@petekayla
|
5 Aralık 2018 "Ve Antakya Amanos dağlarıyla, Keldağ arasındaki ovadır. İki dağın arasından da bildiğiniz gibi Asi Nehri geçer. Lübnan'dan başlayan nehir, Türkiye'nin sınır kenti Hatay'dan da geçerek Suriye'ye kadar uzanır. Ayrıca Asi Nehri, şehrin içinden geçtiği için Antakya oldukça önemli bir konumdadır. Nitekim Antakya, içinden nehir geçen şehir olma özelliğini kazanmıştır. Ki dünyada sayılı şekilde böyle yerleşim yerleri vardır." Ali hoca bir yandan ders anlatırken bir yandan da beyaz tahtaya ufak bir Antakya haritası çiziyordu fakat sınıfta onu dinleyen öğrenciler bir elin parmaklarını geçmezdi. Son ders olduğu için hepsi sıkılmış ve bunalmıştı. Hepsinin üzerinde ağırlık vardı. Artık tam anlamıyla kışa girdiklerinden dolayı da tükenmişlik sendromu yaşamaları da cabasıydı. Özlem sıkıntıdan patlamak üzereydi ki, en sonunda ellerini sıraya vurarak ayağa kalktı. "Hocam bir şey sorabilir miyim?" Tahtaya haritayı çizmeye devam ederken genç kızı, duymazlıktan geldi Ali hoca. Uzun boylu olmasının yanında kabarık, kıvırcık saçlara sahipti. Esmer tenli olarak belki bir yakışıklılığı vardı ancak otoriter bir öğretmen olduğu su götürmez bir gerçekti. Öyle ki, dersinde kimse çıt çıkaramaz, laubalilik yapamazdı. Derste şaka ve eğlenceye kesinlikle karşıydı. Hele telefona hiç tahammülü yoktu, öğrencinin elinde ders sırasında telefon gördüğü zaman, o telefonu çöpe atmasıyla meşhurdu. Aslında bir bakıma burası meslek lisesi diye, öğrencileri kayda almayan hocaların yanında böyle bir tutumunun olması fena sayılmazdı. En azından kızların bir yere gelmesi için uğraşıyordu. "Gereksiz bir soru soracaksan beni yormadan yerine otur Özlem." Ali hocayla tartışmaya girmeyi sevmediğinden olsa gerek, bir şey demeden yerine oturdu Özlem. Yüzünü asıp ofladı. "Bir gün Feyza hoca olmadığı için bunalıma gireceksin, deseler gülerdim ama şimdi cidden Ali hoca yerine onun olmasını isterdim. En azından o, espri yapmamıza izin veriyordu." Özlem söylenerek sırasına kapandığında Nisa arkadaşına o kadar hak verdi ki. Kendinin de gözleri bir haftadır Feyza'yı arıyordu. Ön yargılarına rağmen, birkaç ayda nasıl sevdirmişti Feyza kendini. O gidince anlamışlardı onun kıymetini. Hocayı dinliyormuş gibi görünse de Çiçek, kendinin de aklı fikri Feyza'daydı. Çünkü şu an aslında ders edebiyattı lakin Feyza olmadığı için ve dersi boş olan tek öğretmen Ali hoca olduğu için sıkıcı bir coğrafya dersi işliyorlardı. Bir haftadır olduğu gibi ve kendine de artık gına gelmişti. "Çiçek" Özlem yan sırasında oturan arkadaşını kalemle dürterken onun kendine bakmaması sinirlerini bozuyordu. Herkes ne diye bu kadar korkuyordu Ali hocadan? "Çiçek" "Ne?" diyerek başını çevirdi Çiçek. Ne istiyordu şimdi Özlem? "Sen bilirsin Feyza hocadan bir haber yok mu?" "Ben nereden bileyim ya." "Niye Feyza hoca, abinin arkadaşı değil mi?" Gözlerini devirdi genç kız, hata kendindeydi onlara hiç söylememeliydi bunu. "Sana ne Özlem, sana ne?" "Ne ters yapıyorsun ya, Feyza hocayı merak ediyorum ben." "Hani onu hiç sevmiyordun?" Omuzlarını silkti Özlem. Kötünün iyisi, diye bir şey vardı. "Ali hoca yerine Feyza hocayı tercih ederim." "Çiçek ve Özlem!" diye bağırdı Ali hoca. Arkasını döner dönmez onları konuşurken görmüştü ve bu, sinirlerini bozmuştu. Derste konuşanlara da hiç tahammülü yoktu. "Tahtaya." Kızlar iç geçirip ayağa kalktıklarında mecbur tahtanın önüne geldiler. Cezalarını korkuyla bekliyorlardı ki çalan zil yardımlarına yetişti. Özlem için için gülerken hocasının kızarıp bozardığını elbette görüyordu. "Cezanız yarın ki dersimize kaldı. Çıkabilirsiniz." Genç öğretmen masasına doğru adımlayıp eşyalarını toplarken sınıfta dağıldı. Çiçek, Sırma'yla okuldan çıkarken "İtiraf et," dedi. "Sen de Feyza hocayı özledin." Omuzlarını silkti Sırma ne yalan söylesin Feyza'yı özlemişti, gerçekten ender bulunan bir öğretmendi çünkü Feyza. "Edebiyat dersinde coğrafya işlemenin eğlenceli olduğunu iddia edemem tabii." Bir durup nefes aldığında Çiçek'in yüzünde gezdirdi bakışlarını. "Sarp nasıl?" "Tek kelimeyle berbat. Feyza hoca ortadan kaybolduğundan beri perişan bir halde." Yüzünü astı Sırma, insan sevdiği adam başka biri için üzülüyor, diye üzülür müydü? Kendi üzülüyordu işte. Sarp mutsuz olunca nasıl mutlu olabilirdi ki? Hayır, sevinmemişti Feyza'nın ortadan kaybolmasına zira onun gidişiyle yıkılmıştı Sarp ve kendi bundan zevk alacak kadar kalpsiz biri değildi. "Gerçekten Feyza hoca aniden nereye kaybolmuş olabilir ki? Bize de okuldan bir şey söylemiyorlar?" Dudaklarını büzdü genç kız, hiçbir tahmini yoktu ki. "Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum Sırma." Konuşa konuşa okul kapısına vardıklarında Sarp'ı görünce şaşırdılar, onun gelmesini beklemiyorlardı. "Abi?" "Güzelim," diyerek Çiçek'i kendine çekip saçlarına ufak bir öpücük kondurdu Sarp. İçindeki tükenmişlik, yorgun gözlerinden belli oluyordu. Yıllar önce olduğu gibi yine yoktu Feyza ve kendi yine aklını kaybetme noktasındaydı. "Nasıl geçti okul?" "Her zaman ki gibi. Sen niye geldin?" "Hiç, dükkânda işler erken bitti. Bir uğrayım, dedim okula." "Feyza hocayı sormaya değil yani?" Küçük cadı, bir şeyi de anlamasa olmuyordu. Çiçek'e tekrar sarıldığında derin derin iç geçirdi genç adam. Evet, Feyza'yı belki burada bulurum umuduyla gelmişti ama anlaşılan o ki, yine boşa çarpılmıştı. "Bir haber yok demi?" Başını iki yana salladı Çiçek, abisine müjdeli bir haber vermeyi ne çok isterdi. "Yok, müdireye falan da sordum ama kimse bize bir şey söylemiyor. " Gözlerini kapadı Sarp, canı yanıyordu, Feyza'nın apansız ortadan kaybolması canını yakıyordu. Bu sefer neden kendine bir haber vermiyordu, niye telefonu sürekli kapalıydı? Üstelik Çiçek, ona bütün sosyal medyadan ulaşmaya çalışmıştı. Hoş, Feyza sosyal medya da kullanmıyordu gerçi. Garip olan Asuman'ın geri dönüş yapmamasıydı. Çiçek ona da mesaj attıysa da her yerden, geri dönüş alamamıştı. Sanki ikisi birden yine sırra kadem basmışlardı. "Neyse, hadi eve gidelim. Hava soğudu artık üşütmeyin." İki adım atmıştı ki Sarp, geride kalan Sırma'nın sesini duyduğunda geri ona doğru döndü. "Sarp abi" Genç adam, kendine bakarken defalarca yutkundu Sırma. Canı acısa da dilinden kelimelerin dökülmesine izin verdi. "Feyza hoca gelecek. O bizi çok sevdi, biz de onu sevdik. O bizi bırakıp gitmez ki. Sadece belki bazı işleri vardır, bize söylemek istemediği işleri ama dönecek. Ben biliyorum." Burukça gülümsedi Sarp, Sırma'ya yaklaşıp kolunu boynuna sardı. O kadar derdinin arasında bir de kendini teselli etmeye çalışıyordu Sırma. İşte ona, bu yüzden hiç kıyamıyordu, altın gibi bir kalbi vardı zira. Genç kızın şakağına ufak bir öpücük kondurduğunda "Umarım," dedi içtenlikle. "Umarım Sırma." Keşke şu an Sarp duysaydı kalp atışlarını, keşke bilseydi kalbinin şahlanmış gibi dört nala koştuğunu. Bedeni, teni her bir hücresi nasıl alev alev yanıyordu, baştan tırnağa nasıl da tüm tüyleri çekilmişti... Sarp'ın ufacık bir teması kendini gökyüzüne çıkarıyordu adeta ve Sırma istese bile bu hislerine engel olamıyordu. Çok, çok seviyordu bu adamı. Babasından sonra sevdiği tek erkekti fakat ne acı ki, onun da kalbi başka birine aitti. Eve vardıklarında Caner'i kendilerinde buldu Sarp. Pencerenin önüne dikilmiş öylece bakıyordu karşı eve. Şaşırmadı, bir haftadan beri Caner'de kendi gibi nöbet tutuyordu bu pencere önünde. Saatler bir hayli hızlı geçtiğinde sofra hazırlanmıştı bile, hep beraber akşam yemeği için sofraya oturduklarında Sarp'la, Caner tabaklarındaki yemeklerle oynadılar yalnızca. Meryem onlara bakıp iç çekerken sarma tabağını ikisine uzattı. "Sarma almadınız siz." "Ben dükkanda bir şeyler atıştırmıştım yenge, sağ ol." "Caner sen seversin, alsana." "Ben de aç değilim yenge." Sarma tabağını geri yerine koyduğunda onlarda gözlerini gezdirmeye devam etti Meryem, ikisinin bu hali canını sıkıyordu ve en az onlar kadar merak ediyordu kızların nerede olduğunu. "Ben kalkayım artık," diyerek ayaklandı Caner. Duvarlar sanki üstüne üstüne gelip, boğuyordu kendini. Hoş kendi evine bile sığamıyordu ya aslında. "Ben de seninle geleyim, laflarız biraz." Başını salladı Caner, Sarp'la dertleşmek kendine de iyi gelirdi. Birlikte evden çıktıklarında karşı evde uzun uzun baktılar. Bir haftadır perdeler de, ışıklar da kapalıydı. İçinde oturan o iki kadın bir anda yok oluvermişti. Neredelerdi, gerçekten gecenin bir vakti nereye gitmişlerdi yabancı bir adamla? Sıkıntılı nefesler alıp verirken hasreti yüreğinin en derininde hissediyordu Sarp. Özlem yine yakıp kavuruyordu kalbini ve endişe bir kurt gibi kemiriyordu beynini. Acabalar, düşünceler bir an olsun aklını terk etmiyordu. Feyza'dan habersiz olmak, öyle çok canını sıkıyordu ki. "Elbet bir haber çıkacak ikisinden de," diyerek elini arkadaşının boynuna attı Caner. Kendinin de bir haftadır keyfi yoktu, Asu'yu görememek üzüyordu kendini fakat yine de bu kez bir haber alacaklarına inanıyordu. Nihayetinde Feyza'nın kurmuş olduğu bir hayat vardı burada ve o yüzden gelecekti Feyza. Onunla beraber Asu'da. "Hayır, anlamıyorum telefonları niye kapalı?" "Al benden de o kadar kardeşim." Ceketinin ceplerine ellerini geçirdiğinde iç çekti Caner. Havalar soğumuştu artık fakat kendini üşüten hava değil, Asu'nun yokluğuydu. Tamam, kabul ediyordu daha önce Asu yokken eğlendirmişti gönlünü lakin bu defa farklıydı. O zaman Asu'nun hiç dönmeyeceğine inanmıştı ama şimdi, ortada hiçbir şey yokken çekip gitmesi anlamsızdı ve öyle bir şeyin olmadığına dair bir his vardı içinde. Sadece o an ikisinin de gitmesi gerekmişti, öyle hissediyordu ya da bu kez buna inanmak istiyordu. "Ben...Ben dayanamam Caner. Bir daha aynı şeyleri yaşayamam. On yıl bekledim. On yıl. Şimdi tam kavuştum derken yeniden kaybedemem." "Öyle bir şey olmayacak kardeşim. Gelecekler, eninde sonunda gelip bir açıklama yapacaklar çünkü bunu bu kez bize borçlular. Özellikle Feyza, sana." "Umarım dediğin gibi olur, başka türlüsünü kaldıramam yoksa." **** 7 Aralık 2018 İstanbul "Ne demek yüzüğü İlker'e geri verdim, biz ayrıldık? Sen aklını peynir ekmekle mi yedin Feyza?!" Fulya Hanım karşısında oturan kızına ağzına geleni söylerken Feyza sabır diliyor, ellerini yüzüne kapamış, annesinin daha ne kadar üstüne geleceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Fulya Hanım nişan yüzüğünün nerede olduğunu sorunca kendi de her şeyi anlatmıştı. Daha fazla İlker'den ayrıldığını gizleyecek değildi. Fakat annesi durumu öğrenince hiçte anlayışla karşılamamıştı kendini. Elbette ki beklediği buydu ancak yine de fazlasıyla üstüne geliyordu annesi. Neden anlamıyordu ki Fulya Hanım, İlker'e karşı içinde hiçbir şey yoktu, hatta midesini bulandırıyordu İlker. Beyaz yakalı olsa bile, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan zengin züppenin tekiydi İlker ve kendi öyle biriyle değil evlenmek, arkadaş bile olamazdı. "Neden anlamıyorsun anne? İlker'i sevmiyorum ya sevmiyorum. İstemiyorum o adamla evlenmek." "Beni çıldırtma Feyza! Ne demek İlker'le evlenmek istemiyorum?!" "Anne bak..." "Asıl sen bana bak!" diyerek parmağını salladı yaşlı kadın. Kendi düğün hazırlıklarına girişmişken Feyza kendine ayrılık haberini vermişti. Ne güzel ama! "Bu olay babanın kulağına gitmeden o yüzüğü geri parmağına takacaksın ve ben böyle bir şeyi yaşanmadı varsayacağım, anladın mı beni?" "Hayır!" diyerek ayağa kalktı Feyza. Ciddi bakışlarla annesine bakarken kendi hayatı için yine bir savaşa girdiğini biliyordu. O lanet olası yüzüğü bir kere parmağından çıkarmıştı ve bir daha takmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Hem o yüzük değil, kendi için bir kelepçeydi. Özgürlüğünü kısıtlayan, kalbini, duygularını sıkıştıran bir kelepçe. "Bu mevzu benim için kapandı anne! Sen de, babam da ne yaparsınız yapın ama ben İlker'le evlenmeyeceğim!" "Feyza!" diyerek kulakları sağır edecek bir şekilde bağırmıştı ki Fulya Hanım, ablası Ahu hızla salona girip olaya müdahale etti. Sabahtan beri kardeşinin Feyza'nın üzerine gittiği yeterdi. Kız istemiyordu, daha neyi zorluyordu Fulya? "Yeter artık Fulya, gitme kızın üstüne. İlker'i sevmiyor işte, Ethem de, sen de kabul edin bunu." "Etmiyoruz efendim! Etmiyoruz! Yok öyle, yüzüğü çıkardım deyip nişanı bozmak. Bir kere Feyza babasına söz verdi. Demi Feyza?" Gözlerini kapatıp, yanaklarını şişirdi genç kadın. Yaptığı en büyük hata babasından Hatay'a atanmak için torpil isterken bunun karşılığında İlker'le nişanlanmayı kabul etmesiydi. Hayalleri için ödeyeceği bedel gerçekten bu kadar büyük olmak zorunda mıydı? "Ben sözümü tuttum, nişanlandım ama olmadı anne, yapamadım, yapamıyorum. Sevmiyorum İlker'i ya. Zorla mı?" "Ne demek sevmiyorum ya. Ne demek?! Ya çocuk sana deli divane oluyor, bir dediğini iki etmiyor, daha ne istiyorsun sen? Ben anlamıyorum." Annesi öfkeyle evin içinde dönüp dururken sustu Feyza, ne dese anlamayacaktı çünkü annesi ve kendini boş yere yormak istemiyordu daha fazla. Tabii bu sadece başlangıçtı, daha babasıyla büyük bir tartışma kendini bekliyordu. "Yeter Fulya, yeter! İnsan zorla birini sevemez, zorla âşık olamaz, siz istediniz diye Feyza zorla evlenecek değil! Bırak kız kendi hayatını yaşasın, nefes alsın biraz." "Bana akıl vermeye kalkma Ahu! Bu konuda en son konuşacak kişi sensin çünkü! Zamanında senin kızını da gördük biz! Ben kızıma güveniyorum, diyerek başı boş bıraktın Asu'yu, sonra da kızının serserinin tekiyle yemediği halt kalmadı!" Eve yeni girmişti ki Asu, teyzesinin sözlerini duyunca elindeki poşetleri yere düşürdü. O ses herkesin dikkatini çektiğinde bütün gözler Asu'yu buldu. Gözleri dolarken ağlamamak için kendini zor tuttu genç kadın. Bundan nefret ediyordu, Caner'le olan geçmişin her defasında yüzüne tokat gibi çarpmasından nefret ediyordu. Pişmanlık kendini tekrar tekrar ele geçirirken sanki yüreğindeki o yara bir daha kanıyordu. Geçmemişti, geçmiyordu. Yaralar hiçbir zaman tam anlamıyla iyileşmiyordu. Orada duruyordu, en derinlerde, yok saymak istese de insan o yara illa ki kendini hatırlatıyordu ve belki de kendinin unutamadığı Caner değil, Caner'in açtığı yaraydı. "Asuman," dedi Feyza onu görmenin şaşkınlığı ile. Annesine o kadar kızıyordu ki. Arkasını dönüp hızla merdivenlerden çıktı Asu, ağlamak istiyordu fakat gözyaşlarını saklamak zorundaydı. Feyza'nın odasına vardığında yatağa yüz üstü uzanıp başını yastığa gömdü, hıçkıra hıçkıra ağladı. Çok kalp kırıklığı yaşamış, sevdiği tüm adamlardan ayrı ayrı darbeler almıştı ancak hiçbiri Caner kadar acıtmamıştı canını. Kabul etmek istemese de yıllar sonra bile anlıyordu ki, insan en çok kimi sevdiyse onun açtığı yarayı unutamıyordu ve kendi herkesten daha çok sevmişti Caner'i. Basit bir heves dese de, öyle olmadığını biliyordu. Sevdiği, güvendiği, her şeyin ilkini yaşadığı adamdı Caner fakat o, canını çok yakmış, saçma sapan bir iddia uğruna kendini harcamıştı. Öyle ki, on yedi yaşında hayatının dersini vermişti Caner, kendine. Ne acı ki, güvenmemeyi, en çok güvendiği adamdan öğrenmişti. "Asuman" Feyza'nın sesini duyduğunda ellerini saçlarında hissetti genç kadın fakat yalnız kalmak istiyordu, yalnız kalıp hıçkıra hıçkıra ağlamak. "Yapma böyle, annem çok sinirli. Bana sinirli, İlker'le ayrıldığımı öğrendi, bağırdı falan. Teyzem de konuya atlayınca sana patladı." "Ne fark eder ki?" diyerek başını kuzenine çevirdi Asu. Gözleri nemli, sesi buruktu. "Teyzem haksız değil sonuçta, lanet olsun ki, Caner'le yaşadığım bir geçmiş var ve bu geçmişin izi geçmiyor işte Feyza!" Tuttuğu nefesini verdiğinde "Asuman," dedi bir kez daha Feyza. Kuzenini teselli etmesi faydasızdı, kendinin bile inanmadığı sözleri ona söylemenin ne faydası vardı ki? Asuman, Caner tarafından derin bir yara almıştı ve o yara yıllar geçmiş olsa bile geçmemişti. Geçmesini de beklemiyordu zaten. "Hiçbir anlamı olmayacak biliyorum ama o kadar zaman sonra senin üzülmene gerçekten değmez." Gözyaşlarını sildiğinde dizlerinin üzerinde doğruldu Asu. Keşke sorun gerçekten değme mevzusu olsaydı. "Sorun değip değmemesi değil ki Feyzoş, benim aptallığım. Caner'e güvenecek kadar aptal olduğum için nefret ediyorum kendimden!" Eline geçen yastığı yere fırlattı genç kadın, ilk günkü gibi tepine tepine ağlamak, saçlarını yolmak istiyordu. O kadar sinirleri bozulmuştu ki... En çok zoruna giden ise Caner yüzünden teyzesinin bile ağzına laf vermiş olmaktı. İlk değildi teyzesi, sonda olmayacaktı, her seferinde insanlar en büyük hatasını böyle yüzüne vuracaktı. "Şştt," diyerek kollarını kuzenine doladı Feyza. Saçlarının arasına öpücük kondurduğunda gözlerindeki ıslaklığı sildi. "Sana defalarca söyledim. Yaşanılan her şey senin değil, Caner'in aptallığı. O seni inandırıp sonra duygularınla oynadıysa -ki oynadı onun karakteri. Onu sevdiğin için de, ona güvendiğin için de aptal değilsin. Asla değilsin." Kollarını Feyza'ya dolayınca belli belirsiz gülümsedi. Yanakları hâlâ ıslansa da kuzeninin varlığı güç veriyordu kendine. Nasıl yapıyordu, bilmiyordu ama bir şekilde içindeki fırtınaları dindiriyordu Feyza. "Sen olmasan ben yaşadıklarımı asla atlatamazdım Feyzoş." "İnan bana, sen olmasan ben de bu kadar şeyin üstesinden nasıl gelirdim, bilmiyorum Asuman. *** Hastaneyle, ev arasından geçen günlerin ardından nihayet taburcu edilmişti Ethem Bey. Durumu daha iyiydi ancak yine de kendini yormaması, dinlemesi şarttı ki, Fulya Hanım ekstra özen gösteriyordu kocasının sağlığına. Asuman her ne kadar eniştesinden haz etmese de mesleği gereği onunla ilgilenmek için sık sık teyzesine geliyordu. Teyzesinin sözlerini unutmuş değildi fakat hemşire olduğu için sırf bu yüzden bir hastayı ihmal edemez, çocuk gibi ben enişteme bakmayacağım diyemezdi. Hemşire olurken hasta ayırt etmeyeceğinin sözünü en başta kendine vermişti. Şimdi de sözüne sadık kalması gerekiyordu ve ayrıca her ne olursa Feyza'nın babasıydı Ethem Bey. Kendi de kuzeni için çiğ tavuk bile yerdi. Ethem Bey'in durumu böyle iken Ahu Hanımla, kardeşinin arası açılmıştı. Ahu çok kızgın ve sinirliydi Fulya'ya. Kardeşi bile olsa kimse kızına söz söyleyemezdi. Hele ki on yıl önceki mevzuları ısıtıp ısıtıp önüne koyamazdı. O yüzden Fulya ile arasına mesafe koymuştu, Asuman'ı teyzesine hiç göndermek istemese de, kızı ben hemşireyim, diyerek inat ediyordu ve kendi de bir şey diyemiyordu ona. Sonuçta gerçekten hemşireler de, doktorlar da hasta seçimi yapmamalıydı. Asuman'ın mesleğini saygıyla yapması kendini bir anne olarak gururlandırıyordu. Kızı için kim ne derse desin, Asuman oldukça olgun, başarılı ve zeki bir kadındı. Kendi de kızını elbette ki takdir ediyordu. Elindeki kitaba odaklanmaya çalışsa başarılı olamıyordu Feyza. Aklından bir sürü şey vardı çünkü. Okulu çok ihmal etmişti ve bu, hiç içine sinmiyordu. İnternetten okulun numarasını bularak annesinin telefonuyla okulu arayıp bilgi vermişti vermesine ama yine huzursuzdu. Daha ilk senesinde mesleğinden bu kadar süre uzak kalmak hoşuna gitmemişti. Öte yandan Sarp'ı da çok özlemişti ve Sarp'ın kendi deli gibi merak ettiğini de tahmin ediyordu ancak ona ulaşamamıştı bir türlü. Sosyal medya kullanmıyordu ve kahretsin ki telefonu da evde unutmuştu. Asuman da hâlâ telefonsuz olduğu için onun telefonu ile de arayamamıştı Sarp'ı. Keşke ezbere bilseydi Sarp'ın numarasını o zaman bir şekilde arar ona durumu anlatırdı. Hoş annesi İlker de İlker, diyerek üstüne gelirken Sarp'ı araması ne kadar doğru olurdu, bilmiyordu. Kapının çaldığını duyduğunda ayağa kalktı Feyza. Muhtemelen Asuman gelmişti. Kapıyı açtığında ise tahmininde yanıldığını gördü. Karşısında görmeyi istediği son adam vardı. "Ne işin var senin burada İlker?" Pişkin pişkin sırıtırken Feyza'nın çatık kaşlarından zerre kadar etkilenmiyordu İlker. Ne de olsa arkasında büyük bir destek vardı. "Ben çağırdım," diyerek kızının sorusunu yanıtladı Fulya Hanım. Odasından çıkmış, aşağıya inmiş, gayet otoriter bir duruş sergiliyordu kapının önünde. Nişanı attım, diyerek öylece her şeyi bitiremezdi Feyza. Bu iş çözülecek, kızı geri o yüzüğü parmağına takacaktı. "Sen mi çağırdın?" "Evet, ben çağırdım. Şimdi oturup konuşup bu işi tatlıya bağlayacağız." "Anne sana kaç defa daha söylemem gerekiyor? Ben bu adamla evlenmek falan istemiyorum!" "O sesini alçat Feyza. Baban yukarıda uyuyor, daha hastaneden çıkalı iki gün olmuş, adam hasta hasta bir de seninle uğraşmasın." Başını havaya kaldırdığında gözleri babasının odasını buldu. Biliyordu Feyza, babasının stres ve sıkıntıdan uzak durması gerekiyordu fakat bu, İlker'le evleneceği anlamına gelmiyordu. Tamam, babası için korkuyordu ve ona bir şey olmasını asla istemezdi ancak İlker'le evlenmese ölmezdi ya, babası. "Bence medeni insanlar gibi konuşabiliriz Feyza." İlker'in o sırıtan suratına bir yumruk çakmak istiyordu genç kadın, sinirden gözlerinden alevler çıkarken yumruklarını sıktı. Öfkeden köpürse de el mâhkum annesinin peşinden salona girdi. Konuşacak bir şey yoktu ortada, İlker'den ayrılmıştı. Her şey bu kadar basitti, neden annesi bunu anlamamakta bu kadar ısrar ediyordu? Salona girdiklerinde ikisini de sorguya çekmeye hazırdı Fulya Hanım. Feyza koltukta otururken annesi karşısında, İlker başında dikiliyordu ve kendi yine oldukça bunalmış, kafese kapatılmış gibi hissediyordu. "Bana şu işin aslını baştan anlatın şimdi. Neden ayrıldınız?" "Ben size her şeyi anlatayım Fulya annecim," diyerek Feyza'nın karşısındaki koltuğa oturdu İlker. Kendince de olayı yorumladı. "Feyza eski aşkı, Sarp'ı görünce beni unuttu. Yüzüğünü çıkarıp bana verdi, ben de içim yansa da kabul ettim. Feyza'yı üzmek isteyeceğim en son şey bile değil çünkü." "Sarp mı?" diyerek kaşlarını çatarak kızına çevirdi bakışlarını yaşlı kadın. Bu Hatay mevzusunun altından Sarp'ın çıkacağını tahmin etmeliydi zaten. Hızla ayağa kalktığında bağıra bağıra konuştu Feyza. İlker öyle kafasına göre atıp tutamazdı. "Yalan söyleme, ben Hatay'a gitmeden önce verdim sana yüzüğü, Sarp'ı bile görmeden!" "Ha yani Sarp'ın eski aşkın olduğunu ve sırf onun için Hatay'a döndüğünü kabul ediyorsun?" İlker'in dik bakışları karşısında yutkunma ihtiyacı hissetti Feyza. Dürüst bir insan olduğundan olsa gerek şu durumda bile yalan söyleyemiyor, karşısında oturan adamın sözlerin inkâr edemiyordu. "Hadi itiraf et Feyza, benimle de sırf bu yüzden nişanlandın. Hatay'a gitmek ve Sarp'ı yeniden görmek için ya da belki de onunla yeni bir aşk yaşamak için." Sakindi çünkü haklı olduğunu biliyordu İlker ve Feyza'nın susması da bunu kanıtlıyordu. Amacına ulaşmıştı işte, Feyza'yı köşeye sıkıştırmıştı. "Öyle değil mi sevgilim?" "Doğru mu bu?!" diyerek yeniden kızına sabitledi gözlerini Fulya Hanım. Feyza gerçekten herkesi kandırmış mıydı? "Bu kadarla kalsa yine iyi Fulya annecim. Hatay'a eski aşkı için giden Feyza, bir de sanki başka ev kalmamış gibi Sarp'ın oturduğu evin karşısındaki evi tutmuş. O da yetmemiş Sarp Bey, Feyza'ya bütün ev mobilyalarını hediye etmiş. Aynı zamanda mahallede ikisini devamlı birlikte görenler de olmuş ve ben bütün bunlara rağmen size bir şey demedim. Sevdiğim hatta nişanlım olan kadın, eski âşığı ile günü gün ederken ben o üzülmesin, diye sustum. Gördüğüm, duyduğum her şeye rağmen sustum. Canımın nasıl yandığını inanın siz bile tahmin edemezsiniz." "İlker!" diye kükredi Feyza, tırnakları avuçlarını acıtırken öfkesinin ulaştığı nokta Everest'in zirvesiyle yarışırdı. Bu adam nasıl bunları söyleme cüreti buluyordu? "Kendi kafana atıp tutmayı kes artık!" "Yalansa, yalan de Feyza. Sarp'ın karşısındaki evi tutmadın mı? Sonra sana mobilyaları hediye etmedi mi? Ya da sen Sarp'la gezip tozmadın mı? Söylesene hangi biri yalan?" "Bunların hiçbiri seni ilgilendirmez!" "Bütün bunlar doğru yani, öyle mi?" Şurada düşüp bayılacaktı Fulya Hanım. Kızı kendilerinden habersiz ne işler çevirmişti böyle. Gözlerini kapadı Feyza, inkâr etmesi hiçbir işe yaramayacaktı, çünkü İlker haklıydı ve söylediklerinin hepsi doğruydu fakat yaptığı hiçbir şeyden de pişman değildi kurduğu hayattan memnundu zira. Tek öfkelendiği nokta annesinin her şeyi böyle bir şekilde öğrenmesiydi. "Bana cevap ver Feyza! Bütün bunlar doğru mu?!" "Evet, doğru! Sarp'ın karşısından ev tuttuğum da, onunla arkadaşça görüşüp konuştuğum da hatta onun sırf kibarlık olsun, diye bana mobilyaları hediye ettiği de doğru! Bir diyeceğin var mı anne?" Ağzı bir karış açık kalırken söyleyecek söz bulamıyordu yaşlı kadın. Feyza nasıl güzel ailesine yalan söylemişti. "Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?! Ne demek Sarp?! Ne demek?! İnanamıyorum ya, inanamıyorum! Sarp gibi zibidinin tekiyle hâlâ görüştüğüne bir de yetmezmiş gibi onun karşısından ev tuttuğuna inanamıyorum! Ya sen nasıl böyle bir şey yaparsın?! Nasıl?! " "Anne," demişti ki Feyza duyduğu ses ile olduğu yerde sıçradı. Zira babası tam arkasında duruyordu. "Feyza!" Korkuyla arkasını döndüğünde yutkundu genç kadın, babasının alev saçan gözleri şuracıkta kendini yakmak istiyor gibiydi. O çatık kaşları hiçte iyi şeylerin olmayacağının göstergesiydi. Lanet olsun ki, her şeyi duymuştu babası. Gerçi bağıra bağıra konuşurlarken duymamış olması mucize olurdu. "Baba" "Duyduklarım doğru mu?" Saçını kulağının arkasına geçirdiğinde açıklama yapmaya hazırlandı Feyza. Bir kez olsun şansını deneyecekti, bir kez olsun babasına kendini anlatmaya çalışacaktı anlamayacağını bilse de. "Baba bak..." Elini kaldırıp kızını susturdu Ethem Bey, almak istediği tek bir cevap vardı. "Duyduklarım doğru mu Feyza?!" Babasının bağrışıyla gözlerini kapadı genç kadın. İstemiyordu, yirmi yedi yaşına gelmiş biri olarak artık babasının kendini yönetmesini, kararlarına hükmetmesini hatta evleneceğini adamı bile seçmesini istemiyordu. Kendinin bir hayatı vardı, aldığı kararları, yüreğinde hissettiği duyguları. Hayır bu sefer izin vermeyecekti on yıl önceki şeylerin tekrar yaşanmasına. Bir kez Sarp'ı bırakmıştı ve yeniden onu bırakmaya hiç niyeti yoktu. Her ne olursa bu defa vazgeçmeyecekti. Evet, kabul ediyordu herkesin dediği gibi Hatay'a yeniden en çok Sarp için dönmüştü, öğretmenliği sevdiği bir gerçekti lakin her nerede olursa olsun mesleğini yapmaktan gocunmazdı ama özellikle Hatay'ı istemesinin nedeni elbette ki Sarp'tı ve şimdi yeniden dönecekti o şehre. Hatta yarın ilk uçakla, daha fazla babasının kendine ihtiyacı yoktu çünkü. Bunu görüyordu. "Evet, doğru. Her ne duyduysan doğru. Özür dilerim sana verdiğim sözü tutamadım çünkü olmadı, olmuyor ben İlker'i sevmiyorum, ona karşı bir şey hissetmiyorum. Ne olur bunu artık hepiniz anlayın." "Anlaşıldı o Sarp yıllar sonra bile kafanı karıştırmış senin! Ama yok, ben buna izin vermem! Bir sokak serserisinin yeniden kızımın peşinde dolanmasına izin vermem! Gerçi hata sende değil ki, ben de! Seni oraya hiç göndermemeliydim!" "Baba..." "Fakat yine de vicdanlı davranarak gidip okulunla vedalaşmana izin veriyorum." "Ne?" "Ne, ne? Bütün bu öğrendiklerimden sonra senin Hatay'da öğretmenlik yapmana izin vereceğimi düşünmüyorsun herhalde?" "Hayır," diyerek başını iki yana salladı Feyza. Gözleri dolmuştu bile, ağlamak istemese de, güçlü durmak için gayret etse de, tükeniyordu. Karşı gelemiyordu işte babasına, ne yapsa, ne etse yeniliyordu. Kurtulamıyordu ne kelepçelerinden ne prangalarından. Ama hayır, bu kadar çabuk pes etmeyecekti. Hayatının iplerini kimsenin eline bırakmayacaktı. "Buna sen karar veremezsin baba. Mesleğimi yapmama engel olamazsın." "Mesleğini bu kadar çok seviyorsan pekâlâ burada da yapabilirsin." "Sana hatırlatırım ki, ben Antakya'ya atanmış bir öğretmenim." "Benim sayemde." Kahretsin ki, doğruydu bu. Ethem Bey'in torpili ile atanmıştı Feyza. Torpillerden nefret etse de, öyle bir şeyin haksızlık olduğunu düşünse de atanacağı zaman Antakya'ya gitmek için mecbur kalmıştı babasından böyle bir şey istemeye. Ancak o şekilde Sarp'ı yeniden görebilirdi zira. Ethem Bey'de, kızının niyetini bildiği için İlker'le nişanlanma şartı koşmuştu ona fakat Feyza hiç kimseye sezdirmeden atmıştı yüzüğünü. Kızını içten içe tebrik ediyordu yaşlı adam, saman altından su yürütmek herkesin harcı değildi sonuç olarak. "Ve inan bana tayinini İstanbul'a aldırmam benim için çocuk oyuncağı. Ki zaten sen bunu biliyorsun." "Baba..." "Ama yine de ben, o çıkardığın yüzüğü geri parmağına takman karşılığında İlker'le Hatay'a gitmene izin verebilirim. Ancak sen, ben İlker'le nişanlanmak istemiyorum diyorsan illa, o zaman Hatay'ı unutman gerekir. Tayinini buraya aldırır, seni gözümün önündeki bir okula gönderirim." Gözünden düşen iki damla yaşa engel olamadı Feyza, hıçkırmamak için kendini zor tutarken hâlâ dik durmak için içinde mücadele veriyordu. Pes etmeyecekti, yılmayacaktı. İlker'le nişanlanmadan gidecekti Hatay'a, sonucu her ne olursa olsun. "Bunu yapamazsın! Bunu yapamazsın baba! Benim hayatıma bu şekilde müdahale edemezsin! Çocuk değilim, yirmi yedi yaşında bir kadınım ve hayatımı istediğim gibi yaşama hakkına sahibim!" "Öyle bir yaparım ki hem de, senin haberin bile olmaz." İki damla gözyaşı yanaklarını ıslattığında gözlerinde çaresizlik yer edindi. Dik durmaya çalışsa da yeniliyordu işte Feyza. Karşı gelmiyordu Ethem Ataman'a. "Neden?" dedi yalvarır gibi. "Neden bana karşı bu kadar acımasızsın baba? Neden hep hayallerime, mutluluğuma karşısın? Neden baba neden?" "Sana göre belki acımasızım ama ben yalnızca kızımın iyiliğini düşünüyorum. O Sarp, denen serseriyi unutman için her şeyi yapmışken şimdi aynı şeylerin olmasına izin veremem Feyza. Senin hayalin kenar bir mahallede yaşayan, ipsiz sapsız herifin tekiyle gezip dolaşmaksa ben buna elbette ki karşı olurum kızım." "Sen Sarp'ı hiç tanımıyorsun ki baba." "Hâlâ Sarp, diyor hâlâ!" diyerek ayağa kalktı İlker. Kendi de öfkeden köpürüyordu. Kendi yüksek bir mevkiye sahipken Feyza'nın basit bir mobilyacının adını ağzına almasına tahammül edemiyordu. Yıllarca Sarp deyip durmuştu Feyza, hayır, kendinden hiçbir zaman saklamamıştı onu. Her defasında Sarp'ı kendine anlatmaktan hiç ama hiç çekinmemişti ve kendi ne zaman Sarp lafını duysa sinirden deliye dönmüştü. Biliyordu, Feyza için Sarp, basit bir lise aşkı değildi, çok daha fazlasıydı. Kendi de bunu kabul edemiyordu, Feyza'nın kendini değil, Sarp'ı seçmesini bir türlü hazmedemiyor, bu yüzden hırslandıkça hırslanıyordu. Feyza'yı istiyordu, ona sahip olma arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Olacaktı da, eninde sonunda Feyza'ya sahip olacaktı. Bu işin başka yolu yoktu çünkü. "Gerçekten basit bir mobilyacıda ne buluyorsun çok merak ediyorum Feyza." İlker'e döndüğünde alayla güldü Feyza, anlatsa anlamayacaktı ki. Sevgiyi buluyordu Sarp'ta, merhameti, şefkati... Onun o yüreği o kadar güzeldi ki sevmemek elde değildi. Altındandı Sarp'ın kalbi, en derinlerde hazineler gizliydi ve yalnızca görmek isteyenler görürdü. Ya da bakmayı bilenler ve kendi görüyordu Sarp'ın yüreğini, yüreğinin içindeki güzellikleri. İnkâr etmiyordu, seviyordu da o altından kalbi. Şimdi de mahrum kalmayacaktı o kalpten, kendini sevgiyle kucaklayan kolların, saçlarını şefkatle okşayan ellerin sahibine, Sarp'a yeniden sarılacaktı kim ne derse desin. "İstediğin kadar merak et, belki cevabını bir gün kendin bulursun." "Bu Sarp'ı sevdiğini kabul ettiğin anlamına geliyor?" "Bir daha söylüyorum. Bu, seni hiç ilgilendirmez!" "Sen benim nişanlımsın Feyza!" "Eski," diye düzeltti genç kadın. "Eski nişanlı. Sana hatırlatırım ki ben yüzüğü attım İlker! Ayrıca parmağımda o yüzük olsa bile sana hesap verecek değilim!" "O yüzüğü parmağına geri takacak ve bana bundan sonra attığın her adımın hesabını vereceksin!" "Asla! Asla öyle bir şey olmayacak! Ben asla tekrar senin nişanlın olmayacağım!" "Olacak!" diyerek bağıran Ethem Bey oldu bu kez. Sınırı gerçekten aşıyordu artık kızı. Feyza, kendine doğru döndüğünde öfkesine inat sesini sakin tuttu. "İlker'le nişanlanacak ve en kısa zamanda evleneceksin." "Baba..." "Çocuk gibi inat etmeyi bırak artık Feyza. Baban iki gün önce hastaneden çıkmışken seni onu böyle üzmeye hakkın yok." Annesi bile yanında değildi, o bile anlamıyordu kendini. İşte bu yüzden mücadelesini tek başına vermek zorundaydı Feyza. "Sizin de benim hayatıma karışmaya hakkınız yok anne. Ya ben çocuk değilim, yirmi yedi yaşındayım. Yirmi yedi!" "Kaç yaşında olursan ol Feyza. Ben hayatta olduğum müddetçe senin hayatından sorumluyum. Eğer İlker'le nişanlanmamak konusunda daha da inat edecek olursan yarın kendini İstanbul'daki bir okula atanmış olarak bulursun." Yeniden gözlerinden iki damla yaş düştüğünde hıçkırmamak için dudaklarını ısırdı genç kadın. Sinirleri bozulmuş, üzüntü yüreğini ele geçirmişti ve kendi hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu tam şu an. "Seni asla affetmeyeceğim baba. Asla!" Son sözlerini söylemesinin ardından rüzgâr gibi salondan çıkıp odasına geçti. Kapıyı kapatıp duvar dibine çöktü Feyza. Hıçkırıkları boğazını yakarken dizlerine kapandı. Sarp'ı istiyordu, onun yanında olmak ona yine sıkı sıkı sarılmak istiyordu. Hayır, on yılın ardından yeniden ona kavuşmuşken onu kaybedemezdi. Şimdi olmazdı. Olamazdı. Sarp'a yeniden hasret kalamazdı. Yüreği avaz avaz onun adını bağırırken kendi ondan uzak duramazdı. Bir şeyler yapmalı, Sarp'ın yanına gitmeliydi. Ergen değildi, evden kaçsın. Hem öyle bir şeyi yapacak olsa bile bu kez babasının gazabını tahmin bile edemiyordu. Fakat bir yolu olmalıydı, babasına karşı çıkmanın mutlaka bir yolu olmalıydı. "Sarp," dedi ağlamaklı bir sesle. "Seni çok özledim Sarp." *** Antakya/ Hatay "Oğlum ne olur beş dakika gelsen beni Ayşenlere götürsen? Halim yok, otobüsle uğraşacak." Koltuğa oturmuş annesiyle telefonla konuşurken sabır dileyerek yüzünü sıvazlıyor, annesine ters bir şey dememek için kendini zor tutuyordu Sarp. Bir insanın üstüne bu kadar da gelinmezdi ki. Annesini istediği yere götürürdü, mevzu bu değildi ama annesinin özellikle Ayşenlere gitmek istemesinin nedeni kendinin Ayşen'le arasını yapmaktı. Sanıyordu ki, Ayşen'le iki çift laf edince ona âşık olacak. Var mıydı öyle bir dünya? Sevmek bu kadar basit miydi cidden? "Gelemem anne gelemem. Dükkânda işim var. Caner'i göndereyim, o götürsün seni." "Senin işin var da Caner'in işi yok mu oğlum?" "O dışarı çıktı, malzeme almaya. Eve de uğrasın, seni istediğin yere bıraksın. Olmaz mı?" "Ha ben de iki saat onun gelmesini bekleyeceğim. Ayıp denen bir şey var oğlum, öyle vakitli vakitsiz gidilmez her yere." "Anne..." "Hiç bana anne falan deme Sarp. Geliyor musun, gelmiyor musun?" Tuttuğu nefesini verdi genç adam, anlamıştı kaçışı yoktu. Eğer şimdi gelmiyorum dese evde annesi başının etini yiyip duracaktı. "Tamam anne, tamam geliyorum. Sen hazır ol." "Çok gecikme." "Olur anne." Telefonu kapadığında ellerini sıkıntıyla saçlarının arasına geçirdi genç adam. Hayır, hiçbir şey değil annesi Ayşen'i de ümitlendiriyordu boş yere. Olmayacak bir iş yüzünden kıza mavi boncuk dağıtıyordu. Kendi Ayşen'le konuşmuş olsa bile annesinin niyetini Ayşen de anlıyordu ve belki de içten içe ümitleniyordu kız. Yazık değil miydi ona da? Oflayarak ayağa kalkıp telefonu cebine koydu. Bir an önce annesini götürüp gelse iyi olurdu. Yoksa gerildikçe gerilecekti. Hesap yapan abisinin yanına vardığında "Ben çıkıyorum," dedi. "Annem aradı beni Ayşenlere bırak diye inat etti. Hemen götürüp gelirim." Elindeki kalemi bırakıp ters bakışlarla kardeşine baktı Sedat. Sarp günaha giriyordu haberi yoktu. "Kıza boş yere mavi boncuk dağıtıp durma." "Abi sen ciddi misin?" diyerek kaşlarını çatıp elleriyle kendini işaret etti Sarp. "Ben mi Ayşen'e umut veriyorum? Annem rahat durmuyor, ben ne yapayım? Kaç defa konuştum ama yok, dinlemiyor." "Oğlum senin iyiliğini istiyor kadın. Olmayacak birinin peşinden koşup duracağına kendi hayatını kur, istiyor." "Ben hayatımdan memnunum abi. Bu konuyu da daha fazla tartışmayalım çünkü gerçekten halim yok." Sarp arkasını döndü, dışarı çıkacaktı ki abisinin sözlerini duyunca durdu. "Karışmayım, konuşmayım diyorum ama benim de sabrım taşıyor artık. Geçmişi unuttun mu Sarp? Söylesene oğlum, Feyza yüzünden basketi bıraktığını unuttun mu? Hadi onu da geçtim, o Ethem denilen adamın mahalleye gelip bizi rezil ettiğini de mi unuttun? Şimdi hiç mi düşünmüyorsun? Hiç mi aynı şeyler olur, diye endişe etmiyorsun? Biraz bizi anlasan olmuyor mu be kardeşim? Annem aynı şeyleri yaşamaktan özellikle senin aynı şeyleri yaşamandan korkuyor. Senin üzülmeni, gözünün önünde kahrolmanı istemiyor. Bak Feyza yine yok, kim bilir nerede ne yapıyor? Günlerdir senin yüzünden düşen bin parça. Yazık değil mi, sana da, bize de yazık değil mi Sarp?" İçli içli abisine baktı genç adam, Sedat'ın yüzünde kızgın bir ifade değil, anlaşılmaya muhtaç bir bakış vardı. Belki de kendince haklıydı abisi ama elden ne gelirdi. Feyza'yı yüreğinden söküp atamazdı, ne olursa olsun bunu yapamazdı. Sevdiği tek kadın oydu çünkü ve başkasını sevmeyi istemiyordu. Hissettiği bu güzel hisler sadece Feyza'ya özel kalsın istiyordu. Feyza olmasa bile. "Anlatsam da anlamayacaksın ki abi," diyerek omuzlarını silkti Sarp. "Feyza yoksa başkası da yok." "Sarp..." "Ben yarım saate dönerim. Sana kolay gelsin." Sarp çıkıp gittiğinde Sedat derin derin iç çekti. Gerçekten kardeşinin akıbeti için endişe ediyordu ve aynı zamanda dediği gibi geçmişte yaşanan olayların tekrarlanmasından korkuyordu. Nermin Hanım'la, Ayşenlere vardığında onun ısrarı ile arabadan indi Sarp. Zira annesi bir selam vermezsen ayıp olur, diye diye başını kekmişti ve kendi de el mâhkum şu an kapının önünde duruyordu. Kapının açılmasını beklerken kendini oldukça sıkıntılı hissediyordu ki, kapı Ayşen tarafından açılınca gülümsemek için zorladı kendini. "Sarp," dedi genç kadın hoş bir tebessümle. Sarp'ı göreceği için biraz kendine elbette ki özennişti. "Hoş geldin. Geçsene içeri." "Hoş buldum ama içeri giremeyeceğim abim bekliyor." "Bir kahve içseydin en azından." "Belki başka zaman. Hadi size iyi sohbetler," diyerek muhabbeti sonlandırdı Sarp sonra da arabaya varıp yeniden dükkâna doğru yol aldı. Evet bu, bir kaçıştı. Annesinin saçma sapan işlerinden kaçışı. Akşam olduğunda Sedat'la birlikte eve döndü Sarp fakat işler peşini bırakmadı. Evdeki perdeler yıkanmıştı bugün ve onları asmak uzun boylu olduğu için kendine kalmıştı. Merak ediyordu genç adam, ne zaman şu evde biraz dinlenebilecekti? Salonun perdelerini takarken gözleri karşı evde uzun uzun oyalandı, derin derin iç geçirdi. Yine bir gün bitmişti ve Feyza hâlâ yoktu. Kaç gece daha onun hasretiyle yanacaktı yüreği, ne zaman ondan bir haber alacaktı? Ya da Feyza ne zaman dönecekti? Şimdi niye böyle sırra kadem basmıştı? Ortada bilmediği ne vardı? Korku ve endişe kalbinde kol gezerken kendine düşen yine eli kolu bağlı, çaresizce beklemekti. Ne kadar bekleyeceğini bilmeden "Sarp hadi gel, sofra hazır perdeleri sonra takarsın." "Geliyorum yenge," diyerek sandalyeden indi Sarp. Gözlerini zorlukla çektiğinde mutfağa doğru yol aldı. Belki yardım edilecek bir şey vardı. Mutfağa girdiğinde ise annesinin kaselere çorba koyduğunu gördü, tezgâhın üstündeki kaseleri alıp yeniden içeri girmek üzere hareketlenmişti ki Nermin Hanım kendine seslenince durdu. "Sarp" "Ne oldu anne?" Elindeki son kaseyi de tezgâhın üzerine bıraktı yaşlı kadın. Ciddi bakışlarla oğluna bakarken şansını bir kez daha denemekte bir sakınca görmüyordu. "Bak ben sana ne diyeceğim. Bugün Ayşen'in ağzını aradım..." "Anne" "Dinle önce bir. Allah Allah, hemen kestirip atma oğlum. Belli kızın niyeti var bu işe, çekiniyor biraz ama ben anlarım, beğeniyor seni. Sen de hiç olmazsa bir düşünsen... Yavrum bak, o kız seni sever, sayar... Hem boyu boyu, huyu huyuna denk. E Allah için kız da güzel, becerikli, hamarat... Ne olur bir kere düşünsen?" Niye bu kadar çok üstüne geliyordu annesi, istemiyorum kelimesinin tam olarak neresini anlamıyordu? Sıkıntıyla nefes alıp verirken artık gerçekten boğulduğunu hissediyordu Sarp. Bu yaştan sonra annesinin bu derece üstüne gelmesine, kendini evliliğe zorlamasına cidden dayanamıyordu. Çok kötü patlayacaktı ona korkuyordu. "Annecim istemiyorum ya. İs-te-miyo-rum! Ne olur daha fazla üstüme gelme artık!" Sözlerinin ardından annesine son bir bakış atıp mutfaktan çıktı genç adam. Nermin Hanım ise oğlunun arkasından bakmayı sürdürdü. Kafasına koymuştu bir kere bu iş öyle ya da böyle olacaktı. Akkaya ailesi o akşam da hep birlikte sofraya oturduklarını yemeklerini yediler. Sonrasında herkes kendi köşesine çekildi, saat geç olunca da ev ahalisi yataklarına geçti ancak Sarp salondaki pencerenin önünde oturup sabahladı. İçindeki umuda tutunarak Feyza'nın gelmesini bekledi. Saat kaçtı bilmiyordu fakat biten günün ardından güneş doğmuştu ve kendi bir dakika olsun gözünü kırpmamıştı. Belki gelirdi Feyza, belki dönerdi, kendi de onun geldiği zamanı kaçırmak istemiyordu. "Sarp sen uyumadın mı?" Başını arkaya çevirdiğinde kapının pervazında duran Meryem'i gördü. Haline üzülen bir o vardı zaten. "Uyku tutmadı yenge." İç geçirip Sarp'ın yanına oturdu Meryem bir abla gibi elini yanında oturan adamın omuzuna dayadı. İçtenliği yüz ifadesinden belli oluyordu. "Bazen ne kadar yakın olursak olalım herkesin hayatını bilemeyiz Sarp. Kim ne yaşıyor bilemeyiz. Bazen herkesin herkese söyleyemeyeceği şeyler olabilir, bazen karşı tarafın değil, bizim anlayışlı olmamız gerekir. Ne demek istediğimi anlıyor musun?" Usul usul başını salladı Sarp, yengesinin ne demek istediğini anlıyordu anlamasına ama anlamadığı şeyler vardı ve bunları dile getirmekten çekinmedi. "Anlıyorum anlıyorum da yenge neden Feyza'nın telefonu kapalı? Neden ben ona ulaşamıyorum? Korkuyorum, çok korkuyorum. Onu yeniden kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki." Meryem yeniden bir şey diyecekti ki kapı çaldı. Ayağa kalıp kapıya baktığında ise Caner'le karşılaştı. Aralarında kısa bir selamlaşma gerçekleştiğinde içeri girip Sarp'ın yanına oturdu Caner. Onun da sıkıntılı olduğu belliydi. "Gelen giden yok demi?" Başını iki yana salladı Sarp. Gözlerine halıya dikmiş, düşüncelerinde kaybolmuştu. Neredeydi Feyza, nerede? Ev halkı tek tek uyanırken Nermin Hanım ters ters bakıyordu hem oğluna hem Caner'e, o kızlar ne hale gelmişti bu çocuklar. Kimseye anlatamıyordu ki derdini. Pazartesi sabahı olduğu için evde telaşla kahvaltı hazırlanırken Caner pencerenin önünde dikilmeye devam ediyordu ki bir arabanın karşı evin önünde durduğunu görünce gözlerini kocaman açtı. Arabadan Asu ve Feyza'nın indiğine şahit olunca ise bağırdı. "Sarp! Sarp! Geldiler kardeşim, geldiler!" Sarp odasından ışık hızıyla fırlayıp pencerenin önüne vardığında Feyza'yı görünce yerinde bir saniye bile durmadı. Koşar adım evden çıktı, belki dikkatli baksa yanlarındaki İlker'i fark edebilirdi. Gerçi o fark etmemiş olsa bile Caner, o yabancı adamı da görmüştü. Sarp'ın ardından evden çıktığında tüm Akkayaların kapının önünde toplanmasına şaşırmadı. "Feyza!" Eve girmek üzere iken Sarp'ın sesini duyunca gözlerini kapadı genç kadın. Akmak isteyen gözyaşlarına direnerek elindeki anahtarla arkasını döndü fakat döner dönmez Sarp, boynuna atlayıp kendini kollarına hapsederek başını boynuna gömdü. Hiçbir şeyi düşünmediği, sorgulamadığı belliydi. Sevdiği kadının hasret kaldığı kokusunu içine çekerken gözlerinin dolmasına engel olamadı Sarp. Evet, kavuşmanın verdiği buruklukla gözleri dolmuş, yüreği özlemle geçen günlerin ardından mutluluğa ermişti. Öyle sıkı sarılmıştı ki Feyza'ya sanki bırakırsa o gidecekmiş gibi, sanki şimdi Feyza kollarının arasından çıkarsa bir daha ona hiç dokunamayacakmış gibi. Hayır, bırakmazdı, Feyza'yı bir daha asla bırakmazdı. İzin vermezdi avuçlarından kayıp gitmesine. İpek saçlar parmaklarına dolanırken nefesi, genç kadınının boynunu yakıyordu. Çekinmeden, korkmadan, düşünmeden Feyza'nın boynuna ufak ufak öpücükler konduruyor, gözlerinden düşen iki damla gözyaşının o noktayı ıslatmasına izin veriyordu. Feyza buradaydı ya, kollarının arasındaydı ya, hiçbir şey umurunda değildi, dünya yanarsa yansındı Feyza yanındaydı nasıl olsa. "Yine gittin sandım. Aklım çıktı Feyza. Yine gittin, diye aklım çıktı." "Sarp," diyebildi genç kadın zorlukla. Ellerini genç adamın sırtına yerleştirmiş olsa bile onun gibi özlemle kucaklayamıyordu onu. "Bir daha," diyerek Feyza'dan ayrıldı Sarp. Feyza'nın yüzünü avuçlarının içine aldığında ela gözlere hasretle baktı. "Ne olursa olsun gitme. Beni bırakıp hiçbir yere gitme." Sarp'ın gözleri dudaklarına kayarken hiçbir şey diyemiyor, yapamıyordu Feyza. Çünkü parmağında bu kez çözemeyeceği bir kelepçe vardı. İlker daha fazla bu sahneyi izlemek istemediğinden dolayı boğazını temizleyerek ikisinin arasına girdi. Feyza'ya yaklaşıp Sarp'ın karşısına geçti. Dudaklarındaki zafer gülümsemesi yüzünün tamamını kapsıyordu neredeyse. "Sonunda seninle tanışabildik Sarp." Kaşlarını çattı Sarp, ne oluyordu, bu adam kimdi, Feyza'nın yanında ne işi vardı? Kendi tanımadığı adamı kötücül bakışlarla süzerken İlker sol eliyle Feyza'nın elini tutup sağ elini Sarp'a uzattı. "Ben İlker, Feyza'nın nişanlısı." |
0% |