@petekayla
|
İstanbul İnsan hayatın anlamını bulmaya çalışır, yaşamak için bir sebep arar, dururdu ancak kimse bilmezdi ki, yaşamak için en güzel sebep insanın sevdikleriydi ve insan bunu, ne yazık ki hep kayıp verdikten sonra anlardı. Hastane köşesinde oturup sevdiğini beklememiş biri nasıl bilebilirdi ki, ölümün çok uzakta değil hemen yanı başında olduğunu? O korkuyu yaşamamış olan, anlar mıydı ecelin ansızın geleceğini? Yok anlamazdı, bilmezdi insan yaşamadan. Tecrübesizdi ademoğlu, bilgisizdi, düşüncesizdi, felaketlerin kendi başına da geleceğine bir türlü inanmazdı. Sanırdı ki ömrü boyunca mutlu mesut yaşayacak, sanırdı ki ölüm kendine hiç uğramayacak, sanırdı ki sevdiklerini hiç kaybetmeyecek... Bu yüzden kalp kırar, kıymet bilmezdi, düşünmezdi işte sevdiğini bir gün kızmak için bile bulamayacağını. Ameliyathanenin önünde eli kolu bağlı, çaresizce beklerken kendini hiç olmadığı kadar suçlu hissediyordu Feyza. Babası ameliyatta iken ne içindeki korkuyu, ne de üzüntüyü anlatabilecek bir kelime bulabilirdi. Kitaplarda çok görmüştü kelimeler tükendi yazısını ve bu cümleyi anladığını sanmıştı ancak yanıldığını tecrübe ediyordu şimdi. Çünkü bazı yaşananlar, kitap cümlelerindeki kadar basit değildi. Yazarların kalemlerini küçümsemiyordu sadece sözcüklerin yetersiz olduğunu, en muazzam betimlemelerin bile acıları anlatmaya kâfi olmadığını öğreniyordu. Bazı acılar koca bir devdi ve kelimeler o devin karşısında yalnızca bir nokta niteliğindeydi. Ethem Bey'in kalp krizi geçirdiğini öğrenir öğrenmez soluğu İstanbul'daki hastanede almıştı genç kadın ama elbette ki yalnız değildi. Yanında Asu ve İlker'de vardı. Asu'nun varlığı kendine güç veriyordu da İlker için aynı şeyi söyleyemezdi. Her ne kadar ona gelme dese de İlker inat edip gelmişti hastaneye ve bu durumda babasına korktuğu yetmiyormuş gibi Annesine karşı İlker'le nişancılık oynamak zorunda kalıyordu. Öyle ki, İlker'in yanına oturup kendine destek olup elini tutmasına bile ses çıkaramıyordu. "Bir şey ister misin?" Dışarıdan gören biri harbiden İlker'i merhametli bir âşık sanabilirdi, ne de olsa babası ameliyatta olan nişanlısına şefkatle yaklaşıyor, sırtını sıvazlıyordu lakin gerçek Feyza için İlker'in sahte davranışlarına bir de şimdi yapmacık ses tonunun eklenmesiydi. Bir insan her haliyle nasıl bu kadar itici olabilirdi? Genç adamın ellerini indirip aralarına mesafe girmesini sağladı Feyza. Canı yanarken bir de İlker'le uğraşmak istemiyordu. "Benden uzak durmanı." "Feyza" "Ne?" Yüzündeki sert mizacına, çatık kaşları eşlik ediyordu. Annesinin gözlerini üstünde hissetse de şu an hiç bunu düşünecek durumda değildi Feyza. Babası için zaten yeterince üzgündü. Bakışlarını İlker'den çekip ameliyathane kapısına çevirdiğinde iki damla gözyaşının yanağını ıslatmasına engel olamadı. Suçluyordu kendini, babasıyla çok kavga etmişti, onun sözünü dinlemeyip, kendi bildiğini okumuş, istediği gibi hayatını kurmuştu peki bunun sonucunda babasının da bir kalbi olduğunu ve o kalbin artık yaşlandığını, bazı şeylere dayanamayacağını neden düşünememişti?Tamam babası büyük bir iş adamıydı, koskoca Ethem Ataman'dı ancak nihayetinde o da etten kemikten bir insandı. Hem de yaşlı bir insan. Her ne kadar dışarıdan yıkılmaz gibi görünse de, belki de kalbi gerçekten ihtiyarlamıştı. Ve o ihtiyar kalbi en çok kendi yormuştu. Çaresizlikle derin bir of çekip, saçlarını geriye attı genç kadın, ellerini alnında birleştirdi, dirseklerini dizlerine dayadı. Ne zaman bitecekti bu ameliyat, ne zaman doktor çıkıp babasının iyi olduğunu söyleyecekti? Hayır, kötü bir haber alacağına inanmak istemiyordu. Öyle bir ihtimali aklından bile geçirmiyordu. Umut ediyordu, umut ederek dakikaları, saatleri sayıyordu. Yoksa nasıl geçerdi bu sıkıntılı vakitler? "Baban güçlüdür, bunu da atlatır. Korkma." Gerçekten İlker'in sahte avuntularını duymak istemiyordu Feyza. Ona ters bir bakış atıp ayağa kalktı. Daha fazla bu adamın yanında oturursa kendine engel olamayacaktı. Annesinin yanındaki koltuğa oturduğunda Fulya Hanım'ın kendini sorguya çekmesi de çok uzun sürmedi. "Aranızda bir şey mi oldu?" "Şimdi bunu konuşmak istemiyorum anne." "Feyza" "Anne lütfen," dedi genç kadın. Fulya Hanım, kızına ters bakışlarla bakarken İlker konusunda bir şeyler sezdi fakat şimdi gerçekten bunun sırası değildi, kocası ameliyattan bir çıksın o zaman alacaktı Feyza'nın ifadesini. Az daha burada durursa boğulacaktı Feyza, o yüzden ayağa kalkıp hastanenin bahçesine doğru adımladı.. Bulduğu banka çöktüğünde gözlerini kapatıp derin derin nefesler aldı. Güz mevsimi üşütüyordu kendini, üzerinde evden çıkarken alel acele aldığı ince ceketten başka bir şey yoktu. Ceketin içinde ise ince eşofmanları vardı. O telaştan üstünü değişmeyi bile akıl edememiş sadece eline geçen ceketi almıştı. Sonra da ilk uçakla İstanbul'a gelmişti. Tabii havaalanına İlker'le gitmesi de ayrı bir sorundu. Tüm aksilikler üst üste gelir derlerdi de inanmazdı. Arabası her nedense o an çalışmamıştı ve kendi Mecbur İlker'in arabasıyla havalanına gitmek durumunda kalmıştı. Bu belki bir sorundu fakat daha büyük sorunları da vardı. Okulu gibi, mesleği gibi. Çalıştığı kuruma durumu hakkında bilgi vermeliydi ancak önceliği babasını sağ salim görmekti. Ansızın... Bu kelimeyi de çok duymuştu genç kadın fakat şimdi o sözcüğün ne olduğunu yaşayarak öğreniyordu. Hayat anlardan değil, ansızlıklardan ibaretti. Evet, kesinlikle öyleydi. Ansızın yaşanırdı çünkü bazı şeyler. Kim bilir babası gibi kaç kişi vardı gecenin bir yarısı ansızın kalp krizi geçiren. Muhtemelen hepsi yarına uyanmak üzere başını yastığa koymuştu ama işte, ansızın yorulmuştu kalp. Ya trafik kazaları... Sarp'ın Caner hakkında anlattıklarını hatırladı o an. Caner'in annesi, Necla Hanım mesela, şehir dışından gelen yeğenini karşılamak üzere çıkmıştı yola lakin ansızın gerçekleşen kazada vefat etmişti. Ne acı. Televizyonda, internette, gazetede gördüğü haberler bir bir aklından geçti, insanın başına beklemedik anda neler geliyordu öyle. Sobadan, ocaktan ya da en basiti ütüden çıkan yangınlar misal. Kaç kişi o gün evinde yangın çıkacağını hatta ailesinden birilerini kaybedeceğini biliyordu? Yahut yine kaç kişi sıradan bir gün yaşarken ecelin herhangi sebepten canını alacağını biliyordu? Bir haberde görmüştü, normal bir sokaktan geçen anne ile bebeğin, aynı sokakta yaşanan başka bir olay nedeniyle öldüğünü. Silahlı çatışma çıkmıştı orada ve ne yazık ki bundan nasibini alan masum bir bebekle, annesi olmuştu. Silahtan çıkan kurşun onlara isabet ederek hayatlarına son vermişti. İşte, kelimeler burada tükeniyordu. İnsan bağırıp çağırsa da, ortalığı birbirine katsa da değişen hiçbir şey olmuyor, en sonunda susmaya karar veriyordu ve sonsuz sanılan o sözcükler anlamını yitiriyordu. Yaşam bu muydu? Ansızın başladığı gibi ansızın bitmesi mi? Ansızın sevinçlerin, mutlulukların yarım kalıp sonsuz acıların yüreği kuşatması mıydı? Hep böyle mi devam ederdi hayat? Saniyelik mutlulukların bedelini hep en büyük acılarla mı ödetirdi? Kendi ne kadar mutluydu bugün oysa. Sarp'la birlikte harika bir pazar günü yaşamıştı fakat gecesinde ansızın babasının kalp krizi geçirdiği haberini almıştı. Neden böyleydi? Neden mutlulukların ardından acılar, korkular gelirdi? Neden ufacık bir tebessümün bedeli bile hiç dinmeyen gözyaşları olurdu? Dünyada mutluluk aramanın boşa kürek çekmek olduğunu biliyordu Feyza. Baki mutluluk yoktu, ebedi değildi hiçbir sevinç ancak yine de en azından sevinçleri yarım kalmasın istiyordu. Bir kez olsun yaşadığı mutluluğun bedelini gözyaşı dökerek ödemesin. Evet, ağlıyordu Feyza. Nasıl ağlamasındı ki babası kalp krizi geçirmişti ve hâlâ ondan bir haber alamıyordu. Hastanede oturup dua etmekten başka hiçbir şey gelmiyordu elinden. Çaresizliği de anlatacak kelime yoktu, yalnızca yaşayan anlardı bunu da. Babasına bir şey olacak, diye korkarken ya olursa düşüncesi aklını yiyip bitiriyordu. Belki sertti babası, belki kendini hiçbir zaman anlamamış, isteklerine, yaptığı mesleğe bile saygı duymamıştı ama ne olursa olsun Ethem Ataman kendinin babasıydı. Hangi evlat babasız kalmak isterdi ki? Yirmi yedi yaşında kocaman bir kadın olsa bile şu an küçük bir kız çocuğu gibi muhtaçtı babasının kollarına. Ona sıkı sıkı sarılmak, iyi ki varsın diyebilmek için nelerini vermezdi ki. Fakat kahretsin ki elinden gelen hiçbir şey yoktu. Hem de hiçbir şey. Ona bir şey olursa yaşayamam demiyordu çünkü yaşayabileceğinin, yaşamak zorunda olduğunun bilincindeydi. Kimse kimsenin ölümüyle ölmüyordu, herkes eninde sonunda sevdiği birini kaybediyordu bu hayatta lakin o kayıpların ardından yaşam devam ediyordu. Fakat nasıl ettiği tam bir muammaydı. Yarım, eksik, buruk... Bu konu hakkında fikir yürütemiyordu genç kadın, kimseyi kaybetmemişti zira. Ancak babasına bir şey olursa eksik kalacağının biliyordu. Yarım kalırdı babası olmadan, yarım yaşardı sevinçlerini, neşelerini. Belki diğer kızlar gibi babasıyla öyle mutlu anılar biriktirememişti, belki babası kendine bisiklet sürmeyi bile öğretmemişti, belki babası alıp kendini bir kez olsun parka da götürmemişti fakat yine de en mutlu anlarını babasıyla paylaşmıştı Feyza. İlk okulda hepsi beş olan karnelerini ilk ona göstermişti mesela, sonra yeni bir elbise alınca o elbiseyi giyinip neşeyle babasının karşısına geçmiş, nasıl olmuş, diye sormuştu. Sonra ergenliğinde ilk defa yaptığı keki babasının beğenip beğenmediğini merak etmişti. Kızların ilk aşkları, babalarıdır derlerdi buna evet diyemezdi çünkü öyle bir baba, kız ilişkisi yaşamamıştı babasıyla ama yine de sevmişti babasını, seviyordu ve şimdi de çocukluğundaki gibi yaşayacağı tüm mutlulukları babasıyla paylaşmak istiyordu. Her ne kadar Ethem Bey, o mutluluklarına saygı duymayacak olsa da. "Feyza" Kuzeninin yanına oturup ona kollarını doladı Asu. Saçlarında ellerini gezdirip ufak bir öpücük kondurdu başına. Biliyordu ki, Feyza'nın teselliden çok, acısını, korkusunu paylaşmaya ihtiyacı vardı, birinin omzunda ağlamaya ve kendi bu görevi elbette ki seve seve üstlenmişti. Hatta bu görev bile değildi ki, kuzen olmaktı. Hoş Feyza kuzeninden çok kardeşi gibiydi. Gibisi de fazlaydı, kardeşiydi Feyza. "Şu an ne duymak istersin, inan bilmiyorum ama ben buradayım, yanındayım." "Asuman," diyerek başını kaldırdı Feyza. Kuzeninin gözlerine bakarken bir kez daha iyi ki diyordu, kimse yoksa bile yanında Asuman vardı ve bunun için gerçekten şanslıydı. "O benim babam Asuman. Ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım o benim babam. Tamam çok kavga ediyorum, çok kızıyorum ama... Ama yemin ederim ona bir şey olmasını istemedim. Sadece... Sadece aldığım kararlara saygı duysun, beni biraz olsun anlasın diye çabaladım durdum bunca yıl. Fakat şimdi soruyorum kendime değer miydi, diye? Belki de babam benim yüzümden kalp krizi geçirdi, belki de ben onun ne kadar yorulduğunu göremedim, belki de..." "Şştt ne istersen söyle, bağır çağır, öfkelen ama sakın kendini suçlama. Sakın," diyerek Feyza'nın saçını geriye attı. Kuzenini anlıyordu, en azından anlamaya çalışıyordu. İnsan beklenmedik felaketlerde suçlayacak birilerini arar, öyle rahatlamaya çalışırdı ve Feyza şimdi kendini suçluyordu ama bunu yapmamalıydı. Zira Ethem Ataman'ın kalp krizi geçirmesinde kuzeninin hiçbir suçu yoktu. Beklenmedik olaylar sebepsiz insanın hemen yanı başındaydı aslında. "Sen sadece kendi hayatını yaşamak istedin. Kendi sevdiğin mesleği yapmak, istediğin şehirde kendi hayatını kurmak...Bunlar en doğal haklar, babanın istekleri yerine getirmek için gelmedin ki sen bu dünyaya." "Asuman anlamıyorsun..." "İnan bana seni anlıyorum, baban kalp krizi geçirdiği için kendini suçluyorsun ama ne olur bunu yapma. Bu hiçbir şeyi değiştirmez Feyza, yalnızca kendine daha çok acı çektirirsin." Başını havaya kaldırdığında yeniden derin bir nefes aldı Feyza. Gözlerini kapatıp güz havasını içene çekti. Kuzeni haklıydı belki de lakin bunu kabullenmek nedendir bilinmez zor geliyordu kendine. "Ayrıca gerçekten eniştem senin yüzünden kalp krizi geçirmedi. Belki kalbiyle ilgili bazı sorunlar vardı ve kibrinden sakladı, otoritesi sarsılır, diye duyulsun istemedi. Ya da sağlığını ihmal etti. Olamaz mı?" Başını hayır, der gibi iki yana salladı genç kadın. İnatçılığı tutmuştu sanki. "Babam gayet sağlıklıydı." "Feyzoş," diyerek kuzeninin başını göğsüne yasladı Asu. Saçlarında yeniden ellerini gezdirirken yorgun sesinin bu kez matrak bir tonda çıkması için çabaladı. "Sana söz, eğer seni rahatlatacaksa birazdan doktorlar Ethem Ataman, Feyza yüzünden kalp krizi geçirdi, derlerse o zaman oturur birlikte kendimizi suçlarız. Olur mu?" Belli belirsiz güldü Feyza, şu durumda kendini güldüren bir kuzeninin olması en büyük şansıydı. "İyi ki varsın Asuman." "Sen de iyi ki varsın Feyzoş." Yeniden Feyza'ya sıkı sıkı sarıldı Asu. Kuzen olmak iyi günde, kötü günde bir olmak demekti. Ergenlikte tüm saçmalıkları, gençlikte tüm çılgınlıkları birlikte yapmak, yeri geldiğinde beraber ağlayıp gülmek, bazen de aileleri gizli gizli çekiştirmekti. Hem en iyi akraba, hem en iyi arkadaş hem de en iyi sırdaş... Kısaca kuzen olmak buydu. Kardeşten de öte sonsuz bir dostluk kurmak ve ne mutlu ki Asu'yla, Feyza bunu başarmıştı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti belki lakin dakikalar hiç akmıyor, yerinde sayıyor gibiydi. Daha ne kadar sürecekti bu ameliyat? Feyza yeniden koridorda bir oraya, bir buraya yürürken gerçekten artık sabrının sonuna geldiğini hissediyordu. Neden kimse çıkıp bir açıklama yapmıyordu? Neden kimse babası hakkında bir şey demiyordu? Doktorların işini yaptığını bilse de, şu an mantıklı düşünebilecek durumda değildi. Nihayetinde söz konusu babasının hayatıydı ve kendi belki de ilk defa sevdiği biri için böylesine endişe duyuyordu. "Fulya" Yaşlı kadın, ablasının sesini duyunca başını koridorun sağ tarafına çevirdi. Sonunda gelebilmişti Ahu. Ahu Hanım hızlı adımlarla kardeşinin yanına vardığında sıkı sıkı sarıldı ona. Kim bilir nasıl perişan olmuştu Fulya. Keşke olay gerçekleştiğinde hemen hastaneye, kardeşinin yanına gelebilseydi fakat eşi Asaf Bey'le şehir dışına çıkmıştı ve ancak şimdi gelebilmişlerdi hastaneye. "Kusura bakma yol uzun sürdü, o yüzden bu kadar geciktik. Ethem nasıl?" "Ameliyatta hâlâ, doktorlar bir şey söylemedi henüz." "Güçlü adamdır Ethem, bunu da atlatır emin ol." "Umarım Ahu. Umarım. Ablasına abla demeyi çok önceden bırakmıştı Fulya Hanım. Aralarında iki yaş olduğu için Ahu Hanım'a pek fazla abla dememişti. Ahu Hanım da bu kadar küçük bir meseleyi sorun haline getirmemişti elbette. "Feyza," dedi Ahu Hanım şaşkınlıkla. Yeğeninin bu kadar çabuk İstanbul'a gelmesini beklemiyordu doğal olarak. "Sen ne zaman geldin?" "İlk uçakla." "Gel buraya," diyerek Feyza'ya sarıldı yaşlı kadın. Saçlarının arasına öpücük kondurmayı da ihmal etmedi. Kardeşinden hem tip olarak hem huy olarak oldukça farklıydı Ahu Hanım. İlk başta Fulya esmerdi kendi ise sarışın. Anne ve babalarının farklı tiplere sahip olmasından kaynaklanıyordu bu durum. Lakin huylarının zıt olması karakterlerinden. Fulya Hanım ne kadar hırslıysa kendi bir o kadar mütevazi bir insandı. Gözü yükseklerde, burnu havada olan bir insan olmamıştı hiçbir zaman. Alçak gönüllü, güler yüzlü, halden anlayan güzel bir kadındı Ahu Hanım ve Asu da bazı konularda kendine çekmişti galiba. "Göreceksin bak baban sağ salim çıkacak hastaneden." "Umarım teyze." Ahu Hanım'ın bakışları İlker'i bulduğunda derin bir iç geçirdi. Bu çocuğu tanıdığı günden beri hiç sevmemişti. Şu an burada ne işi olduğunu merak etse de, onu boş vermeye çalıştı. İlker'den daha önemli şeyler vardı şimdi. Asaf Bey de geçmiş olsun dileklerinin ardından akrabalarına telkin vermeye çalıştı. Ne kadar başarılı odluğu meçhuldu fakat onları rahatlatmış olmayı umuyordu. İlerleyen saatlerde Feyza ayakta dururken yorgunluktan başını duvara yaslamıştı. İlker yanında başını omzuna dayaması için ısrar etse de ona yüz vermiyordu genç kadın. Asu ise babasının yanına oturmuş artık gerçekten iyi bir haber almayı bekliyordu. Ve Fulya Hanım koltukta oturmuş, ablasına sığınmıştı. O an gücünü şüphesiz Ahu'dan alıyordu. Yaklaşık sıkıntılı geçen altı, yedi saatin sonunda ameliyathaneden doktorlar çıkıp gerekli açıklamaları yaptılar. Ethem Bey'in kalp damarları tıkanmıştı ve bu tıkalı damarlar kalp krizi geçirmesine sebep olmuştu. Ameliyat bir hayli zorlu geçmiş, damarları açmayı başarmışlardı lakin damarların tekrar tıkanma riski olduğu için kalbine üç sitent takmışlardı. Bundan sonra Ethem bey, sağlıklı beslenmeye özen göstermeli, aynı zamandan her türlü stresten, sıkıntıdan uzak durmalıydı. En ufak öfkeyi bile artık kalbi kaldırmayabilirdi. Doktorlar, hastanın ailesini özellikle bu konuda sıkı sıkı uyardılar. Gerçekten bu işin şakası yoktu. Stres, Ethem Bey'i kalpten götürebilirdi. Açıklamaların ardından doktorlar, hasta yakınlara hastanede kalmanın gereksiz olduğunu da söylediler. Zira önlem olarak yoğun bakıma alınacaktı Ethem Bey ve yarına kadar orada kalacaktı. Bu süre zarfında ailesinin boşuna beklemesine gerek yoktu. Yarın servise alındığında kendileri onlara haber verirlerdi. Her ne kadar Feyza babasını bırakıp bir yere gitmek istemese de yanındakilerin ısrarıyla teyzesinin evine geçmeye karar verdi. Gerçekten yorgundu ve biraz olsun dinlenmeye ihtiyacı vardı. Fulya Hanım ise hastanede kalacaktı, kocasını görmeden şuradan şuraya gitmezdi ancak bir anne olarak kızının dinlemesini istiyordu. Sonuçta birkaç saatte çok şey yaşamıştı Feyza. Feyza, Asu ve teyzesiyle eve geçerken Asaf Bey'de hastanede kaldı. Fulya Hanım'ı tek bırakmak olmazdı şimdi, nihayetinde bir aile idiler ve Fulya'nın da desteğe ihtiyacı vardı. İlker ben Fulya teyzenin yanında kalırım dese de onu eve göndermişti yaşlı adam. Şimdi bu fırsatı bilip Fulya'yı olur olmaz doldururdu Feyza'ya karşı. Eşi Ahu gibi, kendi de bu çocuğu hiç ama hiç sevmemişti. Ayrıca Feyza'nın, İlker'i istemediğini de biliyordu. O yüzden belki de ona karşı bu kadar ön yargılıydı. Eve vardığında Asu'nun ısrarıyla ılık bir duş aldı Feyza. Ne yalan söylesin bu iyi gelmişti kendine. Kuzeninin pijamalarından birini üstüne geçirdiğinde yine onun yatağında uykuya daldı. Uyuyabileceğini sanmıyordu oysa fakat bu gece yaşadıklarından sonra bedeni yorgun düşmüştü. Odanın kapısını kapatıp aşağı indi Asu, annesini bir aydır görmüyordu ve itiraf etmesi gerekirse özlemişti onu. Nasıl özlemesindi ki? Annesi bu hayatta kendinin en iyi Arkadaşıydı. Geniş verendaya çıktığında her zaman ki gibi annesini salıncakta buldu. Üstüne şal almış, elindeki kitapta gözlerini gezdiriyordu. Ahu Hanım'ın yanına oturup başını havaya kaldırdı. Kendi de yorgundu, yaşananlar kendini de yıpratmıştı. "Üşümüyor musun?" "Üşümediğimi söyleyemem ama bir sonbahar gecesinde şurada oturup kafa dinlemenin keyfini hiçbir şeye değişmem." Cümlenin sonuna doğru kızına baktığında gülümsedi Ahu Hanım. Gözlüğünü çıkartıp masaya bıraktığında elindeki kitabı da kapadı. Kızıyla konuşmak istediği bazı mevzular vardı. "Söylesene Asuman, Hatay'da İstanbul kadar soğuk mu?" Başını iki yana salladı Asu, uzaklara dalıp giderken dudaklarında manalı bir tebessüm vardı. "Iıı kasımın sonu olmasına rağmen hâlâ sıcak biliyor musun? Hatta şort bile giyiyorum. Deli bir rüzgârı var ama insanı asla üşütmüyor aksine böyle sanki içimi gıdıklıyor. Hele bu havada köprüde dolanmak başka güzel. O ışıklar, caddeler, insanlar ve Asi... Sokak şarkıcıların çaldığı ritimlere Asi'nin sesi karışıyor ya, bambaşka dünyalara gidiyorum sanki. Korkmuyorum, ürkmüyorum başıma gece yarısı bir iş gelir mi, diye çünkü orası Antakya saat kaç olursa olsun özgürce gezebileceğim sokaklar var orada." "Desene asıl orada yaşamak gerekir, diye." Annesinin sesiyle İstanbul'a döndüğünü hatırladı Asu. Daldığı hülyalardan çıktığında Ahu Hanım'ın içini ısıtan tebessümüyle karşılaştı. "Ne yalan söyleyim öyle anne. Hatay küçük ama sıcacık bir şehir. Her semti, her ilçesi başka güzel. Hatta var ya bugün Samandağ'ına gittik. Feyza, ben, Sarp, Sarp'ın ailesi bir de..." "Bir de?" Sustu, bir kez daha annesinin bakışlarıyla karşılaşınca pot kırdığını anladı Asu. Gözlerini yere çevirdiğinde aferin dedi kendi kendine. Belki de Sarp'tan bile bahsetmemeliydi annesine. Eski defterleri şimdi açmanın anlamı yoktu ne de olsa. "C-Caner." "Lisedeki Caner mi?" Başını sallamakla yetindi, diyecek bir şey bulamadı genç kadın. Fulya Hanım kızına biraz daha yaklaşıp elini boynuna doladı. Asuman için Caner mevzusunun tam olarak hiçbir zaman kapanmadığını iyi biliyordu. Derin yara açan unutulmazdı asla. "Nasıl hissettirdi peki?" "Ne, nasıl hissettirdi?" "Caner'i, diyorum yeniden görmek sana nasıl hissettirdi?" Bakışlarını bir kez daha annesinden kaçırıp dudaklarını büzdü Asu. İşte bunu gerçekten bilmiyordu. "Onu ilk gördüğümde... İlk gördüğümde hatırladığım tek şey bana yaptıklarıydı. Canımı nasıl acıttığı, onun yüzünden nasıl ağladığım. Okulumu, arkadaşlarımı bırakıp kaçmam mesela. Buna o sebep oldu ve ben belki de onun yüzünden bu kadar çok hata yaptım. Onun açtığı yaraları hep başkalarının sarmasını istedim belki de, bilmiyorum. Fakat sonra.. sonra lisede mutlu olduğumuz zamanları hatırladım, birbirimizle didişip durduğumuz anları, arkadaşlarımızı, hatıralarımızı... Ve lise günlerimi ne kadar çok özlediğimi, gerçekten o günlerde sahiden mutlu olduğumu. Caner'e gelince ise... Benim için basit bir gençlik hevesi olduğunu ve benim için çoktan bittiğini bir kez daha anladım. İtiraf ediyorum bende açtığı yara geçmemiş ama onu sevdiğim için değil, gururum ezildiği için." "Senin duyguların," dedi yaşlı kadın, kızının ipek saçlarında elini gezdirirken. Sesinde bir anne anlayışı, şefkati vardı. Asuman koca kadın olmuştu, ona nasihat edecek, hayatı hakkında karar verecek değildi. Elbette yol gösterirdi kızına lakin artık bazı şeyleri kendi yaşayarak öğrenmeli, duygularını kendi çözmeliydi. Bir anne olarak kendine düşen şimdi Asuman'a iyi bir arkadaş olmaktı. "Sen daha iyi bilirsin elbette ama yalnızca senden tek bir isteğim var kızım. Her ne konuda olursa olsun duygularından emin olmadan sakın bir karar verme olur mu? Ne demek istediğimi ilerde daha iyi anlayacaksın bebeğim." "Kızın bütün duygularından emin anne. Güven bana," diyerek annesinin yanağına ufak bir öpücük kondurdu Asu sonra da onun göğsüne yaslanıp huzurun tadını çıkardı. Aşk konusunda belki şansızdı ama aile konusunda gerçekten şanslıydı. Harika annesi, babası ve dünyanın en mükemmel kuzeni varken daha ne isterdi ki? *** Pazar gecesinin ardından pazartesi sabahına da kötü bir başlangıç yaptı Feyza. Zira telefonunun olmadığını fark etti. Muhtemelen telaşla çıkarken evde unutmuş ve hastanede aklına bile gelmemişti telefon fakat şimdi okulu arayıp bilgi vermek için telefonunu bulmaya koyulmuş, bu yüzden çantasının altını üstüne getirmişti fakat bir türlü telefonunu bulamamıştı. Yoktu işte, hiçbir yerde yoktu. Peki okula nasıl haber verecekti? Yanındakilerin telefonunu kullanabilirdi eğer okulun ya da müdirenin numarasını ezbere bilseydi. Yatakta otururken sıkıntıyla saçlarını karıştırdı tek çaresi internetten okulun numarasını bulmaktı ki, bunu da hastaneden geldikten sonra yapacaktı. Hastanenin belli ziyaret saatleri vardı, filmlerdeki gibi öyle herkes kafasına estiği gibi hastasını görüp çıkamıyordu ve kendi ziyaretçi saatini kaçırmamak için bir an önce evden çıkmalıydı artık. Dağıttığı çantasını toparlayıp aşağı indiğinde teyzesiyle, Asu'yu kapının önünde buldu genç kadın. Bu sabah babası yoğun bakımdan çıkmış, servise alınmıştı. Şükür ki hayati tehlikesi yoktu ama yine de onu görmeden içi rahat etmeyecekti. Kısa süre içeresinde hastaneye vardıklarında Feyza babasını görünce hızlıca onun boynuna atladı. Hiçbir şeyi düşünmedi o an, yalnızca babasını yeniden sağ salim görmenin sevincini yaşadı. Şükür gözyaşları yanaklarını ıslatırken ne zamandır bu kadar sulu göz olduğunu sorguluyordu. Gerçi dün geceden sonra duygulanması, ağlaması normaldi galiba. "Baba" "Feyza," diyerek kollarını kızına doladı Ethem Bey. İtiraf etmesi gerekirse kızının kendine böyle sıkı sıkı sarılması kendini de duygulandırmıştı. "Annen İstanbul'da olduğunu söyleyince inanmadım. Feyza okulu bırakıp buraya gelmez, dedim." "Sen benim babamsın," diyerek geri çekildi genç kadın, yatağın ucuna oturduğunda elleri hâlâ babasının ellerini tutuyordu. "Gelmez olur muyum hiç? Senin için nasıl korktum biliyor musun?" "Korkma kızım, korkma. Seni, İlker'le evlendirmeden hiçbir yere gitmem ben." Ethem Bey, kızının yanağında elini gezdirirken Feyza yüzünü düşürdü. Şu anda bile babasının tek düşündüğü kendini İlker'le evlendirmekti. "Öyle ya," diyerek ortaya atıldı Fulya Hanım. Kızının arkasına geçip ellerini omuzlarına dayadı. Yapmacık bir gülüş vardı dudaklarında. "Şunun şurasında düğüne ne kaldı." Gözlerini devirdi Asu, hayır anlamıyordu teyzesiyle eniştesi ne bulmuştu İlker'de? Ahu Hanım derin bir iç çekerken kızıyla aynı düşünceleri paylaşıyordu, Asaf Bey de onlardan farksız sayılmazdı. Feyza'yı istemediği bir evliliğe zorluyorlardı farkında değillerdi. "İlker demişken o nerede? Annen seninle birlikte döndüğünü söyledi." "Buradayım babacım," diyerek aniden odaya giriş yaptı İlker. Elinde koca bir buket çiçek vardı. "Biraz geciktim kusura bakmayın. Annecim çiçekleri size vereyim." "Ne kadar naziksin," diyerek genç adamın elinden çiçekleri aldı Fulya Hanım. İlker gerçekten tam kızına layık bir damat adayı idi. "İti an çomağı hazırla," diye mırıldandı Asu. Annesi kendine uyarı dolu bakışlar gönderse de umursamadı. Yalan mı söylüyordu? Bu sırada İlker, Feyza'nın yanağına öpücük kondurup boş sandalyeyi çekerek onun yanına yerleşti. Tabii Feyza o öpücükten de, İlker'in yakınlığından da iğrendi. Fakat kahretsin ki yine susmak zorundaydı. "Çok geçmiş olsun Ethem babacım, bizi çok korkuttunuz ama güzel nişanlıma sizin ne kadar güçlü olduğunuzu hep söyledim. Öyle değil mi sevgilim?" "Ya," diye mırıldandı Feyza. Kendini o kadar bunalmış ve daralmış hissediyordu ki şu an. "Annen, baban gelmedi mi İlker?" diye sordu Asaf Bey. Amacı biraz olsun konuyu değiştirmekti. "Ah gelmeyi o kadar çok istediler ki ama malum yurt dışındalar. O yüzden gelemediler fakat size geçmiş olsun dileklerini iletmemi istediler." "Sağ olsunlar," dedi Fulya Hanım. Yüzündeki memnuniyet hâlâ yerini koruyordu. "Eee siz ne konuşuyordunuz?" "Düğün tarihinden," diyerek lafa atlayan kişi Asu oldu bu kez. Tabii yüz ifadesi ve ses tonu alay doluydu. "Eniştem sağ olsun ameliyat sonrası bile sizin düğününüzü düşünüyor. " Asu gibi kendi de alayla güldü. Biraz eğlencenin kimseye zararı olmazdı herhalde. "Eee Ethem babacım kızının artık mürvetini görmek istiyor. Bu arada Asu nikâh şahidimiz sen olmazsan vallahi kırılırım." "Hiç şüphen olmasın." "Asuman" "Ne?" diyerek annesine döndü genç kadın. Madem bir şey diyemiyordu en azından İlker'le alay etseydi. Omuzlarını silkip bakışlarını Feyza'ya çevirdi. Zavallı kuzeni ne zor durumda kalmıştı. "Eee siz düğün tarihi hakkında ne diyorsunuz Ethem babacım?" "Oğlum siz bilirsiniz, ne zaman isterseniz yaparız düğünü." "Biz yaza diye düşündük Ethem'le ama size sormadık. Sahi kızım sen düğün tarihi hakkında bana da bir şey söylemedin yok mu aklında bir fikir?" "Ben," diyebildi Feyza zorlukla. Neden İlker'le evlenmek istemediğini kimse anlamıyordu? Bakışları İlker'in üzerinde gezerken genç adamın, elini tuttuğunu o an fark etti. Midesi bir kez daha kalkarken bir mucize olmasını, bu bunaltıcı ortamdan kurtulmayı diledi ki, can kuzeni yine kurtarıcı meleği oldu. "Feyza ben sana şeyi söylemeyi unuttum." "Neyi?" "Şeyi işte, gelsene bir." Asu odadan çıkarken Feyza da onu takip etti. Herkes arkalarından bakarken Asuman elbette ki teyzesiyle, eniştesinin gazabını üstüne çektiğini biliyordu. Feyza ile birlikte koridora çıktıklarında karşı karşıya durdular. "Ne oldu Asuman?" "Sen Sarp'ı arayıp haber verdin mi?" Sıkıntıyla nefes aldı Feyza. Bunu nasıl unutmuştu? "Aramadım." "Aramadın mı? Nasıl aramadın ya, Sarp kim bilir nasıl deliye dönmüştür." "Aramadım çünkü telefonu evde unutmuşum." "E aferin sana Feyzoş! Sosyal medyada kullanmıyorsun nasıl ulaşacaksın şimdi Sarp'a? Hayır, benim telefonun da ekranı kırıldı, açılmıyor yoksa ben çoktan arar söylerdim, merak etmesin diye." "Telefonun mu kırıldı? Ne zaman?" Feyza'nın çatık kaşlarına karşılık ofladı Asu. Saçını kulağının arkasına geçirirken ne yapacaklarını kara kara düşündü. "Dün akşam uçağa binerken. Önemsiz bir şey diye kimseye söylemedim. Onu bunu bırakta Sarp'a nasıl haber vereceğiz onu düşün. Hayır instagramdan mesaj atardım da o da çalındı iki gün önce biliyorsun. Facebook zaten kullanmıyorum e Sarp'ın da twitterı yok. Hadi her şeyi boş verip Caner'e falan ulaşayım desem..." "Asuman" "Ne?" "Tamam anladım, biz dönünceye kadar Sarp neler olduğunu öğrenemeyecek." Feyza'nın ses tonunda umutsuzluk hâkimdi, Sarp'a haber veremiyor olmak içini burkuyordu. Bari onun numarasını ezbere bilseydi, en azından teyzesinin telefonundan Sarp'a ulaşabilirdi lakin numara ezberlemeyi herkes gibi kendi de çok önceden bırakmıştı. **** Antakya/Hatay Yeni yaptıkları koltuğun altına ayaklarını takarken içindeki endişe git gide büyüyor, yine yıllar önce yaşadıklarının aynısını yaşayacak diye korkuyordu Sarp. Tarih tekerrürden ibatrettir, derlerdi fakat dua ediyordu ki bu kez öyle bir şey olmasın. Sabahtan beri Feyza ortalıkta yoktu, ona bir türlü ulaşamıyordu ve biraz daha ondan haber alamazsa gerçekten delirebilirrdi. Sabah Feyza'yı görmek istemiş, o yüzden kapısını çalmıştı lakin kapıyı açan olmamıştı. Arabası evin önünde duruyordu, o yüzden eve olduğunu düşünmüştü açmayınca ise Feyza'nın yürüyüş yapmak istediğini, bu yüzden okula yayan olarak gitmiş olabileceği gibi bir tahmin yürütmüştü fakat Feyza'ya telefonla da ulaşamayınca işte o zaman korku sarmıştı yüreğini. Ya yine düşüncesi aklını kaçırmasına sebep olmak üzereydi. Ya yine Feyza sırra kadem basmışsa? Yok canım, diyordu içinden. Sonuçta Feyza buraya atanmış bir öğretmendi ve mesleğine ne kadar bağlı olduğunu da en iyi kendi bilirdi. Sorumluluklarını arkasında bırakıp, valizini toplayıp çekip gidemezdi ki öyle. "Sarp!" Çekici, koltuğa sert bir şekilde vururken abisinin kendine seslendiğini bile duymuyordu genç adam, kendi burada olabilirdi lakin aklı için aynı şey söylenemezdi. "Sarp! Sarp sana diyorum oğlum! Düzgün tak şu ayağı, yamuk takmışsın!" "Bir şey mi dedin abi?" diyerek abisine başını çevirdi genç adam, Sedat ise sabır diledi. Bugün bu çocukla işi vardı anlaşılan. "Ayağı diyorum, düzgün tak. Yamuk, yumuk takmışsın." Sarp derin bir nefes alırken yardımına Caner yetişti. "Kardeşim sen onu bana bırak. Sen şu yeni yaptığımız koltukların tozunu al," diyerek elindeki bezi Sarp'a tutuşturup onun elindeki çekici aldı. Biliyordu arkadaşı bugün cidden iyi değildi, hoş kendi de pek iyi sayılmazdı. Asu'nun da ortalıkta olmaması canını sıkıyordu. "Benim dışarıda birkaç işim var. Dükkân size emanet, ona göre. Aklınızı toplayın, mobilyaları doğru düzgün yapın." Sedat dükkândan çıkınca Sarp elinde varsa fırlatıp attı. Yeni yaptığı koltuğu düzeltip üstüne oturdu. Saçlarını öfkeyle karıştırırken burnundan soluyordu. "Nerede Caner, nerede? Nerede Feyza? Kaç defa aradım açmıyor, en son telefonu kapandı. Hiç mi görmedi aradığımı? Ya Asu... Asu niye açmıyor?" Caner tuttuğu nefesini verip, arkadaşının yanına oturdu. Sakin kalmaya çalışıyordu kendi, elbet Asu da, Feyza da bir yerden çıkacaktı. Buhar olup uçacak halleri yoktu ya. "Belki bir işleri çıkmıştır aniden, biraz sabır. Gör bak, akşama kalmadan haber gelecektir ikisinden de." Sessiz kaldı Sarp, umarım derken içinden bir sesler bu kayboluşun ardından kötü bir haber geleceğini söylüyordu. Ya Ethem Ataman kızını zorla geri yanına çağırmışsa, ya tayinini bile İstanbul'a aldırmışsa? Neden olmasındı ki, zamanında Feyza'yı apar topar kendinden kaçıran o değil miydi? Şimdi niye aynı şeyi yapmasındı? Gün Sarp için soru işaretleri ve acabalarla geçti. İşten eve döndüğünde pencerenin önünden bir saniye olsun ayrılmadı. Belki Feyza hiç beklemediği bir saatte eve gelirdi. Ya da gelmezdi, yine boşuna bekliyordu. Çiçek okulda Feyza'yı hiç görmediğini hatta bugün edebiyat dersinin bile boş geçtiğini söyleyince iyice umutsuzluğa kapıldı Sarp. Sahiden yine boş yere mi bekliyordu? Sahiden Feyza yine geri gelmemek üzere gitmiş miydi? Başka ihtimaller düşünmek istese bile beyni buna izin vermiyor, nedense olumsuz seçenekleri kendine sunuyordu ve Sarp istemese inanıyordu o seçeneklere. Türkan akşam kahvesine geldiğinde yüzünde güller açıyordu, zira dün gece gördüklerini söylemek için geç bile kalmıştı. Sarp'ı pencere önünde gördüğüne neye baktığını bilmiyormuş gibi sorusunu sormaktan çekinmedi. "Hayırdır oğlum kukumav kuşu gibi niye öyle pencerenin önünde oturmuşsun?" "Neye olacak Türkan? Feyza sabahtan beri ortalıkta yok, ona bakıyor." Sarp, annesine ters bakışlar atarken sabır diledi. Ne olurdu annesi bir kez olsun kendini anlasa? Ne olurdu bir kere, kendine omuz verip derdine ortak olsa? Çok mu şey istiyordu ondan? "He o mesele," diyerek koltuğa oturdu Türkan. Başındaki tülbenti açıp havalandı. "Oğlum ben sana diyeyim boşuna bekleme. Belki inanmazsın ama vallahi kendi gözlerimle gördüm." "Neyi?" "Senin o yolunu beklediğin kızın, dün gece bir adamın arabasına binip gittiğini. Yanlarında Asuman da vardı. Allah bilir gecenin bir yarısı nereye gittiler. Aman neyse namaz kılıp geldim dedikodu yaptırma bana." Yutkundu Sarp, bunların yalan olmasını diledi. Türkan yine boş yere atıp tutuyordu. Öyle bir şey olmuşsa bile mutlaka ikisinin de bir açıklaması vardı, olmalıydı. "Sen yanlış görmüşsündür Türkan abla." "Eh sen bana inanma ama Allah biliyor ya, ben ne gördüysem onu söylüyorum." Neden sabahtan beri içindeki susmayan seslerin Türkan'a hak verdiğini bilmiyordu Sarp ancak diliyordu ki o sesler de, Türkan gibi boş konuşuyor olsun. Yoksa başka türlüsü kalbine kurşun saplanmasıyla eş değerdi. |
0% |