Yeni Üyelik
31.
Bölüm

28. Bölüm Yüzleşme

@petekayla

"Ben İlker, Feyza'nın nişanlısı."

Karşısındaki adamın sözleri üzerine öylece kalakalırken dilinin tutulduğuna emindi Sarp. Ne konuşabiliyor, ne de bir tepki gösterebiliyordu yalnızca durumu idrak etmeye çalışıyordu. İlker, adını hep Feyza'nın telefonunda gördüğü adam sahiden Feyza'nın nişanlısı mıydı? Hayır, olamazdı bunun başka bir açıklaması vardı, olmalıydı. Kendi cesurca Feyza'ya, İlker'i sormuşken Feyza kendinden böyle bir şeyi saklamış olamazdı. Yaşadıkları onca şey varken o, kendine bunu yapmış olamazdı. Olamazdı işte. Genç kadının gözlerine çevirdi kehribar gözlerini, yakarış dolu bakışları bir açıklama ister gibiydi. Yanlış duyduğunu, yalan olduğunu söylemesini ister gibi.

"Pek bir şaşırdın yoksa Feyza'nın en değerli dostu olarak bundan haberin yok muydu?"

Otuz iki diş sırıtarak konuşurken Feyza'ya çevirdi başını İlker. "Aşk olsun sevgilim," dedi gerçekten gücenmiş gibi. "Sarp'a bunu söylemedin mi yoksa?"

Sarp'ın gözlerinin içine bakarken İlker'den bir kez daha nefret etti Feyza, Sarp'a böyle davranmak şüphesiz daha da tatmin ediyordu onu. Zafer kazanmıştı ya, kendince tadını çıkarıyordu. En kötüsü de bu zaferi kabullenmekti, zayıf düştüğünden değil, sevdiği adamı korumak için kılıcını bırakarak verilen hükme baş eğmiş ve parmağına bir kelepçe takılmasına ses çıkaramamıştı. İlker'e ya da babasına değil, sevgisine yenilmişti. Nitekim herkes zaafının Sarp olduğunu biliyordu ve zaafını kullanarak canını yakmak isteyeceklerdi, buna da izin veremezdi. Kendi için hiçbir korkusu yoktu ancak Sarp'ın başına bir iş gelirse dayanamazdı. Babası, Sarp'a zarar verirse işte o zaman gerçekten ölürdü. O yüzden kabullenmişti yenilgisini ve takmıştı parmağına yeniden nişan yüzüğünü. Şimdi de buradaydı işte, İlker'in nişanlısı olarak Sarp'ın karşısında.

"İlker ben çok yorgunum, dinlenmek istiyorum," diyerek elini genç adamın elinden çekip arkasını döndü Feyza. Sarp'ın soru dolu bakışları karşısında en iyi çareyi kaçmakta bulmuştu. Hoş, ne kadar kaçabilirdi onu da bilmiyordu.

Sarp olduğu yerde dikilmeye devam ederken Asuman olaya müdahil olarak İlker'in omzuna iki kere vurdu. "Hadi," sinirden dişlerini sıkarken. "Sen git artık."

"Asu"

"Hadi dedim İlker, hadi."

Her ne kadar Sarp böyle kapının önünde durup Feyza'ya pek masum olmayan bakışlarla bakarken gitmek istemese de başını salladı İlker. İstediği olmuştu, Feyza artık kesin olarak elindeydi. O yüzden içi rahat bir şekilde Antakya'da Sinan'la birlikte tuttuğu eve gidebilirdi. Arabanın kapısını açtığında yeniden Sarp'la göz göze geldi ve dudaklarında o itici gülüşü yeniden yer edindi. Rahat bir tavırla arabaya binip gazı körükledi. Mahallede tozu dumana katarakta gözden kayboldu.

İlker'in gidişin ardından bahçeden geçip kapının önünde, Feyza'nın tam arkasında durdu Sarp. Bu durumun gerçekten başka bir açıklaması olmalıydı ve Feyza o açıklamayı kendine yapmalıydı.

"Feyza"

Sarp'ın nefesi tenini yakarken gözlerini kapadı genç kadın. Kahretsin neden şu kapı bir türlü açılmıyordu? Eli ayağına dolanırken kapı deliğine sokamadığı anahtar bir kez daha elinden kayıp düştü. Dudaklarını dişlerken el mâhkum Sarp'a doğru döndü. Burun buruna geldiklerinde hissettiği duygular arasında kayboldu. Sarp'ın naneli kokusu aklını başından alırken o içli içli bakan güzel gözleri kalp ritmiyle oynuyor, onu günler sonra yeniden görmek, ona daha da çekilmesine neden oluyordu. Baştan aşağıya duygu seli içindeydi, Sarp'ı en içten arzularla isterken ondan uzak durması gerektiğini biliyordu. Sarp'ın canını daha da yakmadan ondan uzak durmalıydı, her ne kadar bu, ikisinin de canını yakacak olsa da. Hayaller her zaman gerçek olmazdı, insan her istediğini öylece elde edemezdi, savaşsa da galip gelmezdi bir türlü ve sonunda yenilirdi hayata. Tıpkı kendi gibi. Olmuyordu, ne kadar çabalarsa çabalasın engelleri aşıp ulaşamıyordu Sarp'a, doya doya sarılamıyordu ona. Hasretini dindiremiyordu kollarında, dokunamıyordu kadife gibi yumuşak tenine, öpemiyordu tutkuyla öpmek istediği dudakları. Her defasında bir yabancı gibi kalıyordu Sarp'ın karşısında.

"Sarp"

"Bir açıklama yapmayacak mısın?"

"Ne duymak istiyorsun bilmiyorum ama ben gerçekten çok yorgunum. Uzun bir yolculuk geçirdim ve bir saat sonra girmem gereken dersler var. İzin verirsen biraz dinlenmek istiyorum."

Başka bir şey demeden yeniden arkasını döndüğünde kuzeninin kapıyı açtığını gördü genç kadın. Açık kapıdan içeri girer girmez odasına doğru koştu. Asuman hâlâ kapı eşiğinde dururken ne yapacağını bilmiyordu. Kime ne diyeceğini gerçekten bilmiyordu, o da sudan çıkmış balık gibiydi.

"Sen bir şey söyle bari Asu. Neler oluyor? O adam...İlker..."

"Ne olur bana da bir şey sorma Sarp."

Asu içeri girerken gözlerini kapadı Sarp. Öfkeyle nefes alıp verirken burnundan soluyordu. Niye ikisi de doğru düzgün bir cevap vermiyordu?

"Asu!" diyerek en sonunda olaya el attı Caner. Hızlı adımlarla genç kadının yanına vardığında kolunu tuttu. Yoktu öyle kaçmak, neler olduğunu anlatacaklardı.

"Kızım siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Neredeydiniz günlerdir? Feyza'nın yanındaki o lavuk kimdi?"

"Pardon da sen kim olarak hesap soruyorsun?" diyerek kolunu hızla çekti Asu. Oldukça asabi olduğu gergin yüz hatlarından belliydi.

"Kim olarak soruyorsam soruyorum. Neredeydiniz günlerdir? İlker midir, nedir o adam kim?"

"Git işine gücüne bak Caner. Benim sana verecek tek bir cevabım yok."

Caner iç geçirirken sabır diliyordu, kendi de en az Sarp kadar öfkeliydi. Asu'nun bu tavırları artık gerçekten sinirleri bozuyordu. Kendi onu deli gibi merak etmişken şimdi ondan tek bir yanıt bile alamamak çıldırtıyordu kendini. Kaldı ki, o İlker denen adam nereden çıkmıştı, o da tam bir muammaydı. Genç kadın gözlerini Caner'den çekip tekrardan Sarp'a çevirdiğinde doğru kelimeleri bulmaya çalıştı.

"Feyza biraz dinlensin sana olanları uygun bir dille anlatır Sarp. İkimiz de gerçekten çok yorgunuz."

"Peki Asu," demekle yetindi Sarp. Asuman içeri girip kapıyı kapatınca da öylece kaldı. Öfkeyle nefes alıp vermeye devam ederken başını arkaya çevirdiğinde herkesin kapının önünde toplandığını o an fark etti. Ne güzel olanlara bütün ailesi şahit olmuştu. Bir kez daha sıkıntıyla nefes almasının ardından eve girmek üzere adımladı. Nasıl olsa girecekti o eve, kaçışı yoktu.

Yatağında dizlerini karnına çekmiş bir vaziyette uzanırken saçları yastığın üzerinde dağılmıştı. İnce ince gözyaşları yanaklarını ıslatırken tüm yollarının tıkandığını, çıkmazların ortasında kaldığını hissediyordu Feyza. İçinde bir yerler çok feci acırken ne yapacağını hiç ama hiç bilmiyordu. Çaresizlik ruhunu bir karabasan gibi ele geçirmiş, tırnaklarını acımasızca kalbine batırıyordu ve bu acıya dayanamıyordu. Sarp'tan uzak kalacak olmanın ağırlığına dayanamıyordu. Yıllarca gönlü onun hasreti ile yanıp tutuşmuşken şimdi yeniden bu özlem kendini yakıyordu. Tam kavuştum derken yine kaybetmişti onu. Hem de bir hiç uğruna. Belki İlker'le nişanlandıktan sonra Hatay'a gelmesinin hiçbir anlamı yoktu fakat Sarp'ı görmemeye dayanabileceğini sanmıyordu. Her ne kadar onu görmek kendine acı verse de.

Dudakları arasında ufak bir hıçkırık kaçtığında gözyaşları şiddetlendi. "Sarp," diye fısıldadı özlemle. Sevdiği ama asla kavuşamayacağı adamın hiç olmazsa ismini söylemek istiyordu Feyza. Sarp demek istiyordu, Sarp diye haykırmak istiyordu tüm dünyaya. İçindeki sevgi böylesine büyükken ondan vazgeçmek zorunda kalmak berbat bir duyguydu. Sarp için her şeyi göze alabilirdi, her türlü savaşa girerdi lakin onun başına bir şey gelirse buna dayanamazdı. Biliyordu ki, babası iş adamı olduğu kadar da karanlık bir adamdı. Bilmediği daha doğrusu ilgilenmediği kirli işler çevirirdi Ethem Ataman ve o kirli işlerinin içine Sarp'ı sokmasından korkuyordu. İlker'le bir olup Sarp'ın başına türlü çoraplar örmesinden. Biliyordu Sarp'ın canını belki de en çok kendi yakıyordu şimdi ancak en azından o mutlu olacaktı. Kendi olmasa da mutlu olacaktı. Altın kalpli bir adamdı zira Sarp ve altın kalpler eninde sonunda mutluluğu bulurdu. Belki çok uzaklarda, belki yabancı kollarda. Sarp unutacaktı kendini, unutmak zorundaydı başka türlüsü mümkün değildi.

Öğrencilerine imkânsızlık, diye bir şeyin olmadığını anlatmaya çalışırken yanıldığını tecrübe ediyordu. Kendi bir öğretmendi lakin öğrencileri haklıydı, her zaman aşılamıyordu imkânsızlıklar. Hayaller bazen yarım kalıyordu ve insan bulutlarda yaşıyorken gerçekten bir anda yere çakılabiliyordu. Yirmi yedi yaşında hayat dersini almıştı Feyza, öğretmenden önce öğrenmesi gereken dersler olduğunu ya da hayat sınavının sunduğu sonuçları kabul etmesi gerektiğini öğrenmişti. İtiraz hakkı tanımıyordu çünkü hayat öğrencisine, acımasız bir hoca gibi yaptıklarının sonucuna katlanmak zorunda olduğunu kafasına vura vura öğretiyordu. Kendi de şimdi aldığı yanlış kararların bedelini ödemek mecburiyetindeydi.

Hiç olmayacak bir umuda tutunarak geçmiş defterini yeniden açmış, terk ettiği şehre yeniden dönmüştü ancak sonuçlarını tahmin edememişti ne yazık ki. Ne sanıyordu ki Feyza, gerçekten Sarp'la mutlu mesut Antakya'da yaşayacağını mı? Babasının cidden buna sessiz kalacağını mı? Ya da İlker'in kendinden vazgeçeceğini mi? Elbette ki hiçbiri olmayacaktı, elbette ki babasıyla ne kadar savaşırsa savaşsın galip gelemeyecekti. Aptaldı ki, tüm bu hayallere inanmıştı.

"Feyza," diyerek odaya girdi Asuman. Yatağa oturup kuzeninin saçlarında ellerini gezdirirken ne diyeceğini gerçekten bilmiyordu. "Konuşmak ister misin?"

"Yalnız kalmak istiyorum Asuman. Lütfen."

O kadar güçsüz çıkmıştı ki sesi, Asuman içinin acıdığını hissetti. Keşke kuzeni için elinden bir şey gelseydi. "Peki, ısrar etmeyeceğim ama konuşmak istersen buradayım."

Ağır adımlarla ayağa kalktığında kapıya doğru yürüdü genç kadın, arkasını dönüp kuzenine son bir kez baktığında çaresizlikle tuttuğu nefesini verdi. İçinden geçen İlker'i kendi elleriyle boğmak, eniştesinin şirketini altını üstüne getirmekti lakin elinden gelen kapıyı kapatıp Feyza'yı yalnız bırakmaktı. Her ne kadar bu, içine sinmese de.

***

"Ya nasıl olur nasıl? Nasıl bir anda nişanlanabilir benim aklım almıyor! Almıyor ya, almıyor!"

Sarp tezgâha yaslanmış bir vaziyette iken sinirinden tezgâha vurup mutfağın içinde yeniden volta atmaya başladı. Bir oraya bir buraya yürürken burnundan soluyordu. Feyza nişanlanmıştı, nasıl öfkesine hakim olabilirdi ki? Kalbine bıçaklar saplanırken, boğazına ipler dolanmış, nefesini kesiyordu sanki. Gerçekten nefes alamıyor, düşündükçe boğuluyordu. Başka bir adamın nişanlısıydı artık Feyza, başka bir adamla evlenecek, yuva kuracaktı, öyle mi? Hayır, buna dayanmazdı, sevdiği kadını başkasıyla görmeye dayanamazdı. Onların mutluluklarına seyirci kalamazdı. Kaldıramazdı bu kadarını. Zorba bir adam değildi, sevdiği kadına zarar vererek onu istemediği şeylere zorlasın ancak bu işin içinde başka bir şeyler olduğunu seziyordu ve onları öğrenmekte kararlıydı. Eğer Feyza kendine hiç umut vermemiş, dürüstçe hayatımda başka bir var, demiş olsaydı kendi yine kalbine gömerdi sevdasını. Acı verse de hatıralarla yaşardı lakin kaç defa sormuştu Feyza'ya hem İlker'i, hem hayatında biri olup olmadığını o da yok demiş, İlker konusunu da bir şekilde geçirmişti. Her ne kadar bazı şeylerden şüphelense de Feyza'ya inanmayı tercih etmişti Sarp. Düşmemişti İlker'in üstüne, sahiden Feyza'yla bir ilişkisi olsa Feyza söylerdi kendine. Evet, söylerdi ve bu kadar umut vermezdi. Her defasında yeşil ışık yakarak, gözlerine sevgiyle bakmazdı. Tamam aralarına şeffaf bir bariyer ördüğü bir gerçekte lakin yine de Feyza'nın kendine sıkı sıkı sarıldığı, arkadaştan daha öte davrandığı hatta dudaklarını öpmesine bile izin verdiği gerçeği de vardı. Belki olmamıştı, belki öpmemişti onu ama yine de buna her niyetlendiğinde Feyza karşı koymamıştı kendine. Eğer gerçekten İlker ya da başka biri olsaydı hayatında bu kadar yakınlığa müsaade eder miydi Feyza? Asla. O zaman bu nişanlılık mevzusunun altında başka şeylerin olduğu muhakkaktı ve Sarp ne yapıp ne edip gerçekleri öğrenecekti.

Düşünceleri arasında kaybolmuşken hiddetle ellerini saçlarının arasından geçirdi genç adam. Kalbi yangın yeriydi, alev alev yakıyordu Feyza yüreğini ve kendi her defasında daha çok kapılıyordu o yangına. Sevda bu muydu? Sevmek bu muydu? Bin defa küle dönüp sonra yeniden doğup bir daha bir daha yanmak mı? Hoş aşkı hiç kül olmuş muydu ki? Hiç sönmüş müydü bu sevdanın yangını? Hayır. Koca bir hayır. Feyza'yı ilk gördüğü günden beri yanıyordu Sarp, koca bir ormanın ortasında sonsuza kadar sürecek bir yangının içinde kor ateşlerde yanıyordu. Ne sönüyordu, ne kül oluyordu yalnızca alevlerin ortasında sevdasına kavuşacağı günü öylece, bir başına bekliyordu bomboş bir umutla.

"Sarp ne olur harap etme kendini bu kadar," diyerek elindeki bıçağı bırakıp Sarp'a doğru döndü Meryem. Herkes kadar kendi de şaşırmıştı Feyza'nın nişanlanmasına.

"Nişanlanmış yenge! Nişanlanmış!"

"Sarp"

"Defalarca sordum kendine hayatında biri var mı, diye? Yok, dedi yok!"

"Tamam tamam gel bir kahvaltı edelim sonra konuşursun bir şekilde Feyza'yla. İşin aslı astarı nedir öğrenirsin."

"Ortada öğrenecek bir şey yok Meryem. Kız nişanlanmış işte olan olmuş, biten bitmiş. Bundan sonra Sarp'ta kendi yoluna bakacak."

Abisinin sert sesini duyduğunda gözlerini kapı pervazına çevirdi Sarp. Yumruklarını sıkarken kehribar gözleri alev topuna döndü. Zaten canı burnundaydı bir de abisinin sözleri iyice körüklemişti öfkesini. Sedat'ın anlayışlı davranmasını beklemiyordu fakat yine de üstüne gelmese olmuyor muydu?

"Abi lütfen."

"Ne lütfen Sarp? Ne lütfen?" diyerek mutfağın içine doğru adımladı Sedat. Feyza nişanlanmıştı, belli ki yakında evlenecekti daha neyin derdindeydi kardeşi?

"Oğlum kız nişanlanmış, nişanlanmış!"

İstemsizce yüksek çıkan sesine karşı evi gösteren eli eşlik etti. Kardeşinin gözlerinin içine içine bakarken gerçekleri onun yüzüne vurmaktan çekinmiyordu. Zira Sarp bu durumu kabul etmeli daha fazla Feyza'da Feyza, diye dolanmamalıydı ortalıkta. Akılsız kardeşinin olaylarına tahammülü yoktu çünkü. İyi bilirdi zengin züppelerini, ellerindeki her imkânı sonuna kadar kullanarak binbir bela açarlardı başlarına ve İlker'in de onlardan biri olduğuna şüphe yoktu. İlk görüşte anlamıştı Sedat o herifin ne tür bir bela olduğunu.

"Bunun neresini anlamıyorsun? Kız gitmiş, nişanlanmış, gelmiş! Durum bu ve sen burada kendi kendini yesen de değişmeyecek! Sen de artık kendine yoluna bakacaksın Sarp! Bu işin başka yolu yok!"

"Her şey bu kadar basit değil abi! Biliyorum işin içinde başka işler var ve ben ne olduğunu öğreneceğim!"

Sözlerinin ardından abisinin delici bakışlarına aldırmayarak onun yanından geçip gidecekti ki Sarp, Sedat kolunu tutunca durdu. Abisiyle burun buruna geldiğini fark etse de geri adım atmadı. O ne derse desin durmayacaktı, Feyza'dan neler olduğunu öğrenene kadar durmayacaktı.

"Nereye?"

"Feyza'ya abi, Feyza'ya! Neler olduğunu öğrenmeden ben bu işin peşini bırakmam!"

"Sabrımı taşırma Sarp!"

"Abi..."

"Oğlum sen bizi el âlemle papaz mı etmek istiyorsun?! Hadi git Feyza'ya, bağır, çağır olay çıkar sonra Ethem denen adam gelsin bizi mahalleye rezil etsin, o İlker denen herif gelsin başımıza bin tane bela açsın... İstediğin bu mu?! Söyle bana Sarp istediğin bu nu?!"

Sabır dilerken gözlerini kapadı Sarp. İsterse bunların hepsi olsundu, kendi yine Feyza'dan vazgeçmezdi. Gözünü karartır Feyza için her türlü savaşa girerdi. Feyza'nın uğruna her şeyi göze alabilirdi, mahalleye rezil mi olacaktı, olsaydı. İnsanlar arkasından mı konuşacaktı, konuşsaydı. Ethem Bey, elinde ne var ne yoksa alacak mıydı, alsaydı. İlker gelip kendiyle mi dalaşacaktı, dalaşsaydı. İsterse kıyametler kopsundu kendi yine sevdasından vazgeçmezdi. Kimseden ve hiçbir şeyden korkusu yoktu. Feyza tüm bunlara değerdi çünkü.

"Kimse elinden geleni ardına koymasın abi! Ben her şeyi göze almışım!"

"Atarlı giderli konuşmanın sırası değil Sarp! Ne yapacaksın, nişanlı bir kızın peşinde dolanıp duracak mısın?!"

"Abi anlamıyorsun..."

"Asıl sen anlamıyorsun! Feyza nişanlı, nişanlı! Neyin derdindesin sen daha?"

"Feyza isteyerek nişanlanmadı, adım kadar eminim bundan!"

"Ya sabır!" diyerek arkasını döndü Sedat. Yüzünü sıvazlarken kardeşine nasıl laf anlatacağını kara kara düşünüyordu.

"Başka bir şey var biliyorum. Biliyorum abi ve ne pahasına olursa olsun bunu öğreneceğim."

"Nereden biliyorsun?" diyerek yeniden Sarp'a döndü Sedat. Bir iki adım atarak onunla arasındaki mesafeyi kapatarak kardeşinin gözlerinin içine içine baktı.

"Söyle bana nereden biliyorsun?"

"Gördüm çünkü. İster inan ister ama ben Feyza'nın bana bakan gözlerini gördüm abi. Hissettim. Aramızdaki o duyguları hissettim!"

"Kuzulkurt Sarp!"

Nermin Hanım'ın sesi evde büyük bir yankı uyandırdığında Sarp'ın bakışları mutfağa yeni girmiş olan çatık kaşlı annesini buldu. Derin bir iç geçirdi genç adam şimdi bir de onunla uğraşması gerekecekti.

"Hakikaten kuzulkurt artık! Feyza'da Feyza, Feyza'da Feyza diye başımızın etini yedin, kız nişanlandı sen hâlâ Feyza, diyorsun! Oğlum yeter, Allah aşkına yeter! Kendine acımıyorsan bize acı."

"Anne..."

"Ney anne ney? Oğlum Allahını seversen dur artık, bırak o kızın peşini! Ondan sana hayır gelmez!"

Yok, daha fazla evde duramayacaktı Sarp. Annesi bir yandan, abisi bir yandan üstüne gelirken tahammülü gerçekten bitmişti. Ne yapacağına karar vererek vestiyerden ceketini alıp evden çıktı. Tabii çıkarken kapıyı çarpmayı da ihmal etmedi, sabrı gerçekten taşmıştı çünkü.

Evden çıkar çıkmaz soğuk hava yüzüne çarptığında biraz olsun sakinleşmeye çalıştı genç adam. Yüzünü sıvazlayıp ellerini saçlarının arasından geçirdi. Gözleri karşı evi bulunca ise yine kara düşüncelerin arasında kayboldu. Nişanlı bir kadının peşinde dolanacak kadar gurursuz bir adam değildi lakin içindeki sesler gerçekten bu nişan mevzusunun altında başka işler olduğunu kendine avaz avaz bağırıyordu. Eğer gerçekten Feyza, İlker'i sevseydi kendinden bunu saklamaz, bir şekilde hayatında biri olduğunu kendine söyler, aralarına daha çok mesafe koyardı. Fakat yine de Feyza, sonradan İlker'le nişanlanma kararı almışsa veya ona sahiden âşık olmuşsa onun peşinde elbette ki koşmazdı onu sevmeyi vazgeçtiğinden değil, o mutlu olsun, diye. Evet onun mutluluğu için ondan uzak duracak kadar çok seviyordu Feyza'yı. Feyza nişanlanmış hatta ileride evlense bile yine severdi onu. Ancak uzaktan, içten, kendi kendine, sessizce... İncitmezdi ki sevdiği kadını, izin vermezdi gözlerinden bir damla yaşın akmasına. Kıyamazdı ki ona, o üzülürse kendi kahrolurdu. Feyza mutlu olsundu, kendi bu aşkın çilesini başı gözü üstüne kabullenirdi.

Feyza kapıyı açtığında Sarp'ı görünce derin bir nefes alıp her şey normalmiş gibi davranmaya çalıştı. Her ne kadar bunu yapmak zor olsa da hızlıca bakışlarını kaçırıp Sarp'ı görmemiş gibi davrandı. Dışarı çıkıp arabasına vardığında Sarp kendine doğru adımladı, adını da seslendi lakin kendi onu duymazlıktan geldi. Hazır değildi henüz bu yüzleşmeye. O yüzden bir an olsun durmadan anahtarı, kontağa takıp arabayı çalıştırdı, gaza bastı ve gözden kayboldu. Sarp öylece kaldığında gözlerini kapadı. Elbet yalnız kalacaktı Feyza ile.

"Konuşamadınız mı?"

Caner elini arkadaşının boynuna attığında Sarp'ın haline iç geçirdi. Kaçıncı defa Feyza yüzünden Sarp'ın heba oluşuydu bu? Feyza'yı suçlamıyordu ancak saçma sapan davranışlarına kızıyordu. Gecenin bir yarısı elin adamıyla gitmiş günler sonra nişanlı olarak dönmüştü ve hiçbir açıklama yapma zahmetine girmemişti. Oysa Sarp'ın harap olan halini görmüyor muydu?

Başını iki yana salladı Sarp, içinde kasırgalar koparken kahretsin ki elinden hiçbir şey gelmiyordu. Seneler evvel olduğu gibi öylece bakıyordu sevdiği kadının arkasından.

"Kaçıyor. Resmen benden kaçıyor Caner ve ben hiçbir şey anlamıyorum."

Sarp'ın omzuna vurdu Caner, kendi de pek bir sıkıntılıydı. Zira can dostunu bu halde görmek üzüyordu kendini. "O İlker denen adamı bulup ağzını burnunu kırayım mı kardeşim?"

Ters bakışlar attı Sarp, Caner'e. Mağara adamı gibi davranacak değildi ya, üstelik Feyza'nın yüzüne nasıl bakardı o zaman?

"Saçmalama Caner, öyle bir şey yapmayacağımı ve istemeyeceğimi biliyorsun."

"Peki Sarp, peki. Sen nasıl istersen."

Buruk bir gülümseme eşliğinde bu kez Sarp, arkadaşının ensesine elini attı. Kafasını gerçekten dağıtmaya ihtiyacı vardı. "Hadi gel biz dükkâna gidelim, yeni siparişler gelmişti onları halledelim."

Başını salladı Caner, ardından Sarp'la birlikte iş yerine doğru yol aldı. Tabii son bir kez Asu'yu görme umuduyla arkasına bakmayı ihmal etmedi.

İkili mahalleden ayrıldıktan hemen sonra Asuman işlerini halletmek üzere dışarı çıkmıştı ki önünü bir araba kesti. Kaşlarını çatıp bağırmaya hazırlandığında ise arabanın penceresi otomatik olarak açıldı ve Sinan en sevimsiz hali ile kendine gülümsedi. İlker'den almıştı döndüklerinin haberini ve elbette ki alır almaz Asu'yu görmek için ta buralara kadar gelmişti.

"Atla prenses gideceğin yere bırakayım seni."

"Tepemin tasını attırmadan bas git Sinan!"

Asu'nun asabi çıkışını umursamadan arabadan indi Sinan. Kapıyı kapatıp tam genç kadının önünde dikildi. Yüzündeki sırıtışı hep olduğu gibi yerli yerindeydi.

"Bu atarlı giderli tavırlarına var ya hastayım, hasta."

"Oğlum bak canım zaten burnumda, bir de seninle uğraşmayım. Hadi kardeşim, hadi Sinan'cım beni çileden çıkartmadan defol git."

Öfkesine inat sakinlikle konuştu Asu, gerçekten mahallenin ortasında olay yaşamak için enerjisi yoktu. Bu yüzden arkasını dönüp Sinan'ı umursamadan yürüdü ancak Sinan rahat durmadı, bas bağırarak alenen mahalleye Feyza'nın nişanlandığını ilan etti ve en kötüsü karşı taraftan Türkan'ın gelmesiydi.

"Feyza'yla, İlker'in nişanlanmasına bozuldun yoksa sen? E sanıyordun prenses, yıllardan beri Feyza'nın hayatında İlker vardı. Feyza gidip başkasıyla nişanlanacak değildi ya. Belki bakarsın bize de nasip olur. Ne dersin?"

Sinirden tırnaklarını avuçlarına batırırken gözlerini kapadı genç kadın. Lanet olsun Türkan her şeyi duymuştu ve şimdi Sarpların evine girmek için kapıyı çalmıştı. Tabii fel fecir okuyan gözleri Sinan'la, kendinin üzerinde geziyordu. Ne güzel, şimdi Nermin Hanım'la, Türkan bilip bilmeden Feyza'nın dedikodusunu yapacaktı. "Sinan!" diye kükreyip hızla arkasını döndü Asu. Sinan'ın tam karşısında durduğunda etrafta kim varsa hepsinin dikkatini üstüne çektiğini biliyordu ama bu pek umurunda değildi. Tehditkâr bir şekilde parmağını sallayıp alev topu olmuş gözleriyle karşısındaki adamın gözlerinin içine baktı.

"Bir daha sakın ama sakın karşıma çıkma yoksa ölümün benim elimden olur!"

Başka bir şey demeden arkasını dönüp yürüdüğünde biraz olsun sakinleşmeyi diledi Asuman ama bunun bugün mümkün olacağını pek sanmıyordu.

***

"Ve Abdülhak Hamit Tarhan karısının ölümü üzerine de Makber şiirini yazmıştır arkadaşlar."

Ders anlatırken sıraların arasında dolanıyordu Feyza. Kafası karışık, ruh hali bozuk olsa da okulunu, öğrencilerini özlemişti. Burası, bu sıraların arası, beyaz tahtanın önü kendini özgür hissettiği tek yerdi. Mesleğini yapmayı gerçekten çok seviyordu ve belki de bundan sonra tek aşkı buydu, mesleği.

"Peki hocam bu şairin karısının ölümünden sonra, karısının cenazesinde tanıştığı kadınla yeniden evlendiği doğru mu?"

Suna'nın sorusu üzerine sınıfta kahkaha koptuğunda Feyza'da hafifçe tebessüm etti. Bu olay kendine de hep ironik gelmişti.

"Konumuz yazarların özel hayatları değil Suna'cım onların edebiyatçı kişiliği. O yüzden biz daha çok eserleri ile ilgileniyoruz."

"Ama yazarların hayatı bir bakıma onların edebiyatçı kişiliğini de ortaya çıkarmaz mı hocam?"

Bu kez soru Aynur'dan gelmişti fakat doğru bir soru sormuştu genç kız. Zor sorular severdi Feyza ve öğrencilerinin bu tip sorular sorması hoşuna gidiyordu.

"Haklısın Aynur yazarların ya da şairlerin eserleri bize hayatları ile ilgili ipuçları da verir elbette."

"Hocam o zaman bu adamın aşkı yalan diyebilir miyiz? Sonuçta karısı için böyle bir şaheser yazmışken onun ölümünden iki yıl sonra evlenmiş."

Buket'in sözleri üzerine genç öğretmen ne cevap vereceğini düşünürken Özlem
ortaya atılmakta bir sakınca görmedi.

"Bence aşk komple bir yalan."

Belli belirsiz gülümsedi Feyza. Öğretmen masasına kalçalarını dayadığında "Yanılıyorsun Özlem," dedi buruk bir sesle. "Aşk bir yalan değil, gerçeğin ta kendisidir. Sadece insana âşık olunmaz ama ağaçlara, hayvanlara, kitaplara, doğaya, gökyüzüne ya da bir şehre... Dünyada güzel olan ne varsa bunlara da âşık olunabilir. Sevgi bize verilen duyguların en yücesidir ve biz bu yüzden en çok sevgiye muhtaç canlılarız. Hem sevilmeye hem de sevmeye ihtiyacımız var. Yalnızca biz bunun farkında değiliz, eğer bunu anlasak ben eminim ki dünya çok daha güzel bir yer olacak."

Hayranlıkla dinledi kızlar, genç öğretmeni her zaman ki gibi mesleğine yakışır bir şekilde konuşmuştu ve hepsi etkilenmişti Feyza'nın sözlerinden. Özellikle Çiçek pür dikkat dinlemişti hocasını.

"Hocam," diyerek el kaldırdı Nisa. Feyza'nın onaylayıcı bakışlarını görünce de ayağa kalktı. "Aşkın aşeka kelimesinden türediğini söylerler ama. Aşeka sarmaşık demekmiş, ağaçları sarpa sarar ve zamanla öldürürmüş. Bu yüzden de aşkın zehirli bir sarmaşık olduğu söylenir. Sizce öyle değil mi?"

Bir an ne diyeceğini bilemedi Feyza. Hem konu nasıl buraya gelmişti ki? Tüm öğrencileri kendine gözlerini dikmişken kendini sebepsiz köşeye sıkıştığını hissetti sanki kızlar şu an bütün duygularını anlıyormuş gibiydi. Neyse ki tam o an zil çaldığında derin bir oh çekti, zira aşk hakkındaki düşünceleri anlatıp kızları yanlış bir şekilde yönlendirmek istemiyordu. Üstelik karmakarışık bir duygu seli içindeyken.

"Zil çaldı arkadaşlar, çıkabilirsiniz."

Ayağa kalkıp kitaplarını kol altına yerleştirerek sınıftan ayrıldı Feyza. Bir an önce ortamdan uzaklaşmak istiyordu. Ki hızlı adımlarla yürüyerek öyle yaptı ancak Çiçek'in sesini duyunca durdu.

"Hocam"

Arkasını dönüp genç kızla göz göze geldiğinde sorgulayıcı gözlerle baktı ona.

"Efendim Çiçek?"

"Ben... ben hayırlı olsun, demek istedim. Nişanlanmışsınız ya."

Kaçamak bakışlarla etrafında gözlerini gezdirirken öğrencisinin sözlerinden oldukça rahatsızlık duyduğu âşikardı. Başkaları bu durumu öğrensin istemiyordu Feyza, ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi. Ki, parmağında yüzüğü gören herkes kendine aynı soruları sorup duracaktı. Bugün yarın okulda kendiyle ilgili dedikodu yapan insanları duyardı. Mahalledekiler yetmiyormuş gibi.

"Teşekkür ederim Çiçek ama lütfen bunu arkadaşlarına söyleme olur mu? Duyulsun istemiyorum."

Çiçek'in amacı elbette ki hocasının ağzından laf almaktı ve anladığı kadarıyla Feyza gerçekten nişanlı olmaktan mutlu değil gibiydi, canının sıkkın olduğu yüz ifadesinden belliydi.

"Tabii hocam, siz nasıl isterseniz."

Anlayışla gülümsemesinin ardından derste görüşürüz o zaman, diyerek öğrencisinin yanından ayrıldı genç kadın. Öğretmenler odasına vardığında yüzük parmağını saklamaya ekstra gayret etti. Gereksiz soru yağmuruna tutulmayı istemiyordu çünkü. Selim ve Neriman hocayla birlikte iki hafta sonra ki sınavlar için soruları hazırlamaya girişti lakin Neriman hoca çok geçmeden nişan yüzüğünü fark etti. Elini tutuğunda, iri gözlerini şaşkınlıkla açtı.

"Aaa Feyza hocam hayırlı olsun, nişanlandınız mı?"

"Ben... Şey..."

"Siz o yüzden mi iki haftadan beri ortada yoktunuz?"

"Öyle de denebilir," diyerek elini hızla çekip sorularda gözlerini gezdirdi Feyza. Gerçekten bu olaydan rahatsızlık duyuyordu. "Neyse biz sorulara bakalım."

"Alacağınız olsun ama hocam," diyerek Feyza'nın karşısına oturdu Ahmet hoca. Elindeki poşet çayı yudumluyordu. Kumral yüzünde gerçekten alıngan bir ifade vardı. "Hiç söylemiyorsunuz bize böyle şeyleri."

"Özel hayatımı ulu orta konuşmayı sevmiyorum Ahmet hocam."

Evet, sert çıkmıştı Feyza çünkü gerçekten insanların özel hayatı hakkında konuşmasını ya da yorum yapmasını istemiyordu. Zaten bu saçma sapan mesele fazlasıyla canını sıkıyordu, bir de okuldakilerin dedikodusunu çekemezdi. Tabii sert çıkışına rağmen hâlâ kendine soru sormaya devam etti meslektaşları. Nişanlısının adı, neydi mesela, ne iş yapıyordu, nasıl tanışmışlardı... Sonra nişan aile arasında mı olmuştu yoksa anlı şanlı bir nişan yapmışlar mıydı? Ya da neden Feyza hiçbirine bir şey demeden ortadan apar topar kaybolmuştu? Başka şeyler mi vardı işin içinde? Bir an nefes alamadığını, boğulduğunu hissetti genç kadın. Kendine yöneltilen soruları bir şekilde geçiştirip ayağa kalktığında ders zili çaldı. Feyza biraz olsun rahatlayarak sınıfa doğru yol aldı ancak sınıf kapısından girer girmez kızların ayağa kalkmış olduğunu gördü ve hepsi kendini alkışlıyordu. Hayır, dedi içinden. Çiçek bunu, onlara söylemiş olamazdı hem de özellikle söylememesini rica ettiği halde.

"Hayırlı olsun hocam!"

Kızlar hep bir ağızdan bağırdığında çatık kaşlarla sınıf kapısını kapısını kapatıp içeri doğru adımladı. Elindeki kitapları masanın üzerine bıraktığında "Kızlar," dedi pek yumuşak olmayan bir sesle.

"Yerlerinize oturun lütfen."

"Hocam bizi sadece sizi tebrik etmek istedik," dedi Suna.

"Parmağında yüzüğünüzü görünce nişanlandığınızı anladık ve size ufak bir sürpriz yapmak istedik," diyerek nişanlandığını nereden anladıklarını açıkladı Aynur.

"Teşekkür ederim tebrik ettiniz ve bitti. Şimdi dersimize dönelim."

Neden onun bun kadar gergin olduğunu anlamadı öğrenciler fakat Feyza'nın sözlerini ikiletmeden sıralarına oturdular. Feyza ise Flash diskini akıllı tahtaya takarak hazırladığı soruları kızlara gösterdi.

"Ve evet haftaya sınavlarınız olduğu için ufak bir tekrar yapacağız bu ders. İlk soruyu cevaplamak isteyen var mı?"

Feyza her ne kadar ders işlemeye çalışsa da kafası yerinde değildi, içinin hiç rahat olmadığı gibi. Bir yandan Sarp'ı, bir yandan İlker'i, bir yandan da babasını düşünürken ne yapacağını gerçekten bilmiyordu fakat bildiği bir şey varsa, bir öğretmen olarak okuldayken her şeyi boş verip sadece mesleğine odaklanması gerektiği idi ve kendi de en azından bunu deneyecekti.

***

Elindeki çöpü, çöp kutusuna atıp arkasını döndüğünde Caner'le burun buruna geldi Asuman. Ufak bir çığlık atacaktı ki, karşısındaki adamın Caner olduğunu gördüğünde kaşlarını çattı. Ne diye gecenin karanlığında pat diye karşısına çıkıyordu?

"Gece gece karşıma neden dikildiğini sorabilir miyim?"

Ellerini şişme montunun cebine geçirmiş, kaşlarını çatmıştı Caner, yüz hatları oldukça gergindi. Zira az önce Sarplarda akşam yemeği yemiş ve dedikodulardan nasibini almıştı. Asu'nun yanında birini görmüş oldukları Nermin teyzesi tarafından kulağına çalınmıştı. Kendi de o adamın kim olduğunu öğrenmekte kararlıydı.

"Bugün seni biriyle görmüşler, önünü kesmiş mahallede. Kimdi o?"

"Sen bunları sorma hakkını nereden buluyorsun?"

Gerçekten sinirlenmişti Asu. Caner hangi cürretle karşısına geçmiş, hesap sorma hakkını kendinde buluyordu? Galiba kendine çok önemli bir kişilik sanıyordu beyefendi ama gözünde zerre kadar değeri yoktu.

"Hak hukuk meselesi değil bu Asu, seni rahatsız eden biri mi var?"

"Evet var ve kendisi tam karşımda duruyor."

Başka bir şey demeden arkasını dönmüştü ki genç kadın, Caner kolunu tutunca sabır dileyerek tekrardan ona doğru döndü.

"Ben seni gerçekten rahatsız mı ediyorum?"

Evlerin bacalarından çıkan dumanlar sokakta yükselirken sarı sokak lambasının altında göz göze geldiklerinde yutkundu Asuman, o yeşil gözler kahretsin ki hâlâ kalp atışlarını etkiliyordu. Bunlar olmamalıydı, Caner'den etkilenmemeli, onun bakışlarına böyle yenik düşmemeliydi ama aptal gibi yıllar önceki duygular yüreğini sarıyor ve kendi buna engel olamıyordu. Ama hayır, bu kez kalbinin değil, aklının kazanması gerekiyordu.

"Asu bir soru sordum. Ben seni gerçekten rahatsız mı ediyorum?"

Alaydan oldukça uzaktı Caner, belki de ilk defa bu kadar ciddiydi. Evet, Asu'yla uğraşmak hoşuna gidiyordu ancak rahatsızlık vermek başka bir olaydı ve kendi her ne olursa olsun bir kadını rahatsız edecek bir adam olmak istemezdi. Çapkın ya da hovarda olabilirdi ancak asla bir tacizci değildi.

"Şu saatte yaptığın rahatsız etmek değil de ne Caner?"

"Ben sadece senin için korktum. Aramızda her ne olursa olsun sen... Sen benim için değerlisin Asu ve seni kimsenin rahatsız etmesine izin vermem."

"Bende kimsenin beni rahatsız etmesine izin vermem merak etme. Hem öyle bir şey olsa sana söylemek yerine polise giderim zira dağ başı değil burası, ülkede emniyet güçleri denen bir şey var. Film çevirmiyoruz burada, astığım astık, kestiğim kestik, diyerek."

"Pekâlâ o zaman o adam kimdi?"

"Gereksiz biri," diyerek daha fazla uzatmadan Caner'e sorusunun cevabını verdi Asu. Hesap sormadığını, gerçekten kendi için endişe ettiğini anlamıştı çünkü. "Konuşmaya bile, değmez. Boş ver."

"Asu bak eğer gerçekten seni rahatsız ediyorsa..."

"Yok öyle bir şey Caner."

"Sen öyle diyorsan..." Diyerek durdu bir an genç adam. Söylemek istediği başka bir şey daha vardı aslında fakat cesaret edemiyordu. "Aslında söylemek istediğim başka bir şey daha var."

"Dinliyorum."

"Biliyorum... İnan ki biliyorum bunu istemeye belki hakkım bile yok ama yine de... Yine de en azından aramızdaki buzları eritmek için... Yani en azından iyi iki arkadaş ya da eski dost olabilmek adına..."

"Uzatma Caner, ne diyeceksin de artık. Sabaha kadar burada durup seni dinleyemem," diyerek kollarını birbirine doladı Asu. Üşümüştü, aralık ayı olduğundan dolayı havlar iyice soğumuştu artık.

"Tamam o zaman... Ben ve sen... İkimiz yani... Birlikte... İkili olarak..."

"Caner"

"Tamam... Tamam söylüyorum... Birlikte bir kahve içelim mi be Asu?"

"Ne!"

Genç kadının çığlığı karşısında gözlerini kapadı Caner, onun hayır diyeceğini biliyordu ancak yine de bir kez olsun şansını denemişti.

"Biz birlikte kahve içeceğiz öyle mi?"

"İki eski dost olarak."

"İki eski dost olarak... Sen ve ben birlikte kahve içeceğiz?"

"Bir defacık?" diyerek masum masum baktı Caner, eliyle de bir işareti yapmıştı. Ne olurdu Asu bu isteğini kabul etseydi?

"Bir defacık?"

"Hıhı bir defacık."

"Rüyanda görürsün!"

Son sözünü söyleyerek arkasını döndü Asuman. Caner'in isteğini kabul etmek, onunla yeniden bir şeyler denemeye çalıştığı anlamına gelirdi ki, buna asla izin veremezdi. Hâlâ yüzüne baktığına şükretsindi Caner, önce.

"Hemen öyle kestirip atmasan mı?"

Yeniden genç adama doğru dönmüştü ki genç kadın bu kez bir araba tam yanlarında durdu ve bu araba İlker'in arabasıydı. İlker ve Sinan arabadan inerken Sarp'ta evden çıkmıştı ve Feyza da İlker'i görür görmez onu göndermek için dışarı fırlamıştı. Tam şu anda da tuhaf bir şekilde sokakta sadece onlar vardı. Sessizlik etraflarında bir çığ gibi büyürken gerginlik kendini hiç olmadığı kadar net hissettiriyordu.

"Prenses," diyerek Caner'le arasındaki mesafeyi kapatıp onun omzuna vurdu Sinan. "Kim bu arkadaş?"

"Sormak istediğin bir şey varsa bana sor birader."

Caner, Sinan'ın elini indirdiğinde kavgaya hazır olduğu her halinden belliydi. Sarp arkadaşının yanına vardığında kendine hâkim olmayacağını biliyordu. Her ne kadar şiddet yanlısı birisi olmasa da, gerektiğinde gerekeni yapmaktan çekinmeyecekti.

"Bir sorun mu var kardeşim?"

"Yoo," diyerek Sinan'ın omzuna vurdu Caner, bakışları oldukça tehditkârdı. "Arkadaş benim kim olduğumu merak etmiş ama tesadüfe bak, bende onun kim olduğunu merak ediyorum."

"Ben Sinan," diyerek elini uzattı genç adam gayet rahat bir tavırla. Öyle ki otuz iki diş sırıtıyordu.

"Sinan," diye mırıldandı Caner. "Yazdım adını aklıma."

"Ben de seninle tanıştığıma memnun oldum..."

"Caner," dedi genç adam ve tamamladı Sinan'ın cümlesini. Uzatılan eli tutmak yerine dik dik bakmaya devam etti karşısındaki adama.

"Caner... Sen de buralarda mı oturuyorsun?"

"Bir arka sokakta."

"Gelirim ziyaretine."

"Hay hay, ne zaman istersen."

Gerçekten iki adam arasında kalmış gibi hissediyordu Asu ama bu saçmaydı sonuçta ikisi için de hiçbir şey hissetmiyordu. Onlar kendi kendine boş yere kavgaya davetiye çıkarıyorlardı. Feyza bu gereksiz muhabbeti daha fazla dinlemek istemediği için kuzeninin yanından geçerek İlker'in karşısında durdu. Üzerinde kalın siyah boğazlı bir kazak vardı ve hava soğuk olduğundan krem rengi örme bir şal da atmıştı üstüne. Dağınık saçları omuzlarına dökülürken kendi sıkı sıkı sarılıyordu şalına.

"Sen niye bu saatte geldin İlker?"

"Nişanlımı görmek istedim."

Gözlerini kapatıp sabır diledi genç kadın, tam bir şey diyecekti ki Sarp aralarına girdi. Eyvah dedi içinden, korktuğu başına geliyordu işte.

"Ben sizi tebrik etmedim."

"Sarp," dedi Feyza. Yalvarır gibi ona bakarken bir olay çıkarmamasını istiyordu.

"Kusura bakma Feyza, sabah öyle bir anda İlker Bey nişanlandığınızı söyleyince şaşırdım."

İğneleyiciydi Sarp'ın ses tonu keza bakışları da öyle ve Feyza bundan fazlasıyla rahatsız oluyordu. Yakışmıyordu Sarp'a bu hareketler.

"Olur öyle şeyler," diyerek sırıttı İlker. Ardından Feyza'nın boynuna elini atıp genç kadını kendine çekti. Feyza öylece kalırken ne yapacağını gerçekten bilemedi.

"Asıl sen kusurumuza bakma nişanımız apar topar oldu, kimseyi davet edemedik ama düğünümüze mutlaka bekliyoruz. Değil mi sevgilim?"

İçinde bir şeylerin kırıldığını hissetti Sarp, Feyza'yı başka bir adamın kollarında görmek o kadar acıydı ki... Asla erkekler, kadınların sahibidir gibi bir düşüncesi olmamıştı ancak bazı mutlak gerçekler de vardı. Feyza nişanlıydı, başka bir adamın nişanlısı ve yakında gerçekten evlenecekti belki de. Kendine yasaktı artık o. Dokunamazdı, sarılamazdı, öpemezdi... İlk defa aralarında bu kadar mesafe vardı, ilk defa ona asla ulaşamayacağını hissediyordu. Gözlerinin dolmasına aldırmadan gülümsedi.

"Eski bir dostumun düğününe gelmek elbette beni çok mutlu eder."

"İlker," diyerek genç adamın kolunu indirdi Feyza. Gece gece daha fazla saçma sapan olaylar yaşmak istemiyordu. "Sen artık gitsen mi? Saat geç oldu da."

"Daha yeni gelmiştik ama sevgilim."

Şu an İlker'in boğazına yapışmak, onu kendi elleriyle boğmak istiyordu Feyza. Bu kadar cüretkâr davranması sinirlerini bozuyordu ama böyle davranmasında en büyük etken kendiydi. Kahretsin ki fazla yumuşak yüzlü davranarak ona cesaret veriyordu, bundan da nefret ediyordu.

"Yalnız siz bizim mahalleyi tanıyor musunuz beyler. Her dakika böyle gelmeniz hoş olmaz."

Duyduğu sözler üzerine Caner'e gereken cevabı vermekten çekinmedi Sinan.

"Gerçekten bu devirde bu kadar dar görüşlü insanlar kaldı mı ya?"

"Dar görüşlülük değil bu, edep edep," diyerek araya girdi Sarp. Haddini bilmeyenlere tabii ki had bildirirdi.

"Her vakitte gelinmez insanların evine."

"Ama biz sizin tabularınıza göre değil, kendi keyfimize göre hareket ediyoruz ve siz de keyfimizin kâhyası değilsiniz."

İlker otuz iki diş gülerek ellerini iki yana açtı. Bu akşam ne olacaksa olacaktı, her şeyi göze almıştı. Feyza onun bir adım gerisinde duruyordu ki "İlker," dedi uyarı dolu bir sesle. Niyeti Sarp'ı kışkırtmaktı ve Sarp'ta ona uyum sağlamaya dünden hazır gibiydi. Oysa kendinin olası bir kavga için hiç mi hiç enerjisi yoktu. Ki Caner de kavgaya pek bir ortam hazırlıyordu.

"Yalnız birader biz mahallemizin huzuru için gerektiğinde keyif bozmasını da biliriz."

"Yoksa bu mahallenin kabadayısı siz misiniz? Mahallemizin kızlarını koruruz falan havaları?"

Sinan'a gerekli cevabı yine verecekti ki Caner, Sarp kendinden önce davrandı.

"Kimseyi korumak bizim haddimize değil, yalnızca huzurumuzun bozulmasını istemeyiz."

"O yüzden vakitsiz gelenleri vakitsiz göndeririz," diyerek olaya son noktayı koydu Caner. Sinan'a doğru bir adım daha atarak.

"Yani bizi mahallenizden kovuyorsunuz öyle mi?"

"Eh anlama kıtlığın yokmuş en azından."

"Pardon da kimi nereden kovuyorsunuz?" diyerek kaşlarını çattı İlker. "Feyza benim nişanlım Asu da arkadaşım. Öyle değil mi kızlar?"

Caner'le, Sarp'a bırakmadan ikisinin üstüne atlayacaktı Asu, kendini zor tutuyordu. "Neyse ne İlker. Artık gerçekten geç oldu ve gitseniz iyi olur."

"Söylesene prenses gerçekten çağ dışı bu mahallede yaşamak zor oluyor mu?"

"Senin çağ dışı dediğin mahallede biz inan çok mutluyuz Sinan ve sizin anlamanızı gerçekten beklemiyoruz," dedi Feyza. Bu kadar sessiz kalması mucizeydi aslında.

"Hadi ya," diyerek ufak bir kahkaha attı Sinan. "İlker kardeşim düşünsene evlendikten sonra bile Feyza burada oturmak istiyormuş."

"Yok artık, o kadar da değil. Demi Feyza?"

"İlker diyorum ki burada durup nerede oturacağımızı tartışmak yerine Sinan'la birlikte biraz Antakya'yı dolaşsan mı?"

"Niye ki sevgilim şurada ne güzel muhabbet ediyoruz arkadaşlarla."

Sabır diledi Feyza, dik dik İlker'e bakarken olacaklardan gerçekten korkuyordu. "İlker," dedi onun anlayacağı sert bir sesle. "Muhabbeti tadına bırakmak gerek demi?"

Feyza'nın öfkeli bakışları karşısında daha fazla şansını zorlamak istemedi İlker çünkü gerçekten onu kazanmak, onun kendini sevmesini istiyordu. Bu yolda da biraz olsun genç kadının istediği gibi davranabilirdi galiba. Tabii Sarp sabrını zorlamadığı müddetçe. Başını sallayıp "Haklısın," dedi sıkıntıyla. "Hadi Sinan gidelim biz."

İlker'le birlikte araba binerken Caner'in omzuna alayla vurmayı ihmal etmedi Sinan. "Bizim kızlar size emanet birader."

Buraya kadardı Caner'in sabrı hızla arkasını döndüğünde kavgaya hazırdı ki, Sinan arabaya binmişti. İlker ise gazı körükleyerek tozu dumana katıp yanlarından geçip gitti. Tabii Caner sinirden köpürmeye devam etti.

"Şeytan diyor git bir köşede şunları kıstırıp ağızlarını burunlarını kır."

"Mağara adamı mısın sen Caner?"

"Asu!" diyerek öfkeyle arkasını döndü genç adam, şu an gerçekten sinirliydi. "Kızım nereden buldunuz siz bu lavukları ya?"

Feyza'nın ters bakışlarına aldırmadı genç adam. Cidden burada Sarp varken o İlker'e mi gönül vermişti bu kız?

"Hiç bana öyle bakma Feyza. Haklı olduğumu sen de biliyorsun."

"Caner gerçekten seninle uğraşamayacak kadar yorgunum," diyerek eve doğru adımladı Feyza. Tüm olanlardan sonra kimseye laf anlatacak hali yoktu.

"Feyza"

Sarp'ın sesini duyunca durdu genç kadın galiba ne kadar kaçarsa kaçsın korktuğu o yüzleşme yaşanacaktı. Kendini buna hazırlayarak arkasını döndüğünde normal davranmaya gayret etti.

"Efendim?"

"Biraz konuşabilir miyiz?"

Feyza'yla arasındaki mesafeyi kapadığında ciddi bakışlarla baktı Sarp ela gözlere. Ne olacaksa olsundu daha fazla soru işaretleriyle boğuşmak istemiyordu.

"Ne hakkında?"

"Bunu gerçekten soruyor musun?"

Şalına daha sıkı sarılırken yutkundu Feyza, mantıklı ve sakin kalması gerekiyordu tam şu an ancak boş bakışlarla bakmaya devam ediyordu kehribar gözlere. Lügatı sıfırlanmış, sözcükler beyninden silinmişti sanki gerçekten diyecek tek bir kelime bulamıyordu Sarp'a.

"Sarp gerçekten ne demek istediğini anlamıyorum."

"Pekâlâ o zaman şöyle sorayım. Bana bir açıklama yapacak mısın?"

Genç adamın sert sesi, öfkeli bakışları karşısında kaşlarını çattı Feyza. Sarp resmen kendine hesap soruyordu belki kendince haklıydı fakat bu davranışı yine de hoşuna gitmemişti.

"Ne açıklaması?"

"Ne açıklaması mı? Feyza anlamıyor musun, anlamamazlıktan mı geliyorsun? Ona göre davranayım ben de."

"Anlamıyorum Sarp, senin bu gece tuhaf tuhaf davranmanı gerçekten anlamıyorum."

"Ben tuhaf davranıyorum öyle mi?" diyerek kendini işaret etti Sarp. Sabrı taşmış, patlamasına ramak kalmıştı. "Feyza sen ciddi misin? İki hafta önce ortadan kayboluyorsun sonra nişanlı olarak geri geliyorsun ve ben senden bir açıklama isteyince tuhaf davranmış oluyorum. Öyle mi?"

"Sarp bak..."

"Defalarca ya... Defalarca sana hayatında biri var mı, diye sordum... Sen yok, dedin! Yok! Sonra İlker'i sordum yine geçiştirdin! Neden Feyza? Neden ya! Neden?! Neden gözlerimin içine baka baka bana yalan söyledin! Madem İlker'i seviyordun o zaman... O zaman..."

Devam edemedi Sarp, dilinin ucuna gelen kelimeleri geri yuttu. Kahretsin ki hâlâ o kelimeleri söyleyecek cesareti yoktu. Feyza kendine doğru bir adım attığında gözlerine baka baka bağırdı mahallenin ortasında.

"O zaman ne Sarp?! Söyle, o zaman ne?!"

Gözlerini açtığında ela gözlere içli içli baktı, tüm cesaretini toplayarak yaşadıkları yüzleşmenin devamını getirecek cümlenin dilinden dökülmesine nihayet izin verdi.

"O zaman bana neden umut verdin?"

Bunu beklemiyordu Feyza, Sarp'ın bu denli açık davranmasını beklemiyordu. Kaçmıyordu, tam karşısında durup cesurca davranıyordu Sarp fakat kendi ne yazık ki onun kadar cesaretli değildi. Defalarca yutkunduğunda ne cevap vereceğini kara kara düşündü.

"Neden Feyza, neden?! Neden hayatında biri olduğunu, İlker'in aslında kim olduğunu bana söylemedin?! Neden benden bütün bunları sakladın?! Neden ya?! Neden?!"

"Ayrılmıştık çünkü," diyebildi Feyza güçsüzce. Daha başka bir şey söylemeye mecali yoktu. Sarp'ın bakışları karşısında ezildiğini hissediyordu.

"Ayrılmıştınız?"

"Evet ayrılmıştık ve benim için her şey bitmişti ancak... Ancak İlker bir şekilde aldı gönlümü o yüzden yeniden denemeye karar verdik."

Acı acı güldü Sarp, sahiden Feyza karşısına geçmiş bunları mı söylüyordu kendine?

"Feyza sen ciddi misin yoksa benimle alay mı ediyorsun?"

"Sarp..."

"Madem eski sevgilini unutamadın o zaman neden gelip bana umut verdin?!"

"Sarp..."

"Ya biz... Biz seninle şu dört ay içinde neler yaşadık! Senin için bunların gerçekten önemi yok muydu?! Her şey bu kadar mı değersiz senin gözünde?!"

Sarp bağıra bağıra konuşurken kendi sakin kalmaya gayret ediyordu çünkü kendi de patlarsa bu iş, bu gece çığırından çıkardı. Gözleri kapalı olarak onu dinlerken söylediği tüm sözlerin ağırlığına katlanmaya çalışıyordu." Sarp," dedi bir kez daha ama nafile Sarp kendini duymaksızın bağırmaya devam etti.

"Sarp Sarp Sarp... Söyle Sarp ne Feyza?! Ne?! Bana neden yalan söyledin?! Neden?! Neden karşıma geçip hayatımda kimse yok, dedin?! Niye İlker varken hayatında, hayatımda kimse yok, dedin?! Susma Feyza... Öyle gözlerini kapatıp susma! Bana bir cevap ver! Neden..."

"Yeter Sarp!" diye bağırdı Feyza. Öfkeli bakışlarını kehribar gözlere diktiğinde Sarp'ın canını yakmaya hazırdı. Daha fazla kendi de sakin kalamayacaktı.

"Senin bana hesap sormaya hakkın yok!"

"Sana hesap sormaya hakkım yok. Öyle mi?!"

"Evet öyle! Çünkü sen ne sevgilimsin, ne kocamsın, ne de babamsın! Her şey çok yanlış anlamış ve kafanda kurmuşsun ama üzgünüm Sarp benim sana karşı hissettiğim hiçbir duygu yok! Sadece arkadaşımsın sen benim! Lisedeki sınıf arkadaşım!"

Yere eğdiği başını kaldırdı Sarp yeniden Feyza'nın gözlerinin içine bakarken duyduğu sözler hançer misali kalbine saplandı. Sahiden sevdiği kadının gözünde böyle bir değere mi sahipti?

"Lisedeki sınıf arkadaşı... Ben senin için buyum yani?"

Gözlerine istila eden yaşları geri gönderdi Feyza. Sarp'ın iyiliği için hiç inanmadığı sözleri söylemek zorundaydı. Biliyordu çok yakıyordu onun canını lakin başına başka bir iş gelmemesi için buna mecburdu. Dudaklarında acı bir tebessüm, gözlerinde aldatan bir kadının bakışları yer edindi çünkü aldatıyordu Sarp'ı, yalan söylüyordu ona, yıllar önce yaptığı acımasızlığın aynısını yapıyordu. Sarp'a verdiği umutların ardından terk ediyordu onu yine.

"Başka ne olabilir ki?"

Yutkundu Sarp, Feyza bir bıçak alıp kalbine saplasa daha az acırdı galiba canı. Nasıl yapıyordu bunu, nasıl kendiyle, duygularıyla bu kadar kolay oynuyordu? Zevk mi alıyordu bundan, hoşuna mı gidiyordu kendini kandırmak? Belki öyleydi, o zaman kendinin de bir kozu vardı. Tıpkı Feyza gibi acımasız davranacak olsa da.

"Ama lisedeki sınıf arkadaşları sevişmezler Feyza."

Aldığı cevap ile öylece kaldı genç kadın. Bunu beklemiyordu, Sarp'ın on yıl önceki o geceyi böyle apansız bir şekilde yüzüne vuracağını gerçekten tahmin etmemişti. Elbette gün gelip o malum konuyla yüzleşeceğini biliyordu ancak şimdi.. Şimdi hiç beklemediği bir anda Sarp yekten pat, diye suratına çarpmıştı o konuyu. Havanın soğukluğundan değil, Sarp'ın bakışlarından dolayı eli ayağa buza kesmişti. Midesine kramplar girerken yüzü kireç gibi olmuştu. Sarp'ın sözleri adeta dondurmuştu kendini.

"Sarp... Sen... Sen... Sen ne dediğinin farkında mısın?!"

"Gayet farkındayım."

"İnanmıyorum... İnanamıyorum! Sana gerçekten şu an inanamıyorum! On yıl önceki çocukça bir hevesten dolayı yaşadığımız o olayı böyle yüzüme vurmana inanmıyorum!"

"Çocukça bir hevesten dolayı yaşadığımız basit bir olay... Sen şuna seninle oynamak hoşuma gidiyor, seni kandırmaktan zevk alıyorum desene! O gece oyun oynar gibi seninle seviştim, desene! Dürüstçe elinde sıkıldığında fırlatıp atabileceğin, istediğinde alıp eğlenebileceğin bir oyuncak olduğumu söylesene!"

Yeniden gözlerini kapadı Feyza, hissettiği tüm duygulara inat sakinliğini koruyordu. Nişanlanması Sarp'ı beklediği gibi çıldırtmış, içindeki tüm duyguları dökmesine neden olmuştu ve belki de kendi gerçekten tüm söylediği her şeye rağmen Sarp'ı haklı buluyordu.

"Sarp ağır konuşuyorsun."

"Ben ağır konuşmuyorum gerçekleri duymak sana ağır geliyor! O gece benimle oynadın ama ben sana inandım ve inandığım için seninle o geceyi yaşadım! Ama sen sabahı çektin, gittin yine kızmadım, kızamadım sana, gitmek zorunda olduğunu biliyordum çünkü! Fakat ben... Ben unutmadım Feyza! Ne o geceyi, ne de seni....On yıl sonra geldin, karşıma çıktın oynadığın bu saçma sapan arkadaşçılık oyununa yine ayak uydurdum! Her şeyi boş verip yeniden arkadaş oldum seninle ama yapamadım... Senin gibi her şeyi bu kadar basit göremedim! Çünkü... Çünkü sen benim gözümde hep farklıydın... Hep...Bunu biliyordun Feyza! Sana hangi gözle baktığımı adın kadar iyi biliyordun ve buna rağmen benimle yine oynadın! Şimdi tüm yaşadıklarımızdan sonra karşıma geçmiş sen benim arkadaşımsın, diyorsun! Söylesene Feyza, sen benden ne istedin?! Niye bu kadar çok canımı yaktın?!"

Ellerini iki yana açmış sorduğu sorulara cevaplar duymayı bekliyordu genç adam. Bin parçaydı kalbi, lanet olsun ki kendine engel olamayarak kırıyordu Feyza'yı lakin buna engel olamıyordu. Feyza kendinin kalbini paramparça ederken kendi o dağılan parçalarla belki keskin bir bıçak gibi kesiyordu onun yüreğini. Acı ve öfke içinde bir bütün olup kasırgalar yaratıyordu ruhunda ve kendi de o kasırgaların kurbanı olarak yakıp yıkıyordu bu gece.

"O gece için senden özür dilerim Sarp, hiç yaşanmaması gerekiyordu ama yaşandı ancak şimdi o gecenin hiçbir anlamı yok bunu sen de biliyorsun. Üzerinden on yıl geçti ve bu geçip giden on yıl da çok şey değişti. Senin karşına yeniden çıktım çünkü senin arkadaşlığını çok sevdim ve yeniden arkadaşım olmanı istedim. O geceyi unutup lisedeki eski dostlar olabileceğimizi sandım, yanılmışım."

"Feyza..."

"Özür dilerim. Sana tüm yaşattıklarım için özür dilerim Sarp ama daha fazla üzülmemen için şunu bilmeni istiyorum ki, sen arkadaşımsın ve daha ötesi yok, olmayacak çünkü ben... Ben..."

"Sen ne? Söyle Feyza, sen ne?"

Bir adım daha atıp Sarp'la arasındaki mesafeyi sıfırladı genç kadın. Burun buruna geldiklerinde içi yana yana hayatının en büyük yalanını söyledi.

"Çünkü ben İlker'i seviyorum."

Gözlerini kapadı Sarp, neden yapıyordu bunu Feyza? Neden gözlerine baka baka canını bu kadar çok acıtıyordu? Ya da neden tüm her şeye rağmen içindeki sesler inatla bunun bir yalan olduğunu kendine avaz avaz bağırıyordu? Gerçek buydu işte, Feyza İlker'i seviyordu. Kendine düşen de bunu kabul etmekti. Acıdan ölüp bitse de. Gözlerini açtığında yeniden ela gözlere dikti bakışlarını ancak kahretsin ki Feyza bu kadar yakınında iken yine engel olamadı bakışlarının o öpülesi dudaklarına kaymasına. Ela gözler de sabit tutmak için gayret ederken gözlerini, içinden geçen sözlerin dilinden dökülmesine bir kez daha izin verdi.

"Gerçekten seviyor musun o adamı?"

"Evet," dedi Feyza bir dakika bile tereddüt etmeden. Sarp'ı kendinden ancak böyle uzak tutabilirdi. Ancak Düşüncelerine inat kendinin de aklı Sarp'ın dudaklarındaydı. Öpmek istiyordu. Her şeye rağmen Sarp'ı öpmek istiyordu. O dudakları kana kana içmeyi en derin hislerle arzuluyordu ve Sarp bu kadar yakınında iken gözlerinin o biçimli dudaklara kaymasına engelleyemiyordu.

"Ve onunla evlenecek, onun karısı olacaksın?"

"Evet Sarp. Evet. Ben İlker'le evleneceğim yoksa neden nişanlanayım?"

"Son sözün gerçekten bu mu Feyza?"

"Bu."

Gözleri sessiz bir savaş içindeyken Sarp ne yapacağına çoktan karar vermişti. Derin bir nefes alıp aklını dinleyerek kapadığı gözlerini açtı. Her şey buraya kadardı, Feyza son sözünü söylemiş, bu işte bitmişti ama son noktayı kendi koyacaktı.

"O zaman sana iyi geceler. Dilerim ki, çok mutlu olursun."

Sarp başka bir şey demeden hızlı adımlarla eve girdiğinde Caner, arkasından baktı. Asu da yanında duruyordu lakin deminden beri ikisi de sessiz kalmış, olaya hiçbir şekilde müdahil olmamışlardı, Feyza'yla, Sarp'ın yüzleşmesi gerekiyordu çünkü ancak Caner'in son bir sözü vardı Feyza'ya.

"Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama ikinize de çok yazık ediyorsun Feyza."

Caner, Sarp'ın arkasından giderken Feyza olduğu yere yığılacağını sanmıştı ki, Asu hızla yanına vardı. Kendi kolları arasına aldığında her zaman ki gibi kuzenine sığındı. Asu'ya sıkı sıkı sarılırken başını boynuna gömdü ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Sarp'a öyle davrandığı için kendinden nefret ediyordu.

Sarp hışımla eve girdiğinde Meryem mutfaktan çıkmıştı ki, genç adamı öyle görünce kaşlarını çattı. "Sarp," dedi şaşkınca. "Ne oluyor?"

"Annem nerede?"

"Odasında namaz kılıyordu."

Başını sallayarak Nermin Hanım'ın odasına doğru yol aldı Sarp fakat hemen arkasından Caner eve girdi.

"Caner"

"Yenge Sarp'ı tut, yoksa bir delilik yapacak."

Hiçbir şey anlamıyordu Meryem, Caner'le birlikte Sarp'ın arkasından giderken evdeki olaylar Sedat'la, Çiçek'in de dikkatini çekti. Hep birlikte annelerinin odasına vardıklarında Sarp'ın sabırla beklediğini gördüler. Zira Nermin Hanım namazını henüz bitirmemişti. Caner bundan istifade ederek arkadaşının kolunu tuttu.

"Gözünü seveyim bir delilik yapma kardeşim."

"Ben ne yaptığımı biliyorum Caner, merak etme."

Nermin Hanım yatısı namazının son rekatından sonra selam verdiğinde yüzünü sıvazladı. Ayaklarında derman olmadığı için oturarak eda ediyordu namazını. Gözlerini Sarp'ta sabit tutarken bakışları soru doluydu.

"Ne oluyor oğlum, gece gece?"

"Hayır anne, hayır. Ayşen'in ailesini ara."

"Ne?"

"Ayşen'in ailesini ara ya da haber ver ne bileyim usul neyse onu yap işte."

"Tövbeler olsun. Oğlum sen diyorsun?"

Niye bu gece kimse kendini anlamıyordu, gayet açık konuşmuyor muydu Sarp?

"Anne tamam, diyorum! Tamam! Gidip usulüne göre Ayşen'i isteyelim. Bir an önce olsun bitsin bu iş!"

Nermin Hanım, elini kalbine koyarken Caner elini alnına vurdu Meryem ise şaşkınlıkla kala kaldı. Çiçek ağzı bir karış açık abisine bakarken Sedat olayı idrak edemeyerek tepkisiz kaldı. Sarp bütün ailesini şoka sokarken bu kararının nelere sebep olacağını henüz bilmiyordu.

Loading...
0%