Yeni Üyelik
43.
Bölüm

40. Bölüm Yenge Meselesi

@petekayla

10 Mart 2019

Küçük bir mahallede yaşayan, orta halli bir ailenin tek kızıydı Ayşen. Liseden sonra eğitim hayatına devam etmemiş, evlilik hayalleri kurarak hayırlı bir kısmet beklemişti. Kimisi onun için eli yüzü, düzgün, namuslu, aile terbiyesi almış bir kız dese de, işin aslı daha farklıydı. Güler yüzüyle çevresindekilere sevdirse de kendini, gerektiğinde pençelerini çıkarmaktan çekinmezdi. Öyle saf kalpli biri değildi, tam aksi kurnazlık işlerinde pek bir maharetliydi. Ta çocukken aklı tilkiliğe çalışmaya başlamış, annesiyle birlikte gittiği altın günlerinde kabahatli iken mağduru oynamasını iyi bilerek teyzelerin hiç kıyamadığı masum çocuk olmuştu. Öyle ki, Ayşen'in gözyaşlarına hiç kimse dayanmaz, o teyzeler Ayşen için kendi çocuklarına kızardı. Dahası ilk okulda bile nefret ettiği çocukları bir şekilde suçlu konumuna düşürüp öğretmen tarafından cezalar almalarını sağlardı. Üstelik öğretmenleri de hep onu haklı bulup diğerlerine karşı korurdu. Büyüyünce de değişmemişti tüm bunlar.
Bu yaşına kadar ne yapıp ne edip insanların gözünde altın yürekli bir kız imajı çizmeyi başarmıştı genç kadın. Şimdi de o imajı nişanlısının ve ailesinin gözünde çizmeliydi. Nitekim kaleyi içten fethetmek önemliydi.


Nişanın üzerinden henüz üç ay geçmesine rağmen ev bakmaya başlamış, aynı zamanda çeyiz hazırlıklarına da girmişti Ayşen. İstediği her şeye nişanlısını ikna etmenin yolunu biliyordu fakat yavaş yavaş gitmekte fayda vardı. Sarp merhametli adamdı, hayal kırıklığıyla dökülen gözyaşlarına dayanamazdı. Ayşen de bunu biliyor, Sarp'ın zaafına göre oynuyordu. İstediği yalnızca elit bir semtten üç artı bir, ebeveyn banyolu, ferah, önü açık, iki balkonlu bir ev tutmaktı. Üç oda hiçte çok değildi. Biri oturma odası, biri çocuk odası, biri de Sarp'la, kendinin odası olacaktı. Ki Kendini en çok heyecanlandıran oydu. Sarp'ı da heyecanlandırmak için sürekli olarak yatak odası takımından bahsediyor, kataloglar da gördüğü mobilyaları Sarp'a gösteriyordu. Elbette ki Akkaya ailesinin mobilya dükkânı olduğunu biliyordu ancak yine de azıcık fantezi katmak istiyordu olaya. Edepli bir aile kızı olduğundan evlenmeden ayıp şeyler konuşamazdı nişanlısıyla ancak gözlerine manalı manalı bakabilir, çeşitli imalarda bulunabilirdi. Çocuğumuz olduğunda derken mesela, dudaklarını ısırıp gözlerini kaçırması da bundan mütevellitti. O anlar da Sarp belli belirsiz gülümsemekle yetiniyor, başını başka tarafa çevirip uzun uzun derinlere dalıyordu. Ne yazık ki evlilik konusunda Ayşen'in heyecanlandığı kadar heyecanlanamıyor, tam aksi hiç geçmeyen bir hüzün kalbini sarıp sarmalıyordu. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar kendini zorlarsa zorlasın olmuyordu işte. Büyük bir aşkla bağlanamıyordu Ayşen'e. Yüreğindeki o mühürlü ismin acısı dinmek bilmiyordu.

Evet belli bir yaşa gelmiş bir erkekti Sarp fakat sevmediği bir kadına dokunacak bir adam değildi. Feyza'yı her gördüğünde içi kıpır kıpır ederken Ayşen'in tüm işvelerine kayıtsız kalıyordu. Kalbinden ona karşı hissettiği hiçbir duygu yoktu çünkü. Ona dokunmak, onu öpmek içinden gelmiyordu. Ayşen ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın kendi hep mesafeliydi, bazen de adeta kaçıyordu nişanlısından. Biliyordu, yalnız kaldıklarında romantik anlar yaşamak istiyordu Ayşen. Belki küçük bir öpücük, belki yalnızca tatlı flörtler, daha fazlasını evlenmeden yapacak bir kadın değildi çünkü. Az çok tanımıştı onu Sarp. Amacı yalnızca erkeklik hormonlarıyla oynayıp evlilik için kendini heyecanlandırmaktı fakat ne yazık ki faydasızdı tüm bunlar. Öyle bir arzu peydahlanmıyordu çünkü gönlünde. Bir görev gibi geliyordu bu nişanlılık kendine. Ayşen'e karşı vazifeleri vardı, onları yerine getiriyordu. Bu ilişki maalesef ki Sarp için bu kadardı. Aşk, sevgi, tutku, arzu yoktu. Belki biraz sadakat vardı o başkaydı. Neticede aldatmazdı Sarp nişanlısını. Onu kırıp üzmezdi, ağlatmazdı. Yakışmazdı çünkü bunlar kendine. Feyza'yı her görüşünde içinden olmayacak şeyler yapmak gelse de, aşkının değil, sadakatinin galip geleceğini biliyordu. Lakin yıllardır Feyza'ya sadık kaldığını belli ki unutmuştu nişanlanınca.

İpin ucunu bırakmaması gerektiğinin farkındaydı Ayşen. Ateşle barut yan yana durmazdı, durmamalıydı. Kendi de o yüzden Sarp'ı bırakmıyor, her eline geçen fırsatta Akkaya ailesine gidip mahallede boy gösteriyordu. Çoğu zaman Sarp'la el ele yürüyordu sokakta. Feyza'yı ne zaman görse ona nispet yapar gibi. Sarp'a sokuluyor, sarılıyor, yanaklarını öpüyor, kendini ne kadar sevdiğini kulağına fısıldıyordu. Sarp ise Feyza'nın karşısında öylece kalıyor, tek bir tepki bile veremiyordu. Yüreğinin acısının destanlarda yazıldığı kadar büyük olduğuna yemin edebilirdi fakat Feyza bilmedikten sonra ne işe yarardı ki bu?

Onları öyle görünce gözleri dolsa da, hiçbir şey yokmuş gibi geçip gidiyordu Feyza. Sızlanmaya, ağlamaya hakkı yoktu. Biliyordu, Asu'nun dediği gibi kendi elleriyle çizmişti bu resmi. Fakat olsun Sarp mutluydu en azından. Kendi onun mutluluğuyla mutlu olmayı öğrenmek zorundaydı. Hem diğer yandan biraz olsun kendi de rahat bir nefes almıştı. Sarp nişanlanınca, babası da, İlker'de rahat bırakmıştı kendini. İlker'le oynadığı saçma sapan nişancılık oyunu sürse de az kalmıştı. Sarp evlendiği gün çıkarıp atacaktı parmağındaki yüzüğü. Böylece sonsuza denk kurtulmuş olacaktı İlker'den. Sonra da çekip gidecekti zaten. Neresi olursa olsun. Belki bir köy okuluna, belki bir dağ başına. Mühim değildi, Sarp'tan uzakta bir hayat kursun yeterdi.

Öğrencilerden başka kimse olmayacaktı hayatında. Sarp nasıl kendine yıllarca sadık kaldıysa, kendi de öyle sadık kalacaktı kalbindeki aşka. Bir hatıra gibi taşıyacaktı yüreğinde sevdiği adamı. Nereye giderse gitsin, nerede olsun o hatıra daima gömülü kalacaktı yüreğinde. Yıllar geçecek, yaşlanacak ve her insan gibi bir gün ölecekti ama yalnız kalmak acıtmayacaktı canını. Nitekim bir öğretmen asla yalnız olmazdı. Henüz tanışmadığı onlarca, yüzlerce öğrencisi vardı ve onlar bir yerlerde kendini bekliyordu. Eğitmeye, okutmaya, öğretmeye adamıştı kendine Feyza, kim bilir belki de ölümü yine bu uğurda olurdu.

Emindi Asu, fazla dram kitabı okumuş olmasındandı kuzeninin bu melankolik hâli. Yeşilçam âşığı olması da cabasıydı. Tamam, Sarp nişanlanmıştı, tamam Ayşen yılan gibi bir kadındı ama dünyanın sonu değildi tüm bunlar. Neticede imzalar atılmamış, nikâh kıyılmamıştı. Er geç o yüzükler parmaklardan çıkacaktı. Sarp eninde sonunda nişanı bozacaktı. Tabii Feyza'ya otur o günü de bekle demiyordu. Yalnızca eskisi gibi davranmasını söylüyordu. Sarp'tan uzaklaşmak hiçbir işe yaramazdı. Blakis şimdi her zamankinden daha çok yaklaşmalıydı Feyza, Sarp'a. İpi tümden Ayşen'e bırakmak gerçekten aptallık olurdu çünkü.

Asu, kendine çeşitli taktikler verirken gözlerini deviriyordu Feyza. İşi gücü yok bunlarla mı uğraşacaktı? Sarp kararını vermişti, kendine de saygı duymak düşerdi.

Bu işin böyle olmayacağını anlamıştı Asu, o yüzden ki savaş baltalarını çıkarmaya karar vermiş, kılıç kalkan kuşanarak en çetin harp koşullarına kendini hazırlamıştı. Tek eksiği bir müttefikti ki, o müttefik erkek tarafında, kendine en yakın olan kişiydi. Fakat bunu bir türlü fark edememekle birlikte, gün sonunda o kişinin, istediği teklifle kendine geleceğini de bilmiyordu. Zira en az Asu kadar, Caner de tahammül edemiyordu Ayşen'in sırnaşık ve içten pazarlıklı hareketlerine. Hele Sarp'ı kafese almaya çalışması kendini deli ediyordu. Ne yapıp ne edip can dostu için savaşa girmek farz olmuştu. Hayat memat meselesiydi bu, başka çaresi yoktu. Allah yüzünü kara çıkarmasın, gazasını mübarek eylesin yeterdi.

***

"Kısacası Tarih'le, Edebiyat bir bütündür arkadaşlar. Bu yüzden yüzyıllar boyunca, Türk tarihinde farklı gelenekler baş göstermiş olsa da hemen hemen hepsinde Edebiyat'tan izler görmek mümkündür. Düğünler, bayramlar, çeşitli kutlamalar, asker ve cenaze törenleri... Bunlar gibi pek çok tarihi günlerde Edebiyat önemli bir yer tutmuştur. Bundandır ki..."

"Hocam özür dileyerek bir soru sorabilir miyim?" diyerek Feyza'nın konuşmasını aniden kesti Özlem. Dersten fazlasıyla sıkılmıştı, o yüzden dersi kaynatmak istiyordu. Devamsızlık hakkını aştığı için okula her gün gelmek zorunda kalıyordu. Okul falan pek umurunda olmasa da, evde durmadan konuşan yengesinden daha başka şekilde nasıl kaçabileceğini bilmiyordu. Üstelik henüz abisi evlenmemişti bile ancak buna karşın yakında resmen yengesi olacak Işıl denen kadın her gün kendilerine gelmekten çekinmiyordu. Bu konuda çekinmediği gibi, abisini doldurmaktan da geri durmuyordu.

"Eğer konuyla ilgili bir şey sormayacaksan yerine otur Özlem."

"Hayır hocam konuyla ilgili bir şey sormak istiyorum. Hani dediniz ya, Türk tarihinde çeşitli düğün törenleri görülmüştür, diye. O düğün törenlerinde de kadınlar hep altın, çeyiz isterler miydi evlenecekleri adamdan?"

Derin bir iç çekti Feyza, her seferinde en alakasız soruları sormayı nasıl başarıyordu bu kız? Nereden aklına gelmişti bu altın meselesi? Biliyordu ki, sınıf az sonra iyice kaynayacak herkes Özlem'in sorusu üzerine yeni bir soru soracaktı. O yüzden en iyisi bu saçma sapan meseleyi bir an önce kapatmaktı. Basit bir cevapla öğrencisinin sorduğu soruyu geçiştirecek ki, başka biri ayağa kalkıp kendi izin vermeden söz hakkı aldı. Ardından bir başkası ve bir başkası daha. Sonra yine bir başkası. Bu sohbet bitmeyecekti anlaşılan ve kızların hepsi yengelerinden şikayetçi görünüyordu, fazlasıyla dolulardı bu konuda ki, içlerini boşaltma ihtiyacı hissetmişlerdi. Sadece dersi kaynatmak için yenge meselesini gündeme getirmediklerine emindi kendi.

"Hocam aslında ben de bunu merak ediyordum. Çünkü benim dayım yeni evlendi de, eşi bir sürü çeşit altın istedi kendinden."

"Benim de abimin nişanlısı, abim istediği bileziği almadı diye nişanı attı."

"Hocam altın falan değil de, benim yengem devamlı kavga çıkarıyor aile arasında gerçekten o kadar sinir oluyorum ki. Kusura bakmayın konu açılınca söylemek istedim."

Yengelerle ilgili serzenişler devam ederken Çiçek sessizdi, konuşmaları bir yandan dinlerken, bir yandan önündeki kağıda anlamsız şekiller çiziyordu. Belki görünüşte sessizdi ama yenge meselesinden muzdarip olan en çok kendiydi. Zira Ayşen'e tahammül etmesi günden güne zorlaşıyordu. Sarp'a yaptığı cilvelerin haddi hesabının olmadığı gibi, evin kızı oyununu ustalıkla oynuyordu. Onun gerçek yüzünü biliyordu Çiçek, abisini avucunun içine aldıktan sonra komple koparacaktı aradaki bağı. Hatta belki iyice soğutacaktı Sarp'ı kendilerinden. Öyle sinsiydi ki Ayşen, kimse onun aklındaki tilkileri fark etmiyordu fakat kendi görüyordu, biliyordu ama anlatamıyordu. Zavallı abisi, Ayşen gibi bir yılanın elinde oyuncak oluyordu farkında değildi.

"Kızlar yeter," diyerek elini çırptı Feyza. Yoksa bu konuşmanın sonu gelmeyecekti. Biliyordu ki, öğrencileri kendini yakın gördükleri için, içlerini döküyordu kendine. Bu bir yandan hoşuna gitse de, dersin dağılmasını sevmiyordu.

"Madem bir soru sordunuz cevabını vereyim. Çeyiz dediğimiz olay, en eski Türk tarihinden beri süre gelen bir gelenektir. Özellikle devletler, beylikler arasında gerçekleşen evliliklerde toprak alımı verimi çeyiz olarak görülmektedir. Evet, tarihimizi olduğu gibi kabul eden diyen biriyim ancak bunun yanında bu altın mevzusuyla ilgili benim kendi şahsi fikrimi soracak olursanız size şu yanıtı vermek isterim. Kadın bir meta, erkek para makinesi değildir. Evlilik bu olgular üzerine kurulmaması gereken bir kurumdur. Zaten kendi bilen biri, kendine yakışanı yapar. O yüzden bu konuyu daha fazla uzatmayalım olur mu? Çevrenizdekilere insanlara da kulak asmayın, siz kendi değerinizi bilin yeter."

Genç öğretmenin son sözlerinin ardından zil çaldı. Kızlar dışarı çıkarken Feyza da masasına oturup eliyle alnını ovdu. Nedendir bilinmez baş ağrısı tutmuştu. Gözleri Çiçek'i bulduğunda onun sessizliğinden her şeyi anlamış gibiydi. Yenge mevzusuna bu kadar sessiz kalması pek hayra alamet değildi. Meryem'le arasında bir sorun olmasa da, Ayşen'le anlaşamadığını hissediyordu. Ortada kendini ilgilendiren bir mesele yoktu ancak. Aile işine karışmak olmazdı. Eğer Çiçek gelir de kendi ile dertleşirse seve seve dinlerdi orası ayrıydı.

Kafasındaki düşüncelerden kurtulmaya çalışarak çantası alıp ayağa kalktı Feyza. Telefonu çalınca, çantasından telefonu çıkardı. Asuman arıyordu. Neden aradığını merak ederek telefonu açıp kulağına dayadı. Kuzeniyle konuşa konuşa da sınıftan çıktı.

"Efendim Asuman?"

"Kaç dersin kaldı?"

"Üç. Neden ki?"

"Sana harika haberlerim var. Hemen eve gel."

Uzun zaman sonra heyecanlandığını hissetti genç kadın. Dudaklarında minik bir gülümseme peydahlandı. O kadar neşeli konuşuyordu ki Asuman, ne olduğunu gerçekten merak etmişti.

"Neymiş o harika haberler?"

"Telefonda olmaz eve gelince öğrenirsin."

"Asuman"

"Hadi ben kapatıyorum bebeğim sana iyi dersler."

Telefonların kapanmasının ardından Feyza kendi kendine gülmeye devam etti. Kim bilir Asuman yine neyin peşindeydi?

***

Her zaman ki gibi dükkânda işler oldukça yoğundu o gün de. Sedat hesapları kontrol ederken içeri giren Ayşen'i fark etti. Kısa bir selamlaşmanın ardından Sarp'ı çağırdı içerden. Caner elinde çaylarla birlikte Sedat'ın yanına geldiğinde her zaman ki gibi Ayşen'e kötü kötü bakmaktan kendini alamadı. Hoşlanmıyordu bu kızdan ve asla kanı ısınmayacaktı ona. Sarp içeriden çıktığında "Ayşen," dedi şaşkınlıkla onu burada görmeyi beklemiyordu işin doğrusu.

"Umarım bana ayıracak birkaç saatin vardır," diyerek Sarp'a yaklaştı genç kadın. Nişanlısına sıkı sıkı sarılıp geri çekilmesinin ardından kehribar gözlere işveli işveli baktı.

"Aslında biraz işimiz var dükkânda ama..."

"Bence Sedat abi bize iki saat izin verir. Demi Sedat abi?

Ayşen'in yavru kedi gibi bakışlarına karşılık başını usulca salladı Sedat. İşler kaçmıyordu ya, biraz çıkıp hava alsınlardı. Fakat kardeşinin yüzünden bunu hiç istemediğini anlıyordu. Hep olduğu gibi Ayşen'den kaçmanın yollarını arıyor gibiydi.

"Olur. Hadi siz çıkın hava alın biraz."

İtiraz hakkı elinden alınınca mecburen nişanlısıyla birlikte dışarı doğru adımladı Sarp. Tabii Ayşen defalarca Sedat'a teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Onların ardından iç geçirdi Caner. Sedat'a gözlerini diktiğinde acaba, dedi içinden. Ayşen yerinde Feyza olsaydı bu kadar anlayışlı olur muydu bu adam? Her ne hikmetse Feyza'yı sevmeyen herkes Ayşen'i el üstünde tutuyordu. Sarp mutlu olmamasına rağmen.

"Sedat abi"

"Ne oldu Caner?"

"Bir büyüklük yap be."

Not aldığı defterden başını kaldırıp Caner'e baktı Sedat. Yine ne geveliyordu bu çocuk?

"Ne büyüklüğü oğlum?"

"Sarp'ı diyorum be abi. Ne kadar mutsuz görmüyor musun? İstemiyor bu evliliği. Ayşen'i sevmiyor, sevmeyecek. Kıza da yazık. Onun da hakkı değil mi şöyle sevdiği ile yuva kurmak?"

"Ben ne yapayım? Sarp'ın kafasına silah mı dayadım nişanlanması için. Kendi istedi. Geldi, gidelim Ayşen'i isteyelim, dedi. Sen de oradaydın, biliyorsun."

"Bir anlık öfkeden öyle dedi. Nermin teyze de dünden hazırdı zaten. Allah var sen bir şey yapmadın da... Şimdi bir büyüklük yapsan yol yakınken vazgeçersen Sarp'ı?"

Sıkıntılı bir nefes alıp geri hesaplara gömüldü Sedat. Haksız diyemezdi Caner'e. Sarp'ın bu evliliği istemediği açıktı fakat kafasız kardeşi umut vermişti Ayşen'e. Aileler düğün hazırlıklarına başlamışken kendi ne yapabilirdi şimdiden sonra?

Sedat sert tepki vermeyince biraz onun üstüne gitmekte bir sakınca görmedi Caner. Belli ki eşref saatindeydi genç adam. Biraz üstelemenin ne zararı olabilirdi?

"Bizden büyüksün be abi, Sarp seni sayar, dinler. Bir abilik yap vazgeçir Sarp'ı bu inadından. Sonra usulünce Ayşen'in babasıyla konuşur, bu işin olmayacağını söylersin. Olmaz mı?"

Elindeki kalemi defterin üzerine fırlattı Sedat. Sabrı bir yere kadardı ve Caner o sabrını taşırmayı başarmıştı.

"Madem istemiyor o zaman kimseye mavi boncuk dağıtmayacaktı Sarp Bey!"

"Abi..."

"Çocuk oyuncağı mı sanıyorsunuz siz bu işleri? Gittik, kızı babasından istedik, yüzük taktık. Üstünden üç ay geçti. Üç ay! Ev bakmaya bile başladı Ayşen! Kızın ailesi bizden nikâh tarihi bekliyor şimdi ben gidip Cemil Bey'e, benim kardeşim istemiyor, biz vazgeçtik mi diyeyim?"

"Öyle değil tabii de..."

"Öyle değilse nasıl oğlum? Ha söyle bana nasıl?"

"Sen büyüksün be abi, bulursun bir yol."

Sedat'ın öfkesine karşı sakinliğini koruyordu Caner. Nitekim haksız diyemezdi ona. Sarp işin içine girmişti bir kere. Yine de alttan alırsa Sedat'ı ikna edeceğine dair bir umut vardı içinde.

"Yol falan bulamam ben! Sarp istemiyorsa gitsin kendi söylesin. Ağzı var, dili var! Bu yaştan sonra kimseye rezil olacak halim yok benim!"

Sözlerinin ardından hesap defterini alıp içeri girdi Sedat. Caner ise öylece kaldı. Sedat'tan istediği desteği bulamamıştı. Geriye ise tek bir seçenek kalıyordu ve umuyordu ki, o seçenekten de elleri boş dönmesindi.

***

"Eee ne diyorsun bu eve? Güney'e bakıyormuş güneş alıyordur yani. Odaları da çok ferah Gidip bir bakalım mı?"

Ayşen'in telefonunda parmaklarını gezdirirken yüz ifadesini sabit tutmaya çalışıyordu Sarp. Ciddi ciddi Ayşen'le ev bakmaya başlamıştı. Tabii nişanlısının kendi üzerinde bir baskı kurduğu da gerçekti. Çeyize, eve nikâha, düğüne öyle çok acele ediyordu ki, her şey bir an önce olsun bitsin istiyordu. Ne de meraklıydı Ayşen evliliğe.

Karşısında oturan adamın ne tepki vereceğini merakla bekliyordu Ayşen. Dükkândan çıkınca çarşıdaki tarihi bir mekân olan Kurşunlu Han'a geçmişlerdi. Burası kendinin en sevdiği yerdi, açık bir yer olmasının yanında oldukça ferahtı. Karşıdaki dağ manzarasına bakıp kahve içmekte ayrı bir keyifliydi. Hele de üst katta otururken.

"Bilmem fena değil gibi," diyerek telefonu geri sahibine uzattı Sarp. Tamam nişanlılardı ancak yine de bu kadar acele fazla değil miydi? Sonuçta daha üç aydır birbirlerini tanıyorlardı.

"Beğenmediysen başka eve de bakabiliriz. Bak mesela bu da var."

Genç kadın yeniden internette beğendiği ilanı kendine gösterirken sıkıntıyla nefes aldı Sarp. Gerçekten boğuluyormuş gibi hissediyordu. "Ayşen," dedi sakin bir sesle. Onu kırmak istemiyordu ama açık davranması gerekiyordu.

"Fazla acele etmiyor muyuz?"

"Acele mi?" diye sordu Ayşen alaylı bir tebessümle. Şu an tartışma çıkarmak en son isteğiydi lakin Sarp'ı elinden kaçırmadan ev tutulmalı, düğün olmalıydı. "Birkaç ay sonra düğünümüz var. Bu süre içinde ancak ev tutup eşya falan bakarız."

"Yine de..."

Yumuşak yüzlü olmaya çalışarak Sarp'ın masadaki elini tuttu Ayşen. Gözlerinde işveli bir eda vardı. Dudaklarını ısırarak nişanlısını tahrik etmeyi umdu.

"Hamama giren terler Sarp Bey. Kolay mı sandın bu evlilik işini?"

"Gerçekten göründüğü gibi değilmiş."

Gözlerinde de, sözlerinde kinaye vardı aslında genç adamın. Lakin Ayşen bunu anlamadı. Tam aksi bu kez ev için beğendiği eşyaları Sarp'a göstermeye başladı. Halı, perde, mutfak eşyaları, masa örtüsü, havlu takımları, nevresim setleri ve daha nicesi...Fakat bunlarla da sınırlı kalmadı Ayşen. İnternette gördüğü düğün salonlarını da Sarp'a göstermeye, hayalindeki gelinliği, düğünü ona anlatmaya devam etti. Davetiyeleri, davetlileri, düğüne dair ne varsa uzun uzun onlardan bahsetti. Sarp, genç kadını dinliyormuş gibi dursa da çok uzaklara dalıp gitmişti. Belki de Ayşen'le arasındaki en büyük fark buydu. Nişanlısı gibi mutluluğu ev eşyalarında değil, ev de araması.

Evlilik iki kişinin bir hayatı paylaşmasıydı Sarp için. Bir ömür boyu birlikte olmaktı ve o birliktelikte eşyalardan çok daha önemli şeyler vardı. Ayağının bastığı halı değil, sevdiğinin kalbinde ömürlük olmak lazımdı. Pencereye takılan perdeler değil, o perdelerin ardında mutlu olmak gerekti. Ya da evin boyasında değildi neşe, o evin içinde her şeye rağmen gülebilmek mühimdi. Yatağın örtüsünün deseni sonsuz aşkı vermeyecekti kimseye, o yatağa her akşam huzurla baş koyabilmekti değerli olan. Genç kalmayacaktı sonuçta insan, yaşlanacaktı ve yaşlılıkta yaslanabileceği bir omuz varsa işte o hayat gerçekten kıymetliydi. Lakin biliyordu ki genç adam, Ayşen asla bunları anlamayacak, evin dekorasyonunda arayacaktı mutluluğu. O yüzden susuyor, her ne diyorsa nişanlısı onaylıyordu. Nasıl olsa hayallerindeki kadın şimdi kendine çok uzaktı.

***

Eve geldiğinde sebze yemekleriyle dolu müthiş bir sofra ile karşılaştı Feyza. Öyle bir döktürmüştü ki Asuman, şaşırmamak elde değildi. Neyi kutluyorlardı da kendinin haberi yoktu?

"Bakma öyle, sofraya oturalım sana güzel haberi vereceğim."

"Şimdi söyle desem söylemeyeceksin demi?"

"Ben o kadar hazırlandım ettim, öyle kuru kuruya söylemem tabii."

Sahiden oldukça şıktı Asu bu gece. Üzerinde zarif siyah bir elbise vardı. Ve ayrıca makyajını özenle yapmış, topuklu ayakkabılarını da giymişti. Bu kız da bir şeyler vardı bugün de, henüz ne olduğunu bilmiyordu Feyza. Biraz daha beklerse meraktan çatlayacaktı. O yüzden bir an önce üstünü değişip gelse iyi olurdu.

"Tamam o zaman ben üzerimi değişip geliyorum."

"Viski mi, şarap mı?"

"Ne?" diye seslendi Feyza koridorda yürürken. Duyduğu seslerle kuzeninin mutfakta bir şeyleri karıştırdığını anlıyordu.

"Felekten bir gece çalacağız Feyzoş. Ne içiyorsun söyle hadi."

İçki içmeyeli çok uzun zaman olmuştu Feyza için. Alkole karşı değildi ancak fazla tercih etmiyordu. Fakat bu akşam kuzeninin hatırına birkaç kadeh içse bir şey olmazdı. "Viski," dedi üzerini değişirken. Açık pencereden bir araba sesi duyduğunda ise mavi elbisesini düzeltip pencereye yöneldi. Perdeyi araladığında Sarp'la, Ayşen'i gördü. Ayrıca Ayşen'in ailesi de vardı. Genç çift el ele tutuşmuş, kapının açılmasını bekliyordu. İkisinin de arkası dönüktü ki, Ayşen bir an başını çevirip kendine baktı. Onunla göz göze gelince hemen geri perdeyi kapadı Feyza. Fakat gözlerinin dolmasına engel olamadı. Buna hakkı var mıydı bilmiyordu ama Ayşen'in yerinde olmayı istiyordu içten içe.

Sarp'la bir şansları olmasını ne çok isterdi aslında Feyza. Sevdiği adamın elini tutarak karşıdaki eve girmeyi. Ya da parmağında İlker'in değil, Sarp'ın yüzüğünü taşmayı. Kalbine sığmayan aşkını özgürce yaşamayı nasıl arzuladığını bir kendi bilirdi. Bir kendi bilirdi sevdiği adamı neredeyse her gün başkasıyla görmenin ne denli acı olduğunu. Belki cidden kendi Sarp'ı itmişti Ayşen'in kollarına lakin sevdiği adamın iyiliği için yapmıştı bunu. Hem hissediyordu Sarp çok güzel bir yuva kuracaktı. Eşini koruyup kollayacak, ona bütün sevgisini verecekti. Sonra çocukları olacaktı. Baba olmak Sarp'a çok yakışacaktı. Sarp her akşam eve geldiğinde Ayşen ona sofralar kuracak, çocukları etrafında koşturup duracaktı. Hayır ağlatmamalıydı bu fotoğraf kendini. Sevmek fedakârlıktı çünkü ve kendi de sevdiği adam için en büyük fedakârlığı ondan vazgeçerek yapmıştı. Kendi ile asla mutlu olamazdı çünkü Sarp. Ne onun annesi, ne kendinin ailesi huzur vermezdi ikisine. Olmayacak bir işti işte, daha da zorlamaya gerek yoktu. Sarp'ın kendi yolunu çizmesi şüphesiz en iyisiydi.

Kendini toparladığında yeniden salona girdi genç kadın. Asu bardakları dolduruyordu ki, kendi içinden geçeni yaparak masaya oturup önündeki bardağı tek dikişte bitirdi.

"Yavaş Feyzoş, gece daha uzun."

"Öyle," dedi hisli bir biçimde. Gözlerini pencereye çevirdiğinde iç geçirdi. Kim bilir Akkaya ailesinde şimdi hangi düğün hazırlıkları konuşuluyordu?

"Gece daha uzun."

Sandalyeye oturup kuzeninin omuzuna dokundu Asu. Ne olmuştu birden bire bu kıza?

"Sen iyi misin?"

"İyiyim," diyerek düşen yüzünü toparlamaya çalıştı Feyza. Sonra da kendini gülmeye zorladı. "Hadi sen şu harika haberini söyle."

"Tamam o zaman sıkı dur!"

"Asuman hadi sabahtan beri çalıyorum burada."

"Tamam söylüyorum."

Feyza'nın kıvranan halini gördüğünde gülmeden edemedi Asu. "Tamam," dedi yeniden. "Hazırsan söylüyorum."

"Hadi artık!" derken sabırsızdı Feyza. Şimdi sahiden çatlayacaktı burada.

"Ben... Ben iş buldum Feyzoş!"

Asu'nun heyecanlı çığlığına karşılık anlık afalladı Feyza. Ağzı bir karış açık kalırken şaşkınlık ifadesi yüzünde yer edindi. Henüz kuzeninin söylediği cümleleri algılayamamıştı.

"İş.. İş mi buldun?"

"Evet, Defne Hastanesinde!"

Genç kadının bahsettiği hastane özel bir hastaneydi. Halk pahalı olduğundan dolayı orayı gitmeyi pek tercih etmese de, yine de iyi bir hastaneydi orası. En başta temizdi ve başarılı doktorların çoğunluğu oradaydı.

"Şunu baştan anlatsana. Nasıl, ne ara iş buldun?"

"Geçenlerde hemşire açığı olduğu ilanı gözüme çarptı internette. Ben de şansımı denedim, başvuru yaptım. Bugün de görüşmeye çağırdılar ve beni işe aldılar. Yani Feyzoş artık karşında gerçekten bir hemşire var!"

Abartılı bir edayla ayağa kalkıp kendi etrafında döndü Asu. Çok istemişti aslında hemşire olmayı. Her ne kadar herkes hemşire olmanın zoluklarından bahsetse de, kendi hevesle uğraşıp durmuştu bu meslek için. Nedeni yoktu, sağlık çalışanı olmak hoşuna gitmişti. Şimdi de beş yılın ardından nihayet mesleğini icra edebilecekti.

"Asuman çok sevindim!" diyerek kuzeninin boynuna atıldı Feyza. Sıkı sıkı sarılırken defalarca tebrik etti Asuman'ı. Nihayet o da mesleğini yapabilecekti.

"Öyle kuru kuruya sevinmek olmaz yalnız. Bunu bu gece doya doya kutlayacağız."

"Aksi mümkün değil ki."

İki genç kadın yeniden masaya oturduklarında bu güzel habere kadeh kaldırdılar. Dolu dolu kutladılar sevinçlerini. Gece de, muhabbette uzadıkça uzadı. Yalnız gece sadece onlar için değil, Akkaya ailesi için de bayağı uzundu.

Saat dokuzu geçiyordu ancak buna rağmen sofrada misafirleriyle birlikte oturmaya devam ediyordu Akkaya ailesi. Ayşen anne ve babasıyla yemeğe gelmişti onlara. Zira konuşulacak önemli mevzular vardı. Ve önemli mevzuların başında nikâhla, düğün tarihi geliyordu. Aynı zaman da çeyiz de. Ayşen'in annesi kızı için neler istediğini söylüyor, her şeyin Ayşen'in gönlüne göre olması için çabalıyordu. Nitekim şu dünyada bir tanecik kızı vardı. Onun da mürvetinde eksik gedik hiçbir şey kalmaması gerekti. Ayşen en iyi evlerde oturmalı, evi en iyi eşyalarla döşenmeliydi. Sonuçta kızı her şeyin en iyisine layıktı.

Her ne kadar çekingenmiş gibi görünse de açıkgözlülük yapmayı ihmal etmiyordu Ayşen. Nişan çok oldu bittiye gelmiş, istediği takılar takılmamıştı kendine. Şimdi ise o takıları müstakbel kayınvalidesinden istemekten çekinmiyordu. Nermin Hanım'a bayıldığını söyleyemezdi ancak köprüyü geçene kadar ayıya, dayıya demek gerektiğini biliyordu. Şu nikah bir kıyılsın araya mesafesini de koyardı. Fakat şimdilik hanım hanımcık bir gelin rolüne bürünmüştü. O yüzden de tatlılıkla isteklerini dile getiriyor, masum bakışlar atıyordu karşısında oturan yaşlı kadına.

Gelininin kafasında kurduğu planlardan habersiz gayet içtenlikle Ayşen'i onaylıyor, merak etme kızım elimizden geldiğince her şeyi senin istediğin gibi yaparız diyordu Nermin Hanım. Ne yazık ki genç kadının kurnazlığını bilmiyor, görmüyordu. Kendinin gözünde Ayşen, bir altındı ve Sarp'ın yanına ancak o yakışırdı. Hem ayrıca tanıdıkları, bildikleri bir ailenin kızıydı Ayşen. O yüzden ondan asla zarar gelmezdi.

Sedat'ın da desteğini arkasına almaya ihmal etmiyordu Ayşen. Ona da güler yüz gösterip yakınlık kurmaya çalışıyordu kaynıyla. Nihayetinde olası bir kavgada omuzunda ağlayabileceği bir abiye ihtiyacı vardı. Kendine hak verip Sarp'ı azarlayacak bir abiye. Ve o kişi elbette ki Sedat'tı. O yüzden genç adamın da kendi sevmesi önemliydi. Onun da her konuda fikrini bundan ötürü soruyordu.

Meryem ise soğuktu Ayşen'e karşı. Ne kadar yanlış anlaşılmaya müsaitte olsa hisleri, haz etmiyordu Ayşen'den. Bir şeyler vardı bu kız da, fazla yapmacık davranıyordu sanki ayrıca açık gözlülüğünü de fark etmemiş değildi. Kaldı ki Sarp'ın yanına da yakışmıyordu. Sarp'ın nahif duygularını görmüyordu bir kere. Tüm derdi çeyiz ve düğündü. Gösteriş meraklısı olduğuna şüphe yoktu. Fakat sessiz kalmaktan başka bir şey yapamıyordu kendi. Sarp girmişti bir yola ne yazık ki.

"Benim yeğenim evlendiğinde biz gelini altınlara boğmuştuk ailecek. Bugüne kadar kimseye pabuç bırakmadık çok şükür. Öyle değil mi Cemil?"

"Öyle hanım öyle," diyerek karsı Aliye Hanım'ı onayladı yaşlı adam. Ne yalan söylesin karısının ve kızının bu kadar düğün, çeyiz ve altın olayını abartması hoşuna gitmiyordu. Bir babaydı kendi ve kızı için her şeyin en güzeli yapardı. Damadına karşı boynu bükük bırakmazdı ya onu.

"Biz de kimseyi arkamızdan konuşturmadık bugüne kadar. Yol yordam biliriz elbet Aliye Hanım."

Nermin Hanım'ın sözleri üzerine gülümsemek için kendini zorladı Aliye Hanım. Gereken cevabı vermesini iyi bilirdi.

"Ona ne şüphe canım. Biz duyduk sizin ne kadar görgülü bir aile olduğunuzu. Yoksa başka türlü verir miydik bir tanecik kızımızı size?"

"Bence," diyerek hiç üstüne vazife olmamasına rağmen aniden ortaya atıldı Çiçek. Bu konudan fazla sıkılmıştı. Hem de ayrıca azıcık Ayşen'e laf sokmak istiyordu canı. Elindeki kaşığı tabağının kenarına bırakmasının ardından sinsice gülümsedi. Sözlerinin hedefinin de Ayşen olduğunu belli etmekten çekinmedi.

"Kadın bir meta, erkek para makinesi değildir. Evlilik bu olgular üzerine kurulmamalıdır. Kadının kendine verdiği değer de altının miktarını olmamlıdır. Ki zaten herkes kendi değerini kendi belirler."

Bu sözler bomba gibi düşerken ortama Çiçek hiç bozuntuya vermedi. Daha yeni başlıyordu.

"Demişti Feyza Hoca. Çok haklı değil mi Ayşen abla?"

Çiçek'in sözleri üzerine gerginlikle gülümsedi Ayşen. Bu kız kendiyle aşık atabileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu.

"Öncellikle bana yenge dersen çok sevinirim Çiçek'çim. Eğer diğer soruna da gelecek olursak..."

"Özür dilerim lafını kesiyorum ama henüz sana yenge dememi gerektirecek bir durum yok ortada. Sonuçta abimle evlenmediniz daha. Sadece bir yüzük taktınız."

"Çiçek'çim biz abinle nişanlıyız hayatım."

"Olabilir ama annemin de hep dediği gibi gelin ata binmiş ya nasip demiş."

"Çiçek," dedi Sedat sakin kalmaya çalışarak. Gerçekten ayıp ediyordu misafirler karşı. "Sen artık odana mı gitsen?"

"Zeyno odada ders çalışıyor. Şimdi ben gidersem dikkati dağılır abi ve Ayrıca biz Ayşen ablayla gayet güzel sohbet ediyoruz. Demi Ayşen abla?"

"Tabii," dedi Ayşen yapmacık bir gülüşle. Her ne kadar sevimli gözükmeye çalışsa da Çiçek'i bir kaşık suda boğmak istiyordu. Küçük cadı nasıl da kaşınıyordu ama. Şimdi sessiz kalıyor olabilirdi lakin Sarp'la evlendiğinde gösterecekti ona gününü.

Gerginlikle başını ovdu Sarp. Ayşen'le, Çiçek'in yıldızı hiç barışmamıştı, barışmayacaktı da ancak Çiçek kendini zor durumda bırakıyordu farkında değildi. Nitekim nişanlısıydı Ayşen ve kardeşinin de ona karşı saygılı olması gerekirdi. Her ne kadar sevmese de.

"Çiçek," dedi Aliye Hanım. Genç kızın bahsettiği şu Feyza hocayı merak etmişti. Zira Çiçek pek bir imalı söylemişti o kadının adını.

"Şu bahsettiğin Feyza hoca kim?"

"Aaa siz bilmiyor musunuz Aliye teyze? Feyza hoca, Sarp abimin lise arkadaşı. Şimdi de benim okuldaki edebiyat hocam ve aynı zamanda karşı komşumuz. Tam karşıdaki evde oturuyor."

"Öyle mi?" diye sordu Cemil Bey. Bakışlarının hedefi damadıydı. Nedense farklı bir şeyler sezmişti bu Feyza hoca mevzusunun altında. "Biz hiç duymadık bu Feyza hocayı."

"Çiçek'in öğretmeni işte babacım."

"Öyle ya," diyerek sessizliğini bozdu Nermin Hanım ve kızına ters bakışlarla bakmayı ihmal etmedi. Pişmiş aşa su katıyordu Çiçek Hanım. "Bizim kızın öğretmeni. Maşallah kızımız da pek sever hocasını."

"Ama sevilmeyecek değil ki annecim. Okumuş, görrmüş, kültürlü bir kadın. Bazıları gibi yapmacık, gösteriş meraklısı değil."

Fazlasıyla bozulsa da belli etmedi Ayşen. Öfkeden kızarırken yüz ifadesini sabit tutmaya çalıştı. Bu sözlerden sonra dikkatli konuşmalıydı zira yanlış bir şey derse Çiçek'in imasını üstüne aldığını belli etmiş olacaktı. Madem Çiçek açık oynuyordu o zaman kendi de öyle yapardı.

"E biz de artık düğünümüze çağırırız Feyza hocanı. Hem karşı komşunuz davetiye göndermezsek ayıp olur. Demi Sarp?"

Nişanlısı gözlerinin içine bakarken başını belli belirsiz salladı Sarp. Nefesi sıkışıyordu, öyle ki eğer biraz daha bu muhabbet devam ederse boğulabilirdi.

"Feyza hoca o düğüne gelir mi, bilmem," diyerek kendi kendine mırıldandı Çiçek. Yengesi kendini dürtünce ise gözlerini ona çevirdi. Ne vardı, yalan mı söylüyordu?"

"Yeter artık Çiçek. Fazla ileri gidiyorsun."

Omuzlarını silkti genç kız. Öylece sessiz kalıp Ayşen'in keyif sürmesine izin veremezdi.

Gergin geçen bir yemeğin ardından kahve faslına geçildi. Kahvelerin de içilmesinin ardından misafirler gitmek üzere ayaklandı ve onları evine kadar bırakacak kişi elbette Sarp'tı. Zaten eve de kendi getirmişti onları. Yine kendine düşeni yaparak nişanlısını ve ailesini evine bırakmak üzere yola koyuldu genç adam. Yirmi dakikalık yolun ardından eve vardıklarında Aliye Hanım'la, Cemil Bey arabadan indi. Ayşen ise bir süre nişanlısının yanında oturmaya devam etti. Tabii sahte gözyaşlarının yanaklarını ıslatmasına da izin verdi.

"Ayşen," dedi Sarp genç kadının ağladığını duyunca. "Sen ağlıyor musun?"

"Yok," diyerek nemli gözlerini eliyle sildi Ayşen. Burnunu da çekmeyi ihmal etmedi. Nişanlısının yüzünü nazikçe kendine çevirdi Sarp. Onun sahiden ağladığını görünce kaşlarını çattı. Ne olmuştu, niye ağlıyordu?

"Ne oldu Ayşen? İstemeden seni kıracak bir şey mi yaptım?"

"Sen bir şey yapmadın," diyerek omuzlarını silkti genç kadın.

"Ne oldu o zaman?"

"Bir şey olmadı."

"Lütfen ne olduğunu söyler misin Ayşen?"

"Abiyle, kardeşin arasına girmek istemem."

Şimdi anlaşılmıştı mevzu. Çiçek'in davranışlarına bozulmuştu Ayşen. O yüzden ağlıyordu. Derin bir nefes alıp sırtını geriye yasladı Sarp. Haksız diyemezdi ki nişanlısına, Çiçek fazla haddini aşmıştı.

"Kızma Çiçek'e, ben kızmıyorum. Sonuçta abisini paylaşmakta zorlanıyor. Haklı. Abisiyle arasına yabancı bir kadın girdi aniden ve seni elinden alacağımı düşünüyor. Oysa ben onu kardeşim gibi seviyorum."

"Ayşen..."

"Senin kardeşin, benim kardeşim Sarp. Sakın ona kızma olur mu? Genç kız işte, lafını bilmeden konuşuyor. Feyza'yı da çok seviyor anlaşılan. Hocası sonuçta ama keşke yine de benim yerimde onun olmasını istediğini bu kadar çok belli etmeseydi. Neyse önemli değil, belki zamanla beni de sever."

Tekrardan nişanlısının yüzünü avuçlarının arasına aldığında içtenlikle gülümsedi Sarp. Genç kadının nemli yanaklarını baş parmakları ile silip şefkatle söyledi sözlerini.

"Çiçek'le konuşacağım sen sıkma canını."

"Sarp..."

"Merak etme bizim aramız bozulmaz. Çiçek anlar beni."

"Yine de kızma ona olur mu? Ara bozan yenge olmak istemem."

"Ben ne konuşacağımı iyi biliyorum. Sen düşünme bunları."

İstediğini almış olmanın sevinciyle gülümsedi Ayşen. Şimdi Çiçek Hanım düşünsündü. Belki abisinden fırça yemek aklını başına getirirdi.

"İyi ki varsın Sarp. İyi ki parmağımda yüzüğünü taşıdığım adam sensin."

Sessiz kaldı, bir şey diyemedi Sarp ancak sessizliğini örtbas etmek için uzanıp Ayşen'in alnına ufak bir öpücük kondurdu. "Hadi sen eve gir artık, annenler merak etmesin.

Genç adamı başıyla onaylayıp arabadan indi Ayşen. Onun eve girmesinin ardından kendi evinin yolunu tuttu Sarp yeniden. Çiçek'le konuşmasıyla gereken mevzular vardı.

***

Eve geldiğinde direkt olarak kardeşinin odasına çıktı Sarp. Meryem onun halinden gece gece bir tartışma yaşanacağını anladıysa da engel olamadı genç adama. Sedat'la, Nermin Hanım ise Sarp'ı durdurmaya çalışmadılar. Zira Çiçek haddini fazla aşmıştı ve bu konuda onu uyarması gereken kişi elbette ki Sarp'tı.

"Çiçek," diyerek odanın kapısını açıp içeri girdi genç adam. Kardeşi ise yatakta oturmuş telefonuna bakıyordu. Fakat kendini görünce elinden telefonu bıraktı. Muhtemelen tahmin etmişti sert bir konuşma yapacaklarını.

"Efendim abi?"

"Biraz konuşalım mı?"

"Hangi konuda?"

Sıkıntıyla nefes aldı Sarp. Nasıl da anlamamazlıktan geliyordu. Diğer yatakta kitap okuyan Zeyno'yu fark ettiğinde onu odadan gönderme çabasına girişti.

"Zeyno bize biraz izin verir misin?"

Hiçbir şey anlamadıysa da amcasının sözünü ikiletmeden odadan çıktı Zeyno. Küçük yaşına rağmen hissetmişti gerginliği. Fakat yine de amcasının, halasına kızmayacağını biliyordu. Amcasıyla, halası kavga etmezdi ki hiç.

"Ne oluyor abi? Niye bu kadar gerginsin?"

Korkusu yoktu genç kızın. Cesur gözlerle abisine bakarken gerçekten Ayşen için kendine fırça çekeceğine inanmak istemiyordu Çiçek. Ama tabii o Ayşen cadısı kim bilir nasıl doldurmuştu Sarp'ı?

Sakin kalmaya çalışarak kardeşinin yanına oturdu Sarp. Hemen kırıp dökecek değildi elbette. Tatlı tatlı konuşacaktı kardeşiyle.

"Az önce masadaki davranışların hiç hoş değildi biliyorsun demi?"

"Abi lütfen..."

"Lütfeni falan yok Ayşen benim nişanlım ve onu sevmesen de, ona karşı saygılı olmak zorundasın."

"Seni yaptığın gibi yani?"

Bu gece yürek mi yemişti bilmiyordu Çiçek fakat öyle nefret ediyordu ki Ayşen'den kendine bir türlü engel olamıyordu. Ayrıca Sarp'ın da, şu an kendine Ayşen'i savunduğuna inanmıyordu.

"O mevzu seni ilgilendirmez Çiçek."

"Ha o kadını sevmediğini kabul ediyorsun öyle mi?"

Gözlerini kapadı Sarp, kendi sakın kalmaya çalıştıkça kardeşi damarına damarına basıyordu. Ona haksız diyemezdi ancak kendinin hayatına bu denli müdahele edemezdi Çiçek. Sonuçta her şeyin bir sınırı vardı.

"İleri gidiyorsun farkında değilsin."

"İleri falan gitmiyorum abi! Gerçekleri söylüyorum. O kadını sevmiyorsun, sevmeyeceksin. Sırf Feyza hoca nişanlandı diye inadından yapıyorsun. Ben kör değilim, her şeyi görüyorum. En çokta Ayşen'in gerçek yüzünü. Senin avucuna içine almaya çalışıyor ama üzgünüm başramayacak çünkü ben buna asla izin vermeyeceğim!"

"Çiçek yeter!" diye bağırıp ayağa kalktı Parmağını kardeşine doğru sallarken Sabrı taşmış, öfkeden kızarmıştı.

"Sesimi çıkarmıyorum diye benimle bu şekilde konuşamazsın! Ben senin abinim, alttan almaya çalışıyorum ama sen haddini aşıyorsun! Ayşen'le ilgili hiçbir şey seni ilgilendirmez! Yakın da yengen olacak! O yüzden kendine bir an önce çeki düzen ver! Bir daha seni bu konuda uyarmak istemiyorum!"

Canı acıdığı için mi yoksa sinirden kulaklarından alev çıktığı için mi gözlerinin dolduğunu bilemedi Çiçek. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken hıçkırığını zoraki bastırdı. Kaşlarını çatarak ayağa kalktığında ellerini savurup ağzına geleni söyledi.

"İnanmıyorum ya! Gerçekten şu an o kadın için bana bağırdığına inanmıyorum abi! Daha ortada nikâh yok, bir şey yok seni nasıl doldurmuş!"

"Haddini bil Çiçek yoksa gerçekten kalbini kıracağım."

"Ha sen Ayşen için bana bağırınca benim kalbim kırılmadı zaten!"

"Ben Ayşen için bağırmıyorum O kadın benim nişanlım ve bana olan saygından Ayşen'e saygılı davranmak zorundasın diyorum!"

"Hiçbir şey yapmak zorunda değilim abi. Ayrıca bilgin olsun, diye söylüyorum. Ayşen'le nişanlandığın günden beri sana saygı duymuyorum! Büyük yeminler edip sonra herkes gibi kolaya kaçtığın için sana saygı duymuyorum! Oysa... Oysa... senin Feyza Hoca'yı sevdiğin gibi biri beni sevsin istemiştim. Ben, sen de gördüm çünkü bir erkeğin nasıl güzel sevdiğini ama çok yanılmışım. Her erkek zora gelince unutuyormuş büyük aşk yeminlerini, öylece basıp geçiyormuş üstünden. Aslında sana teşekkür etmem gerekiyor, bana bunları bu yaşta öğrettiğin için!"

Daha başka bir şey demeden dışarı fırladı Çiçek. Gözyaşlarını Sarp'ın önünde akıtmak istemiyordu. Nereye gideceğini bilmeden kapıdan çıktı. Evin önündeki kaldırıma oturup öfke patlaması yaşarcasına ağladı. Nefret ediyordu ağlamaktan fakat tutamıyordu bazen kendini. Bunca yıllık abisinin saçma sapan bir kadın yüzünden kendine bağırması zoruna gidiyordu. Şimdi anlıyordu, çevresinde gördüğü abi ile kardeş, anne ile oğul arasındaki kavgaları. Araya Ayşen gibi bir kadın giriyor, mahvediyordu aile düzenini. Oysa her şey çok daha farklı olabilirdi. Her şey çok daha güzel olabilirdi. Eğer Ayşen'in yerinde Feyza olsaydı. Neden kimse görmüyordu gün gibi duran gerçekleri? Neden kimse Ayşen'in nasıl bir fettan, Feyza'nın gayet kendi halinde, ağır başlı, lafını sözünü bilen biri olduğunu görmüyordu? Hem Sarp sevmiyordu ki Ayşen'i yalnızca önüne çıkan ilk seçeneği kabul etmişti. Pişman değildi Çiçek, söylediği sözler için belki abisi yeniden yüzleşirdi duygularıyla.

 

"Gecenin bu saatinde hayırdır kız?"

 

Caner'in sesini duyunca başını kaldırıp omuzlarını silkti genç kız. Anlatsa o hak verir miydi kendine?

 

"Abim içeride ona geldiysen."

 

"Yok geçiyordum seni gördüm. Ne oldu? Niye muslukları açtın gecenin bir yarısı?"

 

Genç kızın yanına oturup gözyaşlarını sildi. Caner. Kim ne yapmıştı yine bu kıza?

 

"Hava buz gibi, saatte geç. Hadi beni yormadan dökül be abim."

 

"Ayşen'ler bize geldi," diyerek konuya giriş yaptı Çiçek. Biriyle konuşmaya ihtiyacı vardı. Belki Caner'le konuşmak biraz olsun kendini rahatlatırdı.

 

"Ben de birkaç bir şey söyledim Ayşen'e. Tamam belki fazla abarttım ama ne yapayım Caner abi tahammülüm edemiyorum o kadına. Onu görünce kan beynime sıçrıyor. Abimi tapulamış gibi davranması, sırnaşık, yapmacık hareketleri... Dayanamıyorum işte. Sonra abim onları eve bıraktı, Ayşen doldurmuş kendini belli. Geldi bana bağırdı. Ne olur o kadın çıksın gitsin hayatımızdan, istemiyorum abimle evlenmesini. Olmaz diyorum, abim evlenmez diyorum ama ya olursa? Ya sahiden abim, Ayşen'le evlenirse? Kimse beni anlamıyor, ne olur sen bir şey söyle. Ben ne yapacağım Caner abi? Ben istemiyorum Meryem yengemden başka yenge. İlla bir yengem daha olacaksa da Feyza hoca olsun. Ne olur."

 

"Gel buraya," diyerek genç kızın boynuna kolunu doladı Caner. Çiçek başını omuzuna yaslayınca saçlarının arasına bir öpücük kondurdu. Duygularına tercüman olan bir o vardı zaten.

 

"Sen hemen öyle karalar bağlama nişan oldu diye düğün de olacak değil ya."

 

Umutla baktı Çiçek, Caner'e ne çok isterdi onun haklı olmasını.

 

"Öyle mi dersin?"

 

"Gün doğmadan neler doğar, demişler. Hadi sen şimdi eve gir. Hava soğuk, üstünde ince hasta olma."

 

İtiraz etmedi genç kız, yorgundu ve belki yatıp dinlenmek en iyisi olurdu. Tabii bu kafayla ne kadar dinlenebilirdi bilmiyordu.

 

Çiçek eve girince günlerdir aklına koyduğunu yaparak Asu'ya dışarı çıkması için bir mesaj attı Caner. Feyza'nın da, Sarp'ın da oynadığı bu nişancılık oyunları artık bitmeliydi. Fazla uzamıştı.

 

Telefona gelen mesajı gördüğünde kaşlarını çattı Asu. Dışarıda seni bekliyorum yazmıştı Caner. Bu saatte, kendinden ne istiyordu bu adam? Çıkmasa da olurdu ancak merakına yenilerek ayağa kalkıp kapıdan dışarı çıktı. Karşısında Caner'i gördüğünde ise sıkıntıyla nefes aldı. Harbiden ne diye kendini çağırmıştı?

 

"Umarım beni gece gece ayağına çağırmanın mantıklı bir sebebi vardır."

 

Hem Sarpların, hem Feyzaların evine kısa bir göz atıp iki yerde de ışıkların kapalı olduğunu gördüğünde biraz olsun rahatladı genç adam. Sonrasında Asu'yu bileğinden tutup sokak arasına çekti. Ne olduğunu anlamadı Asuman. Ne yapmaya çalışıyordu Caner? Ne diye dibine kadar girmişti? "Caner," dedi tehdit eder gibi. Nefesin alışlarının da, kalp atışlarının da hızlanmasına anlam veremiyordu. Ya da veriyordu fakat yıllar önce olduğu gibi karşısındaki adamdan etkilendiğini kabul etmek istemiyordu.

 

"Ne yapmaya çalışıyorsun?"

 

"Dur bir hemen carlama. Seninle konuşmam gereken bir mesele var."

 

"Neymiş o mesele?"

 

"Sarp'la, Feyza."

 

Gözleri birleştiğinde sıkıntıyla nefes aldı genç kadın. Bu konuda kendi ne yapabilirdi ki? Kaç defa konuşmuştu Feyza ile ama Feyza saçma bir inatla çıkarıp atmıyordu parmağındaki yüzüğü. Sarp evlenmeden, nişanı bozamam deyip duruyordu. Sarp ise Feyza'ya olan öfkesinden kendini yakarak evlilik yolunda ilerliyordu. İkisinin de çocukça inatlarından vazgeçip bir araya gelmelerini en çok kendi istiyordu ama ne yapabilirdi bilmiyordu.

 

"Biz ne yapabiliriz ki? Ne Sarp,ne Feyza inadından vazgeçmiyor."

 

"Sen önce Feyza'nın neden İlker lavuğu ile nişanlandığını söyle."

 

Aylar geçmiş olmasına rağmen meselenin iç yüzünü kimse bilmiyordu ve şimdi gerçekleri Caner'e anlatıp anlatmamak arasında gidip geliyordu Asu.

 

"Caner"

 

"Ne? Feyza'nın ciddi ciddi İlker'i sevmediğini ikimiz de biliyoruz."

 

"Evet," dedi genç kadın ne kadar doğru yaptığını bilmeden. Tereddüt dolu ses tonu sıkıntılı halini belli ediyordu. "Feyza, İlker'i sevmiyor. Ailesi çok baskı yaptı nişanlanması için. Kendi de Sarp'ın başına bir şey gelmemesi için nişanlandı İlker'le. Kendince babasından Sarp'ı korumaya çalışıyor. Sarp evlenince de yüzüğü çıkarıp atacakmış."

 

"Biz de Feyza'yı akıllı sanıyorduk."

 

"Caner!"

 

"Ne?"

 

"Feyza benim kuzenim. Onun hakkında bu şekilde konuşmazsın!"

 

"Kızım iyi de ne deyim? Afferin, ne iyi etmiş mi?"

 

"Bir şey deme! Ben gidiyorum zaten."

 

Gitmek için hareketlenmişti ki Asu, Caner bileğini tutunca durmak zorunda kaldı. Bir kez daha gözleri birleştiğinde yutkundu genç kadın. O zümrüt yeşili gözler kendine nasıl bir büyü yapıyordu da her seferinde yeniliyordu?

 

"Sana da iki laf söylenmiyor. Bir dur, konuşalım."

 

"Konuşacak bir şey yok."

 

"Var! Konuşacak çok şey var."


Gözleri yeniden mavi gözleri bulduğunda nefesinin kesildiğini hissetti genç adam. Hâlâ bu gözlerin en büyük hayranı olabilirdi. Asu ile arasında bir adımlık mesafe varken engel olamadı bakışlarının, onun dudaklarına kaymasına. Galiba özlemişti o çilek kokulu dudakların tadını. Caner'in bakışları karşısında bileğini kurtarıp araya mesafe girmesini sağladı Asuman. Kendine gelmeye çalışıp sesinin baskın çıkması için çabaladı.

"Ne var söyle o zaman. Bir saattir beni burada oyalayıp duruyorsun."

"Sarp'la, Feyza için," dedi Caner kendini toparlamaya çalışırken. "İş birliği yapalım."

"Ne?"

"Ne bileyim kızım ya, sen Ayşen'le yakınlaş. Ben de İlker'le arayı sıcak tutayım. Düşmanını yakın tut tatiktiği."

"Tatikle matikle olacak iş değil bunlar."

"Olur veya olmaz bir deneyelim."

"Caner"

"Caner Caner ney? Asu bak Sarp, Ayşen'le evlenirse bir ömür mutsuz olacak. Kızım on yıl ya, on yıl! On yıl boyunca bu çocuk Feyza'yı bekledi. Yemeden içmeden kesilip divane oldu. Kaç defa sokaklardan topladık. Yazıktır, günahtır. Sevenleri kavuşturmak sevaptır. Gel yapalım biz bu işi. Hem ben, Feyza'dan başka yenge istemiyorum. Eğer Sarp'ın, Feyza ile mürvetini görmezsem vallahi gözlerim açık gider."

"Allah korusun!" dedi Asu bir anda nidasına engel olamayarak. Eş zamanlı olarak kulağını çekip yanındaki duvara vurdu elini. Caner ise onun haline için için güldü.

"Ne oldu korktun mu, bana bir şey olur diye?"

Ne yaptığını o an fark etmiş olacak ki genç kadın "Hiçte bile," dedi yüksek bir sesle. "Sadece bir alışkanlık işte.

"Tabii tabii."

"Caner!"

"İyi tamam, bir şey demedim," diyerek ellerini ceplerini soktu Caner. Gözleri yeniden Asu'nun yüzünde gezintiye çıktığında gülmemek için dudaklarını ısırdı. "Eee var mısın Sarp'la, Feyza için benimle anlaşma yapmaya?"

Caner berbat bir sevgili olsa bile harika bir dosttu. Hem Sarp için, hem Feyza için elinden gelen ne varsa yapardı. Bu konuda bir şüphesi yoktu genç kadının. O yüzden ona güvenebileceğini biliyordu. Umuyordu ki, yanlış bir şey yapıyor olmasın.

"Tamam yaparız bir şeyler. Ben eve giriyorum artık. Dondum burada, hava çok soğuk."

Bu sefer cidden eve girmek için adımladı Asu. Genç adamın yanından geçip giderken yeniden onun sesini duyunca durdu. Yine ne istiyordu?

"Asu"

"Ne var?"

Başını eğip gülmesinin ardından bakışlarını yeniden karşısındaki kadının yüzüne sabitledi Caner. Eğer içinden geçeni söylemezse çatlardı.

"Sarp sana bir gün yenge diyecek."

Anlık afallasa da kenidini hızlıca toparlayıp genç adamla arasındaki mesafeyi kapadı Asu. Bu kez onun dibine kadar kendi girdiğinde ciddiyetle baktı yeşil gözlere. Boş yere hayaller kuruyordu Caner, farkında değildi.

"O gün hiçbir zaman gelmeyecek."

Tepkisiz kaldı Caner, bal gibi de o gün gelecekti. Bal gibi de Asu ile yeniden arasında bir şeyler olacaktı. Ve o günler fazla uzak değildi.

Sözlerinin ardından arkasını dönüp bir kez daha eve doğru yol aldı Asu. Gerçekten daha fazla Caner ile muhatap olmak istemiyordu. Yine saçmalamaya başlamıştı çünkü.

Bu gece kendine ne olmuştu bilmiyordu Caner fakat içinden geçenlere engel olamıyordu. O yüzden Asuman'la arasındaki mesafeyi hızla kapatıp "Asu," diye seslendi. Eş zamanlı olarak genç kadının narin bileğini tutup onu kendine doğru çevirdi. Asu daha ne olduğunu anlamamıştı ki, dudaklarını kapanan dudakları hissetti. Caner'in kendini öptüğünü idrak edince onu itmek için harekete geçmişti ki, genç adam beline ellerini sarınca düşündüklerini yapamadı. Tam tersi, ellerini kaslı göğüse yerleştirdiği ile kaldı.

Eğer Asu, kendine izin vermese dururdu Caner fakat genç kadın dudaklarını daha çok aralayınca devam etti onu öpmeye. Sanki bir ölüydü de şimdi yeniden doğmuştu. Asu'nun dudaklarını öpünce yeniden nefes almaya başlamıştı. Tam da hatırladığı gibiydi efsunlu dudakların tadı, baldan yaratılmış gibi tatlıydı. Ne yaptığının farkında değildi Asu, dudakları kendinden izinsiz hareket ederek Caner'e uyum sağlıyordu. Yapmak istemiyordu oysa. Bu saçma sapan anı durdurmak, Caner'i itip ona şiddetli bir tokat atmak geçiyordu içinden lakin kalbi yıllar önce olduğu gibi kendini dinlemiyordu. O an Caner'i hiç unutamadığını kabul ettiği gibi yine pişman olacağını ne yazık ki biliyordu.

Loading...
0%