Yeni Üyelik
26.
Bölüm

23. BÖLÜM: İkinci Şans

@petekayla

28 Eylül 2006

"Yani trigonometri de asıl olay förmülleri bilmek. Förmülleri bildikten sonra gerisi kolay."

Oya matematik anlatırken bir kez daha onun zekasına hayran kalıyordu Feyza. Kendi de çalışkan bir öğrenciydi aslında lakin sayısal derslerde zorlandığı bir gerçekti. Hele de matematikte. Onuncu sınıftaki matematik ortalamasının seksen olması bile bir başarıydı. Her ne kadar kendi bunu kabul etmese de. Evet, arkadaşlarıyla birlikte onuncu sınıfı geride bırakarak on birinci sınıfa geçmişti genç kız. Okul da açılalı henüz iki hafta olmuştu ancak şimdiden matematik bu sene daha da zor olacağını belli etmişti.

"Sen bir dahisin Oya."

Masumca gülümsedi genç kız. Tek yaptığı geleceği için çalışmaktı. Yalnızca çalışarak kendini kurtarabileceğini biliyordu çünkü. Üniversiteyi kazanmak istiyorsa şimdiden hazırlanmaya başlamalıydı.

"Sadece biraz uğraşıyorum o kadar. Hem ayrıca kendine haksızlık etme. Sen de çok zekisin."

"Benim zekâm sadece edebiyata yetiyor galiba."

"Haline şükret Feyzoş," diyerek ikisinin arasına girdi Asuman. Onların çaprazında otururken bir yandan önündeki boş deftere bir şeyler çiziyor, bir yandan parmağıyla arkasında oturan Caner ve Altay ikilisini işaret ediyordu. Zira ikisi de çocuk akıllı olmaları dolayısıyla bağıra çağıra kanlı para oynuyordu. En sevmediği, en saçma bulduğu oyundu kanlı para. Kim niye böyle bir oyunu icat etmişti?

"Aramızda zekâları ona bile yetmeyen şahıslar var."

"Çok rahatsız oluyorsan başka yere git," derken havaya attığı bozuk parayı yakalamaya çalışıyordu Caner. Bu kadar büyük bir uğraş içinde olması Asu'ya cevap vermeyeceği anlamına gelmiyordu.

"Ben kendi sıramdayım, sen benim sıramı işgal ediyorsun farkında mısın?"

"Yalnız ben senin değil, Altay'ın sırasındayım."

"Olabilir ama yine de benim sınırlarım içinde beni rahatsız ediyorsun."

"Hani bana çocuk akıllı diyorsun ya Asu, sıra kavgası yaptığına göre asıl sen birinci sınıfta kalmışsın."

Oya elini alnına vurduğunda sabır diledi. Anlaşılan bu sene boyunca da Asuman ve Caner didişip duracak, kendileri de onları çekecekti.

"Başladılar yine."

Bir kuzenine bir Caner'e bakıp iç geçirdi Feyza. Yaz tatilinde bile sadece laf sokmak için birbirine mesaj atan ikiliden ne beklenirdi ki?

"Durdukları mı var?"

İstemsizce kıkırdadı, her şey bir yana gerçekten alışmıştı Oya, onlara. Ne yapsın kendinin kedi köpek gibi didişen dünya tatlısı iki arkadaşı vardı.

"Hayır ben anlamıyorum birbirleriyle alıp veremedikleri ne?"

Omuzlarını silkti Feyza, kendi de bunu anlamamıştı ya.

"Günaydın"

Arkadaşlarının yanına geldiğinde çantasını Feyza'nın arkasındaki sıraya bıraktı Hakan. Herkes ona günaydın, derken delikanlı hızlıca çantasından zevkle okuduğu kitabı çıkartıp Oya'ya uzattı. Kitabı ondan ödünç almıştı ve her kelimesini hayranlıkla okumuştu. Bir aşk ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

"Teşekkür ederim harika bir kitaptı."

"Rica ederim. Benim de çok sevdiğim bir kitap."

Kitabı arkadaşının elinden alırken, genç kıza hayranlıkla bakıyordu Hakan. Yaz tatili boyunca görmemişti onu ve o kadar çok özlemişti ki... Aynı zamanda görmediği her gün sevgisi daha da büyümüştü sanki. Hasret kesinlikle sevdayı daha çok harlıyordu. Görmeden sevmenin tadı bir başka güzeldi sevmeyi bilene.

"Hangi kitap o?"

"Milenaya Mektuplar," diyerek Feyza'yı yanıtladı Oya. Kitapta bakışlarını gezdirirken tebessüm ediyordu. Franz'ın, Milenay'a duyduğu aşk öyle büyüktü ki Milena'nın evli olmasını bile arka planda bırakıyordu.

Dikkati dağıldığında kanlı para oynamayı bırakıp Hakan'ın yanına geldi Altay. Oya ile Hakan ne konuşsa elinde olmadan rahatsızlık duyuyordu. Hele de Hakan'ın genç kıza bakışları ister istemez öfkelendiriyordu kendini. İki yıldan beri duygularını bastırmaya çalışıyordu ancak daha fazla yüreğine söz geçiremeyeceğini biliyordu ve her şeyi anlıyordu. Kendi gözleriyle görüyordu gerçekleri. Hakan, Oya'dan alenen hoşlanıyordu, kendi de deli gibi kıskanıyordu genç kızı.

"Konusu ne?"

"Franz'ın, Milenay'a olan aşkı," diyerek Altay'ı yanıtladı Feyza. Franz Kafka'nın ölümsüz eserini elbette okumuştu. Görmeden sevmeyi öyle güzel anlatmıştı ki üstad, her kelimesi aklına kazınmıştı.

"Milena, Franz'la sadece dört gün görüşür. Sonra ise yıllar boyunca Franz bıkmadan, usanmadan sevdiği kadına mektup yazar ancak Milena evli bir kadındır, duyguları da hep açık uçludur. Milena'nın duygularını anlamak zor ama bana kalırsa o da Franz'ı sevdi."

"Öyle mi dersin? Bence sadece Milena, Franz'ı, hep bir dost gibi gördü."

"Yanılıyorsun Oya. Milena Franz'a âşıktı. Öyle olmasa onu yanına çağırmazdı."

Başını elindeki kitaptan kaldırıp yanında duran Hakan'a dikti genç kız. Aynı kitabı okumuş olmalarına rağmen nasıl bu kadar farklı görüşlere sahiplerdi? Belki de herkes kendine göre yorumlamak istiyordu kitabı.

"Neyse ne," diyerek araya girdi Altay. Bu kitap muhabbeti sebepsizce kendini rahatsız etmişti. "Sonuçta Franz evli bir kadına mektup yazacak kadar gurursuzmuş."

"Milena onun duygularına karşılık vermeseydi Franz mektup yazmazdı kardeşim."

Karşısında duran Hakan'ın dudaklarındaki yapay gülüşü fark etmesiyle onun gibi gülümsedi Altay. Ne kadar arkadaş olsalar da ya da arkadaşmış gibi davransalar da aralarında rekabet olduğu barizdi.

"Belki de sadece Milena acımıştır Franz'a."

Altay'la arasında soğuk bir savaş olduğunu biliyordu Hakan. Altay'ın da Oya'ya karşı ilgi duyduğunu bildiği gibi. Defalarca kez şahit olmuştu arkadaşının, genç Kıza olan derin bakışlarına. Hemen yanlış yorumlamak istemese de, belki bana öyle geliyordur dese de, hislerinde yanılmadığını kısa zaman içinde anlamıştı. Oya ile yalnız kaldığı her dakika yanlarında bitiyordu Altay. Ayrıca ne zaman Oya'yla sohbet etse yine laf atılıyordu. Tüm bunların yanında Altay'ın gözleri de her şeyi anlatmaya yetiyordu. Gün gibi ortadaydı gerçekler aslında lakin kimse görmüyor, görse bile dile getirmiyordu.

"Amma uzattınız bu kitap muhhabettini," diyerek ikisinin arasına girdi Caner. Bir kolunu Altay'ın, bir kolunu Hakan'ın omzuna attı. Belki bazı şeylerin o da farkındaydı ama herkes gibi kendi de gerçekleri görmezden geliyordu.

"Franz Milenay'ı bu kadar dert etmemiştir."

Gözlerini devirdi Feyza, boş yapmakta harbiden Caner'in üstüne yoktu.

"Caner"

"Buyur Feyza'cım."

"Sarp nerede? Her zaman birlikte gelirdiniz bugün niye ayrı geldiniz? Bir şey yok, demi?"

Bıyık altından gülerken hiçte eğlendiğini saklama gereği duymadı delikanlı. Nasıl da Feyza merak ediyordu Sarp'ı. İşin aslı gerçekten arkadaşının nerede olduğunu bilmiyordu, sabah erkenden sen git, beni bekleme, az işim var halledeyim gelirim, demişti Sarp ama hâlâ gelmemişti. Feyza gibi Sarp'ı merak etse de azıcık oyun oynamak fena olmazdı.

"Bilmem işim var, dedi sabah."

"Sabah sabah ne işi ki?"

"Bilmiyorum dedim ya Feyza. Yani sabah sabah bir insanın ancak manita işi olur."

Duyduğu sözlerle öylece kalırken yutkunma ihtiyacı hissetti genç kız. Bozulduğunu belli etmek istemiyor, yüreğine oturan yumruyu yok saymaya çalışıyordu. Ama ne fayda asılan yüzü her şeyi gözler önüne sermeye yetiyordu. Harbiden Sarp'ın bir sevgilisi olabilir miydi? Neden olmasındı ki? Sonuçta o da belli bir yaşa gelmiş biriydi.

"Herkesi kendin gibi zannetme."

Gözlerini yan sırada oturan Asu'ya çevirdiğinde yine güldü Caner. Kararını vermişti, bu kız kendine laf sokmadan yaşayamıyordu.

"Asu farkında mısın bilmiyorum ama benim bir buçuk yıldan beri sevgilim yok."

"Tabii tabii yazın Yasemin'le çıkan başkasıydı zaten."

"Sadece iki kere kahve içtik."

"Ve o kahve faslı bir ay sürdü sonra sıkılıp Yasemin'in arkadaşı Beyza'ya yürüdün."

"Kız benden hoşlanmış ben ne yapayım? Mesaj atınca iki kelime bir şey konuştuk abartma."

"Bu ikiler hiç değişmiyor zaten. Yeşim'e ne demeli? Onunla da iki kere buluşmuştun demi?"

"Asu'cum sana tavsiyem magazinci ol, iyi para kazanırsın."

"Yediğin haltları inkâr etmiyorsun yani?"

"İnkâr etmemi gerektirecek bir sebep mi var?"

Caner'in o sırıtan suratına bir yumruk çakmak istemesi çok mu tuhaftı? Harbiden neden Caner yediği haltları inkâr etsindi ki, onun ne mal olduğu alenen ortadaydı ve en iyi kendi biliyordu onun gönül maceralarını peki bu neden kendini öfkelendiriyordu? Kendine neydi ki, istediğiyle istediği haltı yesindi Caner, umurunda değildi, olmamalıydı.

"Duyduk duymadık demeyin! Peynir ekmek yemeyin! Gün bugündür! Gün benim resmen amca olduğum gündür!"

Sınıfa bağıra çağıran giren Sarp herkesin dikkatini çektiğinde Caner'in tek odaklandığı arkadaşının elindeki tepsiler dolusu baklavalardı. Evet Sarp sayabildiği kadarıyla beş tepsi baklava ile sınıfa giriş yapmıştı. İyi de bayram değildi, seyran değildi, ne oluyordu şimdi durduk yere?

Elindeki tepsileri öğretmen masasına bırakınca herkesin başında toplandığını fark etti delikanlı. E toplansınlardı, herkes duysun bilsindi amca olacağını. Evet, yengesi hamileydi ve bunu öğrenmek kendini âdeta coşturmuştu, öyle ki içi içine sığmıyor, Antakya sokaklarında koşup amca oluyorum, diye bağırmak istiyordu. Amca oluyordu, amca. Ne de güzeldi bu duygu.

"Sarp ne oluyor?"

Feyza'yı karşısında görünce hızla ona sıkı sıkı sarıldı Sarp. Heyecanını, mutluluğunu en çok onunla paylaşmak istiyordu.

"Amca oluyorum Feyza! Amca oluyorum!"

Duyduklarından çok Sarp'ın kendine sıkıca sarılması afallatmıştı kendini. Elbette ilk defa böyle bir an yaşamıyordu fakat Sarp her boyuna atlayıp kendini kollarının arasına aldığında ne yapacağını bilemiyor, şaşırıyordu Feyza. Gerçi Sarp'la yaptığı her şey de eli ayağı birbirine dolanıyordu ya.

Biraz olsun şokunu atlatmasının ardından ellerini Sarp'ın sırtına yerleştirdi genç kız. Olayı asıl şimdi anlıyor gibiydi. Meryem ablası hamileydi demek, bu durumda da Sarp amca olmuş oluyordu. Beyni durumu idrak ettiğinde gülümsedi. Ne de çok yakışırdı Sarp'a amca olmak.

"Tebrik ederim, çok sevindim."

"Bir dakika bir dakika Meryem yenge hamile mi?"

"Oğlum ben ne diyorum? Amca oluyorum, diyorum yengem hamile tabii başka kim hamile olacak?"

"Allah be!" diye bağırarak Sarp'ın omuzlarını sevinçle sarstı Caner. En az onun kadar sevinmişti bu habere. E kendi de bir amca sayılırdı artık.

"Harbiden amca oluyoruz kardeşim!"

"Sana ne oluyorsa."

Asu'nun kendini terslemesini umursamadı delikanlı. Şu an onunla uğraşamayacak kadar keyifliydi. Asu da Caner'i boş verip Sarp'a sarılarak tebrik etti onu. Arkasından Oya ve Altay. Hakan en sona kaldığında arkadaşına içtenlikle sarıldı. Amca olmasa da, dayı olmuştu ve belki de bundandır ki, Sarp'ın coşkusunu en iyi anlayan kişiydi.

"Tebrik ederim Sarp, çok sevindim. Ben amca olmadım belki ama dayı oldum ve gerçekten çok farklı, güzel bir his. Selin ablamın bir parçası, ona her baktığımda içim nasıl desem içim eriyor. Senin de aynı duyguları yaşayacağına eminim. Yeğenini kucağına alınca ne demek istediğimi daha iyi anlarsın."

"O günün gelmesi için nasıl sabırsızlanıyorum bir bilsen."

"Bilmez miyim," derken tebessüm etti Hakan. Ablasının hamile olduğunu öğrenince doğum için gün saymıştı. Dokuz ay değil sanki ablasının doğumu için on dokuz yıl beklemişti.

"Hadi bana yardım edin de şu baklavaları okula dağıtalım."

Caner'in gözleri pörtledi. Sarp'ın dediklerini doğru duymuştu demi?

"Tüm okula mı?"

"Tabii tüm okula. Sonuçta bir kere amca oluyoruz."

Sarp tepsilerinden birini eline aldığında baklavaları dağıtmaya çoktan hazırdı. Hatta bunun için sabırsızlanıyordu. Yalan yok, epeyce pahalıya patlamıştı baklavalar fakat dediği gibi bir kere amca oluyordu, bunun şerefine de elbette baklava dağıtılırdı.

"Yalnız var ya Sarp amca oluyor diye tüm okula baklava dağıtıyorsa baba olacağı zaman tüm Antakya'ya dağıtır benden söylemesi."

Neden Altay'ın sözleri üzerine kaçamak bakışlarla Feyza'ya baktığını bilemedi Sarp. Belki de kalbinin sesini duymasına rağmen kulak asmadı. Elindeki tepsiyi Caner'e uzatıp Altay'ın dediklerini boş verdi.

"Sen dokuzlara dağıtırsın tepsiyi."

"Yanılıyorsun Altay," diyerek arkadaşının elinden tepsiyi aldı Caner. Her zaman ki gibi eğlence peşinde olduğu aşikârdı. "Benim kardeşim baba olacağı zaman Antakya'ya değil, Tüm Türkiye'ye baklava dağıtır."

"İşte bu konuda sana katılıyorum Caner. Demi Feyza? Sarp'tan beklenir bu."

Kuzeni koluyla kendine vururken dilinin tutulmuş olmasından korktu Feyza. Ağzını açıp açıp kapasa da doğru kelimeleri bulamıyordu. Ayrıca esmer yanakları da nedensiz kızarmış, vücudunu bir ateş basmıştı.

"Şey... Tabii..."

Oya'ya başıyla renkten renge giren kuzenini işaret etti Asu. Nasıl da utanmıştı ama Feyza. İçin için gülerken Oya da ondan farksız değildi o da kıkırdıyordu kendi kendine.

Arkadaşlarının yardımıyla baklavaları müdürden öğretmenlere, öğretmenlerden öğrencilere kadar herkese dağıttı Sarp. Kimi tebrik etti kimi dersi kaynatmak için böyle bir şey yaptığını iddaa ederek azarladı onu. Fakat onları duymadı Sarp. Yaşadığı sevincin tadını çıkardı yalnızca. Çünkü gerçekten ömrümde ilk defa amca oluyordu bunun coşkusunu da dolu dizgin yaşamak elbette ki hakkıydı.

Son dersin ardından zil çaldığında herkes sınıftan çıkıyordu ki Caner hızla atağa geçti. Madem Sarp amca oluyordu o zaman bunu kutlamak gerekti. Önünde Asu ve Oya, arkasında Altay, yan sırasında Sarp'la Feyza, onların arkasında da Hakan oturuyordu ki kendi hepsini "Arkadaşlar," diyerek durdurdu.

"Biz bir şeyi unuttuk."

"Neyi?"

Caner yine ne saçmalayacaktı, merak etmişti Asu. Bir yandan kitaplarını çantasına yerleştiriyor, bir yandan arkasında oturan delikanlıya sorgulayıcı gözlerle bakıyordu.

"Neyi olacak Sarp'ın amca oluşunu kutlamayı."

"E baklava dağıttık ya."

"Onu Sarp dağıttı Hakan. Bizim ayrıca kutlama yapmamız gerekiyor."

"Sen şuna kendime eğlence arıyorum desene," dedi Feyza. Artık tanıyordu Caner'i her fırsatı eğlenceye çevirmekte onun üstüne yoktu.

"Yani azıcık eğlenmek bizim de hakkımız değil mi?"

"Senin aklında tilkiler dolaşıyor anlaşılan. Çıkar ağzındaki baklayı".

Altay'ın ne iş oğlum, der gibi konuşmasına otuz iki diş sırıtarak güldü Caner. Biliyordu teklifine hemen itiraz edeceklerdi ama şansını denemekten ve azıcık ısrardan kime ne zarar gelirdi?

"Diyorum ki Sarp'ın amca olma şerefine yarın okulu asıp Samandağ'ına gidelim."

"Hayatta olmaz!"

Daha cümlesini bitir bitirmez ilk tepkinin Feyza' dan gelmesine şaşırmadı delikanlı. Merak ediyordu Feyza gibi başka okul âşığı bir öğrenci var mıydı?

"Ben de gelemem annem duyarsa keser beni."

Oya'nın da böyle demesini bekliyordu Caner. Bir kere de arkadaşları bir teklifine itiraz etmeden olur, diyerek katılsaydı ne olurdu? Dünyanın sonu gelmezdi ya.

"Hiç bana bakma," diyerek ellerini havaya kaldırdı Sarp. Aslında kendini engelleyen bir etken yoktu. Okuldan kaçması o kadar da zor olmazdı ancak çoğunluk ne diyorsa oydu. "Herkes geliyorsa olur ama gelmiyorsa yatar bu plan."

"Altay?"

"Sarp'la aynı fikirdeyim."

Gözlerini çaprazında oturan Hakan'a çevirdiğinde Hakan omuzlarını silkti. Hep birlikte bir yerlere gitmek güzel olurdu aslında. Hele Oya da gelirse.

"Bu planı hafta sonuna ertelesek?"

"Tamam okey bana uyar ama hanginiz gelirsiniz Cumartesi?"

Kimseden ses çıkmıyordu ki Asu beklenmedik bir atak yaptı. "Bence," diyerek Caner'in dikkatini çekti. Sadece bir gün okuldan kaçacaklar diye tüm kariyer hayatları alt üst olacak değildi ya. Evet, kendi bile düşüncelerine hayret etse de bu kez Caner'le aynı fikirdeydi.

"Yarın deniz havası almanın kimseye bir zararı olmaz."

"Sen aklını peynir ekmekle mi yedin Asuman? Gerçekten okuldan kaçmayı düşünmüyorsun herhalde."

"Bir gün okulu asacağız, diye ölecek değiliz be Feyzoş'um."

"E körle yatan şaşı kalkar, diye boşuna dememişler. Asu'nun Caner'le aynı fikirde olduğuna şaşırmamalı."

Ters bakışlar göndermekle yetindi genç kız, Altay'a. Bir şey derdi de, neyse dedi içinden. Tartışmak yerine arkadaşlarını yarın ki plan için ikna etmek niyetindeydi.

"Lan harbiden gelin felekten bir gün çalalım sonunda ölüm yok ya. Azıcık eğleniriz fena mı?"

"Yaşa be Altay! İşte bana ruh lazım abi!"

Caner coşmuş bir şekilde konuşurken Feyza gözlerini devirdi. Onlar ne derse desin okuldan kaçmayı aklının ucundan bile geçirmiyordu.

"Tamam lan ben de varım! Bir gün de bizim olsun, ne olur?"

"İşte benim kardeşim be!" diyerek Sarp'ın omzuna vurdu Caner. O da ikna olduğuna göre işi daha kolaydı artık.

"Dediğim gibi herkes varsa, ben de varım."

Gözler Hakan'a çevrildiğinde Oya yüzünü astı. Okuldan kaçmaya en azından bir gün olsun bunu yaşamaya karşı değildi fakat ailesi, işte o büyük sorundu.

"Ben gelemem."

"Gelirsin gelirsin."

"Gelemem Caner. Annemle babam bunu duyarsa hayatı bana zindan ederler."

"Kimse duymaz merak etme. Okulun önünde buluşup gideriz Samandağ'ına. Okul çıkış saatinde de eve döneriz."

"Kızın da aklını çeliyorsun ya, sana bir şey demiyorum Asuman."

Arkadaşlarının böyle bir plan yapmasına gerçekten öfkelenmişti Feyza. Öfkeli olduğu ses tonundan bile belli oluyordu. Samandağ'ına gitme fikri güzeldi ama okuldan kaçmak için aynı şeyi söyleyemezdi.

"Devamsızlık yapıyormuş gibi düşün Feyzoş. Sadece bir gün okula gelmeyeceğiz ve bunun sonucu ne kadar kötü olabilir ki?"

Başını iki yana salladı genç kız, kuzeni gerçekten Caner'e benzemeye başlamıştı.

"Yarın Fizikle, Kimya var, konuları kaçırmak istemiyorum."

"Konuları bir şekilde hallederiz ama bazı şeyleri tekrar yaşayamayız Feyza."

Gözlerini Sarp'ın kehribar gözlerine çevirdiğinde siniri uçup gitti. Herkese tepkili davranırken Sarp'a gelince neden süt dökmüş kedi gibi oluyordu Feyza? Neden dili tutuluyor, itiraz edemiyor ya da diyecek bir şey bulamıyordu?

"Sarp"

"Gerekirse gece gündüz birlikte çalışır, konuları tamamlarız yeter ki yarın... Yarın beraber olalım. Yani şey hep beraber... Grup olarak hep beraber yani."

Dudaklarını ısırdı Feyza, neden şimdi gülesi gelmişti ki? Sessizliğini korurken Caner yeniden ortaya atıldı.

"O zaman caymak yok. Yarın hep birlikte Samandağ'ına gidiyoruz o kadar. Gelmeyenin vallahi mektubunu keserim ona göre."

"Tamam tamam da Samandağ'ına nasıl gideceğiz? Dolmuşla mı?"

Asu'nun sorusu üzerine dudaklarına çarpık bir gülüş yerleştirdi delikanlı. İki dakika da plan yapmıştı bile kafasında.

"Orasını bana bırakın."

İç geçirdi Asu, bundan korkmalı mıydı? "Senin ipinle kuyuya iniyoruz ya, Allah sonumuzu hayretsin."

Genç kızın mavi gözlerinin içine içine baktı Caner. Dudaklarındaki gülüş hâlâ yerli yerindeydi. "Sana yaşadığın bütün deniz maceralarını unutturacağım kızım."

"Umarım gün sonunda seninle denize geldiğime pişman olmam."

"İnan bana tekrarını yaşamak bile isteyeceksin."

"İddalısın yani?"

"Hem de hiç olmadığım kadar."

***
Gözlerini araladığında elini karnına götürdü Meryem. Sabahtan beri yatakta olmaktan nefret etse de mide bulantısı tüm gün yatırmıştı kendini. Galiba doktorun söylediği gibi bu bulantılar belli bir süre devam edecekti. Anneliğin sınavı daha şimdiden başlamıştı görünüşe göre. Varsın başlasındı, anne oluyordu ya o yeterdi kendine. Bulantı neydi ki, karnındaki bebeği için her şeye katlanırdı.

Mutlulukla, huzurla tebessüm ediyor, anne olmanın sevincini yaşıyordu genç kadın. Karnına her dokunuşunda hissetmek istiyordu bebeğin varlığını. Orada, karnının içinde ufacık bir can vardı, kendinin yavrusu. Kelimelerle anlatılayamayacak kadar muazzam bir histi bu. Anneliği tarif etmeye sözcükler yetmezdi ki, hissettiği bu güzel duyguları süslü cümlelerle betimleyemezdi ki. Başka hiçbir tabire benzemezdi anne olmak, eşsiz ve belki de en yüce duyguydu annelik. İçinde minicik bir can taşıyıp onu dünyaya getirmek. Daha bunun için çok zaman vardı ancak şimdiden o anı yaşamak için sabırsızlanıyor, bebeğini kucağına alacağı günü iple çekiyordu. Henüz beş haftalık hamile olmasına rağmen içi içine sığmıyordu bir türlü. Anne oluyordu. Anne. Nasıl heyecanlanmasındı?

Odaya birinin geldiğini hissedince başını sağ tarafa doğru çevirdi Meryem. Kocasını görünce onun işten geldiğini anladı. Saat o kadar geçmiş miydi? Şu an gerçekten sabahtan akşama kadar uyuduğuna inanmıyordu.

"Sen ne zaman geldin? Hiç duymadım."

Üzerindeki gömleğim düğmelerini açtı genç adam. Dükkânda bayağı yorulmuştu bugün. O kadar işin altından tek başına kalkmak kolay değildi sonuç olarak. İki, üç çırak vardı ancak onlar da işi iyi bilmiyordu. Sarp'la, Caner'de zaten okuldan sonra geliyorlardı. Daha yirmi üç yaşında iken evin, dükkânın tüm sorumlulukları üstüne kalmıştı. Belki bu yüzden genç yaşında böylesine sert mizaçlı bir karakteri vardı. Genç yaşta alınan fazla sorumluluk türlü stres nedenlerini de beraberinde getirirdi.

"Az önce geldim."

Yataktan kalkmak için hareketlendi Meryem. Kocası işten gelmişti ve yorgundu haliyle açta olabilirdi. Evet, bulantısı vardı fakat bir tabak yemek ısıtsa ölmezdi ya.

"Açsındır yemek hazırlayım sana."

"Sen dinlen," diyerek eşofman üstünü başından geçirdi Sedat. "Annem hazırlar şimdi sofrayı."

"Olsun ben de yardım edeyim."

Ayağa kalkmıştı ki genç kadın kocası bileğini tutunca durdu. "Meryem," dedi tatlı bir sesle. Göz göze geldiklerinde gülümsedi Sedat. Şu an gerçekten Meryem'in bir şey yapmasını istemiyordu zira dinlenmek için ona ihtiyacı vardı.

"Sofra sen yardım etmeden de hazırlanır."

Gözünün önüne gelen saçı genç adam geriye attığında dudaklarını ısırdı Meryem. Evli ve hamile olmasına karşın bir türlü alışamıyordu bunlara. İster istemez yanaklarına kan hücum ediyor ve kendi kocasından gözlerini kaçırıyordu. Bu, tatlı bir utançtı fakat, nazlı davranmanın diğer hâli.

"Ama ben yorgunluğumu sen olmadan atamam."

"Sedat," dedi genç kadın çekingen bir ses tonuyla. O tatlı ses tonuna karşın içtenlikle gülümsedi Sedat. Karısının en çok saflığını, masumluğunu seviyordu. Bu utangaç fakat bir o kadar tatlı hallerine âşıktı. Açıkgöz, cin gibi bir kadın değildi Meryem tam tersi sessiz, kendi halinde, evine, kocasına sadık biriydi ve Sedat bunları görüp bildiği için Meryem'in karısı olmasını istemişti. Olmuştu da. Çok şükür Allah gönlüne göre birini nasip etmişti kendine.

Meryem'in yüzünü avuçlarının arasına alıp alnına ufak bir öpücük kondurdu genç adam. Meryem hissettiği temas ile gözlerini kapadı. Alnına değen sıcacık dudaklar o kadar güzeldi ki ve kendine o kadar güven veriyordu ki... Seviyordu. Çok seviyordu Sedat'ı. Sevmez olur muydu hiç, kocasıydı o, doğacak çocuğunun babası. İyi ki Sedat karşısına çıkmıştı da kendi de sonunda huzura kavuşmuştu.

"Ben çok heyecanlıyım Sedat. Bizim bir çocuğumuz olacak. İkimizden bir parça."

Tebessüm ederek karısının karnına elini koydu Sedat. Gerçekten baba oluyordu. Güzel bir duyguydu bu. Kendine baba diyen küçük bir çocuğun doğcak olması... Doğru kelimeleri bulamıyordu ama hissediyordu. Baba olmanın heyecanını için için hissediyordu. Hissettiği gibi gösterebilse belki sevincini dibine kadar yaşayacaktı.

"Allah kucağımıza almayı nasip etsin."

"Amin."

Sedat yeniden karısının yüzünü avuçlarının arasına alıp kahve gözlere odakladı bakışlarını. Sevgi vardı gözlerinde en azından Meryem görüyordu bunu.

"Seni bana veren Allah'a çok şükür."

"Seni de bana," dedi Meryem içtenlikle. İyi ki Sedat olmuştu kocası, iyi ki onunla evlenip bir yuva kurmuştu. İyi ki Sedat'tı çocuğunun babası. Belki biraz ters huyları vardı ancak biliyordu ki özünde iyi bit insandı kocası.

Meryem'in yüzünü ufak dokunuşlarla okşamasının ardından dudaklarına kapandı genç adam. Öptü, defalarca dokunduğu dudakları yine kana kana içti. Ateş kırmızısı dudakların tadı öylesine güzeldi ki, iyi ki diyordu bir kez daha. İyi ki helaliydi Meryem. Karısının dudaklarına ısırık attığında zevkle inledi Meryem. Hayatındaki tek erkek Sedat'tı ve her şeyin ilkini onunla yaşamıştı. İlk başta öpüşmekten bile korksa da şimdi sevdiği adamla yaşadığı cinsel her şeyden zevk alıyordu. Evlilik yalnızca cinsellikten ibaret değildi elbette fakat evliliğin tutkusu cinsellikti. Bunu yirmi iki yaşında tecrübe etmişti genç kadın.

Öpüşmeleri gittikçe derinleşirken Sedat işi devam ettirmek istiyordu. Başlamıştı bir kere, durmaya da hiç niyeti yoktu. Karısının dudaklarından ayrıldığında boynunda gezdirdi bu kez dudaklarını. Meryem'in belini iyice kavramış, bedenini bedenine bastırmıştı. Meryem kocasının omuzlarına tutunmuş yaşadığı anın tadını çıkarıyordu. Sedat'ın boynuna kondurduğu öpücükler öyle haz vericiydi ki aklını başından alıyordu. Yalnız unutmamaları gereken bir detay vardı, evde yalnız değillerdi.

"Sedat"

"Ne?"

"Rahat mı dursan biraz?"

Yüzünü karısının boynundan çekip gözlerini gözlerine odakladı. Dudaklarındaki arsız gülüşü de gördü elbette. O zaman sorun neydi? Naz mı yapmak istiyordu Meryem?

"Niye?"

"Herkes evde bir gören olacak."

"Gören görsün karım değil misin?"

"Sedat," dedi Meryem eğlenir gibi. Yaramaz gülüşü hâlâ yerli yerindeydi.

"Ne, yalan mı?" derken genç kadının yüzünü yeniden avuçlarının arasına aldı Sedat. Bakışlarının odağı belliydi, karısının dudakları. Yavaş yavaş öpmeye doyamadığı dudaklara eğiliyordu ki, odaya ansızın giriş yapan küçük kardeşi yüzünden emeline ulaşamadı.

"Abi, yenge yemek hazırmış annem sizi çağırıyor," diyerek odaya baskın yaptı Çiçek abisinin nasıl bir niyetine engel olduğunu bilmeden.

Sedat öfkeli gözlerle kardeşine bakarken Meryem güldü. Evde yalnız değiliz, demişti kocasına.

"Tamam Çiçek geliyoruz sen Sarp abini çağır sofraya."

Yengesinin sözleri üzerine odadan çıktı küçük kız. Ama tabii Sedat abisinin öfkesinden habersizdi.

"Bakma öyle annem çağırıyormuş bizi. Kız ne yapsın?"

"Bu gece herkes erken yatacak ona göre."

"Sedat"

"Ne? Ben bu evde karımla yalnız kalamayacak mıyım?"

"Kalırız kalırız. Önce bir yemek yiyelim. Annem bekliyor bizi ayıp olmasın."

Meryem kocasını elinden tutarak odadan çıkardığında gerçekten mutlu olduğunu hissediyordu. Karnında bebeği, sevdiği bir kocası, kocaman kalabalık bir ailesi varken daha ne isterdi ki?

20 Kasım 2018

"Çiçek bu soruyu sen yanıtlamak ister misin?"

O kadar dalgındı ki genç kız Feyza hocasının kendine seslendiği bile duymuyordu. Önündeki deftere bir şeyler karalarken aklı fikri dün evde olanlardaydı. Evet Sedat abisi sert bir adamdı, tersti, huysuzdu, baskıcı ve otoriterdi ancak ne kendine ne de yengesine el kaldırmamıştı bu zamana kadar şimdi onun saçma sapan adamlar yüzünden yengesine vurması o kadar zoruna gidiyordu ki... Hayır abisini böyle kabul etmiyordu Çiçek. Onun böyle biri olmasını istemiyordu. Tavrını zaten ortaya koymuştu, gerekirse bir daha koyardı. Belki tek başına Sedat'ı düzeltemezdi ama en azından bir şeyleri değiştirebilmeyi umut ediyordu böyle yaparak.

"Çiçek"

"Feyza hoca sana sesleniyor," diyerek arkadaşının kolunu dürttü Sırma. Çiçek o an durumu anlamış olacak ki hızla başını kaldırıp Feyza ile göz teması kurdu. Genç öğretmen kendine pek tatlı olmayan bakışlarla bakarken utandığını hisseti. Yutkunmakla yetinirken ayağa kalktı. "Efendim hocam," dedi çekinerek.

Öğrencisinde bugün bir dalgınlık olduğunu anladı Feyza. Belliydi Çiçek'in bir derdi vardı, aklı o yüzden bu kadar dağınıktı yoksa kendini dikkatle dinlerdi.

"Soruyu diyorum sen cevaplamak ister misin?"

Akıllı tahtadaki soruyu fark edince yine yutkundu genç kız . Soruyu okudu ama cevap veremedi çünkü konuya muhtemelen bugün geçmişlerdi ve kendi dersi dinlememişti.

"A mı?"

Derin bir nefes aldı genç öğretmen anlayışlı davranmaya gayret ederek "Oturabilirsin," dedi genç kıza. Çiçek yerine oturduğunda yanaklarını şişirdi. Feyza'nın dersinde yanlış cevap vermekten nefret ediyordu.

"Aynur," dedi Feyza el kaldıranlar arasından doğru cevabı verecek kişiyi seçerek. Teneffüs zili çalmak üzereydi o yüzden bu sorunun üstünde daha fazla durmak istemiyordu. Zaten gerektiğinde derse katılmayan öğrencilerinin mutlaka üzerine gidiyordu.

Ayağa kalkıp kendinden emin bir ifadeyle "Cevap e hocam," dedi Aynur. Hemen ardından da zil çaldı.

"Evet doğru cevap. Çıkabilirsiniz arkadaşlar."

Kızlar sınıftan çıkarken Feyza çalan telefon sesini duydu. Masasına doğru adımlayıp masanın üzerinde duran çantanın içinden telefonunu çıkardığında İlker'in aradığını gördü. Şimdi ne istiyordu bu adam kendinden? Açmazsa geçen sefer gibi İlker'in evine baskın yapmasından korktuğu için telefonu açıp kulağına dayadı.

"Ne var İlker?"

"Bu ne hiddet, ne celal güzelim ya?"

"Boş boş konuşacaksan kapatıyorum."

"Dur dur bir sakin ol . Sana güzel haberlerim var."

"Neymiş o güzel haber?"

"Baban aradı halimi hatırımı falan sordu ben de Hatay'da olduğumu hatta seni merak etmemesi gerektiğini çünkü yanında kaldığımı söyledim. Benim nişanlımın gönlü razı olmadı otel köşelerinde kalmama, gel Asu'yla biz de kal, dedi dedim."

Elini alnına vurduğunda işlerin nasıl daha beter bir hal alacağını merak etti genç kadın. İlker rahat durmuyordu, durmayacaktı.

"Yani baban senin yüzüğü attığından hâlâ habersiz ve ayrıca aramızın çok iyi olduğunu sanıyor bilgin olsun."

"Senin Allah belanı versin İlker!"

"Ama senin ağzına beddua hiç yakışmıy-"

İlker cümlesini tamamlamadan telefonu kapadı Feyza. Kapatıp masaya attı. Saçlarının arasından ellerini geçirirken ne yapacağını kara kara düşündü. Babasına İlker'den ayrıldığını söylemeye hazırlanırken İlker böyle bir halt yemişti. Ne güzel ama!

****

Evi süpürürken telefonunun sesini duydu Meryem. süpürgeyi kapatıp sehpanın üzerine bıraktığı telefonu eline alınca çocukların okuldan rehber hocası Selda'nın aradığını gördü. Bir sorun mu vardı? Telaşla telefonu açıp kulağına dayadı.

"Buyurun Selda Hocam."

"Merhabalar Cem Akkaya'nın annesi Meryem hanımla mı görüşüyorum?"

"Evet, Cem'in annesiyim ben. Bir sorun yok değil mi?"

"Aslında bir sorunumuz var Meryem Hanım. Cem sınıf arkadaşı Harun'a yumruk atmış. Okula gelseniz iyi olur."

"Ne? Cem arkadaşına yumruk mu atmış?"

"Ne yazık ki evet Meryem Hanım. Okula gelirseniz daha ayrıntılı konuşuruz."

"Ta-tamam ben hemen geliyorum."

Telefonu kapadığında olayın şokunu atlatmaya çalıştı genç kadın. Cem, oğlu arkadaşına yumruk atmıştı öyle mi? Hayır cem böyle bir şey yapmazdı. O kimseye zarar vermezdi ortada mutlaka yanlış bir anlaşılma olmalıydı. Kendi kendine düşünmeye bir son verip hızlıca salonun ortasındaki süpürgeyi kaldırdı ardından odasına girip üzerini değişti. Nermin Hanım'a haber vermeyi ihmal etmeden doğruca okulun yolunu tuttu. Yaklaşık on beş dakika sonra okula vardığında rehberlik hocasının odasına girdi. Cem oradaydı, başı öne eğik işlediği suçu kabullenmiş gibi tekli siyah koltukta oturuyordu. Karşısında yüzü morarmış ve şişmiş arkadaşı. Harun'u o şekilde görünce yutkundu Meryem. Gerçekten kendi oğlu mu, bu çocuğu bu hale getirmişti?

"Hocam merhaba az önce telefonda konuşmuştuk. Ben Meryem, Cem'in annesi."

Orta yaşlı rehberlik hocası Selda Hanım ayağa kalkarak elini uzattı karşısında duran veliye. "Hoş geldiniz Meryem Hanım. Oturun lütfen."

Hocanın işaret ettiği boş koltuğa oturup çantasını dizlerine bıraktı genç kadın Ters bakışlarını oğlunun üzerinde gezdirirken gerginliği yüzünden okunuyordu. Bir yandan da Cem'in nasıl böyle bir şey yaptığını sorguluyordu. Oğlu şiddet nedir bilmezdi ki.

"Hocam ben gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum," demişti ki Meryem cümlesi ağzında kaldı. Zira kapı hışımla açılıp içeri okul aile birliğinin başkanı Çiğdem içeri girdi. Üzerindeki marka olduğu belli olan beyaz üzerine siyah desenli gömlek ve derin yırtmaçlı siyah etek kadını oldukça gösterişli kılıyordu. Ayrıca bakımlı, fönlü karamel saçları, abartılı makyajı, saçlarının arasına taktığı güneş gözlüğü ve elindeki âdeta ben buradayım diyen siyah çantası havasına hava katıyor, maddi durumumun oldukça iyi olduğunu gözler önüne seriyordu. Ekonomik durumuna güvenerek ortalığı ayağa kaldıracağı, okulu birbirine katacağı belliydi.

"Harun! Oğlum!" diye bağırarak hızlıca çocuğunun yanına geldi Çiğdem. Yere eğilip Harun'un yüzünü avuçlarını arasına aldığında şişmiş yanağını görünce kaşlarını çattı. Parmağını yanağında gezdirip hızlıca geri ayağa kalktı. Bir anne olarak belki evladının bu hale gelmiş olmasına tabii ki üzülebilir hatta sinirlenebilirdi ancak asıl derdi Murat Öztepe'nin oğluna okuldaki alelade öğrencilerden birinin dokunmasıydı.

"Bu ne rezillik Selda Hanım? Benim oğlumun yüzü nasıl bu hale geldi?! Nerede sizin disiplin kurulunuz?!"

"Çiğdem Hanım bakın..."

Hocayı duymaksızın arkasını döndü Çiğdem, karşısında Cem'i görünce oğluna yumruk atanın o çocuk olduğunu anladı. Anladığı gibi de Cem'in üstüne yürüdü.

"Sen... Sen mi vurdun benim oğluma?!"

Meryem yerinden fırlayarak kalkıp Çiğdem'in önüne geçti. Oğlunun yaptığını savunacak değildi ama kimseye de oğlunu ezdirmezdi. Bir kabahat işlediyse de cezasını çekerdi Cem fakat o cezayı annesi olarak sadece kendi verebilirdi, başka biri değil.

"Siz kimin üstüne yürüdüğünüzü zannediyorsunuz?"

Çiğdem şöyle baştan aşağıya Meryem'i süzüp burnunu kıvırdı. Küçümseyici bakışları çoktan gözlerinde yer edinmişti. Paspal kadın, hep onun gibi eğitimsiz kadınların yüzünden okullara serseri çocuklar doluyordu.

"Bu çocuğun annesi sen misin?"

"Evet benim. Bir sorun mu var?"

"Sorun mu var, diye soruyor bir de. Farkında mısın senin oğlun benim oğluma yumruk atmış!"

Gözlerini devirdi Meryem gerçekten senin oğlun benim oğlum davasıyla mı çözülecekti bu mesele?

"Hanımefendi bakın ben oğlumun yaptığını savunmuyorum kesinlikle ama izin verirseniz önce bir olayı anlayalım."

"Olayı anlayalım öyle mi? Hangi olayı? Her şey apaçık ortada senin serseri oğlun benim biricik oğluma yumruk atmış!"

"Sözlerinize dikkat edin, benim oğluma serseri diyemezsiniz!"

"Hanımlar!" diyerek en sonunda araya girdi Selda hoca. Burası ağız dalaşı yapılacak bir yer değildi. Eğitim kurumuydu, disiplin diye de bir şey vardı. Bunu onlara hatırlatsa iyi olurdu.

"Okulda olduğunuzu unutmayın. Gereken ne ise yapılacak şimdi oturun konuşalım."

Çiğdem yine itiraz edecekti ki vazgeçti hıncını daha sonraya saklayabilirdi. Eğer gereken yapılmazsa o zaman yeri yerinden oynatırdı.

İşin aslı Harun, Cansu'nun saçını çekmiş, onunla sen çok çirkinsin diyerek alay etmişti. Cansu hıçkıra hıçkıra ağlayınca da Cem küçük yaşına rağmen sevdiği kızın ağlamasına dayanmayarak öfkesinden gitmiş Harun'a yumruk atmıştı fakat suçlu olan kendi olmuştu. Öğretmenlerine durumu anlatmasına rağmen öğretmenleri kendini değil Harun'u haklı bulmuştu ve emindi artık kimse kendine hak vermeyecekti. Annesi bile.

Selda hoca durumu anlattığında Meryem ne düşüneceğini bilemedi. Oğluna kızmalıydı, kesinlikle kızmalıydı yanlış yapılan bir davranış başka bir yanlış davranışla düzeltilemezdi. Ancak bir ceza verilecekse Harun'a da verilmeliydi, adil olan buydu. Sonuç olarak Meryem'in gözünde Hem Harun, hem Cem suçluydu lakin Çiğdem için öyle değildi. Oğlunun davranışlarını çocuk bunlar, aralarında şakalaşmışlardır, diyerek savunuyor ayrıca sırf bu yüzden Cem'in oğluma yumruk atması mı, gerekiyordu, diye soruyordu. Selda hoca da ister istemez Çiğdem'e hak veriyor ya da vermek zorunda kalıyordu. Nitekim karşısında koskoca avukat Murat Öztepe'nin karısı vardı. Tüm bunların yanında Çiğdem okul aile birliği başkanıydı ve şimdi Harun'u disipline vermesi olur muydu?

"Çiğdem Hanım haklı Meryem Hanım. Harun arkadaşına basit bir şaka yaptı diye onun disipline gitmesi doğru olmaz. Hem biliyorsunuz çocuklar arasında böyle şeyler olabilir ama Cem'in, Harun'a yumruk atması kesinlikle kabul edilemez. Üzülerek söylemek zorundayım ki Cem disipline gidecek."

Acı gerçekler bir kez daha yüzüne çarparken alayla güldü Meryem. Türkiye'nin okullarında bile adalet hiçbir zaman yerini bulmayacaktı. Önemli olan hak değildi, mevkiydi, makamdı, konumdu. Bunu yine yaşayarak tecrübe etmişti.

"Ben anlayacağımı anladım hocam. Size iyi günler."

Başka hiçbir şey demeden çantasını alıp odadan çıktı Meryem. Boşuna nefes tüketmek istemiyordu, ne dese kendini yorduğu ile kalacaktı çünkü. Okulun koridorunda kendini bekleyen oğlunun yanına vardığında "Eve gidiyoruz," dedi sert bir sesle. Her ne olursa olsun Cem'in yaptığı doğru bir davranış değildi.

"Sen de mi bana kızıyorsun anne?"

"Evet kızıyorum," diyerek durdu Meryem. Okulun bahçesine çıkmışlardı bile. Cem'in boyuna göre yere çöküp gözlerini gözlerine odakladı. "Sen arkadaşına zarar verdin çünkü."

"Harun benim arkadaşım değil!"

"Harun senin arkadaşın olmasa bile sen ona zarar veremezsin Cem. Kimseye veremezsin."

"Ama o da Cansu'ya zarar verdi, saçını çekti, dalga geçti onunla. Cansu çok ağladı."

"İşte sen de aynı şekilde Harun'a zarar verdin. Eminim Harun da, Cansu kadar üzülmüştür."

Omuzlarını silkti küçük çocuk. Neden kendini kimse anlamıyordu?

"O bunu hak etti!"

"Cem"

"Ceza da alsam kimsenin Cansu'yu üzmesine izin vermem!"

Cem son sözünü söyleyerek annesini arkasında bırakıp yoluna devam etti. Pişmanlık duygusunu henüz bilmemesine rağmen şimdi bu duyguya sahip olmadığına emindi, Harun kesinlikle yaptığını hak etmişti.

Meryem oğlunun arkasından bakarken iç geçirdi. İlk defa oğluyla ilgili bir konuda ne yapacağını bilmiyordu.

Eve vardıklarında genç kadın anahtarla evin kapısını açmıştı ki gözlerine bir an için Feyza'nın evi çarpınca durdu. Neden olmasın ki, dedi içinden sonuçta Feyza da bir öğretmendi belki kendine bir akıl verirdi. Cem'i eve bırakıp kararsız adımlarla karşı eve vardığında demir bahçe kapısından geçip zili çaldı. Kapı birkaç saniye sonra Asu tarafından açılınca onları rahatsız etmiş olmaktan korktu.

"Hoş geldin Meryem abla," dedi Asu tatlı bir tebessümle.

"Rahatsız etmiyorum değil mi?"

"Ne rahatsızlığı, olur mu öyle şey? Geç buyur."

"Feyza evde mi, onunla bir şey konuşacaktım da."

"Evde evde geç sen."

Eve girdiğinde Feyza'yı bilgisayar başında buldu Meryem. Tabii Feyza eve gelen misafiri görünce ayağa kalktı.

"Hoş geldin Meryem abla."

"Hoş buldum, hoş buldum da vaktin varsa seninle bir şey konuşmak istiyorum Feyza."

Meryem'in kendi ile konuşacağını merak etti Feyza, kuzenine baktığında Asu bilmediğini anlatmaya çalıştı. Neyse konuyu şimdi öğrenirdi zaten. Meryem'e oturması için koltuğu işaret ettiğinde Asu hemen kahve yapmaya girişti. Meryem ise konuya nasıl gireceğini düşündü.

"Bir sorun yok değil mi Meryem abla?"

Sıkıntıyla nefes aldı Meryem, çaprazında oturan Feyza ile göz teması kurduğunda yanlış bir şey yapmadığına kendi kendine ikna etmek için çabaladı. Bugüne kadar kimseyle en ufak bir derdini bile paylaşmadığı için zorlanıyordu Cem'in olayını anlatmakta.

"Aslında bir sorun var Feyza. Cem... Cem arkadaşına yumruk atmış."

"Ne?" Feyza kaşlarını çattığında yanlış duymuş olmayı diledi. Cem'i tanıyordu, öyle şiddete başvuracak bir çocuk değildi o. "Cem arkadaşına yumruk atmış öyle mi? Ne-Neden peki eğer böyle bir şey yaptıysa mutlaka bir açıklaması olmalı."

Feyza'yı başıyla onayladı Meryem oğlunun neden yumruk attığını da söyleyecekti ki Asu kahvelerle içeri girdi. Meryem teşekkür ederek kahveyi aldığında Asu onları yalnız bırakıp bırakmama konusunda kararsız kaldı. Meryem'in neden buraya geldiğini ve Feyza ile ne konuştuğunu merak ediyordu doğrusu.

"Benim mutfakta az bir işim vardı ona bakayım."

Merakına rağmen arkasını dönüp mutfağın yolunu tuttuğunda Meryem arkasından seslenince durdu Asu.

"Sen yabancı mısın Asuman? Gel otur lütfen. Belki sen de bir akıl verirsin."

Kararsız gözlerle kuzenine baktı Asu. Feyza başıyla oturmasını işaret edince onun karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Konuya dahil olmaya çoktan hazırdı zaten tabii önce konuyu öğrense iyi olurdu.

"Cansu, sınıf arkadaşı daha doğrusu bilirsiniz işte çocukların sınıfta hoşlandığı bir arkadaşları olur ya, Cem içinde Cansu öyle. Çok değer veriyor o kıza. Sınıftaki diğer çocuk Harun da, Cansu'nun saçını çekip onunla alay etmiş. Cem de gitmiş Cansu'yu üzdüğü için Harun'a yumruk atmış."

"Oh iyi etmiş," diyerek ortaya atıldı Asu. Cem'in amcasına çektiği belliydi.

"Öyle deme Asuman her ne olursa olsun Cem'in yumruk atması yanlış. Değil mi Feyza?"

Başını salladı Feyza şu an kendine düşen öğretmen olarak konuşmaktı fakat duygularına engel olamadan yapamıyordu. Cem'in masum sevgisini içten içe takdir ettiğini kendinden saklayacak değildi.

"Kesinlikle yanlış hem de. Anlıyorum Cansu'yu korumak istemiş ama hemen şiddete başvurması çok yanlış Meryem abla."

"Biliyorum biliyorum Feyza." Bir an durduğunda yere diktiği bakışlarını tekrardan Feyza'ya odakladı Meryem. Gözleri nedensiz nemlenmişti. "Ama Cem böyle bir çocuk değil, gerçekten değil. Kimseye zarar verecek, yumruk atacak bir çocuk değil. Onu ben doğurdum, ben büyüttüm elimden geldiğince onun güzel huylu bir çocuk olması için çabaladım. Şimdi nerede yanlış yaptım onu düşünüyorum. Belki abartıyorum ama korkuyorum... Gerçekten korkuyorum. Oğlumu iyi yetiştirememekten, ileride onun bir sokak serseri olmasından korkuyorum. Haberlerde neler neler duyup görüyoruz, onlar o kadar yabancı değiller ki içimizden çıkan insanlar ve Cem'in de o haberlerde gösterilen ipsiz sapsız serseriler gibi olmasından korkuyorum."

Ne diyeceğini bilemedi Feyza fakat Meryem gibi bir annenin olması biraz olsun ülkeye dair ümitlerini yeşertti. Herkes böyle düşünceli bir oğlan annesi değildi belki ancak ender de olsa vardı işte. Meryem en güzel örnekti buna. Genç kadının yanına oturduğunda omuzlarına dostane bir tavırla ellerini yerleştirdi.

"Cem'in senin gibi bir annesi varken o pırlanta bir adam olur merak etme. Evet, belki Cem bugün arkadaşına bir yumruk attı ama yumruğu bile sevdiği kızı korumak için attı."

"Aynen öyle. Siz ne dersiniz deyin çocuk çok iyi yapmış vallahi. Hem başka ne yapsaydı? Gidip o Harun denen çocuğa süt bebesi gibi arkadaşım bak Cansu sen böyle yapınca çok üzüldü, bir daha yapma mı, deseydi?"

"Asuman"

"Ne var Feyzoş şimdi burada öğretmenlik iç güdülerini bırak öyle söyle. Böyle konuşmalar nerede işe yarıyor? Cem böyle deseydi çocukla alay etmeyecekler miydi?"

"Sorun da bu zaten küçükten büyüğe herkes saygılı davrananları eziyor. "

"Sonuç olarak ben Cem'in yaptığında yanlış bir davranış göremiyorum."

Asuman rahatça arkasına yaslandığında kuzeninin ters bakışlarını görse de omuz silkti. Fikrini kolay kolay kimse değiştiremezdi. Cem sevdiği kız için birine yumruk atmıştı ve yumruk attığı çocuk bir yumruğu gerçekten hak etmişti. Böyle düşünmek kendini aniden on iki yıl öncesine götürdü. Caner'in kendi için kavga edip disipline gittiğine anımsadı. Derin bir nefes aldığında o günlerin önemsiz detaylar olarak geçmişte kaldığını hatırlattı kendine.

"Yine de şiddete başvurması yanlış," diyerek kendi fikrini savunmayı sürdürdü Feyza. Lakin bundan daha çok takıldığı başka bir ayrıntı vardı. Sabah Çiçek'in dalgın hali, şimdi Cem'in olayı ve Meryem'in gereğinden fazla kaygılı olması. Hepsini bir araya getirince evde ters bir şeylerin olduğunu anlamak çok zor değildi. Zaten Sarp'ta geçen gece pek bir dertliydi.

"İstersen ben Cem'le konuşur nasıl daha uygun davranacağını anlatmaya çalışırım da Meryem abla ben sana başka bir şey sormak istiyorum."

"Sor tabii."

"Evde her şey yolunda mı yani böyle durumlarda çocukları evde yaşanılan başka durumlar da etkiler de."

İç geçirip gözlerini kapadı Meryem. Feyza elbette ki bir şeyler sezmişti. Bazı şeyler aile içinde kalmalıydı kesinlikle ama ufak bir itiraftan kimseye zarar gelmezdi Tabii yine de evliliğinde yaşadığı sorunları daha önce kimseye anlatmadığı için kendini rahatsız hissediyordu.

"Senden saklayacak değilim Feyza. Sedat'la bizim aramız biraz gergin şu sıralar."

"Anladım eğer anlatmak istersen..."

"Evlilik meseleleri işte boş ver."

"Ay Meryem abla anlat gitsin sen de rahatlarsın ne olacak sanki?"

"Gerçekten önemsiz şeyler Asuman anlatmaya değmez. Ben yalnızca Cem için bir çözüm yolu bulamadım."

"Merak etme ben Cem'le konuşurum."

Meryem'i rahatlatmaya çalışırken sıcacık gülümsüyordu Feyza. Meryem evliliğindeki problemleri anlatmak istemiyorsa saygı duyardı, onu zorlayacak değildi. Fakat bir öğretmen olarak Cem'le gereken şekilde konuşmak vazifesiydi ki, bunu seve seve yapardı.

***

"Gerçekten böyle bir oyuna gerek var mı? Cem'i karşına alıp ne bileyim öğretmen öğretmen konuşsaydın ya Feyza."

Feyza gözlerini devirirken içinden keşke diyordu. Keşke ellerinde Caner'den başka bir adam olsaydı ama yoktu. Bu role en uygun adam Caner'di. Hem aslında oyun da sayılmazdı yapacakları uygulama. Caner, Asu'yu oyun icabı değil gerçekten üzmüştü bir zamanlar kendi de gereken tavrı koymuştu ona karşı. Şimdi o zamanları bir daha canlandırıyormuş gibi olacaktı. Amaç Cem'e doğru davranışları öğretmekti.

"Uygulama daha etkili olur Caner."

"Gidip oyuncu bulsaydınız o zaman ben anlarım öyle tiyatrodan falan."

"Bence kendine haksızlık etme harika bir oyuncusun sen."

Asu'nun sözlerine karşılık sıkıntıyla nefes aldı genç adam şu anda bile kendiyle uğraşmaktan vazgeçmiyordu ya bu kız, cidden bir şey demiyordu.

"Asuman"

"Ne?"

"Enerjini içeriye sakla."

Bir şey demedi, sessizliğini korudu Asu. İki dakika sonra zaten öfkesini rahat rahat kusabilecekti.

Feyza ikisine bakarken bu işi eline yüzüne bulaştırmaktan korktu. Ateşle barutu kendi eliyle yan yana getirmişti resmen. Cem'e örnek olalım derken, bu iki akılsızın işi daha da batırmasından korkuyordu fakat vazgeçmek için çok geçti artık. Sarpların kapısının önünde dururlarken son kez ikisinde gözlerini gezdirdi.

"Hazır mısınız, çalıyorum kapıyı."

"Çal Feyza çal. Çal da bir an önce bitsin şu iş."

Caner'e ters bakışlar attıktan sonra kapıyı çaldı genç kadın. Neden bu kadar gerilmişti ki Caner?

Kapı Sarp tarafından açılınca gülümsedi Feyza. Onu görmek tüm gerginliğini almış götürmüştü.

"Hoş geldiniz."

"Hoş bulduk kardeşim," diyerek içeri girdi Caner. Ceketini askıya asıp kızların içeri girmesini bekledi. Asu ve Feyza birlikte içeri girince "Hadi," dedi. "Hazırsanız başlayalım bir an önce."

Gözlerini Sarp'a odakladı Feyza. Elbette ki oynayacakları oyundan herkesin haberi vardı. Tüm aile Cem'in olayını duymuş ve her kafadan farklı bir ses çıkmıştı. Feyza ise Sarp'ı arayıp aklına gelen fikri söylemişti ki Sarp fikrini çok beğenmişti. Tüm aileye de bir şekilde kabul ettirmişti.

"Herkes hazır mı?"

"Hazır. Cem de içeride televizyona bakıyordu."

"O zaman hadi. Asuman başla."

"Benim için zor olmayacak."

Gerçekten işin sonundan korksa da artık geri dönüşün olmadığını biliyordu Feyza. Başlamıştı bir kere, işin sonu sonu için de dua etmekten başka çaresi yoktu.

Asuman Caner'in kendine yaptıklarını yeniden hatırlamaya çalıştı. Gerçekçi olması gerekiyordu o yüzden gözyaşlarına ihtiyacı vardı. Lise günleri gözlerinin önünden film gibi geçerken iki damla gözyaşı harbiden gözlerinden düştü. Buğulu gözlerle Caner'e bakarken gerek rol icabı gerek gerçekten hıçkırdı. Hıçkıra hıçkıra da salona girdi. Ağlayarak solana girmesi elbette herkesin dikkatini çekti ama ev ahalisi biliyordu ki, bu bir oyundu.

"Asuman," diyerek ayağa kalkıp onun yanına geldi Meryem. Kendi de oyuna uyum sağlamaya çalıştı. "Ne oldu sana?"

"Caner beni çok üzdü Meryem abla."

"Ne yaptı?"

Çocukların dikkati kendine dönünce rolünü sürdürdü Asu. Omuzlarını silkip ağlamaya devam etti.

"Üzdü işte."

Kayıtsız kalamadı Cem, Asu'nun yanına geldiğinde minik gözlerini genç kadının üzerinde gezdirdi.

"Caner abi mi üzdü seni Asu abla?"

Yere çöküp boyunu küçük çocuğun boyuyla aynı hizaya getirdi Asu. "Evet, Caner abin beni çok üzdü Cem. Ben ona çok kırıldım.

"Ne yaptı sana peki?"

"Kandırdı beni, bana yalan söyledi. Ben de çok üzüldüm."

"Kandırmadım!" diyerek hızla içeri girdi Caner. Feyza ise elini alnına vurdu. Bu böyle olmayacaktı ki.

"Ben seni hiç kandırmadım Asu."

Hızla geri ayağa kalktığında elinin tersiyle gözyaşlarını sildi genç kadın. Karşısındaki adama gözlerine odakladı bakışlarını. Patlayacağı her halinden belliydi

"Yalan söylüyorsun!"

"Söylemiyorum! Ben sana daha önce de yalan söylemedim, şimdi de söylemiyorum! Sana dediğim her ne varsa doğru! Yemin ederim ki doğru!"

"Ben sana inanacak yaşı çoktan geçtim Caner!"

"Hiç inanmak istemedin ki aslında!"

"Ortada inanacak bir şey var mıydı?"

"Vardı!"

"Ne vardı?! Söylesene ne vardı?! Ortada senin yalanların dışında inanacak ne vardı?!"

"Biz vardık be! Biz! Sen bize inanmadım! Yargısız infazla verdin hükmü çektin gittin oysa ben!..."

"Sen ne?! Söyle sen ne?!"

"Sarp bir şeyler yapmamız lazım yoksa ortalık fena karışacak.""

"Asu sen de, Caner ben de."

Feyza ve Sarp hızla içeri girdiğinde amaçlarını unutan ikiliye müdahale etti. Feyza, kuzenini kolundan tutup çektiğinde oyunu devam ettirme çabasındaydı her ne kadar oyunun dışına çıkmış olsalar da. Caner'in karşısında durduğunda Cem'e de bakmayı ihmal etmiyordu.

"Sen benim kuzenimi çok üzdün Caner, bak nasıl ağlıyor Asuman. Sana bu yaptığın hiç yakışmadı."

"Feyza"

Sarp kolunu boynuna atınca kulağına "Cem için," diyerek fısıldadı. Küçük çocuğa kısa bir bakış atıp başını öne eğdi Caner. Bu eğitici bir oyundu.

"İnsan arkadaşını hiç üzüp ağlatır mı? Onun kalbini böyle kırar mı?"

"Feyza ben..."

"Biri sana aynı şeyleri yapsa sen de üzülürdün değil mi?"

"Üzülürdüm tabii."

"O zaman neden üzdün Asuman'ı?"

"Ben...Ben şaka yapmak istedim aslında."

"Her şaka eğlenceli ya da komik değildir ama bazı şakalar insanı üzer."

"Ben çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm. Böyle olmasını istemedim."

"Üzüldüğünü biliyorum ve şimdi gidip Asuman'dan özür dilemeni istiyorum. "

"Ama o beni affetmez ki."

"Arkadaşlarımızı bazen istemeden de olsa üzebiliriz ama hatamızı telafi etmekte bizim elimizdedir. Sen özrünü dilersen belki Asuman seni affeder. Denemekten bir zarar gelmez değil mi?"

Başıyla onayladı Caner, Feyza'yı, gözlerini Asu'ya çevirdiğinde derin bir nefes alıp genç kadının yanına doğru adımladı. Gözlerini gözlerine odaklayıp içinden geçen kelimelerin dilinden dökülmesine izin verdi.

"Seni üzdüğüm için çok üzgünüm Asu. Ben...Ben senden çok özür dilerim, eğer izin verirsen senin yeniden arkadaşın olmak istiyorum. Beni affedebilir misin?"

Kuzeninin hadi, diyen bakışlarına karşılık bu sadece bir oyun, diye düşündü Asu. Cem için oynadıkları çocukça bir oyun. Caner'in uzattığı eli tuttuğunda içinde oluşan tüm hisleri yok saymaya çalıştı. Neden yıllar sonra bile Caner'in tenine temas etmek duygularını yeniden tetikliyordu? Üstelik olan onca şeye rağmen?

"Özrünü kabul ediyorum arkadaşım."

İçtenlikle gülümsedi genç adam keşke oyun icabı değil, gerçekten Asu kendini affetseydi ama biliyordu ki, bu hiçbir zaman olmayacaktı. Asu'nun nefreti hiç geçmeyecekti.

"Gördün mü Sarp? Caner hatasını anladı ve Asu'dan özür diledi. Bazı sorunları çözmek işte bu kadar kolay. Biri yanlış yaptığında onunla güzel güzel konuşarak yanlış yaptığını anlatabiliriz. Çünkü konuşarak çözülmeyecek hiçbir mesele yoktur."

Feyza'nın ela gözlerine bakarken dudaklarındaki gülüş bir an olsun silinmiyordu. Kesinlikle ondan daha harika bir öğretmen tanımadığına emindi Sarp. Cem'e bu oyundan daha güzel bir örnek olamazdı.

"Çok haklısın Feyza, konuşarak her şeyi çözebiliriz."

Meryem içinden Feyza'ya teşekkürlerini gönderirken oğlunun yüz ifadesini de okuyordu. Cem şimdiden kendi kendine bazı şeyleri sorgulamaya başlamıştı bile. Küçük gözlerinden belliydi bu. Zeyno da bu oyundan kendine pay çıkarmıştı tabii. Çiçek oyunu sınıfta arkadaşlarıyla yaptığı acemice tiyatrolara benzetmişti. Zira çocuk gelişimi okuduğundan kendileri de arada böyle dramalar yapıyorlardı. Tabii yaparken bu oyunlar komik gelmiyor değildi. Asla ciddi olamıyorlardı drama yaparken. Nermin hanım ufacık olay için bu kadar tantanaya gerek olup olmadığını sorguluyordu içinden ve Sedat kaçamak bakışlarla karısına bakarken ne yapacağına çoktan karar vermişti.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Feyza ve Asu, Meryem'in ısrarıyla kahveye kaldıklarında mutfakta oturmuş Sarp'la laflıyorlardı. Tabii Caner'i yok saymak olmazdı. Herkes toplanmışken o gider miydi hiç? Asu'yla her zaman ki gibi didişip dururken Meryem onları yalnız bırakarak odasına çıktı. Sedat'la yaşadıkları olayın üzerinden dört gün geçmiş olmasına rağmen hâlâ onunla aynı yatakta yatmıyordu. Fakat kıyafetleri o odada duruyordu. Bundan dolayı üzerini değişmek için odaya girmek zorunda kalıyordu. Askılı kırmızı geceliğini giydiğinde üzerine geceliğin ceketini geçirdi. Belki aylardan kasımdı fakat kendi üşümüyordu. Henüz o kadar soğuk yoktu. Odadan çıkmak için hareketlendiğinde odaya Sedat girince durdu bir an. Günlerdir yok sayıyordu kocasını böyle devam etmekte de kararlıydı. Sedat'ın yanından geçip gidecekti ki Sedat bileğini tutunca durdu. Davranışlarının sebebi tavır olsun diye değil, gerçekten içinde ona karşı bir şeyler kırıldığı içindi.

"Biraz konuşalım Meryem."

"Konuşacak bir şey yok."

Bileğini kurtarıp kocasının yanından geçip gitti genç kadın. Tam kapının kolunu tutmuştu ki Sedat'ın dediğiyle durdu.

"Avukat tuttum."

Kaşlarını çatıp geri genç adama doğru döndü Meryem. Ne avukatı tutmuştu Sedat?

"Miras meselesi için. Babandan kalan mirasta ne hakkın varsa alacaksın. Avukat her şeyi halledecek. Davaysa dava, mahkemeyse mahkeme... Bilirsin çok anlamam bu işlerden vekaleti avukata vermek istedim ama senin imzan gerekli. Benim elimden gelen bu Meryem. Bundan sonrası sen nasıl istersen öyle olacak. Yeter ki... Yeter ki affet beni artık."

"Sedat"

"Özür dilerim. Meryem çok özür dilerim. Ne yapsan, ne desen haklısın ben... Ben sana vurmak istemedim o gün. Sen kendini kaybedince elimden bir kazadır çıktı işte. Çok beceremem özür dilemeyi ama şunu bilmeni isterim ki, ben... Ben seni özledim Meryem. Çok özledim. Sen benim karımsın, on dört yıldır aynı yastığa baş koyduğum kadınsın ve ben seni... karımı çok özledim. Beni affedemez misin?"

Nemli gözlerle Sedat'a bakarken dudaklarını ısırdı genç kadın, yalan yok içinden koşup kocasının boynuna atılmak geliyordu fakat bir şeyler engelliyordu kendini. Belki gururu, belki inadı. Bu kadar kolay affetmek istemiyordu Sedat'ı yine de tüm düşüncelerine inat bir iki adım atarak kocasıyla arasındaki mesafeyi kapadı. "Bana söz ver," dedi kısık bir sesle. "Bir daha her ne olursa olsun bana el kaldırmaya bile yeltenmeyeceksin. Öfkeni dizginlemek için çabalayacak kendini düzelteceksin ancak o zaman seni affederim."

"Söz," dedi bir dakika bile tereddüt etmeden. Meryem'in yüzünü avuçlarının arasına aldığında kendinden emin olduğu bakışlarından belliydi. "Hepsi için sana söz veriyorum Meryem. Miras meselesinde de sonuna kadar yanındayım, her ne gerekiyorsa da yapmaya hazırım. Şimdi affettin mi beni?"

Gözleriyle onayladı Meryem, kocasını. İstese onu daha da süründürür, meseleye uzatmaya devem ederdi lakin kendinin de duyguları vardı işte. Sedat'a karşı olan derin duyguları. Yumuşamak istemese bile karşı koyamıyordu kocasının kendine yalvaran bakışlarına. Özrünü dilemiş, pişmanlığını dile getirmişti üstelik Sedat. Daha fazla uzatmanın kime ne faydası olurdu k? Fakat eğer bir daha Sedat kendine karşı bir hata yaparsa o zaman kendi de gerekeni yapmaktan hiç mi, hiç çekinmezdi.

"Ettim. Sen yeter ki sözünde dur."

"Duracağım, inan."

Dudaklarına yarım bir gülüş kondurdu genç kadın. Elbette Sedat kocamdır, ne yapsa yeridir demeyecekti lakin kocasını sevdiğini ve bu sevgi sayesinde ona ikinci bir şans verdiğini inkâr edecek değildi. Hatalar yapılırdı, herkes hata yapardı mühim olan o hatayı anlayıp telafi etmeye çalışmaktı. Sedat bunu yapmıştı işte, hatasını anlamış, telafi etmek için çabalamıştı kendi de ona ikinci bir şans tanımıştı. Tek isteği bundan pişman olmamaktı.

Gözleri karısının dudaklarına kayınca kendini tutamadı Sedat. Eğilip Meryem'in dudaklarını öptü. Meryem dudaklarını daha çok aralayarak genç adama izin verdi. İtiraf etmesi gerekirse kendi de özlemişti kocasını. Sedat'ın kollarına tutununca öpüşmeyi daha da alevlendirdi. Anlamıştı öpüşmenin devamı da gelecekti ki, istemediğini söyleyemezdi. Ne de olsa teni hasret kalmıştı kocasının tenine.

Meryem'i duvara yaslayıp açık olan ışığı kapatıp, kapıyı kilitledi Sedat. Dudakları hâlâ Meryem'in dudaklarında gezerken elleri oldukça maharetli bir şekilde hareket ediyordu. Öyle ki karısının dudaklarından ayrılmadan gerçekleştirdi tüm bu işleri. Kimsenin kendilerini rahatsız etmesini istemiyordu. Elleri genç kadının vücudunu keşfe çıktığında geceliğin üzerindeki ince ceket yere düştü, parmakları ise kırmızın geceliğin askılarını indirdi ve dudakları Meryem'in boynu ile buluştu.

"Sedat"

"Hm"

"Aşağıda misafirler var."

"Boş ver onları sen. Giderler birazdan."

"Olmaz öyle Sedat."

"Öyle bir olur ki," diyerek Meryem'i kucakladı genç adam. Meryem ufak bir kahkaha attığında kendini yatakta buldu. Kocası üstüne uzandığında kalbinin toy bir genç kız gibi attığını hissetti. Yıllardır evliydi ancak her sevişmede ilk günkü heyecanla doluyordu.

Gözleri birleştiğinde nefesleri birbirine karışıyordu ki, Sedat tutkuyla baktı karısının gözlerine.

"Meryem"

"Efendim?"

"Seni seviyorum."

Kocasının sakallarında ellerini gezdirirken sıcacık gülümsedi genç kadın. "Bende. Bende seni çok seviyorum Sedat."

İlk karısının alnını sonra dudaklarını öptü Sedat. Devamında ise karısıyla birlikte kendini ateşli bir gecenin kollarına bıraktı.

Aşağıda Nermin Hanım odasına, inzivaya çekilmişti, Çiçek'te kendi odasında telefonuna dalmıştı. Tabii Zeyno da yanındaki yatakta uykuya dalmıştı ancak Cem amcasıyla birlikte Bulut'la oynamaya devam ediyordu. Feyza da kuzeniyle birlikte eve gitmek için hazırlanmıştı ki telefonunu mutfakta bulamadı.

"Salonda kalmıştır belki, ben bakayım," diyerek odaya girdi Sarp. Tahmin ettiği gibi Feyza'nın telefonunu koltuğun üzerinde buldu ancak telefon çalıyordu. Telefonu eline aldığında ise yutkundu arayan kişi İlker'di çünkü. Bu ismi ikinci kez görüyordu ve içine yine şüpheler düşüyordu. Arama sonlandıktan sonra yüz ifadesini sabit tutmaya çalışarak kapıya yöneldi. Feyza kapıdan çıkmış Sarp'ı beklerken onun geldiğini görünce telefonu almak için elini uzattı.

"Salonda kalmış."

"Sağ ol."

Hafif bir tebessüm etti Sarp. İçinde anlam veremediği bir huzursuzluk vardı. Birbirlerine iyi geceler dilemelerinin ardından Feyza arkasını dönüp adımladı. Henüz üç adımlık mesafe kadar uzaklaşmıştı ki Sarp'ın sesini duyunca durdu. Durup yutkundu.

Tüm cesaretini toplayarak açık yüreklilikle bir soru sordu çünkü Sarp. Alacağı cevaptan deli gibi korksa bile.

"İlker kim Feyza?"

Loading...
0%