Yeni Üyelik
36.
Bölüm

33. Bölüm Oyun ve Gerçek

@petekayla

17 Ocak 2007

"Ve şimdi okulumuz öğrencilerinden Yaren Kanatlı'yı kendi yazdığı şiiri okumak üzere sahneye davet ediyorum."

Salonda alkışlar koparken sunucu öğrenci sahneyi arkadaşına bırakıp kendi yerine geçti. Evet, nihayet Antakya Lisesi, haftalardır hazırlandığı dönem sonu gösterisini şehrin kültür merkezinde sergiliyordu. Veliler izleyici koltuklarına oturmuş kendi çocuklarının çıkmasını beklerken perdenin arkasında heyecan ve telaş vardı. Sırası gelen öğrenciler sahneye çıkarken geri kalanlar son provalarını yapıyorlardı ki, onların başını da Sarp'la, Feyza; Asuman'la, Caner çekiyordu. Tabii folklor ekibinde olan Oya ile Altay'ın da heyecanlı olduğunu es geçmemek lazımdı. Aynı zamanda notalara son kez göz atan Hakan'ı da. Birazdan sıra kendilerine gelecekti ve sıra yaklaştıkça gerginlikleri de artıyordu. Ailelerin önünde gösteri sergileyecek olmak hepsinin kalp atışlarını hızlandırıyordu. Nitekim o kadar da basit değildi velilerin önünde dans edip oyunlar oynamak. Özellikle de oynayacakları oyun Romeo ve Juilet ise.

Shakespeare'nin ölümsüz eserini canlandıracak olmak hem Feyza, hem de Sarp için fazlasıyla heyecan vericiydi. Hissettikleri duygular bir yana, oyundaki sıcak temaslar da nabızlarını hızlandırıyordu. Kurgudaki replikleri elbette söyleyecek, diyaloglara bağlı kalacaklardı ancak bazı yerleri hocalar değiştirmişti. Öpüşme sahnelerine yer vermemişlerdi mesela, ahlaki açıdan bu kesinlikle uygun değildi çünkü. O öpüşme sahnelerini de alına kondurulan birkaç masum öpücükle, sarılmayla değiştirmişlerdi. Evet, birkaç yerde Sarp, Feyza'nın alnına ufak öpücükler konduracak yer yer de ona sarılacaktı, böylesi herkes için en uygun olanıydı lakin yine de bu masum sahneler ikilinin ellerinin ayaklarının dolaşması için yeterliydi. Provada bile sıra, o sahnelere geldiğinde akılları başlarından gidiyordu ki, şimdi bile akıllarının çok yerinde olduğu söylenemezdi. Feyza repliklerine son kez göz atarken Sarp bakışlarını genç kızın üzerinden bir an olsun çekmiyordu. Gösterişli, önü dantel işlemeli, boncuk detaylı, kabarık etekli, mavi elbisenin içinde öyle güzel olmuştu ki Feyza, eski zaman prenseslerini aratmıyordu. Dalgalı kahve saçlarını da iyice kabartmışlardı ve o saçlar nasıl da yakışmıştı ona. Hafif makyajı, ela gözlerinin güzelliğini daha çok çıkarmıştı ortaya. Tam şu an bir kez daha hayran olmuş olabilirdi Sarp, Feyza'ya.

"Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi."

Caner'in sesiyle ikisi birlikte başlarını yana çevirdiğinde ona boş bakışlarla bakıyorlardı ki, Caner gözlerini devirdi. Sahnede de böyle baksalardı da kendine, rezil olsalardı. Daha perdenin arkasında iken unutmuşlardı rollerini.

"Ooo, sizin aklınız nerede ya? Oyun sonunda ben böyle deyince öpeceksiniz ya birbirinizi."

Yanakları al al olmuş olsa bile sert çıkmaktan geri durmadı Feyza. İyice sapıtmıştı Caner, alt tarafı Sarp alnına ufak bir öpücük konduracaktı, ne abartmıştı olayı.

"Birbirimizi öpmeyeceğiz Caner. Yalnızca Sarp alnımı öpecek o kadar."

"Neyse ne unutmuşsunuz işte rolü."

"Unutmadık kardeşim merak etme sadece senin pat diye öyle demeni beklemiyorduk."

İçin için güldü Caner, utangaçlık ayrı bir yakışıyordu Sarp'a. Yalnızca Feyza'nın alnını öpecekti arkadaşı ancak o öpücük için bile fazla heyecanlıydı. Eli ayağına dolaşıyor, dili dolanıyordu. Dua ediyordu da sahnede rezil olmasın. Gerçi onu da anlıyordu kolay değildi, Ethem Bey'in önünde kızını öpmek ama yapacak bir şey yoktu. Sadece küçük bir oyundu bu. Kendine de bunu hatırlatıp rahatlamaya çalıştı. Zira kendi de Asu'yla, Asaf Bey'in önünde dans edeceği için heyecanlıydı. Hele de yakın temaslı pozisyonları daha da da gerilmesine neden oluyordu. Fakat ne yapacağını biliyordu, hiçbir şeyi düşünmeden kendini duygularına bırakacaktı o an. En azından öyle yapabileceğini umut ediyordu.

"Caner sen onu bunu bırakta bir sakarlık yapıp beni düşürmezsin demi?"

Ters bakışlar attı Asu'ya, delikanlı. Şimdi bu da söylenecek laf mıydı? Asla bir kızı dans esnasında düşürmezdi. Öyle bir rezillik yapıp karizmasının çizilmesine izin vermezdi. Hem ayrıca bu kadar mı güvenmiyordu Asu kendine?

"Yok artık kızım, daha neler. Ben seni provanın birinde bile düşürmedim."

Bu doğruydu, Caner gerçekten kendini her defasında tutmayı başarmıştı. Ani hareketlere karşılık, reflekslerini iyi kontrol ediyordu lakin yine de heyecanından dolayı olsa gerek güvenemiyordu Caner'e, Asu. Sahnede rezil olmaktan korkuyordu çünkü. Derin bir nefes alıp son defa boy aynasında kendine baktı. Çocuk gibi olmuştu aslında, sahiden uğur böceği kostümü giymek ve şu yaşına uygun olmayan takma kanatları sırtına geçirmek zorunda mıydı? Başındaki kırmızı kulaklı tacıyla, yanaklarındaki kırmızı benekleri saymıyordu bile. Liseli bir genç kız gibi değil de, anaokul öğrencisine benzemişti iyice. Sinirleri belki de bu yüzden bozuktu. Yanaklarını şişirdiğinde ofladı. Cidden sevmemişti bu halini.

"Keşke oflayacağına ne kadar güzel olduğunu bilsen."

Beklemediği iltifata karşılık şaşkın şaşkın Caner'e baktı genç kız. Geçen gün olanları henüz unutmamıştı belki ama duyguları hâlâ aynıydı. Kahretsin ki, artık Caner'i sevdiğini kabul ediyordu ve o yerli yersiz çıkışlar yapınca elinde olmadan bocalıyordu.

"Sarp ben çok heyecanlıyım. Böyle kalbim yerinden çıkacak gibi."

"Feyza," diyerek genç kızın ellerini tuttu Sarp. Gözlerine derin derin bakarken kibarca gülümsedi. Kendi de heyecanlıydı ancak Feyza'ya odaklanıp diğer her şeyi boş vermeye çalışıyordu. Sahneyi, seyircileri unutup yalnızca Feyza varmış gibi davranmaya.

"Bu işi birlikte başaracağız tamam?"

Başını sallayabildi genç kız. Kehribar gözler bir kez daha aklını başından alırken Sarp'ı incelemeden yapamadı. Yakası ve kolları kıvrımlı beyaz gömleğin içinde öyle çok yakışıklı olmuştu ki, üzerindeki siyah ceketi, altında vücut hatlarını ortaya çıkaran siyah dar pantolonuyla eski zaman filmlerinden fırlamış gibiydi ve kendi ona doya doya bakmak istiyordu bu akşam.

"Feyza, Asu... Kızlar şu şalı bir düzeltir misiniz. Deminden beri uğraşıyorum beceremedim," diyerek onların bulunduğu odaya girdi Oya. Folklor grubu içinde yer aldığı için türküye uygun bir kıyafet giymişti. Saçları başındaki şalla örtülmüş, kırmızıyla, sarı karışımı bir kostüm vardı üzerinde. Belki fazla kapalı bir kıyafetti lakin Altay öyle hayran kalmıştı ki kendine, üzerinden bir an olsun bakışlarını çekmemişti.

Oya'yı bu akşam ilk defa görüyordu Hakan, oturduğu yerden kalkıp onun yanına yaklaştığında gülümsedi, gözleri bayram ediyordu. Minyon tipli olduğu için folklor kıyafetleri yakışmıştı ona. Hoş çuval bile giyse yine güzel olurdu Oya.

"Çok güzel olmuşsun Oya."

"Teşekkür ederim," diye mırıldandı genç kız. Asu şalını düzeltince ise geri kendini bekleyen ekibin yanına döndü. Hakan ise iç geçirdi. Abartmıyordu, sahiden son haftalarda kendine oldukça uzak ve mesafeli davranıyordu Oya. Hatta kendinden özellikle kaçıyordu sanki. Oysa kendi... Kendi onunla daha çok vakit geçirmek istiyordu ama o, iyice duvar örüyordu aralarına.

"Hakan sıra sende."

Feyza'nın sesiyle kendine geldi delikanlı. Salonda yankılanan alkışları duyunca elindeki bağlamayla bakıştı. Hazırdı. Duygularını bir Antakya türküsüyle anlatmaya hazırdı. Derin bir nefes alıp sahneye doğru adımladı. Tabii diğerleri kendine şans dilemeyi ihmal etmedi. Ses sistemi yüksek olmasından dolayı onu dinleme fırsatını bulacakları için de seviniyorlardı. Çünkü gerçekten Hakan güzel bağlama çalıyordu.

Perdenin arkasından çıkıp sahnede kendini bekleyen koltuğa oturup bağlamayı kucağına yerleştirdi Hakan. Önündeki mikrofonu kendine göre ayarlayıp birkaç defa boğazını temizledi. Sonrasında gözlerini kapatıp bağlamanın tellerine vurdu. Üzerindeki siyah takımla sahnede bir beyefendi gibi duruyordu. Annesi Şükran Hanım'la, Babası Musa Bey de ona gururla bakıyorlardı. İstedikleri gibi eli yüzü düzgün, gönlü güzel bir adam olmuştu Hakan. Çok şükür ki yüzlerini kara çıkarmamıştı, kendileri de onunla ne kadar onur duysa azdı.

İlk türkünün müziğini çaldı delikanlı ardından kendini şarkının nağmelerine ve duygularına bıraktı. Sözler dilinden hisli hisli dökülürken aslında kimse bilmiyordu ki, türküyü dilinden değil yüreğinden söylediğini.

"Şu karşı ki dağda kar var duman yok

Ahh kar var duman yok

Benim sevdiceğimde din var, iman yok

Benim sevdiceğimde din var, iman yok

Vardım baktım nazlı yârim evde yok

Ahhh yârim evde yok

Ver benim sazımı efendim ben gider oldum

Süremedim lavantayı konsola koydum

Ver benim sazımı efendim ben gider oldum

Süremedim lavantayı konsola koydum

Şu karşıki dağda titrer dallar

Ahhh titrer dallar

Benim gönlüm arzu çeker tomurcuk güller

Benim gönlüm arzu çeker tomurcuk güller

Kader kısmet böyleymiş ne yapsın eller

Ah ne yapsın eller..."

Hakan'ın sesini duydukça içinde bir yerler acıyor, yüreği masum bir sevginin altında eziliyordu. Biliyordu çünkü Oya, Hakan bu türküyü öylesine değil, duygularını itiraf etmek için okuyordu ve yanık sesini kalbinin en derinlerine dokunuyordu. Hakan'ı arkadaştan öte sevmediği için suçlu bulmuyordu kendini lakin vicdan azabı çekmeden yapamıyordu. Bir şekilde Hakan'ı üzüyor, onun acı çekmesine neden oluyordu çünkü. Bundan mütevellit kendi de pişmanlık duyuyordu. Keşke Hakan kendini değil de, başkasını sevseydi. Belki o zaman kimse üzülmezdi. Düşünceleri kafasında bir alabora oluştururken gözünden düşen iki damla gözyaşına yine engel olamadı genç kız. Aynı zamanda çaprazında duran Altay'ın bakışlarının da üzerinde dolandığını hissetti. Cesaret ederek ona doğru döndüğünde alt dudağını dişledi. Hiçbir şey demeden bakışarak anlaşıyorlardı sanki.

Derin bir iç çekerek arka kapıdan dışarı çıktı Altay. Oya'nın, Hakan için ağladığını görmeye yüreği dayanmıyor, çareyi kaçmakta buluyordu. Oya, Hakan'ı sevmiyordu, onun için vicdan azabı çekiyordu yalnızca. Fakat bu bile kendini kahrediyordu. Sevdiği kızın başka biri için gözyaşı dökmesini içi nasıl kaldırabilirdi ki? Soğuk hava yüzüne çarparken gözlerini kapatıp bir an önce Hakan'ın şu türküyü bitirmesini diledi. Türküyü duydukça sinirleri daha çok bozuluyordu çünkü.

Nihayet Hakan türküyü bitirdiğinde annesi Şükran Hanım, babası Musa Bey başta olmak üzere seyirciler ayakta alkışladı delikanlıyı. Öyle güzel çalmış, söylemişti ki, hepsinin yüreğine dokunmuştu, öyle ki şimdiden onun harika bir müzisyen olacağını iddia edenler vardı. Fakat Hakan'ın hayalleri çok daha başkaydı ve belki de kariyer hayatı için aşk hayatında şansızlıklar yaşıyor olacaktı. Ne de olsa hayat mutsuzlukla, mutluluk arasında muhakkak bir denge kurardı.

Hakan'ın ardından folklor ekibi sahneye çağrıldığında yine bir alkış tufanı koptu gösteri salonunda ancak Esma Hanım katılmadı bu şamataya. Zaten hiç anlamıyordu ne işi vardı Oya'nın böyle bir işin içinde. Oya'dan başkası yok muydu koskoca okulda? Hem zaten Osman da deminden beri susmak bilmemişti. Bir yaşına girmiş olsa da hâlâ bebekti Osman ve genç kadın oğlunu böyle gürültü bir ortamda zapt edemiyordu. Emel'le, Erdem ısrar etmese kendi de gelmeyecekti aslında. Gece gece ne işi vardı burada? Ama çocukları laf dinlemiyordu ki. Keşke kocası gelseydi de böyle bir başına kalmasaydı fakat Hüseyin maçım var benim, gelemem, demişti. O yüzden de şimdi kimseyi tanımadığı bir yerde kızının saçmalıkları için kucağındaki oğluyla, yanındaki susmayan iki velediyle buradaydı işte. Saçma sapan bir şamatanın içinde.

Oya'yla, Altay folklor ekibiyle sahneye çıktıklarında ilk selam verdiler seyircilere ardından duydukları müziğe uyum sağlayarak dansa başladılar. Harmandalıydı oynadıkları folklor oyunu. Erkekler öne çıktığında yine müziğe uygun olarak sol ayaklarını, sağ ayaklarının arkasına atıp sol kollarını havaya kaldırıp sağ kollarını çaprazlamasına açarak dans ediyorlardı. Sonrasında sağ tarafa doğru dizlerini kırıp ani bir sıçrayışla yerlerinde dönüp geri eski pozisyonlarına dönüyorlardı. Öyle güzel başarıyorlardı ki oyunu, gerçek bir dans gösterisi sunuyorlardı. Kızlar arkada kalıp erkeklere uygun bir ritimle alkış tutarken sıra onlara da geldi. Yine ritmik adımlarla öne doğru yürüdüler. Erkekler ortada dönerken kendileri de iki kenarda durup sırayla iki ayaklarını da karınlara kadar çekip geri yere koydular. Eş zamanlı olarak ellerini de, ayaklarına uygun şekilde oynattılar.

Erkekler, kızların karşısına geçtiğinde karşılıklı olarak selamlaştılar. Tabii tam bu sırada Altay ve Oya partner olduğu için birbirlerine kaçamak bakışlarla bakmayı da ihmal etmediler. Altay Oya'ya karşılık ellerini çaprazlamasına açıp dizlerine yere koyarken Oya da delikanlıya hafifçe dizlerini bükerek karşılık veriyordu. Uyumları fazlasıyla güzeldi, en önde yer almaları bir kenara, duyguları da hareketlerine yansıyor gibiydi. Altay yere çöktüğünde Oya onun etrafında ellerini oyanatarak döndü. Birkaç saniye bu böyle devam etti ardından tüm erkekler doğrulduğunda Altay da doğruldu. Tekrardan karşı karşıya yer aldıklarında yeniden selamlaştılar. Müziğin sonuna doğru ise de seyirce dönüp selam verdiler. Erkekler bir kez daha yere çöktüğünde Kızlar ayakta kaldı. Sonrasında alkışlar salonda yankılandı ve perde kapandı. Görsel ziyafet bittiğinde veliler çocuklarıyla gurur duyuyordu. Hepsi birbirinden güzel gençlerdi ve muhteşem bir oyun sunmuşlardı. Fakat ne yazık ki, o gençlerin içinde Altay'ın boynu yine bükük kamıştı. Salonda kendiyle gurur duyan kimseyi görememişti çünkü delikanlı. Bunu düşünmemeye çalışarak soyunma doğrusu adımladı. Artık kendi kıyafetlerini giyip seyirci koltuğuna oturabilirdi. Tabii Oya ile yan yana.

Gösteri sırası Asu ile Caner'e geldiğinde perde yeniden açıldı ve ışık gölgesinin içindeki ikili sahnede belirdi. Alkışlar bu kez onlar için salonda yankılanırken ikisi de öyle heyecanlıydı ki... Buna inat olarak yüzlerinde koca bir gülümseme vardı fakat. Caner daracık siyah dansör kıyafetlerinin içinde çok mu, çok yakışıklıydı ve Asu ne kadar kendini beğenmese de uğur böceği kostümü ile fazlasıyla tatlıydı. Kenetli olan elleri müziğin sesiyle birbirinden ayrıldı, bedenleri ise hızlıca müziğe uyun sağladı.

"Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin?

Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin?"

Kollarını göğsünde bağlamış hareketsiz sahnenin ortasında duruyordu Asu. Caner bir yandan şarkıya playback yaparken diğer yandan ellerini genç kızın omuzlarına yerleştirmiş bir vaziyette başını ve bedenini onun etrafında döndürüyordu. Asu ise delikanlıya bakmamaya inat eder gibi başını ters çeviriyor, trip atıyormuş gibi bir tavır takınıyordu.

"Gece mi aydınlatan ateş böceğim misin?

Gece mi aydınlatan ateş böceğim misin?

Kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin?

Kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin?"

En sonunda Caner elini uzatınca o eli tuttu Asu, omuzlarına ellerini yerleştirdiğinde, delikanlı da belini kavramıştı. Hafifçe sahnede sallanırlarken Caner sustu, kendi devam etti. Eş zamanla olarak işaret parmağını Caner'in göz altından, yanağına doğru gezdirdi genç kız. Dudaklarındaki muzip gülüşe karşısındaki genç çocuğun nasıl eridiğinden habersizdi ama.

"Gözyaşımdan yuvarlak ateş böceğim misin?

Gözyaşımdan yuvarlak ateş böceğim misin?"

Şarkının nakarat kısmına geldiklerinde ise ikisi birlikte eşlik etti şarkıya. Hareketleri ise kusursuz bir biçimde sergilediler. Aniden genç kız döndürüp geri koluna yatırdı delikanlı. Gözlerine manalı bakışlarla bakarken belini sıkı sıkı kavradı. Yüreği göğüs kafesini terk etmek ister gibi çarparken engel olamıyordu gözlerinin o öpülesi dudaklara kaymasına. Devam etmek zorunda olduğunu bilse de Asu, böyle kalmak istiyordu. Caner'in kollarında olmak anlatılamayacak kadar güzeldi çünkü. Uyumları seyircilerin alkışlarını coştururken ikisi de halinden fazlasıyla memnundu. Gösteride olduklarını unutmuş, sadece eğlence için dans ediyorlardı sanki.

Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan

Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan!"

Dansları aynı ritim ve coşkuyla devam etti dakikalarca sonu yine Asu'yu döndürüp koluna yatırarak bitirdi Caner. Genç kız doğrulunca ise Caner'le birlikte selam verdi seyircilere. Annelerinin gözlerindeki gurur ifadesi ikisini de mutlu ederken ayağa kalkmaları daha çok duygulandırdı onları. Asu babasının da ayağa kalkıp kendini alkışladığını görünce gözlerinin dolduğunu hissetti. Bir genç kız için bundan daha gurur verici an olamazdı herhalde ve Asu ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha anlıyordu. Biliyordu ki, bu dünyadaki en güzel babaya sahipti. Bunun için de binlerce kere şükretse yine azdı.

İkili üstlerini değişmek üzere sahneden ayrıldıklarında başka öğrenciler gösterilerini sergilediler. Ve nihayet son gösterinin zamanı geldi. Romeo ve Juilet'i oynamak üzere sahneye çağrıldı Sarp'la Feyza. Nefesler tam da o an tutuldu. Asu'yla, Caner bu gösteriye son anda dahil olmuş olsalar da, bu işin altından da kalkabileceklerine emindiler.

Perde yeniden açıldığında birkaç kız öğrenci figüran olarak konuşup eğleniyorlardı. Feyza ise Juilet olduğunu özel kıyafetiyle, duruşuyla, tavrıyla belli ediyordu. Hafif bir klasik müzik sahneye renk vermesinin yanında eski zaman çağlarında olduklarını hissettiriyordu seyirciye. Kızlar gülüp konuşurlarken sahneye Sarp'la, Caner girdi. Onlar da havadan sudan konuşuyor gibi duruyorlardı. Caner, Romeo'nun kuzeni Benvolıo rolündeydi, Asu ise Juilet'in dadısı.

Sarp, Feyza'yı görünce onu ilk defa görmüş gibi dudaklarına tebessüm yerleştirdi. Yavaş adımlarla genç kızın yanına adımlayıp tam karşısında durdu. Feyza da, Sarp'ı görünce rolü gereği ona süzüp süzüp hülyalı hülyalı baktı. Kısa bir an birbirlerine tebessüm etmelerine karşılık Romeo olarak ilk Sarp girdi söze

"Şu değersiz elimle bu kutsal tapınağa saygısızlık edersem, ne ince bir günah bu; dudaklarım bu iki utangaç ziyaretçi, hazır o kaba teması nazik bir öpüşle düzeltmeye."

Utangaç bakışlar yer edindi Feyza'nın gözlerinde, küçük bir hanımefendi edasıyla nazlandı Sarp'a karşı. Masum masum gülerken dudaklarını ısırdı. Eğer oyunun ortasında kalp krizinden gitmezse iyiydi. Ezberlediği replikler dilinden dökülürken oyuna odaklanmaya çalıştı.

"Ey yolcu pek haksızlık ediyorsun eline. Saygılı bir bağlılık görünüyor bunda; ermişlerin ellerindeki haçlarında değer böyle avuç avuca öpüşler."

Feyza'nın elini tuttu Sarp, bu temasla ikisinin de yüreği bir kez daha hızlandı ancak hâlâ oyuna kendilerini verme çabasındalardı.

"Öyleyse ermişim, dudaklar yapsın ellerin yaptığını."

Hızlıca elini çekti Feyza, rolü gereği ve utandığını bir kez daha belli etti tavırlarıyla.

"Ermişler kımıldamaz yakarmayı dinlerken."

"Öyleyse kımıldama yakarmanın sonucunu dinlerken."

Sözlerinin ardından genç kızın elini bir kez daha tuttu Sarp ancak bu kez tuttuğu eli dudaklarına götürüp o sıcacık güzel ele ufak bir öpücük bıraktı.

"İşte dudaklarım arındı günahlarımdan senin elinle."

"Benim elimde kaldı günah öyleyse."

Sarp çapkın bir gülüşle yetinerek Feyza'nın yanından ayrıldığında genç kız öylece kala kaldı. Fakat çok geçmeden Asu gelip omzuna dokundu ve kendi repliğini dile getirdi. Bu işin yanlış olduğunu Feyza'ya söylemek ister gibi.

"Adı Romeo! Hem de Montoguelerden. Baş düşmanımızın biricik oğlu."

Asu'ya doğru dönerek hüzünle baktı kuzenine Feyza, kederli ses tonu da içindeki burukluğu belli ediyordu.

"Biricik sevgim doğdu biricik nefretimden.

Ey erken görüp tanımadığım

Tanımakta geç kaldığım

Uğursuz bir sevgi başlar bence tiksinilen bir düşmanı sevince."

İlk sahne bittiğinden dolayı perde kapandı, alkışlar salonda yankılanırken perde arkasındaki diğer hazırlıklar da kısa süre içeresinde tamamlandı. Perde yeniden açılınca bu kez bir bahçe görünümü vardı sahnede. Yapay ağaçlar etrafı doldururken ağır adımlarla Sarp yeniden sahneye çıktı. Bahçede dalgın dalgın geziyor, düşünceli tavırlar sergiliyordu delikanlı. Üzerinde yine beyaz bir gömlekle eski zamanların ceketi gibi bir siyah ceket vardı. Altında ise siyah düz bir pantolon. Birkaç saniye delikanlının boş boş dolanmasının ardından Caner de girdi sahneye ve arkadaşına yaklaşıp elini omzuna dayadı. Tam bu sırada ikisi de seyirciye doğru döndü, tabii Sarp bir adım öndeydi.

"Âşık mısın?"

Caner'in sorusuna karşılık ellerini arkasında bağlayıp yine derin derin uzaklara daldı Sarp.

"Oldum."

"Aşktan mı?"

"Sevdiğimin lütfundan oldum."

"Ah görünüşte öyle nazik olan aşk

Nasıl da zalim ve hoyrat oluyor denenince."

Başını hafifçe arkadaşına çevirip kaşlarını çattı Sarp. Alınmış gibi baktı Caner'e. Rolünü o kadar iyi oynuyordu ki, seyirciler bir an olsun gözlerini delikanlının üzerinden çekmiyorlardı.

"Gülüyor musun?"

"Hayır kuzenim, izin ver de ağlayayım."

"Neye canım?"

Burukça gülümsedi Caner, rolünü bu kadar iyi sergilemesi belki de gerçekleri bildiğindendi. Madem Sarp'la aşk hakkında içinden geldiği gibi dertleşemiyordu o zaman bu oyunda rol icabı gerçekleri yaşatabilirdi.

"O sevgili derdinin yüreğine."

Derince iç çekti Sarp ve yeniden daldı gitti uzaklara.

"Neylersin böyledir aşkın çilesi

Kendi acılarımın taş gibi oturmuş bağrıma

Sen de üzüntülerini katınca

Daha bir artıyor onlar.

Gösterdiğin bu sevgi dert katıyor zaten çok olan derdime.

Sevgi, iç çekişlerin buğusuyla yükselen bir dumanıdır

O bu dumandan arındı mı,

Parlayan bir ateş olur sevenlerin gözünde;

Bir de kederlenmiye görsün,

Sevenlerin gözyaşıyla beslenen bir denizdir artık.

Başka nedir ki o? En akıllı bir cinnet,

Boğunç bir zehir, kurtarıcı bir tatlılık.

Hoşça kal kuzenim."

Sarp gitmek üzere hareketlenmişti ki, Caner tam karşısına geçip durdurdu onu. Gözlerinin içine içine bakıp ses tonunu repliğine uygun olarak ayarladı.

"Dur ben de geliyorum!

Böyle bırakıp gidersen üzmüş olursun beni."

Başını iki yana salladı Sarp, gözlerine yere diktiğinde bu kez kendi kendine mırıldandı.

"Yitirdim kendimi, ben burada değilim;

Romeo değil bu, o bir başka yerde."

"Beni dinle, unut onu düşünmeyi."

Caner'e arkasını döndü delikanlı "Ah," dedi derin bir iç çekişle. Gözlerinde aşk ateşi yanıyordu âdeta.

"Öğret bana nasıl unutulur düşünmek?"

Omuzlarını silkti Caner, bu kez dudaklarına çapkın bir gülüş kondurdu. Belki de hocalar kendi için sahiden uygun bir rol seçmişlerdi.

"Özgür kılarak gözlerini; başka güzellere bak."

"O zaman güzelliği daha çok çıkar ortaya.

Güzellerin yüzünü öpen mutlu maskeler,

Kara olduklarından,

Biz sanırız güzeldir sakladıkları

Sonradan kör olan unutamaz daha önce gördüğü değerli hazineyi.

Bana eşsiz güzellikte bir kadın göster;

Güzelliği, kimin ondan da güzel olduğunu hatırlatmaya bir vesile olur ancak.

Hoşça kal; unutmayı bana öğretemezsin."

Sarp sahneden çıkınca perde alkışlar eşliğinde bir kez daha kapandı. Oyun sahiden muhteşem ilerliyordu, şimdiye kadar öğrenciler rollerini şahane bir şekilde sergilemişlerdi ve seyirciler emindi bundan sonrası da çok güzel olacaktı.

Perde yeniden açıldığında sahnede balkonlu bir mekân vardı. Feyza balkonda elini yanağına dayamış hülyalı hülyalı karşısındaki aya bakıp iç çekiyor, sevdiği adamı düşlüyordu. Dalgalı kabarık saçları omuzlarına dökülürken mavi elbisesi güzelliğine güzellik katıyordu. "Ah," dedi derin bir iç çekişle. Tam o an ise Sarp girdi sahneye, uzaktan sevdiği kızda gözlerini gezdirirken bir yandan da kulak misafiri oluyordu onun sözlerine.

"Ah Romeo, Romeo!

Neden Rome'sun sen?

İnkâr et babanı, adını yadsı

Yapamazsan yemin et beni sevdiğine

Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben."

Feyza'nın sözlerine ufak bir tebessüm etti delikanlı, biliyordu ki bu, bir oyundan çok daha fazlasıydı. İkisi de duygularını belki de ilk defa böylesine özgür yaşıyorlardı. Fısıldar gibi kendi repliğini söylerken yine derin derin iç geçirdi.

"Daha dinleyeyim mi yoksa açılayım mı?"

Sarp'ın sözlerini duymamış gibi, kendi kendine konuşmaya devam etti genç kız. Rolünü oynarken gerçekleri de aklına getirmeyi ihmal etmiyordu. Belki bu sayede bu kadar çok adapte olabiliyordu rolüne.

"Yalnız adındır benim düşmanım olan;

Montague olmasan da kendinsin yine

Hem Montague nedir ki?

El değil, ayak değil

Kol değil, yüz değil

Ne de insanın başka bir uzvu.

Ah, başka ad bul kendine

Adda ne var ki?

Şu bizim gül dediğimiz

Aynı güzellikte kokmaz mı

Bir başka adda alsa da

Romeo'nun adı Romeo olmasaydı

Kusursuzluğundan bir şey kaybolmazdı

Romeo bırak at bu adı! Senin parçan olmayan bu ada karşılık al bütün varlığımı."

Feyza sözlerini bitirir bitirmez karşısına geldi Sarp. Yüreğindeki sevgi gözlerine yansıyor, sanki replikleri ezberlememişte şimdi içinden gelerek söylüyormuş gibi konuşuyordu. Öyle âşık, öyle sevgi dolu bakıyordu ki sevdiği kıza, rol yapmadığı belliydi.

"Alıyorum öyleyse, sözüne inanarak

Aşk de bana, yeniden vaftiz edileyim ben. Romeo değilim bundan böyle."

Hızla Sarp'a doğru döndü Feyza, şaşkınlık ifadesi yüzünde yer edindiğinde delikanlının bakışlarına o an içi gitti. Elleriyle balkonun tutacakları tutmasaydı, belki de heyecandan düşüp bayılabilirdi.

"Kimsin sen, böyle geceye gizlenerek sırrıma el uzatan?"

Omuzlarını silkti Sarp, yüzünde hafif bir muziplik vardı. Sahnedeki ışık yalnızca ikisinin üzerinde dolanırken simasındaki mutluluk çok net okunuyordu. Evet, mutluydu çünkü Romeo rolü sayesinde içinden geldiği gibi davranma fırsatı buluyordu. Hem de kendi ailesiyle, Feyza'nın ailesinin önünde.

"Bilmem nasıl söylemeli kim olduğumu!

Ey güzel ermiş adımdan

Ben de nefret ediyorum, sana düşman diye.

Ben yazmış olaydım, yırtar atardım onu."

Delikanlının kim olduğunu fark edince gözlerini kocaman açtı Feyza, şaşkınlık kendini ele geçirmiş gibi davrandı.

"Ama bu sesi tanıyorum

Sen Romeo değil misin, hem de Montague?"

Omuzlarını silkti Sarp, umursamaz bir eda takındı bu kez.

"Hoşuna gitmiyorsa ey güzel kız, ne oyum, ne bu."

Genç kızın gözlerinde korku yer edindi ansızın, ses tonu telaşlı bir hâl aldı. Sahiden sevdiği adamın yakalanacak olmasından dolayı endişe ediyor gibi bir tavır sergiledi. Tabii sahneyi oynarken defalarca babasına Sarp'la yakalandığı anlar gözlerinde canlandı. O tatlı korku da rolü için yine kolaylık sağladı.

"Nasıl geldin buraya, söyle, hem niye geldin?

Bahçenin duvarları yüksek, aşılması güç

Bir de kim olduğunu düşün

Babam görürse bu yer mezar olur sana."

Aralarında kısa bir mesafe olduğu için elini uzattı delikanlı. Feyza'nın yüzünde gözlerini gezdirirken aşkından sarhoş olmuştu tam o an. Kısık fakat büyüleyici ses tonu da duygularını gayet iyi yansıtıyordu.

"Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları

Çünkü taş sınırlar aşkı durduramazlar,

Hem aşkın girişip de başaramadığı ne var ki!

Onun için baban engel olamaz bana."

Dudaklarını büzdü genç kız, Sarp'ın uzattığı eli tutarken aklı başından gitmişti. Oyuna devam etmesi, repliklerini şaşırmadan söylemesi gerçekten bir mucizeydi. Zira Sarp'ın bakışları karşısında mum gibi eriyor, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

"Bir görürse kıyar sana."

Bir adım daha yaklaştı genç çocuk, Feyza'ya. Aralarında milim mesafeler varken sözlerini sahiden Feyza'ya söylemek istiyor gibi bir hâli vardı.

"Ah senin gözlerin daha çok tehlike gizler onun yirmi kılıncından

Senin tatlı bakışın korur beni onun düşmanlığına karşı."

Aniden elini çekti Feyza, olabilecekler ihtimaller rol gereği korkutmuştu kendini.

"Dünyada istemem senin burada görülmeni. Hem kimin yardımıyla buldun burayı?"

Balkon demirlerini tuttu bu kez delikanlı, seyirci onu yan profilden görürken kendi Feyza'dan çekmiyordu bakışlarını, senaryoda yazan burada seyirciye doğru dönmesi gerektiği idi ancak kendi senaryoya göre değil, kendi isteğine göre oynamakta bayağı kararlıydı.

"Aramaya başlatan aşkın yardımıyla.

O bana akıl verdi, ben de ona göz oldum

O en uzak denizlere yıkanan

Uçsuz bucaksız kıyılarca uzak da olsan

Sana ulaşmak için, açılırdım denize."

Sarp'ın ellerini tutan Feyza oldu bu defa, kehribar gözlerle manalı bakışlarla bakıp kısa bir anlığına seyirciye çevirdi gözlerini. Babasıyla göz göze geldiğinde yutkunma ihtiyacı hissetti. Oyunun başından beri ilk defa Ethem Bey'in öfkeli gözlerini görüyordu ve bu, kendini geriyordu. Lakin devam etmesi lazımdı oyuna, o yüzden kendini toparlayıp geri delikanlıya odakladı bakışlarını.

"Romeo,

Seviyorsan bana açıkça söyle."

Hemen yanındaki ağacı işaret etti Sarp. Ses tonu yine aşkı için cesur olduğunu belli ediyordu.

"Sevgilim; şu meyve ağaçlarının tepesini gümüşleyen kutlu ay üzerine yemin ederim..."

"Ah, yemin etme ay üstüne,

Her ay yörüngesinde değişen o kararsız ay üstüne,

Aşkın da onun gibi değişken olur sonra."

Kaşlarını çattı Sarp, kararsız gözlerle bir anlığına seyirciye baktığında kendi de annesiyle göz göze geldi. Memnun değildi Nermin Hanım bu oyundan ama yapacak bir şey yoktu. Romeo ve Juilet için hocalar kendilerini seçmişti ve kendi de bu gece her şeyi unutarak oynuyordu rolünü.

"Ne üstüne yemin edeyim?"

İlk omuzlarını silkip sonra nazlı bakışlarını kehribar gözlerine odakladı.

"Hiç yemin etme yok; ille de edeceksen

O tanrı bilip tapındığım

Cana yakın varlığın üstüne et yeminini."

"Gönlümün aşkı eğer..."

Elini kaldırıp Sarp'ı susturdu genç kız, yine telaşlı bir hâli vardı.

"Hayır, yemin etme.

Varlığın sevinç veriyorsa da

Sevinç duymuyorum bu geceki sözleşmede,

Pek acele, düşünüp taşınmadan pek birden oldu

Yanıp sönen şimşeğe benziyor pek

Tatlım, iyi geceler!

BU sevgi tomurcuğu, yazın olgunlaştıran nefesiyle

Güzel bir çiçeğe dönebilir öbür görüşmemizde.

İyi geceler! İyi geceler!

İçimdeki bu tatlı rahatlık ve huzur

Dolsun senin gönlüne de!"

Balkondaki perdeden içeri girmek için hareketlenmişti ki genç kız, Sarp'ın sesini duyunca durdu birden.

"Ah, böyle doymadan mı bırakacaksın beni?

Yan bir bakış attı delikanlıya, Feyza. Gözlerindeki soru işaretleri bariz bir şekilde okunuyordu.

"Bu gece nasıl bir doyum bekleyebilirsin ki?"

Çapkınca gülümsedi Sarp, yeniden ellerini beklentiyle Feyza'ya uzattı. Öyle güzel oynuyordu ki rolünü izleyenler her geçen dakika daha çok hayran kalıyorlardı ona.

"Yemininim karşılığını, aşkının o sadık yeminini."

Balkonun merdivenlerinden inip Sarp'ın karşısında durdu Feyza. Çekinmeden rolü gereği tuttu delikanlının ellerini. Bakışları utangaçlık taşısa da rolünü oynamak zorunda olduğunu biliyordu. Yüreğindeki o tatlı heyecan kendine fazlasıyla yakışıyor, yanaklarının kızarmasına vesile oluyordu. O kızarık yanaklar ise esmer tenine çok mu, çok yakışıyordu. Öyle ki Sarp tam şu an öpmek istiyordu o elma yanakları.

"Sen daha istemeden verdim ben onu,

Keşke bir daha versem elde olsa da."

Hüzün ve şaşkınlık yer edindi bu kez kehribar gözlerde, yüz mimiklerini rolü için gayet iyi yönlendiriyor, duygularının simasına yanmasına izin veriyordu Sarp. Fakat karşısında Feyza değil de başka biri olsaydı Romeo'yu bu kadar iyi canlandırabilir miydi, emin değildi.

"Geri mi alacaksın? Peki neden sevgilim?"

Sarp'ın ellerini tutarken nazlı bir edayla gülümseyip omuzlarını silkti genç kız. İyi ki Romeo Sarp'tı, başka biriyle oynayamazdı yoksa oyunu.

"Eli açık davranıp geri vermek için sana."

Başını havaya kaldırıp gözlerini kapadı delikanlı, efsunlanmış gibiydi âdeta.

"Korkuyorum gecedir diye bütün bunların düş olmasından, bu inanılmayacak kadar tatlı şeylerin."

"İki kelimecik daha, sevgili Romeo sonra gerçekten iyi geceler sana.

Aşkının eğilimi saygı değerse

Evlenmekse amacın

Yarın yollayacağım bir adamla bildir de

Nerede saat kaçta yapmak istiyorsun töreni

Bütün varımı ayaklarına sereyim

Sen nereye gidersen ardı sıra geleyim

Ama niyetin kötüyse yalvarırım sana...

Bundan vazgeç, kederimle baş başa bırak beni.

Yarın birini yollarım."

Genç kızın narin ellerini okşarken yine ela gözlere dalıp gitti Sarp. Feyza'nın da dudaklarından tebessüm bir an olsun silinmiyordu, hissettiği temaslar yüreğini anbean hızlandırdığı gibi ruhuna da dokunuyordu sanki. Evet Sarp sadece ellerine değil, ruhuna da dokunuyordu ve her temasıyla Feyza daha çok huzur buluyordu.

"Ancak öyle yaşar ruhum."

"Binlerce kez iyi geceler sana!"

Kollarını Feyza'nın beline doladı Sarp, kalp atışları öyle hızlanmıştı ki, yüreğinin yerinden çıkacağını sanıyordu. Tabii bu hisleri yaşayan bir tek o değildi. Feyza'da aynı duygular içerisindeydi. Sarp'ın boynuna kollarını doladığında dudaklarını ısırdı genç kız.

"Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa!"

Feyza'nın alnına uzun bir öpücük kondurdu Sarp. Bu hareketle ikisi de gözlerini kapadı, bıraksalar sonsuza kadar bu anın içinde kalabilirlerdi ki, eş zamanlı olarak Asu ve Caner iki ayrı köşeden çıkıp Feyza'yla, Sarp'ın önünde durdular. El ele tutuşup son repliği de birlikte dile getirdiler.

"Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulur.

Ölümleri olur zaferleri

Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi."

Perde kapanırken tüm seyirciler ayaktaydı, elleri patlayacakmış gibi alkışlıyorlardı öğrencileri. Hepsi usta tiyatrocular gibi oynamıştı rollerini, bu kadar gerçekçi performans sergilemeleri gerçekten büyük başarıydı ve onlarla ne kadar gurur duysalar azdı. Perde yeniden açılınca dört öğrenci de el ele tutuşup selam verdi seyirciye sonra ise kapanan perdenin arkasına geçip hızlıca uzaklaştılar. Hepsi heyecandan ölecekti neredeyse.

Gece son bulmuş, gösteri nihayet bitmişti. Herkes ailesiyle eve dönmek üzere hareketleniyordu ki, Caner kendi kıyafetlerini giyip soyunma odasından çıktığında karşısında Cenk'i gördü. Geçen seneden beri Asu'ya asılan çocuğu, hoş son günlerde uzak duruyordu Asu'dan. Nedeni ise girdikleri iddia idi. Sıkıntıyla iç geçirdi Caner. Böyle bir iddiaya girdiği için huzursuz olsa da etmişti bir halt, şimdi de Cenk'e karşı kaybetmeyi yediremezdi kendine. Hem kaldı ki, Asu'dan da vazgeçemezdi.

"Bu gece belki Asu'yu tavlarsın, diyordum ama sen de daha tık yok. Hadi gel inat etme de vazgeç sen bu iddia işinden."

"Ben kaybetmem Cenk. Bunu aklına yaz. Tamam?"

Arkasını dönüp bir iki adım atmıştı ki Caner, duyduğu sözlerle durdu. Tabii gözlerini kapatıp sabır da diledi.

"Sadece birkaç ayın kaldı, hatırlatayım dedim."

Omzunun üstünden Cenk'e baktı delikanlı, onun o sırıtan suratına bir güzel yumruk çaksa ne olurdu? Eğer Sarp'ın sesini duymasaydı belki de içinden geçenleri yapardı o an.

"Caner neredesin sen oğlum ya? Necla teyze seni sorup duruyor."

"Buradayım kardeşim, buradayım."

Bir Cenk'e, bir Caner'e bakarken bir şeyler döndüğünü anladı Sarp fakat olayı çözemedi. Cenk yanlarından geçip giderken kaşlarını çattı. Burnuna güzel kokular gelmiyordu.

"Caner"

"Hı?"

"Bir sorun mu var?"

"Yoo... Bir sorun yok, hadi gel biz annemin yanına gidelim."

Sarp'ın omzuna elini atıp onunla birlikte yol aldı Caner. Sarp üstelemedi, her ne oluyorsa zaten Caner kendine anlatırdı eninde sonunda.

Kültür merkezinden henüz çıkmıştı ki Ataman ailesi şoförlerinin önlerine getirdiği araca bindiler hep birlikte. Ethem Bey'in buz gibi bakışları Feyza'nın içini üşütüyor, yüreğine korku veriyordu. Zaman zaman babasını böyle görürdü genç kız ancak bu kez harbiden tüyleri ürpetecek kadar soğuk bakıyordu babası. "Baba," dedi zor duyulur bir sesle. "Sen iyi misin?"

"Gerçekten bunu mu soruyorsun Feyza?"

"Baba..."

"Kızım zibidinin tekiyle gözümün önünde sarmaş dolaş bir tiyatro çevirirken ben nasıl olabilirim acaba?"

"Baba sadece bir oyun..."

"Sadece bir oyun öyle mi?" diyerek kızına çatık kaşlarla baktı Fulya Hanım. Bu saçmalık kendinin de hoşuna gitmemişti. "Bir öpüşmediğiniz kaldı sahnede."

Gözlerini kapadı genç kız, bir kez olsun böyle davranmak yerine kendini tebrik etselerdi ne olurdu? Canının acıdığını hissederken ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Bu sözleri hak etmiyordu. Kötü ya da yanlış bir şey yapmamıştı, sadece... Sadece Sarp'la masum bir oyun oynamıştı. Abartılacak ne vardı bunda?

"Bir daha böyle bir saçmalık görmeyeceğim, duymayacağım Feyza! Beni anladın mı?"

Ethem Bey tehditkâr bir şekilde parmağını sallarken başıyla onayladı babasını Feyza. Onunla tartışacak enerjiyi kendinde bulamıyordu şu an. "Anladım baba," dese de her şeyin, daha yeni başladığından habersizdi.

***

Gösteri gecesinin ertesi günü her öğrenci gibi Antakya Lisesi'nin öğrencileri de aileleriyle karne tartışması yaşadı. Teşekkür belgesini ucundan kaçırmıştı Sarp, belgeye pek değer veren biri olmasa da, ailesinin beklentilerini karşılayamamak kendini üzüyordu. Abisi basket sevdasına kapılacağına biraz derslerine çalışması gerektiğini söyleyip duruyordu. Herhangi bir mesleğe sahip olmayı hayal etmemişti bugüne kadar delikanlı, basket hayattaki tek tutkusu olabilirdi ve ne kadar imkânsız olsa da Türkiye'de iyi bir basketçi olmayı tüm kalbiyle isterdi. Fakat biliyordu ki, bu sadece bir hayaldi. Liseyi bitirdikten sonra gideceği yer abisinin yanı, babasından kalan sanayideki o dükkân olacaktı. Hırsları yoktu lakin eğer bir seçim şansı olsaydı dükkânda çalışmak yerine basketbol sahalarında top koşturmayı yeğlerdi. Bunun olmayacak oluşu ise elbette kalbine bir burukluk veriyordu.

Sarp'ın aksine Feyza takdirle, onur belgesi almıştı. Takdir belgesi bir yana hocaların kendini onur öğrencisi olarak seçmeleri kendini oldukça mutlu etmişti. Bu belgeye her defasında layık olmak eşsiz bir sevinçle dolduruyordu yüreğini. Arkadaşları kendini tebrik ederken, kıskananlar da yok değildi. Hatta öyle ki babasının torpili ile bu belgeyi aldığını iddia edenler de vardı. Sarp, o çirkin sözlere kulaklarını tıkamasını söylese de Feyza ister istemez üzülüyordu. Neden insanlar böyleydi, neden hep başarılı olanları kıskanırlardı? Oysa kendini sevmedikleri bile tebrik edebilecek kadar yüce gönüllüydü ve belki bundandır ki, karşısındaki insandan aynısını bekliyordu fakat insanları ne denli kötü kalplere sahip olduğunu zamanla öğrenecekti.

On beş tatilde herkesin planı vardı tabii, Caner mesela bütün evde uymayı hayal ediyordu tatil boyunca. Asu ise İstanbul'a gidecek, oradaki arkadaşlarıyla doyasıya vakit geçirecekti. En yakın arkadaşı Bade'nin yanında kalacaktı bir hafta. Ailecek görüştükleri için annesi de, babası da sorun görmemişti kızlarının İstanbul'a gitmesinde. Her ne kadar Feyza'yla gitmek istese de Asu, Feyza istememişti. Zira dershanesi başlıyordu, üniversite sınavı için de yavaştan hazırlık yapması gerekiyordu. Tatil de gezip dolaşacaktı tabii ama nedendir bilinmez Antakya'dan ayrılmak içinden gelmiyordu. Şimdilik burada mutluydu kendi, hem Oya'yla vakit geçirmek zevkli olurdu. Evet, kendinin planı da buydu, Oya ile gezip dolaşmak. Hakan eğer köye gitmese tatilde onunla da görüşmek isterdi genç kız ancak Hakan, ailesiyle, köye, akrabalarının yanına gidecekti. Altay ise işe girdiği için pek eğlenme fırsatı bulamayacaktı. Evet, Asu sayesinde bir otelde işe girmişti delikanlı ve böylelikle eline biraz olsun para geçer olmuştu. En azından kendi ihtiyaçlarını görebiliyordu artık. Her tatilde arkadaşların dağılması gibi onlar da dağılmıştı kısaca. Lakin Sarp bu tatili Feyza ile değerlendirmekte kararlıydı. Ki, öyle de yaptı.

Köprünün oradaki seçkin dershanelerden birine kaydolmuştu Feyza, biraz özgürlük istediği için de babasının arabasıyla değil, otobüsle gidip geliyordu. Evi, şehir merkezine uzak olduğu için ulaşım sorunu yaşasa da en azından biraz nefes alma fırsatı buluyordu. Ki, dershaneye başladığının ikinci günü Sarp'ın ilk sürprizi karşıladı kendini. Çıkış saatinde onu dershanenin önünde görmeyi beklemiyordu fakat kendini şaşırtmayı başarmıştı Sarp. Anlaşılan kendini yalnız bırakmayacaktı tatil boyunca. Eh, bundan da şikâyetçi olduğunu söyleyemezdi, tam aksi hoşuna gidiyordu, bu jestler.

O günden sonra aralıksız olarak devam etti Sarp'la, Feyza buluşmaya. Kimi zaman Saray Cadde'sinde yürüyüş yapıyorlar, kimi zaman büyükparkta kendilerince takılıyorlardı. Kimi zaman da köprüdeki o enfes saleplerden içiyorlardı. Evet, bu da Antakya'daki bir kültürdü, kışın soğuk havalarda mutlaka köprünün önünde seyyar salep satıcıları bulunurdu ve orada durup Asi Nehri'ni izleyerek salep içmek bambaşka bir zevkti. İkilinin de salep keyfi, birlikte oldukları için daha da artıyordu. Kaçak göçek buluşmalarının bu denli tatlı olduğunu ikisi de düşünmezdi oysa. Fakat hiçbir şeyi düşünmeden birkaç saat özgür olmak harbiden güzeldi.

Kursunu ihmal etmiyordu Feyza ama babasına ufak pembe yalanlar söylüyordu Sarp'la buluşmak için. Sarp ise her gün ayrı bir bahaneyle dükkândan kaçmanın yolunu buluyordu. İkisi de biliyordu çünkü, şimdiki zamanları da, fırsatları bir daha ellerine geçmeyecekti, o yüzden de dolu dizgin yaşamak istiyorlardı ilk gençlik çağlarını.

Her gün yeniden Antakya'yı dolaşırken bir an olsun sıkılmıyorlar, yapacak ya da konuşacak yeni bir şey mutlaka buluyorlardı. Sevgili olmasalar bile birbirlerini seviyorlardı ve sevgilerini yaşamak onların hakkıydı. Her gün Feyza'yı beklemek Sarp'a heyecan verirken, Feyza her gün Sarp'ı görmenin sevincini yaşıyordu. Öyle put gibi davranmıyorlardı tabii, arada sarılıp el ele tutuşuyorlardı. Belki de tek eksikleri birbirine edemedikleri o itiraftı Her şeyi artık çekinmeden, utanmadan yaparlarken neden sevgilerini itiraf edemediklerini kendileri de bilmiyordu aslında. Fakat belki de böylesi daha iyiydi, sonuçta içlerinden geldiği gibi davranıyorlardı.

Kar yoktu Antakya'da, kolay kolay düşmezdi kar bu şehre. Kışı dondurucu değildi, ılıktı ancak yağmur pek çok yağardı. O yağmurun hemen ardından ise mutlaka güneş açardı. Her şeyi gibi iklimi de hoştu Antakya'nın. Buna rağmen üşüyordu Feyza, o yüzden bere takıyordu hep başına. Elleri ise ceplerinde dolaşıyordu dışarıda. Sarp ise genç kızın o üşüyen ellerini, avuçlarının arasında, nefesiyle ısıtıyordu çoğu zaman. Delikanlının o flört halleri ise Feyza'nın ruhuna dokunuyordu. Kimsede olmayan bir inceliğine sahipti Sarp, kendi ise o inceliğin karşısında eriyip bitiyordu.

O gün Dershaneden henüz çıkmıştı ki Feyza, karşısında Sarp'ı görünce gülümsedi. Kitaplarını kol altına yerleştirmiş bir vaziyette delikanlının yanına yaklaştı. Onun hiç usanmadan, bıkmadan her gün buraya gelmesi hoşuna gidiyordu.

"Sarp"

"Feyza"

"Yorulmuyor musun her gün buraya gelmekten?"

"Asla."

Cevabı kendinden izinsiz olarak dilinden dökülünce Feyza gibi bir an öylece kaldı Sarp. Saniyeler içinde kendini toparlayıp "Şey," diyebildi. "Sana küçük bir hediye aldım da... Umarım beğenirsin."

Sarp'ın uzattığı poşeti aldığında dudaklarını dişledi genç kız. "Teşekkür ederim, niye zahmet ettin?"

"Yok ne zahmeti... Umarım beğenirsin."

Poşeti açınca bir çift eldiven gördü Feyza, o an içinin eridiğini hissederken kehribar gözlere hayranlıkla baktı. Sarp'ı sevmemek elde değildi, insan nasıl etkilenmezdi böylesine düşünceli birinden?

"Sarp..."

"İzninle," diyerek eldivenleri poşetten çıkarıp Feyza'nın ellerine nazikçe giydirdi delikanlı. Tabii o ellere dokunmak bir kez daha yüreğini hoplattı. Ela gözlere bakarken saçmalamamaya gayret etti.

"Artık ellerin ben yokken de üşümez."

Bir an göz göze geldiklerinde ensesini kaşıdı Sarp, her zaman Feyza'nın ellerini ısıtırdı fakat kendi olamayınca da üşümesin, hep sıcacık olsundu o güzel eller. Utandığından olsa gerek hiçbir şey diyemedi Feyza. Öylece kaldı delikanlının karşısında. Merak ediyordu da bu kadar mükemmel olmayı nasıl başarıyordu Sarp?

"Teşekkür ederim."

Omuzlarını silkti delikanlı ardında ise elini uzattı. "Yürüyelim mi?"

"Olur," diyerek Sarp'ın elini tuttu genç kız, nereye gittikleri önemli değildi. Sarp varsa her yol güzeldi ne de olsa.

O gün de yine alabildiğine Antakya sokaklarında dolaştı Sarp'la, Feyza. Çarşıyı baştan aşağıya gezip bir sahafçının önünde kitap muhabbetti ettiler, Saray Caddesi'ndeki ufak bir kafede tatlı yediler. Gülüp konuştular, bir kez daha birlikte mutlu oldular. Gelecekten habersiz doyasıya yaşadılar günü. Akşam olmasını hiç istemedilerse de, güneş yine battı o gün ve ayrılık vakti okunan akşam ezanıyla yeniden geldi. Otobüs durağında vedalaştıklarında kendi evlerinin yollarını tuttular. Her şeyi boş vererek, düşünmeden, acaba demeden yaşadılar o günü ve tatilin kalan günlerini. Bir filmin tadında, toz pembe bir hayat gibi geldi geçti o senenin tatil günleri. Ve belki de ilk defa şans kendilerinden yana yaver gitti. İkisinin de ailesi sorun etmedi çünkü, eve geç gelmelerini. Aynı zamanda birlikte dolaştıklarından da şüphelenmedi. Her şeyin bu kadar kusursuz olması belki de gelecekti kötü günlerin başlangıcıydı. Sınavlar verilmeden mutluluğa erişilmezdi zira. Ve her mutluluk, en büyük mutsuzluklarından ardından gelirdi.

Sarp'la, Feyza hayatlarını yaşarlarken Asuman'la, Caner de sık sık mesajlaştılar. Kimi zaman geyik muhabbetti yaparken kimi zaman da birbirlerine ufak ufak iltifatlar ettiler. İkisi de her şeyin gayet farkında olsa da, onlar da bir türlü birbirlerine açılamıyorlardı. Daha da doğrusu birbirlerini süründürmekten tuhaf bir keyif alıyorlardı. İstanbul'da okuduğu zamanlarda kolejde birçok erkek tanımıştı Asu, şimdi de İstanbul'dayken onlarla görüşme fırsatı bulmuştu. Hepsi sahiden arkadaşı olsa da Caner'i kıskandırmak hoşuna gidiyordu. Bundan dolayı da devamlı onlardan bahsediyordu Caner'e. Caner ise İstanbul'da güzel kızlar olup olmadığını soruyordu Asu'ya ve bu genç kızı fazlasıyla sinir ediyordu. Oynuyordu. Kendiyle resmen oynuyordu Caner. Ondan intikam almak isterken battıkça batması da ayrı bir meseleydi.

Aslında Asu'ya duygularını itiraf etmekte kararlıydı bu kez Caner. Asu dönsün onunla ilk fırsatta konuşacaktı. İkisi de birbirini severken daha fazla uzatmak anlamsızdı ama Asu dönene kadar azıcık eğlencenin kimseye bir zararı olmazdı. Kafasında her şeyi hesaplamasının ardından yine mesajla konuştukları zaman ne yapıp ne edip konuyu okulların açılacağı ilk güne, altı şubata getirdi delikanlı. Evet, altı şubatta okullar açıyordu ve kendinin aklına o gün için harika planlar vardı. Asu'ya da altı şubatta benimle buluşur musun, yazıp gönderdi.

Mesajı okuyunca ilk kaşlarını çattı genç kız, neden Caner kendiyle buluşmak istemişti ki? Hem de okulların açıldığı ilk gün? Aynen böyle yazıp Caner'e yolladı mesajı. Caner ise sana ufak bir sürprizim var, cevabını verdi. Birden kalp atışlarının hızlandığını hissetti Asu. Caner'e güvenmiyordu ama onu seviyordu ve bu teklifi geri çeviremeyeceğini de biliyordu. Anlamıştı, altı şubatta Caner bir şeyler karıştıracaktı ya da sahiden kendiyle dürüstçe konuşacaktı, kendi de yok diyemeyecekti. Dinlemek istiyordu Caner'i, ne diyeceğini, ne yapacağını merak ediyordu. Yine de balıklama atlamamak için bakarız, yazdı. Sonra da telefonu kapatıp baş ucuna koydu. Yatağa uzanmasının ardından düşüncelere daldı.

Genç kızın cevabını evet olarak yorumladı Caner. Telefon ekranına bakıp sırıtırken emindi altı şubat, on yedi yıllık hayatında yaşadığı en güzel gün olacaktı. Aklındaki tilkiler kırk taklayla kendine harika planlar fısıldıyordu çünkü. Kendi de o planları hayata geçirmek için sabırsızlanıyordu.

Loading...
0%