Yeni Üyelik
38.
Bölüm

35. Bölüm Bir Gönül Davası

@petekayla

17 Mart Pazartesi, 2007

"Bu ikiz kenar üçgen olduğu için 2x olsun kenarlar... Üçgenin iç açılarının toplamının da 180 olduğunu da bildiğimize göre..."

"Eee?"

Birazdan girecekleri matematik sınavı için Asu, Caner'e ders anlatırken Caner hiç oralı değildi. Elini yanağına dayamış sevgilisini aşkla izliyor, her bir hareketine aklına kazımak ister gibi ona dikkat kesiliyordu. Matematik sınavı falan umurunda değildi, bahar geliyordu, havalar ısınmış, kuşlar cıvıldamaya başlamıştı. Mart kedileri bile doya doya dışarıda aşk yaşarken kendileri sınıfa tıkılıp kalmış aptal bir matematik sınavıyla uğraşıyordu. Halbuki şu an, yeşilçam filmlerinde olduğu gibi Asu ile kırlarda koşup yakalamaca oynayıp ardından çimlerin üstüne düşüp yuvarlanarak kahkahalara boğulmak isterdi. O Kalemi tutan parmaklarını tek tek öpmek mesela sonrasında omuzlarına dökülen sırma saçlarına papatyalardan taçlar yapmak, güneşin doğuşunu ya da batışını bir tepeden onunla izlemek... Yahut gece yarısı ıssız bir sahilin kenarında yine sevgilisiyle birlikte dilek fenerlerini yıldızlara göndermek... Ya da en azından bir parkta onunla saatlerce el ele yürümek... Çok şey vardı Asu ile yapmak istediği. Artık hayallerini yalnızca Asu'yla süslüyordu, genç kız olmadan düşlediği tek bir hayali bile yoktu. Asu varsa hayalleri güzeldi, o yoksa hayallerinin de bir anlamı yoktu.

"Sen beni dinliyor musun Caner?"

"Hıhı"

"Hiçte bile dinlemiyorsun," diyerek dudaklarını büzdü Asu. Deminden beri Caner'e ders anlatmak için dil döküyordu fakat Caner kendini kayda bile almıyordu.

"Kim bilir aklın nerede?"

O tatlı gülümsemesini dudaklarına kondurdu delikanlı. Asu'ya biraz daha yaklaşıp bir tutam saçını geriye attı. Güzel, pamuk kadar narin yanağını hafif hafif okşadı sonra da ufak bir öpücük kondurdu yanağına.

"İnanmayacaksın ama benim aklım yalnız sende."

Domates gibi olurken hızla Caner'in ellerini indirdi genç kız. Baş başa kaldıkları zamanlarda Caner'in kendine dokunmasına izin veriyor, hatta bundan büyük bir zevk alıyordu ancak toplu ortamlarda utanmadan edemiyordu. Hele de okulda iken. Sonuçta hocalar görebilirdi, ki asla o duruma düşmek istemezdi.

"Rahat dur, bir gören olacak."

Omuzlarını silkti Caner, sınıftaki herkes öğrenmişti zaten ilişkilerini. "Olursa olsun, herkes biliyor zaten."

"Caner"

"Ne?"

"Az sonra matematik sınavı var."

"Varsa var, ne olmuş yani?"

"Sen böyle davranmaya devam et. Sınavda sorulara ne yazacaksın merak ediyorum."

"Tabii ki, Asu'yu seviyorum yazacağım."

Önündeki kitabı Caner'in kafasına geçirmek istemesi çok mu tuhaftı? Renkten renge girerken sevdiği bir insanı nasıl eşek sudan gelinceye kadar dövmek istediğini düşünüyordu Asu. Ve o kişi elbette ki Caner oluyordu. Çok seviyordu. Süslü kelimelerle belki betimleyemezdi fakat onu sevdiğini bütün kalbiyle söyleyebilirdi. Hayatına renk katan, yüreğine yepyeni hislerle tanıştıran bu adamı gerçekten çok seviyordu ve galiba kör kütük âşıktı da. Lakin tüm bunlara rağmen Caner kendini uyuz etmeyi bir şekilde başarıyor, kendi ise hırsından Caner'i şuracıkta dövmek istiyordu. Buna karşılık ise yine Caner'in masum bir busesi ya da dokunuşu bütün sinirini alıp götürüyordu. Merak ediyordu genç kız bir insan, bir insanın dengesini nasıl oluyor da böyle bozabiliyordu?

"Ben gidiyorum, sen otur kendi kendinle geç dalganı."

Henüz ayaklanmıştı ki Asu, Caner bileğini tutunca geri sıraya oturması saniyeler aldı.

"Beni bırakıp nereye gidiyorsun acaba?"

"Ne o seni bırakamaz mıyım ben?"

"Şakası bile hoş değil."

Yarı alay, yarı ciddiyet var delikanlının yüzünde. Çünkü biliyordu ki Asu'nun kurduğu cümle, yalnızca sıradan kalkıp gitmesi anlamını taşımıyordu.

"O zaman şu şaklabanlığı bırakta, derse ver biraz artık kendini. Sana ders anlatacağım diye göbeğim çatladı."

Omuzlarını kaldırıp indirdi yine Caner, muzip bakışına Asu şimdiden yenilmişti bile.

"Ne yapayım senin güzelliğin alıyor aklımı başımdan."

"Caner"

"Hı?"

"Sahiden çok mu seviyorsun beni?"

"Hem de çok. Çok seviyorum."

Yanağında gezen eli hissettiğinde bu kez usulca gözlerini kapadı Asu. Kör kütük âşık olduğuna Caner'in ufacık bir dokunuşuna yenildiği zaman karar vermişti. Tüm dengesini alt üst etse de, emindi Caner gibi sevemezdi kimse kendini.

Aralarında hiç mesafe yoktu ki "Ohoo," diyerek romantik anlarını bozan Altay oldu. İkisinin de bakışları ona doğru döndüğünde fark ettikleri ilk şey, Altay'ın neşeyle gülümsemesi değil, günlerdir okula gelmeyen Oya idi. Hasta olduğundan dolayı, bir haftadır okula gelmiyordu Oya. Ancak şimdi günler sonra sınıfa Altay ile girmesi harbiden dikkat çeken bir durumdu.

"Bu ne abi ya iki dakika sizi yalnız bırakmaya gelmiyor. Hemen çifte kumrulara bağlıyorsunuz. Harbiden siz sevgili olmadan önce daha bir tadınız tuzunuz vardı. Şimdi yedi yirmi dört mıç mıç..."

Asu öldürücü bakışlar atarken Caner eğreti bir gülüşle güldü. "Nazar etme ne olur, çalış senin de olur."

Gülümsemesini bozmadan Oya'ya doğru döndü Altay. İzin ister gibi gözlerine bakıp onay aldıktan sonra genç kızın narin elini avcuyla sıkı sıkı kavradı.

"Oldu bile."

O an Oya kızarmak konusunda domatesle yarışırdı, arkadaşlarının bakışları kendine dönerken utancından yerin dibine girdi. Evet, Altay'ı sevdiğini ve bunu arkadaşlarına söylemek istediğini kabul ediyordu fakat bir şeyleri itiraf etmek o kadar da kolay olmuyordu.

Asu "Nasıl yani?" diye sorarken Caner olayın gerçekliğini algılamaya çalışıyordu. Deminden beri kitaptan başını kaldırmayan Feyza ise Altay ile Oya'yı görünce ağzının açık kaldığına emindi. İki günde neler olup bittiğini daha doğrusu ne kaçırdığını düşünen de Feyza'nın yanında oturan Sarp'tı. Altay ne ara mercimeği fırına vermişti? Fakat hepsinden önemlisi burnundan soluyarak sınıfa giren Hakan'dı. Öyle ki, sahiden gözlerinden ateş çıkıyordu delikanlının. İki gün önce olanları kabul etmemişti ve etmeye de hiç niyeti yoktu.

***

14 Mart Cuma

Bir haftadır olduğu gibi o günde okula gitmemişti Oya çünkü hastaydı. Feci şekilde üşütmüş, soğuk almıştı. Doktorun verdiği rapor sayesinde de okula gitmesine gerek kalmamıştı. İlaçlarla ilk güne göre daha iyi olsa da hâlâ halsizdi. Tamam belki ateşi çıkmıyordu artık ama boğaz ağrısı geçmiş değildi. Öksürükle, burun akıntısı da azalmamıştı. Art Arda gelen aksırmalarını ise saymıyordu. Fakat neyse ki, midesi düzelmişti, öyle çok bulanmıyordu bugün. Hasta olmak gerçekten berbat bir histi. Hele de yanında seninle ilgilenen birileri yoksa.

Kendi kendine iyileşmek, ihtiyaçlarını kendi karşılamak zorundaydı Oya. Kendine sıcak çorba ya da ıhlamur kaynatan bir annesi yoktu çünkü. Başını dizlerini yatırıp saçlarını okşayan babası da. Evet, çocuk değildi, on yedi yaşında koca kızdı ama yine de insan hastalandığında ilgiye ihtiyaç duyuyordu, bunun yaşla hiçbir ilgisi yoktu. Fakat ne yazık ki Oya, o ilgiden hep mahrumdu, mahrumda kalacaktı. Zira annesi ve babası, köye, dedesinin yanına gitmişti işler için. Kardeşlerini ise kendine bırakmışlardı.

En çok abla olmayı sevmişti genç kız bu hayatta, gerçek anlamda evin küçük annesi olup kardeşleriyle ilgilenmek kendini hep çok mutlu etmişti. Belki, göremediği annelik sevgisini onlara vererek kapatmaya çalışmıştı bu açığı. Onların da yoksun kaldığı sevgiyi kendi, kardeşlerine vermek istemişti. Ne kadar başarılı olduğu meçhuldu ama iyi bir abla olduğuna inanıyordu. Lakin şimdi, abla olarak kardeşleriyle ilgilenemeyecek kadar yorgun ve bitkindi. Hastalık yüzünden yüzü solmuş, zayıflamıştı. Hiçbir zaman güçlü bir bünyesi olmadığından böyle basit rahatsızlıklarda bile hemen halsiz düşüyordu. Yine de iyiydi ama, en azından ilk güne göre.

Bir yandan hastalıkla mücadele ederken bir yandan da geri kaldığı derslerini telafi etmeye çalışıyordu. Sınavları kaçırmıştı, telafi sınavlarına girip iyi notlar alması şarttı. Okumak, üniversiteye gidebilmek bu evden tek kaçış yoluydu. Kendini kurtarmak istiyorsa hasta da olsa çalışmalıydı. Sadece kendi için değil, kardeşleri için de. Eğer gerçekten meslek sahibi olabilirse kardeşlerini de kurtarabilirdi nitekim. Onların okul masraflarını kendi karşılar, her türlü desteği verirdi. Önemli olan ilk önce kendinin hukuk fakültesini kazanmasıydı. On birinci sınıf neredeyse bitiyordu ve on ikinci sınıfı beklemeden üniversite sınavına hazırlanmaya başlaması elbette ki kendini bir adım öne geçirirdi. O yüzden yalnızca okul sınavlarına değil, üniversite sınavına da çalışıyor, çok istediği avukatlık mesleğini yapmak için çaba harcıyordu. Aptal bir öğrenci değildi, evet eksikleri vardı ama o eksikleri tamamlarsa üniversiteye gitmek için hiçbir engeli kalmazdı. Tabii ailesi dışında...

Oya masaya oturmuş ders çalışırken dikkatini dağıtan yanına gelen küçük kardeşi Osman oldu. Bir buçuk yaşında olsa da anne sütünden yeni kesilmişti Osman. Belki konuşamıyordu henüz ama yürümeyi öğrenmişti. Ve derdini bebeklere özgü seslere çıkartarak anlatmaya çalışıyordu. Acıkmıştı, ablasına hareketleri ile anlatmak istediği buydu. İlk, kardeşini sevip sonra da onun derdini anlamaya çalıştı Oya. Acıktığını anlayınca ise gülümsedi. Çok fazla katı yiyecekler yiyemese de hafif çorbaları içebiliyordu küçük çocuk ve kendi elbette ki bebek çorbası yapmayı biliyordu. Kardeşleri ile ilgili her şeyi bildiği gibi.

Mutfağa gidip havuç ve patates haşladı genç kız, sonra da haşladığı sebzeleri ezdi. Çorba hazır olduğunda ise bir güzel kardeşine çorbayı içirdi. Karnı doyunca yeniden uyudu Osman. Zaten en çok sevdiği şey uyku ve yemekti. Televizyondaki çizgi filmler bile o kadar ilgisini çekmiyordu. Oya kardeşini yatağına götürüp üzerini örttü. Saat öğlen üçtü, Emel ile Erdem'in okuldan çıkmasına iki saat vardı. Öğlenci oldukları için on ikide gidip beşte geliyorlardı ve genellikle aç oluyorlardı. Bu yüzden onlara da yemek hazırlasa iyi olurdu. Kardeşlerinin aç kalmasını istemezdi ne de olsa.

Yeniden mutfağa girip buzdolabına ve diğer yemeklik erzaklara göz attı. Ne yapacağına karar vermesinin ardından kolları sıvadı. Pek hali olmasa da abla olarak kardeşleri için yemek yapmalıydı. Dün aldığı kıymayı dolaptan çıkarıp baharatlayıp parmak parmak köfteler yaptı. Yaptığı köfteleri tepsiye dizdi ardından fırına verdi. Sonra da patatesleri soydu, doğradı fakat onları kızartamadan kapı çaldı. Ellerini yıkayıp kapıya baktığında ise "Altay," dedi şaşkınlıkla.

Buraya açık açık Oya ile konuşmak için gelmişti Altay. Genç kızın durumunu biliyordu, yani ailesinin evde olmadığını ve yine biliyordu ki, bu fırsat bir daha eline geçmezdi. Artık ne varsa ortaya dökülsün istiyordu daha fazla duygularını saklayamayacaktı. Oya'nın olumsuz cevabına bile razıydı ama belirsizlik kendini mahvediyordu. Bazı şeylerde belki olmazdı, kesin cevap lazımdı. Evet ya da hayır. Ve şimdi de bunu duymak istiyordu delikanlı. Oya'nın evet mi, hayır mı diyeceğini gerçekten duymak istiyordu ama yine sevdiği kızın hayır dememesi için ne kadar dua edip Allah'a yalvardığını bir kendi bilirdi. Oya hayır derse biterdi ama yine de bu, belirsizlikten daha iyiydi.

"Seni merak ettim. Nasıl oldun, diye bakmak istedim."

"Teşekkür ederim daha iyiyim."

"Emin misin, yüzün bayağı solgun görünüyor."

"Olacak o kadar."

"Oya"

"Efendim?"

"Sana sıcak bir çorba yapmama izin verir misin?"

Mum gibi eridiğini hissetti Oya, hasta olduğu zamanlar da kimse kendiyle ilgilememişken Altay kendine çorba yapmak için izin istiyordu. Bu nasıl hoşuna gitmesindi ki, gülüşünü saklayamadığı gibi kapıyı daha çok açıp Altay'ın eve girmesine müsaade etti. Belki annesiyle, babasının evde olmaması o kadar kötü bir durum değildi.

Mutfağa girdiğinde ilk ellerini yıkadı Altay. Doğranmış patatesleri ve fırındaki köfteyi görünce Oya'nın kardeşlerine yemek hazırladığını anladı ancak şimdi iş kendine düşmüştü. Oya bu kadar halsiz iken onun daha fazla kendini yormasına izin veremezdi. O yüzden genç kızın itirazlarını duymazdan gelerek onu bir anda kucaklayıp salona götürdü. Nefesinin kesildiğini hissetti Oya, çırpınmayı bırakıp delikanlının bakışlarında kayboldu. Bir kolunu bacaklarının altından geçirmiş, diğer kolunu ise sırtına dolamıştı delikanlı. Ufak tefek bir kız olduğu için Oya, onu kucağına almakta hiç zorlanmamıştı. Aklını başından alan o ahu gözler yüreğini delip geçerken bir anlığına bakışları genç kızın dudaklarını buldu. Ve öpmek istedi. Tam şu an burada Oya'yı doya doya öpmek istedi ama buna cesaret edemedi. Sevdiği kızı incitmekten ölesiye korkuyordu çünkü.

Nihayet delikanlı kendine koltuğa bıraktığında rahat bir nefes aldı Oya. Altay'ın kucağında kalpten gitmediğine şükürdü. Kendini toparlayıp itiraz etmeye hazırlanmıştı ki, Altay parmağını ikaz eder gibi salladı.

"Hiç nefesini boşa yorma güzelim çünkü bugün yemekleri ben yapacağım ve sen oturup dinleneceksin."

Delikanlıyı duymaksızın telaşla ayağa kalktı Oya. Acelesinden eli ayağı birbirine dolaşıyordu.

"Üzgünüm ama mutfağa kirletmene izin veremem."

Tatlı bir kızgınlıkla kaşlarını çattı Altay. "Mutfağı kirletmek mi? Anlaşılan aşçılığımdan hiç haberin yok."

"Doğrusunu söylemek gerekirse yok."

"O zaman izin ver de göstereyim. Hem söz kirletirsem yine ben temizleyeceğim mutfağı. Anlaştık mı?"

Kararsız kalsa da başını salladı genç kız. Hem Altay'ı kırmak istemiyor, hem de gerçekten bahsettiği aşçılığını görmek istiyordu. Eh biraz oturup dinlenmek kendinin de hakkı olsa gerekti. "Anlaştık," dedi tatlı bir gülümseme ile.

Aldığı cevap karşısında nasıl mutlu olduğunu anlatamazdı Altay. Osman'ı saymazlarsa evde baş başaydılar ve kendi Oya için yemek yapacaktı. Bundan daha güzeli olur muydu? Yeniden mutfağa dönüp turuncu çiçekliği önlüğü okul formasının üzerine giydi. Okuldan hemen sonra buraya geldiği için üzerinde hâlâ okul forması vardı. Kollarını sıvayıp ilk yayla çorbası yapmak için işe koyuldu. Yayla çorbası kadar hastalığa iyi gelen başka bir çorba bilmiyordu.

Çorbanın ardından doğranmış patatesleri kızartıp pişen köfteleri fırından çıkardı delikanlı. Aslında çok bir iş yapmamıştı fakat mutfak nasıl oluyor da böyle çok dağılıyordu anlamıyordu. Oya'ya bir söz vermişti fakat dağıttığı gibi toplayacaktı mutfağı.

Mutfaktan gelen seslerden korkmalı mıydı bilmiyordu Oya ancak burnuna mis gibi çorba kokusu da geliyordu. Galiba sahiden Altay maharetliydi yemek konusunda. Çok geçmeden ise üstünde dumanı tüten çorba ile içeri girdi delikanlı. Oya ise iştahının şimdiden açıldığını hissetti. Oysa ki günlerdir ağzına sayılı lokmalar koymuştu.

"Evet, çorba senin için hazır. Bak bakalım beğenecek misin?"

Genç kızın yanına oturmuş, ona çorba içermeye çalışıyordu Altay. Oya sanki bir bebekmiş gibi ilgileniyordu onunla.

"Teşekkür ederim ama çorbayı kendim içebilirim."

"Olmaz."

"O neden?

"Çünkü çorbayı ben yaptım ve ancak ben içirirsem şifa olur."

Altay'ın bahanesine gülmeden edemedi Oya. Ancak daha fazla itiraz etmeden onun çorbayı kendine içermesine izin verdi. İtiraf etmesi gerekirse bu hoşuna gitmişti. İnsan galiba hasta olunca gerçekten ilgi istiyordu.

"Ellerine sağlık çok güzel olmuş çorba."

"Gerçekten beğendin mi?"

"Hem de çok."

"Afiyet olsun güzelim, sen iste ben sana her zaman yaparım."

Utanarak bakışlarını kaçırdı Oya. Galiba evde yalnız olduklarını yeni fark ediyordu ki "Çocuklar," dedi telaşla. "Neredeyse okuldan gelirler." Bunu ne için söylediğini ve neden telaşla ayağa kalktığını bilmiyordu. Fakat galiba kardeşlerinin Altay'ı görmesini istemiyordu. Durumu yanlış anlayabilirlerdi ve kendi bir abla olarak onlara kötü örnek olmak istemezdi.

"Gelsinler, biraz da onlarla vakit geçiririm. Hem ikizleri görmeyeli uzun zaman oldu."

Gitme diyemiyordu Oya, delikanlıya ama kal demek mümkün değildi. Tek isteği Altay'ın kendini anlamasıydı. "Altay," dedi bocalayarak. "Şimdi şey... Şey işte..."

"Ney?" diyerek ayağa kalktı delikanlı, Oya'nın karşısında durmuş derin derin gözlerine bakarken duygularını itiraf etmeden gitmeyeceği belliydi. Ne olacaksa olacaktı, kendinin daha fazla sabrı kalmamış, duygularını saklamaktan oldukça sıkılmıştı.

Sustu Oya, defalarca yutkunurken hiçbir şey diyemedi Altay'ın gözlerinde kayboldu yalnızca. Kalp atışları hızlanırken, bir sıcaklık bastı kendini. Altay ile arasında bu kadarcık mesafe olması aklının başından gitmesi için yeterliydi.

"Hiç..."

"Oya bak," diyerek bir adım daha attı Altay. Yere eğdiği başını kaldırıp gözlerini Oya'nın gözlerine dikti yeniden. "Ben buraya aslında seninle konuşmak için geldim. Ne olur ne konuda, diye sorup işi daha da zorlaştırma. Biliyorum bunlar senin için çok yeni ve belki de zor şeyler... Ama inan benim için de öyle..."

"Altay"

"Bitirmeme izin ver," diyerek uzanıp genç kızın ellerini tuttu Altay. Gözlerine yalvaran bir ifade ile bakarken Oya neden gözünden bir damla yaşın düştüğünü bilemedi. "Bir kez olsun dinle beni. Söz sonra ne dersen kabulüm ama önce dinle. Ne olur."

Usulca başını salladı Oya ve duyacaklarını bildiği halde Altay'ın konuşmasına izin verdi.

"Oya ben... Ben... İnan nereden, nasıl başlayacağımı bilemiyorum ama sanırım sen de diyeceklerimi tahmin ediyorsundur."

Tane tane konuşuyor, genç kızın gözlerinden bir an olsun ayırmıyordu gözlerini. Aynı zamanda kelimelerini özenle seçiyor, karşısındaki kızı kıracak, incitecek bir şey dememeye dikkat ediyordu Altay. Bazı itiraflar öyle kolay dökülmüyordu dilden, yürekte hissedilen duygulara cümle kurmak epeyce zordu fakat ne kadar zor olursa olsun bu kez içindekileri söylemeden, gitmeye ya da Oya'nın kaçmasına izin vermeye niyeti yoktu. Duygularını açıkça söylemeyi istediği kadar, Oya'nın da ne hissettiğini bilmek istiyordu.

"Oya inan bu hislerim öyle birkaç kelime ile ifade edebilecek kadar basit değil. Öyle derin ki sana olan duygularım, ben bunları nasıl dile getireceğimi bilmiyorum..."

"Altay," diyerek ellerini hızlıca çekti Oya. Gözlerini de aynı telaşla kaçırıp bir şeyler söylemek için ağzını açıp açıp kapadı ama tek bir kelime bile dökülmedi dilinden. "Ben... Ben..."

"Oya," demesiyle yeniden o narin elleri avuçlarının içine alması eş zamanlı oldu Gözlerinde yakarış dolu bir ifade vardı.

"Dinle beni. Lütfen... "

"Altay..."

"Ben seni seviyorum Oya."

Aklında kesinlikle böyle bir itiraf yoktu aslında ama Oya kaçmak için çırpınırken bir anda dökülüvermişti işte sözcükler dilinden. Pişman değildi ancak Altay, nihayetinde kuracağı cümle elbette buydu, sadece biraz daha duygulu konuşma yapmak isterdi.

"İki günlük hevesler ile değil, üç yıldır bitmeyen bir aşkla, sevgiyle seviyorum seni Oya. Evet, kabul beceremiyorum süslü cümleler kurmayı ama kalbimdeki yerini bir bilsen, kalbimi içini sana göstermek bir mümkün olsa... Sen de görürsün orada senden başka hiçbir şeyin olmadığını Yalnızca sen... "

Gözlerini kapatmış, Altay'ın sözlerini dinlerken tepkisizliğini koruyordu genç kız. Sessiz gözyaşları yanaklarını ıslatırken içten içe duyduğu sözler yüreğini okşuyor, yıllardır üşümüş ruhunu ısıtıyordu. Sarmamıştı ki kimseler kendini, annesi babası vermemişti ki ona sevgi lakin şimdi sevdiği adam, kendine kalbinde koca bir yeri olduğunu söylüyordu. Nasıl hoşuna gitmesindi ki bu, nasıl kendini mutlu etmesindi? Altay elini kalbini dayayınca bir anlığına gözlerini açtı Oya. O ruhunu okşayan, kalbini ısıtan gözler nasıl güzel bakıyordu gözlerine. Ya elinin altında atan kalp nasıl sevgiyle atıyordu. Evet, hissedebiliyordu genç kız. Altay'ın kalbi, nahif bir sevgiyle çarpıyor, kendinin ruhuna dokunuyordu.

"Duyuyor musun Oya? Burası senin adını haykırıyor, her atışında Oya, diyor ve ben buraya söz geçiremiyorum. Dinlemiyor beni, ne dersem, ne söylesem ille de sen diyor. Çünkü bu kalp seni seviyor Oya. Öyle çok seviyor ki... Seni kırkmaktan, incitmekten çok korkuyor. Ya beni değil de, başkasını severse, diyor. İşte o zaman atmam ki, dururum... Çünkü ben Oya'ya aidim. O yoksa ben de yokum, diyor."

"Altay," dedi Oya hıçkırıklara boğulmadan hemen önce. Elini kurtarıp gözlerini sıkı sıkı yumdu. Dudaklarını ısırarak ne demesi gerektiğini defalarca düşündü. İnkâr etmiyordu, seviyordu Altay'ı, en az onun kadar seviyordu. Ancak şartlar ortadaydı, ailesi vardı, Altay'ın babası vardı sonra Hakan vardı, bütün bunları nasıl yok sayıp kendini bir maceraya atabilirdi?

Oya'nın yüzünü avuçlarının arasına aldı delikanlı, Şefkatle okşadı narin yanaklarını. "Oya, Oya'm... İzin ver... Ne olur bize izin ver. Eğer beni sevmeseydin anlardım, aşkımı kalbime gömüp kendi yoluma bakardım ama biliyorum Oya sen de beni seviyorsun. Seviyorsun değil mi? Yanılıyorsam, yanlış anladıysam söyle bana, seni sevmiyorum Altay, de ama susma. Ne olur susma güzelim. İnan vereceğin hiçbir cevap suskunluğundan daha fazla acıtamaz canımı."

"Yapamam," diye başını iki yana salladı Oya. Hızla Altay'ın kolları arasından çıkmayı başardığında birkaç adım atarak salondaki yemek masasının önünde durup masaya tutunarak ayakta kalmaya çalıştı. Sırtı delikanlıya dönük, başı masaya doğru eğikti. Gözyaşları ise akmaya devam ediyordu. Göz göze gelemezdi Altay ile. Gözlerine bakıp seni sevmiyorum diyemez ya da aksi bir cevap veremezdi.

"Anla beni Altay, sadece anla. Ailem... Annem, babam bunu duyarlarsa beni yaşatmazlar. Cehenneme döner hayatım. Senin de canın çok yanar, acıtırlar seni. O zaman ben bütün bunlara nasıl dayanırım? Senin canın yanarsa... Ben... Ben kahrolurum Altay."

Oya'nın sözlerini kabul etmek istemez gibi başını iki yana salladı delikanlı. Oya ile arasındaki mesafeyi kapatıp ellerini omuzlarını dayadı. Şu saatten sonra Oya'da mümkün değil vazgeçemezdi çünkü hisleri açıktı. Oya da, kendini seviyordu.

"Sensizlik daha beter Oya."

"Altay"

Genç kızı nazikçe kendi doğru çevirip gözyaşlarını parmaklarıyla sildi. "Benim canımı en çok sensizlik yakar. Sensiz kalmak ne kadar zor bilemezsin... Hem biz birlikte olduğumuz sürece kimse bize bir şey yapamaz. İzin vermem ki... Senin canını yakmalarına asla izin vermem. Saklarız, kimselere söyleyemeyiz. İkimizin sırrı olur bu, bizim sırrımız. Yeter ki... Yeter ki sen bana evet, de."

"Keşke her şey o kadar kolay olsa."

"Olur, inanırsak her şey kolay olur."

Başını yere eğdi, dudaklarını büzdü Oya. "Peki ya Hakan?" dedi tereddüt ederek. Bu mevzuyu öyle es geçemezlerdi. Altay'ı bilemiyordu ama kendi Hakan'ın canını bile isteye yakamazdı.

Derin bir nefes aldı Altay. Oya farkındaydı işte her şeyin. Anlamıştı Hakan'ın da onu sevdiğini ve bu, sinirine dokunuyor, sevdiği kızı bu yüzden kaybetme korkusu baştan aşağıya kendini ele geçiriyordu.

"Biliyordun demi?"

"Bilmek istemezdim."

"Öyle ise bilme, boş ver. Boş verelim. Hakan'ın aramıza girmesine izin vermeyelim, olmaz mı?"

"Onun canını bile bile yakmaya hakkımız yok Altay."

"Peki onun bizim canımızı yakmaya hakkı var mı?"

"Altay..."

"Şştt," diyerek genç kızı susturdu Altay. Yüzünde gezinen elleri, dudaklarına kaydığında içinden geçen Oya'yı öpmekti. Daha fazla bunun için beklemek istemiyordu. Gözleri öpmek istediği dudakları bulduğunda Oya, niyetini anlamıştı. Kararsız kalırken bir adım geriye attı, beli masaya değdiğinde kaçacak yeri kalmadığını fark etti. Ayakta durabilmek için elleri ile masaya tutuğunda kalbi dört nala koşmaya başladı. Aylar önce birinin dudaklarını öpmesinin oldukça yanlış bir davranış olduğunu düşünürken şimdi Altay'ın kendini öpmesini galiba istiyordu. Asu haklıydı, insan âşık olunca farklı şeyler yaşamayı arzuluyordu. Ve akıl, gerçekten baştan gidiyordu.

"Önemli olan," diyerek genç kızın alnına ufak bir öpücük kondurdu Altay. Sonra da izin ister gibi gözlerine baktı. "Bizim hislerimiz."

Bir şey diyecek ya da yapacak mecali kendinde bulamıyor, put gibi durmuş Altay'ın hareketlerini takip ediyordu Oya. Genç kızın belini sol koluyla sıkı sıkı kavrayıp diğer eliyle de yanağını avcunun içine aldı delikanlı. Yavaş hareketlerle de dudaklarına eğildi. Son kez sevdiği kızın gözlerine bakıp onay alınca hafifçe kapandı o kiraz dudaklara. Öptü... Acemice de olsa Oya'nın dudaklarını tadını çıkara çıkara onu öptü. Oya ise karşı koymak yerine gözlerini kapatıp ana kendini bıraktı. Dudaklarına değen dudaklarla belki de ilk defa kendine yaşadığını hissediyordu. Daha önce yalnızca kalbinin kan pompaladığını sanıyordu ancak şimdi kalbi çok başka bir şekilde atıyordu. Dudaklarını değil, yüreğini öpüyordu sanki Altay. Ateşli dudaklarıyla üşümüş yalnızlığını ısıtıyordu.

Bir anlığına dudakları ayrıldığında "Oya," dedi Altay, genç kızın hislerini anlamak ister gibi. "Bir kez olsun söyle. Seviyor musun beni?"

"Seviyorum," dedi Oya bir dakika bile tereddüt etmeden. Gerçek buydu çünkü ve inkâr edemiyordu. "Çok seviyorum hem de."

Gülümseyip bu kez Oya'nın gözyaşlarını dudakları ile sildi delikanlı. Sonra yeniden o kiraz dudaklara kapandı. Demin ki küçük öpücük yetmemişti kendine, keza Oya'ya da.

Dudakları acemice fakat ahenkle dans ederken ikisi de her şeyi bir kenara bırakmış dolu dizgin duygularını yaşıyordu. O an aslında buluşan sadece dudaklar değildi, birbirini seven iki kalp ve iki ruhta vuslata ermişti. Oya'nın dudaklarını bırakmadan onu kucakladı delikanlı ardından, masaya oturtup ateşli öpüşüne devam etti. Oya aklına gelenle hızla geri çekildi, hastaydı ve henüz iyileşmemişti.

"Ben hastayım Altay."

"Eee ne olmuş?"

"Sana da bulaşır."

"Bu kimin umurunda?"

Daha "Altay," demişti ki genç kız, Altay onu duymaksızın yeniden dudaklarına kapandı. Üç yılın ardından sevdiğine kavuşmuş iken basit bir hastalık yüzünden elbette ondan uzak duracak değildi. Hiç bırakmak istemez gibi genç kızın dudaklarını öperken kendine engel olamayarak elini bluzunun altından geçirip çıplak sırtını okşadı. Vücudundaki tüm tüylerin çekildiğini hissetti Oya, Altay'ın dokunuşları ile mum gibi erirken bundan haz almadığını söyleyemezdi. Elleri istemsiz delikanlının ensesine kapandığında gür kumral saçları parmakları ile çekiştirdi.

İkilinin ateşli anları istedikleri gibi uzun sürmedi fakat. Çalan kapı aralarına kara kedi gibi girdi zira. "Kapı çalıyor, Altay kapı çalıyor!" diye telaşla söylendi Oya. Altay ise şansına küfrederek kollarını genç kızdan çekti.

"Ya çocuklar geldiyse veya annem ya da babam..."

"Sakin ol güzelim, ben bakarım şimdi."

Altay kapıya doğru adımlarken genç kız henüz masanın üzerinden inmişti. Altay'ı durdurmaya çalışırken adını sesleniyordu ki, Altay onu duymaksızın kapıya varıp kapının dürbününden gelenin kim olduğunu görünce bir dakika bile düşünmeden kapıyı açtı. Dudaklarında yarım, keyifli bir gülüş vardı. Nitekim istediği fırsat ayağına gelmişti.

"Altay," diyerek koridorun başında duran Oya ise karşısında Hakan'ı görünce ise öylece kala kaldı. Defalarca kez yutkunup ona bir açıklama yapması gerektiğini düşündü ama diyecek hiçbir şey bulamadı. "Hakan," dedi yalnızca. Neden kendini bu kadar rahatsız hissetmişti Hakan'ı görünce?

Oya'nın kızarmış, şişmiş dudakları, pek düzgün durmayan kıyafetleri, Altay'ın dağınık saçları, gömleğinde açılan düğmeler... Kısaca onların duruşları, tavırları, görüntüleri her şeyi gözler önüne sermeye yetiyordu ve Hakan anlıyordu. Anlamak istemediği şeyleri ne yazık ki anlıyordu. Oya'ya birkaç ders notu getirmek için buraya gelmişti fakat böyle bir şeyi göreceğini asla tahmin etmemişti. Fakat keşke böyle bir görüntüye şahit olmak yerine enkazların altında kalsaydı belki daha az acırdı canı. Ellerindeki kitaplar yere düşerken gözlerinin dolmasına engel olamadı. Durumu idrak etmesinin ardından da yaptığı ilk hareket, sırtındaki çantayı yere fırlatıp Altay'ın yakasına yapışarak onu duvara dayamak oldu.

"Dokundun mu kıza, şerefiz?!"

Tam o sırada ise "Hakan!" diyerek korkuyla çığlık attı Oya. Şokun etkisiyle yapabildiği tek şey buydu.

Bulunduğu duruma inat kendinden ödün vermedi Altay. Bugünün geleceği zaten belliydi, şimdi de ne yaşanacaksa yaşanacaktı. Oya kendini sevdiğini söylemişti ya, geri kalan hiçbir şeyden korkusu yoktu.

"Bu seni hiç ilgilendirmez kardeşim."

O andan sonrası yaşananlar saniyeler içeresinde meydana geldi. Sinirden, kıskançlıktan gözü dönmüştü Hakan'ın. Öfke kontrolünü tamamen yitirmiş, hırsını karşısındaki adamdan çıkarmak istiyordu. Nitekim öyle de oldu, Altay'ı boş tarafa çevirip ona sert bir kafa attı. Tabii Oya'nım çığlıkları da evde yankılandı.

"Kardeşim deme lan!"

Oldukça sert bir şekilde yere düştü Altay, burnu kanıyordu ve dudağı patlamıştı. Hayatında yediği ilk dayak bu değildi, daha önce babasından daha beterlerini de görmüştü fakat Hakan da göründüğü kadar süt bebesi değildi anlaşılan. Fakat kendinin de eli armut toplamıyordu, madem Hakan kavga istiyordu pekâlâ ona istediğini verebilirdi. Kendini toparlayıp ayağa kalktığında Hakan'ın yakasına yapıştı.

"Bana istediğin kadar vur ama yumrukların Oya'nın duygularını değiştirmeyecek!"

"Onu sen zorladın demi? İtiraf et lan, hadi erkek gibi itiraf et! Onu ben zorladım de! Söylesene! Söyle lan, söyle!"

"İster inan, ister inanma ama ben ona sadece aşkımı anlattım o da rıza gösterdi! Ne yaptığımızı da duymak ister misin? Öptüm! Öptüm oğlum öptüm! Ben Oya'yı doya doya öptüm! Senin asla yapamayacağın şeyi ben yaptım! Oldu mu istediğin?!"

"Sen... Sen nasıl dokunabildin ona hayvan herif?!"

Hakan, Altay'a yumruk atmak için sağ elini kaldırmıştı ki, Oya ani bir cesaretle ikisinin arasına girdi. "Yeter!" diye bağırdı apartmanı inletecek bir sesle. Kendi yokmuş kendinin hakkında bu kadar saçmalamaları gerçekten sinirine dokunmuştu. İkisine de öyle kızgındı ki... Altay'a izin verdiği için onun bu denli düşük davranması mı gerekiyordu sahiden? Ya Hakan kendiyle ilgili bu kadar şeye karışma hakkını nereden buluyordu?

"Oya," dedi Hakan deminden beri ilk defa sesini yumuşatarak. "Hadi söyle, Altay bana zorla dokundu, de."

Delikanlının bunu duymaya gerçekten ihtiyacı vardı aslında çünkü Altay, sevdiği kıza zorla dokunmuşsa onun yüzünü rahat rahat dağıtabilirdi ama Oya buna izin vermiş ise, bunu kaldıramazdı. Oya'nın ağzından, ben Altay'ı seviyorum cümlesini duymayı yüreği dayanamazdı. Hakan, Oya'nın gözlerine yalvarır gibi bakarken Altay sessizliğini koruyor, Oya'nın vereceği cevabı sabırla bekliyordu. Genç kızın söyleyeceği sözler ardından Hakan'ın yüz ifadesini görmek istiyordu biraz da.

Derin bir nefes aldı Oya, Hakan'ı paramparça edecek olsa bile öyle bir şey diyemezdi. Her şeye rağmen Altay'ı seviyordu ve ne yaşamışsa onunla, kendi rızasıyla yaşamıştı az önce. Hakan'a da bunun aksini söyleyemezdi. Vicdanı sızlasa da biliyordu ki, Hakan'ı sevmediği için suçlu değildi.

"Hayır, Altay bana zorla dokunmadı. Ona ben izin verdim."

O an üstüne koca koca binalar devrilse yahut ateşlerin ortasında bir başına kalsa daha az yanardı canı. Hiçbir şey Oya'dan bu cümleyi duymuş olmak kadar acıtamazdı kendini. Gözlerinin dolmasına engel olamıyor, utanmadan ağlamak istiyordu Hakan. Sevdiği kızın karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamak.

"Oya..."

Elini kaldırıp onu susturdu genç kız. Nasıl bu denli açık olduğunu kendi de bilmiyordu aslında fakat söylemesi gereken doğru kelimeler ağzından çıkanlardı, biliyordu.

"Daha fazla bir şey sorma, deme."

Defalarca yutkunmasının ardından "Neden," diye sorabildi delikanlı. "Neden ben değil de, o? Söylesene Oya, neden?"

İki damla gözyaşının yanaklarını ıslatmasına engel olamadı Oya. "Üzgünüm," diyebildi. Acımasız olamıyor, daha fazla karşısındaki adamın canını yakmamak için uğraşıyordu.

"Bu benim seçimim değil, elimde olan bir şey hiç değil. Sevgi çünkü bu, sevginin seçimi de, nedeni de olmaz Hakan. Sevgi sadece sevgidir ve ben Altay'ı seviyorum. Sen ise benim arkadaşımsın, hep öyle kalacaksın."

Başını sallayabildi Hakan ama yüreği bin parçaydı, yenilmişti. Mağlup olmuştu bir sevda davasında. İyi aile çocuğu olmak yetmemişti Oya'nın kendini sevmesine. Oya gitmiş, serserinin birini, bir ayyaşın oğlunu sevmişti. Mutlu olamazdı ki, canı yanacaktı. Altay, canını çok yakacaktı, bunu biliyordu fakat kendine düşen şimdi tüm olanlara sessiz kalmaktı. Sessiz kalarak arkasını dönüp çekip gitmek. Yapamıyordu ki ama... Ayakları hatta hiçbir uzvu bunun için hareket etmiyordu. Çakılıp kalmıştı olduğu yere.

"Cevabını aldığına göre sana yol göründü kardeşim."

Öfkeyle Altay'a bakıp yeniden onun yakasına yapıştı Hakan. Şuracıkta onun canını alabilecek kadar büyüktü nefreti.

"Bir daha bana kardeşim dersen..."

"Hakan!" diyerek yine aralarına girdi Oya. "Lütfen."

Oya'ya bakıp ellerini indirdi delikanlı. Sevdiği kızın evinde daha fazla olay çıkarmak kendine yakışmazdı lakin bu hesap burada da kapanmazdı.

"Bu iş burada bitmedi! Seninle hesaplaşacağız!"

"Ne zaman, nerede istersen!"

Oya'nın ters bakışlarını görünce sustu Altay. Hakan gidene kadar da bir şey demedi. Oya'yı yeni kazanmıştı ve şimdiden kaybetmek asla istemezdi. Hakan apartmanın merdivenlerinde gözden kaybolunca ise rahat bir tavırla omuzlarını silkti.

"Kendi kaşınıyor. Kusura bakma ama sevgilime kimsenin yan gözle bakmasına izin vermem."

"Yerinde olsam az önceki davranışlardan sonra sevgilim, demeye hakkım var mı, diye tekrar düşünürdüm."

"Oya..."

Açık kapıyı tutup eliyle dışarıyı gösterdi genç kız. Deminki yaptıkları ve söyledikleri yüzünden biraz olsun Altay'ın da burnu sürtmeliydi.

"Çocuklar neredeyse gelir. Seni burada görmesinler."

Yılgınlıkla tuttuğu nefesini verdi delikanlı, el mâhkum kapıdan çıkıp giderken "Öyle olsun güzelim," dedi. Ne yalan söylesin Oya'yı görmeden bir dakika bile geçirmek istemiyordu artık.

Altay'ın gidişi üzerine kapıyı kapattığında sırtını kapıya dayayıp bundan sonra ne yapacağını, nasıl davranacağını kara kara düşündü Oya. Umuyordu ki işler daha çok karışmasın.

17 Mart Pazartesi

"Neler olduğunu anlatacak mısın artık?"

Asu'nun sorgusu karşısında yanaklarını şişiriyor, lafa nereden, nasıl başlayacağını bilemiyordu Oya. Çaresiz gözlerle diğer yanında duran Feyza'ya bakıyor ancak onunda kendinin dökülmesini beklediğini görüyordu. Sınıfa Altay ile el ele girince ve Altay sevgili olduklarını alenen açıklayınca Asu da, Feyza da kendini okul koridoruna çıkarmış sorguya çekiyorlardı ve kendi deminden beri renkten renge girip dudaklarını dişliyordu. Acaba Altay, Sarp'la, Caner'e neler anlatıyordu sınıfa?

"Altay cuma okul çıkışı bizim eve geldi," dedi genç kız en sonunda. Tabii sesi zar zor duyuluyordu. Utanıyordu bunları anlatmaktan. En yakın arkadaş bile olsa yaşanan bazı ilkler öyle kolay anlatılamıyordu işte.

"Eee?"

"Sonra... Sonra bana çorba yaptı. Hastaydım ya, o yüzden."

"Altay sana çorba mı yaptı?" diyerek araya girdi Feyza. Aslında tüm bu olanlar karşısında nasıl bir yol izlemesi gerektiğini, kimle nasıl yakınlık kurması gerektiğini bilemiyordu. Altay da, Hakan da arkadaşıydı ve ikisinden birinin canını bir de kendi yakmak istemiyordu.

"Evet yayla çorbası."

"Hem de çorbası vay be... Altay'da ne cevherler varmış."

"Asuman bir araya girme de anlatsın kız."

Feyza ne ara bu kadar dedikodu meraklısı olmuştu? Asu'ya alışkındı Oya ama Feyza'yı ilk defa böyle meraklı görüyordu.

"Feyza sen yapma bari ya."

"Ne yapıyorum ki, sadece ne olduğunu merak ediyorum."

"Tamam," diyerek pes etti genç kız. "Tamam anlatıyorum ama fazla soru sormak yok. İşte çorba falan yaptı Altay sonra... Sonra bana beni sevdiğini söyledi. Aşkını itiraf etti kısaca... Öyle güzel konuştu ki, içim eridi... Ben ilk defa... İlk defa gerçekten onu sevdiğimi anladım. Daha önceden evet, hislerim vardı fakat o öyle konuşunca aklım cidden başım gitti. Karşı koyamadım, hayır diyemedim, izin verdim. Altay'ın beni öpmesine izin verdim işte."

"Ne! Altay seni öptü mü?!"

Asu'nun çığlıkları karşısında utançla başını salladı Oya, yanakları elma gibi kızarmıştı. onun gibi öyle rahat konuşamıyordu bu mevzuları.

"Oya o kadar çok sevindim ki sizin adınıza!"

Arkadaşına sıkı sıkı sarıldı Asuman, sahiden onların mutlu olması kendini de mutlu etmişti. Herkes sevdiğine kavuşuyordu yavaş yavaş. Belki de bu baharı filmlerdeki gibi mutlu mesut yaşayabileceklerdi grup olarak. Feyza ne yazık ki, kuzeni kadar sevinememişti buna. Altay'la, Oya'nın mutluluğunu elbette ki isterdi ama bu mutluluk Hakan'ın mutsuzluğuna neden olacaktı. O yüzden de "Peki ya Hakan?" diye sormadan edemedi.

Asu'dan ayrılıp Feyza'ya bakışlarını çevirdi Oya. Onun durgunluğunu görünce kendi de durgunlaştı. Aslında sevinmişti bir yandan, Hakan'ı düşünen birilerinin olması elbette ki kendini üzmezdi.

"Altay'la birbirlerine girdiler. O da geldi o gün çünkü bizim eve. Hakan da her şeyi anlayınca Altay'la kavga etti. Ben konuşmaya çalıştım Hakan'la ama ne kadar işe yaradı bilmiyorum."

"Elbet o da her şeyi anlayıp kendi yoluna bakacak," diyerek teselli etti arkadaşını Asu ama söylediğine kendi bile pek inanmıyordu. Hakan'ın, Oya'dan kolay kolay vazgeçmeyeceğini herkes gibi o da biliyordu nitekim.

Gün bütün hızıyla devam ederken Altay da Sarp'la, Caner'e olan biten her şeyi anlatmıştı. İkilinin bakışları gün boyu Hakan'ın üzerinde gezerken ona diyecek bir şeyler bulmaya çalışmışlardı lakin ne deseler fayda etmeyeceğini, gönül yarasının öyle iki lafla geçmeyeceğini biliyorlardı. Altay ile Oya adına sevinseler de Hakan için gerçekten üzgünlerdi. Ve en kötüsü arada kalmaktı.

Bir nebze olsun azalmamıştı Hakan'ın öfkesi, gün boyu burnundan solumuş, alev dolu bakışlarını bir an olsun çekmemişti Altay'ın üzerinden. Oya ile sevgili olduğunu açıkça ilan etmesi ise artı olarak sinirine dokunmuştu. Oya ise sessiz kalarak kabullenmişti bu durumu, hatta Altay'ın yanına bile geçmişti. Birlikte öyle mutlu görünüyorlardı ki... Hakan dayanmıyordu, onları mutlu görmeye katlanamıyordu. Hazmedemiyordu Oya'nın kendini değil de, Altay'ı seçmesini. Hırsını Altay'dan çıkarmakta, o gün yarım kalan hesaplaşmaları bugün devam ettirmekte kararlıydı. O yüzden çıkış saatini iple çekti. Çıkış saati geldiğinde ise bahçede Altay'ın önünü kesip var gücüyle ona okkalı bir yumruk geçirdi.

"Uzak duracaksın lan! Oya'dan uzak duracaksın! O kızı sana yar etmem oğlum!"

Yediği yumruk karşısında sendeledi Altay ancak düşmedi. Hakan kendini gerçekten hazırlıksız yakalamıştı. Kanayan burnunu sildiğinde ateş saçan gözlerle Hakan'a baktı. Buraya kadardı, Hakan kendi kaşınmıştı. Hırsla Hakan'ın yakasına yapıştığında sertçe sarstı onu.

"Benim sabrımı zorlama! Kavga bilmiyorsun diye ağzını burnunu kırmayım, diyorum ama çok pis kaşınıyorsun!"

"Sen mi benim ağzımı burnumu kıracaksın? Senden korkan senin gibi olsun be!"

Kendine engel olamadan Hakan'ın karnına okkalı bir yumruk geçirdi Altay. Öyle ki, iki büklüm oldu Hakan, acıyla yüzünü buruştururken bu kadar güçsüz olduğu için kendinden nefret etti. Altay'a karşılık verecek mecali yoktu çünkü. Hakan acıyla karşısında kıvranırken sinirle gözlerini kapadı Altay. Gerçekten böyle olması hoşuna gitmiyordu. Hakan'la arasındaki mesafeyi kapatıp onun omzuna elini koyduğunda biraz olsun bakışları yumuşamıştı.

"Oğlum bak, kabul et Oya beni seçti çünkü beni seviyor. Seni sevmedi, sevmeyecek."

"Lan sen kızın aklını kim bilir nasıl çeldin? Ne dedin de kandırdın onu kim bilir!" diyerek yeniden Altay'ın yakasını yapıştı Hakan.

"Keşke ne kadar acınacak bir halde olduğunu bilseydin be kardeşim."

"Sus lan sus!"

Altay'a bu defa kafa attığında çığlık seslerini duydu. Oya ve diğerleri bahçeye çıktıklarında kavga eden ikilinin yanına ışık hızıyla vardılar. Oya Altay'ı yerden kaldırmaya çalışırken Hakan'a ters bakışlar atıyordu. Kendi anlayışlı davranmaya çalıştıkça Hakan iyice azıtıyordu. Sarp Hakan'ı uzaklaştırmak isterken Caner bir Altay'da, Bir Hakan da gözlerini gezdiriyor, arkadaş olarak ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Asu, Oya'ya destek olmak için çabalarken Feyza olduğu yere çakılmış, kalmıştı. Bugünlerin geleceğini ne yazık ki o da biliyordu.

En sonunda Altay, Oya'yı dinleyerek onunla okuldan çıktığında Sarp'la, Caner, Feyza ile Asu'yu da zor bela evlerine gönderdiler. Hakan'la erkek erkeğe konuşmaları gerekiyordu. Öyle de oldu, bahçedeki bir banka oturup Hakan'ı ortalarına alıp yaşlarına rağmen ona nasihat vermeye çalıştılar.

"Aman be oğlum ya, tamam Allah var Oya güzel kız ama şu dünyada tek o yok ki. E sen de evde kalmadın yani. Bir etrafına baksan ohooo... Sana bütün kızların dibi düşer. Elini sallasan ellisi. Yapma bu kadar, yazık etme kendine."

"Onu bırak sen böyle yapınca Oya ne kadar üzülüyor biliyor musun? Tamam Oya seni sevmedi belki ama sen yine de onun mutsuz olmasını ister misin? Hakan bak kardeşim, sevginin, sevmenin ne olduğunu inan biz de biliyoruz ancak bazen insan sevdiği insanın mutluluğuyla da mutlu olmayı bilmeli."

Bekâra harbiden boşanmak kolaydı, Caner'le Sarp çocuk avutur gibi kendini teselli ediyordu. Fakat şu an ne hissettiğinden haberleri dâhi yoktu. O yüzden acı acı gülüyordu Hakan.

"Anlamasınız ki... Anlayamazsınız..."

"Hakan, oğlum biz de âşık olduk, Asu'yu nasıl sevdiğimi biliyorsun."

"Evet kardeşim senin Asu'yu nasıl sevdiğini ve aynı zamanda Asu'nun seni nasıl sevdiğini biliyorum ama sen Asu'nun, bir başkasını sevse nasıl hissedeceğini bilmiyorsun."

Hakan kendine kırgınlık dolu gözlerle bakarken hiçbir şey diyemedi Caner. Öyle haklıydı ki aslında... Asu bir başkasını sevse çıldırırdı galiba. Hakan'ın, Altay'a yaptıklarından daha fazlasına yapardı belki de.

"Hadi söyle başka bir adam karşına geçip Asu'yu öptüm dese ne yapardın?"

"Hakan," dedi Sarp, Caner'in sessiz kaldığını görünce. Caner'in vereceği cevabı az çok tahmin ettiği için kendi olaya müdahil oldu. Hakan'ın omzunu dostça sıkıp gerçekten onu anladığını belli etmek için çabaladı.

"İnan seni anlıyoruz ama sen de Oya'yı anla... Seni sevmedi bari bırak senin aşkına en azından saygı duyabilsin."

"Ya Feyza sana gelip ben bir başkasını seviyorum dese sen ne yapardın Sarp? Feyza'nın sevgine saygı duyması yeter miydi sana sahiden?"

Caner gibi sessiz kalırken yutkundu Sarp. Bunun düşüncesi bile yüreğine öyle bir ağırlık veriyordu ki, nefesini kesiyordu. Feyza'nın başkasını sevmesi... Hele de bunu karşısına geçip söylemesi... Yok, asla dayanamazdı yüreği buna.

"Cevabımı aldım ben. O yüzden ikiniz de beni çocuk avutur gibi avutmayın bir daha. Benim yerimde olan siz değilsiniz çünkü. Umarım olmazsınız da..."

İkisini bankta öylece bırakıp ayağa kalktı Hakan. İnsan sınanmadığı acılar üzerine ne de güzel konuşuyordu oysa biraz empati yapabilselerdi kendi gerçekten anlarlardı. Altay'la arasında bir yarış yoktu. O yüzden kimsenin taraf tutmasına gerekte yoktu. İstediği tek şey, anlaşılmaktı. Nasıl canının yandığını en yakın arkadaşlarının anlamasını istiyordu. Teselli sözleri söylemek yerine onların harbiden yanında olmasını. Altay'la dalaşmalarını değil, yalnızca kendini de anlamalarını. Buna muhtaçtı, sevdasının anlaşılmasına, birine günlerce Oya'yı nasıl sevdiğini anlatmaya sahiden ihtiyacı vardı. Derin bir yarayı saklamak göründüğü kadar kolay değildi ve kendi o yarayı birilerinin görmesini istiyordu. Belki o zaman bir nebze olsun acısı dinerdi.

"Adam haklı, biri Asu'yu öpse onun ağzını burnunu kırarım."

"Ben de dayanamam ki Feyza'nın bir başkasını sevmesine."

Caner'le göz göze gelince ne dediğini o an fark etti Sarp. Caner ise manidar bir gülüşle gülüp onun boynuna kolunu doladı. Bir Sarp kalmıştı aralarında aşkını itiraf edemeyen. Hakan bile Oya'ya söylemişti duygularını ama Sarp hâlâ neyi beklediğini bilmeden bekliyordu. O da söyleseydi de Feyza'ya, bir rahat etseydi.

"Sen da açıl be oğlum, al karşına kızı böyleyken böyle, de. Yarın Hakan'ın dediği gibi başka biri çıkar da kızı kapar sonra."

"İşte buna dayanamam."

"E git söyle o zaman. Daha neyi bekliyorsun ki?"

"Onu kaybederim diye korkuyorum."

"Asıl böyle susmaya devam edersen kaybedersin. Aşk cesaret ister, inan kardeşine."

Başını sallamakla yetindi Sarp. Caner haklıydı, aşk cesurları seviyordu sahiden, bunu görerek öğrenmişti. Şimdi kendi de arkadaşları gibi cesur olmalıydı, cesur olup Feyza'ya duygularını itiraf etmeliydi. Lakin şans kendinden yana olacak mıydı, muammaydı.

Loading...
0%