Yeni Üyelik
42.
Bölüm

39. Bölüm Edilmeyen Veda

@petekayla

 

 

Mayıs 2007

Okula gitmediği kaçıncı gündü bilmiyordu Oya. Haftalar önce ailesi okula gidip kaydını sildirmişti. Kendi ise ağlamakla yetinmiş, gözyaşlarını akıtmaktan başka bir şey yapamamıştı. Genç yaşında çaresizliğin ne demek olduğunu yaşayarak öğrenmişti. Hem annesiyle, hem babasıyla konuşup diller dökse de işe yaramamıştı. Babası kati kararını vermişti bir kere, kendinin de gücü, onu kararından döndürmeye ne yazık ki yetmezdi.

Aslında yalnız değildi Oya, arkadaşları sonuna kadar yanındaydı. Hatta her biri, ayrı ayrı ailesiyle konuşmuş, kendini okuldan almamaları için yalvarmıştı. Feyza, Esma Hanım'ı ikna etmek için aklına gelen türlü sözleri verirken Asu, Hüseyin Bey'le gözyaşları içinde konuşmuş, arkadaşımızı bizden ayırmayın diyerek diller dökmüştü. Sarp'la, Caner de onlardan geri kalmamış, ellerinden gelen ne varsa yapmışlardı ama çabaları bir sonuca ulaşamamıştı. Oya'nın ailesi öyle katıydı ki, hiçbir söz onları etkilememiş, kafalarına koyduklarını yapmalarına mani olamamıştı.

Tüm bunların yanında ise Altay ve Hakan yine birbirine girerek şiddetli bir kavga etmişti. Kavganın sebebi, Hakan'ın dizginleyemediği öfkesiydi. Ona göre, her şey Altay yüzünden olmuştu. Altay yüzünden, Oya okuldan alınmış, gencecik yaşında hayatı bitmişti. Altay'ın o sözde büyük aşkı, Oya'nın hayallerinin failiydi. Şimdi mutlu muydu Altay? Oya okula gelemiyordu, her gün ağlıyordu, üniversiteye gitmek isterken liseyi bitirmeden son verilmişti eğitim hayatına. O adam mahvetmişti sevdiği kızın hayatını ve kahretsin kendinin elinden gelen hiçbir şey yoktu. Altay'a bağırıp durmak dışında.

Okula tek gitmeyen Oya değildi, Asuman da kendi isteğiyle bir bakıma bırakmıştı okulu. Zira Caner'le yaşadığı ne varsa, dedikodu malzemesi olmuştu lisede. Ne zaman okula girse kendine bakıp fısıldaşanları görüyordu Asu. Belki onlara biraz olsun katlanabilirdi eğer hocaların da kendini ayıplayan bakışlarını görmeseydi. Başını öne eğmekten nefret ediyordu lakin o iğrenç bakışlardan başka türlü kaçamıyordu. İşin tuhaf yanı, herkes kendini kınarken kimse Caner'i suçlamıyor veya onu ayıplamıyordu. Nedeni de açıktı, Caner erkekti ve böyle bir durumda kınanan kişiler asla erkekler olmazdı. Oysa... Oysa kendini kandıran, kendi üzerinden iğrenç bir iddiaya giren Caner'di ama kız olduğu için yargılanan kendiydi. Ne acı.

Kim ne düşünürse düşünsün, ne derse desin utanıyordu Caner yaptıklarından. Suçluydu, affedilmeyi hak etmiyordu ancak bir kez... Sadece bir kez Asu'yla konuşmak istiyordu. Onu sevdiğini bağıra bağıra söylemek. Asu'yla her ne yaşadıysa onu sevdiği için yaşamıştı, iddia için değil. Bunu anlatmak için çabalıyor ama genç kız kendini dinlememek için inat etmekle birlikte okula da doğru düzgün gelmiyordu. Evet, Asu'nun yüzünü bile görmüyordu delikanlı ve içinden bir sesler bunun sadece bir başlangıç olduğunu, Asu'ya hasret kalacağı daha çok günlerin kendini beklediğini söylüyordu. Kendi ise nedense o seslerin haklı olduğunu biliyor, öte yandan da annesiyle arasını düzeltmenin yollarını arıyordu. Zira Necla Hanım, ne yaptığını öğrendiğinden beri yüzüne bakmıyordu.

Her şeyi öğrenmesinin ardından soluğu Caner'in evinde almıştı Asaf Bey. Bağıra çağıra Caner'e hesap sorunca Necla Hanım da neler olduğunu öğrenmiş ve oğluna bugüne kadar söylemediği en ağır lafları söylemişti. Asaf Bey, ne yapsa, ne dese haklıydı fakat efendi adamdı işte, yaşlı kadına olan saygısından Caner'e fiske bile vurmamış, tehditler savurup durmuştu yalnızca. Onun ardından ise Necla Hanım sövüp saymıştı oğluna. Ağzına gelenleri söylemişti söylemesine fakat sonrasında tek kelime konuşmamıştı Caner'le. Yok saymıştı oğlunu ve saymaya da devam ediyordu.

Herkes farklı bir dertle uğraşırken Altay'ın da derdi büyüktü. Sevdiği kızın hayatını mahvetmişti, kendini öyle çok kaahrediyordu ki bu gerçek... Ama yine de hâlâ bir çıkar yolun olduğunu biliyordu delikanlı. O da Oya ile evlenmek. Reşit olmalarına birkaç ay vardı eğer reşit olduktan hemen sonra evlenirlerse Oya açıktan liseyi bitirip üniversite sınavına girebilirdi. Aklına gelen tek çözüm yolu buydu. Babasıyla konuşmadan aklından geçenleri Oya'ya söylemek istememişti ancak hayal kırıklığına uğratmaktan korkmuştu sevdiği kızı. Önce babasıyla konuşmalıydı, öyle de yapmıştı fakat Hasan Bey tam da beklediği gibi tepki vermiş, işim gücüm yok bir de seni mi evlendireceğim, beş para etmez halinle aile mi kuracaksın gibi laflar söyleyip durmuştu. Babasının arkasında durmayacağını bildiği için pek şaşırmamış, bir kez daha kimsesiz olduğunu anlamıştı Altay. Arkasında dağ gibi duran bir babası yoktu maalesef o yüzden kendi başının çaresine bakmalıydı. Her şey o kadar kolay değildi ama; liseyi bitirmesi gerekti sonra askerliği vardı tüm bunları halletmeden çıkamazdı sevdiği kızın babasının karşısına. Gözü kara olsa da, düşünmeden, önüne bakmadan maceraya atılmanın zarardan başka bir şey getirmeyeceğini bilecek kadar bilinçliydi. Beklemek zor da olsa, bekleyecekti. Oya'yı bırakmayacaktı böyle bir şey söz konusu bile değildi. Vazgeçemezdi yegâne aşkından yalnızca doğru zamanda doğru hamleleri yapmak için bekleyecekti. Ve sonunda aşkları kazanacaktı, emindi.

Bütün bu olayların ortasında ise kendini çaresiz hisseden biri daha vardı: Feyza. Kardeşi gibi sevdiği arkadaşları darma duman olmuşken kendi ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Kuzenine fazlasıyla üzülmesinin yanında Oya için elinden hiçbir şey gelmemesi de burkuyordu yüreğini. Aynı zamanda Altay'la, Hakan'ın yaşadıkları da etkiliyordu kendini. Altay'ı inanmadığı her şey güzel olacak gibi teselli sözleri mi söyleseydi yoksa Hakan'a destek olmak için mi çabalasaydı? Hangi birinin yanında dursaydı? Hangi biri için ne yapsaydı? Herkesin yanında olmaya çalışırken kimseye yetemediğini hissediyordu. Annesiyle konuşmuştu aslında Oya'nın durumunu. Sonuçta okul aile birliği başkanıydı Fulya Hanım ve kızının en iyi arkadaşı için mutlaka elinden bir şeyler gelirdi ama o, kılını bile kıpırdatmamış, zaten o kızın sonu belli, liseyi bitirse ne olacak, bitirmese ne olacak, demişti. Annesine öyle çok kızıyordu ki Feyza, arkadaşı için bu kadar vurdumduymaz olması gerçekten kendini öfkelendiriyordu. Keşke bir kez olsun Esma Hanım kendini dinleseydi ama o da kovar gibi göndermişti kendini evinden.

Geçenlerde bir gün Asuman'la beraber bir umut Esma Hanım'a gidip onunla konuşmayı denemişlerdi ancak genç kadın Oya'yı görmelerine bile izin vermeden göndermişti onları evinden. Aynı zamanda Asu'ya ağıza alınmayacak laflar söylemeyi de ihmal etmemiş, benim kızımın terbiyesini de bozdunuz demişti. O da duymuştu çünkü Asu'nun başına gelenleri ve daha bu yaştaki bir kızın, bir erkekle evlilik dışı cinsel ilişki yaşaması ona göre kesinlikle edepsizlikti. Aile terbiyesi almamış bir kızdı Asu, sonunda Oya'yı da kendine benzetmişti ki, kendi kızında serserinin tekiyle düşüp kalkmaya başlamıştı. Fakat yoktu öyle yağma, Oya yediği haltların cezasını çekecek evden dışarı adım atmayacaktı. Önüne çıkan hayırlı bir kısmetle de evlenecekti. O Altay denen zibidinin ne mal olduğunu biliyordu kendi. Tabii kocası Hüseyin de. Ayyaşın oğluna kız verecek değillerdi. O yüzden hiç boşuna hayaller kurmasındı Oya. Kendilerinin münasip gördüğü biriyle en kısa zamanda evlenecekti. Başka türlü aklının başına geleceği yoktu çünkü.

Yine ellerinin boş kalmasının ardından oturup Oya için başka çareler düşünmüştü Feyza. En sonunda ise bir çözüm yolu daha bulmuştu. Teyzesi Ahu Hanım. Belki annesinin umurunda değildi Oya ama teyzesi bu işin peşine düşerdi, annesi gibi göz yummazdı genç bir kızın hayatının mahvolmasına. Asuman'ın bunu düşünecek halinin olmadığını biliyordu. O yüzden iş kendine kalmıştı. En kısa zamanda da teyzesiyle konuşacaktı.

Belki Feyza iyi bir şeyler yapmak için çabalıyordu ancak herkese koşarken ne yazık ki birini ihmal ettiğinin farkında olmuyordu. O ihmal ettiği kişi ise Sarp'tı. Şu iki, üç haftada aralarına hiç olmadığı kadar mesafe girmişti. Okulda bile doğru düzgün konuşamıyorlardı ve Sarp için için Feyza'dan uzak kalmanın acısını yaşıyordu. Tamam o da arkadaşlarına üzülüyordu ama Feyza'nın kendi hariç herkese koşması yüreğinde bir yerleri kırıyordu. Teneffüslerde ya Altay'ın yanındaydı, ya Hakan'ın. Okuldan sonra ise Asu'yla ilgileniyor, bir şeyler yapalım mı, diye sorduğunda Asuman'ı yalnız bırakamam cevabını alıyordu. Belki bencilce düşünüyordu Sarp ancak istediği yalnızca sevdiği kızla biraz olsun vakit geçirmekti lakin Feyza gittikçe kendinden daha çok uzaklaşıyordu. Bu uzaklaşmanın ise ne yazık ki hasretle geçireceği yılların başlangıcı olduğunu bilmiyordu delikanlı.

Kendi derdine rağmen Sarp'ı gören biri vardı fakat. Caner. Elbette ki can kardeşinin yüz ifadesinden içini okuyabiliyor, Feyza'nın onu nasıl ihmal ettiğini fark ediyordu ve her şeye rağmen Sarp'ı yalnız bırakmıyor, dertleşmek için her zaman yanında olduğunu söylüyordu. Her ne yaşanırsa yaşansın kardeşiydi Sarp. Kan bağı olmasa da aralarında can bağı vardı ve o bağı kesip atmak öyle kolay değildi. Birbirlerine söyledikleri sözler ne kadar keskin olursa olsun aralarındaki o can bağını kesecek kadar güçlü değildi. Bunu Caner kadar Sarp'ta biliyordu.

Mayıs ayının ortalarıydı, okulda son sınavlar vardı ve Asu da son sınavları vermek için bu hafta gitmek zorundaydı okula. İyi ki devamsızlık hakkını saklamıştı da şimdi rahat rahat kullanabiliyordu o hakkı. Ayrıca babası kendine kızsa da haline dayanamayıp bir hafta rapor almıştı kendine. Bu kafayla okula gitmesinin kendine iyi gelmeyeceğini, okuldaki dedikoduların kendini daha çok üzeceğini o da biliyordu sonuçta.

Ailesiyle arasının eskisi kadar iyi olduğunu söyleyemezdi Asu. Annesi ayrı, babası ayrı fırça çekmişti kendine. Onlar haklıydı, ne derse desinler haklılardı. Kimse kızının böyle bir halt yemesini kolay kolay sineğe çekemezdi. Başka bir ailesi olsa kendini belki de kapının önüne koyardı. Ki, Oya'nın ailesi sırf kızlarını Altay'la sarıldı diye okuldan almışlardı. Fakat kendinin ailesi, tüm olanlara rağmen kendini düşünüyordu. İlk başta annesi bağırıp durmak yerine kadın doğum doktoruna götürmüştü kendini. Bilinçli bir anne olduğundan düşündüğü tek şey, kızının sağlığı olmuştu. Ve Asu bir kez daha anlıyordu ki gerçekten mükemmel bir aileye sahipti.

Okul formasını giymesinin ardından aynaya baktı genç kız. Yüzü solmuştu, zayıflamıştı, gözlerindeki kızarıklık her gün ağladığı için yerini koruyordu. Alnında ise sivilceler meydana gelmişti. Şu iki, üç haftada ne çok çökmüştü. Oysa neşeli, hayat dolu bir kızdı ama yaşadığı fırtınalı bir aşk kendini mahvetmişti. Ebediyen sürmeyecekti ama bu hali. Toparlanacaktı. Sonuçta gökyüzü, kışı yaşasa bile baharı unutmazdı. Fırtınalar kopsa da, yedi renkli gökkuşağı o şiddetli fırtınaların ardından çıkardı. Kendi de yeniden gülümseyecekti fakat başka bir yerde, başka bir zamanda.

Ne yapacağına karar vermişti Asu, gidecekti. İsmi kaçış olsa bile Caner'den uzağa gidecekti. Durmak istemiyordu Antakya'da. Bu şehir, aldığı her nefes boğuyordu kendini sanki. Her sokakta, her köşe başında Caner'le olan hatıraları göz kırparken duramazdı daha fazla. Unutmak, yeniden başlamak, sil baştan yaşamak istiyordu. Belki de yeni aşklar, yeni maceralar ve uzaklarda bir yerlerde kendini bekleyen yepyeni bir hayat... Hatıralara sadık kalmak her zaman güzel değildi, bazen o unutulmaz anılar yalnızca acı verirdi. Kendi de anılarını toplayıp kaldıracak, beyninin en ücra köşelerine hapsedecekti. Mümkünse unutacaktı da.

Biliyordu tek başına uzaklara gitmesine izin vermezdi ailesi o yüzden gideceği yeri de bulmuştu Asu. Amerika'daki Hümeyra halasının yanına. Daha kendi doğmadan, babasının kız kardeşi evlenmiş ve eşiyle birlikte Amerika'ya yerleşmişti. Eniştesi orada iyi bir iş teklifi almıştı çünkü fakat acı kader o ki, genç yaşında vefat etmişti eniştesi. Halası ise dönmemiş, oradaki hayatını sürdürmüştü. Belki halasının çocuğu yoktu ama harika dostları vardı. Aynı zamanda renkli bir hayatı. Kendi de o hayatın içinde yaşamak istiyordu şimdi. Hem emindi halası çok sevinecekti kendinin kararına. Tabii önce kararını ailesiyle konuşmalıydı. Umuyordu ki, sorun çıkarmadan bu kadarına izin versinler.

Aşağıya indiğinde annesinin krep yaptığını gördü Asu. Kızını fark eden Ahu Hanım ise onu görmemiş gibi davrandı. Düşüncesizliğine gerçekten kızıyordu çünkü.

"Daha ne kadar bana yüz çevireceksin anne?"

"Anneler asla çocuklarına yüz çevirmezler yalnızca yanlış yaptıklarında kızarlar ve benim sana kızgınlığım geçmiyor Asuman."

"Haklısın," diyerek başını öne eğdi genç kız. Caner yüzünden yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de ailesiyle arası açılmıştı. Ona ne kadar nefret duysa azdı. "Ne kadar kızarsan kız haklısın ama... Ama seninle, babamla aramın kötü olması gerçekten beni üzüyor. Biliyorum büyük bir yanlış yaptım fakat..."

"Evet yanlış yaptın," demesiyle kızının sözünü kesti Ahu Hanım. Yaptığı son krebi de tabağa koymasının ardından kızına döndü. Bir türlü anlamıyordu Asuman asıl yanlışın ne olduğunu.

"Ama yanlış olan şey, duygularını yaşaman değil. Yanlış zamanda duygularını yaşaman. Daha on yedi yaşındasın, on yedi. Çocuk sayılırsın kendi bedenini bile tanımadan cinsel bir birliktelik yaşamış olmanı onaylamamı bekleme benden."

"Tabii bir de okulda duydukların var, o yüzden de..."

"Okulda söylenenler beni ilgilendirmiyor. Ben bir anne olarak kızımın namus bekçiliğini yapmaktan önce sağlığını düşünmek zorundayım. Benim kızdığım asıl nokta da bu. Yoksa kim ne derse desin hepsi eninde sonunda ağzının payını alır ama sen yaptığın davranışın sonuçlarını düşünmedin Asuman. Bu yaşında o yaşadıkların bedenine zarar verebilirdi. Ya da hamile kalabilirdin. Bunların hiçbirini düşünmemiş olman beni gerçekten kızdırıyor."

Bir anlık cesaret bulduğunda annesinin gözlerine bakabildi Asu ve hemen kendini savunmaya geçti tabii ne kadar savunabilirdi meçhuldu. "Tedbir olsun diye, hap kullandım ben zaten."

"Bir de o var. O hapların nasıl zarar vereceğini biliyor musun acaba? Bilinçsizce kimseye sormadan, danışmadan kendi kafana göre hap kullanmanın ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın? Daha körpeciksin. Sana, bedenine yazık değil mi?"

"Anne..."

"Otur kahvaltını yap. Kimya sınavın var bugün, geç kalma."

Başka bir şey demeden buzdolabını açtı Ahu Hanım. Asu ise yanaklarını şişirdi, biliyordu kolay kolay geçmeyecekti annesinin kızgınlığı. Tabii babasının da öyle.

***

Günlerdir olduğu gibi bugünde annesinin peşinde kedi yavrusu gibi dolanıp duruyordu Caner. Necla Hanım kendini kolay kolay affetmeyecekti fakat yine de onunla böyle olmak üzüyordu kendini. Bağırıp çağırsaydı, terlikler fırlatsaydı kendine ama susmasaydı. Kendini böyle yok saymasaydı. Bu daha çok koyuyordu ve sırf annesi, canını daha çok yakmak için böyle davranıyordu.

"İnat etme Necla Sultan bırak yıkayım işte bulaşıkları."

Dibinden ayrılmayan oğluna ters bakışlar atmasının ardından önlüğünü çıkardı yaşlı kadın. Madem bu kadar bulaşık yıkamayı istiyordu Caner, o zaman buyursun yıkasındı. Elindeki önlüğünü delikanlının eline tutuşturmasının ardından "İyi durula, köpüklü kalmasın," dedi. Sonra da mutfaktan çıkıp gitti.

Elindeki önlükle, tezgâhın üzerinde duran bulaşıklarla bakışırken ofladı Caner. Şimdi ciddi ciddi sabahın köründe bulaşık mı yıkayacaktı? Ne güzel ama! Keşke başka bir işi yapmak için annesinin eteğine yapışsaydı, bulaşık nereden çıkmıştı? Başa gelen çekilirdi ama kendi kaşınmıştı sonuçta.

Oflaya oflaya bulaşıkları yıkamasının ardından annesine bol köpüklü bir kahve yaptı delikanlı. Belki böylece annesinin gönlünü alabilirdi tamam kahveye yumuşamasını beklemiyordu Necla Sultan'ın ancak ufak bir jestti işte kahve.

Televizyon kanallarını çevirip dururken oğlunun salona girdiğini fark etti Necla Hanım fakat onu görmezden geldi. Yoktu öyle yağma, iyice burnu sürtmeli, başını duvarlara vurmalıydı Caner. Öyle kolay kolay affedemezdi onu. Asuman'a yaptığını sineğe çekecek hali yoktu. Bir kızı iddia olarak ortaya atmanın cezasını çekecekti.

"Bol köpüklü kahve yaptım sana içer misin?"

Kendini duymazlıktan geldi yaşlı kadın, kendi ise iç çekerek annesinin yanına oturdu. Nefret ediyordu Caner, annesiyle arasının bozuk olmasından. Bir şeyleri düzeltmeye çalışıyor lakin hiçbir sonuca ulaşamıyordu. Elinden geleni yapıyordu, daha ne yapması gerekiyordu annesinin kendini affetmesi için? Elindeki fincanını sehpanın üzerine koymasının ardından Necla Hanım'ın elini tutup en içli bakışlarla ona baktı.

"Anne... Annem kızgınsın biliyorum ama böyle yapma. İstediğini de, istediğini söyle, bağır çağır hatta istiyorsan döv ama ne olur böyle yapma. Ben yokmuşum gibi davranma. Sen de bana sırtını dönme işte."

"Ben sana sırtımı dönmüyorum yaptığın yanlışı anla istiyorum."

"Anladım... Yemin ederim nasıl bir yanlış yaptığımı anladım. İnan eşekler kadar pişmanım ama elimden bir şey gelmiyor işte. Asu yüzüme bile bakmıyor, okula da geldiği yok zaten. Konuşamıyorum onunla. Alıp karşıma diyemiyorum pişmanım diye, adam gibi özür dileyemiyorum."

"Ha bir özürle hallolacaktı zaten. Sen o kıza ne yaşattığının farkında mısın acaba?"

"Anne..."

"Anne, anne, anne... Söyle anne ne? Gidip Asuman'ın gönlünü almadan benim karşıma geçip ben pişmanım deme. Önce git adam gibi Asuman'la konuş. Ki, annenin karşısına oturacak yüzün olsun."

Sözlerinin ardından ayağa kalktığında salondan çıkıp odasına gitti Necla Hanım. Caner ise olduğu yerde kaldı, çok geçmeden de dikiş makinesinin sesini duydu. Anlaşılan annesi sinirden kendini yine dikişe vermişti ve onun yanına bir süre yaklaşmasa iyi olurdu.

Sınıfa girdiğinde Asu'yu görmeyi beklemiyordu delikanlı demek Kimya sınavı için gelmişti. Bu da, bu hafta hep geleceğini gösteriyordu. Belki onunla konuşmak için bir fırsatı olurdu. Hoş fırsatı olsa bile Asu kendini affetmeyecekti ki. Kendi ne derse desin dinlemeyecek, inanmayacaktı. Cenk'in anlattıklarıyla kafasında çoktan bir senaryo kurmuş ve o senaryoya inanmıştı Asu. Tamam bazı şeyler doğruydu ama sevgisi yalan değildi. Sevmişti, seviyordu. Hâlâ âşıktı Asu'ya ve bir umut Asu'nun da her şeye rağmen kendini sevdiğine inanıyordu. Aralarındaki aşk kolay kolay silinecek, yok olup bitecek değildi. Belki de genç kız o yüzden bu kadar kırgındı kendine. Belki de Şiddetli nefreti, şiddetli aşkından doğmuştu. Kim bili?

Caner'i görse de görmemiş davrandı Asu. Önündeki kitaba bakışlarını geri çevirip hissettiği duyguları yok saymaya çalıştı. Ne kadar zaman geçmiş olursa olsun kalbinin acısını geçmiyordu. Aşkla atan yüreğini kanatmış, oraya koca bir yara açmıştı. Elbet kapanırdı o yara ama izi geçer miydi, işte o muammaydı.

Zorlu bir kimya sınavının ve sıkıcı derslerin ardından nihayet öğle arası olmuştu. Aslında haftalardır olduğu gibi o günde kimsenin keyfi pek yerinde değildi. Altay, Oya'yı düşünmeden yapamıyor, Hakan ise eline geçen ilk fırsatta onun üzerine atlayacakmış gibi duruyordu. Fakat sadece onların değil, Asu'yla, Caner'in arasında da soğuk rüzgârlar esmeye devam ediyordu. Sarp ise biraz olsun Feyza'yla yakınlaşabilmenin yollarını arıyordu ki, öğle arasında genç kızla kafeteryaya gitme kararı alıp kararını uyguladı. İtiraz etmeden Sarp'ın teklifini kabul edip onunla birlikte kantine indi Feyza. Ne yalan söylesin özlemişti Sarp'ı. Kaç zaman olmuştu Sarp'la yalnız kalıp konuşmayalı?

"Patatesli poğaça ve ayran. Sevdiğin gibi. Başka bir şey ister misin?"

Delikanlının elindeki yiyecekleri alınca gülümsedi Feyza. Hoşuna gidiyordu Sarp'ın, kendinin hakkında her şeyi bilmesi.

"Yok teşekkür ederim."

"Afiyet olsun," diyerek genç kızın karşısına oturdu Sarp. Bir iki lokma tostundan yemesinin ardından tostunu masaya bıraktı "Feyza," dedi özlemle. O içine dokunan sesle lokmasının zorlukla yuttu Feyza. Niye şimdi böyle içli bakıp kendinin aklını başından alıyordu Sarp?

"Efendim?"

"Ben seni özledim. Yani seninle bir şeyleri yapmayı, vakit geçirmeyi özledim. Sence de birbirimizden fazla uzak kalmadık mı?"

Bocaladı, ne diyeceğini bilemedi, dudaklarını dişledi genç kız. Kaçamak bakışlarla karşısındaki genç çocuğa bakarken sanki ateşler bastı bedenini. Yeni tanımıyordu Sarp'ı, iki yıldır öyle ya da böyle süren bir arkadaşlıkları vardı ancak Sarp ne zaman böyle şeyler söylese elinde olmadan kızarıyordu. Kalbinin sesini kabul etmişti etmesine ama yine de duyguları konusunda acemiydi ve itiraf etmesi gerekirse Sarp'a karşı bazen gerçekten nasıl davranacağını bilemiyordu.

"Öyle... Öyle tabii. Herkes bir şeyler yaşadı ve biz de fazla görüşemedik."

"Bugün çıkışta bir şeyler yapalım mı? Hani havalar da ısındı parka falan gideriz."

Hevesli hevesli sordu delikanlı sorusunu. Genç kızla göz göze gelince ise gülümsedi. Bu defa kırmayacaktı demi Feyza kendini?

"Bilmem bu hafta sınavlar var ve ders çalışmamız lazım."

"Tamam o zaman bize gel, birlikte ders çalışalım."

"Son olanlardan sonra mı?"

Sustu, bir cevap veremedi Sarp. En son Feyza kendilerine geldiğinde yaşananlar ne yazık ki film karesi gibi gözlerinin önünden geçti. Annesi ve abisi kovar gibi göndermişti Feyza'yla, babasını. O yaşananlardan sonra Feyza nasıl gelebilirdi ki?

"Haklısın boş bulundum bir an benim hatam."

Delikanlı başını öne eğince, içinden geçene engel olamadı Feyza. Hem her şey bir yana kendi de özlemişti Sarp'la vakit geçirmeyi. Uzanıp delikanlının elini tuttu, dudaklarına içten bir gülüş yerleştirdi.

"Sorun değil. Parkta da ders çalışabiliriz. Kamelyalar dolu sonuçta orada."

"Olur, bana uyar," dedi Sarp çocuksu bir sevinçle. Gözleri birleşen ellerini bulduğunda ise dudaklarındaki tebessüm büyüdü ve tabii avucunun içindeki eli daha sıkı kavradı. Feyza ise çekmedi elini aksine anın tadını çıkardı. Sonuçta seviyordu Sarp'ın dokunuşlarını.

Sınıfta fazlasıyla bunaldığından, aynı zamanda Caner'le daha fazla aynı ortamda bulunmak istemediğinden kantine su almaya indi Asu. Tabii her adımında kendine bakıp fısıldaşanları yok saymak olmazdı. Cidden bundan sıkılmıştı artık. İnsanlar, başkalarının özeline ne de meraklıydı. Daha da doğrusu etrafta ne kadar namus bekçisi vardı. Bunları boş verip kantinden su aldı. Gözleriyle kuzenini arıyordu ki, onu Sarp'la el ele konuşurken görünce yanına gitmekten vazgeçti. Biraz yalnız kalmaya ihtiyaçları vardı. İyi ki Feyza, kendi gibi yanlış bir seçim yapmamış, doğru kişiyi sevmişti. Yaşadığı şu zor günlerde en azından kuzeninin mutluluğuyla avunabilirdi.

Sınıfa geri dönerken koridorda karşısına çıkan Cenk'i yok sayıp yoluna devam etti genç kız. Lakin Cenk, kendine rahatlık vermemekte kararlıydı.

"Oooo nihayet prensesimiz teşrif etmiş okulumuza."

"Git belanı başka yerde ara Cenk. Bana bulaşma."

"Bakıyorum formunu da kaybetmemişsin."

"Sen de yine fazla kaşınıyorsun."

"Evet be güzelim, kaşınıyorum işte ne yaparsın. Caner değiliz ama belki bana da verirsin belli mi olur?"

"Tek kelimeyle iğrençsin! Defol git gözümün önünden!"

Başka bir şey demeden Cenk'in yanından geçip bir, iki adım atmıştı ki genç kız, Cenk kendini kolundan tutunca durmak zorunda kaldı. Onun o iğrenç nefesini ensesinde hissetmek midesini bulandırdı ve beklediği gibi etraftakilerin odak noktası da kendi oldu.

"Niye prenses Caner'e var da, bize yok mu?"

Nasıl yaptığını bilmediği ani bir hamleyle dirseğini Cenk'in karnına geçirdi Asu. Hızla ona doğru döndüğünde parmağını tehdit edercesine salladı. Cenk ise karşısında iki büklüm kıvranmaya devam ediyordu.

"Eğer bir daha karşıma çıkıp abuk subuk konşursan seni gebertirim Cenk!"

Cenk acıdan yüzünü buruşturdu, etraftakiler kendi aralarında konuştu, Asu ise kimseyi umursamadan sınıfına döndü. Doğru bir karar vermişti, buradan en kısa zamanda gitmeliydi.

Uzun bir günün ardından çıkış ziliyle öğrenciler teker teker okuldan çıkıyorlardı ama Caner, Asu'yla konuşmadan eve gitmemekte kararlıydı. Sınıfın değil, okulun boşalmasını bekliyordu ve şans kendinden yana olmalıydı ki, herkesin gitmesine rağmen sınıftan yeni çıkmıştı Asu. Onu yalnız yakalayıp öyle konuşmalıydı. Merdivenlerden hızla inerken koridorda yakalayabildi sevdiği kızı. Her şeye hazır bir şekilde, cesaretini toplayarak ağzına gelen ilk cümleyi bağıra bağıra söyledi.

"Her şey bu kadar basit miydi sahiden?"

Caner'in sesini duyunca durdu genç kız, kendine seslenmişti değil mi o? Etrafta kimse olmadığına göre, evet. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Galiba ne kadar kaçarsa kaçsın yaşaması gereken bir yüzleşme vardı. Tamam, dedi içinden. Madem Caner düello istiyordu, o zaman ağzının payını alırdı. "Onu sana sormalı," diyerek arkasını döndü. Ne kadar canı yanarsa yansın güçlü olmalıydı. Güçlü durmalıydı. "Sonuçta her şeyi bir iddia uğruna ortaya atan sensin!"

"Sen hiçbir şey bilmiyorsun ki! Cenk'in anlattıklarıyla, kafanda kurduğun senaryoya inanıyorsun!"

"Öyle mi, doğrusu ne peki? Tek suçlu Cenk mi? Sen hiçbir şey yapmadın Cenk mi seni iddiaya zorladı? Ya da dur, belki de yemedi başkasının bana dokunacak olması o yüzden beni yatağa attın!"

"Ben," diyerek genç kızla arasındaki mesafeyi kapadı Caner. Refleks olarak bir adım geriye attı Asu ama kalbinin neden hızlandığını anlamadı. O yeşil gözler nasıl oluyor da hâlâ kendini etki altına alabiliyordu? Nasıl oluyor da, hâlâ Caner'le bu kadar yakın olmak nefesini kesebiliyordu?

"Sana zorla hiçbir şey yapmadım! Sen kendi rızanla benim yatağıma girdin!"

Duyduğu sözlerin doğruluğu bir kez daha canını yakarken elinin havaya kalkmasına engel olamadı genç kız. Fakat o el, Caner'in yanağına inmedi bu kez çünkü delikanlı ani bir refleksle yakaladı Asu'nun elini. Nefretle aşk harmanlandı tam o an. Bir çift mavi ve yeşil göz alev alev yandı. Diller sustu ama bakışlar çok şey anlattı. Bitmemişti işte yaşadıkları fırtınalı aşk, bitmesi o kadar da kolay değildi.

"O tokat bir kere atılır Asuman Hanım!"

Hızla elini kurtardı Asu, nedensiz iki adım daha geriye attığında sırtı duvarla buluştu. Caner ise tam burnunun dibinde duruyordu.

"Aferin öğrenmişsin bana ne demen gerektiğini."

"Mühim olan isim değil, yaşadıklarımız. Doğru söylediğimi sen de biliyorsun ve bu yüzden de bana bu kadar öfkelisin."

"Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok. Çekil önümden, babam bekliyor."

Asu gitmek için hareketlendi ancak delikanlı izin vermedi. Öyle de böyle dinleyecekti Asu, kendini. Dinlemek zorundaydı. Affedilmeyi hak etmese de, özrünü dilemeliydi. Genç kızın önünü kapadığında yeniden o deniz gözlerde kayboldu. Her ne yaşarlarsa yaşasınlar sırılsıklam âşıktı bu kıza.

"Çekilmiyorum!"

"Caner!"

"Ne!"

"Babam dışarıda diyorum, buraya gelmesini mi istiyorsun?"

"Benim için mi korkuyorsun?"

"Her şeyi üstüne alınma senin yüzünden daha fazla babamla tartışmak istemiyorum!"

"Kolay geliyor demi, her şeyi benim üstüme atmak?"

"Ne?"

"Niye kabul etmiyorsun Asu? Niye o geceyi benim kadar istediğini kabul etmiyorsun? Gitmek istedin de engel mi oldun? Dur dedin de, durmadım mı? Caner yapma dedin de, ben mi seni zorladım? Hayır, sen her şeyi kendi isteğinle benimle yaşadın ama şimdi bunun sorumluluğunu almak ağır geliyor sana! O yüzden her şeyin suçlusu olarak beni görüyorsun eyvallah, senden gelen her şeyi başımın üstüne kabullenirim ama şunu bil ki, ben seni gerçekten sevdim, seviyorum!"

Caner'in sözleri ok misali kalbine saplandı. Haksızsın diyemezdi ki ona. Yalan olduğunu söyleyemezdi ki, inkâr edemezdi gerçekleri. Kendi istemişti çünkü yaşananları. Hiç düşünmeden atlamıştı onun kucağına sonrasında yine kendi isteğiyle kollarına girmişti. Belki de gerçekten haklıydı Caner, bunun sorumluluğu alamıyordu Asu ama nedeni de açıktı. Caner'in böyle bir şerefsizlik yapacağını ne yazık ki bilememişti. Sonuna kadar güvenmişti ona. Gözlerinden düşen yaşlardan nefret etse de, istediği kadar güçlü duramıyordu Caner'in karşısında. Failinin karşısında ne kadar omuzları dik olabilirdi ki?

"Evet," diyerek öne doğru bir adım attı genç kız. Gözyaşları yanaklarını ıslatıyor, elleri hırçınca karşısındaki adamı yumrukluyordu. Toparlanmaya çalışırken yine dağıtmıştı Caner kendini.

"Evet, kahretsin ki istedim! Kahretsin ki, senin kucağına atladım, kollarına girdim ama senin nasıl bir adam olduğunu bilemedim! Güvendim çünkü! Ben hayatımda ilk defa bir erkeğe güvendim ama sen ne yaptın bir araba için... Kahrolası bir araba için beni harcadın!"

"Ben seni sevdim ya sevdim! Evet lanet olası bir iddiaya girdim ama ben vazgeçtim Asu! Yemin ederim vazgeçtim! Ben seninle her ne yaşadıysam seni sevdiğim için yaşadım!"

İnce, narin bileklerini yakalamış gözlerinin içine baka baka konuşuyordu Caner ancak Asu onun ağzından çıkan hiçbir söze inanmıyordu. Kafasında falan kurduğundan değil, Caner'in sonuç olarak kendi üzerinden iğrenç bir iddiaya girdiğinden dolayı. Gözyaşları içinde başını iki yana salladı, elleri delikanlının ellerinin hapsinden hızla çekerek kurtardı.

"Senin karşında anlattığın masallara inanacak bir çocuk yok Caner!"

"Asu..."

"Eğer beni gerçekten biraz olsun sevdiysen bana bir iyilik yap. Karşıma çıkma. Çıkma ki, en büyük pişmanlığımı tekrar tekrar hatırlamak zorunda kalmayım!"

Sözlerinin ardından nihayet Caner'in yanından geçip gitmeyi başardı genç kız. Binanın çıkış kapısına ulaşmıştı ki, delikanlının sözleri duyunca yine durdu.

"Özür dilerim! Biliyorum beni affetmeyeceksin ama ben yine de özür dilerim! İnan bana sana bunları yaşatmayı hiç istemedim! Sevdim Asu... Ben seni çok sevdim be gökyüzüm!"

Yanaklarına istila eden yaşları ellerinin tersiyle silip omzunun üstünden Caner'e baktı genç kız. Kendi de sevmişti, çok sevmişti. O yüzden canı şimdi bu kadar yanıyordu ya. Çenesinin titrediğini hissedince hızlıca arkasını döndü ve koşar adım okulun çıkışına ilerledi. Daha fazla Caner'in karşısında ağlamak istemedi. Caner ise öylece kaldığında gözlerini kapadı. Bir kumar oynamıştı ve kaybetmişti hayatının aşkını ancak ne yazık ki, henüz öğrenememişti aşkı kumar masasında harcamamayı.

***

"Kızım sen beni delirtmek mi istiyorsun ne demek halamın yanına gideceğim?"

"Anne," diye söylendi Asu yatağının ucunda otururken. Babası kendini eve bırakmasının ardından işe geri dönmüştü. Kendi ise aldığı kararı annesiyle paylaşmıştı. Kaybedecek vakti yoktu, durmak istemiyordu daha fazla bu şehirde.

"Yabancı birinin değil, halamın yanına gitmek istiyorum. En azından bir süre."

Bir oraya bir buraya yürürken sabrının sonuna geldiğini hissediyordu Ahu Hanım. Görümcesi Hümeyra elbette kızına sahip çıkar gözü gibi bakardı. Zaten kendi de herkese zıt olarak iyi anlaşırdı görümcesi ile. Sorun Asuman'ın halasının yanına gitmek istemesi değildi. Sorun Asuman'ın uzaklara gitmesiydi. Amerika dünyanın öbür ucuydu, kendinin aklı kalacaktı kızında. Üstelik daha on yedi yaşındaydı. Bu kararına nasıl hemen hop diye onay versindi?

"Biliyorum içine sinmiyor," diyerek ayağa kalktı Asu. Annesinin iki elini tutup kedi yavrusu bakışlarıyla baktı gözlerinin içine. "Ama burada boğuluyorum anne. Ne olur beni biraz anla."

"Ben seni hep anlamaya çalıştım Asuman ama sen beni hiç anlamadın."

"Anne..."

"Kızım Amerika diyorsun nasıl göndereyim tek başına seni oralara?"

"Tek başıma olmayacağım ki, halamın yanına gideceğim."

"Ya okulun?"

"Halam yardım eder, orada tamamlarım eğitimimi. Anne lütfen en azından yazı orada geçireyim. Gerçekten duramıyorum Antakya'da. Her şey üstüme üstüme geliyor sanki."

"Bilmiyorum Asuman. Gerçekten ben kızımla ilgili ne yapmam gerektiğini ilk defa bilmiyorum."

Gözlerinde utanç yer edindiğinde dudaklarını dişledi genç kız. Annesi de sessizliğini korumaya devam ediyordu ki, kapı çaldı. Ahu Hanım kapıya bakmak için aşağıya indi, Asu ise oflayarak geri yatağına oturdu. Bu Amerika işi olmazsa galiba burada aklını kaçırırdı.

Kapıyı açtığında karşısında Necla Hanım'ı görmeyi beklemiyordu Ahu Hanım. Şaşırmıştı onu görünce fakat onun ne kadar mahcup olduğu da bakışlarından anlaşılıyordu.

"Necla Hanım."

"Kusura bakmayın rahatsız ettim sizi ama eğer izniniz olursa ben Asuman'ı görmeye geldim. Güzel kızımın nasıl olduğunu merak ediyorum."

"Lütfen içeri buyurun," diyerek kapıyı daha da açtı Ahu Hanım. Sırf Asuman'ı görmek için ta buralara kadar gelmiş kadını elbette tersleyecek değildi. Hem ayrıca oğlunun yaptığı yüzünden onu suçlayacakta değildi.

Ahu Hanım eliyle içeriyi gösterirken eve girdi Necla Hanım. Ah Caner, diyordu içinden yediği halt tek onu değil, kendini de yakmıştı. Buraya gelmişti gelmesine ama şimdi nasıl bakacaktı Ahu'yla Asuman'ın yüzüne?

"Buyurun, oturun ben Asuman'ı çağırayım."

"Ondan önce sizinle konuşmak isterim Ahu Hanım'cım. Oğlum adına öyle mahcubum ki, inanın size ne diyeceğimi, nasıl özür dileyeceğimi bilmiyorum. Daha önce gelmek istedim aslında da ancak cesaret edebildim."

Arkadaşına yaklaşıp ellerini dostça tuttu Ahu Hanım. Güler yüzüyle baktı Necla Hanım'ın yüzüne. Nasıl da iyi bir kadındı, keşke her şey başka türlü olsaydı. Caner'in yaptıkları herkese dokunuyordu işte.

"Lütfen kendinizi suçlamayın çocuklar büyüdükçe sorunlar da büyüyor. Hem ayrıca tek suçlu Caner değil, Asuman bazı şeylerin sonucunu düşünmeliydi."

"Ahu Hanım..."

"Ben Asuman'ı çağırayım eminim sizi gördüğüne çok sevinecektir."

Sözlerinin ardından kızının odasına doğru yol aldı Ahu Hanım. Necla Hanım ise uygun bir koltuğa geçip oturdu ve Asuman'a diyeceklerini bir kez daha kafasında toparladı.

L

Yatağında oturmuş kara kara ne yapacağını düşünürken annesinin odaya girmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı Asu. Gözleriyle ona ne oldu der gibi bakarken hiç uzatmadan konuya girdi Ahu Hanım.

"Necla Hanım geldi, seni görmek istiyor."

"Ne! Hayır hayır hayır... Olmaz anne olmaz! Ben bakamam o kadının yüzüne! Ne olur uyuyor de, iyi değil de, görmesin beni! Ne olur görmesin!"

"Asuman..."

"Anne utanıyorum anlasana. Çok utanıyorum. Nasıl bakacağım ben Necla teyzenin yüzüne?"

"Utanıyorsan o haltı yerken düşünecektin. Kadın kalkmış seni görmek için buralara kadar gelmiş. Hadi kalk, in aşağıya."

"Anne..."

"Hadi dedim Asuman. Hadi."

Oflaya oflaya ayağa kalkıp annesinin peşinden salona indi Asu. Kadının oğluyla yaşadıklarından sonra nasıl bakacaktı yüzüne? Söylenenlerin aksine edepsiz değildi, ar damarı vardı ve belki de hayatında ilk defa bu kadar utanıyordu. Salona vardığında Necla teyzesi kendine sırtı dönük kanepede oturduğu için şükretti. En azından hemen iner inmez onun yüzüyle karşılaşmamıştı.

"Beni görmek istemişsiniz Necla teyze"

"Sizli bizli konuşmayı bıraktığını sanıyordum," diyerek başını arkaya çevirdi yaşlı kadın. Genç kızın omuzlarının düşük, başının eğik olduğu görünce iç geçirdi. Bir suçlu gibi duruyordu oysa onun hiçbir suçu yoktu. Sevmek insanı asla suçlu yapmazdı.

Necla Hanım kendine doğru yaklaşırken küçülmek, yerin içine girip kaybolmak istedi Asu. Sessizliğini korurken dudaklarını dişledi. Cesaret edip başını kaldıramıyor, yaşlı kadının gözlerinde nasıl duygular vardı bilemiyordu. Onun gözünde ahlaksız bir kız mıydı? Kimin kendi hakkında ne düşündüğü önemli değildi ancak Necla teyzesinin öyle bir gözle kendine bakmasını gerçekten istemezdi.

Asu'nun çenesini narince tutup havaya kaldırdı, gözlerine kararlılıkla baktığında asil bir şekilde gülümsedi. Hayattan tecrübesini almış bir kadın olarak, karşısındaki körpecik kıza elbette nasihat edecekti.

"Hiçbir erkeğin başını öne eğmesine izin verme. Bu kişi oğlum bile olsa."

"Necla teyze..."

"Caner yediği halt yüzünden sen omuzlarını düşürme kızım. Dik dur. Herkesin karşısında böyle dimdik dur. Beni de affet. Oğlumu bir türlü adam edemediğim için."

"Esteğfurullah Necla teyze," diyerek yaşlı kadının eline yapıştı Asu. O eli öpüp yanağına dayadı. Nasıl böyle derdi Necla Hanım? Ondan daha iyi bir erkek annesi tanımıyordu.

"Seni affetmek benim ne haddime, sen beni affet nasihatlerini dinlemediğim için."

"Ah benim güzel kızım," diyerek kolları arası aldı Necla Hanım, Asu'yu. Saçlarını şefkatle okşuyor, yüreği genç kızın gözyaşlarıyla ıslanıyordu. "Senin deli sevdanı gördüm de söyledim ben o lafları ama ne yaparsın sevda düştü mü kalbe, akıl tatile çıkıyor. Suçlama sakın kendini sevdin diye yanlış yapmadın sen. Benim hayta oğlum senin kıymetini bilemedi."

Sessizce akıttı Asu gözyaşlarını Necla Hanım'ın kollarında. Kendine böyle sevgiyle sarılıyor, kızı gibi seviyordu ya gerçekten eşi bulunmaz bir kadındı o. Ama ne yazık ki bu pamuk yürekli kadının Caner gibi bir oğlu vardı.

"Seni çok seviyorum Necla teyze."

"Ben de güzel kızım. Ben de seni çok seviyorum."

Onlar birbirine sıkı sıkı sarılırken kapı bir kez daha çaldı. Ahu Hanım yeniden kapıya baktığında bu kez karşısında Feyza'yı gördü. Neredeyse akşam olmuştu, bu saatte niye gelmişti ki?

"Feyza hoş geldin kızım. Bu saatte hayırdır?"

"Hoş buldum teyze. Seninle bir şey konuşmam gerekiyor Oya ile ilgili. O yüzden geldim. Aslında böyle pat diye söylenir mi bilmiyorum ama eve çok geç kaldım. Babam merak ediyor biliyorsun."

"Bu saate kadar neredeydin ki?"

"Bir arkadaşla birlikteydim," diyerek alt dudağını ısırdı Feyza. Elbette Sarp'la birlikteydi ama bunu teyzesine söyleyemezdi. "Neyse," dedi konuyu değiştirmek için. "Ben sana şey diyecektim Oya'nın ailesiyle konuşur musun? Belki seni dinlerler, anneme söyledim ama pek ilgilenmedi. Ben de sana geldim."

Bir de şu mesele vardı, geri kafalı bir aile genç bir kızın hayatını bitirmek üzereydi. Kendi de durup seyredecek değildi olanı biteni hatta daha önce bu mevzuyla ilgilenmediği için kendine kızdı Ahu Hanım. İşe yarar mıydı, bilmiyordu ama sahipsiz bırakmayacaktı Oya'yı.

"İyi yaptın yarın ben gider konuşurum Oya'nın annesiyle umarım işe yarar."

"Teyze sen bir tanesin," diyerek Ahu Hanım'ın boynuna atladı Feyza. Onlar da birbirine sıkı sıkı sarılırken diğer ikili yanlarına geldi. Asu şaşkınlıkla kuzenine bakarken ne olup bittiğini anlamak istiyordu ki, Ahu Hanım yeğeninden ayırılıp Necla Hanım'a baktı. Belki kendi çocuklarına iyi anne olamamışlardı ama genç bir kızın hayatını el ele verip kurtarabilirlerdi.

"Necla Hanım yarın bir genç kızın hayatını kurtarmaya ne dersiniz?"

***

"Esma Hanım bakın sizi anlıyoruz ama Oya da gencecik bir kız. En deli dolu çağında bir delikanlıyı sevmiş olması, ona gönül vermiş olması inanın yanlış değil. Anne olarak sırf bu yüzden kızınızın istikbaliyle oynamayın ne olur."

Karşısında oturan Ahu Hanım'a ters bakışlarla bakıyordu Esma Hanım. Kendine laf edeceğine önce kendi kızına baksaydı. O Asu, zibidinin tekiyle ne haltlar yemişti. Ahu ise anne olarak ses çıkarmamıştı kızına. Şimdi ise Necla'yla evine gelmiş, oturmuş Oya'nın istikbalinden söz ediyordu. Ama yoktu öyle şey, bir aile olarak onlar gibi arsız değillerdi.

"Hem biz anneyiz Esma Hanım'cım, her şeyden önce çocuklarımıza güzel bir gelecek vermeliyiz. Oya gibi zeki bir kızın okumasına engel olmak reva mıdır? Bildiğim kadarıyla avukat olmak istiyor kendisi. Söyleyin Oya okusa, üniversiteyi bitirse, şöyle güzel bir avukat olsa kızınızla gurur duymaz mısınız?"

"Duymam efendim duymam. Okumak isteyenin gözü dışarıda olmaz, elin serseri oğluyla düşüp kalkmaz!"

"Yapmayın ne olur. Altay iyi çocuktur, merttir, dürüsttür..."

"Kusura bakmayın Ahu Hanım biz sizin kadar geniş görüşlü insanlar değiliz. Namus bizim için her şeydir. Oya'nın, Asuman gibi adının çıkmasına ne ben izin veririm ne de babası verir. Bana annelik nasihatleri edeceğinize önce siz kızınıza annelik edin!"

Dilinin ucuna gelen kelimeleri zorlukla yuttu Ahu Hanım. Asuman'ı kimseye ezdirmez, kızının hakkında kimsenin konuşmasına izin vermezdi. Ne söylerlerse söylesinler kendinin pırlanta gibi bir kızı vardı. Asuman değil, namusu bacak arasında arayanlar utanmalıydı. Kendine olan saygısını bozmamak için söyleyeceği kelimeleri özenle seçip dudaklarını araladı. Tam bir şey diyecekti ki, kendinden önce Necla Hanım lafa girdi.

"Ahu Hanım sizin aksinize harika bir annedir, harika da bir kız çocuğu yetiştirmiştir. Şimdi böyle bir annenin karşısında, kızının istikbaliyle oynayan bir anne olarak sizin böyle konuşmaya hakkınız yoktur."

"Oğlunun yediği haltlardan sonra evime gelip nasıl böyle ahkâm kesiyorsun Necla Hanım?"

Tansiyon yükseldikçe Oya daha çok geriliyordu, kendi için buraya kadar gelen şahane iki kadına minnet duymakla birlikte annesinin sözleriyle utanıyordu. Nasıl onlarla böyle konuşurdu annesi? Oturma odasında değildi elbette, koridorda durmuş gizli gizli dinliyordu konuşulanları. Ne yalan söylesin umutlanmıştı, Ahu'yla, Necla teyzesini görünce. Belki onlar, annesini ikna edebilirdi fakat görüyordu ki, boş yere düşmüştü o umut kırıntıları içine. Okul kendi için bitmişti, her şey bu kadar basitti.

"Keşke kınadığınız Necla Hanım gibi bir erkek annesi olabilseydiniz! Ama ne yazık ki siz, anneliği zerre kadar hak etmiyorsunuz Esma Hanım! Eminim Oya'dan sonra sıra Emel'e gelecek. Onu da yarın böyle okuldan alacak, eve kapatacak, bulduğunuz ilk kısmetle de evlendireceksiniz ama oğullarınız ne yapsa, ne etse onlara ses çıkarmayacak, erkektir yapar, diyeceksiniz. Haksız mıyım? Hani namus diyorsunuz ya, kusura bakmayın ama bu ülkede en büyük namussuzlar sizin gibi cahil anneler tarafından yetiştiriliyor. Kızlarını bir paçavra gibi görüp oğullarına kul köle olan anneler yüzünden!"

"Yeter!" diye bağırarak ayağa kalktı Esma Hanım. "Ben anneliği sizden öğrenecek değilim çok şükür sizin gibi ar damarım çatlamadı! Şimdi daha fazla haddinizi aşamadan çıkın gidin evimden!"

Ev sahibi eliyle kapıyı gösterirken Necla'yla, Ahu Hanım gitmek üzere ayağa kalktı. Ne deseler boşa konuşmuş olacaklardı çünkü Esma Hanım gerçekten geri kafalının tekiydi ve onun fikirlerini öylece değiştiremezlerdi. İçleri Oya için acısa da ellerinden bir şey yoktu ne yazık ki. Yine de bu işin peşini bırakacak değillerdi. Şimdi yalnızca gitmek düşüyordu kendilerine.

"Misafirperverliğinize de diyecek yok!" dedi Necla Hanım kapıya doğru adımlarken. Elinde olsa Oya'yı çıkartıp götürürdü bu evden ama ne acı ki öyle bir hakkı yoktu. Sonuçta Oya'nın annesi Esma'ydı .

"Evime ahkâm kesmeye gelenlere misafirperverlikte bu kadar, kusura bakmayın!"

Yeniden bir şey diyecekti ki Necla Hanım, Ahu Hanım kendini kolundan çekince dudaklarını geri kapadı.

"Boş verin Necla Hanım, değmez. Herkes kendine yakışanı yapar."

"Haklısınız insan gerçekten kendine yakışanı yapar."

Onlara cevap vermedi Esma Hanım sabırla gitmelerini bekledi. Çok geçmeden de ikisi de evden ayrıldı. Oya ise annesine yakalanmadan odasına girip kapıyı kapadı, yatağına yüz üstü uzanıp bir kez daha hıçkıra hıçkıra ağladı.

Çok sürmez gelirdi görücüler, oradan buradan teyzeler falan gelip haber getirirdi kendine. Sonra da ailesinin uygun gördüğü biriyle evlenir giderdi Oya. Annesi gibi bir hayatı olurdu. Çocuk doğururdu, yemek yapardı, temizlikle uğraşırdı, akşam kocasının eve gelmesini beklerdi. Belki de geceler boyunca gelmezdi kocası eve, hatta belki başka kadınlara giderdi. Gönlünü istediği gibi eğlendirirdi ama kendi mâhkum olurdu rezil bir hayatta. Hayır abartmıyordu, kendini bekleyene gelecek böyle bir fotoğraftan ibaretti.

***

O günden sonra günler farksız olarak geçti, Asu sınavların ardından tamamen kesti okulla ilişkisini. Biraz yalnız takılıp hayatı sorguladı ve Amerika kararını ailesine kabul ettirmek için uğraştı. Nihayet başarılı oldu da. Haziran'ın ortası için vize gibi gerekli işlemleri halletti babasıyla. Karnelerin verileceği güne ise ayarladı biletini. Evet, okulların kapandığı gün veda edecekti Antakya'ya ve hatıralarına. Her ne kadar içi buruk olsa da, bu gidişin kendine iyi geleceğini biliyordu. Caner'i görmeyecekti en azından uzun bir süre boyunca. Tabii Feyza onun bu kararını hiç hoş karşılamadı. Şuradan şuraya değil ki, dünyanın öbür ucuna gidiyordu Asuman, ne yapacaktı o olmadan burada? Hem zaten Oya'yı da göremiyordu artık. Ayrıca Altay'la, Hakan'ın düşmanlığı da sürüyordu. Caner'i zaten kuzenine yaptıklarından dolayı affedemiyordu. Geriye bir tek Sarp kalıyordu. Tamam Sarp'ın varlığı iyi geliyordu kendine ama yine de arkadaşlarını özlüyordu. O deli dolu geçirdikleri günler şimdi çok uzaklarda kalmıştı sanki. Sanki o günler silik hatıralardan ibaretti yalnızca. İlk defa o zamanlar kendini yalnız hissetmeye başlamıştı Feyza. O güzel arkadaşları yoktu artık yanında, fazlasıyla can sıkıcıydı bu durum.

Oya ise kendi dünyasında ayrı bir yalnızlık çekiyordu, derdini paylaşabileceği kimse yoktu yanında. Gizli gizli Altay'la telefonda konuşsa da yalnızdı işte. Ailesi yüzünden kaybetmişti hem arkadaşlarını hem aşkını. Her ne kadar Altay biraz dişini sık, söz veriyorum seni kurtaracağım gibi laflar etse de, o sözlere inanmıyordu artık. Umutları gibi inançları da kırılmıştı. Altay'ın aşkına sarılmak istese de yapamıyordu. Ne yapabilirdi ki Altay, ailesinin çıkıp ben Oya'yla evleneceğim mi, diyecekti? Hoş dese bile olmazdı ki bu, ailesi asla izin vermezdi evlenmelerine. Oysa Altay... Altay dünyadaki en güzel adamdı belki de, kendini eşsiz bir sevgiyle seven tek adam. Niye anlamıyordu ailesi bunu? Neden görmüyordu birbirlerine olan aşklarını? Bir kez olsun babasına anlatacak olmuştu ki Altay'ı, babası hemen bu yaşta aşkı, beni çıldırtma diye bağırıp durmuştu. Ne komik ki, babasına göre yaşı âşık olmak için küçük, evlenmek için büyüktü. Ama yadırgamıyordu Oya, başına gelecekleri, kendine yazılan kaderi kabullenmişti çünkü.

Havalar ısındığından, her yerde çiçekler açtığından baharın tadını Feyza'yla çıkarmak istiyordu Sarp. Hem onun bozuk olan moralini biraz olsun yerine getirmek için uğraşıp duruyordu. Başka bir şey vardı onda ama ne olduğunu anlamıyordu. Feyza'nın Sarp'tan sakladığı şey, Asu'nun gidecek olmasıydı aslında. Kuzeni kimsenin bunu bilmesini istemiyordu çünkü. Sessiz gidecekti, Caner'le vedalaşmadan. Eğer Sarp öğrenirse, Caner de öğrenirdi o yüzden şimdilik Sarp'ın da bilmemesi gerekiyordu.

Asu'yu nasıl özlediğini anlatamazdı Caner. Yoktu işte, gelmiyordu okula, kendi de onun yanına gidecek cesareti bulamıyordu. İçten içe biliyordu ki, o gün son konuşmalarını yapmışlardı. Böyle olmamalıydı, her şey böyle bitmemeliydi. Yarım kalan hikâyeler arasında yer almak düşmemeliydi kendilerinin paylarına. Tamam suçluydu, hatalıydı ama elinden gelen her şeyi de yapmıştı, daha ne yapabilirdi? Nasıl tamir edebilirdi kırdığı kalbi? Bilmiyordu yalnızca çok özlüyordu deli dolu aşkını.

Günler böyle böyle geçerken Mayıs bitti, Haziran geldi havalar daha da ısındı. Nemli sıcaklar sardı şehri. Fırtınaların ardından güneş doğdu, takvimden bir bir düşerken yapraklar Haziranın da ikinci haftası geldi çattı. İki gün sonra kapanıyordu okullar, yaz tatili için bir kez daha çalacaktı ziller ama Asu için gidiş günü olacaktı o gün. Eşyalarını valize yerleştirirken Feyza'nın çocuk gibi üzgün suratına gerçekten içi burkuluyordu. Yapacak bir şey yoktu fakat gitmesi en iyisiydi. Hem sonsuza kadar ayrılmıyorlardı ki.

"Asma yüzünü ama Feyzoş. Bu bir ayrılık değil, biliyorsun."

"Biliyorum biliyorum da ama sen gidince ben çok yalnız kalacağım."

"Hiçte yalnız kalmayacaksın," diyerek elbisesini valize koyup kuzeninin yanına oturdu Asu. Sıkı sıkı ellerini tutarken gülümsemeye çalıştı. Feyza'dan bu kadar uzak kalacak olmak üzüyordu aslında kendini.

"Sarp var, Hakan var, Altay var... Hem Oya da var."

"Oya'yı sanki görebiliyoruz ailesi resmen eve kapattı onu."

"Haklısın.. Haklısın ama bu sonsuza kadar sürmeyecek. Altay da izin vermez, ben eminim bir şekilde yoluna koyacaklar her şeyi."

"Umarım. Sen Caner'e veda etmemekte kararlı mısın?"

Ayağa kalkıp dolabına yöneldi Asu, hiç duymamış gibi davrandı Feyza'yı. Caner ismini mümkünse hayatından çıkarmak istiyordu. Askıdaki diğer kıyafetini alıp kuzeninin eline tutuşturdu.

"Bu sen de kalsın, giydikçe beni hatırlarsın."

"Tamam Caner'e veda etmek istemiyorsan ama ya diğerleri? Onlara da mı bir şey demeyeceksin?"

Anlamıştı Asu, kaçışı yoktu. Hem haksız da sayılmazdı Feyza, arkadaşlarına veda etmeden gitmesi doğru değildi ama bu bir veda da değildi. İçinden bir sesler bir gün yeniden bir araya geleceklerini ve mutlu olacaklarını söylüyordu. Kendi de o seslere inanıyordu.

"Vedaları sevmediğimi biliyorsun. Tabii Necla teyzeye uğrayacağım gitmeden aynı zaman da son kez Oya'yı görmeyi deneyeceğim."

Gözyaşlarına engel olamadı Feyza, o kadar zaman birlikte bir kez olsun ayrılmamışlardı ama şimdi çok uzaklara gidiyordu Asuman. Onsuz ne yapacaktı? Hiçbir şeyin tadı kalmayacaktı o gidince.

"Caner'den nefret ediyorum, onun yüzünden gitmenden nefret ediyorum."

"Feyzoş," diye söylendi Asu. Aynı zamanda kuzeninin çocuk gibi davranmasına burukça gülümsedi. O tanıdığı olgun Feyza'dan eser yoktu şimdi. Kuzenini ayağa kaldırıp sıkı sıkı sarıldı ona.

"Biz kardeşiz unutma ve hiçbir şey bizi ayıramaz. Hele Caner'in buna gücü asla yetmez. Bu sadece küçük bir tatil."

"Küçük olduğuna emin miyiz?"

"Öyle diyelim."

Feyza'dan ayrılınca göz kırptı Asu. Bu veda kendine üzerken daha fazla olayı drama bağlamak, zorlaştırmak istemiyordu. Belki de gerçekten kolay olanı seçiyordu, kaçıp gidiyordu ama kaçıp gitmekle unutabilecek miydi her şeyi kendi de bilmiyordu.

Gidiş günü gelip çattığında İlk Feyza'yla ve teyzesiyle bir kez daha vedalaştı Asu. Tabii Ethem eniştesiyle de. Evine, semtine son kez göz attığında yüreğine çöreklenen ağırlığı yok saymaya çalıştı. Ailesiyle birlikte Oya'nın evine vardığında zor da olsa görebildi arkadaşını. Gidiyordu sonuçta, dönecek miydi belli değildi ve Esma Hanım da biraz olsun insaf vardı ki, Oya'yı görmesine izin vermişti. İki arkadaş sıkı sıkı kucaklaşıp vedalaştı. Oya ağladı, Asu ona teselli sözleri söyledi. Her şeyin yoluna gireceğini, Altay'la eninde sonunda mutlu olacağını, bunun da bir veda olmadığını defalarca dile getirdi. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken bu gidişin bir şeylere değmesini umdu. Biraz olsun kırılan kalbini tamir etmesini diledi. Emindi fakat halasının şifalı elleri saracaktı yaralarını.

Oya'nın ardından Necla Hanım'la da vedalaştı genç kız, yaşlı kadının pamuk ellerini öptü, sıkı sıkı boynuna sarıldı. Ne zaman isterse evinin kapısının her daim kendine açık, aralarına bir telefon kadar mesafe olduğunu söyledi Necla Hanım, kendine. İkisinin de gözleri yaşlı, yürekleri buruktu. Asu her ne kadar bu bir veda değil, dese de; Bu bir vedaydı. Çünkü son kez o gün görmüştü Necla teyzesini, döndüğünde onu bulamayacağını ne yazık ki acı bir şekilde öğrenecekti. Gidip dönememek, dönüp bulamamak gerçekten vardı. Zaman geçiyordu, her şey değişiyordu, insan bırakıp gittiği şehrini bile tanıyamıyordu bazen. Sevdikleri aynı yerde kalmıyordu, dağılıyordu herkes bir yere. Kimisi toprağın altına giriyor, kimisi bambaşka yerlerde yeni hayatlar kuruyordu. Fakat ne yazık ki, insan bunu unutuyor geri döndüğünde her şeyi bıraktığı gibi bulacağını sanıyordu. Asu'nun da sandığı gibi.

Havaalanına vardığında gerekli işlemlerin ardından bineceği uçağın çağrısını duyunca uçağa binmek üzere hareketlendi Asu. Valiziyle birlikte geniş alana çıktığında annesiyle, babasına sıkı sıkı sarılıp onları çok sevdiğini söyledi. Onlardan da aynı sözleri duymak kendini mutlu etti. Her şeye rağmen arkasında duran bir ailesi vardı. Bunun için gerçekten çok şanslıydı. Adım adım valiziyle uçağa yaklaşırken gözlerindeki yaşları geri göndermeyi başardı lakin kalbindeki acıyı yok sayamadı. Aşk sahiden kendine iyi bir tokat atmıştı ve tokadın acısını kendine hiçbir şey unutturamayacaktı.

Uçağa binmeden hemen önce derin bir nefes aldı genç kız, son kez Antakya'nın havasını ciğerlerine çekti. Çok şey yaşamıştı bu şehirde, güzel dostluklar kurmuş, onlarla deli dolu günler geçirmişti. Hiçbiri beyninden silinmeyecek, ebediyen kendiyle yaşayacaktı. Birçok şeyi öğrendiği gibi hatıraların ölümsüz olduğunu da öğrenmişti. Gidiyordu şimdi belki lakin kalbinin en derinlerine yerleştirmişti anılarını. Yaşadığı o aşk, daima orada kalacaktı. Caner kendini yıkmışta olsa, onunla yaşadıklarını öylece unutamazdı. İlk aşkı Caner'di, belki de o yüzden bu kadar özeldi. Gözlerini kapadı, teninde rüzgârın dokunuşlarını hissederken burukça gülümsedi. Her şeyi özleyeceği gibi Antakya'nın deli rüzgârını da özleyecekti.

Adım adım uçağa yaklaşıp içeri geçti, koltuğuna oturup başını cama dayadı Asu. Dakikalar sonra uçak havalanınca gözlerini kapadı, gidiyordu işte. Kırılmış kalbinin parçalarını, kalbini darma duman eden adamın avuçlarında bırakıp gidiyordu ama bilmiyordu, o adamın aşağıda olduğunu, bilmiyordu Caner'in haykıra haykıra kendine seslendiğini. Bilmiyordu gitmekle gidilmediğini, ruhunun buraya ait olduğunu. Sadece aşkından doğan bir nefret vardı yüreğinde, en çokta böyle güzel bir aşkı mahvettiği için kızıyordu ya Caner'e. Fakat bir önemi yoktu artık olanların. Şimdi kendini yepyeni bir hayat bekliyordu.

"Her sokağında nice efsaneler yazılı Antakya... Şimdi yazar mısın duvarlarına benim de hikâyemi? Bana da yer verir misin toprak altında gömülü defterlere kazınan isimler arasında? Ben, senin caddelerinde yaşadım aşkların en delisini, dostlukların en âlâsını. Sen yalnızca bir şehir değil, bir efsanesin Antakya. Hatıraların, anıların, gelmiş geçmiş tüm yaşanmışlıkların baş kentisin. Ve şimdi ben, sana bırakıp gidiyorum hatıralarımı. Sakladığın o kadar tarih yüklü geçmişinin arasında, ne olur benim için sakla onları."

Asu'nun dilinden dökülen cümleler âdeta havada asılı kaldı o an. Uçak gökyüzünde kuş misali süzülüp gözden kaybolurken ne Caner, sevdiği kızın sözlerini duydu. Ne de Asu, Caner'in haykırmalarını. Evet, buradaydı Caner. Gelmişti. Feyza'dan öğrenince Asu'nun gideceğini önüne çıkan ilk taksiye atlamış, soluğu havaalanında almıştı ama ne fayda yetişememişti işte. Geç kalmıştı, Asu gitmişti ve bir daha dönmeyecekti.

Olduğu yere çöküp Asu'nun adını defalarca bağırdı, hıçkırıklara boğuldu delikanlı. Depremler oldu sanki içinde, sevdiği kızın gidişiyle enkazlar altında kaldı kalbi. Kabul ediyordu Asu hiç ummadığı kadar görkemli bir şekilde binip gitmişti uçağa. Yaşadıkları o kadar şey varken hepsini yok saymış, bir veda bile etmemişti kendine. Onun için bu kadar mı değersizdi? Ya da yaşadıkları o kadar şeyi sahiden bir kalemde silip atmış mıydı? Hangisiydi Asu için geçerli olan? Bilmiyordu ama canı gerçekten çok yanıyordu.

Haziran ayı olmasına rağmen yağmur bastırdı aniden sanki gök delikanlının gözyaşlarına, yüreğinde kopan fırtınalara eşlik ediyor, onun için ağlıyordu. Kendine ait olan o güzel gökyüzünü kaybetmişti Caner. Elinde avucunda gözyaşlarından, yıkık bir kalpten başka bir şey kalmamıştı. Bu kez yedi renkli gökkuşağı çıkmayacaktı fırtınanın ardından hatta belki de fırtına hiç dinmeyecek, yağmur ebediyen yağmaya devam edecekti. Mavi değildi gök artık Caner için simsiyahtı ve o, simsiyah gökyüzünün esiriydi kendi. Tabii yalancı baharlara aldanmadığı müddetçe...

Loading...
0%