Yeni Üyelik
35.
Bölüm

32.Bölüm Ateşten Gömlek

@petekayla

 

10 Ocak 2007

 

"Anne bir kez ya... Bir kez dinle beni, lütfen."

 

Esma Hanım kapıyı anahtarla açıp henüz eve girmişti ki Oya da annesinin peşinden adımlıyor, kendini açıklamak için çabalıyordu. Altay ile kendini sarmaş dolaş görmesinin ardından öfkesinin gazabı elbette ki büyük olmuştu. Asu'nun evinde yediği fırça bir hiçti biliyordu genç kız, asıl evde büyük bir azar kendini bekliyordu. Azara da razıydı aslında, yeter ki babasının bir şeyden haberi olmasındı. Eğer babası duyarsa bir daha okula gidemezdi. O yüzden annesine yalvarmaktan başka çaresi yoktu.

 

Kızının yakarışlarını duymaksızın mutfağa girdi genç kadın. Birazdan kocası gelecekti ve evde yemek bile yoktu. Oya'nın peşinde koşturmaktan işlerini bile yapamamıştı doğru dürüst. Kendi burada çırpınıp dursun Oya Hanım serserilerle sefa sürsün olacak iş miydi hiç? Bacaklarını kırmadığına dua etsindi kızı. Elinden bir kaza çıkmaması için kendini öyle zor tutuyordu ki.

 

"Anne... Anne bak... Ben ben kötü bir şey yapmadım gerçekten. Sadece... Sadece Altay'la ufak bir dans ettim. Başka bir şey yok. Yemin ederim yok... Herkes dans edince biz de dans ettik o kadar."

 

"Yeter Oya!"

 

Annesinin bağırışı ile olduğu yerde sıçradı genç kız. Esma Hanım elindeki pirinç süzgeci ile kızına döndüğünde gözleri alev saçıyordu âdeta. Sinirleri gerçekten tepesindeydi, öyle kızgın, öyle öfkeliydi ki Oya'ya, hiçbir şekilde sakinleşemiyordu. Biliyordu, en başından beri kızının okula ne için gittiğini biliyordu. Serserinin teki çelmişti işte aklını. Ya biri duyar, görürse o zaman ne olacaktı? Ne olacaktı Oya'nın adı çıkacaktı, millet konuşup duracaktı arkalarından. Esma'nın kızı yollu olmuş diyeceklerdi. Ama yok kendi buna asla müsaade etmezdi. Kızını terbiye etmesini iyi bilirdi. Hele bir daha Oya'nın bir yanlışını görsün kapı dışarı çıkarmazdı onu.

 

"Sen o Altay denen serseriyle fingirdemek için yalan söyledin! Hadi Okul maçı, herkes gidiyor, dedin, ağladın zırladın gönderdim seni. Sonra beni arayıp Asu'yla, Feyza beni çağırıyor, dedin peki dedim, seni denedim ama oraya geldim, ne gördüm? Zibidinin tekiyle dans ediyordun!"

 

Gözünden düşen bir damla gözyaşına engel olamadı genç kız. Evet annesine yalan söylemişti, kızlar beni çağırıyor, biz bize takılacağız, erkekler yok, demişti çünkü başka türlü izin alamayacağını biliyordu. Fakat annesinin Asu'nun evine geleceğini tahmin edememişti ne yazık ki. Nereden bilebilirdi ki böyle olacağını? Sadece birkaç dakika duygularını özgürce yaşamak istemişti. Altay'ın kollarında bir kez de olsa mutluluğu tatmayı arzulamıştı. Kötü bir şey değildi ki bu. İçinde yeni yeni filizlenen duygular kötü değildi, eğer kötü olsaydı kendine böyle güzel hissettirir miydi? Altay'ın yanında iken kalbi tatlı tatlı atar mıydı? O kahve gözler içinde çiçekler açtırır mıydı? Hayır bu hisler kötü değildi, hiç tatmadığı kadar güzeldi ve kendi tüm bu duygularını seviyordu.

 

"Altay zibidi değil anne."

 

"Oya! Kızım sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?"

 

"Sadece kötü bir şey yapmadım diyorum. Altay benim arkadaşım ve... Ve sadece dans etik. Başka bir şey yok. Yemin ederim yok."

 

"Külâhıma anlat sen bunları! Sizi ne halde gördüm, ben biliyorum! Sarmaş dolaştınız!"

 

"Tamam... Tamam özür dilerim. Anne lütfen... Lütfen babama söyleme. Söz veriyorum bir daha böyle şeyler olmayacak. Ne olur babama söyleme. Ne olur."

 

Kararsız bakışlarını kızının üzerinden çekip yemeği yapmak için arkasını döndü Esma Hanım. "Odana git," dedi yemeğin içine gerekli malzemeleri koyarken.

 

"Anne"

 

"Odana git, dedim Oya!"

 

Annesinin ne karar verdiğini anlamasa da daha fazla üstelemenin faydasız olacağını biliyordu genç kız. En azından okul için bir şey dememişti annesi. İçinden buna şükrederek odasına doğru yol almıştı ki ev telefonu çaldı. Oturma odasında ödev yapan Emel ise direkt telefonu açıp ahizeyi kulağına dayadı. "Alo," dedi çocuksu sesiyle.

 

"Emel sen misin fıstığım? Ben Altay abin. Ablan eve geldi mi?"

 

"Geldi Altay abi."

 

Koridorda kardeşinin sesini duyunca doğruca içeri girip Emel'in elinden telefonu aldı Oya. Annesinin kardeşini duymamış olmamasını diledi. Telefonu kulağına dayadığında ise bir yandan da annesinin gelip gelmediğini gözleriyle kontrol ediyordu.

"Asu"

 

"Oya ben Altay."

 

"Biliyorum."

 

"Anladım," diyerek ensesini kaşıdı Altay. O kadar çok merak etmişti ki genç kızı, dayanamamış aramıştı. "Sen müsait değilsin galiba."

 

"Evet. Sonra konuşalım mı?"

 

"Tamam... Tamam... İyi misin, sadece onu söyle. Her şey yolunda mı?"

 

"Sorun yok."

 

İyi değildi Oya, sesinden anlıyordu bunu delikanlı ama kahretsin ki elinden gelen bir şey gelmiyordu. Üstüne üstlük telefonu kapatmak zorundaydı.

"Oya"

 

"Efendim?"

 

"Kendine dikkat et olur mu? Aklım sende."

 

"İyiyim ben sonra görüşürüz."

 

Telefon kapanınca öylece kaldı Altay eğer bir şeylerin düzeleceğini bilse başını duvarlara vururdu. Fakat vursa da değişen bir şey olmazdı. Oya'ya zarar vermişti, onun canını yakmıştı. Kendi yüzünden Oya üzülürse kendini asla ama asla affetmezdi. Zordu. Onu severken ondan uzak durmak zorunda olmak öyle zordu ki... Serserice değil, her şeyden, herkesten korumak istercesine seviyordu Oya'yı. Genç kızı alıp böyle bağrına basmak, kollarına hapsedip ona kalkan olmak istiyordu. Yüreğinin içinde, gönlünün en derininde saklamayı arzuluyordu Oya'yı. Elini tutup uzaklara götürmek istiyordu onu. Kimsenin kendilerini bulamayacakları bir yere. Çok... Çok seviyordu işte o masum meleği. Gözünden düşen bir damla yaş için dünyayı yerinden oynatırdı gerekirse.

 

Oya hep gülmeliydi, hep kahkaha atmalı, mutlu olmalıydı, o ahu gözlerinin güzelliğini ıslatmamalıydı gözyaşları. Gülmek bir tek ona bu kadar çok yakışıyordu çünkü. O gülünce dünya bir anlığına da olsa güzelleşiyordu, solan çiçekler yeniden açıyor, kara bulutlar dağılıyordu. Kuşlar cıvıldaşıyor, güneş yeniden doğuyordu. Yeniden yeşeriyordu umut tomurcukları, yeniden baharlar geliyordu, hoyrat rüzgârlar yerini ılık meltemlere bırakıyordu. Oya'nın tek bir tebessümü bu dünyayı güzelleştiriyordu işte. Altay için Oya varsa yeryüzü güzeldi. O yoksa cehennem asıl bu dünyaydı. Oya'nın yokluğu cehennem azabından farksız değildi zira.

 

"Altay!"

 

Babasının sesini duyunca iç geçirdi delikanlı, kim bilir şimdi kendinden ne isteyecekti? Oturduğu yerden kalkıp koridora çıktığında nedense gördüğü manzaraya hiç şaşırmadı. Hasan Bey yine zil zurna sarhoş eve gelmişti. Fakat bu akşam erken gelmiş olması hiçte hayra alamet değildi.

 

"Neredesin sen lan?!"

 

"Buradayım baba."

 

Ayakta zor dururken oğlunun yakasına yapıştı Hasan Bey. Altay'ı hırsla sarsarken gözü dönmüştü o an. Gittiği yer artık borca içemeyceğini söyleyince kendinin de sinirleri tavan yapmış, soluğu da oğlunun yanında almıştı. Beyefendi keyfine göre öyle eğlenemezdi, kendine para getirmek zorundaydı. Kendine bakmayacaksa bu evde işi yoktu Altay'ın.

 

"Para ver bana lan!"

 

"Ne parası baba...Ben de arasın para?"

 

"Ben onu bunu bilmem ben para isterim! Para!"

 

"Baba," dedi delikanlı sakin kalmaya gayret ederek. Yarın okula morarmış bir yüzle gitmek istemiyordu çünkü. "Gel önce bir otur, ben sana kahve yapayım."

 

"Bırak kahveyi falan para isterim! Para!"

 

"Git çalış o zaman!" diyerek babasını sertçe itti Altay. Daha fazla sabrı kalmamıştı. Bu adam kendini hırpalarken kendi öylece duramazdı. Eli armut toplamıyordu sonuçta.

 

"Sen ne diyorsun lan?! Bana... Babana git çalış diyorsun öyle mi?!

 

Yeniden Altay'ın yakasını yapıştı Hasan Bey, bu sefer oğlunu daha sert sarsarken delikanlı gözlerini kapadı. Bu gece olaysız bitmeyecekti anlaşılan.

 

"Sen niye buradasın o zaman?! Sen ne işe yarıyorsun piç kurusu!"

 

Öfkeyle babasını itti Altay, bu kadarını da kaldıramıyordu artık. Yıllardır bu adamın çilesini çekmekten usanmıştı. Neden kendinin de düzgün bir ailesi yoktu? Neden annesi kendini bir başına bırakıp bu kadar erken gitmişti? Yanında olsaydı belki biraz olsun yaşadığı hayata katlanabilirdi ama annesi de yoktu yanında. Yıllar önce melek olup uçmuştu gökyüzüne ve kendi baba demeye bin şahit bir adamla ömür geçirmek zorunda kalmıştı. Gözünden iki damla yaş düşerken babasının karşısında güçlü durmak için gayret etti.

 

"Ben senin oğlunum be oğlunum! Ben mi istedim bu dünyaya gelmeyi?! Ben mi istedim senin gibi bir ayyaşın oğlu olmayı?! Şu haline bak... İçki içmek için gelmiş para istiyorsun! Bir de üstüne piç kurusu diyorsun! Ben piç kurusuysam sen neysin be?! Sen..."

 

Yanağına inen tokat yüzünden sözlerini bitiremedi Altay. Yüzü ters tarafa dönerken engel olamadı gözünden bir damla gözyaşının akmasına. Canı yanıyordu... Canı öyle çok yanıyordu ki... Tokat değildi ancak canını yakan, kimsesizlikti. Şu dünyada kimsesiz olmaktı. Gidebileceği, sığınabileceği tek bir insan bile yoktu.

 

Sarp'ın bir ailesi vardı, tamam onun da babası yoktu belki fakat annesi yanındaydı. Otoriter de olsa seviyordu Nermin Hanım oğlunu. Abisi vardı misal, sertte olsa Sarp'ı her koşulda koruyup kolluyordu Sedat. Sonra kardeşi vardı Sarp'ın, yengesi, doğacak bir yeğeni... Bir ailesi vardı nitekim. Hem de kalabalık bir ailesi.

 

Ya Caner...Onu da belki babası bırakmıştı lakin annesi dünya tatlısı bir insandı. İnsanın öyle bir annesi varken kimseye ihtiyacı olmazdı ki. Ara ara kızsa da, oğlunu dünyalara değişmezdi Necla Hanım.

 

Sonra Asu mesela... Ne kadar şanslıydı o... Kendini çok seven, her daim anlayan, koşulsuz kendine güvenen bir anneyle, babaya sahipti. Arkadaş gibiydi o, ailesiyle. O yüzdendi Asu'nun hep neşeli olması.

 

Hakan'a ne demeliydi peki? Ablası, annesi ve babası... Onlarla ne kadar mutluydu. Sıcacık bir yuvada büyümek kim bilir nasıl güzeldi. Ne çok isterdi Altay, onun yerinde olmayı.

 

Tamam Feyza'nın babası kuralcı bir adam olabilirdi ama yine de kızının yanındaydı Ethem Bey. Keza annesi de öyle. Kızlarını el üstünde tutukları bir gerçektü, Feyza'nın kılına zarar gelse ikisi de dünyayı yakardı.

 

Ve Oya... Annesiyle babasından yana şansı yoksa bile üç güzel kardeşe sahipti, en azından onun kardeşleri vardı fakat kendinin kardeşi de yoktu. Kimsesizdi işte Altay. Kimsesiz ve yapayalnız. Suçu neydi, neden böyle bir hayat düşmüştü kendinin payına? Neden kendinin de sıcak bir yuvası olmamıştı hiçbir zaman? Yazgısı neden bu kadar acımasızca yazılmıştı?

 

"Sana çok yüz verdim ben ama bitti Altay efendi! Yarından itibaren bu eve para getireceksin! Yok getirmem, diyorsan aha kapı orada çeker gidersin! Anladın mı lan beni?"

 

Zoraki başını salladı Altay. "Anladım baba," dedi titrek sesiyle. Boğazı düğüm düğüm, kalbi virane, gönlü harabeydi. Ağlasa, bağırıp çağırsa neyi değiştirebilirdi ki? Neyi değiştirmeye gücü yeterdi? Aciz insanın tekiydi, elinden gelen hiçbir şey yoktu. Daha kendini bu hayattan kurtaramazken Oya'yı kurtarmayı düşünüyordu. Ne kadar da hayalperestti. Alayla güldü düşüncelerine belki de gerçekten Hakan kazanmalıydı. Kendinin Oya'ya verebileceği hiçbir şey yoktu ki ama Hakan kendi gibi değildi. O mutlu edebilirdi sevdiği kızı, ailesi vardı çünkü ve sonuna kadar o aile Hakan'ın arkasında dururdu. Kendi ise ayyaşın oğlu olarak devam ederdi hayatına. Değiştiremezdi ki, değiştirmeyi her şeyden çok istese de değiştiremezdi işte lanet kaderini.

 

"Şimdi git bana bir kahve yap!"

 

Son kez oğluna kısa bir bakış atıp içeri girdi Hasan Bey. Altay ise öylece kaldığında ise duvar dibine çöktü. Cebinden Oya'nın resmini çıkarıp burukça gülümsedi. "Oya," dedi fotoğrafı okşarken. "Seni hak etmeyi o kadar çok isterdim ki güzelim..."

 

Genç kızın resmini öptü, ardından göğsüne bastırdı Altay. Hüzünle gülümserken derin bir iç çekti. Hayır, vazgeçmeyecekti. Vazgeçemezdi. Oya'yı bu kadar çok severken onu bir başkasına bırakamazdı.

 

"Hepsi geçecek. Sana söz veriyorum Oya. Hepsi geçecek. Alıp gideceğim seni. Uzaklara... Çok uzaklara gideceğiz, kimse bizi bulamayacak, kimse bize zarar veremeyecek... Sadece ikimiz... Sadece biz... Söz veriyorum güzelim. Yeter ki sen bana inan..."

****

 

Gençlik başımda duman

 

İlk aşkım, ilk heyecan

 

Şarkının tam da bu kısmında Asu'yu döndürüp geri yakaladı Caner. Hemen ardından da genç kızı koluna yatırıp üzerine eğildi. Belini sıkı sıkı kavrayıp düşürmemek için ekstra özen gösterdi, gözlerini gözlerine odakladı. İlk defa belki de bir dönem sonu gösterisi için böyle heyecanlıydı çünkü Asu'yla hiç olmadığı kadar yakınlaşıyor, yüzünü doya doya izleme fırsatı buluyordu. Ayrıca elini tutmasının yanında ufakta olsa bedenine dokunma şansı yakalıyordu. Asuman'a dokunabilmek öyle güzeldi ki, yüreği yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu ve emindi bu hisleri bir tek kendi hissetmiyordu. Şu an kollarındaki kız da aynı duygular içeresindeydi, mavi gözler her şeyi anlatmaya yetiyordu ne dolsa.

 

Yutkunup geri doğrulmayı başardığında şarkının kesildiğini duydu Asu. İyi olmuştu bu, biraz daha devam ederlerse gerçekten aklı başından gidebilirdi. Hayır, anlamıyordu hocalar özellikle mi kendilerini seçmişti böyle bir gösteri için? Tamam kendinin dans yeteneği vardı fakat ne olurdu partneri Caner değil de başka bir olsa? Onunla iken kalbi aklına unutturuyordu hareketleri. Her şey bir yana hata yapmaktan da korkuyordu. İtiraf etmekte zorluk çekse de delikanlının o çekici gözleri ve kendine dokunan elleri bedenini de, yüreğini de alev alev yakıyordu. İşin kötü tarafı, bu yangın kendini her geçen gün daha çok cezbediyordu. Ateşten bir gömlek giyecek olsa bile yanmak istiyordu Asu. Elinde olmadan kapılıyordu Caner'in çakmak çakmak bakan o zümrüt gözlerine. Yok muydu buna karşı koymasının bir yolu? İnsan hiç bile bile ateşe yürür müydü? Yürümezdi. Aslında kendi de yürümüyordu fakat kalbi dört nala koşar gibi kendini atıyordu yangınların ortasına ve kendi söz geçiremiyordu yüreğine bu defa.

 

"Harika!" diyerek alkışladı ikisini Ceren hoca. Müzik öğretmeniydi ve öğrencilerinin yaşlarına uygun bir şarkı seçerek gösteri ayarlamıştı. Asu'yla, Caner de bu gösteri için biçilmiş kaftandı. Aralarındaki uyum öylesine güzel ve eşsizdi ki, balo da herkesi etkileyeceklerine emindi.

 

"Beklediğimin üzerinde performans sergiliyorsunuz. Uyumunuz o kadar iyi ki, tebrik ederim sizi gençler. Biliyorsunuz artık son provalar bunlar, gösteri bu hafta sonu ve siz hazırsınız."

 

"Teşekkürler hocam," dedi Asuman hafifçe tebessüm ederek Hocanın kendilerini beğenmesi hoşuna gitmişti elbette ama Caner'le gösteriye çıkacak olmak istemsiz kendini geriyordu da. Yine de sadece bunun sadece dönem sonu gösterisi olduğunu hatırlatıp kendini rahatlatmaya çalıştı. Tabii ne kadar başarılı olduğu meçhuldü.

 

Yanındaki kıza çapkın bakışlar atarken elini ensesine götürdü Caner. Tamam belki çapkın olarak adı çıkmıştı fakat kendi de bazen utanmadan edemiyordu. Bunun göstergesi olarakta ensesini kaşıdı. "Hocam, tekrar bir üstünden geçsek mi acaba? Hani hareketler tam otursun diye." Niyeti açıktı aslında bir kez daha dans etmek istiyordu Asu'yla ama maalesef ki şansı yaver gitmedi.,

 

"Gösteriden önce son bir kez tekrar provası yaparız ama şimdi gerek yok Caner. Diğer arkadaşlarınla da ilgilenmem gerek. Siz yerlerinize geçebilirsiniz."

 

Hocanın sözleri üzerine sahneden inip yerlerine oturdu ikisi de. Sarp'la, Feyza sahneye çıktıklarında Asu, nefesini yüzünde hissettiği Caner'e değil de, sahnedeki arkadaşlarına odaklanmaya çalıştı. Kalbi nasıl atarsa atsın, aklını dinlemek zorundaydı. Caner'e güvenmiyordu, güvenmediği birine karşı da aşk gibi hisler besleyemezdi.

 

"Bence harika bir iş çıkarıyoruz ne dersin?"

 

"Senin içinde olduğun bir işin harika olması gerçekten mucize aslında."

 

"Kalbimi kırıyorsun ama."

 

Bir an afallayarak delikanlıya doğru döndü. Gözlerine dik bakışlarla bakıp pembe rujlu dudaklarına yapmacık bir gülüş yerleştirdi Asu.

 

"İşte buna ne kadar üzüldüm bilemezsin."

 

Gözlerinin odağı genç kızın dudakları oldu, öyle çok kendini çekiyordu ki o dolgun dudaklar öpmek istiyordu Caner. O dudakları doya doya içmeyi ne kadar arzuladığını bir kendi bilirdi. Ama bir gün, elbet bir gün öpecekti Asu'yu, işte o zaman Asu böyle dik dik konuşabilecek miydi, merak ediyordu.

 

"Hiç vazgeçmeyeceksin demi Asu?"

 

"Neyden?

 

"Duygularını öfkenin arkasına saklamaktan."

 

Kal gelmiş gibi öylece kaldı genç kız, ilk defa bu kadar açık konuşmuştu Caner ve kendi verecek cevap bulamıyordu. Böyle olmamalıydı. Olmamalıydı işte. Caner'e de, duygularına da yenilmemeliydi. Caner istediğini elde etmiş olarak gülüp ayağa kalktı. Herkesin gardını indirdiği bir an elbette vardı ve Asu'nun da o anı yaşadığını görmek kendini keyiflendirmişti.

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

Arkasını dönüp yüzündeki o çapkın gülüş ile yeniden Asuman'a baktı delikanlı. Şimdi de nereye gittiğini mi merak ediyordu bu kız? Ah bu, keyfini daha da arttırmıştı

 

"Nereye gittiğimi merak mı ediyorsun sen?"

 

"Hiçte bile," diyerek önüne dönüp kollarını göğsünde bağladı Asu. Harbiden ne diye sormuştu ki? Nereye gidiyorsa gidiyordu. Kendine neydi?

 

"Lavaboya."

 

Yeniden Caner'e bakıp kısa bir bakış attı genç kız. Şimdi ne demişti?

"Ne?"

 

"Lavaboya gidiyorum, diyorum. Hani sordun ya."

 

Karşısında renkten renge giren kızı izlemek harbiden zevkliydi, neden onu bu kadar sinir etmeyi sevdiğini bilmiyordu Caner ama Asu'yla uğraşmak gerçekten eğlenceliydi. O kızarıp bozaran suratı öyle güzel görünüyordu ki... Dakikalarca, saatlerce hatta günlerce usanmadan, bıkmadan izleyebilirdi. Asu farklıydı. Gerçekten kendi için farklıydı. Daha önce takıldığı kızlar olmuştu belki ancak hiçbiri kendine böyle güzel hissettirmemişti. Hiçbiri yüreğinin yerinden çıkmasını sağlayacak kadar güzel bakmamıştı. Hiçbiri Asu kadar çetin ceviz olup kendini sürüm sürüm süründürmemişti ve ne tuhaftır ki, sürünmekten, Asu'nun peşinden koşmaktan, onunla çocuk gibi atışıp durmaktan, ağız dalaşı yapmaktan öyle zevk alıyordu ki. Asu'dan önceki hayatı o kadar anlamsız geliyordu ki, şimdi. Harbiden o, hayatına anlam katmıştı. Evet, kesinlikle öyleydi. Eğer hayatın bir anlamı varsa, kendi için o anlam Asu'ydu. Eğer o varsa hayatı anlamlıydı yoksa bomboş bir yaşamın içindeydi.

 

Caner kendini sinirli bir yüz ifadesi ile öylece bırakıp konferans salonundan çıktığında Asu öfkeyle nefes alıp verdi. Bu çocuk bütün dengesini alt üst ediyordu ve kendi buna sessiz kalıyor, hiçbir şey yapamıyordu. Bazen gerçekten kendi de anlamıyordu, bu öfkesi Caner'e miydi yoksa sözünü dinlemeyen kalbine mi?

 

Feyza'yla, Sarp'ın ardından folklor grubu da sahneye çıktı. Tabii folklor grubunun içinde Altay'la, Oya da vardı ve onlar da partner olmuş sayılırdı. Bir Anadolu türküsüne uygun hareket ediyorlardı. Erkekler yere çöktüğünde kızlar etraflarında dönüyorlar, erkekler ise onları alkışlıyordu. Altay'ın etrafında dönen ise Oya'ydı. Altay, genç kızı alkışlarken gözlerindeki o hayranlık dolu bakışlar görülmeyecek gibi değildi. Onları izlerken iç geçirdi Asu. Gözleri kendinden biraz uzakta oturan Hakan'ı bulduğunda üzülmeden yapamadı. Yine hüzün tohumları yerleşmişti o kara gözlerine. Oya ile Altay'ın yakınlaşması onu gerçekten sarsıyordu ve onun bu hâli kendini de üzüyordu. Altay da, Hakan da arkadaşıydı, onların arasının açılmasını, Oya'nın zor bir durumda kalmasını istemiyordu Asu. Güzel bir dostluk kurmuşlardı ne olurdu bu dostluk bozulmasa?

 

Basketbol için Sarp'ı beden hocası çağırınca salondan ayrıldı Sarp. Feyza onun gidişiyle yalnız kaldığında Hakan'ın yanına geçti. Belki o da bazı şeyleri anlıyor ancak anlamamakta ya da inanmamakta ısrar ediyordu. Çünkü kuzeni gibi kendi de dostlarını kaybetmekten korkuyordu. Hayatı boyunca hep ölümsüz dostluklara özenmiş, bir gün öyle dostlar bulacağını hayal etmişti. Şimdi de bulmuştu, o kadar güzel arkadaşları vardı ki, renksiz hayatını ilk defa onlar renklendirmişti. Öyle çok macera yaşamıştı ki onlarla her bir ayrı ayrı gülümsetiyordu kendini. Fakat istediği daha çok arkadaşlarıyla anı biriktirmekti, daha çok onlarla güzel şeyler yaşamayı arzuluyordu. Kurduğu dostlukların ebedi kalmasını temenni ediyor, aynı zamanda aşk işlerinden dolayı aralarının açılmasından korkuyordu. Bu yüzden kendi de bir şeyler yapacaktı. Arkadaş olmak buydu çünkü, dert paylaşıp zor günde el uzatmak.

 

"Biraz konuşalım mı Hakan?"

 

"Ne hakkında?"

 

Dudaklarını büzdü Feyza, ne diyeceğini kendi de bilmiyordu aslında. Yalnızca Hakan'ın içini açmasını istiyordu.

 

"Son günlerde pek bir keyifsizsin sanki."

 

Belki de sadece hislerini bilmeyen sadece Oya'ydı. Diğerleri her şeyin farkındaydı. Ki, Caner'in duygularının anladığını biliyordu Hakan. Neticede ondan hiçbir şey kaçmazdı. Asu da anlamış olabilirdi, devamlı bakışlarını neden üzerinde gezdirsindi ki yoksa? Sarp'a gelince bir şey diyemiyordu, zira onun gözü Feyza'dan başkasını görmüyordu. Keşke onun kadar şanslı olabilseydi de küçük küçük flört edebilseydi sevdiği kız ile.

 

"Sana öyle gelmiştir ben iyiyim. Sorun yok."

 

Delikanlı ayağa kalkmak üzere hareketlenmişti ki Feyza eline tutarak ona engel oldu. Kaçmasını değil, anlatmasını istiyordu.

 

"Biz arkadaşız Hakan."

 

Feyza'nın gözlerinde içten bakışları gördüğünde yılgın bir nefes verdi delikanlı. Gerçekten Feyza değerli bir dosttu, ilk o gelmişti yanına derdini paylaşmak için.

 

"Ve o yüzden seni üzen şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum."

 

"Bunu daha ben kendime bile itiraf edemiyorum ki."

 

Ağzının içinde belli belirsiz mırıldanıp bakışlarını genç kıza çevirdi Hakan. Yenilmişlik vardı kara gözlerinde, kaybettiğini kabullenen bir yenilgiyle bakıyordu sanki.

 

"Yalnızca bu şey canımı çok yakıyor."

 

"Hakan..."

 

"Feyza teşekkür ederim ama daha fazla zorlama olur mu? Gerçekten konuşmak istemiyorum."

 

Ayağa kalkıp yanından uzaklaşan delikanlıda gözlerini uzun uzun gezdirdi Feyza. Keşke elinden gelen bir şeyler olsaydı ama biliyordu ki, daha kendi hislerini bile çözemezken kimse için bir şey yapamazdı. Galiba zaman gerçekten herkese her şeyi gösterecekti.

 

Altay ve Oya'nın gösterisi sona erince Altay genç kızla nihayet yalnız kalma fırsatı buldu. Dünden sonra neler olduğunu deli gibi merak ediyordu. Annesi çok kızmış mıydı Oya'ya? Gerçi pek iyi şeylerin olmadığı genç kızın asılan suratından belliydi. Sabahtan beri keyifsizce ortalıkta dolaşıyordu Oya ve bu kendini oldukça üzüyor, onu böyle görmek içini acıtıyordu.

 

"Dün çok mu kızdı annen?"

 

Gösteri için elinde tuttuğu tahta kaşıkları kenara bırakıp yanında duran Altay'a kısa bir bakış attı genç kız ve o an fark etti delikanlının yüzündeki kızarıklığı. Gözleri fazlasıyla o noktada oyalanırken Altay bakışlarını kaçırdı. Öyle utanıyordu ki, sevdiği kızın karşısında böyle bir duruma düşmekten.

 

"En azından babama bir şey söylemedi de... Senin yanağına ne oldu?"

 

"Hiç... Hiç dün kapıya çarptım."

 

Bunun bir yalan olduğunu biliyordu Oya, muhtemelen babası yine vurmuştu Altay'a. Yüreğinin cız ettiğini hissetti bir an fakat Altay'ı utandırmamak için daha da üstüne gitmedi. Hem zaten aldığı bir karar vardı.

 

"Anladım, neyse sonra görüşürüz."

"Oya"

 

Birkaç adım atmıştı ki, Altay'ın sesiyle durdu genç kız. Bunu yapmamalıydı Altay, her şeyi bile bile kendinden farklı şeyler beklememeliydi. Anlamalıydı, oluru yoktu bu işin. Okumak, üniversiteye gitmek, avukat olmak istiyordu. Haksızlığa uğrayan kim varsa, onların arkasında durup sonuna kadar onları savunmak ve şimdi hayallerinden sonu belirsiz olan bir macera için vazgeçemezdi. Bir şansı vardı okumak için ancak biliyordu ki Altay'a yenilirse o şansı kaybederdi. Dün gerçekten ucuz kurtulmuştu ama her zaman şans kendinden yana olmazdı.

 

"Efendim," diyerek delikanlıya doğru döndü genç kız. Bakışlarını sabit tutmak için çabalarken nedensizce dolan gözleri kendine hiç yardımcı olmuyordu.

 

İki adım atıp Oya ile arasındaki mesafeyi kapadı Altay. Bakışlarını Ahu gözlere odaklayıp içinden geçenlerin dilinden dökülmesine izin verdi.

 

"Neden benden kaçıyorsun güzelim?"

 

"Kaçmıyorum yalnızca... Yalnızca..."

"Oya"

 

Adını nasıl güzel söylüyordu Altay, içindeki solmuş çiçekler yeniden açıyordu sanki. Ama olmazdı işte. Olamazdı. Kaçırdığı dolu gözlerini yeniden Altay'a çevirdiğinde dudaklarını dişliyordu ki, delikanlı elini uzatıp yanağında hafifçe elini gezdirdi. Akan bir damla gözyaşını da parmağı ile sildi. Hüzünle gülümseyip sevdiği kıza umutlar verdi.

 

"Her şey geçecek. Sana söz veriyorum güzelim her şey geçecek."

 

Hiçbir şey diyemedi Oya öylece kalırken Altay kendini çekip kollarına hapsetti. Karşı koymadı, geri çekilmedi genç kız çünkü buna ihtiyacı vardı. Altay'ın kollarında dinlenmeye ihtiyacı vardı. Gözlerini kapatıp çenesini delikanlının omuzuna yerleştirdiğinde huzurun içine dolduğunu hissetti. Şiddetli bir fırtınadan sonra dinlendiği bir limandı sanki Altay ve Oya bu huzurlu limanda dinlenmeyi öyle çok seviyordu ki... Bedenine dolanan kollar, kendine öyle güzel güven veriyordu ki... Bir ömür burada böyle kalsa sesi çıkmazdı galiba.

 

Sevdiği kızı sıkı sıkı sararken yüreğinin dinlendiğini hissediyordu Altay. Kalbini dinlendiren sadece Oya idi çünkü. Şifası, huzuru, mutluluğu güzel olan ne varsa hepsi Oya'ydı. Oya tüm güzelliklerin anlamıydı kendi için. Bu güzellik için de gerekirse cihanı karşısına alırdı. Hatta gerekirse yakardı bile. Evet, Oya için cihanı bile yakardı yeter ki o mutlu olsun.

 

Çemberimde gül oya

 

Gülmedim doya doya

 

Hakan'ın sesi salonda yankılandığında ikili birbirinden ayrılıp gözlerine sahnede bağlama çalan arkadaşlarına dikti. Hakan, bağlama çalacaktı dönem sonu balosunda, herkes biliyordu bunu. Seçtiği şarkı pek bir manidardı ancak.

 

Çemberimde gül Oya

 

Gülmedim doya doya

 

Dertleri karıyorum

 

Günleri saya saya

 

Al beni kıyamam seni

 

Dertleri karıyorum

 

Günleri saya saya

 

Al beni kıyamam seni"

 

Şarkıyı çalarken özellikle Oya'ya bakmayı ihmal etmiyordu Hakan. Daha fazla saklamayacaktı duygularını hem zaten neredeyse herkes her şeyi biliyordu. O zaman kendi de aşkını haykıra haykıra buruk bir şarkı eşliğinde itiraf edebilirdi. Bağlamanın tellerine yansıyordu sanki isyanı, sesi alenen duygularını dile getiriyordu. Öyle içten, öyle yanık söylüyordu ki şarkıyı aşk acısı çektiği barizdi.

 

Pembe gül idim, soldum

 

Ak güle ibret oldum

 

Pembe gül idim, soldum,

 

Ak güle ibret oldum

 

Karşı karşı dururken

 

Yüzüne hasret kaldım

 

Al beni kıyamam seni

 

Karşı karşı dururken

 

Yüzüne hasret kaldım

 

Al beni kıyamam seni

 

Hakan şarkıyı çalmaya devam ederken Oya daha fazla burada duramayacağına karar vererek hızlıca çıktı salondan. Nereye gideceğini bilmiyordu aslında yalnızca uzaklaşabildiği kadar uzaklaşmak istiyordu. Öyle de yaptı, koşar adımlarına gözyaşları eşlik ederken çıktı, gitti. Altay arkasından seslense de duymadı onu ve soluğu okulun bahçesinde aldı.

***

 

Bir alaboranın içinde kayboluyor, zihni, duyguları birbirine giriyordu. Tüm bu hislerin ortasında kalmak genç yaşında zor geliyordu. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyordu Oya. Neden hayatı bu kadar zor ve karmaşıktı? Ailesiyle yaşadığı sorunlar yetmiyormuş gibi bir de Hakan'la, Altay kendini çıkmaza sokuyordu. İkisini de kırmak istemezken birinin canını çok yakacağını ne yazık ki biliyordu tıpkı o kişinin Hakan olduğunu bildiği gibi. Arkadaştan öte sevmiyordu Hakan'ı, yüreğinde yoktu ona dair başka hisler. İyi bir dost, arkadaştı Hakan, daha ötesi değil. Böyle hissettiği için suçlu değildi, insan hislerini yönetemiyordu ki her zaman. Hayır, Hakan'a da kızmıyor, öfkelenmiyordu onu da anlamaya çalışıyordu. Kendine karşı bir şeyler hissetmesi onun tercihiydi gerçi bu, bir tercih meselesi miydi, tartışılırdı. Kendi için Altay bir tercih değildi çünkü.

 

Sevgide seçim olmazdı, insanın seveceği insanı seçmezdi her şey bir anda oluverirdi. Bir anda yürek onun için atardı, bir anda kelebekler kanat çırpardı kalplerde, dünya bir anlığına güzelleşirdi. Bunları biliyordu Oya çünkü ansızın kapılmıştı Altay'a. Ne ara, nasıl olduğunu bilmiyordu yalnızca Altay'ın o güzel gözlerine bakıp kaybolduğunu yüreğinin en derinlerinde hissediyordu. Gönlüne öyle bir yerleşiyordu ki Altay, çıkarmak istemiyordu onu oradan blakis onun hep orada kalmasını diliyordu. Dokunuşu, sarılışı, bakışı öyle güzeldi ki... Oya'nın içinde çiçekler açıyordu. Her ne kadar imkânsız olsa da ve her ne kadar kabul etmek istemese de Altay'ı seviyordu genç kız. Buna engel olmak istemiyordu, hem o gücü de kendinde bulamıyordu fakat olmayacağını da biliyordu. Hayalleri ile aşkı arasında bir seçim yapmaktan nefret etse de, elinden gelen başka bir şey yoktu. Gerçekleştirmek istediği düşleri için hiç yaşamayacağı aşkını kalbinden söküp atmalıydı. Diğer türlüsü cehennem azabını yaşamakla eş değerdi. Hem öte yandan Altay'ın da canı yanardı. Ailesi onun da canını acıtırdı. O yüzden Altay'dan uzak durmak zorundaydı. Başka yolu yoktu.

"Oya"

 

Lisenin bahçesindeki bankta otururken yanına Caner'in geldiğini fark etti genç kız. Nemli gözlerini ona çevirdiğinde utangaç bir şekilde dudaklarını ısırdı. Onunla dertleşebilirdi değil mi, anlardı Caner kendini demi? Evet şu an biriyle konuşmaya gerçekten ihtiyaç duyuyordu. Caner derin bir nefes alıp Oya'nın yanına yerleşti. Eğer bir kız kardeşi olsaydı Oya'dan farklı olmazdı. Oya onun minik kız kardeşiydi. Altay ya da Hakan onu üzecek olursa da karşılarında kendini bulurlardı.

 

"O muslukları niye yine açtın acaba?"

 

"Caner ya," diye söylendi Oya. Belli belirsiz gülümseyerek gözyaşlarını sildi. Nasıl yapıyordu bunu Caner, nasıl herkesi bir şekilde güldürmeyi başarıyordu?

 

"Musluk falan açmadım ben."

 

Elini uzatıp Oya'nın gözyaşlarını sildi delikanlı, abi şefkati vardı dokunuşlarında.

 

"O zaman bunlar ne?"

 

"Yok bir şey. Öyle canım sıkıldı biraz."

 

"Kim sıktı senin o canını? Onu bir söyle, ben de onun canını sıkayım."

 

Gözyaşları eşliğinde güldü Oya, Caner gerçekten iyi bir arkadaştı. Bazı uyuz huyları olsa da, iyi bir dert ortağı olduğu su götürmez bir gerçekti.

 

"Kimse canımı sıkmadı merak etme. Sadece... Sadece her zaman ki şeyler işte. Annem falan..."

 

"Tek derdinin bu olduğuna emin miyiz sahiden?"

 

Gözleriyle delikanlıyı onayladı Oya. Açamazdı duygularını, henüz kimseyle bu hissettiği hisleri paylaşmaya hazır değildi. Kendi için çözmeliydi ilk önce duygularını.

 

"Peki öyle olsun," dedi Caner. Her ne kadar genç kızın söylediklerine inanmasa da. Daha fazla üstüne gidip Oya'yı zorlamak istemedi. O hazır olduğu zaman konuşurdu onunla.

 

"Ama bak eğer biri sana bir yanlış yapar da haberim olmazsa işte o zaman külâhları değişiriz ona göre."

 

Caner'in tehditkâr tarafıyla ilk defa karşılaşıyordu Oya. Fakat ne yalan söylesin bu hâli kendini yine gülümsetmişti. Caner'de de abilik iç güdüsü vardı anlaşılan.

 

"İyi ki kız kardeşin yok biliyor musun yoksa elinden çok çekerdi."

 

"Hiçte bile, ben bir kere çok iyi bir abi olurdum. Hem ayrıca biyolojik olmasa bile benim iki kız kardeşim var."

 

"Öyle mi? Kimmiş onlar?"

 

"Sen ve Feyza."

 

Tekrardan güldü genç kız ama bu sefer hoşuna gitti Caner'in sözleri. "Caner," dedi muzipçe. İçinden itiraz etmek gelmedi. Belki de kırmak istemedi arkadaşını.

 

"Ney? Bakma öyle kızım. Feyza da, sen de benim dünya ahiret bacımsınız. Size yanlış yapan yemin ederim beni bulur karşısında."

 

"Peki ya Asu?"

 

Genç kızın sorusuyla öylece kaldı Caner, böyle bir soruyu beklemiyordu, hazırlıksız yakalanmıştı. Oya'nın gözlerine bakarken diyecek bir şey bulamadı. Yalandan da olsa Asu, benim kardeşim demeye dili varmazdı ki. Hiçbir zaman Asu'ya öyle bir gözle bakmamıştı. Hep farklıydı Asu, hep başkaydı.

 

"Ondan hoşlanıyorsun demi?"

 

İnkâr etmedi gerçeği delikanlı madem Oya farkındaydı her şeyin o zaman ona söyleyebilirdi duygularını. Güveniyordu ki Oya'ya, ona vereceği bu sır, aralarında kalırdı.

 

"O kadar çok belli oluyor mu?"

 

"Hem de çok."

 

"Oya..."

 

"Bana değil Asu'ya açıkla kendini Caner. Çöpçatanlık işeri falan bana göre değil. İkinizin arasında olanlar ikinizi ilgilendirir ama yine de sormak istediğim bir şey var. Neden başkalarıyla çıkıyorsun o zaman?"

 

Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı delikanlı bunun cevabını kendi de bilmiyordu ki. Dudaklarını büzüp masum masum gezdirdi bakışlarını Oya'nın yüzünde.

 

"Asu bana hiç bakmaz gibi geldi ilk başlarda, ne bileyim onun hoşlanacağı bir tip değilim gibi hissettim. Olmayacak bir şey için kendimi heveslendirmek istemedim, o yüzden kendi hayatıma bakma kararı aldım, Asu'yla yalnızca arkadaş kalabileceğimizi düşündüm fakat olmadı. Asu'ya karşı hislerim her geçen gün arttı, bu basit hoşlantı falan değil Oya. Yemin ederim daha önce kimseye karşı böyle hissetmedim. Asu çok başka. Çok. Ben... Ben Asu'yu seviyorum Oya. İnan ki.... Çok seviyorum onu."

 

"O zaman itiraf et duygularını, niye içinde saklıyorsun?"

 

"Korkuyorum. Asu'yu kaybetmekten korkuyorum."

 

"Ama bazı şeyleri denemeden bilemezsin Caner. Kendinden de, duygularından da eminsen daha fazla bekleme. Git söyle, ne olacaksa olur zaten."

 

Oya'nın dediğini yapmalı mıydı bilmiyordu Caner, belki de gerçekten cesur davranmalıydı fakat yeterince cesur olmadığını biliyordu. Yeniden derin bir nefes alıp saçlarını karıştırdı. Doğru zamanı beklemişti hep ancak doğru zamanın geldiğini nasıl anlayacaktı onu da bilmiyordu.

 

"Ben kantine gidiyorum, bir şey istiyor musun?"

 

"Yok, sağ ol."

 

Genç kız kantinin yolunu tutarak uzaklaştığında Caner düşünceleri ile baş başa kalıp yine kafa karışıklığının içinde kayboldu.

***

 

"Ve işte bu sorunun da cevabı B. Anlamadığın bir yer var mı?"

 

"Gayet iyi anlattın. Sağ ol Asu."

 

"Rica ederim," diyerek gülümsedi genç kız. Öğle arası vakti olduğu için sınıfta kimse yoktu. Kendi de Altay'a söz verdiği gibi biyoloji anlatıyordu. Biyoloji sınavları zayıf olduğu için yarın telafi sınavına girecekti Altay, kendinden de bu konuda yardım istemişti. Kendinin en iyi olduğu ders biyolojiydi çünkü. "Yarın sınavdan önce bir kez daha tekrar yaparız istersen."

 

"Olur, bana uyar. Hadi gel şimdi bizimkilere bir bakalım.

 

Sıradan kalkmak için ayaklanmıştı ki Altay, Asu onu durdurdu. Madem yalnız kalmışlardı o zaman bazı şeyleri de konuşabilirlerdi.

 

"Altay dur bir."

 

"Ne oldu."

 

"Konuşalım mı seninle biraz?"

 

Genç kızın ne hakkında konuşmak istediğini anlamıştı Altay ve aslında bu fena olmazdı, kendinin de konuşacak birine ihtiyacı vardı çünkü. Elindeki kitapları geri sıranın üzerinde koyup nefes verdi. Asu'nun gözlerine bakıp "Ne hakkında?" diye sordu. Onu hiç anlamamış gibi.

 

"Bence ne hakkında konuşmak istediğimi ikimiz de biliyoruz."

 

"Oya mı?"

 

Gözleriyle onayladı delikanlıyı Asu, nasıl da hemen anlamıştı. Elini güven vermek istercesine tutup gülümsedi. "Biz arkadaşız Altay ve her şeyi konuşabiliriz."

 

Lafı dolandırmadı Altay, Asu her şeyin farkındaydı, kendi de inkâr edecek değildi.

 

"Ne zamandan beri biliyorsun?"

 

"Geçen seneden beri şüpheleniyordum ama bu sene daha çok emin oldum. Özellikle dünden sonra."

 

Gözlerine boşluğa diktiğinde omuzlarını kaldırıp indirdi delikanlı. "Seviyorum," dedi dürüstçe. "Ben Oya'yı çok seviyorum Asu."

 

"Ama tek seven sen değilsin. Bunu da biliyorsun demi?"

 

"Biliyorum ama benim yapabileceğim bir şey yok. Hakan için üzgünüm, inan ki. Liseye başladığımdan beri arkadaşız. Böyle olmasını ben de istemezdim ama oldu. Ben ne yapabilirim ki, şimdi? Bu Hakan'ın tercihi. Tamam Hakan'ı suçlamıyorum ama Oya'dan da vazgeçemem. Hem Oya da sevmiyor Hakan'ı, eminim."

 

Tüm bunları Asu'da biliyordu aslında fakat yine de yaşananlar ve yaşanacaklar içinde tuhaf bir sızı oluşturuyordu. Böyle olmamalı hissi içini kemiriyordu sanki. Kimse zarar görmeden bu olay kapanamaz mıydı? Ne olurdu Altay'la, Hakan'la arası bozulmasa, Oya üzülmese? Çok mu zordu bunların olması?

 

"Beni suçlamıyorsun demi?"

 

Başını hayır, der gibi iki yana salladı genç kız, neden Altay'ı suçlasındı ki? Sevmişti, seviyordu insan bu yüzden suçlu olur muydu hiç?

 

"Suçlamıyorum Altay sadece... Sadece kimsenin kimseyle arası bozulmasın istiyorum."

 

Gerilen yüzü yumuşadı ansızın, dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Asuman'ın elini tutup gözlerine içten bir şekilde baktı delikanlı. Aile konusunda belki şansızdı ama biliyordu ki arkadaş konusunda oldukça şanslıydı. Güzel dostlar biriktirmeyi başarmıştı, bu da her şeye bedeldi.

 

"Sen harika bir arkadaşsın Asu ama bazen olacakların önüne kimse geçemez."

 

"Caner de aynı şeyi söyledi."

 

"O da her şeyin farkında anlaşılan."

 

Gözlerini devirdi Asu, Caner'den kaçar mıydı böyle şeyler? İlk o, anlamıştı ya zaten içinde bulundukları durumu.

 

"Neyse, daha sonra bunları uzun uzun konuşuruz. Şimdi benim Sarp'ı bulmam gerekiyor."

 

" O niye?"

 

"Dükkânda belki bana uygun bir iş vardır, diye."

 

Altay yanından kalkıp sınıf kapısına doğru adımladığında iç geçirdi genç kız. Galiba Altay'ın başı bu sefer babasıyla fena halde dertteydi. Keşke gerçekten arkadaşları için elinden bir şey gelseydi. Oya'yı o hayattan kurtarmanın bir yolu olsaydı mesela ya da seçkin bir ailenin kızı olarak Altay'a yardımı dokunabilseydi. Sahi babasıyla Altay için konuşsa babası bir şeyler yapar mıydı acaba? Yapardı ya, Asaf Göktaş elbette zor da olana elini uzatırdı. Aklına gelen fikri kuzeniyle paylaşmak istedi, o heyecanla da ayağa kalkıp Feyza'yı bulmak için sınıftan çıktı. Henüz koridora varmıştı ki yan sınıftan çıkıp yanına koşa koşa gelen Jale'yi fark etti.

 

"Asu... Asu... Asu!"

 

Kaşlarını çatıp arkadaşının üzerinde bakışlarını gezdirdi Asu. Jale'yi tanırdı, öyle çok samimi olmasa da bir arkadaşlığı vardı onunla. Matematiği kuvvetliydi Jale'nin, kendine de zaman zaman ders çalıştırmıştı Jale. Hatta kelebek sistemi olarak girdikleri sınavda kendine kopya bile vermişti. O yüzden de aralarında iyi bir arkadaşlık kurmuşlardı.

 

"Ne oldu Jale?"

 

"Sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak. Tamam?"

 

"Tamam," dedi Asu rahat bir tavırla. Nasıl bir şey söyleyecekti ki Jale, bu kadar telaş ve heyecan yapmıştı?

 

"Hani senin sınıfında şey var ya... şey... Caner. Esmer tenli, yeşil gözlü, uzun boylu, yakışıklı..."

 

"Eee Jale? Ne olmuş Caner'e?"

 

"İşte... İşte.. İşte ben Caner'den çok hoşlanıyorum."

"Ne!"

 

Şaşkınlıkla bağırdığında gözleri pörtledi, öylece kaldı Asu duyduğu sözler karşısında. Jale ciddi ciddi Caner'den mi hoşlanıyordu? Yutkunmakta zorlanırken bundan fazlasıyla rahatsızlık duyduğunu hissetti. Hayır, dedi içinden. Caner'i elbette ki kıskanmıyordu.

 

"Niye şaşırıyorsun ki, okulda Caner'e dibi düşmeyen mi var?"

 

"Beni ilgilendirmiyor," diyerek umursamazca yürüdü Asu. Fakat yüreği sıkışmaya başlamıştı bile. Öyle ki kalbinin haricinde midesinde bile bir burukluk hissetti. Büyük ihtimalle yediği bir şey dokunmuştu.

 

"Asu bir dur ya, seninle iki kelime konuşulmuyor."

 

Jale arkadaşını kolunu tutarak kendine çevirdiğinde gözlerini gözlerine odakladı. Ne olurdu kendine biraz yardım etse?

 

"Konuşacak havada değilim çünkü. Kusura bakma olur mu?"

 

"Tamam sonra konuşuruz ama... Ama senden bir şey isteyeceğim. Küçük bir şey."

"Ne?"

 

"Caner'e bunu sen söyler misin? Yani ondan hoşlandığımı ve onunla çıkmak istediğimi."

 

Doğru duymuştu demi Asu? Jale kendinden ciddi ciddi Caner için çöpçatanlık yapmasını mı istemişti? Daha önce hiç hissetmediği bir öfke dalgası bedenini ele geçirirken tırnaklarını avcuna batırdı. İşi gücü yokmuş gibi Caner'e kız mı ayarlayacaktı şimdi? Jale kendine yavru kedi bakışlarıyla bakarken bir kez daha yutkundu, hisleri arasında kaybolurken kalbinin sesine kulaklarını tıkadı.

 

"Jale..."

 

"Asu lütfen," diyerek ellerini birleştirdi genç kız. Asu'dan başka kimseden böyle bir şey isteyemezdi. "Caner'le çok yakın arkadaşsın ve ben bunu senden başkasından isteyemem."

 

"Kimseden isteme, git kendin söyle Jale. Beni de karıştırma."

 

"Söyleyemem... Ben... Ben söyleyemem... Utanırım... Çok utanırım... Lütfen... Lütfen.... Benim için bunu yapamaz mısın? Ufacık bir şey... Ne olur... ne olur..."

 

Gözlerini kapatıp kafasını toparlamaya çalıştı Asu. Jale böyle karşısında kedi gibi kıvranırken ona yok demek içinden gelmiyordu. O kadar masum bakıyordu ki, kıyamıyordu ona. Fakat diğer yandan Caner'e dair kendinden bile gizlediği hisleri öyle çok rahatsız ediyordu ki yüreğini... Tamam Caner'in ilk çıkacağı kız Jale olmayacaktı belki ancak kendi bu kez gerçekten Caner'in kimseyle çıkmasını, onun yanında başka bir kızı görmeyi istemiyordu. Tüm bunların düşüncesi bile içini acıtıyordu. Yine de düşüncelerine inat "Tamam," dedi çaresizce. Eğer hayır, derse Jale şüpheye düşecekti ayrıca ileride Jale'nin gelip kendinden böyle bir şey istediğini ve kendinin reddettiğini Caner duyarsa işte o zaman onun eline düşerdi. Bunu da istemezdi, Caner'in elinde oyuncak olmayı asla gururuna yediremezdi.

 

"Tamam madem bu kadar istiyorsun Caner'e gidip bunu söyleyeceğim ama eğer seni reddederse üzülmeyeceksin. Söz mü?"

 

Evet bunun sözünü Jale'den istiyordu Asu, çünkü Caner yüzünden Jale'nin üzülmesini istemezdi. Bir yerde arkadaşıydı sonuçta Jale.

 

"Asu sen harika bir arkadaşsın!"

 

Jale boynuna atlayınca ona kollarını doladı Asu. Sırtını sıvazlamakla yetinirken sessizliğini korudu. Evet, kaderinde Caner'e kız ayarlamakta vardı ve sırf bu yüzden kaderine binlerce kez lanet edebilirdi.

***

 

Ertesi gün ilk iki ders beden dersiydi ki 11/B öğrencilerini Yiğit hoca serbest bırakmıştı. Herkes kafasına göre takılırken Sarp, Caner'le birlikte basket atıyor, Asu ise okula girdiği ilk dakikadan beri gözlerini Caner'den çekmiyordu. Dün Jale'ye bir söz vermişti, şimdi de bu sözünü tutması gerekiyordu. İçi ne kadar acırsa acısın. Hem böylelikle Caner'in niyetini de öğrenmiş olurdu, eğer kendine karşı sahiden bir şeyler hissediyorsa çıkmazdı Jale ile. Ama hissetmiyorsa neden Jale'nin teklifini kabul etmesindi ki? Daha fazla düşünceleri ile uğraşmak istemediği için oturduğu banktan kalkıp Caner'in yanına doğru adımladı. Ya şimdi, ya hiç, dedi içinden. Delikanlının yanına vardığında söyleyeceği kelimeleri bir kez daha kafasında toparladı.

 

"Caner"

 

Topu potaya atıp Asu'ya doğru delikanlı. Niye şimdi bu kadar gergindi ki?

"Ne?"

 

"Biraz konuşabilir miyiz?"

 

Çapkınca gülümsedi Caner, Asu kendiyle özel mi konuşmak istiyordu? İşte bunu beklemiyordu.

 

"Olur, konuşalım."

 

"Gelsene biraz."

 

Sarp anlamaz bakışlarla ikisine bakarken Caner de ellerini iki yana açtı, bilmem der gibi arkadaşına baktı. Genç kızın ardından adımlarken köşede, Asu'nun durduğu yerde durdu. Gözlerini bir an olsun ondan çekmezken dudaklarındaki çapkın gülüşü silinmiyordu.

 

"Seni dinliyorum."

 

"Jale," dedi Asu hiç uzatmadan. Caner'in gözlerinin içine içine bakarken yutkunmamaya, bocalamamaya gayret ediyordu. "Yani C sınıfındaki Jale, tanıyor musun bilmiyorum da..."

 

"Şu minyon tipli olan, kumral... O Jale mi?"

 

Hayır, hayır kesinlikle Caner'in, Jale'yi tanımasına sinirlenmemişti. Hatta hiç olmadığı kadar sakindi Asu. Rahat bir tavır takınarak "Ya," dedi. "Evet kumral güzeli olan Jale."

 

Genç kızın derdi neydi bilmiyordu Caner fakat içinden bir sesler kendini kıskandığını söylüyordu ve bu fazlasıyla hoşuna gidiyordu. "Eee ne olmuş o Jale'ye?"

 

"Senden çok hoşlanıyormuş."

 

"Öyle mi?"

 

Tam şu an karşısındaki adamın o sırıtan suratına bir yumruk çakmak istiyordu Asu. Yüzsüzlüğün bile bir sınırı vardı.

 

"Nereni beğeniyorsa artık... Neyse beni ilgilendirmez. Kısacası seninle çıkmak istiyormuş yani. Çok utandığı için sana benim söylememi istedi."

 

İstese Asu'nun üstüne çok güzel gidebilirdi delikanlı fakat yapmadı, şansını zorlamak istemedi belki de ancak genç kızın o sinirli yüz ifadesini izlemekten keyif aldı. Gülmemek için dudaklarını ısırırken birkaç saniye doğru bir karar vermek için kendine süre tanıdı. Kararının doğruluğuna güvenerekte Asu'nun soru dolu bakışlarını daha fazla yanıtsız bırakmadı.

 

"Tamam."

 

"Ney tamam?"

 

"Tamam işte, madem kız benden bu kadar hoşlanıyormuş onu kırmak olmaz şimdi. Söyle çıkışta beni beklesin, birlikte bir yerlere gider, bir şeyler içeriz."

 

"İyi, söylerim," dedi umursamazca genç kız. Tabii ki şu an içinde yanan volkanların ateşiyle Caner'i cayır cayır yakamazdı. İçinde hissettiği duygular, içinde kalmalıydı. Sinirden kendi kendini yese de Caner'e hiçbir şey belli etmeyecekti. Edemezdi. Fakat yine de lafını söylemekten geri durmadı.

 

"Ama umarım ne kadar şansız olduğunu yakında anlar Jale."

 

Sözlerinin ardından uzaklaştı Asu, Caner ise için için güldü. Asu'yu kıvrandırmak evet, zevkliydi ama keşke Jale gelip kendiyle açık açık konuşsaydı da Asu'ya farklı bir yanıt vermek zorunda kalmasaydı. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, gönlünde Asu'dan başkası yoktu, olmasını da istemiyordu.

 

Saatler bir hayli hızlı geçip çıkış vakti geldiğinde Caner ve Jale okul kapısının önünde buluştular. Caner'in cevabını Jale'ye söylemişti Asuman ve Jale duyduğu sözlerle havalara uçmuştu. Umutsuzdu aslında genç kız, Caner'in teklifini kabul edeceğini beklemiyordu fakat delikanlı kendini yanıltmıştı. İyi ki de yanıltmıştı. O kadar mutlu, o kadar sevinçliydi ki Jale içi içine sığmıyor, çocuk gibi zıplamak, koşmak, bağırmak istiyordu. Şimdi ciddi ciddi Caner'le sevgili mi olmuştu? Ah bundan daha güzel bir şey olamazdı herhalde. Dünyalar gerçekten kendinindi artık an itibariyle.

 

Uzaktan onları izlerken yüreğindeki hırçın duygulara aldırmamaya çalışıyordu Asu, içinde öylesine büyük bir volkan vardı ki, her an patlayabilirdi. Jale ve Caner gayet sıkı fıkı bir şekilde konuşup gülerken gidip Caner'in suratına yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu. Kıskanıyordu işte. Ne kadar inkâr ederse etsin, bal gibi de kıskanıyordu Caner'i. Delikanlı, Jale'nin saçlarıyla oynadıkça kendinin içinde fırtınalar kopuyordu. Gözleri sinirden dolarken, çenesinin titrediğini hissetti. Ne yani şimdi de Caner için ağlayacak mıydı? Kahretsin. Şu saçma duygularının önüne neden geçemiyordu? Neden kalbi bu kadar aptalca davranıyordu? Neden aklı devre dışı kalıyordu konu Caner olunca? Hiç olmadığı kadar aptal hissediyordu kendini, bu da asaplarını daha çok bozuyordu. Caner, Jale'nin boynuna kolunu doladığında yine onunla birlikte uzaklaştı. Gülerek, kıkırdayarak yol almaları laçkalaşmış sinirlerine tuz biber oldu. Şu an ciddi ciddi sinirinden oturup ağlayabilirdi Asu. Bir kez daha anlıyordu ki, Caner güvenilmez adamın tekiydi, kendine mavi boncuk dağıtırken gidip ilk fırsatta başka biriyle gönül eğlendirecek kadar da ayran gönüllüydü. Ona güvenmemekte o kadar haklıydı ki... Yine de tüm bunlara karşılık engel olamıyordu yüreğini sarpa saran duygulara. İtiraf edemese de âşık olmuştu Caner'e. Yoksa neden kalbi böyle acısındı ki? Dolu dolu gözlerle arkasını dönüp uzaklaştığında hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Kendine okuldan almaya gelen babasına da bir şey belli etmemek için ekstra çaba gösterdi.

 

Jale ile küçük bir kafeye geçtiğinde kibarca onun ceketini üzerinden alıp sandalyeye astı Caner. Sandalyeyi çekerek rahat oturmasını sağlayıp karşısına yerleşti. Jale'yi kırmak istemiyordu aslında fakat onunla ne kadar erken konuşursa o kadar iyiydi. Zaten sırf bu yüzden onunla buluşmuştu ya. Tamam belki biraz umut vermişti fakat aklına başka türlüsü de gelmemişti. Jale'nin gururunu ancak onunla yüz yüze konuşarak incitmeyebilirdi. Bu konuşmada okul dışında bir ortamda gerçekleşebilirdi. Belki de birazcık Asu'yu kıskandırmakta istemiş olabilirdi, kabul ediyordu lakin yine de Jale'yi kırmak istemezdi.

 

Sıcak çikolata sipariş etmelerinin ardından Jale utanarak bakışlarını kaçırdı. İlk defa bir erkekle çıkıyordu, utangaçlığı da bu yüzden normal olsa gerekti. "Caner," dedi çekingen bir ses tonuyla.

 

"Ben ilk defa böyle bir şey yapıyorum yani..."

 

"Jale"

 

Önüne eğdiği bakışlarını kaldırıp karşısındaki delikanlıya odakladığında yeniden dudaklarını ısırdı Jale. Caner uzanıp elini tutunca ise nefesinin kesildiğini hissetti bir an. O yeşil gözler çok fazla güzel değil miydi?

 

"Ben aslında konuya tam olarak nereden gireceğimi bilmiyorum. Böyle pat diye girmekte pek uygun değil, onu da biliyorum ama... Ama sana daha fazla umut vermek istemiyorum Jale."

 

Yutkunamadı genç kız, kaşlarını istemsizce çattı. Şimdi ne demek istemişti Caner?

 

"Nasıl yani?"

 

Elini çekip derin bir nefes aldı delikanlı, yanlış bir şey yapmıyordu. Sevmediği birine umut vermek yakışmazdı kendine. Ayrıca Asu'ya olan yoğun duyguları varken başka bir kıza da bakmazdı artık. Tüm bunları Jale'ye nasıl anlatacağını bilemiyordu fakat. Keşke Asu'yu karıştırmadan direkt Jale gelip kendiyle konuşsaydı. O zaman işler bu kadar çok karışmazdı. Kafasında kuracağı cümleleri toparlamaya çalışırken gelen siparişler, yardımına yetişti. Garson bardakları masaya bırakıp yanlarından uzaklaştığında sıcak çikolatasından bir yudum aldı. En azından keyifle birkaç yudum şunu canım sıcak çikolatayı içselerdi.

 

"Önce sıcak çikolatalarımızı içelim mi?"

 

Başını sallayarak içeceğinden birkaç yudum almıştı ki Jale, bardağını geri masaya bıraktı. Caner ne demek istemişti? Öğrenmeden rahat edemezdi.

 

"Seni dinliyorum, az önce neyi kast ettin?"

 

"Bak," diyerek masaya bardağını bıraktı delikanlı. Bu kez uzanıp Jale'nin iki elini birden tuttu. Gözlerine sıcak bir bakış yerleştirdiğinde dürüstçe kendini ifade etti.

 

"Sen çok güzel bir kızsın Jale, çıtı pıtı, hoş alımlı... Zekisin de... Beni anlayacağını da düşünüyorum. Ben... Ben... Ben başka birini seviyorum Jale. Özür dilerim belki sana umut verdim ama eğer Asu'ya karşı teklifini reddedersem gururunun kırılacağını düşündüm. Keşke Asu'yu karıştırmadan sen gelip benimle konuşsaydın o zaman inan ki, sana şimdi olduğu kadar açık olurdum."

 

Hızlıca ellerini çekti Jale gözleri nemlenmişti bile. Ne sanıyordu ki gerçekten Caner'in kendini sevdiğini mi? İki damla gözyaşı yanağını ıslattığında "Ben," diyebildi zorlukla. "Ben bilmiyordum."

 

Sessiz kaldı delikanlı, sıcak çikolatadan bir yudum daha aldığında elinden başka bir şeyin gelip gelmeyeceğini düşündü. Gerçekten Jale'yi kırmak istemiyordu.

 

"Bilemezdin ki."

 

"Ama keşke böyle yapmasaydın Caner."

 

"Jale..."

 

"Gururumu kırmak istemediğini söylüyorsun ama şimdi... Şimdi..."

 

"Özür dilerim. Jale gerçekten özür dilerim Asu öyle deyince ben ne yapacağımı bilemedim. Seninle açık açık konuşmanın doğru olacağını düşündüm. O yüzden seninle buraya geldim."

 

"Anlıyorum... Neyse ben özür dilerim, seni rahatsız ettim. Umarım o kız her kimse onunla çok mutlu olursun."

 

Daha başka bir şey demeden hızla ceketini alıp kafeden çıktı Jale. Caner'in önünde ağlamak istemiyordu zira, yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Caner arkasından kendine seslense de duymadı onu. Gözyaşları eşliğinde uzaklaşıp evinin yolunu tuttu. Odasında, yorganın altında rahat rahat ağlayabilirdi nasıl olsa.

***

 

"Öpmüş müdür?"

 

"Ne?" diyerek elindeki kitabı indirip kuzenine baktı Feyza. Kendi yatağında arkasına yaslanmış bir vaziyette kitabını okurken Asu da ayak ucuna oturmuş bilgisayara bakıyor, yeni yeni piyasaya çıkan internet sitelerinde geziyordu. Ya da kafasını dağıtmaya çalışıyordu.

 

"Caner diyorum Jale'yi öpmüş müdür?"

 

Tuttuğu nefesini verip kuzenine yaklaştı Feyza. Elbette olayı anlatmıştı Asu, kendine ve kendi hiç olmadığı kadar kızgındı Caner'e. Ciddi ciddi kuzenine umut veriyordu çünkü Caner sonra gidip başkasıyla çıkıyordu. Ne denirdi ki onun bu yaptığına? Asu'nun elini tutup gözlerine şefkatle baktı.

 

"Bu seni bu kadar ilgilendiriyor mu gerçekten?"

 

"Haklısın aslında ilgilendirmemesi gerekiyor ama... Ama elimde değil Feyzoş."

 

"Asuman"

 

"Böyle hissetmek istemiyorum, Caner'e kapılmak, onun peşinden koşan biri olmak, ona yenilmek, onu... Onu başkasıyla görünce sinirlenmek, onu... Onu sevmek istemiyorum. Ama olmuyor, anlatamıyorum, söz geçiremiyorum kalbime. Biliyorum Caner ateşten bir gömlek, giyersem yakacak beni ve ben buna karşı koyamıyorum... O kadar sinir bozucu ki tüm bunlar... Feyzoş ne olur bana yardım et. Bana bir akıl ver."

 

Sözlerinin ardından kedi gibi kuzeninin dizlerine kıvrıldı Asu, kendini ilk defa hiç olmadığı kadar çaresiz hissediyordu. Duygularını daha fazla saklayamıyordu içinde, o yüzden en yakınına, Feyza'ya itiraf ediyordu işte. Kendini yargılamadan dinleyecek, anlayacak bir o vardı çünkü. Asu'nun saçlarında ellerini gezdirirken derin bir nefes aldı Feyza. Kuzenine ne diyeceğini ilk defa bilemiyordu. Aşk sahiden insanı aklını alabilecek kadar büyük bir duygu muydu? Galiba gerçekten öyleydi yoksa Asuman böyle çaresizce kendinden yardım istemezdi.

 

"Onu bu kadar çok mu seviyorsun?"

 

Başını kaldırıp kuzeninin gözlerine kısa bir bakış atıp gözlerini kaçırdı Asu Kalbi evet diye bağırırken dilinden hayır, kelimesi dökülmüyordu.

 

"Galiba."

 

Hiçbir şey demeden kuzenine sıkı sıkı sarıldı Feyza. Biliyordu ki, ne dese boştu, yalnızca Asuman'ın yanında olduğunu ona hissettirmek istiyordu. Keşke başka birini sevseydi kuzeni ya da Caner bu kadar uçarı kaçarı olmak yerine Asuman'ın kıymetini bilseydi.

 

"Eğer seni böyle üzmeye devam ederse benden çok fena çekeceği var."

 

Burukça gülümsedi Asu, aşk konusunda evet şansızdı ancak kuzen konusunda herkesten daha şanslı olduğuna yemin edebilirdi.

 

"İşte bundan hiç şüphem yok."

***

 

Okula henüz gelmişti ki Asu, Jale'yi koridorun girişinde görünce Feyza'yı sınıfa gönderip kendi Jale'nin yanına doğru adımladı. Neler olup bittiğini öğrenmezse çatlardı. Arkadaşının yanına vardığında hislerine inat kolunu boynuna atıp yüzüne sevimli bir ifade yerleştirdi.

 

"Eee dün nasıl geçti ilk buluşmanız?"

 

İki, üç kitabı kollarıyla sarmış, göğsüne yaslamış bir vaziyette Asu ile adımlarken gözlerini yere dikti Jale. Gerçeği elbette ona söyleyecekti. Sonuçta duygularını bir onunla paylaşabilirdi.

 

"Geçmedi."

 

"Nasıl geçmedi? Jale dün birlikte bir yere gidip konuşmadınız mı?"

 

"Konuştuk. Gayet açık konuştuk hatta. Caner başkasını seviyormuş."

"Ne!"

 

"İşte sözde gururumu kırmamak için benimle okul dışında buluşup konuşmak istemiş. Asu lütfen bu konuyu kapatabilir miyiz? Çünkü düşündükçe utanıyorum."

 

Jale başka bir şey demeden sınıfına girdiğinde Asu öylece kaldı. Birkaç defa yutkunduğunda Jale'nin dediklerini idrak etmeye çalıştı. Caner başkasını seviyordu öyle mi? Kimi? Kimi seviyordu? Evet, bu sorunun cevabını merak ediyordu.

 

"Günaydın."

 

Caner'in sesini duyunca duygularını kontrol altına almaya çalıştı genç kız. Dik bakışlar yerleştirerek gereken lafları ilk dakikadan Caner'e söylemeyi ihmal etmedi.

 

"Günaydın. Merak ediyorum da bugün hangi kızın peşindesin acaba?"

 

"Anlaşılan Jale her şeyi anlatmış sana."

 

"Kızla oynadın be! Oynadın! Madem başkasını seviyorsun niye kızı alıp götürüyorsun?"

 

"Kimseyle oynamadım ben. Gereken her şeyi Jale'ye söyledim ve ben söylediklerimden sorumluyum sizin anladıklarınızdan değil."

 

Başka bir şey demeden uzaklaştı Caner, Asu'ya açıklama yapacak değildi, olanlardan ne anlamışsa anlamıştı, kendi kendinden emindi, yanlış bir şey yapmamıştı. Kaldı ki hâlâ sevdiği kızın kendi olduğunu da anlamamıştı Asu. Sahiden kördü bu kız. Onu nasıl sevdiğini bir türlü görmüyordu.

 

"Kim?"

 

Asu'nun sesini duyunca geri arkasını döndü delikanlı. Asu gözlerine cesurca bakarken onun ne demek istediğini anlamaya çalıştı.

"Ne?"

 

"Kimi seviyorsun, diyorum?"

 

"Sen niye bunu merak ediyorsun?

 

Sinirle nefes alıp verirken sakin kalmaya gayret etti Asu. Ne diye soruyordu ki? Harbiden kendini ilgilendirmezdi, ilgilendirmemeliydi.

 

"Tabii canım bana ne, beni ilgilendirmez."

 

Başka bir şey deme gereği duymadan Caner'in yanından geçip adımladı Asu. Fakat son kez Caner'in sesini duyunca durdu yeniden.

 

"O kendini biliyor."

"Ne?"

 

"Sevdiğim kız kendini biliyor."

 

Caner çapkınca gülümseyip Asu'nun yanından geçip gittiğinde yeniden öylece kala kaldı Asu. Sinirden tepinmek isterken gözlerini kapadı. Caner tüm dengesini alt üst ediyordu resmen ve kendi git gide onun gibi dengesizin teki oluyordu. Fakat bilmiyordu ki, aşk başlı başına zaten bir dengesizlikti..

Loading...
0%