi. "Görüșürüz tabii de Ayşen ben sana bir şey söylemek istiyorum." Gözlerine korku yerleşirken yutkundu Ayşen, ne diyecekti Sarp kendine? "İki yetişkin insansız, aslında neler olduğunu da iyi biliyoruz bu yüzden lafı dolandırmanın anlamı yok. Ayşen... Ben... Ben seni kırmak istemem ama belli ki annemle, Türkan abla sana bazı umutlar vermiş fakat... Fakat yanlış yapmışlar. Neden dersen... Nedeni... Nedeni benim. Yani ben kimseyle bir ilişki falan düşünmüyorum. Anlatabiliyorum değil mi?" Sarp'ın bu denli açık sözlü olmasını beklemiyordu genç kadın. İçinde bir şeyler yıkılırken dudaklarının solmasına izin vermedi. Ona baskı yapacak değildi, akışına bırakacaktı lakin o akış ellerinin arasında olacaktı. Sarp fark etmeden. "Sana bir sır vereyim mi Sarp? İnan ben de kimseyle bir ilişki düşünmüyorum. Hele evlilik asla. Daha genciz, gönlümüze göre yaşamak hakkımız. Sırf ailemiz ya da çevremiz bizi birbirimize yakıştırdı diye sevgili olmak zorunda değiliz ya." Kaşlarını hayretle havaya kaldırdı Sarp. Ondan bu sözleri beklemiyordu. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" "Elbette," diyerek omuzlarını silkti Ayşen. Sonra da o tatlı ifadesini yeniden yüzüne yerleştirdi. "Ama yine de arkadaş olmamızın bir sakıncası yok bence. Demi?" "Şey... Tabii... Tabii yok..." "Güzel o zaman sana iyi akşamlar." "İyi akşamlar." Ayşen son kez gülümseyip arabadan indiğinde Sarp arkasından şaşkın şaşkın baktı. O gece birkaç hafta sonra olacakları nereden bilebilirdi ki? *** "Ya hoşlandığı bir kadınsa?" Tırnaklarına oje sürerken bıkkınlık dolu bakışlarını çaprazında oturan kuzenine çevirdi Asu. Sarp'ın az önce bir kadınla evden çıktığını görmüştü Feyza. O andan beri de kafasında türlü teoriler üretiyordu. "Neden olmasın ki?" "Asuman!" "Ne?" Kuzeni ojeli tırnaklarına üflerken Feyza içten içe çıldırıyordu nasıl rahat rahat böyle derdi bu kız? "Öyle deme." Kahkaha atmamak için kendini zor tuttu Asu. Karşısında çocuk gibi surat asan Feyza öyle komikti ki. Belliydi Sarp'ı fena kıskanmıştı. E kıskansındı bir zahmet, yoksa biri kapacaktı en sonunda gül gibi çocuğu. "Ne deyim peki Feyzoş? Bacısı mı?" "Bir şey deme Asuman." Bıraktığı kitabı eline alarak kaldığı yerden devam etmeye çalıştı Feyza ancak okuduğu hiçbir kelimeyi beyni almıyordu. Aklı fikri Sarp'ın yanındaki kadındaydı, o kadının kim olduğunu öğrenmeden de içi rahatlamayacaktı. "Yalnız sen bayağı kıskanmışsın Sarp'ı." "Saçmalama, yok öyle bir şey." "Tabii tabii ben de öyle diyordum." "Asuman!" Kuzenini duymaksınız ayağa kalkıp pencereye vardığında perdeyi araladı genç kadın. Yolun ortasında volta atan Caner'i gördüğünde aklına gelen fikri kovmak istese de başaramadı. Kendi de Sarp'ın yanındaki kadının kim olduğunu merak ediyordu neticede. "Ne? Kıskandın Sarp'ı, itiraf et." Asu'nun bakışları altında başını geriye attı Feyza. Şu an küçük bir çocuktan farkı olmadığını bilse verdiği tepkiler elinde değildi. Sarp'ın yanında başka bir kadını görmek dengesini bozmuştu. "Kıskanmadım sadece... Sadece tuhaf oldum tamam?" "Tuhaf oldun?" "Garip geldi yani," derken kuzenini ikna edemeyeceğini biliyordu Feyza. Kendini bile edemiyordu ki. "Yani şey.. Şey işte..." "Kıskandın." Sessiz kaldı genç kadın, inkâr etmesi hiçbiri işe yaramıyordu. Bal gibi de kıskanmıştı Sarp'ı. Hem hayatımda kimse yok, demişken o kadın birden bire nereden çıkmıştı ki? "Bence de kıskan yoksa kapacaklar çocuğu sen de öyle kalacaksın." "Onun hayatı sonuçta." Feyza omuzlarını sikerken Asu gözlerini devirdi. Ömür torpüsü bir kuzeni vardı. "Onun hayatymış! Gözünün önünde evlenirken de böyle, de. Tamam?" "Sarp evlilik düşünmüyor." "Ayh, İmdat, diye bağıracağım şimdi şurada! Feyza yeminle insanı kanser edersin sen! Ya çocuğun yanında başka bir kadın gördün diye sinirden kendi kendini yiyorsun sonra onun hayatı sonuçta! Sen ne ara bu kadar dengesiz oldun, ben anlamadım! " "Birincisi dengesiz falan olmadım. İkincisi sinirden falan kendimi yemedim. Sadece merak ettim o kadar." "Tamam," diyerek pes etti Asu. Odun kafalı kuzeniyle daha fazla uğraşamayacaktı. "Tamam sen ne diyorsan o. Ama ben senin için kendimi feda ederek o kadının kim olduğunu öğrenmeye gidiyorum. Belki fabrika ayarlarına geri dönersin." Asu'nun dediklerinden hiçbir şey anlamadı Feyza. Kuzeni kapıdan çıkınca ayağa kalkıp pencerenin önüne geldi. Gözleriyle onu takip ederken Caner'in yanında durduğunu gördü. Ne yapıyordu bu kız? "Caner" Genç kadını görünce şaşırdı Caner. Gecenin bir saatinde niye yanına gelmişti? Hangi dağda kurt ölmüştü? "Asu?" "Selam." "Selam... Selam da bu saatte hayırdır?" "Hiç seni görünce yanına geleyim, dedim. İki laflarız diye." Kendini işaret etti genç adam. Bir şey mi içmişti Asu? Aklına başka bir ihtimal gelmiyordu çünkü. "Benimle laflamak?" "Seninle ya, eski arkadaşız ne de olsa." "Asu sen iyi misin? Ateşin falan mı var?" Caner elleri alnında gezdirirken Asu rolüne devam etmeye çalışarak onun ellerini nazikçe indirdi. Dudaklarında tatlı mı, tatlı bir gülüş vardı. "İyiyim ya, merak etme sadece bazı şeyleri fazla abarttığımızı düşündüm. Lisede ergendik sonuçta şimdi ise kaç yaşına gelmiş insanlarız. İki yetişkin birey olarakta sohbet edebiliriz. Demi?" Yok, bu kıza kesin bir şey olmuştu ve her ne olmuşsa korkuyordu Caner. Bu kadar normal davranması kesinlikle normal değildi. Ellerini bu defa omuzlarına koyduğunda birkaç defa sarstı onu. "Bana doğru söyle. Sen kimsin ve Asu'ya ne yaptın?" "Saçmalama be!" diye bağırıp genç adamın ellerini indirdi Asu. "Film çeviriyoruz sanki burada!" "Allahım sana çok şükür! Asu geri döndü!" Mahallenin ortasında ellerini iki yana açıp bağıran deliye gözlerini devirdi genç kadın. Alışmış kudurmuştan beterdir, diye boşuna dememişlerdi. Caner'de alışmıştı azara, iki güzel söze gelmiyordu şimdi. "Gece gece bağırmasına! Manyak mısın, nesin ya!" "Manayağım kızım anlasana! Ben sana manyağım!" Bıkkınlıkla nefes verdi genç kadın. Bu gece daha bir azıtmıştı anlaşılan Caner ama değerli vaktini ona harcamaya niyeti yoktu. "Caner" "Hı?" "Sarp nerede Sarp?" "Ayşen'i bırakmaya gitti.' "Ayşen kim?" Ellerini ceplerini geçirip önündeki taşı tekmeledi genç adam. Sıkıntılı hali Asu'nun gözlerinden kaçmadı. "Nermin teyzenin gelin adayı." "Ne?" "Duydun işte Asu. Nermin teyze, Sarp'ı kendine göre bir gelinle baş göz etmek istiyor ve o gelin adayı da Ayşen." "Sarp ne diyor peki?" "Sence?" Sustu, bir şey demedi genç kadın lakin Caner'in anlattıklarını can kulağı ile dinledi. "Bu ilk değil, daha önce nice kızları Sarp'la tanıştırdı Nermin teyze. Bir yerde haklı her anne gibi çocuğunun mürvetini görmek istiyor ama Sarp asla evlenmeyi düşünmüyor. Yani Feyza'dan başka biriyle evlenmeyi. O Feyza'yı bekledi Asu. On yıl... Dile kolay on yıl... Ben yapamazdım, o kadar zaman bekleyemez-" Aniden ne dediğini fark edince dilini ısırdı Caner. Kahretsin niye konuyu başka yere çekmişti ki? Mavi gözlerle gözleri buluşunca nasıl bir hata yaptığını bir kez daha anladı. "Senin ne mal olduğunu gayet iyi biliyorum! Bana kendini anlatmama gerek yok!" "Asu yanlış anladın ben yani şey manasında söyledim... Şey..." "Ben anlayacağımı anladım Caner! Sana iyi geceler!" Asu arkasını dönüp giderken alnına vurdu Caner. Keşke dilini eşek arısı soksaydı da onları demez olaydı. "Oğlum sen niye hâlâ buradasın?" Sarp'ın sesini duyunca arkasını döndü genç adam. Sonunda dönmüştü eve, az daha onu bekleseydi ağaç olması muhtemeldi zira. "Seni bekledim." "Beni mi, niye ki?" Bir şey demeden kaldırıma oturdu Caner. Soğuktan dolayı deri ceketine biraz daha sarıldı. Gözleri karşı evi bulunca buruk bir tebessüm belirdi dudaklarında. "Masal anlatmak için." "Ne masalı gecenin bu saatinde?" "Gel otur," diyerek yanındaki boşluğa vurdu genç adam. "Anlatayım sana ne masalı olduğunu." Gerçekten arkadaşının ne anlatacağını merak etti Sarp. Caner'in yanına oturduğunda yüzünden anlamaya çalıştı duygularını. Görmeye alışkın olmadığı bir durgunluk vardı sanki onda. "Sen Feyza'ya Ethem Ataman yüzünden açılmıyorsun demi?" "Caner" "Oğlum ciddi soruyorum. Bildiğim bir şey var ki, diyeceğim." "Ne diyeceksin kardeşim?" "Önce sen söyle, Feyza'yla aranızda bir şey olursa Ethem Ataman onu senden alır, diye korkuyorsun demi?" Ne evet, dedi ne, hayır yalnızca gözlerini karşı eve çevirip iç geçirdi Sarp. Evet, en büyük korkularından biri buydu. Feyza'nın babası. Yok saymak istese de o Ethem Ataman'dı, koskoca holdinglerin sahibi. Kendi ise sanayide abisinin yanında çalışan sıradan bir mobilyacı. O adam hiç denk görür müydü kızını, kendine? Zamanında bile görmemişti ya. "Yıllar yıllar önce," diyerek söze başladı Caner uzun bir masalı anlatmak üzere. "Uzak ülkelerin birinde haşmetli, heybetli, koskoca bir padişah varmış. Adı üstünde padişah ya, kendini herkesten üstün görür, tüm ülkeyi keyfine göre yönetirmiş. Gösterişli sarayı hizmetçileriyle, uşaklarıyla dolup taşar, kendi altınlar, elmaslar içinde yüzermiş. Kazanları çeşit çeşit yemeklerle kaynar, kıyafetleri dolaplara sığmazmış. Ama gel gelelim bu padişahın halkı açlık ve sefalet çekermiş. Öyle ki, analar çocuklarına aş yapacak bulguru, babalar evine götürecek ekmeği bulamazmış hatta ve hatta bu sefalete dayanamayıp kendi öldürenler bile olurmuş. İşin garip yanı, kimse de çıkıp padişahım, biz bu haldeyiz demez, onun yüzünden çektikleri yokluğa isyan etmezmiş. Cahilmiş halk, elden ne gelir? Padişah saraylarda sefa sürerken kendileri bu sefaleti kabullenir bir de üstüne padişahım çok yaşa, diye tezahürat yaparlarmış. " Caner'in masalı nereye bağlayacağını merak etti Sarp. Konu nasıl Ethem, Ataman'dan, bu padişah masalına dönmüştü? "Eee?" "E'si kardeşim bu cahil halkın içindeki bir adam herkesin karşısında korkup titrediği, baş eğip, itaat ettiği padişaha isyan etmek ister ama ne yapacağını bilemezmiş. Günlerden bir gün ise bu adamın kardeşi hastalanmış ama öyle böyle bir hastalık değil, ölümcül. Tedavisi varmış aslında ama hastalığı tedavi eden bitki pek bir pahalıymış. Bilmem kaç bin altınmış. Adam da ne gezsin altın, herkes gibi o da sersefilmiş. Ulan Allah'ın yarattığı otu da mı, altınla satıyorsunuz, diye diye gezmiş durmuş. Her yerde aynı rezilliği, yokluğu görmüş. Açlıktan heba oluyormuş halk, çocuklar kemikleri sayılacak kadar zayıfmış. Bunun böyle olmayacağını, halkın cahilliği yüzünden çocukların daha da perişan olacağını anladığnda çıkmış cesurca meydana, konuşmuş bağıra bağıra. Ey Ahali! Açın artık gözlerinizi, işitin sözlerimi! Çocuklarınız açlıktan ölürken sizin padişahınız sarayda sefa sürer, siz bir akçeye muhtaçken o altınlar içinde yüzer! Gelin bir olalım, bize yapılan zulüme dur diyelim, padişahın tahtını başına yıkalım!" "Halk ne demiş?" Acı acı güldü Caner, masalda bile değişmiyordu bazen insanların cahilliği. "Yuhlamışlar oğlum, adamı taşlamışlar. O bizim padişahımızdır sen nasıl böyle, dersin demişler. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar ya, o hesap." "Sonra ne olmuş peki?" "Ne olacak padişah olanları öğrenince kim bu had bilmez densiz, diyerek ortalığı ayağa kaldırmış. Halkta hemen ele vermiş adamı. Padişah, adamı bulunca askerlerine onu zindana atması için emir verip, doğan güneşle bu hain idam edilecek, demiş ama adam o kadar cesurmuş ki hiç korkmamış ne padişahtan ne de ölümden. Üstüne üstlük askerler kendini halkın gözü önünde zindana götürürken dönüp padişaha iki çift laf etmiş. Padişahım diye böbürlenme, başındaki altın taca güvenme zira senden büyük Allah var. Padişah kızarıp bozarırken halk adamı yuhlamaya devam etmiş. Sadece yuhlasalar yine iyi şimdi idam edilsin, diyenler bile olmuş. Neyse lafı çok uzatmaya gerek yok. Adam zindana girince bütün gece dua etmiş, yalvarmış Allaha. Kendi için değil, halkı için. Benim halkım cahildir Allahım, gözleri var ama görmezler kulakları var ama işitmezler. Sen onların gözlerini, kulaklarını aç. Kula kul olduklarını, zalimin, zulmüne itaat ettiklerini bilsinler gayrı. Ölümden korkum yok, içim rahat; çünkü ben bilirim ki haktan yanayım ama bana bir fırsat ver ki, senin izninle padişahın sarayını başına yıkayım, çektirdiği sefaletin hesabını sorayım. Güneş doğana kadar böyle böyle dua edip durmuş adam. Padişahta tam o günün şafak vaktinde uyanıp kendi kendine düşünmüş. Demiş ki, bugün benim ülkemde biri bana isyan ettiyse yarın başka biri eder. İdam yetmez, halkım öyle bir korkutmayalım ki, kimse bir daha bana isyan etmeye cesaret edemesin ve görsün herkes benden büyük kimsenin olmadığını. Bu düşüncelerinin üzerine sabahın erken saatlerinde askerlerine haber salmış haşmetli hükümdar. Zindandaki esiri karşıma getirin, herkesi meydana toplayın, hainliğin sonunu cümle âlem görsün bilsin! Askerler padişahın isteğini yaparak mahzendeki tutsağı meydana getirmişler. Padişah adamın karşısına geçip şöyle bir baştan aşağı süzmüş onu. Bakışlarındaki öyle bir küçümseyici bir hâl varmış ki Ben, demiş koskoca bir padişahım sen ise peş para etmez adamın tekisin. Hangi cesaretle bana isyan etmeye kalkarsın? Adam karşısında duran padişaha bakıp aylayla gülmüş. Üstünde ipek kaftanı, başında altın tacı... Ama ne yarar insanlıktan nasibini almamış padişah? Padişah olsan da bir kulsun, demiş adam kalbindeki cesaretle. Ben ise kula kulluk etmem, boyun eğmem canımı alsan da bildiğim doğrudan şaşmam! Sinirden köpürmüş hükümdar, halkının önünde kendini küçük düşüren bu hainin kellesini kendi elleriyle alacakmış ancak bu herkese ibreti âlem olmalıymış. O yüzden onu davet etmiş düelloya. Eline kılıç verip Bakalım, demiş kılıcın da, dilin kadar keskin mi? Adam almış eline kılıcı cesaretine, mertliğine güvenerek kabul etmiş düelloyu. Kaybederse başının gideceğini biliyormuş ama eğer kazanırsa padişahı tahttan indirmekte karalıymış. Böyle bir pazarlık yapmış hükümdarla. Padişahta emin ya kendinden, güveniyor kendine, koskoca olmasına... Bir dakika bile düşünmeden kabul etmiş bu şartı. Nasıl olsa kazanacakmış, kimse de kendine isyan etme cüretini bulamayacakmış. O böyle düşüne dursun, kader seçimini çoktan yapmış. İkili düelloya başladığında saatlerce sürmüş çekişme. Hem padişahın hem esirin kılıç sallamaktan kolları ağırmış ama ikisi de pes etmemiş. Halk çekişmeyi heyecanla izlerken en sonunda padişahın kılıcını yere düşürmüş esir ve kazanmış dövüşmeyi. Halk cahil olduğu kadar dönek, kim kazanırsa onun yanında, dün taşladıkları adamı bugün alkışlamışlar. Padişahımız çok yaşa, diye bağırmışlar. Masalın sonu da böyle bitmiş işte padişah esir, esir padişah olmuş. Halkını çektiği sefaleten kurtarıp ülkeye zenginlik getirmiş. Yiyecek lokma bulamayan ahali bereket içinde yüzer olmuş. Tabii bu arada da kardeşini iyileştirmiş adam. Halkına da demiş ki, ben sizin padişahınız değil, hizmetkârınızım. Size hizmet etmek benim en büyük vazifem. Siz isteyceksiniz ben yapacağım. Halkım yokluk çekerken ben sarayda sefa sürersem namert olayım!" Biliyordu ki Sarp masallar her daim güzeldi ve hepsi mutlu sonla biterdi fakat adı üstündeydi, masaldı. "Oğlum iyi güzel de bu masal ne alaka şimdi?" "Kıssadan hisse, diye bir şey duymadın mı hiç?" "Duydum duydum da... Bu kıssanın hissesi ne onu çözemedim." Emindi Caner, uykusu gelmişti Sarp'ın o yüzden algıları kapalıydı. "Kardeşim bağdaştırsana biraz Ethem Ataman, diyorum, padişah diyorum anlasana ya. Ethem Ataman da kendini padişah zannediyor ya hani." "Hâlâ ne dediğini anlamadım." "Pes, o kadar şey anlattım cidden bir şey anlamadın mı?" Sarp boş boş bakmaya devam ederken elini arkadaşının omzunu sıktı Caner. Bazen ona da her şeyi tek tek anlatmak gerekiyordu. "Masaldaki esir adam padişahı nasıl yenmiş?" "Nasıl?" "Cesareti ve inancıyla kardeşim. O sıradan biriymiş ne altından tacı ne ipekten kaftanı varmış ama ülkeye olan sevdası o kadar büyükmüş ki, koskoca padişahı devirmeye yetmiş. Seninki de o hesap. O adam, ülkeye nasıl sevdalıysa sen de Feyza'ya öyle sevdalısın. Yalan mı?" Bakışları karşı evi bulduğunda Feyza'nın perdeyi araladığını gördü Sarp. Yalan değildi, Feyza'ya olan sevdası gerçekten büyüktü. En azından kendine itiraf ediyordu artık bunu. Zaten aslında hiç kaçamamıştı duygularından. "Ve senin sevdan padişahın kızını almaya da yeter padişahı devirmeye de. Hatta seni padişah yapmaya da. Yeter ki inan. Korkma, cesaret et. Sevdana güven." Feyza'yla gözleri buluştuğunda belli belirsiz gülümsedi genç adam. Caner arada, güzel edebiyat yapıyordu. Konu aşksa o da bir şairdi. Zamanında o kadar aşk dolu mısraları boşu boşuna yazmamıştı ya. "Padişahlıkta gözümüz yok kardeşim." "Doğru," diyerek elini arkadaşının boynuna doladı Caner. Onun da dudaklarında buruk bir tebessüm vardı. "Padişahlıkta, ülke de başkasının olsun. Biz sevdamıza kavuşalım yeter." |
0% |