Yeni Üyelik
41.
Bölüm

38. Bölüm Yaralı Kuşlar

@petekayla

Asu ve Caner sevgili olmadan birkaç ay önce...

"Hadi ama Asu sadece bir kahve... Çok mu şey istiyoruz be güzelim?"

Cenk'i duymaksızın okul kapısına doğru adımlarken daha ne kadar sabır dileyeceğini bilmiyordu Asu. İki yıldır hiç mi yoktan anlamazdı bir insan? Anlamıyordu ama işte Cenk. Defalarca hayır demesine rağmen inatla peşinde dolanmaya devam ediyordu. Kendini sevdiğinden değil, hırs yaptığından. Evet, Cenk kendini elde edemeyince hırs yapmış, yapmaya da devam ediyordu. Yüz vermedikçe daha da azıtıyordu. İstediği kadar azıtsındı, onun gibi birinin egosunu tatmin edecek, bir erkeğin elinde oyuncak olacak değildi kendi. Cenk ne kadar peşinde koşarsa koşsun her hâlükârda avucunu yalardı.

"İsteğin reddedildi."

"Asu bak..." diyerek genç kızın bileğini tutmuştu ki Cenk, Asu hızla bileğini çekip ona doğru döndü. Çatık kaşlarıyla kendini bir halt sanan adama bakarken dik duruşundan ödün vermedi.

"Bir daha bana dokunacak olursan seni mahvederim!"

"Sen beni hep yanlış anlıyorsun ama. Benim kötü bir niyetim yok ki, ben... Ben senden hoşlanıyorum Asu. Çok hoşlanıyorum. Ne olur bana bir şans versen?"

"Avucunu yalarsın."

"Asu..."

"Asuman. Bana Asu deme hakkını vermiyorum sana."

Bir adım atıp Asu ile arasındaki mesafeyi kapadı Cenk. Okul çıkış saati olduğu için öğrenciler okuldan çıkıyordu, etraf kalabalık olduğundan kendilerini fark eden yoktu.

"Ben bu hakkı sen vermeden alıyorum güzelim."

"Hangi cüretle?"

Alayla sırıttı Cenk, çekinmeden elini kaldırıp genç kızın saçlarını parmaklarını doladı. Deli gibi istiyordu onu elde etmeyi. Vahşi kızdı Asu, tam dişine göreydi, dişi kaplandı. Kendi de o dişi kaplana sahip olmadan durmayacaktı. Bir şekilde... Bir şekilde kazanacaktı Asu'yu. Kazanacak ve eril egosunu tatmin edecekti.

"Gelecekteki sevgilin olma cüretiyle."

Tam bir şey diyecekti ki Asu, Caner'in sesini duydu. İkisi görür görmez "Cenk!" diye yeri göğü inletecek bir şekilde bağırdı delikanlı. Hızla yanlarına vardığında Cenk'i, Asu'dan uzaklaştırıp yakasına yapıştı. Çakmak çakmak bakan yeşil gözleri sinirden köpürdüğünün işaretiydi. Asu'nun peşinde dolaşması çıldırtıyordu kendini. Bir gün gerçekten elinde kalacaktı Cenk.

"Sana bu kızdan uzak duracaksın demedim mi lan?!"

"Caner..."

"Karışma Asu!"

"Caner tamam sorun yok. Ben arkadaşa ağzının payını veriyordum zaten."

Biraz olsun genç kızın sesiyle yumuşadı delikanlı, ellerini indirdiğinde omzunun üstünden ona bakarken öfkesinin dindiğini hissediyordu. O deniz gözler alıp götürüyordu bütün sinirini. O gözler de nasıl bir sihir saklıydı ki, kendini anında bambaşka bir evrene ışınlıyordu?

"Gördüğün gibi biz Asu'yla çok güzel anlaşıyoruz. O yüzden şimdi sen aradan çekil."

Cenk'in sözlerini duyar duymaz yeniden karşısındaki adamın yakasına yapıştı Caner. Okulun duvarına onu yasladığında Asu çığlık attı. Caner'in yine kendi yüzünden bir kavgaya karışmasını istemiyordu. Hem gerçekten birinin korumasına ihtiyacı yoktu, kendi işini kendi görebilirdi. Zaten Caner neden fazlasıyla müdahil oluyordu bu meseleye? Onu ilgilendiren bir mevzu yoktu sonuçta ortada.

"Sana son kez söylüyorum Cenk! Asu'dan uzak duracaksın!"

"Durmazsam ne yaparsın?"

"Ağzını yüzünü dağıtırım o olur!"

"Tamam... Tamam sakin," diyerek ellerini havaya kaldırdı Cenk. Alayla gülerken başıyla yanlarına gelen Asaf Bey'i işaret etti. Elbette Asu'nun babasının yanında olay çıkaracak değildi. Hem aklına gelen daha eğlenceli bir fikir vardı. Asu gitsin Caner'le erkek erkeğe konuşacaktı.

"Asaf Bey bence seni böyle saldırgan görmesin."

Cenk'in ne demek istediğini anlamamıştı ki, yaşlı adamın "Asuman," diyen sesini duydu Caner. Duyar duymaz da ellerini indirdi. Asu'nun babası tarafından o halde görünmek gerçekten hiç olmamıştı. Fakat suçlu kendi değildi, iki yıldır Asu'nun peşini bırakmayan Cenk'ti ama bunu Asaf Bey'e şu an açıklamak pek mümkün görünmüyordu. Ve kahretsin ki kendi Cenk'e saldırmış gibi olmuştu şimdi.

"Baba," dedi genç kız ürkekçe. Asaf Bey'in gözlerine bakarken ona durumu nasıl açıklayacağını düşünüyordu.

"Ne oluyor burada kızım?"

Gözlerini iki delikanlıda gezdirirken içinde pek iyi hisler dolaşmıyordu. Anlamıştı yaşlı adam, kızı bazı olaylara çok fena karışmıştı. Caner'i tanıyordu aslında, birkaç defa onu kızının yanında görmüştü. Belki kız babası olduğundan yine hissetmişti bir şeyleri. Ne yalan söylesin pek gözü tutmamıştı genç çocuğu. Şimdi ise mahcup bir şekilde karşısında duruyordu Caner. Başı öne eğikti, tıpkı bir suçlu gibi.

"Bir şey yok olduğu efendim biz arkadaşla şakalaşıyorduk sadece."

Şaşkınca Cenk'e baktı Caner. Asaf Bey'e, Asu'yu rahatsız edenin kendi olduğunu söyleyebilir, eline geçen bu fırsatı kahramancılık oynamak için kullanabilirdi Cenk. Fakat böyle yapmak yerine neden şimdi durumu kurtarma çabasına girmişti?

"Öyle," dedi Asu aniden. Belki istese babasına her şeyi açıklayabilir, Cenk'in kendini rahatsız ettiğini söyleyebilirdi ancak iki yıldır olduğu gibi o gün de söylemedi Cenk tarafından taciz edildiğini. Nedensizce bu olayı saklamak istedi. Belki saklamasaydı her şey onun için çok daha farklı olurdu.

"Arkadaşlar kendi arasında şaka yapıyor işte. Neyse biz gidelim mi babacım? Annem evde bizi bekliyordur."

Her ne kadar kızının söylediklerine inanmasa da başını salladı Asaf Bey. Gereksiz yere hır gür çıkaracak değildi ancak gözü bundan sonra karşısında duran iki delikanlı idi. Biri kızını üzerse gözünün yaşına bakmaz onu cayır cayır yakardı. Şu dünyada gözümün bebeği dediği bir tanecik kızı vardı ve kızının saçının teline zarar gelse kıyametler koparırdı. Hiçbir şey ama hiçbir şey Asuman'dan daha değerli olamazdı kendi için. O yüzden karşısındaki çocuklar ayaklarını denk almalılardı. Dili bir şey söylemese de bakışları âdeta tehdit ediyordu hem Cenk'i, hem Caner'i.

Babasıyla okuldan uzaklaştığında Asu, geride kalan iki adamın da bakışları onun üzerinde geziyordu. Genç kızın bindiği araba tozu dumana katarak gözden kaybolduğunda ise birbirlerine öfkeli bakışlarla bakmayı sürdürdü iki genç. En sonunda Caner yere attığı çantasını alıp geri omzuna taktığında bir kez daha çakmak çakmak olmuş yeşil gözlerini Cenk'e dikti, parmağını tehditkâr bir biçimde salladı.

"Asu'dan uzak dur! Bu sana son uyarım!"

Caner başka bir şey demeden arkasını dönüp birkaç adım atmıştı ki ,Cenk onu durdurmayı başardı. Asu'yu elde etmeyi istediği kadar, Caner'in kaybettiğini de görmek istiyordu.

"İstediğin kadar kendini parçala ama sen Asu'yu asla tavlayamazsın koçum."

Sakindi... Sakindi Caner. Sakin kalmaya çalışıyordu, hayır morarmış bir yüzle eve giderek yine annesini telaşa sokamazdı. Biliyordu eğer şimdi Cenk'e kafa göz dalarsa Cenk'te karşılıksız bırakmayacaktı kendini. Dayak yemekten korkusu yoktu ancak annesini korkutmak istemiyordu. O yüzden duyduğu sözlere rağmen yoluna devam etti. Duymazlıktan gelmek o kadar da kötü olmazdı belki.

"Ne oldu gerçekleri duymak ağır mı geldi? Oğlum kabul et işte, Asu sana bakmaz. Senin gibi bir sokak serserisi değil, benim gibi seçkin bir ailenin çocuğu yakışır o kızın yanına. Şimdi Asu'nun böyle davrandığına bakma, naz yapıyor. Yarın bir gün kendi isteğiyle benim yatağıma girecek."

Bu kadarına da sessiz kalamazdı delikanlı, öfkeden yumruklarını sıkarken hızla arkasını döndü. Koşar adım yeniden Cenk'in yakasına yapıştığında onu tekrardan duvara yasladı. Gözlerinden alevler çıkıyor, şurada Cenk'i gebertmeyi istiyordu. Hayvan herif nasıl konuşuyordu Asu'nun hakkında.

"O ağzını toplamazsan dağıtırım!"

Zerre kadar etkilenmedi Cenk, Caner'in bağrışından aksine onu böyle kudurtmak hoşuna gitti. Nasıl da gaza gelmişti ama. Şimdi eğlencenin tam sırasıydı.

"Yalan mı oğlum? Sen beceremezsin ki... Beceremezsin işte. Kızı tavlayacan da, yatağa atacan da oooo... Çok fırın ekmek yemen lazım."

"Şurada seni gebertmemi istemiyorsan o sesini kes!"

"Ne oldu korktun mu yoksa?"

"Biraz daha konuşursan elimden bir kaza çıkacak haberin olsun!"

"Ancak bunu yaparsın işte sen. Vurursun, döversin, ağız burun dağıtırsın ama Asu'yu asla elde edemezsin!"

"Sen peki... Sen onu elde edebileceğini mi sanıyorsun sahiden? Asu o. Asu! Asıl sana bakmaz oğlum!"

"Öyle bir elde ederim ki şaşar kalırsın, kendi isteğiyle tıpış tıpış gelir koynuma gelir. Ama sen... sen bunu asla yapamazsın ufaklık. Asla."

"Eğer Asu'nun saçının teline dokunacak olursan o parmaklarını tek tek kırarım!"

"Hâlâ tehdit ediyorsun çünkü sen de biliyorsun o kızın sana bakmayacağını."

"Sen öyle san... Asu bal gibi benden hoşlanıyor!"

"Kanıtla o zaman."

"Ne?"

"Asu'nun seni sevdiğini kanıtla, ben de ondan uzak durayım. Öyle basit bir kanıt değil ama. Onu yatağa at, ben de sizi rahat bırakayım. Yok yapamam diyorsan da, kendi gözlerinle izle benim Asu'yu nasıl becerdiğimi."

"Saçma sapan konuşmayı kes Cenk!"

"Beceremem mi diyorsun yani?"

"Asu'yu böyle bir şey için harcamam diyorum!"

"Ödül... Doğru bunun bir de ödülü olmalı, haklısın. Tamam. Sen yaparsan benim arabam senindir ama yapamazsan Asu'yu da, o külüstürünün anahtarını da alırım senden. Eee var mısın iddiaya?"

***

27 Nisan 2007 Pazar

Uyandığından beri içinde kol gezen sıkıntıyla anlam veremiyor, boş boş evde dolanıyordu Feyza. Henüz sabahın erken saatleriydi, ailesiyle birlikte kahvaltı yapmıştı yapmasına ancak bugün pek bir durgundu. Galiba aklı kuzeninde kaldığı için bir türlü huzur bulamıyordu. Dün gece onu Caner'in evinde bırakıp gelmemeliydi. Nedendir bilinmez öyle yaptığı için rahat değildi içi. Üstelik kaç defa aramıştı Asuman'ı ama telefon bir türlü açılmamıştı. Daha da Asuman kendine dönmez ise evine gidip bakacaktı. İyi ki evlerinin arasında kısa bir mesafe vardı da babasıyla uğraşmayacaktı. Ethem Ataman son olaylardan sonra ohal ilan etmişti çünkü. Öyle ki, rahat rahat markete bile gidemiyordu genç kız. Bu daha ne kadar böyle devam edecekti, bilmiyordu ancak bir gün gerçekten kendinin de sabrı taşacaktı.

Asuman'a gidiyorum diyerek evden çıkıp kuzeninin evine doğru yol aldı genç kız. Yaklaşık on dakika sonra teyzesinin evine vardığında Asuman'ın eve çok geç döndüğünü, bu yüzden hâlâ uyuduğunu düşünerek kapıyı kendindeki yedek anahtarla açtı. Ne olur olmaz diye, eniştesi bu anahtarı kendilerine vermişti. İyi ki de vermişti, bazı durumlarda gerçekten gerekli oluyordu çünkü. Eve girdiğinde içeriden gelen gülüşme seslerini duydu Feyza. Salonla mutfak bitişik olduğundan dolayı da mutfağa doğru adımladı. Henüz salonun girişine varmıştı ki, gördüğü manzara ile çığlık attı.

"Asuman!"

Gözlerine inanamıyordu Feyza, tamam kuzeninin sürekli Caner'le öpüştüğünü biliyordu ama yine de şimdi böyle vaziyet ile karşılaşmayı gerçekten beklememişti. Asuman orta tezgâhın üzerinde oturuyor, Caner ise onun dudaklarını sömürüyordu. Abartmıyordu, gördüğü manzara bundan ibaretti.

Feyza'nın sesiyle zorlukla birbirinden ayrıldı ikili. Feyza ise yanakları kızarmış bir şekilde arkasını döndü. Daha fazla bakamayacaktı onlara. "Feyzoş saçmalama," diyerek tezgâhın üzerinden indi Asu. Sabahın erken saatlerinde Caner'le evine dönmüştü. Niyetleri birlikte masum masum kahvaltı yapmaktı aslında fakat bir anda ne olmuşsa olmuştu yine. Buzdolabından kahvaltılıkları çıkartırken ne ara sevgilisinin kucağında kendini bulduğunu anlamamıştı bile genç kız. Aniden dudaklarına kapanmış, kendini kucaklayarak tezgâha oturtmuştu Caner. Sonrasında da dudakları alevli bir şekilde dakikalarca dans etmişti. Eğer Feyza gelmeseydi de devam ederlerdi de.

Eve gelmeden açık eczane bulmaları büyük şanstı aslında. Asu'nun eczaneye girip ertesi gün hapı isteyecek cesareti olmadığı için Caner halletmişti o işi. Asu da hiç vakit kaybetmeden içmişti ilacı fakat böyle giderse o ilaçlardan çok daha fazlasına ihtiyaç duyacaklardı. Dün geceden sonra aralarındaki aşk daha çok harlanmış, karşı konulamaz bir çekim meydana gelmişti. Tenleri, bedenleri her defasında kavuşmak istiyordu, kendileri ise buna kesinlikle engel olamıyor, olmakta istemiyorlardı. Yaşadığı hiçbir şeyden pişman değildi Asu ancak Feyza'ya durumu nasıl açıklayacağını bilmiyordu.

"Göründüğü gibi değil diyeceğim de, olmayacak. Sonuçta her şey göründüğü gibi," diyerek Feyza'nın kızgın bakışlarına maruz kaldı Caner. Feyza kendine omzunun üstünden bakarken ensesini kaşıdı. Utanmıştı itiraf etmesi gerekirse. Tamam erkek olabilirdi, dün gece sevdiği kızla çok daha fazlasını yaşamışta olabilirdi fakat Feyza tarafından basılmak utandırmıştı kendini garip bir şekilde.

"Senin burada ne işin var?"

"Feyzoş abartmasan mı? Birlikte kahvaltı yapacaktık sadece."

"Neyse siz kız kıza konuşun ben bir elimi yüzümü yıkayım."

Mutfaktan çıkıp lavaboya doğru yol adı Caner. Feyza ise kuzenine kızgın gözlerle bakmaya devam ederken Asu omuzlarını silkti. Söylemek istiyordu aslında ona dün geceyi. Sonuçta mutluluk sarhoşuydu hâlâ ve mutluluğunu yine en çok kuzeni ile paylaşmayı istiyordu. Nasıl bir tepki verirdi Feyza kestiremiyordu ama ne olursa olsun kendini yargılamayacağına emindi.

"Bakma öyle, seviyorum. Çok seviyorum Feyzoş."

"Tamam seviyorsun da... Yine de bu kadarı fazla değil mi? Her şeyi çok hızlı yaşıyorsunuz ve bu beni korkutuyor."

Yanakları kızarırken dudaklarını dişledi Asu. Gülmemek için kendini zor tutarken kalbinin tutkuyla attığını hissediyordu. Aşk nasıl bir büyüydü ki, insanın bu denli aklını başından alıyordu?

"Dün geceden sonra daha neyi ne kadar hızlı yaşayabiliriz ben de bilmiyorum."

Sözlerinin ardından hızla arkasını dönüp buzdolabına yöneldi genç kız. Feyza'nın gözlerine bakacak cesareti bulamıyordu şu an. Alt dudağını dişleriyle ezmeye devam ederken dolabın kapağını açmasıyla kuzeninin koluna yapışması eş zamanlı oldu. İşte şimdi o yüzleşmeyi yaşama vaktiydi.

"O ne demek?"

Aklına gelen ihtimali inatla düşünmeyi reddediyordu Feyza. Asuman bu kadarını da yapmış olamazdı. Şüpheli gözlerini onun üzerinde gezdirmeye devam ederken kuzeni karşısında kıvranıp duruyordu.

"Ne demek istediğim çok açık değil mi?"

"Dün gece eve döndün demi?" diyerek şüpheli gözlerini karşısındaki kızda gezdirdi Feyza. Dönmüştü tabii Asuman. Bütün geceyi Caner de geçirecek değildi ya.

Başını iki yana salladı genç kız, ona dün geceyi söylemezse çatlardı. Biriyle gerçekten bunu paylaşma ihtiyacı duyuyor, yaşadığı en özel gecenin mutluluğunu içinde tutamıyordu.

"Dönmedim, dönemedim. Yemin ederim denedim ama yapamadım. Karşı koyamadım ne kendime ne Caner'e... Anla işte Feyzoş ya... Biz dün gece... Dün gece..."

Gözlerini kapadı genç kız, anlayacağını anlamıştı. Hayır, yadırgamıyordu kuzenini sadece onun için endişe ediyordu. Duygular yaşanmalıydı elbette ama nedendir bilinmez Asuman'ın yaptığı yanlış geliyordu kendine. Belki de Caner'e içten içe güvenmiyordu. Kuzeninin canını yakacağı endişesi bir türlü terk etmiyordu aklını. Caner sahiden mükemmel bir dosttu, o gün kendi için o da canını hiç düşünmeden ortaya koymuştu. Hakkını ne yapsa ödeyemezdi fakat gönül işi başka bir işti ve Caner gerçek bir dost olmasına karşın berbat bir sevgiliydi. Tamam şimdiye kadar Asuman'ı üzmemişti ama sonunda bunun olacağını hissediyordu. Sonunda üzülenin Asuman olmasından korkuyordu. Ki, yanılmayı her şeyden daha çok isterdi.

"Biliyorum sana yanlış geliyor ama aşk böyle bir şey. Söylesene sen hiç Sarp'a dokunmayı istemedin mi?"

"Asuman..."

"Hadi ama bana karşı da mı inkâr edeceksin? Sen de seviyorsun Feyzoş. Benim Caner'i sevdiğim gibi sen de Sarp'ı seviyorsun yalan mı?"

Hayır, diyemiyordu, yalan diyemiyordu Feyza çünkü haklıydı Asuman. Seviyordu Sarp'ı ve bir kez olsun onunla öpüşmeyi nasıl arzuladığını bir kendi bilirdi. Eğer o gün babası gelmeseydi öpecekti Sarp, kendini ama olmamıştı, yine bir engel girmişti aralarına. Sarp'ın içinde ukde kaldığı gibi, kendinin içinde de ukde kalmıştı o an. Keşke... Keşke bir kez olsun öpebilseydi Sarp'ı. Bir kez olsun sevdiği adamın dudaklarına dokunabilseydi. Çok bir şey istemiyordu. Bir ufak öpücük yalnızca ama bunu yapacak cesareti yoktu. Hiçbir zaman da olmayacaktı.

"Konu ben ya da Sarp değil ama. Sensin Asuman. Seni yadırgamıyorum, yargılamıyorum yalnızca korkuyorum. Caner seni üzecek diye, bir gün her şeyden pişman olacaksın diye korkuyorum. Yoksa mutlu olmanı en çok ben isterim."

"Biliyorum fakat ben Caner'e sonsuz bir güven duyuyorum. Beni Caner'den başka kimse böyle güzel sevemez, kimse canımı yakmadan bana böylesine güzel dokunamaz. Dün gece yaşadığımız şeyin sana ne kadar büyülü olduğunu anlatamam. Eğer Caner beni sevmeseydi, ben böyle hissedemezdim. Emin ol."

"Umarım... Umarım en sonunda dediklerime pişman olur da ben yanılırım. Bunu her şeyden daha çok istiyorum biliyor musun?"

"Feyzoş," diyerek kuzenine sıkı sıkı sarıldı Asu. Neden Caner'e karşı bu kadar güvensizdi bilmiyordu ama emindi bir gün gerçekten yanıldığını anlayacaktı Feyza.

"Pişman olmak değil de, sonunda sen de göreceksin Caner'in beni nasıl güzel sevdiğini."

Dakikalardır koridorda durmuş kızları dinlerken Asu'nun her bir sözüyle tekrar ve tekrar başını arkasındaki duvara vurdu Caner. Ne kadar vurursa vursun azdı kendine ama. Hiçbir şey ebediyen gizli kalmazdı. Asu elbet öğrenecekti nasıl bir iddiaya girdiğini, öğrendiğinde ise yüzüne bile bakmayacak, nefret edecekti kendinden. Acı da olsa gerçek buydu. Bir anlık hırsa kapılıp Cenk'in o iğrenç iddiasını kabul ettiği için sevdiği kızı kaybetmişti. Hem de sonsuza denk...

***

28 Nisan Pazartesi

"Ben vazgeçtim."

Elleri ceplerinde okulun biraz uzağında Cenk'le konuşurken önündeki taşı tekmeledi Caner. Başı öne eğik, omuzları çöküktü. Dünden beri bir gram olsun gözüne uyku girmediği için de oldukça yorgundu. Asu'dan ayrılamazdı, onu bırakamazdı. Nefes alamazdı o olmadan. Ne pahasına olursa olsun iddiadan vazgeçecekti hatta kendi içinde geçmişti bile sadece Cenk'e söylememişti. Dedesinden annesine kalan tek yadigâr, kullandığı arabaydı, o yüzden arabanın anahtarı da öylece teslim edemezdi Cenk'e. Annesine o hayal kırıklığını yaşatamazdı ama iddiayı kazandığı halde Cenk'in arabasını almayarak vazgeçebilirdi iddiadan. Böylelikle Asu'yu kaybetmemiş olurdu. Hem zaten araba falan umurunda değildi en başından beri. Tek isteği Asu'nun kendini sevdiğini Cenk'e kanıtlamaktı ki, bunu da başarmıştı.

"İstemiyorum senin arabanı."

Alayla güldü Cenk, becerememişti anlaşılan Caner. Zaten başından belliydi böyle olacağı. Asu'yla sevgili olmuş olsa bile onu yatağa atamazdı ki. Kabul ediyordu Asu'yu alıp denize götürdüğü gün biraz olsun korkmuştu, zira Asu fazlasıyla izin vermişti o gün Caner'e ama Caner sadece onu öpebilmiş, devam etmeyi başaramamıştı. Orada olup her şeyi kendi gözleriyle izlediği için biliyordu bunları. Çünkü Caner, iddiayı kazandığımı görmek istiyorsan Çevlik'e gel demişti, kendi de neler olup bittiğini görmek için gitmiş ve Asu'yla, Caner'in yaşadıklarına gözleriyle şahit olmuştu. Fakat yine de Caner'in iddiayı kazandığını göstermezdi o gün yaşananlar. Sonuç olarak Caner, Asu'yu yatağa atamamıştı.

"İddiayı kaybettiğini kabul ediyorsan ben alayım o zaman arabanın anahtarını."

Sırıtarak elini beklentiyle uzattı Cenk. Caner kaybettiğini kabul ediyorsa elbette bedelini öderdi.

Karşısındaki adamın gülen suratına yumruk geçirmek istiyordu delikanlı. Lanet olsun ki öylece veremezdi arabanın anahtarını. Durumu anlatamaz, izah edemezdi annesine. Maddi değerler önemli değildi zaten o araba kaç para ederdi ki? Ama manevi değeri çok büyüktü. Dedesinin tek hatırasına nasıl ihanet edebilirdi? Annesini saçma sapan bir iddia yüzünden nasıl böyle acımasızca üzebilirdi? Yapamazdı... Yapamazdı işte. Annesini bile isteye üzemezdi. Ben kaybettim diyerek o anahtarı Cenk'e veremezdi. Üstelik... Üstelik kazanmıştı ama bunu da söyleyemezdi. Söylerse Asu'yu kaybederdi. İki arada bir derede kalmıştı. Ya annesine her şeyi adam gibi anlatacaktı ya da Asu'yu kaybetmeyi göze alarak Cenk'e gerçeği söyleyecekti. Her ne kadar sevdiği kızın adının Cenk'in diline dolanmasını istemese de.

"Kaybettim demedim vazgeçtim, dedim. İstemiyorum arabanı o kadar. Bu mevzu da burada kapandı."

Başka bir şey demeden yol almıştı ki Caner, Cenk kolunu tutup durmasını sağladı. Yoktu öyle hop diye çekip gitmek adam akıllı anlatacaktı bu ufaklık ne olup bittiğini.

"Bir dakika bir dakika sen şimdi iddiayı kazandığını mı söylüyorsun?"

Alaylı değildi Cenk, oldukça ciddiydi o kahve gözleri korkuyla bakıyordu. Ne yalan söylesin onu böyle görünce keyiflenmişti Caner. Kazanmış olmak kabul etmek istemese de tatmin etmişti egosunu. Asu'yla oynamamış, onu kandırmamış veya kullanmamıştı. Sevmişti, her şeyden daha çok sevmişti genç kızı ve her ne yaşadıysa onunla sevdiği için yaşamıştı ama sonuç itibariyle iddiayı da kazanmıştı. Ve kazanmış olmak elbette kendini memnun ediyordu. Hele de Cenk'e karşı.

"Nasıl anlamana bağlı."

"Kıvırıp durma adam gibi cevap ver. Becerdin mi harbiden Asu'yu yatağa atmayı?"

Tutamadı kendini Caner, bu adamın Asu'nun hakkında böyle konuşması fazlasıyla sinirlerini bozuyordu. Ona haddini bildirmesi gerekiyordu. Cenk'in suratına okkalı bir yumruk geçirdiğinde yeşil gözleri çoktan çakmak çakmak olmuştu bile. Aldığı darbe ile yere düştü Cenk. Karşısında duran Caner'e bakarken bu yaptığını, ona çok fena ödetmekte kararlıydı.

"Bir daha Asu'nun adını ağzına alırsan seni gebertirim!"

Başka bir şey demeden okula girmek üzere adımladı Caner ama keşke Cenk'i orada bırakıp öylece gitmeseydi, keşke bu konunun böylece kapanmadığını düşünebilseydi belki o zaman Asu'yu seneler boyunca özlemek zorunda kalmaz, genç kızın hasretiyle yanıp tutuşmazdı. Fakat Cenk'i ne yazık ki fazla hafife almak gibi bir hata yapmıştı.

Kanayan burnunu sildiğinde yerden kalktı Cenk. Haddini çok aşmıştı Caner ve bedelini ödeyecekti. Öylece durup Asu'yla, Caner'in mutluluğunu izleyecek değildi. Madem Caner kazandığını itiraf etmişti o zaman Asu da bunu bilmeliydi.

Her şeyden habersiz sınıfa girdiğinde sırasına oturdu Asuman ancak sevgilisinin fazla gergin olduğunu fark etti. Neyi vardı? Niye bu kadar öfkeli bakıyordu? Caner'in yumruk olan elini tutuğunda "Caner," dedi sevgiyle. "Neyin var senin?"

"Dün... Dün gece uyku tutmadı ondan biraz yorgunum."

İnanmadı Asu, başka bir şeyler vardı onda. Tanıyordu sonuçta sevgilisini. Gözleriyle Sarp'ı aradığında Feyza ile pencere önünde konuşurken gördü arkadaşını. Raporu bittiği için artık okula geliyordu o da. Ayağa kalkıp onların yanına doğru adımladığında Caner gözlerini kapadı. Sarp'ı boşuna sorguya çekecekti Asu, hiçbir şey bilmiyordu ki can kardeşi. Eğer bilse kendinin yüzüne bakmazdı. Hatta ağzına tükürürdü.

"Sarp"

Feyza ile gayet koyu bir muhabbet girmişken Asu'nun sesini duyunca arkasını döndü Sarp. Henüz bilmiyordu Asu'yla, Caner'in yaşadıklarını. Asu, Feyza dışında kimseyle paylaşmak istemiyordu bunu. Caner'e de öyle söylemişti. Aramızda kalsın, demişti. Kim olursa olsun bu olayın duyulması pek hoş olmazdı. Kimsenin gözünde yanlış bir iz bırakmak istemiyordu Asu. Arkadaşları elbette kendini yargılamazdı ama yine de... Yine de... Caner'le arasında olanların Caner'le arasında kalması daha doğru geliyordu kendine.

"Efendim?"

"Caner'in neyi var, biliyor musun? Pek bir sinirli sanki."

"Sabahtan beri burnundan soluyor. İnan ben de anlamadım."

"Annesiyle tartışmış olabilir mi?" diye sordu Feyza. Her ne kadar Caner'e bakmak istemese de gözlerini ona çevirmekten alamıyordu kendini.

"Sanmam öyle olsa mutlaka anlatırdı."

"Bana da anlatırdı," diye mırıldandı Asu. Gözlerini yeniden sevgilisine çevirdiğinde içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. İki gece önce yaşadıklarından sonra şimdi kendine böyle soğuk davranması kırmıştı kendini. Ne olmuştu? Neye bu kadar öfkelenmişti Caner?

"Sıkma canını her ne olmuşsa tutamaz kendini biliyorsun. Eninde sonunda anlatır."

Omuzlarında Sarp'ın ellerini hissedince gülümsedi Asu. Delikanlıya içli gözlerle bakarken iyi ki diyordu bir kez daha... İyi ki bu dünyada Sarp gibi bir adam vardı.

Gün sıkıcı derslerle devam ederken öğle arası olmuştu bile erkekler kızlar için kantine giderken kızlar da güle konuşa koridorun bir köşesinde onların kantinden dönmesini bekliyordu. Asu'nun fikriydi bu, madem sevgiliyiz diye ortada geziyordu Caner'le, Altay o zaman azıcık kıymet bilsinlerdi. Sarp arkadaşlarının haline gülerken Feyza'ya kaçamak bakışlar atarak o da gitmişti arkadaşlarının peşinden. Eh haklıydı Asu, öyle oturup kalmak yakışmazdı kendilerine. Bir işe yaramaları gerekiyordu sahiden.

"Eee" dedi Oya merakla. Caner'in doğum gününe gidememişti ve o gece neler olup bittiğini merak ediyordu. Gözlerini iki kuzende gezdirirken hevesli hevesli konuşmayı sürdürdü.

"Anlatsanıza biraz nasıl geçti Caner'in doğum günü partisi?"

"Güzel... Yani şey güzel derken eğlenceli... Eğlenceli işte... Dans falan ettik, şarkı söyledik... Öyle işte yani... Pek abartmaya da gerek yok... Yok... Basit bir doğum günü partisiydi işte. Hem başka ne olabilir ki?"

"Asu sakin... Sadece nasıl geçtiğini sordum bu kadar heyecan yapmana gerek yok."

Renkten renge girerken vücudunu ateş bastığını hissediyordu Asu. O gecenin etkisi öylece geçecek değildi. Ne zaman aklına o anlar gelse kızarıyor, bocalıyor, eli ayağı birbirine dolaşıyordu. Zaten annesi bir şey anlayacak diye ödü kopuyordu. Dün ailesi eve dönünce onlara bir şey çaktırmamak için öyle çok uğraşmıştı ki... Yapmadığı sakarlık kalmamıştı evde. Çaydanlığı devirmiş, kahveyi dökmüş, yemek hazırlarken tabakları kırmıştı... Annesi senin aklın nerede diye sorunca ise verecek bir cevap bulamamıştı. O gece aklı, başını terk etmişti, kolay kolay da yerine gelecek değildi.

Kuzeninin haline için için güldü Feyza. Merak ediyordu o gecede bu kadar çok utanmış mıydı Asuman? Hiç sanmıyordu, kuzeninin ne kadar cesur olduğunu iyi biliyordu. Keşke... Keşke kendi de onun gibi cesur olabilseydi de Sarp'la... Sarp'la bir şeyler yaşayabilseydi. Evet, bunu istediğini yeni yeni fark ediyordu. Öpüşmek mesela nasıl bir duyguydu ya da Sarp'ın ellerinin teninde gezmesi nasıl bir his uyandırırdı içinde? Veya dudaklarının... Dudaklarının bedenini keşfetmesi nasıl bir zevk verirdi kendine? Biliyordu edepsiz düşüncelere kapılmaya başlamıştı ama engel olamıyordu kendine. Dün Asuman'la konuşmasının ardından arsız arzular sarıyordu sürekli yüreğini.

"Sıradan bir doğum günü partisiydi Oya. Çok kalmadık zaten on bir olmadan evlere dağıldık."

"Keşke ben de gelebilseydim."

"Üzülme daha çok biz böyle parti kutlarız. Yani... Hep birlikte. Hep birlikte doğum günü partisi kutlarız demi Feyzoş?"

"Asu sende bir şeyler var ama hadi hayırlısı."

"Hayır mı şer mi Allah bilir," diye mırıldandı Feyza. Asu ise kuzenini koluyla dürttü. Evet, Oya en yakın arkadaşıydı ama yine de yaşadıklarını ona söyleyecek cesareti yoktu.

"Yok... yok size cidden bir şeyler olmuş bugün."

"Oya," dedi Asu. Tutamayacaktı kendini, söyleyecekti işte. Ağzında saklamaya çalıştığı bakla kendine rahat vermeyecekti yoksa. "Sana bir şey itiraf edeceğim ama kimseye söylemek yok."

"Aşk olsun ama benden sır çıkar mı?"

"Çıkmaz tabii de... Neyse... Aslında... Aslında... Aslında o gece Caner'le benim için daha farklı geçti."

Kaşlarını çattı genç kız, ne demekti şimdi bu? "Nasıl farklı geçti?"

"Özel olarak farklı. Yani şey işte... Şey... Özel bir geceydi bizim için. Hem de çok özel bir gece."

Gözleri fal taşı gibi açıldı, defalarca yutkundu, duyduklarını idrak etmeye çalıştı Oya. Doğru mu anlamıştı? Asu ve Caner sahiden öyle bir şey mi yapmıştı? Dili tutulmuştu, konuşamıyordu, bir tepki veremiyordu. Kal gibi gelmiş gibi öylece kalmıştı.

"Demek gerçekten Caner iddiayı kazanmış."

Cenk'in sesini duymasıyla arkasını döndü Asu. Kaşlarını çatıp karşısındaki adamın üzerinde gözlerini gezdirdi. Ne saçmalıyordu şimdi?

Alayla gülüp genç kızla arasındaki mesafeyi kapadı Cenk, hiçbir şey söylemeden Asu'nun elini tutup avucunun içine arabasının anahtarını bıraktı. Asu sorgulayıcı gözlerle bakarken kendine, asla duruşundan taviz vermedi. Caner'in eğlencesi buraya kadardı, şimdi eğlenme sırası kendindeydi.

"İtiraf etmem gerekirse Caner'e bu kadar kolay tav olacağını düşünmezdim."

"Ne saçmalıyorsun Cenk?"

"Hâlâ anlamadın mı Asu? Caner, benimle iddiaya girdi. Seni yatağa atabileceğine dair. Ben yapamazsın dedim, o yaparım dedi. Ortaya da ödül koyduk. Kaybeden kazanın arabasını alacaktı. E Caner kazandığına göre arabayı da o hak etti. Ben de, bu anahtarı senin vermek isteyeceğini düşündüm."

İnanmadı Asu, yalan söylüyordu Cenk. Caner böyle bir şey yapmazdı. Kendi üzerinden böyle iğrenç bir iddiaya girmezdi. Sevdiği, âşık olduğu adam yapmazdı bunu kendine. Yapmazdı. Yapmazdı işte.

"Yalan söylüyorsun."

"Yalan değil... İnan değil. Caner seni sevmedi, sana âşık olmadı sadece oynadı seninle. Tıpkı kedinin fareyle oynadığı gibi. Aşk itirafı yaptığı gün seni neden ıssız sapsız bir yere götürdü sanıyorsun? Hiç öyle bakma, beni o gün oraya Caner çağırdı. İddiayı kazandığını göstermek için ama başaramadı. Kafasında planladığı gibi seni o gün bir otele götüremedi ama sonrasında... Sonrasında başarmış işte. Dediği gibi becermiş seni."

Sözlerini bitirir bitirmez yanağına inen tokatla başı ters tarafa döndü. Bunu beklemediği için afalladı Cenk ama keyfinin bozulmasına izin vermedi. Asu'yu elde edememişti belki ama Caner'e de yâr etmemişti onu.

"Sakın... Sakın tek kelime daha etme!"

Islak gözleriyle avucunda duran anahtarı bakarken bütün bunların bir yalan olması için dua ediyordu Asu. Caner yapmazdı öyle bir şey. Cenk'in anlattığı kadar aşağılık bir adam olamazdı. Ya da kendi bu kadar adi bir adamı, büyük bir aşkla sevmiş olamazdı. Güvenmişti, kalbinin kapılarını sonuna kadar açmıştı Caner'e ve şimdi Caner kalbini gözünü kırpmadan paramparça edemezdi. Seven adam, sevdiğini böyle kırmazdı.

"Asu"

Caner'in sesini duyunca gözlerini ona çevirdi genç kız. Çaprazında, birkaç adımlık uzakta duruyor, kendine korku dolu gözlerle bakıyordu. Öyle ki, kantinden aldığı içecekler yere düşmüştü kendiyle, Cenk'i görünce. Burnunu çekti Asu, okulda olduğunu, etrafta başka öğrencilerin de bulunduğunu hatta hocaların bile yanından gelip geçtiğini de unutarak hızla yürüdü. Yürüyüp Caner'in elini tuttu, avucuna anahtarı bıraktı. Gözlerine bakarken yalanlanmasını istedi her şeyi. Yalan, diyerek inkâr etmesini fakat Caner sessiz kaldı. Sessiz kalıp kabullenişle gözlerini kapadı.

"Bana bunu yapmadım de!"

"Asu..."

"Bana bunu yapmadım de! Seni iğrenç bir iddia uğruna harcamadım, sırf bir araba için seninle yatmadım de! Seni kullanmadım, kandırmadım de! Hadi inkâr et, Cenk yalan söylüyor de! Susma Caner! Susma! Gözlerime bak ve yalan de!"

Bağıra bağıra konuşurken gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu Asu. Caner'den duyacaklarından başka hiçbir şey umurunda değildi. Herkesin odağı kendi iken söylediklerini kulakları duymuyordu o an. Caner'in susmasına rağmen inatla içindeki umuda tutunarak yalan demesini bekliyordu fakat susuyordu sevdiği adam. Yalnızca susuyordu ve bu suskunluk çok şey anlatıyordu aslında.

"Caner bir şey söyle!" diyerek Caner'in göğsünü iki eliyle yumrukladı genç kız. Öfkeliydi, kırgındı, pişmandı... Çıldırmış gibiydi, gözü dönmüştü âdeta. Bir kez değil, defalarca yumrukladı sevdiği adamı. Yumrukları yalan demesi için yalvarıyordu sanki ona. "Bir şey söyle," dedi yeniden hıçkırıkları arasından ancak sesi güçsüzdü bu defa. Tükenmişti çünkü Caner'in karşısında dik duracak mecali kalmamıştı.

"Asu," diyerek genç kızın göğsünü yumruklaryan ellerini tuttu en sonunda delikanlı. Hayran olduğu deniz gözlere karşısında gözlerinin dolduğunu hissetti. Kaybetmişti. Sevdiği kızı gerçekten kaybetmişti.

"Beni dinle. Sadece bir defa... Bir defa dinle."

Hızla ellerini kurtardı genç kız. Tarif edemeyeceği kadar büyük bir yıkım vardı içinde. Yıkmıştı kendini Caner, avuçları arasına emanet ettiği kalbini enkazlar altına bırakmıştı. Acı dolu gözyaşları yanaklarını ıslatmaya devam ederken gücünü toplamaya, ayakta kalmaya çalıştı. Ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu fakat "Doğru bu yani öyle mi?!" diye sordu. Sesi okulu inletirken hıçkırıkları herkesi oraya toplamaya yetmişti.

"Bir araba uğruna beni yatağa atabileceğine dair Cenk'le iddiaya girdin! Sırf bunun için... Sırf bunun için beni o gün Çevlik'e götürdün! Sonra Cenk'i çağırdın, niyetin beni oradaki bir otele götürmek, bunu da Cenk'e göstermekti! İddiayı kazanmak senin zaferin olacaktı! Ama yemedi tabii! Başıma bir şey gelirse bunun sorumluluğunu alabilecek yürek yoktu sende! En başından beri senin tek bir amacın vardı Caner, tebrik ederim başardın da!"

"Öyle değil Asu! Yemin ederim öyle değil! Beni bir din-"

Sözlerini bitiremedi delikanlı çünkü hayatında ilk defa bir kızdan tokat yedi. Öyle şiddetli vurmuştu ki Asu, Caner'in esmer yanağı kızarmış, başı diğer tarafa dönmüştü. Keşke... Keşke elinden gelseydi de kalbinin paramparça olduğu gibi karşısındaki adamı da lime lime edebilseydi genç kız. Pişmanlık baştan aşağıya kendini esir almış, kalbini kanatıyordu. Bir şeyleri kırmak, devirmek, dünyanın altını üstüne getirmek, kıyametler koparmak istiyordu. Nasıl bu kadar aptal olmuş, nasıl Caner'e inanmıştı? Nasıl güvenmişti ona? Nasıl?

"Senden nefret ediyorum! Duydun mu beni, senden nefret ediyorum!"

Daha başka bir şey demeden hıçkırıkları boğularak nereye gideceğini bilmeden koştu Asuman. Elinde avucunda kırık kalpten ve akan gözyaşlarından başka bir şey kalmamış, henüz gençliğinin en körpe çağında iken tatmıştı aşk acısını. Sevmenin bedelini daha on yedi yaşındayken çok ağır ödemişti. Sevda koca bir yalandı, Caner çok güzel göstermişti bunu kendine.

Asu'nun peşinden gitmek için bir iki adım atmıştı ki Caner, Feyza'nın "Sakın," dediğini duydu. Gözlerini ona çevirdiğinde nefret dolu bir ifade ile karşılaştı.

"Sakın peşinden gideyim deme!"

"Feyza..."

"Sana bütün bunların hesabını çok fena soracağım Caner!"

Bu yaptığını asla onun yanına bırakmayacaktı Feyza. Asuman'ı böyle üzmenin bedelini çok fena ödeyecekti Caner ancak şimdi kuzeninin yanında olmalıydı. O yüzden hızlıca geçip gitti delikanlının yanından. Öylece kaldığında bu kez Oya'nın sesini duydu Caner. Tek tek gelselerdi bari.

"Sen tek Asu'yu değil, hepimizi çok güzel kandırdın!"

"Oya..." dese de Caner, o da kızların peşinden gitti. Sıkıntıyla yüzünü sıvazlarken bir anda sırtının duvara sertçe çarptığını hissetti. Gözlerini açtığında ise Sarp'la karşılaştı. Dövsündü zaten kendini can kardeşi, elini kaldırırsa namertti. Güzel bir dayağı hak etmişti.

"Sen nasıl bunu yaparsın lan?!"

"Sarp bak..."

"O kızı üzersen karşında beni bulursun demiştim! Sen ne yaptın Cenk gibi bir şerefsizle saçma sapan bir iddiaya girdin! Değdi mi bari?! O araba için değdi mi?!"

"Vur! Acıma vur kardeşim, ben bunu hak ettim!"

"Cık," dedi Sarp başını iki yana sallayarak. Yalnızca çocukluğu değil, bebekliği Caner'le birlikte geçmişti ve birlikte büyüdüğü kardeşine ilk defa böyle nefretle bakıyordu. Nasıl yapardı bunu Caner? Nasıl bu kadar aptal olabilirdi?

"Yumruk bile hak edene vurulur! Sen o yumruğu bile hak etmiyorsun!"

Caner'i serbest bıraktığında kızların peşinden adımladı Sarp. Belki ağır konuşmuştu ancak ne yazık ki Caner hak etmişti söylediklerini. Öyle iğrenç bir iddiaya girmiş olmasını kabul edemiyordu bir türlü. Adilikti yaptığı, başka bir şey değil.

"Asu'yla gerçekten yattın mı?"

Evet, o kadar olay arasında buna takılmıştı Altay. Şaşkındı aslında her şey fazla hızlı gelişmişti. Henüz olayları idrak edemiyordu ki, tepki verebilsin.

"Gözünü seveyim sen bari bir şey sorma. Her ne duyduysan doğru işte."

Tamam hata yağtığını kabul ediyordu delikanlı, hiçbir şekilde affedilmeyi beklemiyordu eşekler kadar pişmandı ama hepsinin birden üstüne gelmesini kaldıramıyordu işte. Saçlarını öfkeyle karıştırırken Hakan'ın sesini duyması çok gecikmedi. O ne ara gelmişti de, olup biteni görmüştü?

"Bu yaptığına düpedüz şerefsizlik denir biliyor musun?"

"Ya tamam sen eksik kal. Görmüyor musun adamın halini zaten perişan."

"Ciddi ciddi savunacak mısın bunu?"

"Savunmuyorum Hakan. Herkes üstüne geliyor, sen eksik kal diyorum."

"Yapılana sessiz kalmak yapılana ortak olmaktır."

"İyi o zaman hadi hep beraber dövelim Caner'i? İstediğin bu mu?"

"Ben sen değilim, her olayı şiddetle çözeyim."

"Oğlum zaten canım burnumda bir de siz birbirinize girmeyin Allah aşkına!"

İkisini susturduğunda gözlerini bir Altay da, bir Hakan da gezdirdi Caner. Gerçekten bir de onların kavgasını çekecek hali yoktu. Gidip Asu'yu bulmalı, onunla konuşmalıydı. O yüzden ikisini yalnız bırakarak uzaklaştı arkadaşlarının yanından.

Kızlar tuvaletinde duvar dibine çökmüş dizlerine kapanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Asu. Bir yanında Feyza, bir yanında Oya otururken ikisinin de söylediklerini duymuyordu. Sadece ağlamak istiyordu, hıçkıra hıçkıra ağlayabildiği kadar ağlamak. Canı yanıyordu, kalbi sıkışıyor, nefes alamıyordu. Hiçbir şeyi anlamayacak kadar kör olmuş olmayı hazmedemiyordu. Kullanılmış gibi hissediyordu kendini. Ki, öyleydi, Caner bir iddia için kullanmıştı kendini. En çokta bu koyuyordu ya kendine, Caner'le yatmış olmak. Belki o geceyi yaşamasaydı bu kadar çok yanmazdı canı fakat şimdi... Şimdi ağlamaklar yetmiyordu. Saçını başını yolmak, tepine tepine bağırıp çağırmak gidip Caner'i paramparça etmek istiyordu. O zaman diner miydi öfkesi? Geçer miydi kırgınlığı?

"Bana bunu nasıl yapar?! Nasıl?!"

"Asuman yeter artık Caner için gerçekten değmez."

"Ben kendi aptallığıma yanıyorum Feyzoş!" Caner'e inanacak kadar aptal oluşuma yanıyorum!"

"Şşşt," diyerek arkadaşını sırtını sıvazladı Oya. "Sen aptal değilsin asla değilsin. Caner'in yaptığı... Caner'in yaptığı yanlış sadece."

"Yanlış mı? Sadece yanlış mı? Ya ben ona güvendim ya, güvendim!"

Yumruğunu dizine vurduğunda başını da arkasındaki duvara yasladı genç kız. Bir an olsun susmuyordu hıçkırıkları, aşkla atan kalbine büyük bir balyoz darbesi vurmuştu Caner. Parçalamıştı yüreğini, ezip geçmişti, çiğnemişti... Nasıl geçecekti şimdi aldığı bu koca hasar? Nasıl unutacaktı yaşadıklarını? Nasıl o gecenin pişmanlığı terk edecekti kendini?

Gözlerinin dolduğunu hissetti Feyza. Canından çok sevdiği kuzenini böyle görmeye dayanamıyordu. Asuman'ın başını göğsüne yaslayıp saçlarını okşadı. Keşke... Keşke yanılmış olsaydı, keşke haklı çıkmasaydı da böyle bir yıkım yaşamasaydı Asuman. Teselli sözleri söyleyerek avutamazdı onu. Kahretsin ki, sıkı sıkı sarılmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.

"Bu yaptığının bedelini çok fena ödeyecek Caner."

"Ama," dedi Oya umutla. Yangına körükle gitmek istemiyor, biraz olsun Asu'yu teselli etmek istiyordu. Hem gerçekten Caner'in nasıl Asu'yu sevdiğine kendi gözleriyle şahit olmuştu. Tamam iddiaya girmiş olabilirdi Caner fakat Asu'yu sevmiş olduğu gerçeğini değiştirir miydi bu?

"Ama Caner çok seviyordu Asu. Eğer gerçekten sevmese bunu anlamaz mıydın sen?"

"Mükemmel bir oyuncuymuş demek!"

Haksız diyemezdi ki, arkadaşına Oya. Asu'nun böyle düşünmesine sebep ne yazık ki Caner'di.

"Sen haklı çıktın Feyzoş. Keşke... Keşke seni dinleseydim. Keşke en başından uzak dursaydım Caner'den. O zaman bu kadar çok canım yanmazdı belki."

"Benim haklı olup olmamam önemli değil ki. Senin canın yanıyor ya, o beni kahrediyor."

"Biz... Biz yanındayız, ne olur üzme kendini daha fazla."

İnat eder gibi başını iki yana salladı genç kız. Keşke Oya'nın söylediği kadar kolay olsaydı her şey ama değildi ve ikisi de anlayamazdı yaşadığı kalp acısını. Bir erkek tarafından kullanılarak bekâretlerini kaybetmemişlerdi çünkü.

"Söylemesi kolay... Ben ona bekâretimi verdim! Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?"

Sözlerinin ardından tekrar hıçkırıklara boğulduğunda bir kez daha dizlerine kapandı Asu. Yüreğini yeniden pişmanlık duygusu sararken kendine olan öfkesi dinmiyor, her geçen dakika daha çok artıyordu. Lanet olsun ki, Caner gibi bir aşağılık adam için bekâretini kaybetmişti. Caner erkekti, umurunda olmazdı bekâret falan kimse de sorgulamazdı zaten onu ama kendi... On yedi yaşında bir genç kızdı ve henüz reşit bile değilken hiç değmeyecek bir adam için kaybetmişti kızlığını. O gece asla pişman olmayacağını düşünmüştü oysa ama şimdi hayatındaki en büyüklüğü pişmanlığı olmuştu o gece. Nasıl Caner'e bu denli güvenmiş, aklını kaybederek onun kollarına girmişti? Nasıl bir an olsun düşünmeden soyunup sevişmişti Caner'le? Ne ara kendi kendini kullandırtacak kadar aptallaşmıştı? Kullanmıştı işte Caner kendini, istediğini çok güzel almayı başarmıştı. Hem iddiayı kazanmış hem kendinden harika bir şekilde faydalanmıştı. Kendine kalan ise dinmeyen gözyaşlarıyla, kırık bir kalpti ve tabii ömür boyu sürecek büyük bir öfkeyle, pişmanlıkta...

Kızlar tuvaletine giremediği için kapının eşiğinde duruyor, aralık kapıdan Asu'ya bakmaya çalışıyordu Caner. Aynı zamanda kızların kötücül bakışlarına maruz kalıyordu. O yüzden daha fazla orada durmayıp en yakın merdiven basamağına oturdu. Sıkıntıyla yüzünü sıvazlayıp saçlarını karıştırırken sabırla Asu'nun lavabodan çıkmasını bekliyordu. Konuşacaktı, anlatacaktı kendini ve dinleyecekti Asu kendini. Dinlemeliydi.

"Biraz zaman ver. Eninde sonunda sakinleşip seni dinleyecektir Asu."

Altay'ın elini omuzunda hissedince burukça gülümsedi delikanlı. En azından biri yanındaydı.

"Sen de olmasam var ya."

"Biz de âşığız oğlum, anlarız halden. Oya'yı kaybedersem yaşayamam."

"Sen benim gibi öyle bir aptallık yapmazsın kardeşim."

"Nasıl yaptın Caner? Nasıl böyle bir iddiaya girdin?"

Omuzlarını silkti Caner, hırsına yenilmişti ne yazık ki. Öyle bir gaza getirmişti ki Cenk, kendini bir anda kabul etmişti onun teklifini.

"Oldu işte ama eşekler kadar pişmanım. Yemin ederim ki Altay çok pişmanım. Ben vazgeçmiştim zaten daha sabah söyledim Cenk'e bunu ama o şerefsiz geldi Asu'ya yumurtladı her şeyi."

Arkadaşının omuzunu sıktı Altay. Biliyordu ki kimse mükemmel değildi bu hayatta. Herkes yanlış yapardı, herkes hata yapardı Caner'in yaptığını savunmuyordu kesinlikle ama onun yüzündeki pişmanlığını görebiliyordu. Tamam belki Asu affetmemeliydi belki onu ama... Ama bir kez olsun dinlemeliydi. Yargısız infaz yapmadan dinlemeli ve öyle bir karar vermeliydi.

"Hadi git sen şimdi. Oya, seni benim yanımda görürse trip atar sana."

Şu durumda bile arkadaşını düşünüyordu Caner, sırf Oya ile arası bozulmasın diye kendini yanından gönderiyordu. Biliyordu ki Altay, ne yapmış olursa olsun mükemmel bir dosttu o.

"Kardeşime destek olmak benim de hakkım."

"Eyvallah ama benim yüzümden sizin ağzınızın tadı da bozulmasın."

Birkaç saniye sessiz kalsa da Altay, Caner'in bakışlarıyla ikna olduğunda onun yanından kalktı. Caner'i tek bırakmak harbiden içinden gelmiyordu ama sevgilisi ile arasının bozulmasını da istemezdi. Zaten doğru düzgün hiçbir şey yaşayamıyorlardı bari araları iyi kalsaydı.

Eve gitmek istiyordu Asuman, Caner'le karşılaşmadan sessiz sedasız evine gitmeyi istiyordu. Annesine sarılmayı, babasının şefkatli kollarında arasında olmayı. Elbette kaçamazdı okuldan o yüzden babasını arayacak, kendini almasını söyleyecekti lakin çantasını almak için sınıfa girecek cesareti yoktu o yüzden Feyza kuzeninin telefonunu getirmek üzere onun yanından ayrıldı. Lavabodan çıkmıştı ki, Sarp'la göz göze geldi. Fakat onu görmemiş gibi davranarak yürüyüp yoluna devam etti. Tabii ki iddia meselesinden haberi vardı Sarp'ın, Caner'in böyle bir şeyi Sarp'a söylememiş olma ihtimali sıfırdı. O yüzden de öfkeliydi Sarp'a, genç kız. Böyle bir şeye nasıl sessiz kalmıştı Sarp?

"Feyza... Feyza bir dur! Feyza bak yemin ederim haberim yoktu! Ben böyle bir şeye izin verir miyim? Hiç mi beni tanımadın?"

Feyza'nın arkasından adımlarken nihayet onu yakalamayı başardı delikanlı. Bileğini nazikçe tutarak durmasını sağladığında öfkeli gözler ile kendine döndü Feyza. İnanmadığı belliydi.

"Gerçekten Caner'in sana bunu söylemediğine inanmamı mı bekliyorsun?"

"Söylemedi. Söylemedi işte Feyza... Allah şahidim olsun ki, hiçbir şeyden haberim yoktu. Eğer olsaydı inan Caner'in ağzını yüzünü dağıtırdım. Asu'nun, Çiçek'ten farkı yok benim için. Ben izin verir miyim kız kardeşimin üzülmesine?"

"Caner de senin kardeşin ama Sarp!"

Gözlerini kapadı delikanlı, Caner herkesi yakmıştı haberi yoktu. Gidip Caner'e şöyle okkalı yumruk atmayı ilk defa bu kadar çok istiyordu. Belki o zaman aklı başına gelirdi.

"Di... Kardeşimdi. Böyle bir halt yiyen benim kardeşim olamaz."

"Sarp..."

"Asu'nun yanında olmak istiyorum yalnızca. Elimden ne gelir bilmiyorum ama sonuna kadar onun yanındayım."

"Kimseyi görmek istemiyor. Asaf eniştemi arayacağım onu okuldan alması için."

Genç kızı başıyla onayladı Sarp. En azından Feyza inanmıştı kendine şimdi kendine düşen Asu'ya destek olmaktı. Ki, seve seve bunu yapacaktı.

"Benim yapabileceğim bir şey var mı?"

"Caner'i, Asuman'dan uzak tut yeter."

Başka bir şey demeden sınıfa doğru adımladı Feyza. İçindeki öfke öyle büyüktü ki... Caner'i kendi elleriyle parçalamak, kafasını duvarlara vurmak istiyordu. Resmen kuzenini saçma bir iddia için harcamıştı. Yazıklar olsun, diyordu içinden. İnsan bu kadar da düşmemeliydi, bu kadar da egosunu tatmin etmek için aşağılık olmamalıydı. Tebrikte ediyordu ama bir yandan Caner'i, mükemmel oynamıştı. Böyle devam ederse Oscar ödülü bile alırdı.

Sınıfa varır varmaz kimseyle muhatap olmadan Asu'nun çantasının alıp geri sınıftan çıktı genç kız. Kendine bakarak fısıldaşanları görmezden geldi. Yarına kalmaz bütün okul kuzeninin dedikodusuyla kaynardı. Tabii kimse Caner'e laf söylemezdi çünkü o erkekti ve istediğini yapmakta özgürdü. Bunları düşünmemeye çalışarak Asu'nun yanına dönüp eniştesini aramak için çantadan telefonu çıkardı. Durumu elbette Asaf Bey'e anlatamazdı, ne diyeceğini de bilmiyordu ya aslında. Adamı korkutmak, telaşlandırmakta istemiyordu birden bire. Düşünceleriyle boğuşurken rehberden Asu'nun babasını bulup arama tuşuna bastı. Birkaç çalıştan sonra telefon açıldığında ise bocaladı.

"Enişte"

"Feyza? Hayırdır kızım ders vakti ne oldu? Asuman... Asuman nerede?"

"Enişte şey... Şey..."

Feyza'nın konuşmasına müsaade etmeden telefonu hızlıca eline alıp kulağına dayadı Asu. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş, sesi kısılmıştı. Boğazındaki yumru ise her geçen dakika daha da büyüyordu. "Baba," dedi güçsüzce. "Baba ben çok kötüyüm!"

"Ne oldu? Asuman korkutma beni.... Ne oldu sana kızım?"

"Şimdi anlatamam. Gelip beni alır mısın?"

"Oraya gelip okulu yakmamı istemiyorsan bana hemen ne olduğunu söyle!"

"Anlatacağım... Anlatacağım ama şimdi değil baba. Sadece sana ihtiyacım var. Çabuk gel, olur mu?"

"On beş dakikaya oradayım ama sana kim ne yaptıysa bunun bedelini çok kötü ödeyecek!"

Telefon kapandığında yeniden gözyaşları boğuldu Asu. Feyza'nın göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlarken Oya'nın elini tuttuğunu hissediyordu. İyi ki onlar vardı, yoksa ne yapardı? Nasıl dayanırdı yaşadığı hazin acıya?

Bir kez daha Asu'nun ne kadar şanslı olduğunu o an anlıyordu Oya. Ben çok kötüyüm, sana ihtiyacım var, gel diyebilecek bir babası vardı. Bir damla gözyaşı için hemen okula gelecek bir babası... Oysa kendi hiç bilmiyordu baba sevgisini, hiç tatmamıştı öyle bir sevgiyi. Muhtemelen kendi bir şeye üzülüp babasını arasaydı, Hüseyin Bey'in umurunda bile olmazdı ağlaması. Seninle uğraşacağım ben, diye bağırırdı babası. Hayır, arkadaşını kıskanmıyordu yalnızca buruklaşıyordu kalbi. Ailesi tarafından hiç sevilmediği için ister istemez üzülüyordu. Her ne kadar kendi kendine yetmeye çalışsa da nihayetinde o da bir genç kızdı ve her genç kız gibi babasına sığınma ihtiyacı duyuyordu.

Yaklaşık yirmi dakika sonra Asaf Bey gelip kızını okuldan aldığında Feyza da onlarla gitti. Oya da arkadaşlarını yalnız bırakmak istemese de maalesef ki eve geç kalamazdı. Zaten annesi bir şeylerden şüpheleniyordu daha da çok huylandırmak istemezdi onu.

Babasını görür görmez kollarına atlamış, ona sıkı sıkı sarılarak ağlamıştı Asu. Saçlarında gezen şefkatli eller biraz olsun geçirmişti acısını. Şifalıydı babasının elleri, acılarını geçirecek, yaralarını saracak kadar şifa doluydu. O sıcacık koca eller sadece gözyaşlarını silmiyordu, kırgın yüreğine de merhem oluyordu. Bambaşkaydı işte kendinin babası, ne yaşarsa yaşasın onun kollarında iken cenneti yaşadığını hissediyordu. Biliyordu, kendi için babası cihanı alev alev yakardı. Bir tel saçına gelecek zarar için dünyayı yerinden oynatırdı gerekirse. Kendini, üzeni üzer; canını yakanın, canını acımadan yakardı. Eğer Caner'in yaptığını da öğrenirse onun başını kopartır, köpeklere yem ederdi. Fakat anlatamamıştı Asu, Caner'le yaşadıklarından öyle çok utanıyordu ki... Babasının yüzüne bakacak yüzü bile yoktu. Belki bu yüzden babasının gözlerine bakmamak için hep başını göğsüne saklamıştı.

Kızına ne olmuştu bilmiyordu Asaf Bey lakin kızını kim bu hale getirdiyse ona çok fena hesap soracaktı. Kızı da, Feyza da bir şekilde kendini geçiştirirlerken kendi de daha fazla sorgulamadan Asuman'ı eve götürmenin en iyisi olduğunu düşünmüştü. Biraz sakinleşsin ne olduğunu elbette kendine anlatırdı Asuman.

Çıkış zili çalalı henüz beş, on dakika olmuştu ki, Sarp Caner'in eve gitmesine müsaade etmeden onu bahçenin sessiz bir köşesine çekmişti. Şimdi ise hiç durmadan bağırıyordu arkadaşına. Kolay kolay kendi de hırsını alamayacaktı ondan.

"Geri zekâlı mısın oğlum sen?! Nasıl yaptın bunu ya?! Nasıl! Benim aklım fikrim bunu almıyor Caner! Almıyor! Hani Çiçek'e kardeşim diyorsun ya biri yarın bir gün ona böyle bir şey yapsa sen ne yaparsın?! Söyle ne yaparsın?!"

Bankta otururken Sarp'ın karşısında kendine fırça çekmesini sabır ile dinliyordu Caner. Tamam haklıydı o, ne söylerse söylesin haklıydı ama kendinin de bir sabrı vardı ve taşıyordu. Herkes üstüne geldikçe geliyordu, ne değişecekti böyle? Ne? Hatasını kabul ediyor, pişmanlık duyuyordu kahretsin elinden başka bir şey gelmiyordu işte. Asu'yla konuşamamıştı bile, kendini dinlemeden çekmiş gitmişti Asu. Kendini değil, o şerefsiz Cenk'i dinlemeyi seçmişti. En çok canını bu yakıyordu ya.

"Hadi sevdin ettin, Asu da seni sevdi okey. O gece de yaşadınız bir şeyler ona da tamam ama ne diye böyle bir iddiaya giriyorsun lan sen?! Yazık değil mi ya... Söylesene Caner, o kıza yazık değil mi?! Asu'nun ne hale gelebileceğini düşünmeyecek kadar akılsız mısın oğlum sen?! Lan o kız seni sevdi lan! Sevdi! İlk defa biri seni harbiden sevdi! Hiç mi önemi yoktu bunun?! Hiç mi?!"

"Kanıtlamak istedim!" diye aniden bağırdı Caner. Sarp'ın öfke dolu bakışlarını karşılık kendine de öfkeyle bakıyordu ona. Canını burnundaydı ve Sarp çok üstüne geliyordu. Bu gidişle ona patlayacaktı.

"Kanıtlamak istedim oldu mu?! Asu'nun beni sevdiğini, onu... Onu elde edebileceğimi Cenk'e kanıtlamak istedim! Rahatladın mı şimdi?!

"Sen harbiden geri zekâlısın!"

"Sarp..."

"Lan zaten kız seni seviyordu! Seviyordu! Sevmese ister miydi seni?! Sen kime neyini kanıtlamaya çalıştın daha?! Asu'nun seni sevmesi yetmedi de bir de o, üç kuruşluk egonu mu tatmin etmek istedin?!"

"Aynen kardeşim!" diyerek ayağa kalktı Caner. İlk defa bu kadar ağır konuşuyorlardı birbirlerine sonrasında ne olurdu bilmiyordu ama o derin dostlukları ilk defa sarsılmıştı böylesine.

"Aynen dediğin gibi! Egomu tatmin etmek için Asu'yu kullandım ben! Benden de bu kadar oluyormuş demek ki! Beceremiyormuşum adam gibi sevmeyi! Senin kadar mükemmel sevemiyormuşum, ben buymuşum işte! Oldu mu, tamam mı?! Rahatladın mı?!"

Son sözlerini ardından bankta duran çantasını hırsla omuzuna takıp yürüdü Caner. Sarp arkasından seslense de duymadı onu. Daha fazla fırça dinleyecek sabrı kalmamıştı.

"Öyle lafını söyleyip çekip gidince her şey düzelmiyor!"

"Sarp tamam... Tamam gitme üstüne daha fazla. Pişman işte, belli. Etmiş bir halt elinden bir şey gelmiyor şimdi de."

Altay'ın sesini duyunca sıkıntıyla nefes aldı Sarp. Sakinleşemiyor, Caner'in yaptığını bir türlü kabul edemiyordu. Uzun bir süre de Caner'in ağzına tükürmeye devam edecek gibiydi.

"Hazmediyorum Altay. Hazmediyorum. Ya biz Caner'le birlikte büyüdük, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Şimdi onun bu yaptığını sindiremiyorum."

"Haklısın... Haklısın ama biraz Caner'e de zaman ver. Çok pişman. İnan bana çok pişman."

"Pişman olması neyi değiştirir ki bu saatten sonra? Asu yıkıldı bir kere."

Başını sallamakla yetindi Altay. Bu mesele bugün burada kapanmamış, sancılı günlerin başlangıcı olmuştu. Fakat delikanlı bilmiyordu ki, daha kendinin imtihanının başlamadığını. Hatta o imtihanın da bugün başlayacağını.

"Neyse Oya'yı eve bırakacağım bugün. Biraz yalnız kalalım dedikte. Sınıfta eşyalara topluyordu Oya. Ben gidip ona bakayım. Yarın görüşürüz artık."

"Görüşürüz kardeşim."

Sınıf kapısının önüne geldiğinde Hakan'la, Oya'yı karşı karşıya durmuş konuşurken buldu Altay. Onlar kendini görmemişti henüz, her ne konuşuyorlarsa ikisi de oldukça ciddiydi. Ellerini yumruk yaptığında geri çekilip duvara dayandı. Hemen saldırgan davranmayacak, ne konuştuklarını dinleyecekti. Umuyordu ki, Hakan sabrını fazla zorlamasın.

"Seni dinliyorum," dedi Oya sakince. Sınıf boşalınca biraz olsun beni dinler misin, diye sormuştu Hakan. Kendi de hayır diyememişti işte. Galiba bir kez olsun onun duygularını açık açık dinleyecek kadar cesareti vardı.

"Ben seni hiç üzmek istemedim Oya eğer üzdüysem de özür dilerim. Ben... Ben yalnızca seni sevdim hâlâ seviyorum. Sana olan sevgim üç günlük heves falan değil. Ben gözlerimi seninle açtım Oya. Senden başka kimseyi görmedim, tanımadım, istemedim... Yalnızca sen... Yalnızca senin elini tutmak istedim."

"Hakan bak..."

"Doğru veya yanlış umurumda bile değil bir kez olsun gözlerine baka baka sana olan duygularımı söylemek istiyorum. Ben seni seviyorum... Çok seviyorum. Eğer bir gün... Bir gün sen de bir şeylerden pişman olursan, bana karşı duyguların değişirse, kalbin yanıldığını anlarsa ben hep burada olacağım."

Dolu dolu gözleriyle başını iki yana salladı Oya. Canını niye bu kadar çok yakıyordu ki Hakan? Kendine vicdan azabı çektirmek hoşuna mı gidiyordu?

"Ben yanılmadım Hakan. Yanılmayacağım, pişman da olmayacağım. Senin canını yakmak istemezdim, özür dilerim ama ben Altay'ı seviyorum. Çok seviyorum onu."

"Oya..."

"Sen gerçekten çok iyi bir insan, çok iyi bir arkadaşsın. Bana verdiğin değer için teşekkür ederim. İnan bana, ben senin sevgine saygı duyuyorum ama ne olur daha fazla birbirimizi kırmayalım, üzmeyelim. Bir gün çok mutlu olacağını, başka birini yine böyle güzel seveceğini, hatta benden daha çok seveceğini biliyorum ve bunu gerçekten istiyorum. Çünkü sen çok mutlu olmayı hak ediyorsun."

Yere diktiği bakışlarını geri Oya'nın gözlerini çevirdi delikanlı. Onu bu yüzden sevmişti ya. Masumdu kendinin meleği, nahifti, kırılgan bir çiçekti ve kendi o çiçeği elleriyle soldurmaktan ölesiye korkuyordu. Biliyordu ki, kendinin sevgisi de zararsız, masumdu. Oya'ya zarar vermeyi değil, onun mutlu olmasını istiyordu çünkü. Vazgeçmemişti, vazgeçmeyecekti ancak Oya'nın mutluluğunu da bozmayacaktı. Bekleyecekti. Belki bir gün umuduyla bekleyecekti. Ne kadar beklemesi gerekirse gereksin.

"Ben senin elinden Altay'ı sevme hakkını alamam ve sen de benim elimden seni sevme hakkını alamazsın Oya."

"Hakan yapma, ne olur kendini de, beni de üzme artık."

"Bekleyeceğim Oya... Ne kadar sürerse sürsün, Altay'la ne yaşarsan yaşa umurumda değil. Ben seni bekleyeceğim. Bunu unutma."

Başka bir şey demeden sınıftan çıktı Hakan, Oya ise yine çok sevilmenin ağırlığı altında ezildi. Kaldıramıyordu, ağır geliyordu Hakan'ın sevgisi. O güzel sevgiyi elleriyle nasıl paramparça edebilirdi? Kırıp dökmüyordu Hakan, yakmıyordu canını fakat acıtıyordu işte. Hem de çok acıtıyordu. Gözlerinden iki damla yaş aktığında Altay'ın kollarının kendini sardığını hissetti. Sevdiği adamın kollarında kendini seven adam için ağlarken kendinden utandı. Lakin engel olamadı Altay'ın kollarına teslim olup acılarının orada son bulmasına. Sevdiği, huzur bulduğu, dinlendiği yer burasıydı çünkü. Altay'ın göğsü.

Oya'yı sarıp sarmalarken saçları arasına öpücükler bıraktı Altay. Öfkeden uzaktı, ilk defa Hakan'a sinirlenmemiş ona acımıştı. O kadar zavallı bir sevgi besliyordu ki Hakan yüreğinde üzülmemek elde değildi. Fakat yine de tahammül edemiyordu sevdiği kızın başka bir adam için ağlamasına.

"Seni böyle ağlattığı için gerçekten bir gün çok fena elimde kalacak Hakan."

"Ben seni seviyorum Altay. Çok seviyorum seni. Sen benim için bir tercih ya da seçim değilsin sen benim sevdiğim tek adamsın ama Hakan öyle konuştukça üzülüyorum. Ne olur anla beni. Birinin canını yakmak canımı yakıyor."

Genç kızın yüzünü avuçları arasına aldığında parmaklarıyla gözyaşlarını sildi delikanlı. Parmakları sevgiyle dolaşıyordu Oya'nın yüzünde. Seni seviyorum diyordu ya Oya, gerisi umurunda değildi. Hakan istediği kadar bekleyeceğim desindi, Oya asla bırakmazdı kendini.

"Bu da onun seçimi. Senden vazgeçmiyorsa kendi bilir. Onun seni sevmesi, senin suçun değil. Sen de bunu anla artık."

"Yine de...

"Sen benim sevgilimsin Oya ve ben sevgilimin başka bir adam için ağladığını görmeye tahammül edemiyorum. İkimiz olalım artık... Başka kimse karışmasın bize. Sadece biz... Sadece biz olalım. Çok mu şey istiyorum be güzelim?"

"Haklısın... Haklısın da ben korkuyorum Altay. Hakan'dan dolayı değil sanki bir şey olacakmış gibi hissediyorum. Korkuyorum... Öyle bir korku var işte içimde. Caner'le, Asu'nun başına gelenlerden sonra sanki... Sanki bize de bir şey olacakmış gibi geliyor."

"Bize hiçbir şey olmayacak, ben seni asla bırakmayacağım sen de beni bırakma. Sev. Benim seni sevdiğim gibi sen de beni sev güzelim."

"Ben seni zaten çok ama çok seviyorum."

"İşte benim de duymak istediğim cümle bu."

Masumca gülümsedi genç kız, Altay dudaklarına eğilince ise gözlerini kapadı. Bir kez daha öpmeye doyamadığı dudakları dudaklarının arasında hissedince kalbi aşkla attı. Delikanlının göğsüne ellerini yerleştirdiğinde arzuyla uyum sağladı ona. İtiraf etmesi gerekirse sevdiği adamla öpüşmek fazlasıyla hoşuna gidiyordu ve acaba demiyordu. Biliyordu çünkü Altay canını asla yakmazdı.

"Sanırım sana asla doyamayacağım."

Yanaklarının kızarırken "Altay," dedi Oya utangaç bir sesle. Öpüşmek bile kendi için fazla cesur bir hareketti, daha fazlasını yapamazdı galiba. Hem neyse ki Altay'ın da öyle bir isteği yoktu.

"Tamam... Tamam bir şey demedim hadi eve bırakayım seni artık."

****

Eve geldiğinde anahtarını fırlatıp çantasını yere attı Caner. Öfkeden burnundan soluyor, bir şeylere devirmeye ihtiyaç duyuyordu. Kimseye değil kendineydi aslında öfkesi. Bu kadar aptal olduğu için kendine öyle çok kızıyordu ki... Sakinleşemiyor, yenemiyordu sinirini fakat kendine iyi gelecek biri vardı. Her şeye rağmen saçlarını okşayacak biri vardı bu hayatta. Bir tanesi, tek varlığı, canından çok sevdiği annesi. Bir tek o kendini sakinleştirirdi, bir tek o acılarını dindirirdi. O yüzden kafasındaki düşüncelerden kurtulmaya çalışarak içeri girdi. Girer girmez de annesini kanepede fasulye ayıklarken buldu. Dolu gözlerine doldurmadan hızla koltuğa yürüyüp annesinin yanına oturdu. Hiçbir şey demeden uzandı dizlerine. Kedi gibi kıvrıldı annesinin kucağına.

Bir şey demedi, sormadı Necla Hanım. Gözlüklerini çıkartıp yanındaki sehpaya bıraktı. Aynı zamanda ayıkladığı fasulyeyi de. Oğlunun saçlarında ellerini gezdirirken anladı yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu. Mersin'den döner dönmez zaten dedikodular çalınmıştı kulağına. Asuman, o gece kendilerinde kalmıştı. Evine sabaha karşı oğluyla birlikte dönmüştü. Geceyi birlikte geçirmişlerdi ve o gece kesin bir halt yemişlerdi... Her ne kadar söylentilere inanmak istemese de anne yüreğinde hissetmişti dedikoduların doğru olduğunu. Ayrıca oğlunun odasında bulduğu kanlı çarşafta içine şüpheler düşürmek için yeterliydi. Duydukları ve gördükleri apaçık ortaya seriyordu olan biteni. Bin bir emekle büyüttüğü oğlu nasıl gencecik bir kızın günahına girmişti? Caner erkek olabilirdi ama cinsiyeti kızların günahlarına girme hakkı vermezdi ona. Erkek diye, öyle her istediğini yapamazdı oğlu. Yıllardır bunu anlatmaya çalışmıştı evladına fakat görüyordu ki, çabaları boşa gitmişti.

Bir damla gözyaşının yanağını ıslattığını hissetti Caner, annesinin elleri saçlarında gezerken engel olamadı gözyaşlarının akmasına. Adam gibi sevmeyi beceremediği gibi, annesine layık bir evlat olmayı da becerememişti. Saçlarında gezen şefkatli elleri bile hak etmiyordu.

"Ben böyle bir adam olmak istemiyorum anne. Babam gibi aşağılık bir adam olmak istemiyorum. Sana söz verdiğim gibi senin güzel oğlun olmayı istiyorum ama beceremiyorum. Beceremiyorum işte!"

"Sen nasıl bir günaha girdin Caner?"

Başını kaldırıp şaşkınca annesine baktı delikanlı, her şeyi biliyor muydu? Ama nasıl?

Acı acı güldü Necla Hanım, oğlu unutuyordu kendinin bu hayatta neler görüp geçirdiğini. Bir zamanlar ışıltıyla parlayan saçlarına boşuna aklar düşmemişti ya.

"O gece Asuman burada kaldı demi?"

"Anne..."

"Ah be Caner, ah be yavrum sen ne yaptın? Gencecik bir kızın günahına nasıl girdin?"

Başını eğdi Caner, annesinin yüzüne bakmaya utanıyordu şu an. Eğer... Eğer Asu'yu üzmemiş olsa utanmazdı belki ama mahvetmişti Asu'yu, kendi elleriyle soldurmuştu o güzel gökyüzünü. En çokta bu yüzden öfkeliydi ya.

"Asu'yu evine götürecektim... İnan götürecektim ama... Ama olmadı işte. O da istedi. Anne yemin ederim ben ona zorla dokunmadım, onu hiçbir şeye zorlamadım. Her ne yaşadıysak bu ikimizin günahı."

"O yüzden mi gözlerinde bu öfke? O yüzden mi pişmanlık seni böyle yakıp kavuruyor?"

"Hayır... hayır daha beter bir şey yaptım. Çok daha beter bir şey ve Asu'yu kaybettim. Sonsuz denk..."

"Caner..."

"Sorma. Ne olur daha da bir şey sorma anne," diyerek yeniden annesinin dizlerine uzandı delikanlı. Sadece burada uyumak istiyordu. Annesinin dizlerinde uyuyup uyandığında her şeyin bir kâbus olarak kalmasını. "Sadece beni adam et. Et ki, sevilmenin kıymetini bileyim."

İç geçirdi Necla Hanım, kıyamıyordu evladına. Caner'i ne zorluklarla büyüttüğünü bir kendi bilirdi. Bir kendi bilirdi onu adam etmek için ne çabalar verdiğini ama yapamamıştı işte. Becerememişti iyi bir anne olmayı. Öğretememişti Caner'e doğruyu yanlışı. Eğer yapabilseydi şimdi Caner böylesine büyük bir suçluluk yaşamazdı. Asuman'a ne yapmıştı oğlu bilmiyordu ama her ne yapmışsa onu çok üzdüğünü tahmin ediyordu. Suçlanacak biri varsa eğer Caner değil, kendiydi. Oğlunu adam gibi yetiştirmeyi beceremediği için.

"Beceremedim Caner. Ne yazık ki ben seni adam etmeyi beceremedim. Affet. Affet beni oğlum."

Gözyaşları akarken gözlerini sıkı sıkı yumdu Caner. Annesini bu suçluluk duygusunu yaşattığı için şimdi daha çok utanıyordu. Annesinde değil, kendinde idi kabahat annesinin emeklerine karşı becerememişti adam olmayı. Annesinin emeklerine yazıktı. Harbiden çok yazıktı, eli öpülesi Necla Sultana. Pişmanlık, utanç, öfke, kırgınlık... Hepsi bir kalbini kuşatmış, kanatıyordu. Asuman yoktu artık, annesi de öyle. O gün sadece sevdiği kadını değil, annesini de kaybetmişti. Acı da olsa ne yazık ki bunu biliyordu.

***

Eve geldiğinden beri hıçkıra odasında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Asu. Feyza bir an olsun onu yalnız bırakmıyor, sanki kalbindeki kırgınlığı elleriyle söküp alabilecekmiş gibi saçlarında ellerini gezdiriyor, sırtını sıvazlıyordu. Kuzeninin bu haline içi parçalanıyordu ve kahretsin hiçbir şey yapamıyordu. Asuman'ın akan her bir damla gözyaşı için Caner'i boğmak istiyordu. Fakat daha da önemlisi kendini sıkıştıran teyzesiyle, eniştesine ne diyeceğini hiç bilmiyordu. Nereye kadar saklayabilirdi Asuman'ın başına gelenleri?

Annesine de babasına da bir şey anlatmamıştı Asu. Anlatamazdı, yapamazdı. Utanıyordu. Kendinden öyle çok utanıyordu ki. Ne diyecekti kendi rızamla Caner'in koynuna girdim sonra da onun bir iddia uğruna benimle yattığını öğrendim mi? Düşünceleriyle boğuşurken bir kez daha yumruğunu yastığına vurdu. Ağlamaktan heba olmuş, gözlerinde artık akacak yaş kalmamıştı. Göz pınarları kurumuş, sesi kısılmıştı. Yatağında cenin pozisyonunda uzanırken yaşadıklarını sindirmeye çalışıyor lakin her bir an aklına geldikçe kendine olan öfkesi ikiye katlanıyordu. Hazmedemiyordu. Deli gibi âşık olduğu adamın kendini kullanmasını hazmedemiyordu. Biliyordu kolay kolay atlatamayacaktı yaşadığı travmayı.

"Asuman ne olur yapma böyle. Seni bu halde gördükçe ben kahroluyorum."

"Ne yapayım Feyzoş? Sen söyle ne yapayım? Canım çok yanıyor. Canım öyle çok yanıyor ki..."

Yeniden Asu'nun yüzüne gelen saçları geriye attığında gözyaşlarını bir kez daha parmaklarıyla sildi Feyza. Ne olacaktı bu kızın hali?

"Biliyorum biliyorum bir tanem. Ama ne olur kendini üzme daha fazla."

Hıçkırıkları sussa bile gözyaşları dinmiyordu bir türlü. Ağlamak geçirmiyordu acıyı lakin ağlamaktan başka çare de yoktu çaresizliğe. Evet çaresizdi Asu. Her şeyi geri alamayacağı için, en başa dönme şansı olmayacağı için çaresizdi. Keşke demek istemezdi ama diyordu işte. Caner dedirtiyordu kendine. Oysa iyi ki demek için sevmişti kendi. Belki Caner'le ebediyen sevgili kalmayacaklardı, belki aralarına başka şeyler girecekti fakat yine de ilk aşkını keşke yerine iyi ki diyerek hatırlamak isterdi. Pişmanlık duymak istemezdi yaşadığı hiçbir şeyden ancak Caner en büyük pişmanlığı olmuştu. Emindi genç kız, ne yaşarsa yaşasın hayatı boyunca en büyük pişmanlığı Caner olarak kalacaktı.

Ahu Hanım içeri girdiğinde sıkıntılı gözlerini kızında gezdirdi. Sabrediyordu, bekliyordu kızının sakinleşmesini. Üstüne gitmemesi gerektiğinin bilincindeydi. Her ne olmuşsa elbette anlatacaktı Asuman kendine. Şimdi ise onu görmek isteyen biri daha vardı ve elbette o kişiyi öylece gönderemezdi.

"Sarp geldi, seni görmek istiyor."

"Hayır... Hayır... Hayır olmaz anne. Olmaz!" diyerek hızla yatakta doğruldu Asu. Sarp'ın bile yüzüne bakacak yüzü yoktu. "Asuman iyi değil de, kimseyi görmek istemiyor de. Ne olur gelmesin buraya ne olur."

"Şu an kovulduğuma inanmıyorum."

"Sarp," dedi Feyza şaşkınlıkla. Demek aşağıda duramamış odaya kadar çıkmıştı Sarp. Ona büyük haksızlık ettiğini şimdi daha anlıyordu. Buraya kadar gelmişti Sarp, Asuman'ı görmek için. Mutlaka uygun bir zamanda ondan özür dilemesi gerekiyordu.

"Ben sizi yalnız bırakayım. Feyza sen benimle gelir misin kızım?"

Sorguya çekileceğini bilse de teyzesini başıyla onaylayıp ayağa kalktı Feyza. Kendinin kalktığı yere ise Sarp oturdu. Teyzesiyle odadan çıkarken Sarp'ın Asu'ya sarıldığını gördü. İçinden ona binlerce kez teşekkür etti.

"Her bir damla akan gözyaşın için Caner'in ağzını burnunu kıracağım."

"O senin arkadaşın Sarp. Benim yüzümden aranızın açılmasını istemem."

"Evet, Caner benim arkadaşım ama sen benim kardeşimsin Asu. Yarın Çiçek'te büyüyecek, genç kız olacak ona da biri aynı şeyi yapsa ben buna sessiz kalabilir miyim?"

Sevgiyle Sarp'ın gözlerine bakarken usulca başını omuzuna yasladı Asu. Gözlerini kapadığında iki damla daha gözyaşının yanağını ıslatmasına izin verdi. Hiç tatmadığı o abilik sevgisini Sarp'ın kollarında buluyordu. Caner'in yaptıklarından asla o suçlu değildi, olamazdı.

"Ben çok utanıyorum. O kadar utanıyorum ki, senin yüzüne bile bakamıyorum."

"Sen utanılacak hiçbir şey yapmadın," diyerek genç kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı Sarp. Yanaklarındaki ıslaklığı parmaklarıyla silerken bir kez daha Caner'e saydırdı. Nasıl kıymıştı Asu'ya? Nasıl onu bu kadar harcayabilmişti?

"Sen sevdin, çok sevdin ama Caner bu sevgiye değmedi. Eğer şimdi utanacak biri varsa o sen değilsin, Caner."

"Sarp," diyerek yeniden başını delikanlının göğsüne sakladı Asu. Sarp'ın kollarına sığınırken onun tüm erkeklerden çok farklı olduğunu bir kez daha anladı. "İyi ki varsın, iyi bu dünyada senin gibi bir adam var."

Teyzesinin karşısına oturmuş, onun tarafından sorguya çekilirken kaçamak cevaplar vermekle yetiniyordu Feyza. Sıkıntıyla ellerini ovuşturuyor, gözlerini kaçırıyordu. Tamam teyzesini de anlıyordu fakat üstüne çok geliyordu Ahu Hanım. Nereye kadar saklayabilirdi olan biteni?

"Feyza'm, güzel kızım... Asuman'ı korumak istiyorsun anlıyorum ama... Ama sen de beni anla. Ben onun annesiyim ve onun başını ne geldiğini, niye bu kadar çok üzüldüğünü bilmek hakkım. Ne oldu? Caner'le mi kavga ettiler?"

"Teyze gerçekten anlatamam bunu sana. Ne olur daha fazla zorlama"

"Yarın bir gün sen de anne olacaksın Feyza. Senin kızın eve böyle ağlayarak gelse sen ne yaparsın? Hadi güzel kızım, hadi söyle bana ne olduğunu."

"Caner işte," dedi genç kız en sonunda. En azından mevzunun Caner'le ilgili olduğunu söyleyebilirdi. "Çok üzdü Asuman'ı, çok kırdı."

"Ne yaptı o hergele benim kızıma?"

"Teyze..."

"Ne yaptığını bileyim ki şöyle güzelce ayağımın altına alayım onu."

Kaçacak yeri yoktu, cevap vermedikçe üstüne üstüne gelecekti teyzesi. O yüzden gözlerini kapatıp doğru şeyi yaptığını düşünerek Ahu Hanım'a olanları anlattı genç kız.

"Caner'in doğum günü gecesi Asuman eve dönmedi. Aslında hepsi benim suçum, onu orada bırakmamalıydım, gerekirse kolundan tutup zorla getirmeliydim ama... Ama işte..."

Gözlerine şüphe yerleştiğinde korkuyla yutkundu yaşlı kadın. Yok, yapmazdı Asuman öyle bir şey. Henüz reşit bile değilken böyle bir şeyin ortasına atmazdı kendini.

"Feyza sakın bana aklımın gelenin doğru olduğunu söyleme."

Alt dudağını dişledi Feyza, teyzesi korku içinde kendine bakarken sessiz kaldı. Yanlış bir şey yapmadığını umuyordu. Yeğeninin sessiz kalmasından, bakışlarından durumu anladı Ahu Hanım. Gözlerini kapatıp başını arkaya yasladığında "Asuman," dedi öfkeyle. Daha kaç yaşındaydı kızı, kendi bedenini bile henüz tanımadan nasıl böyle düşüncesizce davranabilirdi? Anlayışlı bir anne olmaya çalışıyor olması, bu kadarına da sessiz kalacağını göstermezdi. Ya hamile kaldıysa Asuman, o zaman ne olacaktı? Gencecik yaşında kürtajla mı uğraşacaktı? Nasıl aklını bu denli kaybedip şuursuzca hareket edebilirdi? Gözü aşktan bu kadar mı kör olmuştu?

"Bunu nasıl yaparsın kızım?"

"Daha da kötüsü... Caner okulda biriyle iddiaya girmiş. Araba iddiasına. Asuman'la.. Asuman'la şey olabilirse işte..."

Elini kaldırarak susturdu Feyza'yı Ahu Hanım. Anlayacağını anlamıştı daha fazlasını duymak istemiyordu. Fakat daha beteri Asaf Bey'in her şeyi duymuş olmasıydı. Arkasını döndüğünde eniştesinin öfke dolu bakışlarıyla karşılaştı Feyza. "Enişte," demişti ki korkuyla Asaf Bey yaşına rağmen ani bir atakla kızının odasına doğru yol aldı. Hızla merdivenleri çıktığında ise koca evde tek bir cümle yankılandı.

"Gidip o Caner denen serseriyi öldürmemem için tek bir sebep söyle Asuman!"

***

"Yine ayrılıyor muyuz biz şimdi?"

Üzgün gözlerle sevgilisine bakarken içinin burkulduğunu hissediyordu Altay. Elinden gelse sevgilisini bir an olsun bırakmazdı ama ne yazık ki Oya'nın sokağına gelmişlerdi. Mahalleye birlikte giremeyecekleri için sokağın başında ayrılmaları gerekiyordu.

"Yarın nasıl olsa görüşeceğiz."

"Evet ama yetmiyor işte. Her dakika yanımda olmanı istiyorum."

Masumca gülümsedi genç kız, Altay'ı bırakmayı istemiyordu aslında kendi de fakat şimdi mecburen eve girmesi gerekiyordu. Sevgilisinin ellerinden ellerini çektiğinde etrafa göz attı. İyi ki sessiz sakindi burası bir görseydi muhtemelen hemen ailesine yetiştirirdi.

"Ben de hep yan yana olalım istiyorum fakat şimdi eve gitmem gerekiyor."

"Biliyorum güzelim."

Sevdiği kızın yüzünde damarları parmakları bir kez daha gezintiye çıktığında iç çekti Altay. Kararını en başından vermişti. Oya'yı kaçak göçek değil, özgürce sevmek istiyordu, korkmadan çekinmeden. Hem kendi için kesinlikle Oya bir heves falan değildi. Hayatının anlamıydı, o varken hayatı anlamlıydı o yokken hayatının anlamı değil, hayatı yoktu. O yüzden lise bitince bir şekilde babasıyla konuşacak, bir geceliğine de olsa adam gibi davranmasını rica ederek çiçek ve çikolatayla gelecekti Oya'nın babasına. İsteyecekti Hüseyin Bey'den kızını. Yaşı küçük olabilirdi lakin adam gibi seven büyük bir yüreği vardı. Risk alamazdı, bekleyemezdi. Oya'nın ailesini biliyordu. Liseden sonra onu başka bir adama vermelerine öylece göz yumamazdı. Ne kadar ciddi olduğunu sevdiği kızın ailesine gösterirse o zaman onlar da belki Oya'yı verirlerdi kendine.

"Ama rahat rahat seni seveceğim günler de yakın, onu da biliyorum."

"O ne demek şimdi?"

Çapkın çapkın gülümsedi delikanlı. Başka birini sevmeyi falan istemiyordu. Sevdiği kız Oya idi ondan başkası yoktu, olamazdı.

"Lise bitsin babana Allah'ın emri, peygamberin kavli diyeceğim."

Gözleri pörtledi, yutkunamadı Oya. Ciddi ciddi evlilik diyordu Altay. Daha önce bu konuyu hiç konuşmamışlardı, o yüzden şaşkın şaşkın bakıyordu. Daha yaşları kaçtı? Hem kendi üniversiteye gidip okumak istiyordu. Öylece pat diye olur muydu hiç bu işler?

"Altay"

"Ne? Sen benimle evlenmek istemez misin?"

"İsterim," derken alt dudağını dişledi genç kız. Bu evlilik fikri hoşuna gitmişti itiraf etmesi gerekirse. Bir an için hayallere daldı. Beyaz bir gelinlikle, Altay'la nikâh masasına oturduğunu düşledi. Sonra birlikte sıcak bir yuva kurduklarını. Küçük bir evde mutlu mutlu yaşadıklarını. Nasıl güzel olurdu. Nasıl da mutlu olurdu Altay ile. Başka bir adamı tanımak, sevmek istemiyordu. Altay sevgilerin en güzelini veriyordu kendine.

"Ama... Ama üniversite var daha. Ben okumak, avukat olmak istiyorum biliyorsun."

"Ben de çok istiyorum Oya. Senin başarılı bir avukat olmanı çok istiyorum ve başaracağını da biliyorum. Sadece o zamana kadar nişanlı oluruz olmaz mı? Hem üniversiteye gittiğinde de sana yan gözle bakamaz kimse. Bakan olursa da alnını karışlarım."

"Ya sen üniversiteye gittiğinde sana yan gözle bakan olursa?"

"Sen de onların saçını başını yolarsın. Ben de keyifle izlerim."

"Altay"

"Ne?"

"Başaracağız demi biz? Yani üniversiteye gidebileceğiz demi?"

Oya'nın buruklaşan sesine dayanamadı Altay. Sevgilisini kolları arasına aldığında saçlarına ufak ufak öpücükler kondurdu. Kendi devam edebilir miydi eğitim hayatına bilmiyordu fakat Oya'nın devam etmesi için elinden gelen ne varsa yapacaktı. Sevdiği kızın en büyük hayali avukat olmak iken o hayali gerçekleştirmesi için kendi her türlü desteği verecekti ona. Oya'nın yanındaydı. Her şartta ve daima.

"Başaracağız güzelim. Her şeye ve herkese rağmen başaracağız."

Hayaller belki gerçek olmazdı lakin yine de hayal kurmak güzeldi. Oya da kuruyordu işte. Üniversiteye gittiğini sonrasında avukat olduğunu ardından Altay ile evlenip mutlu bir yuva kurduğunu düşlüyordu. Başka istediği bir şey yoktu şu hayatta. Kendi ayakları üzerinde durabilsin, sevdiği adam yanında olsun kendine yeterdi, gerçekten yeterdi.

İki genç âşık birbirine sıkı sıkı sarılıp hayaller kurarken o hayalleri bozan biri ne yazık ki vardı. Kızını bir erkeğin arasında görmenin öfkesini yaşayan Hüseyin Bey.

"Oya!"

Duyduğu sert ses ile Altay'ın kollarından ayrıldığında o an anladı Oya hayallerinin yalnızca hayal olarak kalacağını. İki damla gözyaşı yanaklarını ıslatırken çenesinin titrediğini hissetti. Bitmişti. Her şey daha başlamadan bitmişti işte.

"Baba"

Hızla kızıyla arasındaki mesafeyi kapatıp Oya'nın kolunu tutup onu arkasına çekti Hüseyin Bey. Altay'ın açıklamasına yapmasına dahi izin vermeden delikanlının yüzüne yumruğu geçirdi. Sesi mahalleyi inletirken herkesin kendilerine bakmasına da neden oldu.

"Utanmıyor musun oğlum sen sokak ortasında benim kızıma sarılmaya?!"

Yerden kalkmak için çabalarken burnunun kanadığını hissetti Altay. Oya'nın çığlıklarını duyarken kendinden nefret etti. Oya'nın hayatını bitirmişti. Aptalca bir davranışının sevdiği kızın hayatına mal olacağını ne yazık ki o gün anlamıştı. Kendini açıklama çabasına girişse de işe yaramadı. Hüseyin Bey, bir daha seni kızımın yanında görmeyeceğim, diyerek ardı ardına tehditler yağdırmasından hemen sonra Oya'ya bağıra bağıra onu kolundan tutup sürükledi. Öyle sert çekiyordu ki kızını, Altay'ın içi acıdı. Kendi Oya'ya dokunmaya bile kıyamazken babası âdeta yaka paça sokak ortasında sürüklüyordu onu. Yumruk olmuş elini sert zemine vurduğunda gözlerini kapadı. Kahretsin, Oya'nın evine gidip durumu açıklayacak cesareti yoktu. Hem öyle yaparak sevdiği kızın başını daha çok belaya sokmaktan korkuyordu. Tek duası yarın Oya'yı okulda görebilmekti.

Kızıyla evine vardığında Esma'nın, çocukların sesini duymazlıktan gelerek direkt olarak Oya'yı odasına götürdü Hüseyin Bey. Ağzından tükürükler saça saça kızına sayıp söverken umurunda değildi onun gözyaşları. Nasıl böyle bir namussuzluk yapardın Oya? Nasıl kendinin namusunu iki paralık ederdi? Hiç mi utanması yoktu bu kızın?

"Sen beni katil mi edeceksin lan?! İlla elimi kana mı bulayım?! Gebertirim! Gebertirim seni Oya!"

Korkuyla, çaresizlikle hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kabul olmayacağını bildiği halde dualar ediyordu Oya. Başı öne eğikti, omuzları tir tir titrerken ürkek bir kuştan farkı yoktu. Tek kelime bile söyleyemiyor, ağzını açamıyordu. Babası üstüne üstüne yürürken ellerini kavuşturup bitmesini diledi. Her ne olacaksa bir an önce olup bitmesini.

"Bu yaştan sonra adımı çıkarıp namusa mı leke mi getireceksin lan?! Ben sizin için eşek gibi çalışayım sen zibidilerle safa sür! Oh ne âlâ memleket! Bu yüzden mi okula gönderiyorum ben seni?! Serserilerle düş kalk diye mi?!"

"Baba... Baba.. Ben... Ben kötü bir şey yapmadım. Yemin ederim kötü bir şey yapmadım!"

"Hâlâ konuşuyor, hâlâ Hiç mi terbiye veremedik biz sana?! Ama yooo bitti! Bitti Oya Hanım! Bundan sonra evden dışarı adımını dahi atmayacaksın! Okulu falan da unut! Evde oturup anana yardım edip kardeşlerine bakacaksın! Olur ki eğer öyle bir şey duyayım, göreyim yemin ederim kızım falan demem öldürürüm seni!"

Hiç olmadığı kadar kendini güçsüz hissediyordu Oya. Cesur değildi, güçlü değildi. Babasının karşısında duracak, ona karşı çıkacak cesareti yoktu işte. Hayatı ellerinin arasından kayıp giderken tek yapabildiği hıçkıra hıçkıra ağlamak ve inatla mucize olması için dua etmekti. Başka bir şey gelmiyordu ki elinden. Gözyaşları yanaklarını ıslatıyor, kalbi acıyla dövüyordu göğüs kafesini. Buraya kadardı işte, iki dakika önce kurduğu hayallerin kırık parçalarından başka bir şey kalmamıştı avuçlarında. Babasının öfke dolu gözlerine karşılık yalnızca başını sallamakla yetiniyor, onun yasaklarını acizlikle kabulleniyordu. Acı da olsa biliyordu hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini.

"Duydun mu beni?!"

"Duydum baba."

"İyi. Aklın başına gelene kadar odandan çıkmayacaksın! Tek başına kalınca yaptığın edepsizliğini anlarsın belki!"

Son sözünün ardından kapıyı çarparak odadan çıktı Hüseyin Bey. Oya ise duvar dibine çöküp dizlerine kapandı. En çok korktuğu başına gelmişti işte fakat daha da kötüsü babasının, annesine söylediği cümleyi duyması idi.

"Konu komşuya haber sal Esma! Hayırlı bir kısmet varsa gelip istesinler Oya'yı! Bu kızın başını bağlamak lazım yoksa adımız çıkar, cümle âleme rezil oluruz!"

Felaketlerin üst üste yaşandığı gün, o gündü. Birbirinden farklı hayatlar yaşayan yedi arkadaş ilk, o zaman bir ağacın köksüz yaprakları gibi dağılıp gitmişlerdi. Kimini aşk acısı, kimini hayal kırıklığı kimini ise kimsessizlik yaralamıştı. Aslında onlar henüz on yedi yaşlarında iken büyük tecrübeler kazanmak zorunda kalan gencecik çocuklardı. Şüphesiz hataları vardı ama yaptıkları hatalar için bu kadar büyük bedeller ödemeleri gerçekten gerekli miydi, tartışılırdı.

Loading...
0%