@petekayla
|
28 Mart 2007 "Sena Çiçekçi altmış, Buğra Özsoy kırk, Sarp Akkaya altmış, Begüm Almalı elli, Oya Saymaz seksen, Caner Zorlu kırk beş, Altay Çelik elli, Asuman Göktaş altmış, Çetin Gürler yetmiş beş, Hakan Yılmaz seksen, Nazlı Genç altmış beş, Feyza Ataman doksan..." Faruk hoca sınav notlarını okurken öğrenciler adlarını duyduklarında ayağa kalkıp puanlarını öğreniyorlardı ki, Feyza notunu duyduğunda fazlasıyla sevindi. Lisede üçte matematikten doksan almak gerçekten büyük bir başarıydı ve bunu başardığı için mutluydu. Tabii hocanın kendine övgü dolu bakışlarını da görmek gururunu okşuyordu. İyi ki tembel tenekenin teki değil de, hocaların gözüne başarısı ile giren çalışkan, zeki, sorumluluk sahibi bir öğrenciydi. Her neyi başarıyorsa, emeğiyle başarıyordu, bunun verdiği tatta o kadar güzeldi ki. İnsanın emeğiyle bir şeyler kazanması, başarması cidden mutluluğun ta kendisiydi. Ben başardım, cümlesinden insanı daha mutlu eden bir cümle var mıydı? "Evet arkadaşlar sınav notlarınız bu şekilde. Şaşırmadığım kişiler var elbette," dediğinde gözlerini düşük alan öğrenciler de gezdirdi. Özellikle de Altay, Caner ve Buğra üçlüsünün. Üç senedir bu sınıfa girdiği için öğrencileri tanıyor, kimin ne kadar çalışkan, ne kadar tembel olduğunu biliyordu. O yüzden de onlardan pek bir şey beklemiyordu ancak Asuman kendini şaşırtmıştı. Geçen dönem notları seksenden aşağı değilken şimdi altmış alması gerçekten kendini şaşırtmıştı. Kaldı ki diğer derslerden de düşük notlar almıştı Asuman. Ne oluyordu bu kıza, niye bu kadar düşmüştü notları? "Ama aynı zamanda beni çok hayal kırıklığına uğratanlar da var aranızda. Arkadaşlar farkında mısınız bilmiyorum ama seneye üniversite sınavınız var ve üzülerek söylüyorum ki siz bu notlarla hiçbir yere gelemezsiniz." Hoca'nın kendine imalı imalı bakmasıyla oturduğu sırada küçüldü Asu. Hep Caner yüzünden oluyordu. Akşam ders çalışacağı yerde kendine mesaj atıyor, kendi de ona yanıt verince uzun bir mesajlaşma oluyordu aralarında. Hatta bazen mesajlaşmanın ötesinde saatlerce telefonla konuşuyorlardı. Ailesi bu konuda kendini uyarsa da yine Caner'e uyuyordu genç kız. Biliyordu böyle yapmamalıydı ancak kendi de seviyordu Caner'le uzun uzun mesajlaşmayı, konuşmayı. O yazınca ders çalışalım, okulda görüşürüz diyemiyordu işte. Ne olurdu sevgilisi birazcık derslere önem verse? "Umarım bu notları ikinci sınavlar da düzeltirsiniz. Şimdi yeni bir konuya giriyoruz," diyerek tahtayı silip konu başlığını tahtaya yazdı Faruk hoca. Fakat konuyu anlatmaya başlayamadan sınıf kapısı çaldı. Hocanın gir, demesiyle nöbetçi öğrenci kapıyı açtı. "Dersinizi böldüğüm için özür dilerim hocam. Sarp Akkaya'yı, Yiğit hoca çağırıyor da." Anlamaz bakışlarla baktı Sarp. Beden hocası niye kendini çağırıyordu ki? Basketle ilgili bir sorun mu vardı? "Neden çağırıyormuş?" diye sordu dersin hocası karşısındaki genç çocuğa. Dersten kaytarmak için öğrenciler bazen böyle oyunlar çevirdiği için kolay kolay inanmıyordu nöbetçi öğrencilere. "Hatayspor'dan basket takımı için gelmişler sanırım. Sarp'ı görmek istiyorlarmış." "Hatayspor'dan mı?" diye mırıldandı Feyza kendi kendine. İçine ansızın bir heyecan yerleşti. Sahiden önemli sporcular Sarp için mi gelmişti okula? Sınıftaki herkesin dikkati Sarp olduğunda yutkundu delikanlı. Kalbi nedensiz hızlanırken hiçbir hevese kapılmamak için çabaladı. Belki de ortada öyle bir şey yoktu, bu öğrenci bir şeyleri yanlış anlamıştı. "İyi," dedi Faruk Hoca sonunda ikna olduğunda. "Git bakalım Sarp. Neymiş bu olayın aslı astarı." Hocanın sözleri üzerine ayağa kalktı delikanlı. Sınıftan çıkarken içindeki heyecanı bastırmak için çabalıyordu. Öyle hemen her şeye kapılmanın hayal kırıklığından başka bir şey getirmeyeceğini çok önceden tecrübe etmişti. "Sonunda be! Sonunda kardeşimin kıymetini anladılar!" Caner sevincine engel olamayarak bağıra bağıra konuştuğunda sınıf o an koptu. Hiç kimsenin matematik umurunda değildi, Sarp çok daha önemliydi şu an için. "Ya yok, Hatayspor kim, Sarp kim. Koskoca adamlar sırf Sarp için buraya gelecek değil ya. Başka bir iş var kesin bu işin içinde." "Birileri takımdan atıldığı için kıskandı galiba," diyerek Buğra'ya laf çaktı Altay. Sınıftakilerden bir ooo sesi çıkarken Buğra'nın yüzü kızardı. Nefret ediyordu Sarp'tan ve Sarp'ın arkadaşlarından . Gereksiz çıkışlar yaptığını iddia edip durmuştu Sarp, takımın düzenini bozduğu gerekçesiyle de Yiğit Hoca kendini takımdan atmıştı. Şimdi de Sarp'ı alkışlayacak değildi kendi. "Asıl Sarp beni kıskandığı için takımdan attırdı!" "Sarp öyle bir şey yapmadı!" diyerek ortaya atıldı Feyza. Arkasını döndüğünde çaprazında oturan Buğra ile göz teması kurdu. "Sen takımın bütün huzurunu kaçırıyordun!" "Sen neyi nereden biliyorsun ki Feyza? Takımın içinde misin?" "Takımın içinde değilim belki ama Sarp'ın ne yapıp yapmayacağını bilecek kadar iyi tanıyorum onu." "Merak ediyorum da okulun göz bebeği, ne zamandan beri sınıfın varoşlarını savunur oldu?" "Buğra çıkışa mı gelmek istiyorsun?" diyerek araya girdi Caner. Feyza'nın asılan yüzünü görmek içindeki öfkeyi daha da körükledi. Kimse ama kimse yakın olduğu kız arkadaşlarına laf söyleyemezdi. Söyleyen de ağzının payını alırdı. "Arkadaşın çıkışa gelecek cesareti olduğunu pek sanmıyorum. Kendisi ne olduğunu gayet belli ediyor da." Kabul ediyordu Asu, bu aralar iyice Caner'e benzemeye başlamıştı. "Vay sınıfın prensesine bakın, o da bizim çöplüğe düşmüş." "Yeter!" diye bağırdı en sonunda Faruk Hoca. "Daha fazla terbiyesizliklerinizi dinlemek istemiyorum! Eğer sokak çocuğu gibi dalaşacaksınız dışarı çıkın!" Caner burnundan soluyarak önüne döndüğünde Asu da ters bakışlar atıyordu Buğra'ya. Şiddet yanlısı değildi ama gerçekten bazıları dayağı hak ediyordu. Feyza ise Buğra'nın kendine olan bakışlarından fazlasıyla rahatsızlık duyuyordu. Konumu yüzünden kendine laf atan ilk erkek Buğra değildi, son da olmayacaktı. Okul koridorunun sonuna geldiğinde Yiğit Hoca'ya ait odanın kapısını çalıp içeri girdi Sarp. Yiğit Hoca'nın haricinde gayet seçkin iki adam daha vardı odada. Duyduklarına rağmen karşısında oturan adamların Hatayspor'dan buraya kadar gelmiş olmalarına inanamıyordu. Kesin bir yanlış anlaşılma vardı işin içinde. Hem kendini nerede görmüş olabilirlerdi ki? "Beni çağırmışsınız hocam." "Gel Sarp gel. Bak burada kimler var. Hatayspor'un basketbol takımının direktörü Ferit Bey ve koçu Seçkin Bey. Seni final maçında görmüşler, çokta beğenmişler. Şimdi de seninle görüşmek istiyorlar." "Ben," dedi Sarp ne diyeceğini bilmeden. Rüya mı görüyordu yoksa kendine şaka falan mı yapıyorlardı? Eğer öyle ise kalbi dayanmazdı buna. "Senin namını çok duyduk delikanlı," diyerek ayağa kalkıp Sarp'ın omzuna elini koydu Ferit Bey. "Aynı zamanda maçlarını da izledik. Sen de büyük bir yetenek var ama gel gelelim ki, eksiklerin de mevcut. Olsun sıkı bir idmanla üstesinden geleceğine inanıyoruz . O yüzden seni Hatayspor'un takımında görmek istiyoruz." "Ama bu bizim öylece verebileceğimiz bir karar değil ne yazık ki. Seçmelere katılman gerekiyor. O zamana kadar da seni özel olarak çalıştırabilirim. Tabii bu durumda okulun biraz sekteye uğrayabilir. Senin okumana engel olmak istemeyiz o yüzden son karar senin." Adamların sözlerini algılamıyordu Sarp, kulakları doğru duyuyordu demi? Ama nasıl... Nasıl böyle bir şey gerçek olabilirdi? İmkânsızdı bu, hep öyle olduğunu sanmıştı ama şimdi... Şimdi Hatayspor'un koçu kendini çalıştırmak istiyor, üstüne üstlük seçmelere katılmasını öneriyordu. Şaka falan yapmıyorlardı demi? "Eee ne diyorsun delikanlı seçmelere katılacak mısın?" "Bence eline geçen bu fırsatı iyi değerlendirmelisin, Hatayspor küçük bir takım deme. Büyük yerlere gitmek, küçük adımlarla başlar. Bakarsın birkaç yıl sonra transfer olursun bir dünya takımına." "Ben... Ben bilmiyorum.. Böyle bir şey beklemiyordum hiç... Çok şaşkınım açıkçası." "Şaşkın olmanı anlıyorum Sarp ama sen gerçekten çok değerli bir basketçisin." İçten söylediği sözlerle gülümsedi Yiğit Hoca. Sarp gerçekten kıymetli bir yetenekti ve onun harcanıp gitmesini istemezdi. "O yüzden bence bu seçmelere katılmalısın." "Seçmeler ne zaman?" diye sordu Sarp, şaşkınlığını üzerinden attığında. Ayağına kadar gelen bu fırsatı elbette değerlendirecekti. "İki hafta sonra. Katılacak mısın?" "Katılacağım Seçkin Bey." "O zaman hafta sonu seni stadyumda idman için bekliyor olacağım. Bu da benim kartım aklına bir şey olursa çekinmeden arayabilirsin." Ferit Bey kendine kartını vermesinin ardından odadan çıktığında Sarp hâlâ olanların gerçekliğine inanamıyordu. Kendini Hatayspor'un seçmelerine çağırmışlardı bu... Bu rüya gibi bir şeydi. "Seçmelerini kazanacağına eminim Sarp. Sen de inan, olur mu?" Başını sallayabildi Sarp. Kazanacaktı. Bu kez şansın kendinden yana olması için elinden geleni yapacaktı. "İnanıyorum hocam." İlk defa içindeki inanç hiç olmadığı kadar büyüktü ve belki de o yüzden en büyük hayal kırıklığını on yedi yaşında yaşayacaktı. *** "İşte bu be! Sonunda açıldı bizim de şansımız! Aha şuraya yazıyorum çok değil, birkaç ay sonra yığınla teklif gelecek benim kardeşime. O büyük takımlar Sarp'ın peşinde koşup duracak. Sarp Akkaya diye posterler asılacak her bir yana." Sarp müjdeyi arkadaşlarına verdiğinde hepsi çok sevinmiş, kendiyle gurur duymuşlardı. Hele Caner yine uçmuş, hayaller kurmaya başlamıştı. Masanın üzerinde otururken şimdiden menejer ilan etmişti kendi kendini. "Caner bir kere de abartmasan mı?" "Hiçte abartmıyorum, aksine az bile söylüyorum." Sarp için için gülerken Caner konuştukça konuşuyor, diğerlerini de gaz getiriyordu. Öyle ki, Altay da ondan geri durmuyor, o da kendince hayaller kuruyordu. "Ama bak Sarp ünlü olunca bizi unutursan vallahi külâhları değişiriz ona göre. "Dediğin de laf mı şimdi Altay? Sarp öyle bir şey yapar mı?" Feyza'nın sözlerini duyduğunda delikanlının içinde eşsiz bir mutluluk peyda oldu. Sevdiği kız, ne de güzel tanıyordu kendini. "Keşke herkes Sarp gibi vefakâr bir dost olsa," diye söylendi Asu. İmasının hedefi belliydi aslında kendilerinin çaprazında oturup günlerdir olduğu gibi bugün de yine kendileri ile muhatap olmayan Hakan. Tamam onu anlıyordu genç kız, Oya'nın Altay'la sevgili olması canını yakmıştı doğal olarak ancak kendileri ile olan arkadaşlığını bitirmesini haklı çıkarmıyordu bu olay. Altay ya da Oya'yla konuşmak istemeyebilirdi fakat kendiyle, diğerlerine bir yabancıymış gibi davranması saçmaydı. Asu'nun sözlerini duyunca ona kısa bir bakış attı Hakan. Daha ne istiyorlardı kendinden? Kimseye karışmıyor, yaşadığı durumu hazmetmeye çalışıyordu. Oya ile Altay'ı her dakika yan yana görmesine rağmen öfkesini içinde yaşıyordu. Diğerleriyle arasına mesafe koymasının sebebi buydu ya. Altay'ın bulunduğu bir muhabbete dahil olmak istemiyordu. Eğer bu yüzden suçluysa, kabul ediyordu suçluydu. "Asu yapma," diye mırıldandı Oya. Hakan'dan bakışlarını çekip arkadaşına çevirdiğinde yalvarır gibi baktı ona. Hakan'ı anlıyor ve onun herkesten uzaklaşmasına hak veriyordu. Öyle ya da böyle dışlanmış gibi olmuştu Hakan ve kimsenin ona bu yüzden alınganlık yapma hakkı yoktu. Omuzlarını silkti Asu, kendince haklı olduğunu düşünüyordu. Ya da sadece Hakan'ı özlüyordu. Onun arkadaşlığını da sevmişti çünkü. Şimdi de onun aralarına koyduğu mesafe ister istemez kendini üzüyordu. "Asu haklı, birileri henüz iki hafta önce en yakın olduğu arkadaşlarını tek kalemde silip attı." "Caner," dedi Altay uyarı dolu bir sesle. Tamam Hakan onların arkadaşı olabilirdi ama kendi de Hakan'la yüz göz olmak istemiyordu. Eğer Hakan onlardan uzaklaşmasaydı muhtemelen uzaklaşan kişi kendi olurdu ve tabii doğal olarak Oya da. "Bırakın şunu ya, nasıl istiyorsa öyle davransın." Altay'ın sessizce konuşması üzerine kaşlarını çattı Feyza, karışmak istemiyordu aslında malum mevzuya ama Altay'ın sözlerine de tahammül edemiyordu bazen. Hakan da kendilerinin bir arkadaşıydı, Altay'ın onun hakkında kırıcı bir şekilde konuşması sinirine dokunuyordu. "Onun bir adı var Altay." "Tamam Feyza," dedi Altay bıkkınca. Bu mevzudan sıkılmıştı çünkü. En iyisi de bu ortamdan uzaklaşmaktı. "Siz arkadaşınızla oturup dertleşin biz Oya ile kantine iniyoruz." Oya'nın elini tutup onunla birlikte sınıftan çıktı delikanlı. Biraz olsun Oya ile yalnız kalmak istiyordu. Zaten okul dışında onunla görüşemiyordu bari okuldaki zamanlarını değerlendirsinlerdi. İkilinin gitmesi ardından Hakan da ayaklandı, saçma sapan bakışlara maruz kalmaktan oldukça sıkılmıştı. Sınıftan çıkarken Feyza "Hakan," diye seslendi. Onu duyunca durdu, durup ne diyeceğini bekledi. Arkasını dönmüştü ki, Feyza'nın ayağa kalkıp kendine doğru geldiğini gördü. "Efendim?" "Biraz konuşabilir miyiz?" Aslında kimseyle konuşmak istemiyordu delikanlı ancak Feyza'yı kıramadı. O yüzden de usulca başını salladı. Birlikte sınıftan çıktıklarında Sarp arkalarından bakarken iç geçirdi. Feyza yine birilerinin yardımına koşmak için kendi kendini parçalıyordu. Aslında Feyza'yı, Feyza yapan da buydu ya. Hep birilerine dert ortağı olmak için çabalaması. Aşkta zıt kutuplar birbirini çeker derlerdi ancak Sarp ve Feyza için geçerli değildi bu teori. Birbirlerine benziyorlardı çünkü. İkisi de fedakâr bir yüreğe sahipti, kendilerinden çok, başkalarını düşünürlerdi, zor da olan kim varsa ona el uzatmak isterlerdi. Belki de en çok birbirlerini tamamladıkları için yakışıyorlardı ya. "Onu bunu bilmem de. Bu işin tek bir çözümü var, bana sorarsanız," dedi Caner. Madem Sarp ve Asu'yla yalnız kalmıştı o zaman fikrini onlara söyleyebilirdi. Merakla baktı Asu sevgilisine. Kim bilir aklında yine ne hinlikler vardı. "Neymiş o?" "Hakan'a kız bulmak." Sarp'la, Asu aynı anda gözlerini devirdiler. Zaten onun aklına başka bir şey gelse şaşarlardı. "Gerçekten bulduğun çözüm bu mu kardeşim?" "Daha iyi bir fikrin varsa söyle." "Ya Hakan, Oya için yanıp tutuşuyor. Nasıl bir başkasına bakabilir Caner?" "Haklısın sevgilim ama çivi çiviyi söker." "Ha biz ayrılsak sen hemen başka birini bulursun yani." "Ne alaka Asu? Ben şimdi onu mu dedim?" "Neyse ne. Ben anlayacağımı anladım." Trip atarak Caner'in yanından uzaklaştı genç kız, Feyza'yla, Hakan'ı bulmak üzere de koridora doğru adımladı. Caner ise iç geçirdi, kabak yine kendinin başına patlamıştı ya, bir şey demiyordu. "Biz en son senin geleceğin ile ne güzel hayal kuruyorduk ya. Nasıl buraya geldi konu?" "Kusura bakma kardeşim ama konuyu sen buraya getirdin. Git bari Asu'nun gönlünü al." "Başka çarem var mı ki?" diye söylendi delikanlı, oflaya oflaya da sevgilisinin peşine düştü. Merak ediyordu herkesin sevgilisi bu kadar kaprisli miydi? Sınıfta bir başına kaldığında nedensiz gülümsedi Sarp. Her şeye rağmen harika dostları vardı, belki de en çokta bu konuda şanslıydı. Okulun merdivenlerinde dizlerini karnına çekmiş oturuyordu Feyza ile Hakan. Genç kız söze başlamak istiyor ancak ne diyeceğini bilemiyordu. Arkadaşını teselli etmenin bir yolu var mıydı ki? Belki arkadaşlık konusunda iyiydi ama aşk konusunda bilgisizdi Feyza. Her ne kadar yüreğinde bazı hisler olsa da Sarp'a karşı, tecrübesizdi aşkta. Sevgili bile değildi nihayetinde Sarp'la. Fakat yine de Sarp'ın bir kızla birlikte olduğunu görürse canının yanacağına emindi. Hakan'la da bu şekilde empati yapmaya çalışıyor, ona destek olmak istiyordu. Hakan kendini dışlanmış hissediyordu, öyle değildi ama Hakan hepsi için değerli bir arkadaştı, ona da yeniden hatırlatmalıydı bunu. "Benimle ne konuşacaksın Feyza?" "Aslında bunu ben de bilmiyorum yalnızca yanında olmak istiyorum. Hakan sen benim için çok değerlisin, çok kıymetli bir arkadaşsın ve ben... Ben senin gerçekten bu kadar kendini kahretmene üzülüyorum. Söylesene senin için bir şey yapamaz mıyım?" Burukça gülümsedi Hakan, Feyza'dan bunları duymak az da olsa iyi hissettirmişti kendine. Lakin kimseden elinden bir şey gelmezdi bu durumda. Sevdiği kızı, bir zamanlar arkadaşım dediği adam almıştı elinden. Canı nasıl yanmasındı? Kalbi nasıl acımasındı? Gözleri açtığı ilk anda Oya'yı görmüş, ona gönül vermişti. Güzel sevmişti, evet güzel sevmişti. Acıtmamış, incitmemişti sevdiği kızı. Sessizce, içinde yaşamıştı sevdasını fakat kaybetmişti şimdi onu. Altay o içten sevme hakkını bile almıştı elinden. "Teşekkür ederim ama kimsenin yapabileceği bir şey yok." "Yine de..." "Feyza lütfen konuşmak istemiyorum, hiçbiriniz benim yerim de değilsiniz çünkü." "Evet, belki senin yerinde değiliz ama sen yanında olmamıza da izin vermiyorsun," diyerek araya girdi Asu. Direkt geldiği gibi Hakan'ın diğer tarafına oturup kızgın gözlerle ona baktı. Madem konu açılmıştı o zaman kendi de lafını söylerdi. "Konuş bizimle Hakan, biz arkadaşız. Sen kendini böyle kapatırsan nasıl sana yardım edebiliriz ki?" "Ben kimseden yardım istemiyorum Asu. Sadece yaşadığım her şeyi hazmetmeye çalışıyorum. Evet canım yanıyor ama bunu içimde yaşamak istiyorum. Tabii eğer izin verirseniz." Başka bir şey demeden ayağa kalktığında hızlıca kızların yanından uzaklaştı Hakan. Gerçekten içini açmak, duygularını onlarla paylaşmak istemiyordu. Yaşadığı ne varsa içinde tutmakta kararlıydı. Onlara kızgın ya da kırgın olduğu için değil, sadece... Sadece garip bir şekilde böyle davranmak kendini daha çok rahatlatıyordu. "Ben diyorum çözüm Hakan'ın gözünü gönlünü açmak ama beni dinleyen kim?" Merdivenlerin başında duran Caner'e ölümcül bakışlar attı Asu. Hâlâ ne diyordu? Aklı fikri kızlardaydı çok şaşırmamak gerekirdi aslında. Hızla ayağa kalktığında koşar adımlarla basamakları çıkıp sevgilisinin karşısında durdu. Caner kendini her seferinde nasıl oluyor da böyle sinir etmeyi başarıyordu? "Hakan'ın gözünü gönlünü açayım derken dikkat et, senin gözlerin morarmasın." "Asu," demişti ki Caner, genç kız onu duymaksızın sınıfa doğru adımladı. Ne demişti şimdi? Asu'nun peşinden giderken gönlünü nasıl alacağını da düşünüyordu. "Asu bir dur kızım ya. Kime diyorum ben? Asu!" En sonunda genç kıza yetişmeyi başardığında bileğini tutup durmasını sağladı delikanlı. Asu kendine döndüğünde sesi okul koridorunu inletti. "Ne var!" "Niye böyle yapıyorsun şimdi? Ne dedim ben?" "İkide bir kız muhabbeti açan ben değilim Caner." "Kız muhabbetti mi? Gözünü seveyim yapma Asu, ben sana ne zaman başka bir kızdan bahsettim? Hem benim gözüm senden başkasını görür mü be kızım? Seni ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor musun?" "Caner..." Sevgilisinin yüzünü avuçlarının arasına alıp masumca güzel yüzünü sevdi Caner. Âşıktı, kör kütük âşıktı Asu'ya. Öyle bir aklını başından almıştı ki Asu, dünya güzeli olarak görüyordu onu. Eşsizdi sevdiği kız, ondan daha güzeli olamazdı. "Eğer bu gözler senden başkasına bakarsa morarmasın, kör olsun. " Belli belirsiz gülümsedi Asu, Caner'in dudakları alnına değince yüreğindeki bir yerlerin ısındığını hissetti. Caner dudaklarını öpünce hoşuna gidiyordu ama alnını öpünce ruhu huzur doluyordu. O hayranı olduğu dudakların, alnına dokunması çok başka bir histi. Kelimelerle anlatılamayacak kadar hem de. "O yüzden bir daha böyle konuşmak yok, anlaştık mı?" "Anlaştık," dedi genç kız gülümseyerek. Seviyordu. Çok seviyordu işte bu serseriyi ve onun bir bakışına, bir sözüne, bir dokunuşuna hemencecik eriyordu. Caner kendini kolları arasına alınca başını omzuna dayadı, gözlerini kapadı. İyi ki öğle arasıydı da hocalar kendi hallerinde takılıyorlardı. Yoksa onların karşısında Caner'le, sarmaş dolaş görünmek istemezdi. "Asu" "Hm?" "Sen de başkasını sevme, hep benim Asu'm ol. Olur mu?" "Olur. Yeter ki birbirimizi üzmeyelim." "Üzmeyelim," derken Asu'nun saçlarına öpücük kondurdu delikanlı. Lakin gözleri karşısında duran Cenk'i bulduğunda derin bir nefes aldı. Keşke gerçekten Asu'yu üzmeden şu girdiği saçma sapan iddiadan kurtulmanın bir yolunu bulabilseydi. "Hep mutlu olalım. Herkese ve her şeye inat çok mutlu olalım Asu." Kedi gibi Caner'in kollarına sokulup kalmıştı genç kız, çok seviyordu burayı, sevgilisinin kollarını ve onun sözleri bir ninni gibi geliyordu kulağına. Ne zaman, nasıl bu kadar çok Caner'e kapılmıştı bilmiyordu ancak ona daha önce güvenmediği için pişmanlık duyuyordu. Caner güzel seviyordu, göründüğünün aksine çapkın falan değildi, şu bir ayda çok sınamıştı Caner'i ama Caner hiçbir şekilde başka bir kıza bakmamıştı. O yeşil gözleri kendini görmüştü yalnızca. Kendi ise kalbini ilk defa, böyle bir adama açtığı için mutluydu. Caner güzel adamdı, bunu biliyor ve ona güveniyordu. Fakat bir ay sonra ne yazık ki yanılacağını, Caner'i sevdiği gibi ona büyük bir nefret duyacağını bilmiyordu. Belki bilse en başında izin vermezdi Caner'e. Hayat bir tecrübeydi ve Asu, aşk konusunda ilk tecrübesini ne acı ki, güvendiği adamın oyunuyla kazanacaktı. Öğle arası bitmiş, yeniden ders zili çalmıştı. 11/B sınıfındaki öğrenciler de hocalarını beklerken kendi aralarında konuşup gülüyorlardı ki, Hakan son defa ezberlediği şiiri içinden tekrarlıyordu. Ders edebiyattı, Meral Hoca da sözlü yapacaktı. Daha doğrusu öğrencilerine sözlü için ödevler vermişti. Hakan'ın ödevi de bir şiiri ezberleyip onu yorumlamaktı. Bugün de ilk sıra kendindeydi. Çok geçmeden Meral Hoca sınıfa girdiğinde öğrenciler ayağa kalktı. Aralarındaki selamlaşmanın ardından genç öğretmen masasına oturup sınıf listesine göz attı. Aklında kaldığı gibi sıra Hakan'da idi. O yüzden de "Hakan," dedi. "Sıra sen de bugün. Evet bir şiiri ezberleyip yorumladın mı?" "Evet hocam." "Öyle ise gel bakalım tahtaya." Ayağa kalkıp tahtaya doğru adımladı Hakan. Kara tahtanın önünde durunca ise nefeslendi. Sınıf sessizleşmiş, kendinin şiiri okumasını bekliyorlardı. "Önce şiirini oku sonra yorumu yap." Başını salladı genç çocuk, Oya ile göz teması kurduğunda başka hiç kimseyi umursamadı. Bir kez olsun özgürce yaşamak istiyordu duygularını. "Biliyorum sana giden yollar kapalı Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni Ne kadar yakından ve arada uçurum İnsanlar, evler aramızda duvarlar gibi Uyandım uyandım hep seni düşündüm Yalnız seni, yalnız senin gözlerini Sen bayan nihayet, sen ölümüm kalımım Ben artık adam olmam bu derde düşeli Şimdiler de bir köpek gibi koşuyorum oradan oraya Yoksa gururlu bir kişiyim aslında inan ki Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki Tek yanlı aşk kişiyi nasıl da aptallaştırıyor Nasıl unutmuşum senin nasıl bir başkasını sevdiğini Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım Bu böyle pek kolay değil gerçi... Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya Bunun verdiği mutlulukta az değil ki Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi: Bir gece yarısı yazıyorum bu mektubu Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri." Hakan şiirini bitirdiğinde herkes onu alkışlarken Altay yumruğunu sıkmıştı. Onu görmezden gelmeye çalıştıkça Hakan rahat durmuyor, her defasında Oya'ya yürümeyi ihmal etmiyordu. Daha da kötüsü Oya'nın gözleri yine doluyordu. Sevdiği kızın Hakan için gözyaşı akıtmasına tahammül edemiyordu Altay. "Oya," dedi sesiz ama sinirli bir sesle. "Sakın ağlamayı aklından geçirme." "Ağlamıyorum," dese de gözünden düşen iki damla yaş yanağını ıslatmıştı bile. Altay'ın bakışları karşısında yutkunurken dudaklarını dişledi. Elinde değildi ki, Hakan için vicdan azabı çekiyordu. Birinin kendinin yüzünden acı çekmesi acıtıyordu canını. Kötü biriymiş gibi hissetmesine neden oluyordu. Suçlu olmadığını bilse de, yumuşak kalbi kaldıramıyordu işte Hakan'ın üzülmesini. Ne olurdu o da başkasını sevseydi, ne olurdu başka bir kıza gönül verseydi? Mutlu olurdu hem. Böyle kendi kendini kahretmek yerine çok mutlu olurdu. Yok muydu, kendinden vazgeçmesinin bir yolu? "Güzel okudun şiiri Hakan. Tebrik ederim seni şimdi yorumlayabilir misin şiiri?" Gözlerini Oya'dan çekmeden tane tane şiirin yorumunu yaptı delikanlı. Belki Cemal Süreya da kendi gibi çok sevmişti bir kadını ama o kadın da bir başkasını gönül vermişti. Bu kadar güzel sevmesine rağmen karşılık bulamamıştı hislerine. "Bu şiir Cemal Süreya'nın aşkının imkânsızlığını bize anlatmaya çalışıyor. Şair sevdasının karşılıksız olduğunu bilse de vazgeçemiyor sevdasından ama aynı zamanda gururlu bir aşk yaşadığını da söylüyor. Ayrıca sevdiği kadınla arasındaki yakınlığa rağmen asla aşkına ulaşamayacağının da bilincinde. Çarşamba günleri bu mektubu okuma diyor, çünkü Çarşamba haftanın sonu değil, başı değil, ortasıdır. Hafta ortasında alel acele okuma benim sana olan duygularımı diyor, gece yarısında yazdığım bu mektubu tane tane okuyacak kadar hatırım olsun sen de. Beni sevmesen de, duygularımı öyle ezip geçme. Aşkım o kadar büyük ki, seni o kadar güzel seviyorum ki... En azından bunu anla." İçinden geldiği gibi konuşurken Hakan bir an olsun çekmemişti Oya'nın gözlerinden gözlerini. O Ahu gözler değil miydi yüreği böyle pare pare eden? Koca alevlerin ortasına atan? Anlasın istiyordu Oya, görsün, bilsin onu ne kadar çok sevdiğini Altay'dan daha güzel sevdiğini. Vazgeçmemişti ki ondan, vazgeçemezdi, öylece unutamazdı ilk aşkını. Öfkesi git gide kabarsa da sakin kalmaya, olay çıkarmamaya çalışıyordu Altay ama Hakan sabrını fazlasıyla zorluyordu. Kaldı ki Oya da sessiz sessiz ağlıyordu yanında. Dayanamıyordu. Gerçekten Oya'nın, Hakan için ağlaması kendini çıldırtıyordu ki kendine engel olamadan ters bakışlarla sevgilisine baktı. "Eğer bir damla daha akarsa gözlerinden Hakan elimde kalır." "Canım yanıyor. Anlasana Altay, Hakan'ı üzmek canımı yakıyor." "Benim de senin Hakan için gözyaşı akıtman canımı yakıyor. Bu da umurunda mı?" Gözlerini kapadı genç kız, Hakan'ı sevdiği falan yoktu. Kalbi çoktan Altay'ı seçmişti. Yalnızca Hakan için vicdan azabı duyuyordu. İnsani bir duygu değil miydi bu? Neden Altay bunu ısrarla anlamıyordu. "Umurumda olmasa seni sever miydim? Oya derin derin bakışlarla gözlerine bakarken sessiz kaldı Altay. Kıyamıyordu o gözlere, o ceylan bakışlar sinirini öfkesini alıp götürüyordu. Boşuna sinirleniyordu hem, Hakan istediğini söylesindi Oya kendini seviyordu. Seviyordu tabii yoksa o gün kendine izin verir miydi hiç? "Hoca size bakıyor," diyerek önünde oturan ikiliyi belli belirsiz uyardı Asuman. Bu mevzuları konuşmanın zamanı değildi, nihayetinde derstelerdi. "Gençler aman deyim Meral Hoca öğrenmesin sizi, direkt velinizi çağırır benden demesi." Caner haklıydı, Meral Hoca fazlasıyla karşıydı okuldaki öğrencilerin sevgili olmalarına. Ona göre okul okuldu ve öğrenci de öğrenciliğini bilmeli, saçma sapan işlerle ilgilenmemeliydi. Eğer öyle bir şey duyacak, görecek olsun veliyi okula çağırır gerektiği gibi konuşurdu. Oya, Asu'nun yanında oturan Caner'in uyarısını dikkate alarak önüne döndüğünde ders kitabıyla ilgilenmeye koyuldu. Umuyordu ki, Meral hoca bir şey anlamamış olsun. Hakan'ı tebrik ederek onu yerine gönderdi genç öğretmen ardından diğerlerini sözlüye kaldırdı. Yirmi dakika sonra zil çaldığında Altay öfkesine yenilip Hakan'ın sırasına gitti. Bir elini masaya dayadı diğer elini Hakan'ın omzuna. Sadece uyaracaktı aslında, ayağını denk alması için. "Bir daha saçma sapan davranma yoksa elimden bir kaza çıkar haberin olsun." Alayla gülüp ayağa kalktı Hakan, sırasında oturan Oya ile göz teması kurdu. Nasıl da korku dolu bakıyordu ama Oya. Olacağı buydu işte, Altay'dan ancak bunlar beklenirdi. Aslında Altay iyi yapıyordu. Belki Oya kısa zamanda görürdü nasıl bir adamı sevdiğini. "Gerçekten böyle bir adamı mı seviyorsun Oya?" "Hakan..." "Evet, benim gibi adamı seviyor var mı bir diyeceğin?" "Seninle değil, Oya ile konuşuyorum." "Oya seninle konuşmak istemiyor ama." "Buna sen mi karar veriyorsun? Kıza şimdiden mi hükmediyorsun? Ama gerçi tam senden beklenilen davranışlar. Güya sevdiği kızı ancak senin gibi bir ayyaşın oğlu mal yerine koyar." Altay kendine hakim olamadan Hakan'ın yakasına yapışıp arkasında duran duvara yasladı onu. Sinirden dişlerini sıkarken kafa göz dalabilirdi Hakan'a. Oya çığlık atarak ikisinin yanına vardığında zor da olsa Altay'ı, Hakan'dan ayırmayı başardı. Tabii Sarp'la, Caner'de olaya hemen müdahil oldular. İyi ki Asu ile Feyza kantine gitmişti bir de onların bu görüntüye şahit olmasını istemezlerdi. Ayrıca yine iyi ki sınıf boştu, disiplinle uğraşmak hiçbirinin işine gelmezdi. Caner Altay'ı, Sarp Hakan'ı tutarken Oya ikisinin arasında onlara öfkeli gözlerle bakıyordu. Ki Altay yine susmuyor, Hakan'a ağzının payını veriyordu. "Ayyaşın oğlu olabilirim ama bir kızı mal yerine koyacak kadar şerefsiz değilim! Oya'yı üzeni üzerim! En başta da seni! Eğer bir daha bu kızın gözlerinden senin yüzünden bir damla yaş düşerse yemin ederim elimde kalırsın Hakan!" "Sen ne yapıyorsun peki? Sen beni böyle yaparak beni üzmüyor musun Altay?" diyerek Hakan'a cevap hakkı tanımadan ortaya atıldı Oya. Dolu dolu gözlerle Altay'a bakarken pişmanlık duyuyordu. Altay pişman ediyordu kendini. Kendi ona kalbini açmışken Altay niye saçma sapan davranıyordu? Yorulmuştu. Şimdiden sevmekten yorulmuştu. "Gör işte Oya nasıl bir adamı sevdiğini." "Hakan," dedi Sarp. Bu olay gerçekten hiç iyi yerlere gitmiyordu. Lakin Hakan duymadı arkadaşını aksine bedenini tutan kollarından kurtulmayı başardı. Oya'nın gözlerine bakarken onun kendine hak verdiğini görmek istiyordu. "Caner sen de bir bırak dağıtayım şunun ağzını burnunu!" "Sonra da disiplinlik olun. Oğlum siz kafayı mı yediniz? Oya'nın ailesi duysun mu istiyorsunuz illa? Hiç düşünmüyorsunuz şu kızı?" "Ben de insan sevdiğini düşünür sanmıştım Caner ama çok yanılmışım." Sözlerinin ardından sınıftan hızla çıktığında ağlamak istedi genç kız. Öyle kırgın, öyle üzgündü ki... Aşk gibi bir duyguyla on yedisinde yeni tanışmıştı ancak aşkın ne kadar can yakıcı olduğunu da tecrübe etmişti. Altay'ı seviyordu, çok seviyordu ama yoruyordu bu sevgi. Altay'ın sevgisi altında eziliyordu. Tüm bunlarla savaşmaya gücü yoktu, okumak için ailesinin karşısında durmaya çalışırken Altay yanında olmak yerine, istemeden de olsa acıtıyordu canını. Tamam kendini kıskanıyordu belki ama bu kıskançlık normal değildi. Seni üzeni üzerim derken en çok o üzüyordu kendini farkında değildi. Korkuyordu Oya, gelecekten, Altay'ın yapabileceklerinden ve daha nice şeyden... Oysa sevmek... Sevmek bu değildi. Sevgi iyileştirirdi, sarardı, sarmalardı, korurdu. Öyle olması gerekti ama niye olmuyordu? Niye sevmek kendinin canını bu denli yakıyordu? "Oya... Oya... Oya'm..." Ayakları hareket etmeyi bıraktığında istemsizce durdu genç kız. Güçsüzdü işte, Altay'a karşı çıkamayacak kadar güçsüz. Delikanlı bileğini tutunca mecburen ona doğru döndü. Gözleri nemli, yanakları ıslaktı. Dudaklarını ısırırken savunmasız, metanetsiz hissediyordu kendini. Keşke biraz olsun Asu gibi güçlü olup akıntıya karşı koyabilseydi. Hemen öyle yenilmeseydi duygularına. "Altay..." "Özür dilerim," diyerek genç kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı Altay. Yanaklarını okşarken gözlerine derin derin baktı. "Çok özür dilerim sevgilim. Seni çok incittim biliyorum ama... Ama seni çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki, dayanamıyorum bir başkası için ağlayıp üzülmene." "Beni en çok sen üzüyorsun farkında mısın?" "Oya..." "Sevme beni Altay. Eğer böyle kırıp dökeceksen sevme. Benim bunu kaldırabilecek gücüm yok çünkü." Başka bir şey demeden Altay'ın kolları arasından çıktığında nereye gideceğini bilmeden adımladı genç kız. Ailesi kendini yeterince kırıp döküyorken bir de Altay'ın böyle sevmesini istemiyordu. Eğer her defasında yıkıp geçecekse Altay, gerçekten sevmesindi daha iyiydi. O zaman parçalanan bir kalbi olmazdı en azından. Oya'nın ardından bakarken derin bir nefes aldı delikanlı. Öfkesini kontrol etmeyi en yakın zamanda öğrenmeliydi yoksa Oya'yı daha kazanmadan kaybedecekti. *** 2 Hafta sonra "Şimdi sen yarın ciddi ciddi açılacaksın demi Feyza'ya?" Caner'in sorusuna karşılık başını salladı Sarp. Bir yandan yeni henüz bir aylık olan yeğenini severken diğer yandan Feyza'ya nasıl açılacağını düşünüyordu. Daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu, Feyza'yı bu kadar çok severken içinde tutmak istemiyordu artık duygularını. Arkadaşları gibi cesur olup söyleyecekti sevdiği kıza hislerini. Seni seviyorum diyecekti Feyza'ya, sonrasında ne olacaksa olacaktı. Ya Feyza kendine karşılık verecek ya da bu iş başlamadan bitecekti. Ki, bu ihtimali düşünmeyi reddediyordu. Feyza'nın da kendine karşı duygularının olduğunu biliyordu çünkü. Hem iki gün sonra Hatayspor'un seçmeleri vardı. Belki... Belki hem Feyza'yı, hem seçmeleri kazanarak çifte sevinç yaşayabilirdi. "Nasıl yapacaksın, ne diyeceksin var mı aklında bir fikir?" "Yok," diyerek gözlerini kucağındaki Cem'den çekip karşısında duran Caner'e dikti. Gerçekten Feyza'ya yarın ne diyeceğini bilmiyordu. Akıl alabileceği tek kişi de Caner'di, o yüzden gecenin bir vakti evine çağırmıştı onu. Yoksa sabaha kadar düşünmekten uyuyamazdı. "Ne diyeceğimi, nasıl konuşacağımı hiç bilmiyorum Caner. Söylesene sen Asu'ya nasıl açıldın?" Sırıttı Caner, ayakta durmaktan vazgeçip yatağa, Sarp'ın yanına oturdu. Asu'ya açıldığı gün onunla yaşadıkları gözlerinin önünden geçip giderken gülümsemesi daha da büyüdü. Nasılı yoktu pat diye öpmüştü Asu'yu, hem de defalarca. "Bodoslama öptüm." "İyi hal ettin! Oğlum kızlar nahiftirler, güzel sözler duymak isterler öyle pat diye öpünce tokadı patlatırlar." "Asu yapmadı da, Feyza yapabilir onu cidden ama sen yine de şansını dene bence. Hep dediğim gibi, aşk cesaret ister." Omuzlarını kaldırıp indirdi delikanlı. Yapamazdı, öpemezdi Feyza'yı. Tokat yemekten korktuğu için değil, Feyza'yı incitmekten korktuğu için. "Kıyamam ki... Ben onu öpmeye bile kıyamam." İç geçirdi Caner, tamam Sarp çok ince düşünüyor, çok güzel seviyordu ama bazen gerçekten cesaret isterdi aşk. Mesele dokunup dokunmamak değildi, eğer Asu istemezse onu dokunmadan da severdi kendi fakat ikisinin de duyguları öyle coşkun, öyle deli doluydu ki, aralarındaki çekime karşı koyamıyorlardı. Bedenleri, kalplerinin emriyle hareket ediyor ve her defasında bir bütün olmak istiyorlardı. Şimdi de emindi Feyza ve Sarp'ta bunu istiyordu, gözlerinde aşk ateşi yanarken elbette sarılmak, dokunmak, öpüşmek hoşlarına gidecekti. Yalnızca cesaretleri yoktu ve hâlâ çekimser davranıyorlardı. Oysa iki yıldan beri birbirlerini nasıl sevdiklerini bilmeyen yoktu okulda. "Tamam madem öpmeye kıyamıyorsun o zaman geç karşısına, tut ellerini ben seni seviyorum kızım, de. Senin için ölüyorum, bitiyorum falan filan. Bu kadar basit oğlum ya, kasma kendini. Ne olacaksa olur zaten. Hem ben eminim Feyza senden bir adım bekliyor." "Ya öyle değilse Caner? Ya Feyza ters bir cevap verirse? "Kardeşim Feyza'nın seni nasıl sevdiğini sen görmüyor musun? Kızın gözleri her yerde seni arıyor ya. Sen bir gün okula gelme, Sarp nerede diye sorup duruyor bütün gün." Sessiz kalırken içindeki kötü hisleri umursamadı Sarp. Feyza'ya hislerini söyleyecekti söylemesine ancak gerçekten onun tepkisinden korkuyordu. Sanki ters bir şey olacakmış gibi hissediyordu. Yine de bu düşünceleri kafasından silip atarak Cem'i yatağa yatırıp cebinden telefonu çıkardı. Feyza'ya mesaj atması gerekiyordu, yarın okul çıkışı benimle buluşur musun, diye soracaktı. Hoş onu nereye götüreceğini de bilmiyordu ya. Telefonu elinde çevirip çevirip dururken yeniden arkadaşına baktı. "Ne yazayım?" "Naber ortak yarın kahveye gidelim mi, yaz." "Caner!" "E sorduğun soru mu yani? Ne yazayımmış! Sanki ben Feyza'ya âşığım. Ne bileyim yaz işte nasılsın falan, diye oradan da gir muhabbete. Yarın hava güzelmiş, dolaşım mı biraz, de. İkna et kızı bir şekilde." Normal zamanda olsa bu kadar çok acemice davranmazdı belki Sarp ama yarın duygularını itiraf edecekti sevdiği kıza. Bu yüzden de bocalıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Feyza'ya ilk iyi akşamlar, diye mesaj attı. Ardından yarın okuldan sonra bir işi olup olmadığını sordu. Feyza'nın yanıtlarına göre mesaj yazmaya devam ederken Cem ciyak ciyak ağlamaya başladı. Abisiyle, yengesi dışarıda olduğu için Cem'e bakmak kendine düşmüştü. Annesi de hastaydı çünkü. Tansiyon ve baş ağrısından ayakta duracak mecali yoktu. Kendi ise bebek bakma konusunda bilgisizdi. Cem böyle ağlarken onu nasıl susturabilirdi? "Oğlum bir dur," diyerek Cem'i kucağına aldı Caner. Ne istiyordu şimdi bu sıpa? Karnı tok, altı temizdi daha ne derdi vardı? "Şurada sana yenge ayarlıyoruz sen ciyak ciyak ağlıyorsun. Amcanın mürvetini görmek istemiyor musun yoksa?" Güldü Sarp, daha ortada hiçbir şey yokken el kadar bebeğe yengeden, mürvetten bahsediyordu. Bazen nasıl bir arkadaşa sahip olduğunu kendi de anlamıyordu ama yine de biliyordu ki, Caner gibi bir dostu olduğu için şanslıydı. Her koşulda yanındaydı ne de olsa. İlerleyen saatlerde Caner evine gittiğinde Sarp heyecanından yerinde duramıyordu. Bir oraya bir buraya yürüyüp provalar yapıyor, Feyza'ya söyleyeceği sözleri kafasında toparlamaya çalışıyordu. İçi içine sığınmıyor, aksi bir şey olmaması için dualar ediyordu. Saat muhtemelen gece yarısını geçiyordu ancak kendini bir türlü uyku tutmuyordu. Yatağa uzanmış, durmadan dönerken sabah olmasını dört gözle bekliyor aynı zamanda acabalarla, şüphelerle boğuşuyordu. Nihayet sabah olduğunda ise formasını giyip okula gitti delikanlı. Bu sefer de çıkış saatini beklemesi gerekiyordu ki, mecburen bekleyecekti. Saatler Sarp için oldukça yavaş ilerlerken nihayet çaldı çıkış zili. Herkes eve gitmek üzere hazırlanırken Asu'yla, Caner, Oya ile Altay baş başa vakit geçirmek istediler. İki hafta boyunca çok uğraşmış ve sonunda yeniden Oya'nın gönlünü kazabilmişti Altay. Genç kız sevgilisinin burnunun iyice sürttüğüne emin olunca bir şans daha vermişti ona ve Altay, o şansı bu kez iyi değerlendirmekte kararlıydı. Oya'yı incitecek tek bir hareket bile yapmayacaktı artık. Onu kaybetmeye dayanamazdı çünkü. Asu ve Caner gibi öyle rahatça dolaşamazdı Altay'la, Oya, bu yüzden lisenin arka bahçesine geçip doya doya aşk yaşadılar. Etrafta kimsenin olmadığına emin olunca uzun uzun öptü delikanlı, sevdiği kızı. Eskisi kadar çekimser değildi Oya, Altay ile bir şeyler yaşamak hoşuna gidiyordu. Ona kalbinin kapılarını açmışken dudaklarını da seve seve sunuyordu. Onlardan geri kalır yanı yoktu Caner'le, Asu'nun. Asu'yu bahçenin diğer ucuna çekmiş aşkla dudaklarını öpüyordu Caner. Genç kız ise ona fazlasıyla izin veriyor, o dursa kendi devam ediyordu. İkisi için de bir bağımlılık olmuştu sanki bu. Dudakları her defasında istemsizce birbirine çekiliyor, kendileri ise dudaklarının emrine seve seve uyuyordu. Arkadaşlarının yaşadığı aşk fırtınalarından habersiz Feyza'yı okulun dışında bekliyordu Sarp. Son dakika da edebiyat hocası Feyza'yı bir iş yanına çağırmıştı ve on dakika geçmesine rağmen gelmemişti Feyza. Sabır diliyordu delikanlı, o kadar zaman boyunca beklemişti galiba birkaç dakika daha bekleyebilirdi. Nihayet Feyza yanına geldiğinde derin bir nefes aldı. Söze nereden, nasıl başlayacağını gerçekten bilmiyordu. "Seni dinliyorum," dedi Feyza. Sarp kendiyle bir şey konuşacağını söylemişti ve kendi de onun diyeceklerini deli gibi merak ediyordu. Aynı zamanda nedendir bilinmez kalbi çarpıyordu. "Feyza... Feyza... Ben... Ben sana bir şey söylemek istiyorum." "Evet?" "Ben," diyerek bir adım daha yaklaştı Sarp, genç kıza. Ela gözlere bakarken kelimeleri kafasında toparlamaya, cümle kurmaya çalışıyordu ama nafile dilinden dökülmüyordu sözcükler bir türlü. Cesaretini toplayarak genç kızın ellerini tuttuğunda gözlerine odakladı yeniden bakışlarını. Feyza ise kalbinin yerinden çıkacağını sandı. Defalarca yutkunurken tek düşündüğü Sarp'ın itirafından sonra ne diyeceği idi. Aptal değildi, elbette ki Sarp'ın ne diyeceğini anlamıştı lakin buna hazır mıydı, bilmiyordu. "Feyza ben..." "Sarp!" diye bağıran bir öğrenci onun konuşmasını engelledi fakat. Genç çocuk Sarp'ın yanına vardığında Feyza hızla ellerini çekti Sarp'ın ellerinden. Sarp ise şansına lanetler okudu. Şimdi bu çocuk kendinden ne istiyordu? "Yiğit hoca seni çağırıyor. Seçmelerle ilgili konuşacakları varmış seninle." Bir insanın hiç mi şansı yaver gitmezdi? Tamam Yiğit hoca yarın için kendiyle konuşmak hatta kendine destek olmak istiyordu ama şimdi bunun zamanı değildi ki. Yine de el mahkum Yiğit hocanın yanına gideceğini biliyordu. "Sen git, belli ki önemli bir şey diyecek Yiğit Hoca." "Tamam ama bekle beni hemen geri geleceğim. Benim de sana diyeceklerim önemli çünkü." Başını usulca salladı Feyza, bekleyecekti. Kaçıp gitmeyecek, Sarp'ın duygularını dinleyecekti. Gerçekten kendine karşı ne hissettiğini bilmek o kadar da kötü olmazdı nitekim. Hem... Hem kendinin de duyguları vardı Sarp'a karşı. Kabul ediyordu artık bunu, ne kadar yok saymaya çalışırsa çalışsın duygularının farkındaydı. Sarp'ı seviyordu. Başka bir söze, açıklamaya gerek yoktu. Yüreğinde hissettiği duygu buydu ama Sarp'la gerçekten bir şeyler yaşamaya cesareti var mıydı, bilmiyordu. Sarp geri okula girdiğinde Feyza üşüdüğü için kollarını birbirine doladı. Bugün fazla mı sessizdi lisenin önü? Aslında okul o kadar büyüktü ki, iki farklı tarafı vardı. Caddeye bakan ucu oldukça işlek iken, caddenin arka tarafına bakan ucu fazlasıyla sessizdi ve bu bazen gerçekten korkutucu oluyordu. Ya da Feyza deminden beri siyah camlı bir arabanın kendine birkaç adımlık mesafede durmasından rahatsızlık duyuyordu. Sarp'ın gelmesini sabırsızlıkla beklerken siyah camlı arabadan inen adamları gördü. Onlara aldırış etmeden gözleriyle okul kapısına baktı. Nerede kalmıştı Sarp? Uzun uzun Ethem Ataman'ın kızına bakarken doğru zamanının geldiğini anladı Erdal. Madem Ethem o çok istediği ihaleden çekilmiyordu o zaman kendi de onun biricik kızını misafir ederdi. Bir baba için önemli olamazdı netice ihale evladından. Güzellikle uyarmıştı onu aslında ama Ethem kendi bildiğini okumakta ısrarcı olmuş, kendine de başka çare bırakmamıştı. Şimdi boşa tehdit etmeyeceğini anlayacaktı Ethem Bey. Adamlarına başıyla işaret verdiğinde ikisi de aynı anda harekete geçti ve o andan sonra her şey saniyeler içinde yaşandı. Feyza ağzına kapanan bir el hissettiğinde çaresizce çırpındı. Biri arkasından kendini sarpa sarmış sürüklüyordu. Adamın kollarından kurtulmak için çırpınırken nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde sağ ayağını kaldırıp adama tekme atmayı başardı. Bu sayede de serbest kaldı ki, hemen diğer adam kendini tutmak üzere harekete geçti. Başarılı da oldu. Genç kızı diğerine göre daha güçlü bir şekilde kollarıyla sararken Sarp'ın çığlığı dört bir yanda yankılandı. "Feyza!" Delikanlıyı gören adamlar arabadaki patronlarına baktılar, Erdal Bey ise ondan kurtulmalarını niye baş hareketleriyle anlattı. Ayağının altına dolanacak bir bela istemiyordu çünkü. Hemen de haklarlardı zaten bu çocuğu. "Bırakın lan kızı!" "Birisi kahramancılık oynamak istiyor anlaşılan." "O zaman kimle dans ettiğini bilsin delikanlı," diyerek cebinden bıçağı çıkardı Ayhan. Sarp ise korkmadı, hiçbir şey ama hiçbir şey Feyza'dan daha değerli olamazdı. Kendi canı bile. Ayhan, delikanlıyla arasındaki mesafeyi hızla kapadığında Feyza Sarp'ın adını söyleyerek defalarca çığlık attı. Sarp bir an ne yapacağını bilemedi, öylece olduğu yerde kalırken yine her şey dakikalar içinde gerçekleşti. Sarp'la, Feyza'nın çığlıklarını duymuştu Caner ve ışık hızıyla da buraya ışınlanmıştı. Ne olduğunu bilmese de kendini ortaya atmaktan hiç çekinmedi. Hızlıca Sarp'ın önüne geçerek Ayhan'ın bıçak tutan elini ani bir cesaretle kavrayıp o eli tersine çevirerek bıçağın yere düşmesini sağladı. Ardından adamın yakasına yapışıp ona kafa attı. Asu'nun çığlıklarını duysa da, umursamadı. Böyle bir durumda eli armut toplayacak değildi. "Caner!" diye bağıran Sarp oldu bu defa. Diğer adam da cebinden bıçağı çıkarmış ona doğru geliyordu çünkü. Sarp, adamın arkadaşına yaklaşmasına izin vermeden cesaretini toplayıp adamın kolunu yapışıp kolunu havaya kaldırdı. Bıçak yere düşünce karnına tekmeyi geçirdi. Ama adamların durmaya niyeti yoktu. Feyza'yı almadan gitmeyeceklerdi. Sarp'la sırt sırta geldiğinde nefes nefeseydi Caner. Burada neler olduğunu biri kendine anlatsan fena olmazdı. "Bunlar kim?" "Bilmiyorum Feyza'yı zorla götürüyorlardı. "Canları sıkılmış belli, biz de sıkıntılarını giderelim." Şu durumda bile Caner'in söylediği lafa şaşırmadı Sarp. Caner buydu çünkü, en kötü olayda bile gülmeyi bilen insan. Adamlar toparlanıp Sarp'la, Caner'e doğru yürüdüklerinde iki arkadaş dövüşe hazırdı ki, Erdal olup biteni izlerken arabadaki diğer iki adamına emir verdi. "Kurtulun şunlardan." Adamlar patronlarının sözü üzerine arabadan indiğinde Caner, Asu'ya gözlerini çevirdi. Ona bir şey olmasına asla dayanamazdı. Asu'yu kaybetme korkusu yüreğini ele geçirirken "Git buradan!" diye bağırdı. "Asla! Sizi bırakıp hiçbir yere gitmem!" "Feyza'yı da al git Asu!" dedi Sarp. Arkadaşı gibi o da korkuyordu sevdiği kıza zarar gelmesinden. Adamlar etrafında çember oluşturduğunda bu işten nasıl kurtulacaklarını kara kara düşündü. Fakat tam o anda yanlarına gelen iki kişi daha vardı. "Ayıp oluyor ama beyler beni partiye davet etmemek." Sırıttı Caner, Altay da az manyak değildi hani. "İstediğin parti olsun kardeşim." Adamlar, onların üstüne yürürken üçü de dövüşe hazırdı ki, ilk hamle Ayhan'la, Yaman'dan geldi. İkisi de Caner'e saldırırken Sertaç, Sarp'ın karnına yumruk attı. Sarsıldı delikanlı lakin düşmedi. Kendini toplamaya çalışırken Sertaç arkadan Sarp'a tekme attığında bu defa dengesini sağlayamayıp yere düştü delikanlı. Orhan ise bundan istifade ederek yerdeki bıçaktan birini alıp hiç acımadan Sarp'ın bacağına sapladı. Bacağında sıcak bir ıslaklık hissedince bıçaklandığını anladı Sarp. Canının acısına dayanmaya çalışarak ayağa kalkmak için çabalıyordu ki, karşısındaki adam, elindeki bıçağı diğer bacağına iki defa daha sapladı. Sonuç olarak Sarp sağ bacağından iki, sol bacağından bir defa bıçaklandı. Feyza çığlık çığlığa bağırırken Altay hızla Sarp'ın önüne geçip Orhan'ın karnına tekme attı lakin Orhan durmadı, Altay'a hamle yaptığı sırada Sertaç ondan önce davrandı. Altay'ın sırtına doğru tekme atacağı an, biri yüzüne yumruk geçirdi. Daha ne olduğunu anlamadan bir daha yumruk daha yiyerek kendini yerde buldu Sertaç. Altay, Orhan'ı yumruklarıyla yere düşürdüğünde başını geriye çevirdi ve Hakan'ı gördü. Cidden o mu engellemişti sırtına alacağı darbeyi? "Arkanı kollasan iyi edersin." "Eyvallah." Ayhan'la, Yaman'ı indirmeyi başardığında hızlıca yerde iki büklüm olan Sarp'a baktı Caner. Kan içindeydi delikanlının iki bacağı da. Feyza ise onun yanına çökmüş ne yapacağını bilmez bir halde ağlıyordu. Sarp'ı böyle kanlar içinde görmek öyle çok canını yakıyordu ki... Üstelik... Üstelik Sarp kendinin yüzünden bu haldeydi. Sarp hissettiği acıya dayanmaya çalışırken Feyza'nın kesik kesik konuşmalarını duyuyor ancak ona bir cevap veremiyordu. "Dayan!" diye bağırdı Caner. "Ne olur dayan kardeşim!" "Caner!" diye bağırdı Asu, Ayhan'ın toparlanıp eline geçen taşla ona doğru yürüdüğünü görünce. Ama çok geçti, Caner fark etmedi onu ve Asu hızla Caner'in önüne atılıp adamın bileğine çelme takarak onun yere kapaklanmasını sağladı. Ayhan yüz üstü, ayaklarının dibine düşünce Caner sevgilisine çevirdi gözlerini. Hoşuna gitmişti bu, itiraf etmesi gerekirse. "İşte benim sevgilim." Hakan'la, Altay, Sarp'la, Feyza'nın önünü kapatmış, onları korumaya çalışıyorlardı ki, bir an sırt sırta geldiler. Adamlarla dövüşürken Oya herhangi bir şey aradı, öylece durup izleyemezdi her şeyi. Kendi de bir şey yapmalıydı. Yerdeki büyük taşı eline almayı başardığında Orhan'ı hedef alarak taşı bir dakika bile düşünmeden fırlattı. Taş, Orhan'ın başına isabet ettiğinde dengesini kaybetti genç adam ve Altay'ın yüzüne geçirdiği yumrukla yere serildi. Hakan diğer adamı hakladığında işleri bitmişti. Üstleri başları dağılmış olsa bile beladan kurtulmuşlardı. En azından Hakan öyle sanıyor ancak yanılıyordu. Asu da, Sarp'ın yanına çöktüğünde elini omzuna dayadı. Çok kan kaybediyordu Sarp, bir an önce müdahale edilmesi gerekiyordu ona. O yüzden yere düşen çantasına ulaşmayı başarıp telefonu çantanın içinden çıkardı. Ambulansı arayıp durumu anlatırken Sarp'a bir şey olmaması için dua ediyordu. Ki, bir an başını çevirdiğinde Caner'in kendilerine doğru geldiğini gördü fakat daha kötüsü hemen arkasında elinde demir sopalı Yaman'ın durmasıydı. O demir sopayı nereden bulmuştu bu adam? Korkuyla "Caner!" diye bağırsa da çok geçti. Demir sopa Caner'in ensesine inmişti bile. Başı döndü, gözleri karardı, dengesini kaybederken yere düştü delikanlı. Asu ise çığlıklar atarak onun yanına koştu. Altay hızla adamın yüzüne yumruk geçirdiğinde sendeledi Yaman. Yere düşeceğini sanarken kendini tutan Hakan oldu. Evet, Altay'ın pasladığı adamı yakasından kavrayarak ona kafa attı Hakan. Böylelikle onun da işi bitmiş oldu. Bakışarak anlaştıklarında etraflarını kontrol ettiler. Yüzleri, elleri kan içinde kalsa da, üstleri başları parçalansa da başarmışlardı belanın hakkından gelmeyi. Hızla Caner'in yanına koştuklarında arkadaşlarının hareketsiz yerde yattığını gördüler. Caner'in başı, Asu kucağındaydı ve genç kız hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Başı kanıyordu sevgilisinin öyle ki, ensesine yerleştirdiği elleri de kan içindeydi. Korku yüreğini öyle bir sarmıştı ki, nefes alamıyordu. Caner'e bir şey olursa nasıl dayanırdı buna? "Başı kanıyor! Başı çok kanıyor!" "Sarp'ta iyi değil, bilincini kaybediyor!" Feyza çığlık çığlığa ağlamaya devam ederken, Sarp'ın yüzünde ellerini gezdiriyor, bir şey demesi, kendiyle konuşması için yalvarıyordu. "Sarp," dedi acı acı. "Bırakma kendini, ne olur bırakma kendini." Belli belirsiz ses çıkardı delikanlı, acıya dayanmak gittikçe zorlaşıyor, Feyza'ya bakacak mecali bile kendinde bulamıyordu. "Geçecek," dedi Oya, Sarp'ın yanına çöktüğünde. "Dayan Sarp geçecek. Asu ambulansı aradı, birazdan gelir." Altay, Asu'nun yanına çöktüğünde elini genç kızın omzuna dayadı. Sarp'la, Caner böyle bir halde iken hiçbir şey yapamamak öyle zordu ki. Kahretsin ki, hiçbirinin elinden bir şey gelmiyordu. "Şşşşt koyar mı Caner'e öyle bir sopa?" "Görmüyor musun? Başı çok kanıyor Altay!" Darmadağındı Asu, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş, üstü başı Caner'in kanına bulanmıştı. Kendi ise hiçbir şey yapamadan çaresizce ağlıyordu. Delikanlının dalgalı saçlarında elini gezdirdiğine "Caner," dedi zorlukla. "Sana bir şey olmasın. Ne olur sana bir şey olmasın sevgilim." Korku dolu dakikaların ardından nihayet ambulans geldiğinde Sarp'la, Caner'e ilk müdahaleler yapıldı. Tabii polis arabalarının sesi de yankılandı etrafta. Erdal ise çoktan çekip gitmişti. Polislerle uğraşacak hali yoktu elbette. Dört salak adamı, bir grup lise bebesinin hakkından gelememişti. İnşallah hepsi ölürdü de, kendi açığa çıkmazdı. Feyza, Hakan'ın, Asu, Altay'ın kolları arasında ağlayıp dururken tek istekleri sevdiklerine bir şey olmamasıydı. Buna ikisi de dayanamazdı. Yapılan müdahalelerin ardından ikisi de hastaneye sevk edildiğinde diğerleri de ambulansın peşinden gitti. Arkadaşlarını tabii ki yalnız bırakmayacaklardı. Zorlu geçen saatlerin ardından polisler gençlerin ifadesini almış, onların ailelerine haber vermişlerdi. Feyza'yı kimin niye kaçırmak istediklerini elbette ki bulacaklardı. Bu işin peşini kolay kolay bırakmak yoktu. Saatler sonra kendine geldiğinde, bir hastane odasında gözlerini açtığını fark etti Caner. Yatakta doğrulurken daha neler olduğunu anlamamıştı ki, Asu hızla boynuna atılıp sıkı sıkı sarıldı kendine. "Şükürler olsun," dedi genç kız. Bir şey olmamıştı ya, ona daha ne isterdi? "Senin için nasıl korktuğumu anlatamam." "İyiyim ben," diyerek elini ensesine götürdü delikanlı. Canı hâlâ biraz yanıyordu ki, eline gelen dikişleri fark etti. "Üç dikiş atıldı başına, kötü bir darbe almışsın ama neyse ki beynine zarar vermemiş aldığın darbe." Asu'nun açıklaması üzerine Caner her şeyi idrak ettiğinde "Sarp," dedi. "Sarp nasıl?" "İyiyim kardeşim." Başını yana çevirdiğinde arkadaşını sağ salim gördü Caner. Hemen yan yatakta uzanmış, her zaman ki gibi içtenlikle gülümsüyordu yalnızca bacakları sarılıydı. Ki, yine de nefes aldığına şükürdü. Eğer Sarp'a bir şey olsaydı buna dayanamazdı. Can kardeşi için ne kadar korktuğunu bir kendi bilirdi. Feyza'ya aşkını itiraf edecekken neler gelmişti başına. "Ben anlamıyorum kim niye Feyza'yı kaçırmak istedi?" diye sordu Altay. Evet düşündüğü buydu, kim Feyza'dan ne istemiş olabilirdi? Daha fazla bu konuşmanın acı vereceğini biliyordu Oya. Ne olmuşsa olmuştu, daha fazla konuşulmaması gerekti. "Bu konuyu kapatalım mı artık?" "Hakan nerede?" diye sordu Caner. Bir o yoktu çünkü aralarında. "Ailesi geldi, birlikte eve gittiler. Bizimkiler de yoldadır." Sarp'ın sözleri üzerine sıkıntıyla iç geçirdi Feyza. Asıl birazdan olan olacaktı. Sarp'ın ailesi yaygara koparacak, kendinin ailesi de onlardan geri durmayarak olay çıkaracaktı. Bu kadar şeyin üzerinde bir de onların kavgasını kaldırabilecek gücü yoktu. Yine de her şeye inat yatağa oturup Sarp'ın elini içtenlikle tuttu. Onu bu hale getirdiği için kendini asla affetmeyecekti. "Gerçekten iyi misin? Ağrın sızın var mı?" "Sen yanımda olunca ben kötü olmam ki." Gözlerini kaçırıp dudaklarını ısırdı Feyza, herkesin kıkırdadığını duyunca ise yanakları kızardı. Gülecek ne vardı şimdi? Asu'nun yanağını avcunun içine aldığında o mavi gözlere derin derin baktı Caner. Nasıl da korkmuştu Asu, kendi için. "Beni bu kadar çok mu seviyorsun harbiden?" "Sana bir şey olsaydı ben kahrolurdum Caner." Güçsüz sesine ve gözlerinden akan yaşlara engel olamadı Asu. Cidden Caner anlamamış mıydı bu kadar zaman sevgisinin ne kadar büyük olduğunu? Delikanlının parmakları gözyaşlarını silerken gözlerini kapadı genç kız. Eriyordu, Caner'in bir dokunuşuyla mum gibi eriyordu. "Ben de. Orada sana bir şey olsaydı inan ben de dayanmazdım Asu." Belli belirsiz gülümsedi genç kız, Caner dudaklarına yaklaşınca geri çekilmedi. Bu öpücüğe ihtiyacı vardı çünkü fakat Altay'ın araya girmesiyle istediğini alamadı ikisi de. "Hop hop yavaş gençler, biz de buradayız." Caner ona ölümcül bakışlar atarken Altay otuz iki diş sırıttı. Onlarla uğraşmayı nedensizce seviyordu. O sırada doktor odaya girdiğinde Asu ve Feyza toparlanarak ayağa kalktılar. Doktor henüz açıklamasını tam olarak yapmamıştı. "Senin durumun iyi delikanlı, başın yarılmış ama aldığın darbe beynine zarar vermemiş. Üç dikiş attık birkaç hafta sonra onları aldırman gerekiyor yalnızca." "Ya Sarp?" diye atıldı Feyza. "Sarp'ın durumu nasıl doktor bey?" Elindeki kağıtlara bakarken umutsuzca iç geçirdi doktor. Genç çocuğunun durumu pek iç açıcı değildi ne yazık ki. "Sol bacağında kas yırtılması var, sağ bacağında ise tam kopmaya varan yaralanma. Korkarım ki, cerrahi müdahale gerekebilir." "Basket," dedi Asu aklına gelen ile. Sarp'ın yarın seçmeleri vardı ve Sarp seçmelere katılamayacaktı ama belki zamanla yeniden basket oynayabilir ve yeniden seçmelere katılabilirdi demi? "Sarp basket oynuyordu, hatta yarın seçmeleri var. Biraz zaman geçtikten sonra devam edebilir değil mi?" Başını iki yana salladı doktor, genç bir çocuğun hayallerinin çalındığını söylemek o kadar kolay değildi. Ama maalesef ki, Sarp bir daha basket oynayamazdı. Yapılacak olan cerrahi müdahalelere rağmen mümkün değildi baskete devam etmesi. "Üzgünüm... Senin için gerçekten üzgünüm delikanlı ama bu durumda ne yazık ki spor hayatına devam etmen imkânsız." Duyduğu sözlerle öylece kaldı Sarp. Defalarca yutkunup idrak etmeye çalıştı doktorun söylediklerini. Bugün Feyza'ya açılmayı, yarın seçmeleri kazanmayı düşünürken hayalleri yerle yeksan olmuştu. Ne sanıyordu ki sahiden? Büyük bir basketçi olacağını mı? Hayata eksiyle başlamışken böyle bir şansı olur muydu hiç? Kaybetmeye mâhkumdu kendi. Ne kadar inanırsa inansın, çabalarsa çabalasın hayat kendine istediklerini vermeyecekti. Gözlerini Feyza'ya çevirdi. Tek bir şey diledi o an. Feyza'yı kaybetmemeyi. Bir o kalmıştı elinde çünkü ve onu da kaybederse tutunacak hiçbir dalı kalmazdı. Fakat yine de içten içe hissediyordu ki, basket gibi Feyza'yı da kaybedecekti. Feyza hayaliydi zira, hayallerin gerçek olmayacağını ise yine çok acı bir şekilde tecrübe etmişti. |
0% |