Yeni Üyelik
33.
Bölüm

30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları

@petekayla

23 Aralık 2006

"Ne üstüne yemin edeyim?"

"Hiç yemin etme; ama illa yemin edeceksen o tanrı bilip tapındığım sevimli varlığının üstüne yemin et."

"Olmuyor olmuyor," diyerek provayı kesti Meral Hoca. Okul olarak dönem sonu gösterisi hazırlıyorlardı ve kendi de edebiyat öğretmeni olduğundan gerek öğrencileriyle birlikte bir tiyatro oyunu düzenlemek istiyordu. Hangi tiyatro oyununu sergileyeceklerine ise çoktan karar vermişti. Ölümsüz bir eser olan Romeo ve Juilet. Ancak sahnedeki öğrencilerinde gram yoktu tiyatro yeteneği. Öylesine geyik yapıyor gibi halleri vardı Jale ile Tolga'nın. Galiba yeni bir seçim yapmak zorunda kalacaktı, ki o yüzden tüm on birinci sınıf öğrencilerini ders saatinde konferans salonuna çağırmıştı.

"Jale biraz daha içten konuşman lazım kızım. Put gibi durma öyle. Tolga sen de biraz duyguya gir oğlum. Hissederek oynayın."

"Hocam ben replikleri karıştırıyorum," diyerek ensesini kaşıdı Tolga. Oldukça çekingen olduğundan oyunu oynamakta zorlanıyordu. "Başka birini seçseniz?"

"Evet hocam," diyerek arkadaşını onayladı Jale. Tiyatro eğitimi almasına rağmen Tolga'nın heykel gibi durmasından dolayı kendini veremiyordu oyuna. Tolga iyi bir sınıf arkadaşıydı, onun bir kötülüğünü görmemişti ama tiyatro başka bir işti ve Tolga tiyatroya uygun değildi.

"Tolga pek giremiyor duyguya."

"Pekâlâ," dedi Meral hoca ardından ayağa kalkıp koltuklarda oturan gençlere göz attı. Bazılarının gözleri hevesli hevesli beni seçin der gibi bakarken bazıları çoktan saklanma işine girişmişti. Derin bir nefes aldı genç öğretmen, oynamak istemeyeni elbette ki zorla oynatacak değildi.

"Var mı aranızda Romeo olmak isteyen?"

"Hocam," diyerek el kaldırdı Caner. Oldukça hevesli görünüyordu Romeo'yu oynamak için. Elini havada yalvarır gibi sallayıp duruyordu. "Ben ben ben. Hocam ben Romeo olmak istiyorum. Lütfen beni seçin."

Gözlerini devirdi genç kadın. Pek ümitli değildi Caner'den ancak bir kere denemekten bir zarar gelmezdi galiba. Zaten bu kadar çok istekli olan başka biri yok gibiydi.

"Madem bu kadar çok istiyorsun gel bakalım sahneye."

Otuz iki diş sırıtarak yerinden fırladı delikanlı. Asuman ise arkasından kıkırdadı. Dünya tersine dönse Caner'den Romeo olmazdı. "Sence de fazla ironik bir seçim değil mi Feyzoş?"

"Bilmem," diyerek dudaklarını büzdü Feyza. Caner'in oyunculuk yeteneği var mıydı, bilmiyordu ama o da elbette ki bir şansı hak ediyordu. "İzleyip göreceğiz."

"O kadar da ön yargılı olma Asu, Caner'in gerçekten tiyatro yeteneği vardır," dedi Sarp. Sonuçta iyi tanıyordu arkadaşını ve henüz ilk okuldayken oynadıkları tiyatro gösterisinde herkesi kendine hayran bırakmıştı Caner. Şimdi de neden Romeo rolü ona yakışmasındı ki?

"Aslında haklı olabilirsin Sarp, Caner belki de gerçekten iyi oyuncudur."

Kinayeli sözlerine alaylı gülüşü eşlik etti. Biliyordu çünkü Asu, Caner kızlarla gayet güzel oynuyordu. Sarp, genç kızın neyi ima ettiğini anlayınca onun gibi güldü. Haksız diyemezdi arkadaşına.

"Romeo kim olur, bilmem de Juilet için ideal kişi Oya derim ben," diyerek lafa karıştı Altay. Kendinden iki koltuk ötede, Asu'yla Feyza'nın arasında oturan kıza bakıp gülümsemeyi de ihmal etmedi. Artık daha da ümidi vardı, Oya'da kendine karşı boş değildi çünkü. Biliyor ve hissediyordu. Yoksa neden devamlı kendinden kaçmak için çabalasındı ki Oya?

"Ben mi?" diyerek kendini işaret etti Oya. Yanakları al al olmuş, gözlerinde utangaçlık yer edinmişti. Yine ve yine Altay kendine iltifat ederken, kendi şaşkın şaşkın bakıyordu. Altay'ın bu davranışlarına hiçbir zaman alışamayacaktı galiba.

"Ben hiç anlamam ki tiyatrodan."

"Kendine haksızlık etme Oya, bence gayet güzel başarırsın sen bu işi."

"Ama şu an Jale seçildi ve ayrıca biz seninle folklor oyununda yer aldık. İkinci bir oyuna gerek yok."

"Evet öyle," diyerek çapkınca sırıttı Altay. Oya ile folklor oyununda olmak bile kendine heyecan veriyordu. "Birlikte folklorde yer aldık."

"Birazdan da provanız var," dedi Hakan sıkılgan bir yüz ifadesi ile. Gün geçtikçe Oya ve Altay daha çok yakınlaşıyor, ikili olarak daha çok zaman geçirip muhabbet ediyorlardı ve kendi bu durumdan oldukça rahatsızlık duyuyordu. Katlanamıyordu onları birlikte mutlu görmeye. Öte yandan Oya'nın kendinden uzaklaşması da canını sıkıyordu. Sanki gerçekten Altay elinden alıyordu genç kızı, sanki gerçekten Oya... Oya bir şeyler hissediyordu Altay'a karşı. Hayır, tüm bunları kabul edemez, sessiz kalamazdı. Şu an susuyorsa bile, yakında fırtına çıkaracağındandı.

"Umarım hareketleri öğrenmişsindir Altay."

"Merak etme senin bağlama çalmadan çok daha iyi öğrendim."

"Bunu duymak güzel, ne de olsa herkesin önünde rezil olmanı istemem."

"Beni bu kadar düşündüğünü bilmiyordum doğrusu."

"Arkadaşlar birbirini düşünmek için vardır demi?"

Hakan manidar bir şekilde gülümserken Asu iç geçirdi. Her şeyin farkındaydı artık zaten olayı anlamamak mümkün değildi ki. İkisi de Oya için birbirine laf atıp duruyordu her defasında ancak Oya bir türlü anlamıyordu onları. Nasıl bu kadar saf olabilirdi bu kız? Resmen dağ gibi iki delikanlıyı birbirine düşürmüştü, farkında değildi. Ah benim safım, diye geçirdi içinden. Oya'yla her şeyi konuşmayı düşünmüştü fakat olayları daha çok karıştırmaktan korkmuştu. Zamanla Oya kendi anlamalıydı ne olup bittiğini. Karışmanın doğru olduğunu düşünmüyordu bu defa.

"Ne oluyor bunlara anlamıyorum," diye söylendi Feyza. Bakışlarını Altay'la, Hakan'ın üzerinde gezdirirken. Neyi paylaşamıyorlardı ki?

Gözlerini devirdi bu kez Asu. Saf olan sadece arkadaşı değildi. Hoş kuzeni Sarp'ı bile görmezken Altay'la Hakan'ı anlayamazdı ya.

"Bir gözlerinizi açsanız her şey gün gibi ortada aslında."

"Ne?" diye sordu Oya. Duymamıştı arkadaşının dediklerini.

"Az sussun da Caner'i izleyelim, diyorum."

Genç kız bakışlarını sahneye çevirdiğinde Sarp için için güldü. Her ne kadar Asu, bir kaşık suda Caner'i öldürmek istiyormuş gibi dursa da aslında içinde başka hisler vardı. Sonuçta en tatlı aşklar, kavgayla başlardı.

"Binlerce kez iyi geceler sana."

"Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa!"

Caner bağıra bağıra elindeki kağıda bakarak repliği tekrar ederken âdeta kendinden geçmişti. Öyle ki, Caner olduğunu unutmuştu, Romeo sanıyordu kendisini o an. Tek eksiği belki de Romeo kıyafetleriydi. Jale içli içli karşısındaki adama bakarken hülyalara dalmıştı çoktan. Çok... Çok yakışıklıydı Caner ve ona baktıkça içi gidiyordu. Ah, diyordu keşke bir kez olsun beni de görse. Ama etrafında o kadar kız varken, Caner kendine bakmazdı ki. Görmezdi kendini, kendi sadece şu gözlerin hayranı olmakla yetinebilirdi.

"Jale kızım devam etsene."

Hocanın sesiyle kendine geldiğinde boğazını temizledi Jale, repliğine odaklanmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Yeşil gözler aklını başından alıyor, kendini bambaşka dünyalara götürüyordu. Herkesin gözlerini üzerinde gezerken hocasına baktı yeniden. Genç öğretmenin beklenti dolu bakışlarına karşılık "Şey," diyebildi. "Şey... Repliklerimi unuttum hocam."

Elini alnına vurdu Meral öğretmen. Kaç haftadır prova yapıyordu Jale ve şimdi repliklerini unutmuştu öyle mi? "Yok," diyerek ayağa kalktı aniden. "Yok bu böyle olmayacak. Senin de rolünü alıyorum Jale. Hep bir bahane uydurup duruyorsun çünkü."

"Ama hocam..."

"itiraz istemiyorum. Yerine geç."

Genç kız oflaya oflaya sahneden inip sınıf arkadaşlarının yanına giderken Caner, hocasına umutla bakıyordu. Romeo rolünü kendine verecek miydi?

"Hocam ben?"

"Romeo'nun arkadaşı olacaksın sen. Yeteneğin var ama Romeo için ses tonun ve mimiklerin uygun değil."

Yüzünü astı delikanlı, Romeo olmayı o kadar çok istiyordu ki. Neden şansı bir kez olsun yaver gitmiyordu?

Meral hoca yeniden öğrencilerine doğru dönünce gözlerini bir kez daha hepsinin üzerinde gezdirdi ve aklındaki iki ismi dile getirdi. Umuyordu ki, bu defa yanılmasın.

"Feyza ve Sarp. Siz gelin sahneye."

İkili anlık olarak şaşkınlıkla birbirine baktı. Meral Hoca ciddi ciddi bu oyun için ikisini mi seçmişti?

"Biz mi?" diye sordu Feyza. Oyunculuk yeteneği hiç yoktu ki Juilet olsun.

"Evet siz," dedi genç kadın büyük bir ciddiyetle daha fazla sabrı kalmamıştı. "Ne duruyorsunuz gelsenize."

"Hocam," demişti ki Sarp, Meral öğretmenin sert bakışlarını görünce sustu. El mâhkum ayağa kalkıp Feyza ile birlikte sahneye adımladığında içten içe heyecanlandığını hissetti. Birlikte sahneye çıktıklarında karşı karşıya durdular. Ne yapacaklarını bilmeyen iki şaşkın gibilerdi. Feyza zorlukla kendini topladığında kenarda duran kağıtları eline alıp göz attı. Geri kalan kısmını da Sarp'a verdi.

"Pencere sahnesinden başlayın," dedi Meral hoca. "Önce sen Sarp."

Başını salladı delikanlı. kısa bakış attı repliklerine ardından boğazını temizleyip Feyza'ya odakladı bakışlarını.

"Ey parlak melek konuş yine!

Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye

Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde

Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine göründüğün gibi.

Tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında

Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,

Öylece bakıyorum ben sana."

Nefes alamadı genç kız, kalbi hızla atarken yutkunma ihtiyacı hissetti. Sarp gözlerine bakıp içtenlikle repliği söylerken dış dünya ile bağlantısını kesmişti. Bu sözler Romeo'ya bile bu kadar çok yakışmazdı. Kehribar gözlerden alamazken bakışlarını dudaklarını kımıldattı yavaşça. Elindeki kağıda bakmasına gerek yoktu ezbere biliyordu bu sahneyi.

"Ah Romeo Romeo!

Neden Romeo'sun sen?

İnkâr et babanı, adını yadsı

Yapamazsan, yemin et sevdiğine

Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben."

"Daha dinleyeyim mi, yoksa açılayım ona?

Sarp rolü gereği kendi kendine konuşurken yarım bir gülüş sergiledi. Juilet değil, Feyza konuşuyordu karşısında ve ondan bu sözleri duymak tarifsiz bir mutluluk veriyordu yüreğine.

"Benim düşmanım olan adındır yalnızca

Sen sensin Montague olmasan da

Hen Montague nedir ki?

Ne eli bir erkeğin

Ne ayağı ne kolu ne yüzü ne de başka bir parçası.

Ne olur başka bir ad bul kendine

Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile

Kokmaz mı aynı güzellikte?

Romeo'nun adı Romeo olmasaydı

Kusursuzluğundan bir şey kaybolmazdı

Romeo bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan bu ada karşılık al bütün varlığımı."

"Alıyorum öyleyse sözünü dinleyerek.

"Sevgilim" de ki vaftiz olayım yeniden.

Romeo değilim bundan böyle ben."

"Çok güzel," diyerek sahneyi kesti Meral hoca. Nihayet istediği performansı gösterecek olan öğrencileri bulmuştu. "İşte istediğim sahne performansı. Yarından tez yok provalara başlıyoruz çocuklar. Şimdi dağılabilirsiniz."

Sarp ve Feyza öylece kaldığında birbirlerine şaşkınlık ve utançla baktılar. Sarp ensesini kaşırken Feyza'nın esmer yanakları kızarmıştı. Diyecek bir şey bulamadıklarından sadece bakışmakla yetiniyorlardı. Galiba gerçekten dönem sonunda Romeo ve Juilet'i oynayacaklardı.

***

"Kavga etmez sever beni, Romeo Romeo... Sabaha kadar kucaklar beni... Romeo Romeo!..."

"Asuman kes şunu!" diyerek aniden durup kuzenine ters ters baktı Feyza. Okuldan çıkmış lisenin bahçesinde Sarp'la, Caner'i bekliyorlardı. Zira Necla Hanım kendilerini evine davet etmişti bugün. Hem kendine hem Asuman'a kıyafet dikecekti o yüzden de beden ölçülerini alacaktı. Her ne kadar kendi gerek yok dese de, benden size bir hatıra kalır, demişti Caner'in annesi. Oya'ya da dikmek istemişti aslında da Oya'nın erkenden eve gitmesi gerekmişti. Nedeni küçük kardeşi Osman'ın rahatsızlanmasıydı. Ona bakması lazımdı.

"Niye ki, ne güzel şarkı işte."

Gözlerini devirdi genç kız ama Sarp'ı görünce bir şey diyemedi. Onun yanında bu muhabbeti uzatmak istemiyordu. İkili yanlarına varınca "Ee," dedi Caner. "Geliyor musunuz bize?"

"Geliyoruz, Necla teyze o kadar ısrar etti onu kıramayız."

Belli belirsiz gülümsedi delikanlı Asu kendilerine ne zaman gelse heyecanlanıyor, çocuk gibi oradan oraya zıplamak istiyordu. İç geçirerek karşısındaki kızda gözlerini bir kez daha gezdirdi. Gittikçe daha çok kapılıyordu Asu'ya, daha çok onunla beraber vakit geçirmek istiyor, daha çok onun yanında olmasını diliyordu. Bambaşkaydı Asu, kimsede olmayan bir duruşa sahipti. Deli dolu ancak bir o kadar nahif bir yüreği vardı. Kendinden emin bakışları deniz mavisi gözlerine ne de çok yakışıyordu. Boşuna Asuman değildi adı, gökyüzüydü çünkü o. Kendine dört mevsimi yaşatan gökyüzünün ta kendisi. Ah ne olurdu birazcık kendine yüz verseydi. Biliyordu, hissediyordu onun da kendine karşı duyguları vardı ancak ya kabul etmiyor ya da kendinden kaçıyordu. Fakat bir gün... Elbet bir gün onun da hisleri gün yüzüne çıkacaktı.

"O zaman gidelim mi?" diye sordu Sarp. Mahalleye Feyza ile girmek hoşuna gidiyordu. Kim hakkında ne konuşursa konuşsun umurunda değildi. İnanıyordu bir gün... Elbet bir gün o mahalleye Feyza'nın elini tutarakta girecekti.

"Olur," dedi Feyza, başını sallayarak. Birlikte yeniden adımlamaya başladıklarında liseden çıkıp caddeye vardılar. Yürümeye devam ederlerken duydukları ses ile durdular.

"Caner"

Delikanlı arkasını dönüp baktığında gördüğü sima ile yutkundu. Bu adam... Bu adam yüzünü fotoğraflardan bildiği, annesinin ağladığı gecelerde adını sayıkladığı babasıydı. Başka bir kadını annesine tercih eden, basit bir heves uğruna yuvasını yıkan ve kendini yıllar boyunca babasızlığa mâhkum eden babası. Henüz beş yaşında iken omuzlarına nice sorumluluklar bırakan babası. Bir kere bile kendilerini arayıp sormayan babası. Babalıktan nasibini almamış olan babası.

On yedi yıllık hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçip giderken dolan gözlerine aldırmadı Caner. Hiçbir tepki veremezken ellerini istem dışı yumruk yaptı. Babasını en son beş yaşında görmesine rağmen tanımıştı. Tanımaması mümkün değildi ki. Kalbindeki tüm yaraların sahibini nasıl unutabilirdi? Nasıl unutabilirdi bir akşam yemeğinde annesinin karşısına geçip ben başkasını seviyorum, diyen adamı. Nasıl unutabilirdi yaşlı gözlerle babasına bakarken babasının arkasına bile bakmadan valiziyle evden çekip gittiğini? Nasıl unutabilirdi minicik yaşına rağmen annesini teselli etmek için türlü şaklabanlıklar yaptığını. İçi yanarken annesinin gözyaşlarını ufacık parmakları ile sildiğini. Unutmamıştı, yaşadığı acıların hiçbirini unutmamıştı. Hepsi dün gibi hatırındaydı. Bir damla yaş, gözünden akarak esmer yanağına doğru süzüldü. Üstüne perde çektiği acılar bu adamı yeniden görmesiyle kalbinin dört bir yanını kuşatmıştı. Yaralarını sarmamıştı delikanlı, onlar orada, yüreğinin en derinlerinde dururken kendi o yaraları yok saymıştı. Kimseye anlatmadığı gibi kendi kendinden de gizlememişti. Kendi yaralarıyla alay etmeyi seçmişti, gülerek cezalandırmıştı hem kendini hem hayatı. Acıya kahkaha atanlardandı Caner, her şeye inat gülmeyi öğrenenlerdendi ve belki de onu güçlü yapan buydu.

Caner karşısında put gibi dururken tereddütle yaklaştı Adnan Bey oğluna. Bir iki adım atarak Caner'le arasındaki mesafeyi sıfırladı. Yarım bir gülüş vardı dudaklarında, oğlunun yüzünde bakışlarını gezdirirken elini delikanlının omzuna koymak için uzattı. "Oğlum," dedi o kadar yıl geçmemiş, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Sahiden oğlunu özleyen bir babaymış gibi.

Hışımla kendine yaklaşan eli indirdi Caner. Öyle öfkeliydi ki, bu adamın boğazına yapışmak onca yılın hesabını sormak istiyordu. Kendinden çok annesine çektirdiği acıların hesabını.

"Dokunma bana!"

"Caner..."

"Bunca yıl sonra niye böyle yol ortasında karşıma çıktın?!"

"Oğlum bak..."

"Oğlum deme bana! Ben senin oğlun falan değilim!"

Gözlerini pişmanlıkla kapadı Adnan Bey. Hata yapmıştı kabul ediyordu ancak oğlunu geri istiyordu şimdi. Hastaydı çünkü, mide kanseri teşhisi koymuştu doktorlar kendine. Az bir ömrünün kaldığını biliyordu ve ömrünün son günlerini oğluyla birlikte geçirmeyi kaybettiği yılları telafi etmeyi arzuluyordu. Affedemez miydi kendini Caner, büyüklük yapıp baba diyemez miydi kendine? Şu kalan ömründe baba oğul olamazlar mıydı? Hastalığımı öğrendiği günden beri, gizli gizli izlemişti bırakıp gittiği ailesini. Eski evinin uzağımda durmuş, içi acıyarak bakmıştı Necla ile oğluna. Cesaret edememişti onların karşısına çıkmaya fakat bugün daha fazla dayanamamış Caner'e seslenmişti. Belki dinlerdi Caner, kendini. Belki anlamaya çalışırdı, belki özrünü kabul ederdi.

"Caner bir kez olsun dinle beni."

"Neyini dinleyim lan senin?!" diyerek karşısındaki adamın yakasına yapıştı Caner. Gözleri ateş saçarken burnundan soluyor, sinirle nefes alıp veriyordu. Karşısında sadece aralarında biyolojik bir bağ bulunduğu için baba sıfatını taşıyan adamın yüzüne yumruk geçirse büyüğünü saymamış mı olacaktı şimdi? Saygısızlık mı yapmış olacaktı babasına karşı? Alayla güldü düşüncelerine. Bu adamın yaptıkları neydi o zaman? Ne denirdi karısını oğlunu bırakıp başka bir kadının koynuna giden adama? Nasıl bir hakaret tanımlardı bu şerefsizliği?

"Sen zevk uğruna arkana bile bakmadan annemi bırakıp gittin! Beş yaşındayım daha... Beş! Bir kez bile düşünmedin bizi! Uçkurunun keyfine baktın! Annemin gözyaşları senin umurunda bile olmadı! Bir kez olsun... Bir kez aramadın.... Ne haldeyiz, ne yapıyoruz aklına bile gelmedi!"

"Caner..."

Gözlerinden art arda yaşlar akarken öfkeyle bağırıyor göğsü hızla inip kalkıyordu. Siniri, kırgınlığı, babasızlığı, gem vurduğu duyguları, gülüşlerinin arkasına sakladığı acıları... Hepsi birbirine karışmış, yüreğini sıkıştırıyor, nefes aldırmıyordu kendine. Bu adamı görmesiyle her şey gün yüzüne çıkmıştı sanki. Yok saydığı ne varsa şimdi hepsini yaşıyordu Caner.

"Ulan bana baban nerede diye sorduklarında boynumu büktüm hep! Diyemedim kimseye babam şerefsizin teki bizi bırakıp gitti!"

"Caner," diyerek elini delikanlının omzuna koydu Asu. Caner'in hayatını az çok biliyordu ve şimdi bu adamın neden karşılarına aniden çıktığını merak ediyordu. Gerçekten bunca zaman sonra niye çıkmıştı Caner'in karşısına?

Asu'ya kıssa bir bakış atıp ellerini indirdi Caner. Yeşil gözleri ıslak ıslaktı. "Sakın," dedi Caner. Adnan Bey'in konuşmasına müsaade etmeden. "Sakın annemin karşısına çıkmaya yeltenme. Hangi aşiftenin koynundan geldiysen oraya git!"

Başka bir şey demeden hızla uzaklaştı genç çocuk babasının yanından. Lisenin bahçesine geri girdiğinde bulduğu banka çöktü. Dalgalı saçlarını öfkeyle karıştırıp yüzünü elleriyle kapadı. Burnundan solumaya devam ederken kalbi acıyla çarpıyordu. Bağırmak, bir şeyleri devirmek, dünyanın altını üstüne getirmek istiyordu. İçindeki hırçın öfke hiç olmadığı kadar büyüktü. Nefret ediyordu, annesini gözlü yaşlı bırakıp giden, kendini babasız yaşatan o adamdan nefret ediyordu. Keşke bu şerefsizliği yapacağına ölseydi babası. O zaman babasının acısını yaşar, benim babam öldü derdi lakin Adnan Bey en büyük kötülüğü yapmıştı kendilerine. Aniden ayağa kalktığında önündeki taşı tekmeleyip hırsla bağırdı. Sesi boş bahçede eko yaparken Asu'nun sesini duydu.

"Caner"

Arkasını dönünce genç kızla göz göze geldi Caner. Yeşil gözleri tükenmişlikle dolandı Asu'nun üzerinde. Şüphesiz en bitkin haliyle duruyordu Asu'nun karşısında o an. Karışmış saçları, kızarmış gözleriyle gerçekten darmadağındı ve Asu bunu çok net görüyordu. Birkaç saniye birbirlerine bakmalarının ardından Asu koşup Caner'in boynuna atladı. Parmak uçlarında yükselerek kollarını delikanlının boynuna doladı. Elleri ensesine kapanırken şefkatle kucakladı Caner'i. Onu sımsıkı sarmak, tüm acılarına merhem olmak istiyordu tam şu an.

"Asu," dedi delikanlı yorgun bir sesle. Elleri iki yanda dururken Asu'ya sarılacak mecali bile kendinde bulamıyordu.

"Bir şey söyleme."

Başını genç kızın boynuna gömdü Caner. Kollarını beline doladığında sıkı sıkı sardı onu. İki damla gözyaşı Asu'nun boynunu ıslatırken dudakları da değiyordu kusursuz tenine. Konuşmadan dakikalarca öyle kaldıklarında Caner'in parmakları Asu'nun saçlarına dolandı. Şifası bu kollarda mı saklıydı, bilmiyordu ancak Asu'ya sarılmak dindirmişti içindeki fırtınayı.

"Ben buradayım," diye fısıldadı Asu, delikanlının kulağına. "Ben buradayım, yanındayım."

"İyi ki... İyi ki buradasın Asu."

Bedenleri ayrıldığında öylece baktılar birbirlerinin yüzlerine. İkisinin de dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. Sarılmak bazen gerçekten iyileştiriyordu ve Caner bunu bir kez daha tecrübe etmişti.

"Daha iyi misin?"

Dudaklarını büzdü delikanlı, omuzlarını kaldırıp indirdi. Galiba yorgundu. Seneler boyunca kaçıpta aniden yaşadığı tüm duygulardan yorgundu. "Bilmem."

"Konuşmak ister misin?"

"Konuşacak bir şey yok. Her şeyi biliyorsun zaten. O adam arkasına bile bakmadan çekip gitti. Şimdi karşıma çıkmış bana oğlum, diyor."

"Belki," dedi genç kız emin olamadığı bir ses tonuyla. "Belki de onu dinlemelisin." Dilinden dökülen sözler üzerine Caner'in ters bakışlarını gördüğünde "Yani," dedi. Gözünün önüne gelen saçını da kulağının arkasına geçirdi. "Tamam biliyorum kırgınsın, kızgınsın anlıyorum... Anlamaya çalışıyorum ama bu kadar yıl sonra neden karşına çıktı merak etmiyor musun?"

"Etmiyorum Asu! Etmiyorum! O adamın diyeceği hiçbir şeyi merak etmiyorum!"

Caner'in yüksek çıkan sesi ile gözlerini kapadı Asu. Caner ise derin bir nefes aldı. Yok yere Asu'yu kırmıştı. "Özür dilerim sana bağırmak istemedim."

"Sorun değil, öfkeni anlıyorum."

"Teşekkür ederim," diye mırıldandı Caner. Birinin kendini anladığını bilmek güzeldi. "Beni anladığın için."

Sessiz kaldılar bir süre daha, ta ki Caner içli içli "Asu," diyene kadar. "Ben asla babam gibi bir adam olmayacağım. Asla. Asla bir kadını gözü yaşlı bırakıp gitmeyeceğim. Eğer bir gün baba olursam da evladımı çok seveceğim, bir an olsun bırakmayacağım onu. "

"Biliyorum," diye mırıldandı genç kız. Tamam belki çapkındı Caner ama bir kadını aldatacak ya da onu bırakıp gidecek bir şerefsiz değildi. Aldatmazdı Caner. Kimseye ihanet etmezdi.

"Sen güzel bir adam ve iyi bir baba olacaksın."

Gülümsedi Caner, Asu'dan bunları duymak fazlasıyla hoşuna gitmişti. Genç kızı kendine çekip yeniden sarıldığında itiraz etmedi Asu. Tam aksi Caner'e kollarını sıkı sıkı doladı.

"Yanımda olduğun için o kadar şanslıyım ki..."

Ne kadar zaman öyle kaldılar bilinmez ancak Feyza'yla, Sarp yanlarına geldiğinde ayrıldılar. Sarp muzip bakışlarla Caner'e bakarken Caner dudaklarını ısırdı. Arkadaşının imalı bakışlarını elbette ki anlamıştı.

"Konuşmak ister misin?" diye sordu Feyza, Caner'e. Oldukça çekingendi zira Caner'i incitmek istemiyordu. O yüzden dikkatli davranıyor, kelimeleri özenle seçiyordu.

"Teşekkür ederim ama iyiyim ben."

"Caner," diyerek arkadaşının yanına yaklaşıp koluyla boynunu sardı Sarp. "İstersen eve gitmeyelim biraz dolaşalım?"

"Annem bizi bekliyor hem merak etmiştir zaten."

"Sen nasıl istersen."

"Şey," diye mırıldandı Feyza. Çekiniyordu bunu söylemeye ama Caner'in bilmesi gerektiğini düşünüyordu. "Biz... Yani Sarp'la ben senden sonra Adnan Bey'le biraz konuştuk."

Gözlerini kapadı Caner, o adamla ilgili hiçbir şey duymak istemiyordu. Arkadaşlarını kırmamak için sakin kalmaya gayret ederken onlar neden bu kadar üstüne geliyordu?

"Kardeşim bak kırgınsın, öfkelisin ama bilmen gereken bir şey var."

"Ne?" diye sordu Caner düz bir sesle. Gözlerini bir Feyza'da, bir Sarp'ta gezdirirken neyi bilmesi gerektiğini öğrenmek istiyordu. "Neyi bilmem gerekiyor?"

"Baban," dedi Sarp lafı dolandırmadan. "Baban... Baban hasta Caner. Mide kanseri. Bu yüzden seninle konuşmak istemiş."

Kahkaha atmak istedi delikanlı. Demek Adnan Bey sırf vicdanını rahatlatmak için kendinin karşısına çıkmıştı. Ne komedi ama.

"Demek içinde bir nebze de olsa vicdan varmış ha?"

"Caner," dedi Asu bocalayarak.

"Bu kadar yıl keyfine bakmış, ölümün pençesine düşünce vicdanını rahatlatmak için oğlundan gelip helallik isteyen bir adamla benim işim yok."

Hepsi Caner'i sözlerinde haklı buldu, o yüzden kimse bir şey demedi. Delikanlı üçünde de gözlerini tek tek gezdirip yeniden derin bir nefes aldı.

"Bu olay annemin kulağına da gitmeyecek. Yaşandı ve bitti, tamam?"

Üçü de başını anlayışla salladı. Caner bu kez rahat bir nefes aldı. Yanında gerçekten kendini anlayan arkadaşları olduğu için şanslıydı.

"Hadi o zaman gidip Necla Sultan'ın yemeklerini yiyelim de midemiz bayram etsin."

Delikanlının sözleri üzerine yeniden birlikte lisenin bahçesinden çıkıp yola koyulduklarında Sarp'la, Feyza önden ilerliyordu ki Caner yaklaşıp Asu'nun boynuna kolunu doladı.

"Bana sarılmaya bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum."

"İnsanlık namına," dedi Asu oldukça umursamaz bir havayla.

"Sen şuna sana sarılmak için bahane arıyorum desene."

"Caner, kaşınma."

"Eh artık üstüme bulaştırdığın parfüm kokusunu da sen açıklarsın anneme."

Caner çarpık bir gülüşle genç kızın yanından ayrılıp önden yürüyünce Asu durdu bir an. Sahiden parfüm kokusu Caner'e bulaşmıştı ve Necla Hanım bunu elbette ki fark edecekti. Peki Necla teyzesine ne diyecekti o zaman? Yutkunduğunda içinden aferin dedi kendine. Dua ediyordu da Necla Hanım olayı yanlış anlamasın.

***

"işte böyle Ahu Hanım'cım... Şu yaşıma kadar tek başıma baktım Caner'e. Babasının yokluğunu aratmamaya çalıştım ama bilirim ki oğlumun gönlünde hep bir baba hasreti var."

"İnanın çok üzüldüm Necla Hanım," dedi Ahu Hanım gerçek bir samimiyetle. Zavallı kadın neler neler yaşamış, ne zorluklarla mücadele etmişti. Tek başına çocuk büyütmek gerçekten kolay değildi ama Necla Hanım bu işin üstesinden alnının akıyla gelmişti. "Keşke sizin için elimden bir şey gelse."

Dostça dokundu Necla Hanım yanında oturan kadının eline. Güler yüzlü, mütevazi iyi bir hanımdı Ahu. Aynı zamanda iyi bir anne. Asuman'ı ne de güzel yetiştirmişti.

"Arkadaşlığınız yeter Ahu Hanım'cım. İyi ki bizim çocuklar arkadaş oldu da ben de sizi tanıdım."

"Öyle ya... İyi ki tanıştı bizim çocuklar. Sahi Asuman'a elbise dikecekmişsiniz. Hiç gerek yoktu, zahmet olacak size."

"Aaa ne zahmeti canım, Asuman benim de kızım ona bir elbise dikmişim çok mu? Hem hatıra kalır."

"Siz öyle diyorsanız."

Necla Hanım hafifçe tebessüm ederek kahvesinin son yudumunu da içti. Ahu Hanım da kahvesini bitirmişti ki kapıyı anahtarla açıp anahtarı vestiyere fırlatan Caner'in sesi duyuldu.

"Anne biz geldik!"

"Hoş geldiniz yavrum."

Caner ve diğerleri salona henüz varmışlardı ki, karşılarında Ahu Hanım'ı görünce şaşırdılar. Hiçbirinin haberi yoktu onun da buraya geleceğinden.

"Anne sen ne zaman geldin buraya?"

"Necla Hanım çağırdı, geldim. Ne olmuş?"

"Hoş geldiniz Ahu teyze," diyerek hızlıca kadının yanına vardı Caner. Ahu Hanım'ın elini öptüğünde Asuman gözlerini devirdi ne gerek vardı şimdi buna?

"Hoş bulduk oğlum. Nasılsın iyi misin?"

"Sağ olun Ahu teyze, sizi sormalı."

"Bende iyiyim annen bana öyle güzel kahve yaptı ki keyfim yerine geldi."

Gülümsedi Caner, annesiyle, Asu'nun annesinin anlaşması hoşuna gidiyordu. İkisinin arasındaki bu samimiyet memnun ediyordu kendini.

"Feyza kızım," dedi Necla Hanım. "Sen de hoş geldin ama öyle ayakta durmayın geçin oturun."

Yaşlı kadının komutu üzerine Feyza da Asu'nun yanına üçlü kanepeye oturdu. İlk defa gelmiyordu Caner'in evine ancak her gelişinde Necla Hanım'ın sıcaklığı içini ısıtıyordu. Annesinde bile bulamadığı o güler yüz, kimseye yakışmadığı kadar yakışıyordu Necla Hanım'a.

Sarp kızların çekingenliğinden dolayı harekete geçerek onların montlarını ve çantalarını alıp vestiyere astı ardından ikramlık hazırlayan Caner'in yanına mutfağa geçti. Caner annesinin sabah yaptığı keki keserken kendi de meyve sularını dolaptan çıkarıp bardaklara doldurdu.

"Caner"

"Hı?"

"Sen iyi misin kardeşim? Yolda kızlar var, diye bir şey demedim ama..."

Elindeki bıçağı bırakıp Sarp'a çevirdi bakışlarını Caner. Sıkıntıyla nefes alırken "İyiyim ben," dedi. Şu dünyada içini açabileceği tek kişi şüphesiz oydu fakat şu an gerçekten bu konuyla ilgili konuşmak istemiyordu. "Sorun yok, tamam? Hadi şunları götürelim de kızları bekletmeyelim."

Caner elindeki tepsiyle içeri girerken iç geçirdi Sarp. İyi değildi arkadaşı, biliyordu sadece her zaman ki gibi yok sayıyordu duygularını.

"Kızlar beğendiniz mi kumaşları? Bak beğenmediyseniz yarın çarşıdan gidip başka kumaş bakalım."

"Ay yok Necla teyze ben bayıldım bu kumaşa."

Gerçek bir hayranlıkla elindeki mavi renkli çiçekli kumaşa bakıyordu Asuman. Kumaş tam pamuklu olmasının yanında cıvıl cıvıldı. İnsanın içini açıyordu. Ne güzel karpuz kollu bir elbise olurdu bundan.

"Bende bunu çok beğendim Necla teyze," diyerek papatyalı beyaz kumaşın üzerinde elini gezdirdi Feyza. Papatya en sevdiği çiçekti ve papatyalı bir elbiseye hayır diyemezdi.

Sarp bir an için Feyza'yı papatyalı elbisenin içinde hayal etti. Ne de yakışırdı esmer tenine beyaz papatyalı bir elbise. Kendi kendine hülyalara dalıp giderken iç geçirdi. Bakışları fazlasıyla oyalandı Feyza'nın üzerinde. Necla teyzesi onun metreyle beden ölçülerini alırken bakışları buluştu. Dudaklarını ısırıp gözlerini çekti genç kız. Teyzesinin yanında Sarp'ın bakışları utandırmıştı kendini. Tabii Necla Hanım da vardı ortamda.

Feyza'nın ölçülerini almasının ardından Asuman'ın da ölçülerini aldı Necla Hanım. Bu sırada gülüp konuştular kendi aralarında. Sarp ve Caner biraz dışlanmış olabilirdi lakin kızları izlemek en büyük zevkti. Ahu Hanım, iki delikanlıya manalı manalı süzdü. Belliydi onların niyetleri. Biri kızına, diğeri yeğenine abayı yakmıştı. İtiraz edecek değildi ya, eli yüzü düzgün, iyi çocuklardı onlar. Caner uçarı, kaçarıydı belki ancak yürekliydi. Biliyordu kızı inadından yüz vermiyordu Caner'e ama sonuçta onun duyguları barizdi. Bir anne olarak Asuman'ın sonuna kadar yanındaydı, her şeyi yaşayarak öğrenmeliydi kızı. Baskılamak yalnızca zarar verdi. Doğru bir şekilde yol göstermek en önemlisiydi.

Ölçü alımlarından sonra oturup hep birlikte sohbet ettiler. Gösteride aldıkları rolleri söylediklerinde iki anne de onları tebrik etti. Dördüyle de gurur duyuyorlardı. Ne güzel ki aralarında böyle bir arkadaşlık vardı. Saatler ilerleyince teyzesiyle birlikte kalktı Feyza. Necla Hanım akşam yemeği için ısrar ettiyse de Ahu Hanım teşekkür etmekle yetindi. Saat geç olmuştu ve evde Asaf Bey, kendini bekliyordu. Ayrıca Feyza'nın da ailesi vardı. Neyse ki teyzesiyle birlikte olduğu için bu defa o kadar azar işitmeyecekti genç kız.

Misafirlerin gidince Sarp'ta kendine evine geçti. Annesinin ters bakışlarına aldırmadan ders çalışması gerektiğini söyleyerek gece boyunca odasında oturdu. Caner ise yalnız bırakmadı kendini. Zira Sarplardaki televizyon bozulmuştu ve Nermin teyzesi dizisi olduğu için kendilerine geçmişti. Annesiyle birlikte aynı diziyi izliyordu Nermin Hanım. Bu gecede birlikte dizi gecesi yapacaklardı ve kendi de kadın muhabbeti dinlemek istemediğinden Sarp'ın yanına kaçmıştı. Birlikte gün değerlendirmesi yaparlarken annelerinin kendilerini çekiştirdiklerinden habersizlerdi.

"Bu kızlara çok yüz veriyorsun Necla," diyerek yüzünü buruşturdu Nermin Hanım. Necla'yı severdi, bu mahalleye birlikte gelin gelmişler, aynı zamanda doğum yapmışlardı. Yıllardır da komşudan öte dost olmuşlardı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Ahiretliğim, kelimesinin can bulmuş haliydi onlar.

"Ay Allah aşkına yapma Nermin. Ne kötülüğünü gördün Feyza'yla, Asuman'ın? İkisi de terbiyeli, ahlaklı kızlar."

Birlikte yan yana kanepeye oturmuş televizyon seyrederken bakışlarını ekrandan çekti Nermin Hanım. Arkadaşının yüzüne diktiğinde ciddiyetle dile getirdi düşüncelerini.

"Bunlar kodaman kızları Necla. Başımızı yakarlar bizim. Zaten Sarp'la, Caner söz dinlemiyor bari sen o kızlara yüz verme."

"Abartma canım," dedi Necla Hanım tatlı bir ifade ile. Nermin fazla ön yargılı davranıyordu bu konuda. "Arkadaşlar sadece hem öbür türlüsü olsa ne olur. Ne zarar gelir ki? Bırak hayatlarını yaşasın çocuklar. Devir değişti artık, bizim gençlere ayak uydurmamız gerekiyor. Sen hiç o güzel canını sıkma su akar yolunu bulur."

Dostane bir tavırla Nermin Hanım'ın eline vurdu Necla Hanım ancak Nermin Hanım da mimik oynamadı. Necla'nın içtenliğine karşılık somurtmaya devam etti. İçi rahat etmiyordu kendi çocuklarından o kızlarla takılmasından dolayı. Hissediyordu çünkü bu işler bela açacaktı başlarına.

***

"Sen kızının zibidinin tekiyle takılmasına ses çıkarmıyor olabilirsin Ahu ama benim kızıma karışamazsın!"

"Yeter Fulya, yeter! İyice kocana benzedin sen! Ne istiyorsun Feyza'nın da senin gibi duygusuzun teki olmasını mı?"

"Haddini bil Ahu! Kocama da bana da laf edemezsin! Ben senden öğrenecek değilim aileme nasıl davranmam gerektiğini!"

"Aile öyle mi... Nerede o aile? Eğer ortada bir aile olsaydı Feyza bu kadar mutsuz olmazdı!"

Ablasının sözleri ile yutkundu Fulya Hanım. Deminden beri mutfakta onunla tartışıp duruyordu ve sinirleri fazlasıyla gerilmişti. Feyza'nın o mahalleye gitmesini kesinlikle istemiyordu ama çok sevgili ablası bunun için ön ayak oluyordu. Ne gereği vardı uyduruk bir terzinin elinden çıkacak olan uyduruk bir elbisenin? En güzellerini alırdı kendi Feyza'ya. Bu zamanda dikiş nakış mı kalmıştı hem?

"Feyza mutsuz falan değil öyle olsa ben anlardım!"

"Gözlerin kör olduğu için bunun pek mümkün olduğunu sanmıyorum!"

İkisi atışmaya devam ederken Asu koridordan onları dinlemeyi bırakıp geri odasına çıktı. Sıkılmıştı çünkü. Odaya girdiğinde masaya oturmuş matematik ödevini yapan Feyza'yı görünce iç geçirdi. Aşağıda kıyametler kopuyordu kuzeni burada ders çalışıyordu.

"Yani var ya şu ülkede savaş çıksa benim derslerim var, diyeceksin Feyzoş."

"Savaş çıkmadığına göre sorun yok."

Gözlerini devirerek yatağa oturdu Asu. Feyza ise kıkırdadı, kuzeniyle uğraşmayı seviyordu. "Tamam," dedi. "Tamam bir şey demiyorum. Aşağıda ne oluyor?"

"Annem ve teyzem birbirini yiyor ne olacak."

Sıkıntıyla iç geçirdi Feyza, hiç bitmeyecekti anlaşılan meçhul meseleler. Sarp'la görüştüğü süre boyunca annesi de babası da sorun çıkarmaya devam edecekti. Neden böyle yaptıklarını anlamıyordu, Sarp kötü biri değildi, kendine çok değer veren iyi bir arkadaşıydı. Kimse de bulamadığı o sıcaklığı bir tek Sarp'ta buluyordu. Kimseyle gülmediği kadar Sarp'la gülüyordu. Onunla zaman geçirmek mutlu ediyordu kendini. Onun o güzel bakan gözleri kalbine işliyor, içinde baharlar açtırıyordu. Sarp çok başka biriydi, bu dünyaya ait olamayacak kadar başka biri. Lakin annesi de, babası da bir türlü bunu anlamıyorlardı. Sarp'a serseri deyip duruyorlardı. Neresi serseriydi onun? Okuldan sonra abisinin yanında çalışan, ailesinin dertlerine koşan bir insan nasıl serseri olabilirdi? Emindi Feyza, annesi de babası da gerçekleri görmeyecek kadar kördü. Ya da anlamak istemiyorlardı bunların hiçbirini.

"Romeo ve Juilet'i oynayacağımızı öğrendiklerinde kavga çıkacak evde."

"Hiçbir şey olmaz," diyerek öne eğilip kuzeninin ellerini güven vermek istercesine tuttu Asu. "Alt tarafı bir oyun."

"Alt tarafı bir oyun," diye mırıldandı Feyza. Keşke babası içinde olay bundan ibaret olsaydı ancak emindi babası asla sessiz kalmayacaktı buna. Okula gelip orayı bile birbirine katabilirdi. Söz konusu Sarp'sa her şeye karşıydı zira Ethem Ataman.

"Feyza, hadi kızım gidiyoruz," diyerek odaya girdi Fulya Hanım. Daha fazla kardeşinin evinde bir dakika bile durmak istemiyordu. Durdukça sinirleri daha da bozulacaktı biliyordu.

Elinde olsa hep burada kalırdı Feyza, teyzesinin ve eniştesinin yanında. Onlar anne babasından çok daha farklıydı çünkü. Anlayışlı ve yüce gönüllü insanlardı. Asuman'a asla baskı yapmıyorlar, iki de bir soyadına yakışacak şekilde davranmasını söylemiyorlardı. Gerektiği kadar otorite kuruyorlardı kuzeninin üzerinde. Onlar muhteşem insanlardı, kendi ebeveynlerinin aksine.

Feyza ailesiyle birlikte evden çıkınca Asuman tuşlu telefonunu eline alıp gelen mesajlara baktı. İstanbul'da olan arkadaşları da vardı, onlarla da mesajlaşır, arayıp görüşürdü. Yatağına rahatça oturmuş bir vaziyette iken gelen mesajla yüreği hopladı. Caner atmıştı mesajı çünkü. Elinde değildi, ne kadar çabalarsa çabalasın uzak duramıyordu Caner'den. Uzak durmaya çalıştıkça daha çok ona çekiliyordu sanki. Bir şeyler vardı Caner'de, kendini çeken, yüreğini hızlandıran, hiç bilmediği, tanımadığı duyguları içine dolduran bir şeyler. Âşık olmamıştı daha önce, sevmemişti birini ancak Caner... Caner'e kapıldığını hissediyordu. Onu seviyor muydu, bilmiyordu fakat ona karşı bir şeyler hissettiği bir gerçekti. Her ne kadar bunlara karşı koymaya çalışsa da yapamıyordu. Kalbinin onun için atmasına engel olamıyordu. Belki de en çok duygularını bastırmak için Caner'le didişip duruyordu ama biliyordu ki, didişmeleri bile aralarındaki bu çekimi daha çok harlıyordu.

Asu, yazmıştı Caner. Bir süre mesaja bakıp ne yazacağını düşündü genç kız. Daha sonra ise kalbini kontrol altına almayı başarıp sakinleşti. Efendim, yazıp gönderdi. Bu ilkti, geçen seneden beri aynı sınıfta olmalarına rağmen ilk defa mesajlaşıyorlardı. Caner tekrardan mesaj atınca dudaklarını ısırdı. Tüm bunlar kendi için yeniydi aslında.

Hiç, iyi geceler demek istedim.

Saf saf güldü Asu ama yelkenleri o kadar kolay suya indirmeyecekti. Hemen tav olmak yakışmazdı kendine.

Başka var mı?

Ne başka var mı?

İyi geceler dilediğin biri?

Sen teksin.

Gördüğü mesajla kalbi göğüs kafesini dövmeye başladı. Göz bebekleri büyürken birkaç defa yutkundu. Aniden telefon çalınca ise öylece kaldı. Caner arıyordu. Ne yapacağını bilemedi. Eli ayağı dolandı. Sonra ise derin bir nefes alıp telefonu açtı. Kulağına dayağında da sesinin titrememesi için çabaladı.

"Efendim Caner?"

"Sesini duymak istedim."

Dudaklarını ısırdı Asu, boynundaki kolyesi ile oynarken "Sesimi," diyebildi yalnızca."

"Sesini... "

Bir süre konuşmadılar öylece birbirlerinin nefeslerini dinlediler. Ta ki Caner "Asu," diyene kadar.

"Efendim?"

"Ben sana bugün için doğru dürüst teşekkür edemedim. Teşekkür ederim... Yanımda olduğun için."

"Biz arkadaşız Caner, her ne olursa olsun."

"Doğru, arkadaşız."

"Evet..."

"Peki o zaman iyi geceler sana."

"İyi geceler."

Genç kız telefonu indirecekti ki Caner yeniden "Asu," deyince durdu. Bir süre Caner'in konuşmasını bekledi ki, delikanlı kendini çok bekletmedi.

"Sen teksin," dedi Caner aniden. Gülümsedi Asu ve yine sessizce onun açıklamasını dinledi.

"Yani... İyi geceler dediğim tek kız sensin, inan bana."

"Öyle olsun."

"Öyle zaten."

"Caner"

"Hı?"

"Benim kapatmam lazım."

"Tamam... İyi geceler."

"İyi geceler."

Telefon kapanınca yatağa uzandı Asu. Gözlerine tavana dikerek tatlı hayallere daldı. Her ne kadar duygularından kaçmaya çalışsa da başaramayacağını biliyordu. Yaramaz kalbi kapılmıştı işte serseri bir yüreğe ve kuzeninin aksine bunu kabulleniyordu.

Matematik ödevlerini nihayet bitirmişti Feyza, çantasını gerekli eşyaları koymasının ardından pijamalarını giyip yatağa girdi. Bugün tekrar tekrar gözlerinde canlanırken kendi kendine güldü. Sarp'la yaşadığı her an kendi farklı diyarlara götürüyor, aklına hiç silinmemek üzere kazınıyordu. Romeo ve Juilet'i oynayacaklardı birlikte. Bu, o kadar heyecan vericiydi ki... Düşündükçe içi içine sığmıyordu. Romeo olacaktı Sarp... Hoş o gerçek bir Romeo'ydu ya. Kıyafete falan ihtiyacı yoktu hiç. O yüreğiyle bir Romeo idi. Düşüncelere gülümserken dudaklarını dişledi. Ne yapsın elinde değildi, yeni tanıştığı hislerine alışmayı öğreniyordu.

Sarp'la yeni duygular keşfetmişti genç kız ve o duygular her geçen gün daha çok sarmıştı kalbini. Sarmaya da devam ediyordu. Şikâyeti yoktu fakat seviyordu yeni tattığı duygularını. Seviyordu Sarp'la kaçamakça bakışmayı. Seviyordu Sarp'ın yüreğinde yer edinmesini. Seviyordu onunla yaşadığı her şeyi. Henüz on altı yaşında olabilirdi ancak Sarp on altı yıllık hayatında bulduğu en güzel hazineydi ve kendi o hazineyi bir ömür avuçlarının arasında saklamak istiyordu. Her ne kadar şartlar izin vermese de.

Anlık yatağında doğrularak komodinin üstündeki telefonu eline aldı Feyza. İçinden geleni yaparak Sarp'a mesaj attı. İyi geceler, dedi. Sarp için gecenin gerçekten iyi olmasını diledi. Birkaç saniye mesaj gelecek mi, diye bekledi. Çok geçmeden de beklediği mesaj geldi.

Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa.

Kalbinin durduğunu sandı Feyza, Sarp'ın bu ani hareketleri gerçekten hoplatıyordu yüreğini. Kendi kendine gülüp telefonu kapatıp geri komodinin üzerine bıraktı. Yatağına uzanıp gözlerini yumdu sıkıca. "Sarp," diye mırıldandı. "İyi ki girdin hayatıma."

Gelecek endişesi duymadan yaşamak güzeldi ancak an, bir yere kadar yaşanabilirdi. Gelecek korkusu elbette ele geçirecekti yürekleri ve işte o zaman bu tatlı anlarda hatıralarda kalacaktı. Aslında zaten geçmiş, geleceğin hatırasıydı. Yaşanan her şey zamanla birer hatıra olacaktı. Tıpkı yarınlarda hep dünlerden bahsedeceğimiz gibi.

Loading...
0%