Yeni Üyelik
29.
Bölüm

26. Bölüm Kara Sevda

@petekayla

Feyza'nın gidişi üzerinden kaç gün geçmişti, ne kadar zamandır kalbini yakan bu acı hasret yüreğinde yuva yapmıştı bilmiyordu Sarp. Tek bildiği takvimden her düşen yaprakla birlikte özlemin daha da çekilmez bir hâl aldığı idi. Gözden uzak olan, gönülden de ırak olur, derlerdi fakat bu söz, koca bir yalandan ibaretti. En azından kendi için. Feyza uzaklardaydı, gidemeyeceği, göremeyeceği kadar uzaklarda lakin gönlü hâlâ onunla birlikteydi. Onu belki göremiyordu, belki ona dokunamıyordu ama o, gönlünün en derinlerindeydi. kimsenin çekip alamayacağı kadar hem de. Feyza yoktu ama yeri kalbinde bakiydi, ebediydi. Ezelden bir nakış gibi işlenmişti sanki bu sevda yüreğine.

Yine odasına çekilmiş, lise yıllarından hatıra kalan resimlere bakarken kimi zaman gözleri doluyor, kimi zaman yüreği burkuluyor, kimi zaman da dudaklarında buruk bir tebessüm yer alıyordu. O fotoğraflar, bir zamanlar ne kadar mutlu olduklarını da anımsatıyordu kendine. Deli dolu geçirdikleri günleri. Kahkahalar ile geçen saatleri. Sahi ne çok uzaktı şimdi o zamanlar, sanki o zamanların üzerinden yıllar yıllar geçmişti fakat ne gariptir ki, daha dün gibi hatırandaydı hepsi. Yalnızca Feyza değil, herkes gitmişti. Sonsuza kadar dost kalacağına inandığı kişiler, bir bir terk etmişti bu şehri. İlk Asu hiçbirine veda etmeden, sessiz sedasız gitmişti uzaklara ve kimse bir daha ondan haber alamamıştı. Onun gidişiyle en çok Caner yarım kalsa da, kendi de üzülmüştü. Kaybetmişti çünkü kardeşi gibi sevdiği, koşulsuzca güvendiğini arkadaşını. Asu'nun gidişini kendi de uzun bir süre atlatamamıştı. Sınıfta hep onu aramıştı gözleri. Sonra Feyza... Yok, onun gidişini anlatamazdı. Anlatamazdı Feyza'nın ettiği vedanın ne kadar çok canını yaktığını.

En özel gecelerinde, en özel duygularını yaşamışlardı birlikte fakat sabahında Feyza terk etmişti hem kendini, hem de bu şehri. Ve Sarp öylece bakmıştı arkasından, hiçbir şey yapamamış, onu durdurmaya bile gücü yetmemişti. Ağlasa, bağırsa, haykırsa gitmekten vazgeçer miydi, bir yolunu bulur, kalır mıydı yanında? Yok Kalamazdı ki, istese de babasının alıp kendine götürmesine ses çıkaramazdı. Belki de bu yüzden kızmıyor, kızamıyordu Sarp, Feyza'ya. Onun da elinden ne gelirdi ki? Yalvarsa bile vazgeçiremezdi ki babasını kararından. Ethem Bey vermişti kararını, kızını koparmıştı kendinden çünkü kendini yakıştıramamıştı kızına. Oysa Sarp ne çok sevmişti Feyza'yı, yüreğinin en derininde yer vermişti ona. Kalbinin en saklı odalarına koymuştu Feyza'yı, anahtarını ise denizlere atmıştı, kapatmıştı, mühürlemişti kalbinin kapılarını sonsuza denk. Feyza hiç gelmese de, hiç dönmese de, bir daha onu hiç göremese de, hatta Feyza başkasını sevse de, kendinin gönlündeki yeri hep kalacaktı, Feyza hep orada olacaktı. Kalbinin en mahrem yerinde. Kimseler bilmeyecekti, kimseler görmeyecekti ama Sarp ne kadar ömrü varsa sevdiği kızın hayaliyle yaşayacaktı. Çünkü en başta Feyza'yı sevmeyi sevmişti, ona duyduğu hisler öyle güzeldi ki, o duyguların bitmesini ya da o masum sevgisine çirkinliklerin karışmasını istemiyordu. O duygular güzeldi, özeldi ve kendi onları korumakta kararlıydı. Her ne olursa olsun.

Lise albümündeki sayfayı çevirdiğinde yine masumca gülümsedi genç adam. Dönem sonu balosu için gösteri hazırlarken hep birlikte çekilmişlerdi bu resmi. Asu'nun üzerinde uğur böceği kostümü vardı, sırtındaki takma kanatlarıyla, üzerindeki kırmızı elbiseyle pek bir tatlıydı Asu. O zaman Caner'le birlikte gençlik başımda duman şarkısına uygun bir koreografi hazırlamışlardı. Sevgili olmadan birkaç ay önceydi o balo ve belki de o gösteri sayesinde duygularını itiraf edebilmişerdi birbirlerine lakin Caner'in yaptıkları yüzünden kısa sürmüştü fırtınalı aşkları, sonrasında da Asu çekmiş gitmişti. O günü de hatırlıyordu da... Caner nasıl çaresiz kalmıştı o gün. Asu'nun uçağına yetişmek için adeta ışık hızıyla varmıştı havaalanına ama ne fayda, Asu çoktan uçağa binmiş ve gitmişti. Ya da kaçmayı tercih etmişti fakat bunun için kıza haksız, diyemezdi. Yaşadıklarının ardından Antakya'da kalmasını kimse bekleyemezdi ki. Bazı hataların telafisi yoktu ve Caner yaptığı yanlışın ne yazık ki bedelini ödemek zorunda kalmıştı.

Gözlerini Asu'nun üzerinden çekip sırtındaki bağlamasıyla poz veren Hakan'da gezdirdi. Evet o da, bağlama dersi almıştı o sıralar ve bağlamasıyla bir Hatay türküsü çalmıştı o gösteride. Ancak hiçbiri bilememişti ki o türküde Oya'ya karşı duygularının yer aldığını.

Başını havaya kaldırdığında derin bir iç çekti Sarp. Neden her şey bu kadar çok birbirine girmişti, neden aşk oyunları dostluklarını bozmuştu? Oysa onlar ne güzel yedi arkadaştı fakat aşklar karışmıştı dostlukların arasına ve bitmişti o sonsuz sanılan dostluklar. Herkes gitmiş, geriye hatırlarla yaşayan, lise günlerini unutamayan bir kendi kalmıştı. Sahiden böyle mi olurdu hep? Yaşanılan güzel günleri, hatıraları herkes unutur muydu? Herkes unutur muydu kurulan dostlukları? O zaman dost olmanın ne anlamı vardı? Eğer gideceklerse bir gün, eğer birbirlerinden kopacaklarsa insanlar neden dostluk yeminleri ederdi? Hani neredeydi o kurdukları hayaller, hani neredeydi on yıl sonra bile birlikte olacağız diye verilen sözler? Sadece dört yıl geçmiş olmasına rağmen şimdi herkes birbirinden bihaberdi. Kimsenin kimseyi sormadığı gibi kimse de kimseyi aramıyordu. Kim bilir Hakan neredeydi, ne yapıyordu? Hâlâ Oya'yı düşünüyor muydu? Hâlâ Caner'le kendine kızıyor muydu Altay'ın, Oya ile evlenmesine yardım ettikleri için? Kim bilir belki de başka bir hayatı vardı, belki de kalbi artık imkânsızı istemeyi bırakmış, başkasına kapılmıştı. Ya da boş yere kendini kandırıyordu, kendi Feyza yok, diye onu sevmekten vazgeçmiyorsa, Hakan'da vazgeçmezdi. Çünkü onlar imkânsızı sevmiş olanlardı ve ne kadar hatalı olsa da Caner de buna dahildi. Şayet onun da Hâlâ Asu'yu sevmesi bunun en büyük göstergesiydi. Altay ise içlerinde şanslı olandı, sevdiği kadınla tüm olumsuzluklara rağmen evlendiği için. Kim bilir onlar ne yapıyordu, Mersin'de nasıl bir hayat kurmuşlardı?

Gözleri fotoğrafta tekrar oyalanmaya başlayınca yine burukça güldü Sarp. Oya, Altay ve sınıftan birkaç kişi daha yine o gösteride Hatay'ın hareketli bir türküsünde folklor gibi bir oyun oynamışlardı. O gösteriye uygun olarakta kıyafet diktirmişlerdi ve Oya da, Altay da o kıyafetin içinde öyle tatlı olmuşlardı ki... Onların evlendikleri günü anımsadı bir an. Altay askere gidince Oya'yı zorla nişanlamıştı ailesi sonrasında da düğün tarihine karar verilmişti ancak Altay askerden okuduğu için erken dönmüş ve düğün günü Oya'yı kaçırmıştı. Kendiyle, Caner'i arayıp yardım istemişti ki, Necla Hanım seve seve evini açmıştı onlara. Ardından birkaç gün sonra da nikâhları kıyılmış, apar topar da Mersin'e yerleşmişlerdi. Bir daha da buralara hiç ama hiç dönmemişlerdi. Hakan o yılın yazında üniversiteden döndüğü zaman ikisinin evlendiğini ve nikâhlarında şahitlik yapanların kim olduğunu öğrenmesinin ardından sırra kadem basmıştı.

Hayat ne tuhaftı, ilk tanıştıklarında tüm bunların olacağını hangisi bilebilirdi. Sarp yine derin derdin iç geçirirken gözleri son olarak Feyza'yı buldu. Üzerinde Juilet kıyafeti vardı. Evet, o gösteride birlikte Romeo ve juilet'i oynamışlardı. Herkesin karşısında rollerini ustalıkta sergilemekten hiç ama hiç çekinmemişler, repliklerini ezberlemek dışında, diyaloglarını içtenlikle dile getirmişlerdi. Bakışları, hareket ve mimikleri seyircileri büyülemiş, oyun değil, gerçek bir aşk hikâyesi izliyormuş hissi uyandırmıştı onlarda. Belki de o gün, ikisi rol yapmamış, duygularını özgürce yaşamamışlardı. Kim bilir?

Uzun uzun baktı Sarp, Feyza'nın resmine, parmaklarını gezdirdi fotoğrafın üstünde, ah ne çok ne isterdi şimdi Feyza'nın burada olmasını, ne çok isterdi şimdi ona doya doya sarılmayı. Özlüyordu, çok özlüyordu, hiç kimseye hasret kalmadığı kadar hasretti yegane sevdasına. Kalbi her gün, her gece onun ismini sayıklıyor, bir an olsun çıkmıyordu aklından. Ne adı ne de kendisi. Mühürlüydü işte Feyza'ya hem yüreği, hem aklı ve Sarp o mührü korumakta hiç olmadığı kadar kararlıydı.

"Sarp hadi oğlum kalk artık, işe geç kalıyoruz!"

Abisinin sesini duyunca iç geçirdi delikanlı işe gitmekten bir şikâyeti yoktu. Sonuçta yirmi iki yaşına gelmiş biri olarak evde boş boş oturacak değildi yalnızca anılarıyla yalnız kalacak vakit bulamıyor oluşu kendini üzüyordu. Geleceği değil, geçmişi istiyordu Sarp. Geçmişteki o güzel günlerde kalmayı. Yarınlar güzel olacak derlerdi fakat herkes bundan nasıl bu kadar emin olabilirdi? Yarınların, dünlerden daha güzel olacağının garantisi var mıydı? Hayır yoktu ve Sarp yarınlarda mutluluk aramayı değil, dünlerde yaşamayı tercih ediyordu. Dünlerde kalan anılarıyla, hatıralarıyla. Feyza'yla ve arkadaşlarıyla geçirdikleri deli dolu gençlik günlerinde.

"Sarp!"

"Geliyorum abi."

Elindeki fotoğrafı komodin çekmesine koymasının ardından ayağa kalkıp üzerini değişti Sarp. Kısa kollu bir tişörtle, kot pantolon giyip cüzdanını alarak odadan çıktı. Kapının önünde bekleyen abisini gördüğünde onun ters bakışlarına aldırmadan ayakkabılarını vestiyerden alıp kapıyı açtı.

"Oğlum bir şeyler yeseydiniz, aç acına gidiyorsunuz."

"Dükkânda bir şeyler atıştırırız anne, çok geç kaldık," derken ayakkabılarını giymişti bile Sedat.

"Bari şunları alın," diyerek kapının önüne gelip elindeki saklama kaplarını kocasına uzattı Meryem. Onların aç gitmesine gönlü el vermiyordu.

"Sağ ol," demekle yetindi Sedat. Neyse ki Çiçek'le okula gitmiş, Cem'le, Zeyno da hâlâ uyuyordu. Yoksa bir de onların istekleriyle uğraşacaktı. Henüz Cem dört, Zeyno iki yaşındaydı ve küçük olduklarından dolayı olsa gerek gün içinde huysuzluk yapmayı pek bir seviyorlardı.

Sarp abisinden önce evden çıktığında her sabah olduğu gibi bu sabahta Caner'in evine uğramayı ihmal etmedi. Nasıl ki, kendi annesinin duasını alıyorsa Necla teyzesinin de hayır duasını alırdı. Neticede ikinci annesiydi o ve üzerinde en az annesi kadar hakkı vardı.

Henüz daha eve varmasına iki adım vardı ki, Necla teyzesinin sesini duyunca eyvah, dedi. Caner yine bir şekilde annesini çıldırtmayı başarmıştı. Bu sefer ne olduğunu merak ederek kapıyı çaldığında göreceklerinden korktu da.

"Sarp," diyerek kapıyı açtı Caner. "Seni Allah gönderdi kardeşim!"

"Sabah sabah ne oluyor oğlum?"

Caner daha olayı anlatamamıştı ki Necla Hanım kapıya geldi. Öyle öfkeliydi ki, gözlerinden ateş çıkıyordu adeta.

"Sarp, al şunu götür, yoksa elimden bir kaza çıkacak!"

Oğlunu hışımla itti yaşlı kadın. Gerçekten yorulmuştu artık bu keratayla uğraşmaktan, hali kalmamıştı. Altmış yaşından sonra kendini delirtecekti Caner.

"Hayırdır Necla teyze? Bu ne şiddet, ne celal?"

"Ne olacak oğlum, senin bu arkadaşın var ya, dün gece eve kız atmış!"

"Yuh!" diye bağırdı Sarp. kaçıncıydı bu? "Yine mi be kardeşim?"

Başını havaya kaldırarak tuttuğu nefesini verdi Caner. Günahsa kendine günahtı, ayıpsa kendine ayıptı kimseyi ilgilendirmezdi ne yaptığı. Ayrıca sevgili olduğu kızları da hiçbir şeye zorlamıyordu, herkes kendi isteği ile bir şeyler yaşıyordu sonuçta.

"E genç adamız, yaşamayalım mı hayatımızı?"

"Bak hâlâ konuşuyor," diyerek elindeki terliği oğluna fırlattı Necla Hanım. Caner ise terliğin gazabından iki adam sekerek kurtulmayı başardı.

"Anne eğer sen bana terlik atmaya devam edersen akşama eve gelmem. Sonra beni dışarı çıkıp fellik fellik ararsın."

"Git ne halin varsa gör! Gözüm görmesin seni!"

"Gidiyorum bak."

"Defol!"

"Eh sen bilirsin. Yürü Sarp gidelim."

Caner, Sarp'ın yanından geçerek yol adlığında Sarp belli belirsiz güldü. Koca adam, nasıl da yoruyordu yaşlı annesini.

"Necla teyze hadi sen içeri gir, dinlen biraz. Boş ver sinirlenme Caner işte ne yapalım."

"Yok karşıma aklı başında birini getirip anne biz ciddiyiz, evlenmek istiyoruz dese şimdi gider kızı anasından babasından isterim. Ama nerede... Doğru dürüst sevgilisi bile yok ki, her gece yatağında başkası. Yahu ben hiç mi, tanıdığım bir arkadaşım da, dostumda kalamayacağım? Ne zaman arkamı dönsem, beyefendi eve kız atıyor. Yok oğlum yok, evlenmek istiyorum dese de evlendirmem ben bunu. Kimsenin de kızının başını yakmam, benim oğlumun adam olacağı yok çünkü."

İç geçirdi Sarp, haksız değildi kesinlikle Necla teyzesi lakin Caner'di işte. Mahallenin çapkını.

"Sen yine de üzme o tatlı canını. elbet gelir Caner'in de aklı başına."

"Nerede oğlum, nerede," diyerek elini salladı yaşlı kadın. Kendinin ömrü bile yetmezdi ki, oğlunu adam etmeye. "Neyse neyse hadi sen de abini çok bekletme. Benim hergeleye de sahip çık."

"Tamam Necla teyze, sen merek etme," diyerek yaşlı kadının elini öptü Sarp. "Hadi Allah'a emanet ol."

"Sen de oğlum, sen de. İşiniz gücünüz rast gelsin inşallah."

Sarp son bir kez daha Necla Hanım'a selam verip arkasını dönüp yol aldı. Yaşlı kadın arkalarından bakarken iç geçirdi. Oğlunun derdini iyi biliyordu aslında. Tüm derdi Asuman'dı, o gittikten sonra böyle olmuştu. Yad ellerde dindirmeye çalışıyordu acısını, sanıyordu ki serseri gibi davranıp hovardalık yapınca her şey geçecek fakat o kadar çok yanılıyordu ki. Asuman'ı üzdüğü için başını duvarlara vurması gereken yerde kendi ne halt yiyordu. Belki bir gün aklı başına gelirdi ama o gün iş işten çoktan geçmiş olurdu. Caner bunu anlayınca elinde, avcunda ne kalırdı, muammaydı.

"Harbiden kaçıncı bu kardeşim? İnsan biraz olsun akıllanır ya."

"Sen de annem gibi başlama şimdi Sarp. İster onuncu, ister yirminci ne fark eder? Ben kimseyi bir şeye zorlamıyorum ki. Hadi eve gidelim, diyorum e kızlar da kabul ediyor. Çocuk değiller ya, anlıyorlar niyetimi."

"Onu mu diyorum ben, sen nereye kadar böyle devam edeceksin?"

"Ciddi ilişki adamı değilim oğlum ben, öyle birine kör kütük âşık olamıyorum, sevemiyorum, bağlanamıyorum. Hem sevdikte ne oldu?"

Birlikte adımlarlarken bir an durup arkadaşının yüzünde gözlerini gezdirdi Caner. İçinde belki başka şeyler hissediyordu fakat o hislerine perde çekmeyi başarıyordu. Arkasına bile bakmadan çekip gidenin yasını tutmak aptallık değil miydi?

"Çekti gitti ikisi de. Ne yapayım Asu'nun yasını mı tutayım? Ha sen Feyza'yı unutmuyor, ona sadık kalmayı tercih ediyor olabilirsin. Eyvallah saygı duyarım ama ben, sen değilim Sarp. Nerede, ne yaptığını bilmediğim birini bir gün geri döner umuduyla bekleyemem."

Başını yere eğip önündeki taşı tekmeledi delikanlı, kendi buydu, belki hovardaydı, belki çapkındı, belki serseri ama buydu. Neyse oydu, olmadığı biri gibi davranamazdı.

"Ya dönerse?"

Başını geri kaldırdığında içinde yeşeren umudu yok saymaya çalıştı Caner.

"Dönse bile yalnız olacağı ne malum?"

"Ya yalnız dönerse?"

Yeniden tuttuğu nefesini verdi sonra da gülerek kolunu arkadaşının boynuna attı.

"Bence var ya, boş hayal kurmayı bırakıp Sedat abimizi daha fazla bekletmeden işimize gidelim kardeşim."

İtiraz etmedi Sarp, yeniden yürümeye başladıklarında acı acı tebessüm etti. Belki haklıydı Caner, belki değildi ama ne olursa olsun kendi en azından Feyza'ya olan duygularında sadık kalmaya kararlıydı.

***

Oldukça yoğun geçen bir günün ardından dükkânı kapatıp geri evine döndü Sedat. Sarp biraz yalnız kalmak istediğini söylemiş, kendi de kardeşinin üzerine gitmemişti. Yine geç saatlere kadar dışarıda kalmadığı sürece sorun yoktu. Caner ise Tuğba'yla buluşacaktı bu akşam. Zaten annesi apar topar kızı kovmuştu evden, bari bu akşam gönlünü alsaydı. Eğer biraz şansı varsa da Tuğba, kendini evine davet ederdi. Annesi yüzünden sevgilisi ile yarım kalmıştı en güzel anları. Eh o yarım kalan anları da tamamlamak gerekti. Hem annesi sabah kendini de kovmuştu evden. Şimdi hiç kendini aramasındı.

Kepenkleri indirip anahtarları cebine attı Sarp. Abisi eve arabayla dönmüştü, kendi ise yürümeyi tercih etmişti. Hava güzeldi, yürüyüş yaparak kafasını dinlemek istiyordu biraz.

"Yine büyükparka mı gideceksin?"

"Bilmem," diyerek dudaklarını büzdü Sarp. Belki oraya giderdi belki vali göbeğine. Belki de köprüde boş boş dolanır dururdu. Ya da eski okuluna giderek anıları yad ederdi. "Yürüyeceğim biraz."

"Eh be oğlum, sana diyorum gel birlikte kafa dağıtalım. Eski Antakya Sokaklarına ne güzel kafeler açıldı oraya gidelim. Sen yok, diyorsun. Hem bir şeyler içeriz, hem kafamızı dağıtırız."

"Sevmiyorum öyle yerleri Caner, biliyorsun. Hem sen Tuğba ile buluşmayacak mısın?"

"Buluşacağım buluşacağım da, seni böyle bırakmak vallahi içimden gelmiyor."

"Sen beni boş ver. Ben biraz dolanır eve dönerim. Sen keyfine bak."

Sarp, arkadaşının omuzunu sıktı, yine dudaklarında o buruk tebessümü vardı. Derin nefes alıp ellerine cebine geçirip yoluna gitti. Tabii yolu neresi tartışılırdı.

Caner, Sarp'ın arkasından bakarken halinin ne olacağını kara kara düşündü. Dört yıl geçmişti, dört yıl ama Sarp aynıydı. Her gün, her dakika Feyza'yı düşünüyor, onun hayali ile yaşıyordu. Arkadaşının sevdasına saygı duyuyordu duymasına ancak onun akıbeti için endişe ediyordu. Neyse, dedi kendi kendine. Belki bir gün Sarp'ta gerçekten kendi yoluna bakardı. Ellerini cebine geçirip Eski Antakya Sokaklarına doğru yol aldı. Tuğba ile orada buluşacaktı.

Yaklaşık yarım saatin ardından Saray Caddesi'ne vardığında hemen köşe başında gördü Tuğba'yı. Her zaman ki gibi cıvıl cıvıldı burası. İnsan kalabalıkları caddeyi doldururken sokak şarkıcıları da ellerine gitarlarını almış bir şeyler çalıyordu. Caddede hem müzik sesi, hem de insanların sesini birbirine karışıyordu ancak bu gürültü kalabalığı yapmak yerine insana enerji veriyordu. Ilık rüzgârın esintisi altında, müzik sesi eşliğinde yürümenin neresi kötü olabilirdi ki? Tam arkadaşlarla kafa dağıtılacak yerdi burası. Ah lise zamanlarında burada az mı dolanmıştı kendi de Asu ile. Geçmişi düşünmeyi boş verip Tuğba'ya doğru adımladı Caner. Tuğba ile sarılmalarının ardından ufak bir öpücük kondurdu sevgilisinin dudaklarına.

"Akşam olmasını nasıl sabırsızlıkla bekledim bilemezsin."

"Ben de aynı şekilde sevgilim."

Bu kez Tuğba, Caner'i öptüğünde birbirlerine bakıp gülümsediler. İkisinin de devamını istedikleri belliydi.

"Annemin kusuruna bakma bilirsin işte..."

"Emin ol, benim annem de farksız davranmazdı. Neyse, bunları boş verelim. Nereye gidiyoruz onu söyle?"

"Sen nereye istersen."

"Gel o zaman bildiğim harika bir kafe var."

"Ne duruyoruz, gidelim."

El ele tutuşup birlikte yol aldıklarında Saray Cadde'sinin sonundan kafelere doğru döndüler. Her mekândan ayrı ayrı müzik sesi daracık sokaklarda yankılanırken, sarı lambalarının altından yapay dumanlar yükseliyordu. Bar kafelerin yanında, yalnızca elit tatlıcı restoranları da mevcuttu fakat Tuğba ve Caner tabii ki yeni açılan bar kafeye geçmeyi tercih ettiler. Üst kata çıkıp oturumu rahat koltuklara yan yana kurulduklarında muhteşem Antakya manzarası karşıladı kendilerini. Bu kafelerin, bu güzelliği vardı, üst katı olan mekânların şehir manzarası göz alıcıydı. Dağlar bile buradan muhteşem görünüyordu.

"Yaşadıklarımız hiç bitmesin, hep böyle mutlu kalalım istiyorum."

Caner, Tuğba'nın gözlerine bakıp beyaz yanağında elini gezdirdi. Evet, kumraldı Tuğba ve bu kumrallığı yakışıyordu kendine. Omuzlarına dökülen upuzun saçları, eşsiz teni, fındık kabuğu gözleri... Güzeldi işte Tuğba. Bir kadın olarak beğeniyordu onu.

"Sen gitmediğin sürece hiçbir şey bitmez Tuğba."

Kaşlarını çattı genç kadın. "Yani?"

"Yani birlikteliğimiz sana bağlı sevgilim. Sen gitmediğin sürece ben hep sendeyim."

Duyduğu sözler üzerine gülümsedi Tuğba. Caner'i bu yüzden seviyordu, açık sözlüydü, yalanı yoktu, her nasılsa öyleydi, kendiydi, olmadığı biri gibi davranmıyordu hiçbir zaman. Belki bazılarına göre o, serserinin, çapkının tekiydi fakat kendi için Caner dürüst ve eğlenceli biriydi. Onunla güzel zamanlar geçiriyordu, birlikte mutlulardı. Bu ilişki ne zamana kadar sürerdi, bilmiyordu ancak bir gün bitse bile Caner için iyi ki diyecekti, buna emindi.

Dakikalar su misali akıp geçti, Tuğba ve Caner birbirlerine güzel sözler söyleyip birlikteliklerinin şerefine kadeh kaldırdılar. Biraz flörtleşip biraz aşklarını yaşadılar, canlı müziğe eşlik edip gecenin tadını çıkardılar. Sonrasında ise Tuğba, sevgilisinin beklentisini gerçekleştirerek Caner'i evine davet etti. Elbette kendinin niyeti dün yarım kalan anlarını tamamlamaktı. Neyse ki annesiyle, babası bu gece köye, akrabalarının yanına gitmişlerdi.

Eve geldiklerinde kapının önünde başladılar öpüşmeye. Kapıyı kapatmaz sırtını kapıya yasladı Tuğba. Caner ise kendini çok bekletmeden dudaklarına kapandı, kendi de zevkle uyum sağladı sevgilisine. Dudakları ateşli bir şekilde dans ederken adımları yatak odasına doğru yol aldı. Caner, genç kadın kucakladığında yatağa yatırıp üzerine uzandı. Dudakları hâlâ ayrılmamıştı ki, üzerindeki kıyafetlerinden kurtuldular. Tenleri buluştuğunda da uzun ve zevkli bir gecenin koynuna bıraktılar kendilerini.

Sevişmeleri ne kadar sürdü bilinmez fakat gözleri duvarda duran asılı saati bulduğunda gece yarısı olduğunu fark etti Caner. Tuğba yanında çırılçıplak yatarken başını göğsüne dayamış, parmaklarıyla göğsünde anlamsız şekiller çiziyor, kendini ne kadar çok sevdiğini fısıldıyordu kulağına peki ama kendi neden böyle hissediyordu? Neden her birlikteliğinin ardından içinde anlamsız bir sızı yer ediniyor ve kendisine rahatsızlık veriyordu? Sevmiyordu bu hissi Caner, ruhunu, kalbini terk etsin istiyordu bu manasız duygu. Biliyordu çünkü, geçmişin acılarını taşıyordu yüreğini acıtan bu buruk sızı.

"Caner, sen beni dinliyor musun?"

Gözlerini boş duvardan çekip Tuğba'ya çevirdiğinde iç geçirdi nedensizce genç adam. Sevgilisinin alnına ufak bir öpücük kondurup kolunu çekti. Biliyordu, yine aynı şeyi yapıyordu lakin kaçmak istiyordu ama neyden kaçmak istediği tam bir muammaydı. Tuğba'dan mı yoksa duygularından mı?

"Benim gitmem lazım Tuğba."

"Nereye?"

"Annem... Annem şimdi beni merak eder. Zaten sabah kavga ettik bari bu akşam tartışmayalım."

Caner yataktan kalktığında yerdeki pantolonunu alıp tekrardan giydi. Kemerini bağlarken genç kadının gözlerinin üzerinde dolandığını biliyordu. Dirseğinin üzerinde yatakta hafifçe doğruldu Tuğba, üzgün bir ifade vardı yüzünde. Neden her seferinde apar topar kendini bırakıp gidiyordu? Bilmediği bir şeylerin olduğunu biliyordu ancak o şey ne ise öğrenmekte kararlıydı.

"E hani bu geceyi birlikte geçirecektik?

"Annem, merak etmesin şimdi. Başka akşam söz seninim."

Tişörtünü de başından geçirdiğinde Tuğba'ya yaklaşıp dudaklarına ufak bir öpücük bıraktı genç adam son bir defa gülümseyip odadan çıkıp gitti. Öylece kalan ise Tuğba oldu, her zaman olduğu gibi. Ya da Caner'in her birlikteliğinden sonra yaptığı gibi.

***

Başı öne eğik, elleri ceplerinde köprünün etrafında dolanıyor, bazen de durup Asi'nin deli akıntısına dalıp kayboluyordu Sarp. Kafasında anıları, hatıraları, düşünceleri... Niye buradaydı? Amacı neydi? Niye her gece kendini sokağa atma isteği duyuyordu? Niye gözüne yıllardır uyku girmiyordu? Neden canı bu kadar çok yanıyordu? Yine ve yine yanıtsız sorular... Kim bilir belki de Antakya sokaklarında geçmişini arıyor, dünlerde kalan güzel günleri tekrar ve tekrar yaşıyordu. Hatıraların izi buradaydı zira, bu şehirde, bu sokaklarda.

Asi'nin akıntısına bakmaya son verdiğinde başını havaya kaldırdı genç adam. Ilık Eylül havasını içine çekerken özlemi en derinden hissediyordu. Öyle çok hasretti ki Feyza'ya. Neredeydi o, ne yapıyordu, kimler vardı yanında? Mutlu muydu ya da mutlu bir hayatı var mıydı? Acaba o da kendini böyle özlüyor muydu? Düşüncelerine alayla güldü Sarp, belki de onun aklına bile gelmiyordu kendi. Belki de Feyza çoktan unutmuştu kendini. Belki hayatında başka biri vardı, babasının istediği biri.

Ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde ofladı Sarp. Şimdiye kadar aklını kaybetmemiş olması bir mucizeydi aslında, Feyza'dan bihaber olmak kendini delirtiyordu. Bir görse onu, en azından nerede olduğunu bilse içi biraz rahatlayacaktı ama yoktu Feyza, bulamıyordu onu. Ne yapsa, kime sorsa elleri hep boş kalıyordu ve kendi bu kalp ağrısıyla başa çıkma mecburiyetine düşüyordu.

Biraz olsun kafasını boşaltma umuduyla yeniden adımladı genç adam. Elleri ceplerinde cıvıl cıvıl olan Antakya caddelerinde yürüdü. Aileler, arkadaşlar, sevgililer... Hepsi bir bir geçti yanından. Sokak şarkıcıları gitarlarını eline almış her telden bir şeyler çalarken herkes o kadar mutlu görünüyordu ki... Hele çocuklar ellerinde balonlarıyla, dondurmalarıyla, o güzel gülüşleriyle akşamın karanlığa renk veriyor, sarı sokak lambaları her bir yeri aydınlatarak gecenin üstüne perde çekiyordu. Hep olduğu gibi güzeldi Antakya ve belki de masallarda anlatılan o şehirdi. Küçük ama sıcacık bir kent, kardeşliğin tek adresi, hatıraların yuvası. Eğer öyle ise şüphesiz kendinin sevdası da gerçek bir efsaneydi, kimsenin bilmediği lakin ebediyen kalbinde baki kalacak bir efsane.

Mecnun'un, Ferhat'ın, Kerem'in sevdasıyla yarışmaz mıydı Sarp'ın sevdası? Çöllere düşmemişti belki, fakat sokaklara vurmuştu kendini, Feyza gittiğinden beri. Önünde dağlar olsa aşardı şüphesiz ancak bilinmezlik perdesi set çekmişti yoluna. Belki bedenen de yanmamıştı lakin yüreği kor ateşler içindeydi. Sevda yangını canını nasıl yakıyordu anlatamazdı. Ama yine de biliyordu Sarp, ya da inanmak istiyordu. Her aşk imtihandan geçerdi ve bu da kendinin sınavıydı. Sınavı geçtiğinde gelecekti Feyza, dönecekti ve kendine yine sımsıkı sarılacaktı. Ne de olsa verdiği bir söz vardı ve Feyza verdiği tüm sözleri tutardı. Biliyordu, tutardı çünkü o, Feyza'ydı. Adı kadar eşsiz olan kadın.

Herkes geçer, derdi, unutursun, derdi fakat kimse bilemezdi ki yüreğinin her saniye, her dakika Feyza Feyza diye bağırdığını. Kimse bilemezdi ki o, olmasa bile onun hayali ile yaşadığını. Kimse bilemezdi ki, düşlerinde, rüyalarında hep onu gördüğünü. Birini varken sevmek kolaydı, zor olan yoklukta sevmekti ve Sarp bunu başarmıştı. Yokluğunda sevmişti kalbinin sevgilisini. Hiçbir zaman gerçek olmamamış olsa da, olmayacak olsa da Feyza gönlünün sevgilisiydi ve onun yokluğu bunu değiştiremezdi. Mühürdü bu aşk, kimseler çözemezdi. Kimine göre de bir saplantı, bir hastalık ama hayır çirkin adlar koymak yakışmazdı bu masum duygulara. Her ne olursa olsun zarar vermezdi çünkü Sarp, sevdiği kadına. Sadece severdi, bitmek, tükenmek bilmeyen en güzel sevda ile. Zaten Feyza tüm güzel sevmelerin adıydı aslında.

Mavi köprüden geçip büyük parka ulaştı genç adam. Burası da oldukça coşkun ve kabalıktı. Harbiden adı gibi büyük olduğu için baştan sonra akşam yürüyüşüne, sporuna gelenler vardı. Eş, dostla kafelere gelenler olduğu gibi. Çocuk sesleri her köşeyi inletirken bir an durup burukça gülümsedi Sarp. Kendi de bir zamanlar çocuktu ve kendi de bu parkta yaşamıştı çocukluk yıllarını. Caner'le birlikte kaç defa bisiklet yarışı yapmışlardı bilmiyordu. Sonra lisede yine basketbol oynamak için buraya gelmişlerdi hep. Ya şu Yeşiltepe... Şimdi kafeye çevrilmişti belki ama zamanında en gözde düğünlerin yapıldığı yerdi orası. Hatta... Hatta Caner'le, sünnet düğünü bile orada olmuştu ya. Gözlerini kapatıp ihtiyar çam ağaçlarının kokusunu içine çektiğinde memleket kelimesini en derininde hissetti. Çocukluğunu, gençliğini yaşadığı bu sokaklar, en özel dostlukların yaşandığı bu kent, sevdasını bulduğu bu şehir kendinin memleketiydi. Anıların, hatıraların evi ve kendi yine şimdi buralarda arıyordu yitip giden yıllarını.

Parkta biraz daha dolanmasının ardından Asi Nehri'ni gören bir banka oturup geçip giden günlerin bir film şeridi gibi gözlerinde canlanmasına izin verdi. Beş yıl önce burada kurdukları hayalleri hatırladı, kahkahalarla konuştukları zamanları. İnsan gelecekten habersiz ne düşler kuruyordu öyle. Mesela kendi Feyza'nın hep yanında olacağına inanmış, gideceğine ihtimal dahi vermemişti, düşlemişti işte sevdiği kızla birlikte güzel günler yaşayacağını ama tüm güzel günler, dünlerde kalmıştı. Ne acı... Derin bir nefes alıp dirseklerini önündeki masaya dayadı Sarp. Feyza'yı hayal etti karşısında, yine güzel gülüşüyle kendine baktığını, hatta onun elini tuttuğunu. Ama adı üstünde düştü ve gerçekleşme ihtimali çok uzaktı. Feyza'nın döneceğine inanmak istese de, umudu her geçen gün tükeniyordu ama bütün ümitleri tükense bile yine Feyza'yı sevmekten vazgeçmezdi, kalbi ebediyen ona aitti.

Hem istemiyordu ki genç adam başka birini sevmeyi, istemiyordu ki başka birine böyle tutku dolu hisler duymayı. Yalnızca Feyza... Yalnızca Feyza'ya özeldi bu hisleri ve hep öyle kalmasını diliyordu. Aşk sadece Feyza'da güzeldi çünkü, başka birini sevmek böylesine güzel olamazdı ki. Yalan yok acı veriyordu onu sevmek fakat çektiği acı bile güzeldi, Feyza'nın hatırası olduğu için.

"Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman

Uykusunda bir kuş ölür ecelsiz

Alıpta başını gitmek istersin

Karanlık sokaklar kör, sağır, dilsiz..."

Duyduğu melodi ile başını çevirdiğinde yine bir sokak şarkıcısının gitar çaldığını gördü Sarp. Şarkıyı dinlemek üzere dikkat kesildiğinde müziğin ritminde kaybolup gitti.

"Ey sevda kuşanıp yollara düşen

Bilmelisin bu yollar dağlar dolanır

yare ulaşmadan düşersen eğer

yarına sesinin yankısı kalır"

Şarkı sözleri içine işliyor, her bir nota duygularının tercümanı oluyordu sanki. İnsanlar belki kendini anlamıyordu lakin şarkılar hislerini anlatıyordu. En çok bu yüzden de müziğe sığınıyordu Sarp. O ritimler, melodiler, kimselerin duymadığı kalp atışlarının sesiydi.

"Gecenin ucunda gün aralanır

Yar sevdası ile yürek bilenir

Sızılı bir ırmak uğurlar seni

Su olup akarsın

Kır çiçeklenir"

Nasıl güzel çalıyordu şarkıcı gitarını, ya sözcükler ezgiyle birleştiğinde ne de güzel anlam kazanıyordu. Müzik gerçekten ruhun gıdasıydı, genç adam da kendini buruk bir şarkıda buluyordu.

"Ey sevda kuşanıp yollara düşen

Bilmelisin bu yollar, dağlar dolanır

Yare ulaşmadan düşersen eğer

Yarına sesinin yankısı kalır"

Asinin akıntısına dalıp çalan gitar eşliğinde anılarına daldı, gitti yine Sarp. Feyza ile şu köprüde yürüdüğü günler canlandı gözünde. Az mı, evinin yolu ters istikamette kalmasına rağmen Feyza'yı dershaneye bırakmıştı. Sırf onunla daha çok vakit geçirmek için yolunu uzatmıştı. Sevgi, karşılıksız olunca güzeldi, insan birini sevdiği zaman sırf bu yüzden sevdiği kişiden sevgi beklememeliydi öyle olursa bu aşk değil, çıkar ilişkisiydi lakin Sarp karşılıksız sevmişti Feyza'yı. Evet, onun da kendini sevmesini istemişti, bunu inkâr edemezdi fakat yine de Feyza kendini sevsin diye değil, onu sevmenin tadı bile bir başka güzel olduğu için sevmişti. Çıkarsız, beklentisiz ama sonsuz bir sevgiyle.

"Saatin kaç olduğundan haberiniz mi var mı beyefendi?"

Sedat'ın sesini duyduğunda başını hızla abisine çevirdi genç adam. Anlaşılan bu gece de kafası bir güzel ütülenecekti. Ne olurdu biri de kendini anlasa? Zaten anlasalar geceleri sokaklarda böyle amaçsızca dolaşır mıydı acaba?

"Abi"

"Abi ya. Oğlum saat gecenin biri biri! Bu saate kadar ne halt ediyorsun sokaklarda?"

"Bir halt ettiğim yok abi, biraz hava almak istedim o kadar."

"Her gün aynı terane!" diyerek elini havada salladı Sedat. Sarp ise gözlerini kapatarak nefesini tuttu yoksa çok feci patlayacaktı.

"Ben her gece seni sokaklardan toplamaktan bıktım artık! Tüm gün yorulduğum yetmiyormuş gibi bir de geceleri seni bulmakla uğraşıyorum! Hiç mi acımıyorsun oğlum bana? Ya annem... Ya kadın kaç yaşında, kalpten mi götürmek istiyorsun kadını? Her gece yüreği ağzında seni bekliyor, yazık değil mi ya?"

"Beklemesin abi!" diyerek hiddetle ellerini iki yana açtı Sarp. "Beklemesin, sen de her gece peşime düşme! Allah aşkına biraz bırakın beni artık ya! Çocuk değilim, koca adamım, ne zaman istersem gelirim eve!"

"Ha illa sokak serserisi olacağım, diyorsun yani?"

Saçlarını karıştırdı Sarp, bir kez olsun, sadece bir kez abisi kendini anlasa ölür müydü?

"Abi..."

"Ney abi ney? Oğlum bak, sevdin, âşık oldun eyvallah ama yeter. O kız gitti diye bizi böyle yormaya, üzmeye hakkın yok. Anla artık Sarp, anla! Feyza yok, gitti, gelmeyecek!"

Gözleri dolarken yutkundu Sarp, belki de haklıydı abisi ve haklı olduğunu bilmek canını daha çok yakıyordu. Hızla ayağa kalkıp nereye gideceğini bilmeden adımladı. Sadece yürümek istiyordu, bütün gece sokaklarda boş boş dolanıp durmak. Eğer bu yüzden serseri ise, kabul ediyordu serseriydi.

"Sarp! Sarp! Sarp diyorum!"

Hızla kardeşinin peşinden giderken onu kolundan yakalamaya başardı Sedat. Ne yapacaktı bu çocukla hiç bilmiyordu.

"Ne var abi?"

"Başını alıp nereye gidiyorsun?"

"Serserilik yapmaya."

"Gece gece benim sinirlerimi daha fazla zıplatmadan yürü eve! Kimseye acımıyorsan bari anneme acı. Yaşlı başlı kadın seni bekliyor evde, günahtır."

Sedat kendini kolundan süreklerken sessiz kaldı Sarp. Ne dese, ne söylese faydası olmayacaktı, biliyordu. Yaklaşık yirmi dakikanın ardından eve vardıklarında Nermin Hanım anahtar sesini duyar duymaz kapının önüne geldi. Sarp'ı görünce ise elini kalbine dayayıp şükretti. Her gece şu yaşlı ana yüreği öyle çok korkuyordu ki evladına... Sarp'ın başına bir iş gelecek, diye ölüp ölüp diriliyordu.

"Neredesin sen oğlum, beni öldürmek mi istiyorsun?"

"Başım çok ağrıyor anne, sonra konuşalım olur mu?"

"Gece yarasına kadar sokaklarda gezersin ağırır tabii."

İç çekerek annesinin yanından geçip gitti Sarp. Bir de annesinden fırça dinleyecek hali yoktu. Tabii umursamazlığına karşılık Nermin Hanım arkasından söylenmeyi ihmal etmedi de.

"Yedi... Yedi bitirdi benim oğlumu o kız! Bir kara kuru kız yüzünden ne hale geldi benim oğlum! Kendi alıp başını gitti, oğlum sersefil oldu! Eh be Sarp, ben seni bir kız yüzünden perişan ol, diye mi doğurdum?"

Sarp odasına vardığında Allah'tan gerçekten sabır diledi. Kimseye bir şey söylemiyordu, bir şey demiyordu peki herkes neden bu kadar çok üstüne geliyordu?

"Abi"

Çiçek'in sesini duyduğunda geri arkasını döndü Sarp, uyku mahruru gözleriyle kendine bakıyordu.

"Ne oldu yine, annem niye bağırıyor?"

Henüz on iki yaşında olduğundan dolayı olayları pek anlamıyordu Çiçek. Mesela Sarp abisi neden her akşam eve geç geliyordu? Ya da annesi neden hep ona kızıp bağırıyordu? Olanlardan korkmadığını söyleyemezdi ama kendi cesur bir kızdı Gerginlik anında ortamdan kaçmak yerine olayları öğrenmeye çalışıyordu, e ne olup bittiğini merak etmiyor da değildi.

"Yok bir şey güzelim, hadi sen yat. Yarın sabah okula gideceksin."

"Ama annem bağırınca uyuyamıyorum ki."

Gerçekten sabrının sonuna geldiğini hissediyordu Sarp, kardeşinin elbette ki bir şey yaptığı yoktu ancak onun bile şu an kendini lafa tutması laçkalaşmış sinirlerine tuz, biber oluyordu. Ki Meryem, kendi odasından geceliğinin iplerini bağlayarak çıkarak Sarp'ın yardımına yetişti. "Çiçek," dedi. "Hadi sen odana, saat çok geç oldu."

"Ama yenge..."

"Hadi, dedim." diyerek küçük kızı odasına doğru yönlendirdi Meryem. İçeri girince de Çiçek'i yatağa yatırıp üzerini örttü. Yanağına ufak bir öpücük kondurup iyi geceler diledi. Ardından da Çiçek'le aynı odada kalan Cem'le, Zeyno'nun açılan üstlerini geri örttü. Fazla bir oda daha olmadığından dolayı üçü aynı odayı paylaşıyordu şimdilik. Biraz daha büyüdüklerinde evde bu konuyla ilgili belki bazı değişiklikler olabilirdi. Neyse, dedi genç kadın içinden çocuklar uyumaya devam ettiğine göre şimdi gidip Sarp'la konuşabilirdi.

Çocukların odasından çıktığında Sarp'ın odasına girecekti ki, banyo ışığının açık olduğunu gördü. Banyodan su sesi de geliyordu. Anlaşılan Sarp duşa girmişti zira aşağıdan annesiyle, kocası hâlâ aynı konu üzerinde konuşmaya devam ediyorlardı. Ne yapacağına karar vererek aşağıya inip salona geçtiğinde "Anne," dedi sakin bir sesle.

"Yeter artık yapma, bak saat kaç oldu. Çocuklar uyanacak şimdi. Zaten Çiçek'i zor yatırdım."

"Hanımefendi zaten her şeye burnunu sokmasa olmuyor!"

"Sedat! Ya ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Siz bağırmaya devam ederseniz tabii uyanır kız."

"Meryem sen de bir anasın, elini vicdanına koy, öyle söyle bana. Senin oğlunun bir kız yüzünden bu hale gelse ne yaparsın? Cem geceleri eve gelmese böyle gelmese ana yüreğinin ağzına gelmez mi?"

"Anne," diyerek kayınvalidesinin yanına oturdu Meryem. Nermin Hanım'ın elini tuttuğunda anlayışlı olmaya gayret etti. "İnan bana seni anlıyorum, Sarp için korkuyorsun sen böyle yaparsan Sarp daha kötü olacak. Biraz kendi haline bırak, biraz zaman ver ona. Su akar yolunu bulur, sende biliyorsun bunu."

"Yok kızım yok, hiçbir şey yolunu bulmaz. Sen görüyorsun Sarp kaç zamandır böyle, divane gibi geziyor ortalıkta."

"Anne..."

"Hiç Sarp'ı savunmaya kalkma Meryem ben mecbur muyum her gece onu sokaklardan toplamaya? Feyza yok," diyerek ellerini silkti Sedat. Bir oraya bir buraya yürüyüp duruyordu. "Gitti, gelmeyecek. Sarp aşkından deli de olsa, divane de olsa gelmeyecek! Bunu anlaması lazım!"

Gözlerini kapadı genç kadın, ikisine de bir şey anlatamayacaktı. Boş yere kendini yoruyordu.

"Ne Feyza'ymış arkadaş! Sanki dünyada başka kadın yok!" diyerek arkasını döndü Sedat. Pencerenin önüne geldiğinde derin derin nefesler alıp veriyordu. Harbiden usanmıştı kardeşinin bu sevdasından.

"Dünyada başka kadın var Sedat ama başka Sarp için başka Feyza yok. Ya çocuğun halini görmüyor musunuz? Unutamıyor işte, çok sevmiş belli, elden ne gelir?"

"Sevdi de ne oldu, aha kız gitti benim bu hale geldi."

Dolu doluydu Nermin Hanım'ın gözleri, ana yüreği dayanmıyordu gerçekten evladının gözleri önünde acı çekmesine. Ne olurdu başkasını sevseydi, ne olurdu başka birine bir şans verseydi. Tanıdıkları, akrabaları nice kızlar bulmuştu Sarp'a. Evlendirelim şu oğlanı, yuvasını kursun demişlerdi de Sarp yok, deyip durmuştu. Nereye kadar bir hayalle devam edecekti bu çocuk?

"Annem haklı, Feyza yok Meryem yok. Kim bilir belki de, o da başkasını seviyordur, hayatında biri vardır ya da sözlüdür, nişanlıdır olamaz mı?"

Demin ki öfkesine inat sakinlikle konuştu Sedat. Meryem ise sessiz kaldı, böyle bir şeye içten içe ihtimal vermese de olamaz diyemiyordu. Hayattı bu, insanın karşısına neler neler çıkarıyordu.

"Hadi diyelim şimdi Feyza'nın hayatında kimse yok ama ya ileride... Böyle bir şeyin olmayacağının garantisi var mı?"

"Bazı şeyler garanti istemez abi," diyerek salona girdi Sarp. Islak saçlarından su damlaları damlayarak yeni giydiği siyah eşofmanları ıslatıyordu. Herkesin gözleri kendine döndüğünde içtenlikle konuştu.

"Yeni bir eşya aldığında ya da yeni bir iş yaptığında garanti istersin ama... ama..."

"Ne? Ama ne?"

"Ama abi sevgide garanti isteyemezsin. Birini gerçekten seviyorsan yarını düşünmezsin...Yarın ne olacağı umurunda bile olmaz sen sadece sevgine güvenirsin. Bilirsin çünkü o sevginin sonsuz olduğunu, asla bitmeyeceğini."

"Oğlum bırak şu edebiyat ayaklarını. Gerçeklere dön artık, gerçeklere. Ömrünün sonuna kadar böyle mi yaşayacaksın? Olmayan bir kadının hayali ile mi?"

Yine burukça gülümsedi Sarp. "Belki de benim kaderim de budur."

"Allah yazdıysa bozsun!" diyerek ayağa kalktı Nermin Hanım. Oğlunun tam karşısında durduğunda kaşlarını çattı. "Ne biçim laf o? Senin kaderin, seni mahveden bir kızı boşu boşuna beklemek değil oğlum. Sana layık biriyle evlenip bir yuva kurmak. Çoluğa çocuğa karışmak."

"Öyle bir şeyin olmayacağını biliyorsun anne."

"Bal gibi de olacak. Ben seni kendi ellerimle evlendireceğim, yuvanı kuracağım. Bir ana olarak bu benim hakkım."

"O zaman sana iyi geceler anne. Umarım sabaha bu düşünceleri kafandan atmış olursun yoksa beni yalnızca geceleri değil, bir ömür beklersin."

Sarp son sözlerinin ardından evden rüzgar gibi çıktığında kapıyı çarptı. Nermin Hanım o sesi duyunca ise arkasındaki koltuğa çöktü. Nasıl da düşman etmişti, o kız oğlunu kendine.

Sedat kardeşinin arkasından gidecekti ki, Meryem durdurdu kocasını. Eğer Sarp'ın üstüne daha fazla giderse olay daha da büyüyecekti.

"Bırak, üstüne gitme daha fazla."

Karısını dinledi Sedat, gitmedi kardeşinin ardından. Ne hali varsa görsündü Sarp. Burnundan soluyarak odasına çıktığında Meryem arkasından baktı. Onu yumuşatmaya çalışsa, bir işe yarayamayacaktı o yüzden kendi de artık kimseye bir şey demese iyi olurdu.

Sarp evin önündeki kaldırımda otururken boş gözlerle sokağa bakıyordu ki yanına Caner'in oturduğunu fark etti. Yine konuşup dertleşebileceği bir o vardı.

“Mutlu olanlar uyudu, mutsuz olanlara selam olsun mu, diyorsun sen de kardeşim?"

Acı acı güldü Sarp, bazen Caner'in ağzı gerçekten iyi laf yapıyordu.

"Sen niye mutsuzsun, hayırdır?"

"Annemle tartıştım."

"Yine neden be oğlum? Hayır, ben anlamıyorum Necla teyze gibi pamuk kalpli bir insanla niye anlaşamıyorsun?"

Omuzlarını silkti Caner, annesini çok seviyordu, kimseye olmadığı kadar ona düşkündü, onunla tartışmaktan nefret ediyordu fakat anlaşamıyorlardı işte. Düşünceleri aynı paydada buluşmuyordu.

"Her zaman ki şeyler işte. Tuğba'nın yanından geldiğimi anladı, sövdü, saydı. Sonra...Sonra konu uzadı uzadı Asu'ya geldi. Onu üzdüğüm için başımı duvarlara vurmam gereken ben ne haltlar yiyormuşum."

Sıkıntıyla saçlarını karıştırdı Caner. Giden gitmişti, elden ne gelirdi bu saatten sonra. Harbiden annesinin dediği gibi başını duvarlara vursa dönmezdi ki Asu.

"Ne yapayım be oğlum sen söyle. Tamam yaptık zamanında bir eşeklik, kabul ama özrümü diledim, gitme, dedim, bir şans daha dedim, ya ben onu..." Durdu genç adam, gözlerinin dolmaması için çabaladı ama başaramadı. Yeşil gözlerinde edilmeyen bir vedanın yası vardı.

"Ben onu durdurmaya çalıştım Sarp! Sen biliyorsun, uçağa yetişmek için ne kadar çabaladığımı... Ama yok, gitti. Arkasına bile bakmadan çekti gitti. Şimdi ben de onun yasını mı tutayım? Hayatı kendime zehir mi edeyim? Yapamam kardeşim, yapamam ben ömrümü arkasına bile bakmadan, bir vedayı bile bana çok gören biri için heba edemem."

"Caner..."

"Allah biliyor ya, çok sevdim, çok ama kader de varmış ayrılık ne yapalım?"

"Bir gün dönecekler," dedi Sarp karşıdaki boş eve bakarak. Kim ne derse desin kendi yüreğinin sesine güveniyordu. Ne de olsa kalp yanılmazdı. Demi?

"Yapma be oğlum, umutlandırma kendini boş yere."

"Boş yere umut edilmez Caner. Umut edilir çünkü inanmak gerekir ve inanırsan tüm hayaller gerçek olur."

Başını havaya kaldırdığında bir yıldızın kayıp gittiğini gördü Caner. Eylül yeli tenini okşarken nedendir bilinmez burukça güldü. "Sen şuna umut, fakirin ekmeğidir desene."

Arkadaşı gibi acı acı güldü Sarp. Caner omuzunu sıktığında ise "Belki de," diye mırıldadı. Belki de umut, gerçekten fakirin ekmeği idi ama yine de umut etmek güzeldi ve kendi umut etmekten her ne olursa vazgeçmeyecekti.

Loading...
0%