@petekayla
|
Kocasına, babasına, abisine veya ailesindeki diğer erkeklere bağlı kalmamak, onların eline bakmamak için mutlaka her kadının ekonomik özgürlüğü olması gerekti. Bunu küçücük yaşında anlamıştı Meryem ve en çok bu yüzden okumak, kendi mesleğini eline almak istemişti. Annesi gibi olmamak, kimseye boyun eğmemek için fakat ne yazık ki olmamıştı bu. Okutmamıştı babası kendini. Liseye bile göndermemiş, orta okulda son vermişti eğitim hayatına. O yaştaki bir çocuk ne yapabilirdi ki? Hele de köyde büyümüşse? Çıngar çıkarsa, okumak, büyük okullara gitmek istiyorum dese ne olacak, dayaktan başka ne görecekti? Babası bir yandan, abileri bir yandan vurup duracaklardı kendine. Okuyup ne yapacaksın, adımızı mı çıkarıp namusumuza leke mi getireceksin, diyeceklerdi. Annesi mi? O sessizliğini koruyup babandır diyecek, her ne yaparsa yapsın kabullenmesi gerektiğini söyleyecekti ki, defalarca söylemişti. Hatay'ın, Altınözü köyünde geri zihniyetli bir ailenin içinde büyümüştü Meryem. Çocukluğu tarlalarda geçmiş, küçük yaşında okuma hakkı elinden alınarak eve kapatılmıştı. On dördünde evdeki her türlü iş kendinin üzerine kalırken abileri tarafından da zorla tarlada çalıştırılmıştı. Okula giden çocuklara içi acıyarak bakmış, herkesin şikâyet ettiği sınavlara giremediği için gözyaşları dökmüştü. Gizli gizli ders çalışmaya çalışsa da yakalanmış, cezası ise kendi parasıyla biriktirip aldığı kitapların, defterlerin yırtılması olmuştu. Sonrasında keyfi olarak dışarı tek bir adım dahi atması yasaklanmıştı. Özgürlüğü yoktu, şımarıkça isteklere sahip olma hakkı zaten doğuştan elinden alınmıştı. Gidebileceği, kaçabileceği kimse de yoktu. Ailesine, o eve mahkumdu Meryem. Aynı zamanda çaresizdi. Elinden ne gelirdi? O daha bir çocuktu. İsyan etse ne işe yarayacaktı ki, yine en büyük zararı kendi görecek, her türlü şiddete maruz kalacaktı. Bu yüzden de sadece Allah'a sığınmış ve neredeyse her gece ağlaya ağlaya dua etmişti. Tek duası da bu hayattan kurtulmaktı. İnsan ailesinden kaçmak ister miydi oysa? Meryem istiyordu işte, çile dolu bu yerden kaçmayı her şeyden daha çok istiyordu. Genç kızın ömrü çirkin muamelerle sürüp giderken görücüler kapıyı aşındırmaya başlamıştı. Zaten o görücülere göre de kızlar okula gitmez, iş güç sahibi olmaz, evlenir kocasına, çocuklarına bakardı. Bu zihniyeti değiştirmek maalesef o kadar kolay değildi. Hemen hemen her kız çocuğu bunu kabullenmişti Meryem'in de kabullendiği gibi. Aslında evlenmek istememişti Meryem. Her ne kadar bu hayattan kaçıp gitmek istese de hiç tanımadığı bir adamın kahrını çekeceğine babasının, abilerinin kahrını çekerdi. Ancak bir gün köyden tanıdığı Halime teyzesi Sedat'la tanıştırmıştı kendini. Sedat ve ailesi uzak bir akrabaları için o köydeki bir düğüne gelmişti. Nermin Hanım da Meryem'i görmüş, pek bir beğenmiş, oğlu Sedat için gelin almak istemişti. Tabii oğlunun da, o kıza olan bakışlarını görmesi de bunun için bir etkendi. İtiraf edemese de beğenmişti Meryem'i, Sedat. O uzun omuzlarına dökülen kestane rengi saçları, ışıl ışıl parlayan ela gözleri, incecik bedeni, gülüşü, bakışı, oynayışı aklını başından almıştı. Her bir hareketi kendini başka diyarlara sürüklemiş, bugüne kadar hiç dalmadığı hülyalara dalmasına vesile olmuştu. Daha önce hissetmediği bir duygu kalbini sarmış, yüreği hızlanmış ve gece boyunca nedensizce yutkunup durmuştu genç adam. Hiçbir kadına böyle bakmamasının yanında kendine de hayret etmişti. Nasıl oluyor da ilk defa gördüğü bir kız kendini böyle büyülüyordu? Bilmiyordu ancak kabul ediyordu ki, o kıza vurulmuştu. Yoksa tüm bu bilmediği hisler kalbini kuşatmazdı. Nermin Hanım oğlunun bakışlarını görünce bu işe olur vermişti. Eğer kızın da gönlü olursa evlendirirdi oğlunu. Yoksa da peki der kapatırdı mevzuyu. Sonuçta kızların kendi rızaları olmadan evlenmelerine karşıydı. Fakat bir kez olsun sormaktan ne zarar gelirdi? Araya tanıdıkları sokarak kızın ailesine haber vermişti. Meryem her zaman ki gibi görücüleri reddecek iken annesi kaç yaşına geldin evlenmeyip ne yapacaksın, babanın, abilerinin kahrını mı çekeceksin? Git kendi yuvanı kur, evin yerin, çocuğun çoluğun olsun demişti. Genç kız yok dese de annesine bir yerden sonra hak vermişti. Her ne kadar evliliğin bir çözüm yolu olmadığını bilse de başka çaresinin olmadığını da biliyordu. Ya bu evde ömür boyu böyle sürünüp gidecekti ya da evlenip kendi düzenini kuracaktı. Tek duası da bu sefer ki adamın iyi biri olmasıydı. Daha önce kendiyle evlenmek isteyen adamların babasından da, abilerinden de bir farkı yoktu çünkü. Oğlan tarafını kabul ettikleri akşam Meryem, Sedat'ı şöyle bir süzmüş ve beğenmişti. Efendi birine benziyordu, eli yüzü düzgündü. En azından diğerleri gibi fazla büyük değildi, aralarında iki- üç yaş vardı. Ailesine kalsa kendini hemen vereceklerdi ancak Meryem hiç olmazsa birkaç defa onunla yalnız kalıp konuşmak istiyordu. Tabii bu herkes için ayıp bir şeydi. Bir genç kızın, bir erkekle yalnız görüşmesi uygun olur muydu hiç? Elalem ne derdi? Konu komşu arkalarından konuşup durur, herkese rezil olurlardı. Kızın dar görüşlü ailesine ne dese olmamıştı Nermin Hanım. Hangi çağda yaşıyorlardı? Bu çocuklar görüşmeden, konuşmadan nasıl anlaşacaklar, nasıl yuva kuracaklardı? Dünürleri laftan anlayacak insanlar değildi, bu yüzden birkaç defa Meryem'i gezdirme bahanesiyle Antakya'ya getirmiş, oğluyla yalnız kalıp konuşmasını sağlamıştı. Sedat ve Meryem her şeyi en başında açık açık konuşmuşlar, ailelerinin durumlarını dile getirmişlerdi. İtiraf etmeliydi ki Meryem, Sedat tanıdığı erkeklere göre daha medeniydi. Tamam biraz sert olabilirdi ancak en azından şiddet yanlısı biri değildi. Kendine sunduğu yaşam şartları kendi için nur nimetti. Kendini eve kapatmayacak, geldiği gittiği yerin hesabını sormayacaktı genç adamın konuşmasından, tavırlarından anlamıştı bunları. Sedat'la evlenmeye karar vermesinin ardından kız istemesi, sözü, nişanı iki ayda hallolmuş, üç ay sonra da düğünü yapılmıştı genç kızın. Henüz yirmi yaşındayken ne olduğunu anlamadan evli bulmuştu kendini Meryem. Kayınvalidesi ile aynı evde yaşayacak olmak gerilmesine neden olsa da Nermin Hanım sıcak kanlı, içten ve tatlı bir kadındı. Her zaman için gelinine bir anne gibi yaklaşmış, sen benim gelinim değil, kızımsın demişti. Böyle tatlı bir kayınvalidesi varken neden onu sevmeyecekti ki Meryem ya da ona neden ters davranacaktı? Çeyizinde, düğününde her şeyi kendine bırakmış, sen neyi nasıl istersen öyle yaparız kızım demişti. Yeter ki gözünde, gönlünde bir şey kalmasın. Kaç kadının böyle bir kayınvalidesi olurdu ki? Doğduğundan beri şansız olsa da en azından bu konuda şanslıydı Meryem, biliyordu. Nermin Hanım'ın haricinde Sarp'la, Çiçek'te çok tatlıydı. Yenge de yenge diye peşinde gezip dururlardı hep. Bazen Sedat'la kavga ettiklerinde koşup arkasına saklanırlar, bazen de bir olup kendini çıldırtırlardı. Ancak her ne şekilde olursa olsun onlarla uğraşmaktan zevk alırdı genç kız. İkisi de kardeşi gibiydi sonuçta abilerinden hiç görmediği kardeşliği görüyordu onlardan. Tıpkı hiç görmediği anneliği Nermin Hanım'dan gördüğü gibi. Evliliğin ilk gecesinde kayınvalidesi Sarp'la, Çiçek'i alıp bir tanıdıklarının yanına gitmişti. Niyeti yeni evli çifti rahat bırakmaktı ki, Meryem daha çok tedirgin olmuştu. Hiçbir erkekle bugüne kadar değil yakınlaşmak, doğru dürüst konuşmamıştı bile. Ayrıca cinsellik hakkında hiçbir fikri de yoktu. Her zaman için böyle şeylerin çok ayıp olduğunu, kimseye sorulmaması, kimseyle konuşulmaması gerektiği kafasında büyütülmüştü. Filmlerdeki açık sahnelere bile bakması yasaktı. Nişanlıyken annesine birkaç şey soracak olmuştu ki, annesi hemen kendini edepsizlikle suçlayarak kapatmıştı mevzuyu. Tüm bunlardan dolayı da o gece oldukça tecrübesiz ve bilgisizdi. Bilmediği için de korkaktı. Sedat, karısının ürkek halini görünce yavaş yavaş yaklaşmıştı ona. İncitmemeye çalışmıştı Meryem'i. Biliyordu karısı için oldukça yeniydi böyle şeyler fakat kendi içinde öyleydi. Hiçbir zaman daldan dala konan, serseri tipli biri olmamıştı Sedat. Hatta o da hiçbir kızla görüşüp konuşmamıştı bile. Çünkü kendi de neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilerek büyümüştü. Meryem'in ailesi gibi geri kafalı değildi ancak dindar bir adamdı. Günahı, sevabı haramı, helali, babası kendine öğretmişti ve kendi de babası gibi dinine bağlı kalmaya gayret etmişti. Ona yakışır bir şekilde davranmaya. Cinselliğin kadını erkeği yoktu Sedat için. Haram kadına da erkeğe de haramdı ve hiçbir şekilde bir insanın evlilik öncesi kadın ya da erkekle görüşmesini doğru bulmuyordu. Helali olmayan bir kadına dokunmak yakışmazdı kendine. Bu yüzden de hiçbir kadına bakmamaya özen göstermiş, günaha girmekten kaçınmıştı. Ancak Meryem'i görür görmez vurulmuştu ona. O yüzden de helali olsun istemişti o masum kız. Allah'ta kendine nasip etmişti işte Meryem'i. Daha güzeli ne olabilirdi ki? Yatak odasında Meryem'le yalnız kalınca karısının ilk duvağını açıp yüzünü avuçlarının içine almış, alnına ufak bir öpücük kondurmuştu. Korkma, utanma, çekinme benden, Allah bizi birbirimize nasip etti, kaderimiz bir, yolumuz bir, ömrümüz bir, demişti. Sonra da yavaş yavaş kırmızı rujlu dudaklarını öpmüştü. Meryem için ne kadar ilkse kendi için de ilkti bu. Fakat yine de cinsellik hakkında daha bilgiliydi karısından. Sedat'ın dudakları dudakları değince afallamıştı Meryem. Gözlerini kocaman açmış ve düşmemek için onun kollarını tutunmuştu. Sedat gelinliğini çıkarırken utanmıştı fakat çıplak sırtı yatakla buluştuğunda kendini akışa bırakmış, kalbinin sesiyle, duygularıyla hareket etmişti. Zevk de almıştı bundan. Sahiden ten uyumu diye bir şey var mıydı bilmiyordu ancak varsa mutlaka Sedat'la, kendinin teni uyumluydu. Bunu hissedebiliyordu genç kadın. Eğer öyle olmasaydı muhtemelen kocasının ellerinin, dudaklarının vücudunda gezmesinden bu kadar haz duymazdı. Sedat o gece yaşadığı zevkle içindeki arsız adamı dışarı çıkarırken karısının canını yakmamaya dikkat etmişti. Her ne kadar kaya gibi sert dursa da aslında öyle vurup geçen, kırıp döken bir adam değildi. Meryem'e karşı her zaman saygısını da sevgisini de korumuştu. Hiçbir anlamda ona zarar vermemişti. Kavgaları çok olmuştu ancak yine de karısının kalbini hiç kırmamıştı. En azından çabalamıştı bunun için. İkilinin evliliği her zaman seviyeli bir şekilde ilerlemişti. İkisi de zamanla bağlanmıştı birbirine. Çocukları olunca bu bağ daha da güçlenmişti. Belki artık zamanla bu bağ bir alışkanlık halini almıştı. Sedat, Meryem'e, Meryem, Sedat'a alışmıştı. Zaten genelde öyle değil miydi belli bir süre sonra yaşanan her şey bitiyor ve yerini alışkanlığa bırakıyordu. İşte onlar için de geçerliydi bu. Tipik bir Türk ailesi evliliğiydi. Kim ne kadar mutluydu, tartışılırdı fakat yine de bir yuva kurmuş olmak güzeldi. Zeynep dört yaşına bastığı zaman Meryem'in annesi ölmüştü ve genç kadın tuhaf bir şekilde üzülmemişti. Kalbinde ufacık bir sızı bile hissetmemişti çünkü annesi sevgisini vermemişti ki kendine, bir kez olsun kızım diyerek basmamıştı ki kendini bağrına. Sadece kabullenmeyi öğretmişti, başına ne gelirse gelsin kabullenmesi gerektiğini. Fakat Meryem, annesi gibi değildi, olmayacaktı. Kimseye boyun eğmeyecek, kocası bile olsa gerektiği yerde sesini çıkaracaktı ki, bunu yaptığı çoktu. Hiçbir zaman kendini, Sedat'a ezdirmemişti, her daim kocasının karşısında başı dik bir şekilde durmuştu. Evliliğin ilk zamanlarında toy bir genç kız olsa da yıllar geçtikçe büyümüş ve olgunlaşmıştı. Nerede, nasıl davranması gerektiğini öğrenmiş, kendi kendini geliştirmişti ve bunu yaparken sadece ama sadece kendine yaslanmıştı. Genç kadının okumamış olması para kazanmasına engel değildi. Hamaratlığını kullanarak ekonomik özgürlüğünü de kavuşabilir, ev ekonomisine de destek olabilirdi. Hem zaten eğer okumuş olsaydı da aşçı olurdu ya da şu an ki adıyla Gastronomi bölümünü seçerdi üniversitede. Yemek yapmayı gerçekten seviyordu çünkü. Bir tutkuydu bu iş kendi için. Bundan ötürü de kendince Hatay'ın geleneksel yemeklerini yapıp satmaya karar vermişti. Yaklaşık beş yıl önce başladığı bu işte şimdi oldukça ilerlemiş, Türkiye'nin her yerinden sipariş alır olmuştu. İşleri iyiydi çok şükür daha ne isterdi ki? Bir an için hayatı film gibi gözlerinin önünden geçtiğinde buruk bir şekilde gülümsedi Meryem. Neler neler yaşamıştı fakat her şeye inat dimdik ayakta kalmayı, ekonomik özgürlüğünü eline almayı başarmıştı. Şimdi de tek çabası çocuklarına iyi bir anne olabilmek, onlara güzel bir gelecek hazırlamaktı. Onlar iyi olsun, mutlu olsun kendine yeterdi. "Meryem, kızım," diyerek mutfağa girdi Nermin Hanım. Gelini yine işe koyulmuş dün aldıkları siparişleri hazırlıyordu. "Efendin anne?" diye sordu genç kadın hamur yoğururken. "Elmas yengenler otuz tane oruk elli tane kaytaz siparişi verdiler. İki gün sonra misafirleri geliyormuş. Yarın akşam gelip alacaklarmış." Alnındaki teri silip doğrulurken nefesini düzene sokmaya çalıştı Meryem. Hamur yoğurmak öyle kolay bir iş değildi, güç istiyordu, gayret istiyordu, kuvvet istiyordu. "Yarın mı? E yarın Nimet ablanın siparişlerini yapacaktık. Kızını veriyor ya sofrayı düzecekmiş. Cevizli biberle, külçe, kömbe falan istemişti." Onlar mutfakta bir yandan konuşup bir yandan siparişleri yaparken Sarp coşkulu bir şekilde anahtarla kapıyı açıp eve giriş yaptı. Sabah Feyza'yı yıllar sonra yeniden görmüş olmasının sevincini hâlâ yaşıyordu. Öyle ki o andan beri gülmekten kendini alamıyor, beş karış bir şekilde sırıtıyordu. Genç adam neşeyle mutfağa girdiğinde annesiyle yengesinin şaşkın bakışları kendine döndü. Öyle coşkuluydu ki, gören ona miras kaldığını falan sanırdı. "Hayırdır oğlum ne bu neşe?" Annesinin yanağına küçük bir öpücük kondurdu Sarp. "Ne olsun sultanım hayat güzel işte. Sen varsın yengem var, çocuklar var, abim var daha ne olsun?" "Biz her zaman varız da sen her zaman bu kadar neşeli değilsin Sarp." "Aşk olsun yenge ne zaman benim asık suratlı olduğumu gördün?" "Yok yok. Sen de bir haller var. Anlarım ben. Sabah evden çıktığında yüzün sirke satıyordu," diyerek hamur yoğurmaya devam etti Meryem. Anlamıştı Sarp'ın bu mutluluğu boşa değildi. Mutlaka altında bir şey vardı. Hadi hayırlısı, dedi içinden. "Aman be yenge iki dakika mutlu olalım dedik işte." "Tamam tamam bir şey demedim de, sen niye geldin? Dükkânda olman gerekmiyor mu?" Sabahtan kalan böreklerden atıştırdı Sarp. O kadar lezzetliydi ki yemeye doyamıyordu. "Abim," dedi ağzı dolu bir şekilde. Lokmasını yuttuktan sonra bir ısırık daha aldı elindeki börekten. "Dün aldığı mobilya spreylerini evde unutmuş. Beni aradı eve uğra al, dedi." "Gömme dolaba koymuştu. Dur ben bir gidip bakayım." Meryem önlüğünü çıkartıp üst kata doğru yol aldığında Sarp masanın üzerinde duran son börek dilimini de alıp yedi. İnkâr etmiyordu yemeyi seven bir adamdı. Hem böyle nefis yemekler yapan annesiyle, yengesi varken bu nimetleri sevmeyip ne yapacaktı? Elinin tersiyle itecek hali yoktu ya. "Yavaş oğlum yavaş. Boğulacaksın." "Atın ölümü arpadan olsun Nermin Sultan." Yaşlı kadın oğluna bakıp iç geçirdiğinde hamur leğenini alıp masaya geçti. Hamuru külçe için yumak yumak yapıp kesti. Külçe Hatay'ın geleneksel lezzetlerinden biriydi. Un, süt, çörek otu ve rezeneyle hamuru yapılıp yoğurulur sonrasında yumak yumak kesilir, şekil verilirdi. Kimi rezeneden dolayı sevmezdi kimi ise en çok o rezene tadını severdi. Herkesin damak tadı farklıydı işte. "Siparişler mi?" diye sordu Sarp. Biliyordu bu yemek işleri annesiyle, yengesini yoruyordu fakat bir yandan da bir uğraşları oluyordu. Çok şükür ki müşterileri çoktu. Zaten şu tatların alıcısı olmaz olur muydu hiç? Keşke elinden gelseydi de onlara bir yemek dükkânı falan açabilseydi. "Siparişler oğlum siparişler. Çok şükür Allah veriyor rıskımızı." "Çok şükür, çok şükür." "Sarp getirdim boyaları." Arkasını döndüğünde yengesinin elindeki poşeti gördü genç adam. Onları alıp hadi görüşürüz diyerek tekrardan kapıya doğru yol aldı. Elbette onlara kolay gelsin demeyi de ihmal etmedi. Evden çıkıp dükkâna doğru yol aldığında hâla kendi kendine sırıtıyordu ve galiba da bir süre böyle gülüp duracaktı. Meryem yeniden işin başına geçtiğinde akşama hazır etmesi gereken siparişlerle uğraşmaya devam etti. Ta ki kapı zili çalınıncaya kadar. Kimin geldiğini merak ederek kapıya baktığında görmek istediği son kişiyi gördü. Şimdi ne diye gelmişti bu kadın? "Türkan abla." "Ne o kız hortlak görmüş gibi bakıyorsun. İki gün görüşmedik diye unutulduk mu?" "Yok... yok olur mu öyle şey Türkan abla. Seni unutmak ne mümkün?" Davet edilmediği halde eve girdi Türkan. Ancak Meryem onu mutfağa geçmesine engel oldu. Nazarı vardı çünkü bu kadının siparişleri bir görse resmen kısmetleri kesilirdi. Daha önce başlarına geldiği için tecrübe sahibi olmuştu artık. Türkan'ın salona geçmesinin ardından direkt kahveyi yapmaya girişti Meryem. Tek amacı bir an önce bu kadını evden göndermekti. Tabii Nermin Hanım da misafirini yalnız bırakmamak için salona girmişti. Her ne olursa olsun eve gelen misafire ters davranmak kendine yakışmazdı. "Hayrola Türkan ne bu halin nefes nefese kalmışsın." Türkan baş örtüsünü açtığında kendini eşarbıyla havalamaya çalıştı. "Yok bir şey Nermin abla yok. Öyle iki adım attım nefes nefese kaldım." Meryem pişen kahvelerle içeri girdiğinde elindeki tepsiyi misafire uzattı. İlk suyu sonra da kahveyi aldı Türkan. Fincanı yandaki sehpanın üzerine koyarken suyu bir dikişte içti. Gerçekten susamıştı çünkü. Boşalan bardağı da sehpanın üzerine koyduğunda söze girmeye hazırdı. "Ay Nermin abla belki haddim değil ama ben sana ne demeye geldim." Nermin Hanım, sorgulayıcı bakışlarla bakarken Meryem iç geçirdi. Allah bilir yine ne geveleyecekti? "Benim dayımın bir torunu var, Ayşen. Ama kızı gör, bir içim su," diyerek parmaklarını birleştirip göğsüne vurdu. "Yirmi iki-yirmi üç yaşında. Lise mezunu, elinden her iş gelir. On parmağında on marifet. Bir Meryem gibi olamaz ama iyi kızdır. Ben diyorum ki acaba Sarp kızı bir görse mi?" Nermin Hanım bir an ne diyeceğini bilemedi. Allah biliyor ya Sarp'ın mürvetini görmeyi her şeyden daha çok istiyordu. Onun da çocuklarını kucağına almayı, büyütmeyi istemek en doğal hakkı olsa gerekti. Oğlunun bir yuvası olsa, evini barkını kursa fena mı olurdu? "Ay yok Türkan abla. Hiç o işlere karıştırma bizi. Sarp evlilik falan düşünmüyor." "Dur bir kızım yok deyip kestirip atmayın. Bak kaç yaşına geldi Sarp daha ne kadar boş boş gezip duracak? Evlensin artık evini barkını kursun. Kötü bir şey mi diyorum ben?" "Kötü bir şey demiyorsun da Sarp..." Nermin Hanım, elini kaldırarak susturdu gelinini. Bir kez olsun Sarp'a bu konuyu açmaktan ne zarar gelirdi? "Sen tanıyor musun bu kızı?" "Ayol Nermin abla dedim ya dayımın torunu diye. Kız benim yeğenim sayılır. Akrabam olduğu için söylemiyorum ama kızın maşallahı var ben sana diyeyim. Sarp bir görsün hem Belki onun da kanı kaynar. Hiç olmazsa çarşıda gidip bir kahve içsinler." Oturduğu koltukta biraz daha öne yaklaştı Nermin Hanım. "Kızın ailesine bir şey dedin mi sen?" "Benim kızım, Başak'ın instagramında mı ne ekliymiş Sarp. Orada da resmi falan varmış, işte öyle gördü Ayşen, Sarp'ı. Ben de annesine birkaç şey çıtlattım o da dedi bir oğlangile sor bakalım ne diyecekler. Geldim ben de sana söyledim. Ne dersin Nermin abla bir gidip görelim mi kızı?" "Anne," diyerek itiraz etme moduna geçti Meryem. Eğer böyle bir şey olursa Sarp kıyamet kopartırdı evde. Feyza mevzusunu çat pat biliyordu. En azından Sarp'ın o kızı sevdiğini ve hâlâ da unutamadığını. Fakat kimseye de bir şey diyemiyordu işte. "Sarp istemiyor evlenmeyi neyi zorluyoruz biz? Koskoca adam bunun kararını bırak kendi versin." "E ben vermesin mi diyorum Meryem? Kendi kararını kendi versin tamam da kızı görsün öyle versin. Yanlış mıyım Nermin abla?" İç geçirdi Meryem annesine doğru dönerek onun tepkisini ölçtü. Fakat Nermin Hanım'ın duruşundan bakışından bu olaya sıcak baktığını anlıyordu. "Anne yapma bak Sarp'ın evlenmeye niyeti yok, biliyorsun. Kimseye boş yere umut vermek, mavi boncuk dağıtmak yakışmaz bize. O kız da heves edecek şimdi. Sarp yok derse ne olacak? Yazık değil mi kıza? Biz de o kızın günahına girdiğimizle kalacağız." "Ya yok demezse?" diyerek en sonunda sessizliğini bozdu yaşlı kadın. Meryem gözlerini kapadığında ne derse desin boşa konuşmuş olacağını biliyordu. Annesi, Sarp'ı evlendirmeyi her şeyden çok istiyordu. "Kızım bak ben bugün varım yarın yokum. Çiçek yakında üniversiteye gidecek. Sedat'la, senin bir yuvan var, çocuklarınız, eviniz, yeriniz var. O ne olacak peki? Ömrü boyunca sizinle mi kalacak? O da evlensin, evini barkını kursun, çocuğu, çoluğu olsun. Bir karısı, bir yuvası olsun en azından." "Hay ağzın bal yesin Nermin abla. Ben işte bunu demeye çalışıyorum." Anlık olarak Türkan'a baktığında hiçbir tepki vermedi Nermin Hanım. Doğru mu yapıyordu, yanlış mı yapıyordu bilmiyordu fakat bir kere sadece bir kere kızla, Sarp'ı tanıştırmaktan ne zarar gelirdi ki? Hem belki Türkan'ın dediği gibi kanı kaynardı oğlunun o kıza. "Ee ben o zaman şimdi kızın ailesine haber vereyim mi?" "Bari o kadarına Sarp'a soralım," diyerek yeniden ortaya atıldı Meryem ancak yine fikri reddedildi. "Sarp kabul etmez kızım. Biz zoraki bir şeyler yapmazsak bu çocuğun hali perişan olacak. Kızın ailesine haber ver Türkan. Hazırlıklarını yapsınlar kızı görmeye gideceğiz." *** Artık aralarında mesafeler yoktu, Feyza buradaydı, genç adamın yaşadığı şehirde, Hatay'da. Fakat Sarp bundan sonrasının ne olacağını merak ediyor aynı zamanda Feyza'yı bir kez daha görmek için sabırsızlanıyor ve neden telefon numarasını almayı akıl edemediğini soruyordu kendi kendine. Sahiden niye o an Feyza'nın telefon numarası almamış veya hangi okulda çalıştığını sormamıştı ki? Öğretmen evinde kalıyorum demişti genç kadın. Ama hangi öğretmen evinde? Antakya'da sadece bir tane öğretmen evi vardı, o da Antakya Lisesi'nin hemen yanındaydı. Ya Feyza başka bir ilçede çalışıyor ve oradaki öğretmen evinde kalıyorsa? Hepsini tek tek gezemezdi ki. Fakat kararını vermişti yarın şansını deneyerek Antakya'daki öğretmen evine gidecekti. Belki şans kendinden yana olur ve Feyza'yı hemen orada buluverirdi. Hayali bile ne de güzeldi. Caner mobilyaları silerken arkadaşının beş karış sırıtarak dükkâna girdiğini gördü. Saatler önce asık değil miydi onun suratı? Ne olmuştu birden bire? Sarp, arkadaşını gördüğü gibi kollarını havaya kaldırıp ellerini şıklattığında oyun havası moduna geçti. Eş zamanlı olarak hareketli bir şarkıyı da coşkulu bir sesle söyledi. "Esmerim biçim biçim Sarp'ın neden bu kadar sevinçli olduğunu anlamasa da ona uyum sağladı Caner. Tıpkı arkadaşı gibi kollarını kaldırıp oyun moduna geçti ve şarkıya kendi devam etti. "Hele loy loy kibar yarim esmerim. Loy!" Birlikte şarkı söyleyip dans etmeleri belki de gerçekten mutluluğun bulaşıcı olduğunu kanıtlıyordu. Sarp böyle şen şakrak bir şekilde dükkânı girince otomatik olarak Caner de ona uyum sağlamıştı. Tabii genç adamın kapı gıcırtısından bile kendine eğlence çıkarabilecek bir yapıya sahip olması da bir etkendi. Birlikte gür bir kahkaha attıklarında Caner de, Sarp gibi sırıttı. "Hayırdır oğlum ne bu neşe?" Hızlıca Caner'e yaklaşıp onu omuzlarından sarstı Sarp. En yakın arkadaşıyla paylaşmak istiyordu mutluluğunu. "Geldi lan! Vallahi de geldi! Billahi de geldi!" "Kim geldi oğlum? Bir sakin ol. Anlat." "Feyza, lan! Feyza. Feyza diyorum, Geldi diyorum!" Bir an afalladı Caner, arkadaşının dediklerini anlamaya çalışırken kaşlarını çattı. Ciddi ciddi dönmüş müydü Feyza, buraya? "Ne... Nasıl? Feyza şimdi şimdi buraya, Antakya'ya geldi öyle mi?" "Hem de ne gelmek! Öğretmen olmuş, öğretmen! Buraya atanmış!" "Şaka yapıyorsun." "Ne şakası? Gördüm ya, gördüm! Kanlı canlı karşımda gördüm sabah, konuştuk, muhabbet etik." "Karıştırmış olmayasın?" "Ne karıştırması Caner ya? Gördüm ya gördüm. Bildiğin Feyza'ydı işte." Caner hâlâ Sarp'ın dediklerini idrak etmeye çalışıyordu ki en sonunda "Bana şunu baştan anlat," dedi. Birlikte rastgele bir koltuğa oturduklarında Sarp her şeyi en başından anlattı. Fakat anlatırken bile coşkusunu bir an olsun kaybetmiyordu. Ta ki abisinin sert sesini duyana kadar. "Bu hesaplar niye yine karışmış?" İkili aynı anda ayağa kalkıp arkalarını döndüğünde Sedat'ın delici gözleri ile karşılaştılar. Elinden gelse gözleriyle ikisini de yakacakmış gibi bakıyordu. "Ne oldu abi?" diyerek sakinliğini korumaya gayret etti Sarp. "Hesapları karıştırmışsınız ne olacak? İki bin lira açık var!" Sarp ensesini kaşıdığında nasıl hesap vereceğini bilemedi. Çiçek geçen gün kendine gelip ihtiyaçlarım var deyince kendi de dükkânın kasasından bir miktar para almış kardeşine vermişti. Kalan kısmını da çocukların okul masrafları için harcamıştı. Yengesi bunu öğrendiğinde ne gerek var zaten abinle biz halledeceğiz demişti ancak kendi, kendince yeğenlerini sevindirmek istemişti. "E abi şey...Şey..." "Ney oğlum? Söyle biliyorsan." "Ben o paranın birazını Çiçek'e verdim. Lazımmış kıza. Birazıyla da çocuklara bir şeyler aldım." "Ne yaptın? Ne yaptın?" Diye sorarak kardeşine yaklaştı Sedat. Yine her zaman ki gibi kafasına göre iş yapmıştı beyefendi. Hayır, anlamıyordu hiç mi bu oğlana hesap kitap öğretemeyecekti? "Çiçek'e para verdin öyle mi?" "Abi..." "Ya sen niye kendi kafana göre iş yapıyorsun Sarp? Niye oğlum niye? Daha geçen ay dünya kadar harcama yaptı Çiçek! Ona para mı verilir Allah aşkına? Bilmiyor musun sen kardeşini? Boş yere para harcayıp duruyor! Kıyafeti, ayakkabısı, süsü, püsü bitmiyor ki hanımefendinin!" "Sen niye anlamıyor musun asıl? Çiçek genç kız, ihtiyacı olur elbette." "Müsriflik! Çiçek'in ihtiyacı müsriflik!" Sedat kulakları delecek bir şekilde bağırırken Sarp gözlerini kapadı. Hızlanan nabzını hissederken ellerini sıktı. Yeni bir şey değildi aslında bu olanlar her zaman ki gibi abisiyle sıradan bir kavgasıydı. Sedat bağırmaya devam ederken boynundaki damarların kızardığını da biliyordu. Böyle hesap kitap bilmez bir kardeşi varken sakin kalması mucize olurdu zaten. "Hadi tamam yedin bir halt Çiçek'e para verdin! Çocuklara niye harcıyorsun, sana mı düştü onların derdi? Ben karşılamıyor muyum onların masraflarını? Neyim burada şam babası mı?" "Sedat abi," diyerek araya girdi Caner. Onu omuzlarından tutarak olaydan uzaklaştırmaya çalıştıysa da başarısız oldu. "Gel biz hesapları yeniden bir gözden geçirelim." "Bırak Caner! Neyi gözden geçireceğiz? Hesap ortada işte," diyerek elindeki kağıtlara vurdu bu sefer Sedat. "Senin bu arkadaşın sayesinde iki bin lira açığımız var! Alacaklılar yarın gelecek kapımıza ne diyeceğiz adamlara? Size vereceğimiz parayı Sarp Bey kardeşine vermiş mi?" Gerek gururu kırıldığından gerek sinirden kehribar gözleri doldu Sarp'ın. Daha fazla abisinin bağırışlarına maruz kalmak istemediği için hızlı adımlarla çıktı dükkândan. Dışarıda biraz olsun öfkesini kontrol altına alabilmek için gözlerini kapatıp birkaç defa derin derin nefesler aldı. Her zaman ki gibi klasik Sedat Akkaya'ydı. Para onun için her şeydi ve her şeyden değerliydi. Eğer neden böyle olduğunu ona sorsalar muhtemelen Sedat'ın cevabı, ailemi geçindirmeye çalısıyorum olurdu. Ona göre ev dışı haricinde harcanan her para müsriflikti, insan her daim aza kanaat etmeliydi. Gereksiz harcama yapmamalı, ihtiyacı olandan fazlasını almamalıydı. Kıymeti bilmeliydi elinde olan imkânların. Aç gözlü ya da isyankâr olmamalıydı. Olmalıydı ki, daha çoğunu elde edebilsin. Abisini haksız diyemezdi aslında Sarp. O, kendinden daha çok yokluğu görmüştü. Babasıyla, annesi evlendiğinde çok durumlarının olmadığını, çoğu şeyi idare etmek zorunda olduklarını biliyordu ve Sedat bunları göre göre büyümüştü. Aralarında altı-yedi yaş olduğu için evdeki sorunların hep daha farkında olmuştu. Bu yüzden de şimdi kazandıkları her bir kuruşun kıymetini bilmeyi, ailesine kendi çektiği sıkıntıları çektirmemeye çalışıyordu ancak bunu yaparken ne yazık ki bazen gerçekten çok kırıcı oluyordu. Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Evet kırılmıştı Sarp fakat abisi için bunun bir önemi olmadığını biliyordu. Hiçbir zaman gönlünü almaya falan çalışmamıştı, şimdi de öyle bir şey beklemiyordu. Sadece... Sadece bazen çekip gidecek, her şeyi arkasında bırakacak kudreti kendinde bulamadığı için, kendi hayatını kurmaktan aciz olduğu için kızıyordu kendine. Neden kalmıştı ki ailesinin yanında? Neden çarpıp kapıyı gidememişti uzaklara? Niye kalmıştı bu şehirde? Niye? Ne vardı kendini buraya bağlayan? Abisinin bu tavrı mı? Ya da belki de gerçek çok netti. İnsan kendine zarar veren ne varsa ona bağımlı oluyordu. Tıpkı sigara gibi. Bazıları sigaranın zarar verdiğini bile bile onu içmeye devam ediyorlardı ve bundan tuhaf bir şekilde zevk alıyorlardı. Sarp için de aynısı geçerliydi işte. Ailesinin yanında kalmak kendine zarar verdiği halde gitmemişti. Israrla onlarla kalmaya devam etmiş ve kendini mutluyum diye hep kandırmıştı. Fakat şimdi anlıyordu ki, aslında hiç mutlu değildi ama buna rağmen de yürekten bağlıydı ailesine ve her ne olursa olsun onları bırakıp gidemeyeceğini iyi biliyordu. Veya belki de nedensiz bir şekilde kendine buna mahkum ediyordu. Ya da sadece kabulleniyordu her şeyi. Seneler evvel Feyza'nın gidişini kabullendiği gibi. *** Salona girdiğinde Meryem'i balkonda kahve içerken buldu Çiçek. Karşısına oturduğunda hemen de onun laf çarpmalarına maruz kaldı. "Oo Çiçek Hanım siz çıkar mıydınız odanızdan?" "Yenge ya," diye söylendi genç kız. "Siz de beni iyice oda faresi yaptınız." "Eee odadan çıktığın mı var? Geliyorsun eve kapanıyorsun odana. Annemin yemekte herkes sofraya oturacak kuralı olmasa yüzünü bile görmeyeceğiz." Omuzlarını silkti Çiçek. Onlarla oturup ne yapacaktı ki? Sedat abisinin her dakika problem çıkartmasını mı dinleyecekti yoksa annesiyle, yengesinin dedikodularını mı ya da yeğenlerinin birbirleri ile olan kavgalarını mı? Odasında yastığı, yorganı, telefonu ve kulaklığıyla gayet mutluydu. Böyle olunca kimse kendine karışmıyordu, kendi de kimseye. "Zeyno'nun beni odadan kovmalarını da say." "Kızıma da laf çarpmayı ihmal etme zaten." "E çıldırtıyor beni." Meryem ufak bir şekilde güldüğünde Çiçek'e bir şey demedi bu kez. Çünkü haklıydı, Zeyno bazen gerçekten herkesi çıldırtıyordu. "Annem nerede?" "İçeride, ikindiyi kılıyor," diyerek kahvesinden bir yudum daha aldı genç kadın. Gözlerini bir süre daha Çiçek'in üzerinde gezdirdikten sonra "Eee," diyerek devam etti konuşmasına. "Nasıldı okul?" "Her zaman ki gibi aynıydı da yeni bir hoca gelmiş adı Feyza. Belki sana garip gelecek ama bir yerden hatırlıyor gibiydim onu." Meryem içtiği kahveyi püskürtmemek için kendini zor tutarken şaşkınlıkla Çiçek'e baktı. Doğru mu duymuştu onun dediklerini? "Feyza mı?" "Evet Feyza," dedi genç kız. Neden yengesini böyle bir tepki vermişti ki şimdi? Meryem kahvesini bıraktığında kaşlarını çattı. Belki de sadece bir isim benzerliğiydi ama yine de emin olmak istiyordu. "Nasıl biri anlatsana biraz. Yani fiziği nasıl?" "Orta boylarda, esmer tenli biri. Ela gözlü, kahve saçlı falan işte. Sen neden sordun?" Hayır, bu sadece isim benzerliği falan değildi. Çiçek resmen Sarp'ın arkadaşını tarif ediyordu. Hatırlıyordu Meryem, o kızın nasıl bir fiziğe sahip olduğunu. Sonuçta evlerine defalarca gelip gitmişti Feyza zamanında ve o Feyza'nın Çiçek'in öğretmeni olması olasıydı. Aklına gelenle hızla ayağa kalktı genç kadın. "Hemen geliyorum." Çiçek neler olduğunu anlamayarak kaşlarını çattı. Nereye gitmişti şimdi yengesi? İçinden bir sesler Feyza hocanın altından büyük bir şey çıkacağını söylüyordu ve nedense o seslere inanıyordu genç kız. Dakikalar sonra Meryem yeniden balkona geldiğinde elindeki fotoğraf albümünü açıp Sarp'la, Feyza'nın resmini buldu. Daha doğrusu Sarp'ın lisedeki sınıfının resmini. Fotoğraftaki Feyza'yı işaret ederek Çiçek'e gösterdi resmi. "Bu mu?" Fotoğrafı eline alınca dikkatlice baktı genç kız ve gözlerine inanamadı. Gerçekten Feyza hocaydı fotoğraftaki kadın. Sadece biraz daha küçük duruyordu o kadar. "Evet... Evet bu kadın. Feyza hoca bu kadın." Çiçek bakışlarını fotoğraftan çekip geri yengesine diktiğinde onun da şaşırdığını fark etti. "Kim bu yenge? Abimle ne ilgisi var bu kadının?" Sıkıntıyla nefes almasının ardından sandalyeye oturdu Meryem. Gerçekten dönmüş müydü Feyza? İyi ama neden? Neden bu kadar yıl sonra gelmişti tekrar? "Yenge?" "On yıl önce sen daha yedi yaşındayken Sarp'ın bir arkadaşı vardı hatırlıyor musun? Feyza. Bize gelip giderdi. Abinle birlikte ders falan çalışır, bazen de akşam yemeğine kalırdı. Seni çok severdi, ödevlerini yaptırır, sana okuma yazma öğretmeye çalışırdı. Her geldiğinde sana mutlaka kitap getirirdi okuman için. Sen de o heyecanla kitapları okur, onun bir daha gelişini hevesle beklerdin." "Feyza abla," diye mırıldandı Çiçek. Tabii ya şimdi hatırlıyordu Feyza'yı. Zamanında kendine okuma yazmayı öğretmiş, kitaplar getirmişti. Nasıl unutmuştu ki onu? Oysa öyle bir insan hiç aklından çıkmamalıydı fakat işte belki yaşı daha küçük olduğundan belki de başka şeylerden dolayı unutmuştu Feyza ablasını ama şimdi bir aydınlanma yaşayarak hatırlıyordu onu. İşin garibi ise Feyza ablası şimdi Edebiyat hocası olmuştu. Hayat ne tuhaftı. "İşte o Feyza, Sarp'ın arkadaşıydı sonra ailesiyle birlikte sırra kadem bastı. Sarp onu çok aradı ama bulamadı. Ama şimdi hayatın cilvesi olsa gerek buraya dönmüş ve senin öğretmenin olmuş." "Galiba," diye belli belirsiz mırıldandı genç kız. Ancak hâlâ yaşadığı durumun şokunu atlatamamıştı. "Peki ya abim? Abimle arasında bir şey oldu mu hiç?" "İşte bunu hiç bilmiyorum Çiçek. Abinle arasında ne oldu, neler geçti bilmiyorum. Sadece arkadaş gibilerdi ama onların gerçek duygularını hiç kimse anlamadı. Bu eski bir hikâye ve belki de hep öyle kalması gerekiyordur. " "Ama neden? Feyza hoca döndü işte ve belki de o da abim için gel-" "Çiçek! Bu hepimizin canını sıkan bir konu tamam? Bu yüzden daha fazla deşmenin bir anlamı yok. Eğer merak ettiğin şeyler varsa abine sor. Beni daha fazla karıştırma olur mu?" Meryem sözlerini söyleyerek ayağa kalkıp içeri geçtiğinde Çiçek öylece kaldı. Ne olmuştu geçmişte, neler yaşanmıştı? Öyle çok merak ediyordu ki ve bir şekilde de merak ettiklerini öğrenmekte kararlıydı. Hava karırken aldığı ekmeklerle eve dönüyordu Sarp. Her ne kadar abisiyle yaşadığı olay canını sıksa da düşünemeye çalışıyordu. Şun an sadece Feyza'ya ulaşmanın yollarını arıyordu ki yarın o, öğretmen evine bakmakta kararlıydı. Evin önüne vardığında bir an için başını çevirdi ve o an anladı ki hayat mutlulukla mutsuzluk arasında gerçekten bir denge kuruyordu. Eğer öyle olmasa muhtemelen şu an yüzü gülmezdi. Evinin çaprazındaki müstakil evin sahibi cama kiralık ilanını yapıştırıyordu ve Sarp, Feyza'yı yarın görmek için bir neden aramak zorunda kalmamış, o neden aniden karşısına çıkmıştı. Sonuçta Feyza gibi biri böyle müstakil, bahçeli bir eve hayır diyemezdi. Okula da yakındı hem. Böyle bir ev bulmuşken Feyza'ya söylemezse ayıp etmiş olurdu ve kendine ayıp etmek, hiç mi hiç yakışmazdı. |
0% |