@petekayla
|
29 Eylül 2006 "Ciddi ciddi okuldan kaçacak olmamıza inanamıyorum." Feyza'nın sızlanması üzerine iç geçirdi Caner. Sanki okuldan değil, evden kocaya kaçıyormuş bir hâli vardı genç kızın. Altı üstü sadece bir günlüğüne okulu asıp biraz eğleneceklerdi. Kime ne zararı vardı bunun? Hem okuldan kaçmayan öğrenci mi olurdu? "Abartmasan mı Feyza?" "Hiçte abartmıyorum bugün Fizik ve Kimyanın en önemli konuları vardı." "Sarp ne dedi, konuları bir şekilde hallederiz ama bazı şeyleri tekrar yaşayamayız." Sarp'ın sözünü kuzenine hatırlatarak biraz olsun onu yatıştırmayı umdu Asuman. Yoksa Feyza tüm gün boyunca böyle sızlanıp duracaktı. "Sarp demişken o nerede kaldı?" Diye sordu Altay. Saat sekizi geçiyordu ama hâlâ ortada Sarp'ta, Oya da yoktu. Okulun biraz uzağında dururken denize gitmek için ikisini bekliyorlardı. "Oya da henüz gelmedi." Hakan'ın endişesi yüzünden okunuyordu. Evet kaygılıydı delikanlı, Oya'nın ailesi yüzünden denize gelmekten vazgeçmiş olması muhtemeldi çünkü. O gelmezse de Samandağ'ına gitmenin hiçbir anlamı kalmazdı kendi için. Oya yoksa hiçbir şeyin tadı yoktu zira. "Oya'yı son zamanlarda pek bir merak eder oldun Hakan." Okul çantasının askılarını tutarken bakışlarını yerden çekip karşısında duran Altay'a odakladı Hakan. Sözlerinde ima olduğu barizdi, gözlerinden de anlaşılıyordu zaten her şey. "Vazgeçmiş olabilir, diye düşünüyorum sadece." "Bu seni neden bu kadar geriyor ki? Gelmezse gelmez," diyerek omuzlarını silkti Altay. Oya'nın gelmesini en çok kendi isterdi elbette ancak şu an amacı nedensiz Hakan'ın üzerine gitmekti. Onu sıkıştırmak, belki de duygularını itiraf ettirip kavgaya girmek istiyordu Hakan'la. Kaçak göçek dövüşmekten sıkılmıştı çünkü. "Gerildiğim falan yok Altay sadece hep beraber olalım istiyorum." Hakan'ın sert sesine karşılık Caner derin bir nefes aldı. Her şeyi anlıyordu anlamasına fakat anlamamazlığa vuruyor, aynı zamanda bunların yalnızca başlangıç olduğunu, ikisinin de fena kapışacağı zamanların geleceğini hissediyordu. Saklanan duygular ortaya çıktığında kendilerini zor günler karşılayacaktı, biliyordu. Asuman ve Feyza, ikilinin gereksiz atışmasına bir anlam veremezken Oya koşar adımlarla yanlarına geldi. Düzensiz nefes alışverişlerine, hızla kalkıp inen göğsü eşlik ediyordu. Geç kalmamak için koştuğu belliydi. "Geç kalmadım demi?" "Kalmadın," derken sıcacık bir şekilde gülümsedi Hakan. Genç kızın yüzünde gözlerini gezdirirken her zaman ki gibi kaybolup gitti o ahu gözlerde. Seviyordu. Çok seviyordu bu kızı. "Hem kalsan ne olacak ki? Acelemiz yok ya, beklerdik seni güzelim." Gözlerinin odağı Altay olduğunda dudaklarını ısırdı Oya. Evet, ilk başta Altay'ın kendine güzelim demesinden oldukça rahatsız oluyordu fakat son zamanlarda hoşuna gidiyor, içinde bir şeyleri harekete geçiriyordu. Delikanlının gülüşüne karşılık içten bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Altay ise o tebessüm karşısında içinde çiçeklerin açtığını hissetti. Fazla bir şey istemiyordu, Oya kendine böyle içtenlikle bakıp gülsün yeterdi. Gerçekten yeterdi. "Bak mesela Sarp'ı hâlâ bekliyoruz," diyerek araya girdi Caner. "Sahiden Sarp nerede kaldı?" Feyza'nın sabırsızlığına güldü Caner. Genç kızın arkadaşını böyle merak etmesi hoşuna gidiyordu. "Sürprizi varmış beyefendinin yine." "Ne de olsa Sarp sürprizlerle dolu. Keşke bazıları da ondan örnek alsa." Asu kaçamak bakışlarla kendine bakarken tatlı bir ifadeyle kaşlarını çattı Caner. Bu kız kendinden sürpriz beklediğini mi ima etmişti şimdi? Kendini bir kaşık suda boğmak isteyen o değil miydi oysa? Kız milletini anlamak harbiden zordu. "Onu bunu bırakın da ciddi ciddi Caner, senin külüstürle mi gideceğiz Samandağ'ına? Ne yapsa, ne etse yaranamıyordu delikanlı, arkadaşlarına. Onları dedesinden kalan araba ile denize götürüyor, üstelik benzin parası bile almıyordu onlardan ama Altay kendine ne diyordu. "Daha iyi bir fikrin varsa söyle kardeşim." "Dolmuşa mı binsek, ehliyetimiz yokken başımıza iş almasak mı?" "Sen korkuyorsan dolmuşa binebilirsin Hakan." Altay'a ters bakışlar gönderdi Hakan. Böyle devam ederse gerçekten pek iyi şeyler olmayacaktı. "Tek kendimi düşünmedim hepimizi düşündüm." "Biz kendimizi düşünürüz, sen bizi düşünme kardeşim." "Kimse, kimseyi düşünmesin," diyerek atışan ikilinin arasına girdi Caner. Oya nasıl yere bakan yürek yakan olduğunu biliyor muydu acaba? "Azıcık eğleneceğiz şurada tadını çıkaralım." "Peki söyle arabaya nasıl sığacağız?" Asu'ya verecek bir cevap bulamadı delikanlı, dünden beri düşündüğü buydu. Araba küçüktü, dört kişiyi ancak sığardı. Sabah bir yolunu buluruz dese de kendi kendine, şimdi hiçbir çözüm gelmiyordu aklına. Caner kafasındaki düşüncelerle kendi kendine mücadele ederken o anda tam Sarp motorla yanlarında durarak kendini kurtarmış oldu. Madem macera yaşayacaklardı o zaman Feyza ile bunu biraz daha özel kılmalıydı. "Sarp," dedi Feyza gözlerine inanamayarak. Motorla denize gitmeyi düşünmüyordu herhalde. Kaskı başından çıkardığında maceraya hazır olduğu gülüşünden belliydi. Sonuçta bir kez Feyza ile okuldan kaçıyordu, bunun tadını da dibine kadar yaşamalıydı. "Deniz macerasına hazır mıyız millet?" "Hazırız tabii kardeşim!" Coşkusu sesine yansırken yolculuğa başlamak için sabırsızlanıyordu Caner. Şimdi gün daha da güzelleşmişti. "Hadi o zaman. Ne bekliyoruz ki? Atla Feyza." "Ne? İkimiz motorla mı gideceğiz?" "Birazcık heyecan katalım olaya demi?" Feyza kararsız ve şaşkın gözlerle Sarp'a bakarken dilinin tutulduğuna emindi. Daha önce hiç Sarp'ın motoruna binmemiş değildi ancak şimdi motorun üstünde otuz kilometre yol gitmek korkutuyordu. Hele de Sarp'ın ehliyeti yokken. Hoş Caner'in de ehliyeti yoktu o yüzden arabaya binme konusunda bile kararsızdı. Anlamıyordu nereden geliyordu onlara ehliyet yokken trafiğe çıkma cesareti. Ya kendi bütün bunları nasıl sessiz kalıp kabul ediyordu? Galiba arkadaş arkadaşa benzer diyenler doğru söylemişti. Sonunda kendi de akılsızca davranmaya başlamıştı. "Hadi ama Feyzoş çok eğlenceli olacaktır." Asuman kendini koluyla dürterken tepkisizliğini koruyordu ki genç kız Caner put gibi duran arkadaşlarını harekete geçirdi. Biraz insan da enerji olurdu bu duygusuzluk neydi şimdi? "Hadi abi hadi," diyerek ellerini çırptı delikanlı. "Azıcık coşku. Binin de gidelim artık." Anahtarın düğmesine basarak arabayı açtığında Asu "Ön koltuk benim!" diye bağırarak kapıya yapıştı. Elbette önü başka kimseyi bırakamazdı. "Bu yaptığına mızıkçılık denir Asu," dedi Altay. Ne yalan söylesin ön koltukta gözü vardı. "Mızıkçılık yapmak için anlaşma yapmak gerekir. Ortada bir anlaşma olmadığına göre mızıkçılık yapmış sayılmam." "Biniyor musunuz artık?" diye sabırsızca sordu Caner. Kapıyı açmış arkadaşlarının binmesini bekliyordu. Hakan arka kapıyı açtığında önden Oya'nın binmesini bekledi. Oya delikanlının kibarlığı karşısında gülümsemekle yetindi. Altay onların hâline öfkelense de tuttuğu nefesini vermekle yetinip arabaya bindi. Sonuç olarak Altay sol, Hakan sağ tarafta kaldı, Oya ise ortalarında yer aldı. Minyon tipli olduğu için sığması kolay oldu. "Yanıma oturmak için bu kadar hevesli olduğunu tahmin etmezdim doğrusu," dedi Caner anahtarı kontağa takarken. Tabii dudaklarındaki çapkın gülüşü es geçmek olmazdı. Niyeti belliydi, şansı yaver giderse hazır fırsatını bulmuşken azıcık Asu ile flörtleşmek istiyordu. Devamlı birbirlerini yiyor olabilirdi fakat içinden geçenleri kendinden gizlemiyordu. Geçen seneden beri hoşlanıyordu Asu'dan "Üstüne alınma benimki ön koltuk sevdası." "Öyle olsun," demekle yetindi delikanlı. Göz kırpmayı da ihmal etmedi. O hareket karşısında ne yapacağını bilemedi Asu. Kahretsin ki etkileniyordu Caner'den. Bunu inkâr etmek istese bile edemiyordu. O yeşil gözler bazen aklını başından alıyor, bazen kendini korkutuyordu ve belki de en çok Caner'e bağırıp çağırarak duygularını bastırmaya çalışıyordu. Çünkü korkuyordu. Evet ko Caner'e kapılmaktan korkuyordu. Onu tanıyor, biliyordu, çapkınlığını, gönül eğlencelerini bilmeyen var mıydı ki zaten? Gömlek değiştirir gibi sevgili değiştiriyordu, işte kendi de öyle olmaktan korkuyordu. Caner için basit bir heves olmaktan. "Sıkı tutunun millet, uçuşa geçiyoruz!" Caner gaza basarak yol aldığında Sarp'ta onu takip etmeye hazırdı. Feyza, delikanlının teklifine hayır diyemeyerek motora binmişti. İçi rahat değildi, korkuyordu ancak Sarp'a da güveniyordu. Risk almak bile işin için de Sarp varsa güzeldi. "Hazır mısın?" "Hazırım," diyerek başına kaskı taktı genç kız. Altında okul eteği varken nasıl motorla gidecekti kendi de bilmiyordu. Keşke en azından eteğin içine çorap giymiş olsaydı. "Sıkı tutun!" Kollarını Sarp'a doladığında başını omuzuna yerleştirdi. Delikanlı motoru çalıştırıp yol aldığında gözlerini kapatıp her şeyi boş verdi, yalnızca yaşadığı anın tadını çıkarmaya odaklandı. Sarp'ın naneli kokusu, her şeyi unutturmaya yetiyordu. Ona sarılmak, tenine temas etmek, kokusunu içine çekmek muhteşem bir histi. Hele de yolculukta kendilerine eşlik eden rüzgârın verdiği keyif anlatılamazdı. Sonbahar yeli motorun hızından dolayı saçlarını uçuruyor, kendini tatlı tatlı gıdıklıyordu. Fakat aslında hoşuna giden Sarp'la bunları yaşamaktı. Yanında başka biri olsa yaşadıklarından böylesine zevk almazdı. Neydi Sarp'ı farklı kılan, bilmiyordu. Motor sürmeyi severdi delikanlı lakin Feyza varsa motor kullanmak daha bir başka oluyordu. Kendine sıkı sıkı sarılan kollar, yüzüne değen saçlar, aklını başından alan o efsunlu koku öylesine güzeldi ki... Cennette olmak gibiydi. Evet kesimlikle Feyza ile olmak, onunla bir şeyler yapmak cenneti yaşamak gibiydi. Zaten Feyza kendi için cennetten gelen bir melekti. Eşsiz bir melek. Caner önde giderken Sarp aklına gelenle sinsice gülümsedi. "Caner'i sollamaya ne dersin?" "Sarp hayır. Zaten yeterince hızlı gidiyoruz." "Hiçte bile fazla yavaş gidiyoruz." "Sarp!" "Sıkı tutun!" Feyza itiraz etmeye vakit bulamadan delikanlı hızı arttırıp yoluna hızla devam etti. Feyza ise çığlıklar attı, adrenalini dibine kadar yaşarken bundan zevk almadığını söyleyemezdi Daha sıkı sarılması mümkünmüş gibi sarıldı Sarp'a. Öyle ki ikisinin bedeni adeta bir bütün oldu. Genç kızın çığlıkları dört bir yanı inletiyor, Sarp son sürat sürüyordu motoru. Fakat en önemlisi bu onlar için unutulmayacak bir andı. Yıllar geçse bile bu motor macerası bir hatıra olarak kalacaktı kendilerine. Sarp kendine sollayıp öne geçtiğinde hırslandı Caner. Hele de Sarp kendine yanından geçerken uyuzca gülümsemesi iyice gaza getirdi kendini. Madem beyefendi yarış istiyordu seve seve yarışırdı onunla. "Arkadaşlar birilerinin canı eğlence istiyor anlaşılan." "Ne duruyorsun oğlum bassana gaza," dedi Altay. Macerasever bir Caner değildi ne de olsa. "Hatta yer değiştirelim." "Üzgünüm ama bu zevki kimseye bırakamam kardeşim." "Çocuk musunuz ya?" "Çocuklar araba yarışları yapmazlar Asu." "Ama bu da bir yarış değil Caner," dedi Oya. Bu olayı bu kadar büyütmelerine gerçekten sinirlenmişti. Sakin sakin denize gitmek varken yarış saçmalığı nereden çıkmıştı? "Korkma güzelim biraz eğlenceden kimseye zarar gelmez." Altay'a gözlerini devirmekle yetindi Oya. Bazen gerçekten sinir bozucu oluyordu. Caner yaptığı hızdan dolayı önündeki tümseği görmedi ve o yüzden tümsekten geçerken hepsi birden havaya sıçradı. Oya öne doğru biraz eğilmişti ki kendini Altay'dan önce Hakan tuttu. Kollarını genç kıza doladığında onu geriye çekti Hakan. Eş zamanlı olarakta burun buruna geldiler. "İyi misin?" Gözlerini Altay'a çevirdiğinde delikanlı Oya'nın öfkeli bakışlarına maruz kaldı. "Saçma sapan bir yarışa girene kadar gayet iyiydim." Yüzünü astı Altay. Düşüncesizliğinden nefret etti. Bazen gerçekten eğlencenin dozunu bilmek gerekti. "Caner tamam yeter bu kadar." "Ne korkaksınız ya, azıcık eğleniyoruz şurada." "Senden başka kimse eğlenmiyor." Asu'ya kısa bir bakış atıp iç geçirdi Caner. Yarışı Sarp başlatmıştı ama kabak her nasıl oluyorsa kendinin başına patlamıştı. Arabadaki olaylardan habersiz Feyza'yla yaşadığı dakikaların tadını çıkarıyor, heyecanın en zirve noktasına ulaştığını hissediyordu Sarp. Feyza, motor ve hız... Hayatın bir anlamı varsa kesinlikle bu üçünün birleşimiydi. Gemiden denize, uçaktan yeryüzüne atlamak gibi korkutucu ancak bir o kadar da adrenalin ve zevk doluydu yaşadığı an. İnsan düşmekten korkmamalıydı bazen, denize düşünmeden açılmalı, dalgalara meydan okumalıydı. Ya da yere çakılmaktan korkmak yerine bulutların, masmavi göğün güzelliğine dalıp giderek kanatlarını açıp uçmalıydı. İmkânsız değildi bu, ya da uçmak için kuş olmaya gerek yoktu. Sadece inanmak yeterdi. Evet, kesinlikle yeterdi. Kendi de inanıyordu. Bir gün... Elbet bir gün Feyza ile mutlu olacağına. Mutlu olup ikisine ait bir dünya kuracaklarına. Yarım saat kadar bir yolculuğun ardından nihayet Samandağ'ına vardıklarında Asu hızla denize koştu. Üstünün başının ıslanması ya da kum olması umurunda bile değildi. Denizin tadını dibine kadar çıkarmakta kararıydı. "Gelsenize!" diye bağırdı arkadaşlarına. Ayak bileklerine su değecek kadar denize girmişti bile. Su öyle güzeldi ki, Eylül ayı olmasına rağmen sıcacıktı. Akdeniz'in en çok bu yönünü seviyordu genç kız. Yaz burada uzun sürüyor, deniz kasım ayından sonra soğuyordu. Kış geç geliyordu ve gelse bile hafif geçiyordu. Akdeniz'in iklimi anlatılmaz yaşanırdı, yazın nemli sıcağı, kışın yağmurlu havası bir başka güzeldi. Eylül ayında olmalarına karşın hissettiği nemle terlemesi normal miydi, bilmiyordu Feyza. Fakat buna alışmıştı, bu yaz Hatay'da geçirdiği ilk yazdı. İlk başta nemden fazla bunalsa da kuru sıcak yerine nemli havaların daha güzel olduğunu kabul etmişti. Evet, Hatay'da nem çok fazlaydı ve insanı terletiyordu ancak yakmıyordu. Ayrıca Antakya'nın deli rüzgârı diye bir şey vardı. Sıcaklık kaç derece olursa olsun o rüzgâr illa ki esiyordu Denizin tadını çıkarmak için diz seviyesine kadar suya ayaklarını soktu hepsi. Üstleri ıslanmıştı ıslanmasına fakat bu bile güzeldi. Su savaşı yapıp, birbirlerini kovalayıp, kumların üstünde yuvarlanıp, dalgaların arasından koştuktan sonra yanlarında getirdikleri kilimi yere açtılar. İlk olarak Sarp'la, Feyza kendilerini yere attılar. Yan yana kilime uzandıklarında burun buruna gelmişlerdi ki, genç kız kaçamak bakışlarla gülümsedi. Sarp ona doğru döndüğünde parmaklarını yanağında gezdirip gözlerinin önüne gelen saçı geriye attığında belki de ilk kez o zaman Feyza'yı öpmek istedi. Daha önce kimseyi öpmemişti, şimdi de öptüğü ilk kız Feyza olsun istiyordu. Dudaklarına kayan gözleri iyice utandırıyordu genç kızı. Dudaklarını ısırıyor, o aklını başından alan kehribar gözler karşısında yanaklarının kızarmasına engel olamıyordu Feyza. Çok tatlıydı Sarp, başka hiçbir erkekte olmayan bir sempatikliğe sahipti. Merhametli, şefkatli, düşünceli, kibar, centilmen bir erkekti ve Feyza en çok delikanlının bu yönlerinden etkileniyordu. "Bak gördün mü, okulu asıp buraya gelmek o kadar da kötü değilmiş." "Galiba haklısın," diyerek gözlerini gökyüzüne çevirdi Feyza. Parçalı bulutluydu hava, denizin esintisi hoş bir huzur veriyordu. "Hava da, deniz de o kadar güzel ki." "Güzel olan sensin." Feyza hızlıca geri Sarp'a çevirdi gözlerini. Tabii göz bebekleri kocaman açılmış, şaşkınlıkla bakıyordu ona. Kulakları doğru mu duymuştu? Aniden içinden geçeni söylediği için pişman değildi Sarp, düşünceleri artık istemsizce dilinden dökülüyordu. Yaklaşık bir yıldan beri duygularını içinde tutarken daha fazla saklayamayacağını biliyordu. Seviyordu. Kendine bile itiraf edemese de çok seviyordu Feyza'yı. "Sarp" "Ne, yalan mı? Güzelsin işte. Çok güzelsin." "Utandırıyorsun beni." "Doğruları söylüyorum ama." Renkten renge girerken ne diyeceğini bilemedi genç kız. Sarp'ın iltifatları karşısında öylece donup kalıyor aynı zamanda hep söylenen klişeler gibi midesinde sahiden kelebeklerin uçtuğunu hissediyordu. Sarp başkaydı, çok başkaydı hem de. Gözlerini kaçırdığında delikanlının saçlarıyla oynamasına izin verdi hatta bundan büyük bir keyif aldı. Onlardan az ötede kayaların üzerine oturmuş Asu ve Caner belki de ilk defa didişmeden sohbet ediyordu. Ayaklarını karnına çekmiş, kollarını bacaklarına dolamıştı Asu. Oya ve Feyza gibi kendi de okul eteği giydiği için pek rahat hareket edemiyordu. Rüzgârın eteğini havalandırması hoş olmuyordu haliyle fakat bu ufuk ayrıntı yüzünden de gününü mahvedecek değildi. "Samandağ'ının dünyanın en büyük ikinci sahili olduğunu biliyor muydun?" Deli dalgalarda oyalanan gözlerini yanında oturan Caner'e çevirdiğinde hadi canım, der gibi baktı. Dünyada buradan daha büyük sahiller olmalıydı. "Harbi diyorum, araştır istersen. Dünyanın en büyük ikinci sahili Samandağ'ıdır ve ne mutlu ki bana bu sahil benim memlektimde." Caner sırıtınca Asu da güldü. Her şey bir yana Caner cidden memleket sevdalısıydı, Hatay onun için bir şehirden çok daha fazlasıydı. "Peki başka bir şehirde yaşamak istemedin mi? Tamam Hatay'ı çok seviyorsun ama ne bileyim hiç düşünmedin mi böyle bir şey?" Başını iki yana salladı delikanlı. Memleketini bırakıp başka bir şehre gitmeyi aklının ucundan bile geçirmemişti. "Şu denizi görüyorsun demi? İçinde milyonlarca balık var ama hiçbiri karaya çıkmıyor. Neden, çünkü su olmadan yaşayamazlar ancak denizde yaşamlarını devam ettirebilirler. Biz Hataylılar da o balıklar gibiyiz işte. Başka bir yere gitsek yaşayamayız. Koca şehirler bize göre değil, biz alışmışız kendi memleketimizin sıcaklığına." "Ama bazen," dedi Asu gözlerini yeniden dalgalara çevirdiğinde. İçine dolan hüznün sebebi belki de gerçeklerin aklına gelmesiydi. İlelebet kalmayacaktı bu şehirde. Gidecekti, gitmesi gerekecekti. Geçici bir süre için buradaydı. "Şartlar bizi başka yerlere savurur Caner." "İşte bizim farkımız da bu. Şartlar ne olursa olsun gidemeyiz memleketimizden. Gitsek bile döner dolaşır yine geliriz." Tebessüm etmekle yetindi genç kız, Caner'in yüzünde gözlerini gezdirirken bakışları delikanlının gözleriyle gözleri buluştu. Tatlı bir esinti tenlerini okşarken Caner cesaret ederek elini kaldırıp Asu'nun yanağında hafifçe gezdirdi. Gözleriyle gözlerini ezberlemek istercesine baktı. Güzeldi. Çok güzeldi Asu. Mavi gözleri kalp atışlarının ritmiyle oynuyordu. "Gitme." "Ne?" "Bir gün şartlar seni savurursa hiç gitme Asu." "Caner" İçtenlikle gülümseyip genç kıza daha çok yaklaştı delikanlı, gözleri dudaklarına kayınca iradesine hâkim olmak için çabaladı ama faydasızdı. Tam şu an şurada Asu'yu öpmek geçiyordu içinden. Caner'in niyetini anlayınca yutkundu Asu. Yalan değil, delikanlının dudakları da kendini çekiyordu ancak buna izin veremezdi. Caner'in üç günlük gönül eğlencelerinden biri olmak istemiyordu çünkü. Boğazını temizleyip ayağa kalktığında "Yemek," dedi. "Saat daha geç olmadan bir şeyler yiyelim." Asu yanından uzaklaşırken gözlerini kapadı Caner. Şimdi değilse bile bir gün... Elbet bir gün hislerine karşılık verecekti Asu, inanıyordu. Sahile gelme işi önceden planlandığı için herkes az çok bir şeyler getirmişti. Hem zaten önemli olan yemek değildi ki, hep birlikte güzel bir gün yaşamaktı. Öyle de oluyordu. Herkes pek bir memnundu halinden. Oya yaptığı kekle, böreği çantasından çıkarıp ortaya koyduğunda Altay hızlıca bir dilim börek aldı. Ne yalan söylesin fazlasıyla açtı. Böreği ısırdığında gözlerini kapadı. Daha önce bu kadar güzel börek yemediğine yemin edebilirdi. "Ellerine sağlık Oya, börek harika olmuş." "Afiyet olsun." "Kekte öyle," diyerek lafa karıştı Hakan. Oya belli belirsiz gülümsediğinde Altay iç geçirdi. İstemiyordu işte Oya'nın, Hakan'la gülüp konuşmasını. Deli gibi kıskanıyordu genç kızı. "Biberli ekmek mi o?" diye sordu Sarp'a Caner. Altın görmüş gibi sevinçliydi. "Evet kardeşim. Dün yengem iç hazırladı ben de sabah erkenden fırına götürdüm yaptırdım." "Ben boşuna mı diyorum Meryem yenge, yengelerin kraliçesi diye!" Bir gün midesinden başka bir şey düşünecek miydi Caner, merak ediyordu Asu. Onun abartılı tavırlarına gözlerini devirdiğinde kendi elleriyle yaptığı mevsim salatasını gururla çıkardı çantasından. "O ne?" "Mevsim salatası." "Kızım sen inek misin, ha bire ot yiyip duruyorsun?" "Odunu biliyorsun demi Caner? İşte sen odunun vücut bulmuş halisin." Kuzeninin sözlerine gülmeden edemedi Feyza. Gülüşünü saklamak için elini ağzına kapadı ancak kıkırtı sesleri duyuldu. Gülüşüne ise Sarp eşlik etti. Birlikte sessiz sessiz kıkırdarlarken Caner gözlerini onlara çevirip kaşlarını çattı. "Sarp, Feyza ayıp oluyor ama." "Hiç kusura bakma Asu haklı Caner. Kız o kadar uğraşıp salata yapmış senin dediğine bak." "İçimizde bir centilmen var ya, ona şükür Hakan." "Haksızlık ediyorsun ama Asu. "Altay üzgünüm ama senin centilmenliğini görmedik," dedi Oya yarı ciddi bir ses tonuyla. "Öyle mi?" "Öyle valla," diyerek ağzına ufak bir kek attı Asu. "Hiç şahit olmadık centilmenliğine." "Pekâlâ öyle olsun," dedi Altay madem kendini centilmen bulmuyordu kızlar o zaman kendi de yapacaklarını biliyordu. Tabii özellikle Oya'ya bu lafları yedirtmek için kafasında güzel planlar vardı. Kek, börek, salata ve biberli ekmeğin yanında Feyza'nın getirdiği patates kızartması da vardı. Ayrıca Hakan tuzlu pasta da almıştı pastaneden, Altay da meyve getirmişti ve Caner içecek almıştı marketten. Hem konuşup hem bir şeyler atıştırırken gülüşleri dalgaların sesine karışıyordu. Onlar gibi pikniğe gelen insanlar olsa da sonbahar olması dolayısıyla sessizdi sahil. Sessizliğin nedeni biraz da sabahın erken saatleri ve hafta içi olmasıydı. Sahilin çevresinde bulunan ufak kafeler kapalıydı. Şezlonglar kalkmıştı, yazın dolu dolu olan sandalye ve masalar şimdi bomboştu. Upuzun kumsal da yazın piknikçilerin bıraktığı çöpler içindeydi. Ne acı ki dünyanın en uzun ikinci sahili olan Samandağ'ı kıymet bilmeyen insanların elinde harap oluyordu. Kumsaldaki çöpler bir yana denizin içinde her türlü pislik bulunuyordu. Halbuki daha güzel bir yer olabilirdi burası. Doğru şekilde değerlendirilip güzelliklerin değerini bilen insanlar olsaydı eğer. Liseli grup çevre kirliliğini boş verip şarkılarla türkülerle eğlenirken saat öğleni geçmişti. Oya oturmaktan sıkılıp ayağa kalktığında arkadaşlarından biraz uzaklaşıp denizi seyredaldı. Hava soğuk değildi aslında ama kendin de kansızlık olduğu için en ufak esinti de bile üşüyordu. Kollarını birbirine dolamıştı ki omuzlarında ceket hissetti. Başını çevirdiğinde Altay'la karşılaştı. "Üşüdün demi?" "Biraz." Elleri genç kızın omuzlarında iken ona sıkı sıkı sarılmamak için kendini zor tutuyordu Altay. Gözleri Oya'nın yüzünde gezerken iç çekti. Fındık burnu, buğday teni, ahu gözleri, kıvırcık siyah saçları öyle güzeldi ki... Bakmaya kıyamıyor, baktıkça doyamıyordu. Nadide bir çiçek gibiydi Oya ve kendi o çiçeği bir ömür avuçları arasında saklamak isterken onu kendi elleriyle soldurmaktan korkuyordu. Aşk bu muydu? Hem çok sevmek hem de sevmekten korkmak mıydı? "Keşke üstüne kalın bir şeyler alsaydın. Okul ceketi ince üşütür seni. "Bir şey olmaz. Hem zaten ben eve dönsem iyi olur." "Ama daha erken." "Saat ikiyi geçiyor ve benim dörtte evde olmam gerekiyor. Bir dolmuş bulabilir miyiz?" "Dolmuşa gerek yok ben bırakırım seni." "Herkes daha burada Altay. Kimsenin benim yüzümden rahatının bozulmasını istemem. Arabayla gidersek herkes gitmek zorunda kalır." "Arabayla gideceğimizi kim söyledi?" "Ne?" Altay çarpık bir gülüşle gülüp hızla Sarp'ın yanına adımladı. Daha önce Sarp kendine motor kullanmayı öğretmişti şimdi de neden Oya'yı eve motorla bırakmasındı ki? "Motorun anahtarını verir misin Sarp? Oya'yı eve bırakacağım. Oya'yı götüreyim sonra motoru senin eve bırakırım." "Sen aklını mı kaçırdın?" diyerek hızla ayağa kalktı Hakan. Gerek kıskançlığından gerek korkusundan öfkelendi. Altay, Oya'yı motorla eve bırakacaktı öyle mi? "Ya kızın başına bir şey gelirse?" "Ben olduğum sürece Oya'nın başına hiçbir şey gelmez," diyerek gözlerini Hakan'dan çekip Sarp'a dikti Altay. Elini uzatmış arkadaşının anahtarı vermesini bekliyordu. "Anahtarı veriyor musun Sarp?" Sarp kararsız gözlerle bakarken Feyza orta yol bulmaya çalışarak araya girdi. "O zaman hep beraber kalkalım madem siz gidiyorsunuz." "Bırakın onlar gitsinler biz şurada azıcık daha eğlenelim," dedi Caner. Amacı belki de Oya ile Altay'ın biraz yalnız kalmasını sağlamaktı. Hakan da vardı ama içten içe Altay ile Oya'yı daha çok yakıştırıyordu nedense. Hem içinden bir sesler Oya'nın da Altay'a karşı boş olmadığını söylüyordu. "Ver kardeşim sen anahtarı," diyerek Sarp'tan anahtarı aldı delikanlı sonra arkasını dönüp anahtarı Altay'a verdi. "Al sen kardeşim anahtarı. Hadi size güle güle biz burada eğleneceğiz." "İnan biz de çok eğleneceğiz kardeşim." Hakan farkında olmadan yumruklarını sıktığında sinirli hali Asu'nun gözünden kaçmadı. Kızaran yüzü ve ortaya çıkan boyun damarları genç kızı şüpheye düşürdü. Zaten geçen seneden beri bazı şeyleri seziyordu ve şimdi Hakan'ın bu hali şüphelerini daha da tetikliyordu. Altay ve Oya birlikte motora bindiklerinde kasklarını başlarına takıp tozu dumana katarak gözden kayboldular. Geride öfkeden köpüren bir adet Hakan bırakarak. İlk defa motora binmiyordu Oya ancak ilk defa Altay ile böyle bir macera yaşıyordu. Gerek adrenalinden gerek yeni yeni fark ettiği duygularından yüreği hızlı hızlı atarken sıkı sıkı dolamıştı kollarına delikanlıya. Altay'la bu derece yakın olmak farklı farklı hisler doğuruyordu kalbinde. Burnuna dolan lavanta kokusu, yanağına değen sakalları garip bir heyecan veriyordu kendine. Elinde olmadan devamlı yutkunuyor, dudaklarını ısırıyordu. Ara ara Altay'a sert davranmasının nedeni bile belki de duygularını bastırma çabasıydı. Duygularından mı korkuyordu, yoksa Altay'dan mı? Ya da belirsizliklerle dolu bir macera yaşamaktan mı? Veya ailesinin tutumundan mı? Hangisinin nedeniydi kalbinde filizlenen duyguları bastırma çabası? Yeni doğmuş bebek gibi kendini huzurlu ve mutlu hissediyordu Altay. Oya'nın kendine sarılması öyle güzeldi ki. Biri kendine mutluluk nedir, diye sorsa şüphesiz Oya derdi delikanlı. Kendinin mutluluğu Oya idi çünkü. Oya yanında olsun başka hiçbir şey istemezdi. Sevmek ait olmaktı, yüreğin yalnızca tek bir yürek için atmasıydı ve Altay, Oya'yı ilk gördüğü andan beri ona ait olduğunu hissediyordu. Sahiplik duygusu değildi bu, yüreğinin yalnızca Oya için attığını bilmekti. Evet, üç senedir kalbi tek Oya için atıyordu. Zira karanlık dünyasını gülüşüyle aydınlatmıştı Oya ve kendi şimdi güneşini kaybetmek istemiyordu. Kaybetmemek içinde her şeyi ama her şeyi yapardı. Aşkın gözü kara mıydı, bilmiyordu fakat kendi Oya için gözünü karartıp her türlü savaşa girerdi. Bir dakika bile düşünmeden hem de. Yaklaşık yarım saat süren bir yolculuğun ardından Antakya'ya vardıklarında Oya evin biraz gerisinde motordan indiğinde kaskı Altay başından çıkardı. Saçları dağıldığında ise delikanlının parmaklarının saçlarında dolaştığını hissetti. "Altay" "Sa-saçına bir şey düşmüştü. Neyse gitti." Delikanlı hızla elini çektiğinde Oya bakışlarını kaçırıp dudaklarını ısırdı. Yanaklarına kan hücum ederken utandığını hissetti. Kalbi tatlı tatlı atarken Altay'ın gözlerine bakmamak için büyük çaba sarf ediyordu. Bakarsa duygularına yenileceğini biliyordu zira. "Benim yüzümden sen de erken dönmek zorunda kaldın." "Bundan şikâyetçi olduğumu kim söyledi?" "Öyle deme keyfini bozdum Altay." "Hiçte bile benim keyfim gayet yerinde." Cesaret ederek başını kaldırdı Oya, Altay'ın gözleri ile gözleri buluştuğunda gülümsedi. Hisleri kalbini kuşatmışken kendi ne yaparsa yapsın engel olamıyordu duygularına. "Teşekkür ederim." Omuzlarını silkti delikanlı. "Benim için bir zevkti." "Şey ben artık eve girsem iyi olur." "Tamam." "O zaman yarın görüşürüz." "Görüşürüz." Arkasını dönüp iki adım atmıştı ki genç kız, Altay bileğini nazikçe tutunca durdu. "Oya" "Ef-efendim?" "İzin verirsen bir şey yapmak istiyorum." "Ne?" "İzin veriyor musun önce onu söyle." Bir an dursa da gözleriyle onayladı Altay'ı, Oya. Sonuçta kötü bir şey yapmazdı o. Kendi delikanlının ne yapacağı hakkında fikir yürütürken Altay eğilip yanağını öpünce gözlerini kocaman açtı. Vücudunu baştan aşağı ateş kaplamıştı sanki. Öpmüştü. Altay kendini öpmüştü. Buseyi yanağına kondurmuş bile olsa bu bir öpücüktü ve kendi için çok özeldi. "Ben... Ben gitsem iyi olur." Oya hızla yanından uzaklaşırken arkasından bakakaldı Altay. Hızlı mı davranmıştı? Hayır o kadar zaman boyunca hâkim olmuştu kendine ama şimdi daha fazla tutamamıştı kendini. Hem bu öpücük Oya'nın da hoşuna gitmişti, öyle geçiyordu içinden ve kendi hislerine güveniyor, yanılmadığını biliyordu. Belli belirsiz tebessüm ettiğinde o an bambaşka hülyalara dalıp gitti. Ve inanıyordu ki o hayaller bir gün gerçek olacaktı. 23 Kasım 2018 "İlker kim Feyza?" Sarp'ın sorduğu soruyla öylece kaldığında yutkundu genç kadın. Vereceği cevabı düşünerek yavaş hareketlerle arkasını dönüp Sarp'ın gözlerine baktı. Keşke ona tüm gerçekleri anlatabilse, dürüstçe İlker benim eski nişanlım diyebilseydi fakat nedendir bilinmez korkuyordu. Belki babasının gazabından belki Sarp'ı kaybetmekten. "İlker... İlker babamın bir arkadaşının oğlu." Bu yalan değildi, İlker sahiden babasının arkadaşının oğluydu, eksik cevap vermişte olsa en azından yalan söylememişti Feyza. İnanmadı ya da bir şeyler anladı Sarp, yüzünü asıp başını sallamakla yetindi. Belki de İlker Ethem Bey'in kızı için seçtiği damat adayıydı. Bu saatte seni niye arıyor, diye sormak istese de buna hakkı olmadığını biliyordu. "Anladım neyse ben seni daha fazla tutmayım." "Tamam... Yani şey iyi geceler." "İyi geceler." Feyza yeniden arkasını dönüp eve doğru adımladı. Evin kapısına ulaştığında ise son kez dönüp Sarp'a baktı. İçindeki huzursuzluk git gide büyüyor, Sarp'a dürüst olmadığı için kendini rahatsız hissediyordu. Biliyordu çok keşke diyordu fakat keşke demeden yapamıyordu. Keşke her şey çok daha başka olsaydı. Sarp içeri girdiğinde kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladı. Derin derin nefesler alırken düşüncelerinin arasında yine kaybolmuştu ki, odasından çıkan annesine yakalandı. Oğlunun düşünceli hâlini gören Nermin Hanım için için of çekti. Bir kız yüzünden Sarp'ın kendini kahretmesine dayanamıyordu. Her geçen gün daha da üzülüyordu ve kendi artık bu işe el atma konusunda gerçekten kararlıydı. Feyza'nın, Sarp'ı mahvetmesine izin vermeyecekti. Şimdi, tam şu an açık açık konuşacaktı oğluyla. "Sarp" "Efendim anne?" "Gel senle ana oğul konuşalım biraz." "Bak Feyza mevzusunu açacaksan ne kendini yor, ne beni." "Gel sen hele bir konuşalım önce." Çaresizce başını salladı genç adam, emindi annesi yine Feyza ya da evlilik konusunu açacaktı kendine ama ne yapsın annesini kıramıyordu. Nermin Hanım'ın odasına geçtiklerinde sarı renkli divana, annesinin yanına oturdu Sarp. Nermin Hanım'ın odasında yatak yoktu, eski bir divanla dolap vardı sadece bir de küçük bir komodin. Yatakları sevmezdi çünkü yaşlı kadın, divanda uyuyup kalkmaya alışmıştı bir kere. Hem kocası vefat edince koca yataklar mezar olmuştu sanki kendine. "Bak oğlum," diyerek Sarp'ın omuzuna elini dayadı Nermin Hanım. Beyaz bir gecelik giymiş, başına her zaman ki gibi yazma takmıştı. Kırışmış, esmer yüzünde anneliğin vermiş olduğu bir şefkat vardı. "Ben senin ananım. Seni ben doğurdum, ben büyüttüm. Hiç senin kötülüğünü ister miyim?" "Anne" "Kesme sözümü, dinle önce. Sanma ki ben anlamıyorum seni, kalbini yakan sevdanı görmüyorum ama olmaz oğlum. Olmaz. Davul bile dengi dengine. Feyza kodaman kızı, biz... Bizim etimiz budumuz ne ki onlarla başa çıkalım. Biz alışmışız kendi yağımızda kavrulmaya. Sarp'ım, benim güzel oğlum. Seni nasıl zorluklarla büyüttüğümü ben bilirim, şimdi şu ana yüreğim dayanmıyor senin bir kız yüzünden böyle harap olmana. Gençsin, yakışıklısın, vefayı, sevgiyi bilirsin gel inat etme senin değerini bilecek, seni sevecek biriyle evlendireyim seni. Evlendireyim de, ecel gelmeden senin de çocuklarını kucağıma alayım." Sıkıntıyla nefes alıp verirken saçlarını karıştırdı Sarp, neden anlamıyordu annesi, Feyza'dan başkasına yer yoktu yüreğinde. Olmuyordu, kimseye Feyza'ya baktığı gibi bakamıyor, ona yaklaştığı gibi yaklaşamıyordu. Yüreği bir tek ona aitti, belki de bu sevdayı kaderinin yazıldığı gün bir nakış gibi işlemişti kalbine Allah. Ondandı bu vazgeçemeyiş, mührü kendi değil Allah vurmuştu belki de yüreğine. "Anne... Annem inan anlıyorum seni,," diyerek annesinin ellerini öptü genç adam. "Benim mutlu bir yuva kurmamı, torunlarını kucağına almayı istiyorsun ben de istiyorum ama yalnızca Feyza ile. Başkası olmaz anne. Olmaz. Ben onu ilk gördüğüm an yüreğimden vuruldum, bir bakışı dünyamı aydınlattı, bir gülüşü yüreğimi ferahlattı. Kendimden bile saklasam da, herkese karşı inkâr etsem de ben...Ben Feyza'yı seviyorum anne. Çok seviyorum. Biliyorum o da benim için döndü buraya yoksa niye gelsin? Evet, aramızda anlamadığım bir mesafe var ama aşacağız anne. Yalnızca biraz zaman." "Zaman kimseye acımaz oğlum." "Anne" "O kız seni mutsuz eder yavrum neden anlamıyorsun? Ama Ayşen sana deli divane olur, kıymetini bilir. Hem Türkan'ın da yeğeni." "Bir dakika bir dakika Ayşen mi?" Sarp'ın çatık kaşları karşısında yutkundu Nermin Hanım. Niyeti oğlunu Feyza sevdasından vazgeçirip sonra Ayşen konusunu açmaktı lakin ağzından çıkmıştı işte Ayşen lafı. "Ayşen ya, pek bir güzel, oturup kalkmasını bilen hanım hanımcık bir kız.. E becerikli de. Maşallahı var. Ne olur bir he desen sonra biz gidip usulünce kızı babasından istesek benim de ana yüreğim bir rahat ets-" "Anne sen ne diyorsun?" diyerek hışımla ayağa kalktı genç adam. Tamam Ayşen konusunda bazı tahminleri vardı ama annesinden açıkça bunu dile getirmesini beklemiyordu. Üstelik Feyza'yı nasıl sevdiğini ilk defa annesine açık yüreklilikle anlatırken. "Ben sana Feyza'ya... Feyza'ya olan sevdamı anlatırken sen ban gidip Ayşen'i isteyelim diyorsun." "Oğlum" "Anla artık anne ben Feyza'yı deli gibi seviyorum! O sevse de sevmese de, gitse de kalsa da ben onu çok seviyorum! O İstemezse uzak dururum, istemezse yanına bile yaklaşmam vazgeçtiğimden değil ama; Onu rahatsız etmemek için! Fakat yine de ben onu severim! Gizli gizli, içimden, aşkımı da, sevgimi de içimde yaşar, başka hiçbir kadına da bakmam!" "Oğlum" "Ben diyeceğimi dedim anne! Sana iyi geceler!" Sarp odadan hışımla çıkıp kapıyı çarptığında gözlerini kapadı yaşlı kadın. Büyük konuşuyordu Sarp. Çok büyük konuşuyordu. Umuyordu ki bu sözleri söylediği için pişman olmazdı. **** "Bulut ya, gelsene buraya!" Zeyno kuşunun peşinden koşturup dururken Cem de ondan farksız değildi. Avizeye konan Bulut'u aşağı indirmeye çalışıyorlardı. Ama ne yapsalar işe yaramıyordu Bulut bir türlü avizeden aşağı inmiyor, onlara şaşkın şaşkın bakıyordu. "Çekil oradan," diyerek babaannesinin yazmalarından birini eline aldı Cem. Eğer yazma ile avizeyi biraz sallayabilirse Bulut'ta aşağı inerdi. "Sakın yapma, korkar Bulut." "Sen karışma benim işime." "Karışırım Bulut benim kuşum." "Hiçte bile." "Evet öyle, Feyza öğretmen onu bana hediye etti." "Sana değil ikimize hediye etti." "Hayır bana." İki kardeş keçi gibi inatlaşıp kavga ederken Çiçek salona giriş yapmıştı ki Bulut onu görünce hızla kanatlarını açıp evin içinde uçarak genç kızın omuzuna kondu. Gagasıyla Çiçek'in sallanan küpeleriyle oynadı. Çiçek elindeki telefona dalmış olduğu için Bulut omuzuna konunca ufak bir çığlık atmıştı ki küpelerini çekiştirip durunca kaşlarını çattı. "Kuş musun yoksa küpe avcısı mı belli değil." "Hala onu bana ver," diyerek Çiçek'in yanına koştu Zeyno. "Kaçmasın sakın." Çiçek işaret parmağını uzatıp Bulut'u eline almaya çalışmıştı ki Bulut hızla uçarak Cem'in ensesine kondu fakat küçük çocuk fazlasıyla huylandı çünkü yaramaz kuş ensesindeki tüyleri gagasıyla çekiyordu. "Dur Bulut dur!" Zeyno abisine yaklaşıp kuşu eline almak için parmağını uzatmıştı ki Bulut yine uçtu bu sefer de içeri giren Sarp'ın kafasına kondu. Kumral saçlarını gagasıyla karıştırırken eğilip Sarp'la göz teması kuruyor gibiydi. Sevimli bir ifadeyle güldü genç adam, parmağını uzatıp Bulut'u eline aldığında hafif hafif okşadı kuşun tüylerini "Bakıyorum da pek bir yaramazsınız Bulut Bey." Bulut başını eğdi, Sanki Sarp'ın söylediklerine kulak veriyor gibiydi. Fakat yeniden kanatlarını açıp salonda özgürce uçtuğunda çocuklar onu yeniden yakalamaya girişti. Cem'le, Zeyno'nun çığlıkları birbirine karışırken Sedat içeri girip havada uçan kuşu yakaladı. Yakaladığı gibi de kafese koydu. Tabii çocuklar babalarına bunu yaptığı için sızlanıp durdular. "Baba biz Bulut'la oynuyorduk." "Geri çıkar onu baba lütfen lütfen lütfen." "Hayır, çünkü o bir oyuncak değil. Onunla her dakika oynayamazsınız. Hem birazdan çıkacağız gidip hazırlanın." Cem ve Zeyno asık suratlarla odalarına doğru yol aldıklarında Sarp, abisine döndü. Bugün günlerden pazar olduğu için ve henüz havalar o kadar soğumadığı için Samandağ'ına gideceklerdi ailecek. Denizde piknik keyfi yapacaklardı, tabii gün sorunsuz geçerse keyif günü diye adlandırabilirdi bugün. Ancak hepsinden önemlisi kendi başına bir iş yapmıştı Sarp, şimdi de bunun sonuçlarından korkmadan edemiyordu. "Abi sana bir söylemem gerekiyor da." "Söyle oğlum." Abisinin gözlerinin içine bakarken cesaretli davranmaya çalışıyordu Sarp, alt tarafı bugün biraz daha eğlenceli geçsin diye birilerini daha davet etmişti. Bu ne kadar kötü olabilirdi ki? "Ben Asu'yla Feyza'yı da davet ettim denize." Ters bakışlarla baktı kardeşine Sedat. Hiç mi rahat durmayacaktı bu çocuk? "Annemin haberi var mı?" "Henüz yok." "Sarp" "Azıcık eğleneceğiz abi, ne var bunda?" "Peki araba nasıl sığacak biz zaten zor sığıyoruz." "Ben ve Caner, Feyzalarla gideceğiz." "İyi ne haliniz varsa görün. Beni karıştırmayın yeter. Annemle uğraşamam çünkü." Sedat salondan çıkıp giderken Sarp keyifle gülümsedi, abisinin başına muhtemelen taş düşmüş olmalıydı aksi takdirde bunu bu kadar kolay kabul etmezdi. Deniz yolculuğu için bir koşturmaca vardı Akkayaların evinde, onlar için piknik günleri şehir dışına çıkmakla eş değerdi. Meryem hazırladıklarını piknik sepetine yerleştirirken bir yandan da çocukların kıyafetleriyle uğraşıyordu, tabii Çiçek'in giyecek kıyafetim yok diye sızlanmalarını es geçmek olmazdı. Sarp salıncak ipiyle, voleybol topu gibi bir takım şeyleri ararken Sedat karısına kıyafetlerinin yerini soruyordu. Nermin Hanım ise öğle namazını kılma telaşı içindeydi. Saat öğlen ikiye gelirken nihayet Samandağ'ına gitmek için hazırdı Akkaya ailesi. Eşyaları arabaya taşırken Caner çoktan gelmişti. Kapıda Asu ve Feyza ile karşılaştıklarında kısa bir selamlaşma oldu aralarında. Caner, Asu'nun, Sarp Feyza'nın üzerinde gözlerini gezdirirken ikisinin de ağzı açık kalmıştı çok güzel olmuştu kızlar. Asu kot şortla omuz dekolteli kırmızı bir bluz, Feyza karpuz kol, uzun, mavi bir elbise giymiş, başına da hasır şapka takmıştı. Hatay'ın bu özelliği vardı işte, Kasım ayı olmasına rağmen hava hâlâ bu kıyafetler için uygun bir sıcaklıktaydı. Herkes arabalar yerleşirken Sedat şöför koltuğuna geçti yanına da Meryem oturdu. Kayınvalidesi ile hiçbir zaman ön koltuk kavgası yapmamış bunu bir sorun haline getirmemişti, istiyorsa Nermin Hanım elbette ön koltuğa oturabilirdi lakin yaşlı kadın en başından beri orası senin yerin kızım, demişti. Olması gereken buydu çünkü. Cem'le Zeyno ortada kaldıklarından dolayı itişip kalkışıyorlardı, sığmıyorlardı işte bu küçük arabaya ne olurdu babaları daha büyük bir araba alsa? "Biraz çekil Zeyno!" "Asıl sen çekil, ben burada sıkıştım!" "Sen beni sıkıştırıyorsun asıl." "Hayır sen beni!" "Çocuklar lütfen," diyerek ikisinin arasına girdi Meryem ama ne fayda onlar yol boyunca bildiklerini okumaya devam ettiler ve bu kavgaya Çiçek'te dahil oldu çünkü o da arabaya sığmadığını iddia ediyor aynı zamanda ne olur beni evde bıraksanız, diye sızlanıyordu. Piknikleri daha doğrusu ailecek gittikleri piknikleri sevmezdi Çiçek, zira piknikten çok eziyet gibi gelirdi kendine. Oradan eşya taşıdıktan, yemek yaptıktan, tıkış tıkış arabaya sığdıktan sonra ne güzelliği vardı ki pikniğin? Pikniğe kafa dağıtmak için gidilirdi, sinir olmak için değil. Onların aksine Feyza ile Sarp pek bir eğleniyordu arabada. Caner'le, Asu'nun atışıp durmasına rağmen. Caner de eğleniyordu aslında ama Asu için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Caner olmasa belki o da keyif alırdı. Müzik son ses açıktı ve şarkıya eşlik eden kişi elbette ki Caner'di. Kendi Asu ile arkada otururken Feyza arabayı kullanıyor, Sarp'ta yanında yer alıp genç kadını doyasıya izliyordu. İlk defa onu araba kullanırken görme şansını yakalıyordu ve onun bu güzel hali aklını başından almaya yetiyordu. Açık pencereden içeri süzülen rüzgar saçlarını savuruyor, ayrı bir hava katıyordu ona. Gülümsemesi, kaçamak bakışlarla kendine bakması tarifi imkansız bir güzellikti. Derin bir iç çekti Sarp, keşke şu an kurduğu tüm hayaller gerçek olsaydı. Denize geldiklerinde uygun bir yer bulup arabaya sığdırmayı başardıkları masayı çıkartıp sandalyeleri etrafına dizdiler. Tabii çiçek yine ve yine söylenmeyi ihmal etmedi sandalye taşırken. "Denize mi geliyorum, eziyet mi çekiyorum belli değil." "Sana var ya ne yapsak yaranamayız biz." Sedat'a ter bakışlar attı Çiçek, çok mu şey istiyordu sadece yorulmadan bir gün geçirmek istiyordu. "Çiçek biraz günün tadını çıkarmayı mı denesen?" Sandalyeyi yere bıraktığında yanında duran hocasına gözlerini çevirdi genç kız. Bir şey demedi, sessizliğini korudu, o da kendine hak vermeyecekti ne de olsa. "Hem sen niye Sırma'yı da çağırmadın ki?" "Çağırdım ama babamı bırakıp gelemem dedi." Anlayışla başını salladı Feyza, Sırma konusunda gerçekten bir şeyler yapmalıydı artık. Kız okula bile aklını babasında bırakarak geliyordu. Haklıydı da babasını merak etmekte Çiçek başını çevirince çocuklarıyla birlikte eğlenen bir aileyi gördü. Ne güzel voleybol oynuyorlardı ama. Kadının da adamın da yaşı büyük olmasına rağmen hoplamaktan, zıplamaktan hiç çekinmiyordu ikisi de. "İşte böyle bir ailen olacak, baksana eğlenmeyi biliyorlar." "Al benden de o kadar," diyerek aniden yanlarına geldi Caner. Pikniğe gelmiş olmalarına rağmen herkeste ayrı bir gerginlik vardı. İlerleyen saatlerde herkes kendi halinde takılırken Zeyno kendine göre bir arkadaş bulmuştu. Bulduğu arkadaşın adı ise Sevgi'ydi ve demin Çiçek'in imrenerek izlediği ailenin kızıydı Sevgi. İki kız birbirlerine abilerini şikayet ederken Sarp onlara kulak misafiri oluyor, gülmemek için kendini zor tutuyordu. Dünyada çocuk olmak vardı, onların dertlerini sevsinlerdi. "Benim Arda abim de hep bana karışıyor, okulda beni rezil ediyor," diyerek sızlanıyor, yeni tanıştığına arkadaşına abisi ile olan sorunlarını anlatmaktan hiç çekinmiyordu Sevgi. Konuşurken saçlarını geriye atıyor, henüz yedi yaşında olmasına karşın bilmiş bilmiş tavırlar takınıyordu. Zeyno gibi esmer tenli değildi lakin beyaz tenli de denemezdi ikisinin ortası buğday tenliydi. Bir tutamcık saçları ise koyu kahveydi. Boyu yaşına göre uzun sayılırdı. "Beni mi şikâyet ediyorsun? Duyduğu ses ile başını çevirince abisi olan Arda'yı gördü Sevgi. Kaşlarını çatıp beline küçük ellerini yerleştirdi. Neden kendini bir rahat bırakmıyordu Arda? "Sen yine mi benim yanıma geldin?" "Evet geldim, ne yapacaksın?" Kardeşi gibi ellerini beline koymuştu Arda, gür kaşları çatıktı gerek güneşten gerek sinirden beyaz yüzü kızarmış, tombik yanakları al al olmuştu. Kilolu ve kısa boylu olması dolayısı ile oldukça tatlı duruyordu bu haliyle. "Şimdi görürsün sen," diyerek abisinin üstüne yürüdü Sevgi, yaşının küçük olmasına rağmen Arda'nın sırtına vurmaktan hiç çekinmedi. Arda Sevgi'yi iterken babaları onları görünce tabii ki kayıtsız kalmadı bu manzaraya, Sarp'ta ne olur olmaz diye Zeyno'nun yanına hızlı adımlarla geldi. "Zeyno?" "Gerçekten ben bir şey yapmadım amca. Onlar kardeşmiş, kavga etmeye başladılar." Bakışlarını yeğeninden çekip babalarının ayırmasına rağmen kavga etmeye çalışan ikiliye dikti Sarp. İki kardeş birbirini tehdit ederken o kadar tatlı ve komik görünüyordu ki... "Sizi var ya bir daha bir yere getirmeyeceğim, rezil ediyorsunuz beni! "Can ne oluyor?" "Ne olacak," diyerek eşine doğru döndü Can. Gerçekten sinirlenmişti, kendi sadece üç saatlik uykuyla çocukları için denize gelmişken onlar birbirini yiyip duruyordu. "Arda'yla, Sevgi birbirini yiyor." "Çocuk bunlar abi her şey olur aralarında," diyerek olaya dahil oldu Sarp. Kolunu Zeyno'nun boynuna dolamıştı. "Öyle diye diye tepemize çıktılar," diye mırıldandı Can. Karısının ters bakışlarını görünce iç çekip Sarp'a yeniden dikti bakışlarını. "Senin kız kaç yaşında?" "Sekiz ama Zeyno benim değil abimin kızı." Sarp, yeğeninin yanağından makas alırken Asu ve Caner yanına geldi. Onların da yine didiştiği belliydi. "Senin çok sevgili arkadaşın deniz günümü mahvetmek zorunda mı Sarp?" "Kardeşim bak vallahi ben bu sefer bir şey yapmadım Asu..." Sarp boğazını temizleyince sustu Caner, karşısındaki adamı görünce bozuntuya vermeden gülümsedi. Deminden beri bu aileyle iki laflamak için can atıyordu. "Arkadaşlarım," diyerek kolunu Caner'in boynuna attı Sarp. "Birbirlerini pek severler de." Asu gözlerini devirirken Caner elini uzatıp aileyle tanışma işine girişti. "Caner ben, sizin isim neydi abi?" "Murat." "Can," diyerek itiraz etti genç kadın. Kocasının ismi Can Murat'tı aslında ama kendi Murat ismini hiç sevmez, hep Can derdi kocasına. "Can Murat ama Gülden bana can der." "İsminiz Gülden mi, Ne hoş," diyerek elini uzattı Asu. "Ben de Asuman ama arkadaşlar Asu der." Gülden, Asu'nun elini tuttuğunda insanın içini ısıtan bir tebessüm sergiledi. Öyle masum yüzü vardı ki, insan ona bakınca içi açılırdı. Kar gibi beyaz yüzüyle, kahve gözleriyle pek güzeldi. Belki de gerçekten kalbinin güzelliği yüzüne yansımıştı. Bu güzelliğinin yanında tesettürlüydü de, başında uzun, siyah bir şal vardı. Üzerinde ise sarı bit tunikle, siyah eşofman altı. Sarı rengini çok sevdiği için üzerinde her zaman sarı bir şey görmek mümkündü. "Çok memnun oldum." "Bende Gülden abla. Şey abla demem de bir sakınca yok demi?" "Yok canım istediğini de," diyerek güldü genç kadın. Emindi Asu, daha önce bu kadar güzel ve içten gören birini görmemişti. Şimdiden Gülden'e kanı ısınmıştı. "Her yerde sizi arıyorum, tek başıma kaldım orada," diyerek yanlarına geldi Feyza. Nermin Hanım'ın asık suratını görmekten gına geldiğini inkar edecek değildi Sarp olan biteni kısaca Feyza'ya anlattığında Feyza da hemen evli çiftle tanıştı ve muhabbet uzadıkça uzadı. Caner'in katkısı çoktu tabii bunda. "Senin meslek ne abi?" "Güvenlik görevlisiyim. Bir gece var, bir gece yok çalışıyorum," derken bu konuda bayağı dertli olduğu belliydi genç adamın. "İşte sabah yedide nöbetten çıktım, eve geldim çocuklar baba denize gidelim diye tutturunca kalktık geldik." "Valla helal, kolay kolay kimse yapmaz böyle." Caner'e ters bakışlar atmasının ardından "Burada oturmuyorsunuz o zaman?" diye sordu Sarp. "Yok Antakya'dayız biz." "Öyle mi biz de Antakya'dan geliyoruz. Siz Antakya'nın neresindeniz?" "Cumhuriyet caddesi, Antakya Lisesi'nin hemen yanı. Bilir misiniz orayı?" "Bilmez olur muyuz abi?" diye heyecanla yeniden ortaya atıldı Caner. Tesadüfün gerçekten böylesiydi. "Biz orada okuduk, oradan mezunuz. Böyle dörtlü olarak." "Bizim büyük oğlan da oraya gidiyor şimdi," dedi Gülden. Oğlunun eğitim durumundan memnun olmadığı ortadaydı. "Ama azıcık kafasını verip çalışsa Fen lisesine giderdi." İşte şimdi kendine ilgilendiren bir konuya değinmişlerdi ve Feyza elbette ki fikrini söyleyecekti. "Öyle demeyin Gülden Hanım. Antakya lisesi de iyidir." "Eskidendi o," diyerek elini salladı Gülden. "Şimdi çalışanı da orada çalışmayanı da." "Olsun önemli olan çocuğunuz aklını kullanması, gerisi hiç önemli değil." "Valla okuyup hayatlarını kurtarsınlar, kendi ayakları üzerinde dursunlar ben başka bir şey istemiyorum." Can ve Gülden'in çocuklarının eğitim hayatı için ellerinden gelenin fazlasını yaptıkları ve yapacakları belliydi. Bunu anlayan Feyza gülümsedi, böyle anne ve babalar görmek kendini mutlu ediyordu. "Sahi kaç çocuk var siz de?" Caner'in sorusunu Can yanıtladı. "Dört. Üç oğlan bir kız." "Maşallah," dedi Sarp. kendi evde iki tanesiyle baş edemiyordu. "Baba," diyerek Can'ın yanına geldi Emir. Suratı asıktı. "Abim bana telefonu vermiyor." Derin bir iç çekti Can, ne yapacaktı bu çocuklarla hiç bilmiyordu. Başını geriye çevirdiğinde telefonla oynayan büyük oğluna seslendi. "Umut bırak artık o telefonu elinden!" Babasını duymadı Umut zira kendi fazlasıyla sıkılmıştı ve bu ortamda tek eğlenebileceği şey telefondu. "Oğlum hadi telefonu bırak Kardeşlerini de al gel yakan top oynayalım," dedi Gülden. Her zaman bu yöntem işe yarardı. Umut istemese bile annesini kırmamak için oflayarak elindeki telefonu bırakarak ayağa kalkıp annesiyle babasının yanına geldi. Belki babasını kırabilirdi ama annesini asla. Gülden yeniden karşısındaki kişilere döndüğünde her zaman ki güler yüzlü ifadesini takındı. "Hadi siz de bizimle oynayın." "Biz mi?" diyerek kendin işaret etti Feyza. En son ne zaman yakan top oynadığını hatırlamıyordu bile. "Valla bana uyar, " dedi Caner. "Bana da," diyerek ilk defa Caner'i destekledi Asu. Sarp'la Feyza da itiraz etmediler buna, azıcık eğlenmenin kimseye bir zararı olmazdı. Akkaya ailesinden Cem, Zeyno hatta Çiçek bile oyuna katıldığında kahkahalar sahilde yankılandı. Oyunlar yalnızca çocuklara özgün değildi, koşup zıplamak, gülmek eğlenmek... Şüphesiz bunların yaşı yoktu. İnsan yaşça büyüyor diye bunlardan mahrum kalmak zorunda değildi mühim olan doğru zamanda, doğru çocuk olmaktı. Gülden de, Can da bunu onlara öğretmişlerdi. Yakan top oyunundan sonra herkes kendi yerine çekildiğinde Asu, yeni tanıştığı insanları izlemekten alamıyordu kendini. Sevinç ailesi o kadar güzel, o kadar mutlu bir aileydi ki, insan onlarla her şeyi unuturdu. Şu an bile Gülden'le, Can çalan şarkıya eşlik ediyor, birbirlerinin gözlerine sevgiyle bakıyorlardı. Can belki o kadar yakışıklı bir adam değildi. Saçı yoktu mesela ve kiloluydu ancak Gülden, kocasının dış görünüşünden çok, sevgiyle bakan gözlerine vurulmuştu. Can da öyle. Karısına duyduğu sevgi, Gülden'in kalp güzelliğinden geliyordu. Dışarıdan bakan biri olarak kendi bunu çok net anlıyordu. Güzel bir pazar gününün ardından eve döndüklerinde Feyza bilgisayarın başına geçip bazı araştırmalara girişti. Asu da duş aldıktan sonra kendine ve kuzenine sıcak birer kahve yaptı. Salona girip koltuğa rahatça oturup telefona gömüldü. Sosyal medya hesaplarında gezerken Karşısına çıkan komik videolara gülmeden edemediği gibi kuzeninin kendine olan ters bakışlarını da görmedi. "Merak ediyorum da ne zaman ders çalışmaya başlayacaksın?" "Feyzoş," diye sızlanarak arkasına yaslandı Asu. Aslında bir yandan haklıydı Feyza, kuzeninin yanına ders çalışmak için gelmişti lakin ders çalışmak dışında her şeyi yapmıştı. Kaldı ki, bir işte bulamamıştı daha da doğrusu iş bulmak için de bir şey yapmamıştı. Kredi kartlarının kalan limitlerini de kendi için harcamıştı. Babası ev için bazı yardımlarda bulunmuş olsa da genel olarak tüm yük Feyza'nın üzerindeydi ve kendi, kendini bir an önce toparlasa iyi olurdu. "Sen bana bir çalışma programı ayarla ben bir ara çalışmaya başlarım. "Çalışma programı öğrenciyle birlikte hazırlanır Asuman." İç geçirip bakışlarını yeniden telefondan çekip kuzenine dikti Asu. Bari çalışma programını kendini hiç karıştırmadan hazırlasaydı ya. "İyi yarın hazırlarız. Hem sen ne yapıyorsun deminden beri bilgisayarın başında?" Kahvesinden bir yudum alıp geri sehpanın üstüne koydu fincanını, gözlerini bilgisayar ekranında gezdirirken "Sırma," dedi Feyza. "Onun için bir şeyler arıyorum. Vakıflardan gönüllü yardımcı ya da makul bir ücrete yardımcı olacak biri. Kız kendi kendini feda ediyor babası için, en azından babasına okul saatlerinde bakacak biri olsun evde. Ki Sırma da biraz rahat etsin." "Güzel düşünmüşsün de öyle birini bulabilir misin, bilmiyorum." "Umarım bulabilirim." Feyza kahvesinden bir yudum daha alıp parmaklarını klavyede gezdirdi. Önemli bir ayrıntı görmüştü ki tam o sırada kapı çaldı. "Bu saatte kim ki?" "Ben bakarım," diyerek ayağa kalktı Asu. Kapıya vardığında kapının deliğinden bakma huyu olmadığı için direkt olarak kapıyı açtı ve karşısında İlker'le karşılaştı. "Yine mi sen?" "Feyza nerede?" diyerek Asu'yu umursamadan içeri girdi İlker. Asu peşinden laf söyleye söyleye adımlasa da onu duymadı genç adam. Feyza'yı görüp onunla konuşmakta kararlıydı. "İlker," diyerek aceleyle ayağa kalktı Feyza. Cidden artık bu adamdan usanmıştı. Kaşlarını çatıp kollarını göğsünde bağladı. "Gece gece evime gelip beni rahatsız etmekten ne zaman vazgeçeceksin?" Hızla adımlayıp Feyza'nın omuzlarını tuttu İlker, kendinin de sabrı taşmıştı artık. "Sen bana geri dönene kadar!" Genç adamın ellerini hışımla indirdi Feyza. Hiç kimse ama hiç kimse kendine böyle davranamazdı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" "Feyza!" "Ne?!" "Öğretmenlik falan bahane demi, sen buraya Sarp için döndün!" Sarp'ı elbette ki biliyordu İlker, kaç defa Feyza'yı o adamın resimlerine bakarken görmüştü ama ne olursa olsun kendi vazgeçmeyecekti Feyza'dan. Ne Sarp'a ne de başka birine yar etmezdi sevdiği kadını. "Sana ne! Sana ne İlker! Ne için döndüysem döndüm bu seni hiç ilgilendirmez!" "Yok öyle şey Feyza Hanım!" diyerek yeniden genç kadının kolunu tuttu İlker. Kahve gözlerinden ateş fışkırıyordu adeta, kıskançlıktan gözünün döndüğü belliydi ayrıca gelmeden önce bir şişe içmesinin de etkisi vardı böyle davranmasının sebepleri arasında. "Sen o adamla gezip tozacaksın ben de buna sessiz kalıp göz yumacağım öyle mi?!" "İlker kendine gel!" diye kulakları sağır edecek bir şekilde bağırıp kolunu kurtardı Feyza. Sonra da parmağını salladı. Gerçekten sinirleri tavan yapmıştı, karşısındaki adama haddini öyle ya da böyle bildirecekti. "İçip içip buraya gelip bana kaba saba davranamazsın! Duydun mu beni?" "Sen de," diyerek parmağı Feyza gibi salladı İlker. "Sarp'la öyle istediğin gibi gezip tozamasın!" Evet sinirliydi genç kadın ancak olayı anlamaya çalışıyordu. İlker nereden biliyordu Sarp'la bu kadar yakın olduğunu? "Hiç öyle bakma tüm mahalleyi gezdim, herkese sordum. Sarp'la her gün gün ediyormuşsun, gezip tozuyormuşsun, bu mobilyaları bile o hediye etmiş sana! Feyza bana bak kızım, sen benimsin! Benim! Kimse seni benden alamaz! Bunu aklının bir köşesine yaz!" "Oldu olacak ya benimsin ya da kara toprağın de!" diyerek araya girdi Asu, kendinin de sabrı bir yere kadardı. "Belli çünkü fazla Türk filmi izlemişsin!" "Sen bu işe karışma Asu!" Asu bir şey diyecekti ki elini kaldırıp durdurdu kuzenini Feyza. "Yeter İlker! Şimdi bu saçmalıklara bir son verip defol git evimden!" "Gitmezsem ne yaparsın?!" İlker bağırıp dururken Feyza'nın telefonu yatak odasında çalıp duruyordu ama telefonu seslerden dolayı duyan kimse yoktu ki Asu'nun telefonu ısrarla çalmaya başladı. Genç kadın koltuğun üzerinde duran telefonu eline aldığında teyzesinin aradığını gördü. Bu saatte bu ısrarla niye arıyordu ki Fulya Hanım? İlker ona bir şey söylemiş olamazdı demi? Israrla çalan telefonu açmaya karar vererek odadan çıkıp mutfağa girdi. Korkarak telefonu açıp kulağına dayadığında "Efendim teyze," dedi ürkek bir sesle. Salonda bağırıp duran ikili Asu'nun odadan çıktığını fark etmediği gibi odaya geri geldiğini hatta kendilerine seslendiği bile duymadı. Asu en sonunda ikisinin de sesini bastıracak kadar yüksek bir sesle bağırdı. "Feyza!" İkisi de Asu'nun sesiyle sustuklarında durup genç kadının üzerinde bakışlarını gezdirdiler. Ne olmuştu şimdi ona birden bire? "Annen aradı," diyerek saçını kulağının arkasına geçirdi Asu. "Baban... Baban...Baban kalp krizi geçirmiş, hastaneye kaldırmışlar." "Ne!" Feyza duyduklarıyla elinin ayağının boşaldığını hissetti. Tutunacak bir yer ararken gözlerinden bir damla yaşın düşmesine engel olamadı ve babasına bir şey olma ihtimali yüreğinin en derinlerini acıttı. Sahiden de koskoca Ethem Ataman kalp krizi mi geçirmişti? |
0% |