@petekayla
|
Caner dudaklarını öperken kısa süre içerisinde toparlanıp kendine geldi Asu. Hızlıca genç adamı itmesinin ardından şiddetli bir tokat attı ona. Kaşları çatık, nefesi düzensizdi. Kalp atışlarının öfkeden mi yoksa yaşadığı andan dolayı mı hızlı olduğu ise tam bir muammaydı. Lakin hissettiği sinirle karşısındaki adamın boğazına yapışabilirdi. "Ne yaptığını sanıyorsun?!" Eli yanağına dayalı iken canının yanmadığını söyleyemezdi Caner. Harbiden ağırdı Asu'nun eli. Fakat kendi de henüz ne olduğunu idrak edememişti. Hem Asu kendine izin vermiş, hem tokat atmıştı. Nasıl işti bu? "İzin verdin! Asu izin verdin!" "İzin falan vermedim sen beni zorla öptün!" "Ben kimseyi zorla öpmem! Sen gayet istekliydin!" "Hadi oradan be! İşim gücüm yok seni mi öpeceğim?" "E öptün işte!" Belki gülmemesi gerekiyordu ama kendine engel olamıyordu genç adam. Asu istediği kadar bağırıp çağırsındı sonuçta istediğini almıştı kendi. Her ne kadar kabul etmese de, bal gibi öpmüştü dudaklarını genç kadın. Az önceki yaşananlar hayal değildi ya. "Caner yeminle parçalarım seni!" diyerek kükredi Asu. Parmağını tehdit eder gibi karşısındaki adama salladığında sesini kısık tutmaya çalıştı. Nitekim gece gece herkese duyurmak istemezdi yaşadığı olayı. "Bir daha sakın... sakın bana dokunmaya kalkma. Yoksa gerçekten ölümün benim elimden olur." Arkasını dönüp eve girmek üzere adımladı Asu. Sinirden dolmuştu gözleri. Açık bıraktığı kapıya ulaşmıştı ki, Caner'in sözlerini duyunca durdu. "Çok özlemişim seni Asu! Çok!" diyerek genç kadınla arasındaki mesafeyi kapadı Caner. Asu'nun tam arkasında duruyor, bahar yeli misali mis kokusunu içine çekiyordu. Boynunu yakan sıcak nefesi hissettiğinde kapının kulpunu daha sıkı kavradı genç kadın. Gözlerini kapatıp mantığının devreye girmesi için uğraştı. Neden bu kadar çabuk yeniliyordu duygularına? "İlk öpüştüğümüz anı hatırlıyor musun? Bir sahil kenarında tekrar tekrar birbirimizi öptüğümüz o soğuk kış gününü hatırlıyor musun?" "Caner..." Sırma saçları geriye çekerken bir adım daha atarak aralarında tek bir boşluk mesafesinin bile kalmamasını sağladı Caner. Cesareti nereden geliyordu, bilmiyordu. "Biliyor musun ben hiç unutmadım. Hiç. Liseden çıkıp tenha bir köşede yorulana kadar öpüştüğümüz o günleri... Sahillerde koşup çocuklar gibi denizde oyun oynadığımız anları... Okuldan kaçıp lunaparkta çılgınca eğlendiğimiz zamanları... Ama en çokta seni. Kokunu, dudaklarını, tenini hiç unutmadım. Ya sen... Sen sahiden unuttun mu bizi?" Kendini toparlamaya çalışarak Caner'e doğru döndü Asu. Kaşlarını yeniden çattığında kendine o hazin dolu günleri hatırlattı. Caner yüzünden günlerce ağlamış, yıllar geçmesine rağmen affedememişti onu. Caner kalbinde koca bir yaraydı, ne yapsa iyileştiremediği bir yara. Şimdi de o yara yeniden kanıyor, canını yakıyordu. "Biliyor musun ben de unutmadım. Senin bana yaşattıklarını, gururumu nasıl kırdığını hiç unutmadım Caner. Unutmayacağım da. Senin kandırdığın on yedi yaşındaki kız değilim ben. Nasıl bir adam olduğunu bilen bir kadınım. Şimdi daha fazla saçmalamadan defol git!" Asu parmağıyla kendine yol gösterirken gözlerini kapadı genç adam. Ne kinci çıkmıştı bu kız. O kadar yılın ardından hiç mi yumuşamamıştı yüreği? Tamam bir eşeklik yapmıştı zamanında fakat üstünden seneler geçmişti. Artık affedilmesinin zamanı gelmemiş miydi? "Asu..." "Git Caner! Daha fazla canımı yakmadan çek git!" Başını sallayarak arkasını döndü Caner. Belli ki bu akşam da şans kendinden yana değildi. Onun gidişinin ardından gözyaşlarını serbest bırakıp içeri koşar adım girdi Asu. Lavaboya geçtiğinde hıçkırıklarını tutamadı. Suyu açıp elini yüzünü uzun uzun yıkadı. Ardından başını kaldırıp aynadaki yansıması ile göz göze geldi. Eli dudaklarını bulduğunda demin ki an gözlerinde canlandı. Hâlâ çok güzel öpüyordu Caner. Hâlâ kan kırmızısı dudakları baştan çıkarıcıydı. Hâlâ kendine dokunan elleri yakıyordu tenini. Hâlâ o odunsu koku başını döndürüyor, kalp atışlarının ritmiyle oynuyordu. Hâlâ Caner yaklaşınca kendine arzuyla atıyordu yüreği. Kendine itiraf edemse de hâlâ dokunmak istiyordu Caner'e. Hâlâ bedeninde dolaşsın istiyordu o esmer eller. Aklı ne derse desin kalbi Caner için atıyordu hâlâ ve kendi yine buna engel olamıyordu. "Asuman" Kuzeninin ağladığını duyunca yataktan kalkıp lavaboya gelmişti Feyza. Açık kapıdan ona bakınca kaşlarını çattı. Ne olmuştu gecenin bu saatinde? "Feyzoş," diyerek arkasını dönüp kuzeninin boynuna atladı Asu. Nedendir bilinmez gözyaşlarına bir türlü engel olamıyordu. "Ne oldu, niye ağlıyorsun?" Kuzeninden ayrılıp derin bir nefes aldığında "Caner," dedi sonra da lavabodan çıkıp salona girip koltuğa oturdu. "Beni öptü." "Ne?" Doğru mu duymuştu Feyza yoksa kulakları kendine oyun mu oynuyordu? Asu'nun yanına oturduğunda kaşlarını çattı. "Nasıl öptü?" "Havaya almaya çıkmıştım. Caner de dışarıdaymış. Saçmalamaya başladı yine ben de eve giriyordum ki geldi bir anda öptü beni." "Bunu nasıl yapar ya? Nasıl seni zorla öper?" "Zorla değil," diyerek gerçeği kendi de itiraf etti genç kadın. Her ne olursa olsun Caner kimseyi zorla öpmez, dokunmazdı. Eğer kendi izin vermemiş olsaydı anında dururdu. Fakat kendi istemeden de olsa izin vermişti ona. "Ben izin verdim. "Sen ne dediğinin farkında mısın? "Biliyorum çok saçma ama Caner öyle beni bir anda... Bir anda öpünce ben... ben... ben de onu öptüm işte." "İyi halt ettin! Yüksek çıkan sesine engel olamadı Feyza o an. Gerçekten sinirliydi kuzenine. Öfkeyle arkasına yaslandığında başını ovdu. Hiç mi akıllanmayacaktı bu kız? O kadar olaydan sonra hâlâ gidip Caner'i öpüyordu. Hiç şikayet etmesindi Caner peşimi bırakmıyor, diye. Kendi alenen umut veriyordu ona. "İstemeden oldu Feyzoş. Ne olur kızma. Zaten aklım çorba gibi." "Buraya geldiğin ilk sordum sana Caner'e karşı bir şey hissediyor musun, diye. Yok, dedin. Ben de açmadım bu konuyu ama şimdi yaptığına bir bak." "Böyle olmasını inan istemiyorum. Caner'e dair her şeyi unutmak, hafızamdan çıkarıp atmak istiyorum. Keşke hafıza kaybı falan geçirsem de Caner'i sonsuza kadar unutsam." "Asuman... "Ama olmuyor Feyzoş. Olmuyor işte. Bir şey yapıyor, bir şey söylüyor aklımı çeliyor. Bana yaptığı o adilik yüzünden nefret etmek istiyorum ondan ama yapamıyorum. Affedemiyorum, unutamıyorum ve en kötüsü ona karşı içimdeki hiçbir duyguya engel olamıyorum. Evet, saçma. Evet, olmaması gerekiyor ama... Ama onu görünce hâlâ... Hâlâ içim akıyor. Belli etmiyorum ama ilk günkü gibi elimde olmadan etkileniyorum ondan Ne bileyim bir ateş basıyor, nefesim kesiliyor sanki. Öylece kalıyorum, bağırıp çağırsam da olmuyor. Olmuyor işte. Böyle hissetmekten nasıl nefret ediyorum bir bilsen... Ne olur sen söyle nasıl geçer bu hastalık?"
Feyza'nın göğsüne başını yasladı Asu. Bir iki damla yaş daha yanaklarını ıslatırken dudaklarını ısırdı. Evet, Caner kesinlikle kendi için bir hastalıktı. Öldürmeyen ancak bütün dengesini alt üst eden bir hastalık.
Kuzeninin saçlarını okşarken çaresizlikle iç geçirdi Feyza. Ne diyebilirdi ki ona? Kendi sanki farklıydı Asu'dan. Kendine bakmadan ona kızıyordu. Sarp şimdi gelip kendini öpse sanki kayıtsız kalabilecekti. "Kelin ilacı olsa başına sürer, demişler." Başını kaldırdığında burukça gülümsedi Asu. Feyza'nın da yanakları ıslanmıştı. Bu kez o, kuzeninin gözyaşlarını silerken derdini unutmuş gibiydi. "Kendini benimle bir tutma. Sarp seni hiç üzmedi." "Doğru," diyerek başını eğdi genç kadın. Parmağındaki yüzü ile oynarken dudaklarını ısırdı. "O beni üzmedi, ben onu çok üzdüm." "Feyzoş..." "Ama çok mutlu olacak. Çok güzel bir aile kuracak. Eşini sevecek, sayacak. Sonra baba olacak, baba olmak ona çok yakışacak. Her akşam eve geldiğinde çocukları etrafında dönecek. Sıcak bir sofraya ailesiyle birlikte oturacak. Belki arada tatile gidecekler ya da... Ya da Ayşen'le baş başa kalmak için çocukların uyumalarını bekleyecekler. Romantik bir film izleyecekler belki. Belki o romantik filmin ardından uzun uzun öpüşecekler. Aynı yatağa her akşam birlikte girecekler, aynı yastığa ölünceye kadar baş koyacaklar. Bir ömür Sarp'a sarılarak uyuyacak Ayşen, hep onun kollarında olacak. Ne kadar şanslı öyle değil mi?" Daha fazla kendini tutamadı Feyza, sözlerinin ardından hızla ayağa kalkıp lavaboya fırladı ve az önce Asu'nun yaptığı gibi doya doya ağladı İlk defa acısını bu denli yaşarken bir kez daha Ayşen'i kıskandığını, onun yerinde olmak için ne kadar çok can attığını kabul ediyordu. Oysa... Oysa kendinin hakkıydı Sarp. Her şeye rağmen tek gerçek buydu. Sarp için gelmişti çünkü Antakya'ya. Sarp için hayatının en büyük kararlarını vermişti. Sırf bir şansları olsun diye elinden gelen ne varsa yapmıştı lakin çabalarının sonucunda başka biri almıştı sevdiği adımı elinden. Canı yanıyordu işte. Ne kadar mantıklı davranmaya, dik durmaya gayret etse de yüreğini pare pare eden aşkın karşısında çaresiz kalıyordu. Ve biliyordu bu acı bir ömür bırakmayacaktı yakasını. Kuzeninin hıçkırıklarına karşı iç geçirdi Asu. Kendi derdini bir kenara bırakıp Feyza'yı düşünmeliydi. Başka seçenek yoktu. Madem Caner'in aklında tilkiler vardı o zaman o tilkilerle iş birliği yapmalıydı. *** Çalan kapının sesiyle oflaya oflaya uyandığında sabahın köründe kimin geldiğini merak etti Caner. Kargalar bile kahvaltısını yapmadan kim kapısına dayanmıştı? Uykulu gözleriyle, dağınık üstüyle kapıyı açtığında karşısında Asu'yu görünce öylece kaldı. Uyanamamışta rüya mı görüyordu? "Asu" "Lafı uzatmaya niyetim yok. Her ne diyorsan tamam. Sarp'la, Feyza için elimizden gelen ne varsa yapalım. Ama bir şartım var, bunu sadece onlar için yapıyorum altında başka bir sebep arama. Ya da fırsattan istifade edip bana yaklaşmaya çalışma çünkü her şekilde avucunu yalarsın. Dediğim gibi..." "Bir dur kızım ya," diyerek saçlarını karıştırdı genç adam. Taramalı tüfeğe bağlamıştı iki dakikada. "Afyonum patlamamış sen maşallah bülbül gibi ötüyorsun sabah sabah. "Senin afyonun beni ilgilendirmiyor ben diyeceğimi dedim. Hadi sana iyi günler." Daha başka açıklamaya gerek görmeden arkasını döndü Asu. Elbette ki kapının önünde durup Caner'le muhabbet edecek hâli yoktu. Ayrıca ilk günden işe de geç kalmak istemezdi. "İki dakika dursan ölürsün sanki. Bekle üstümü değişeyim geleyim öyle konuşalım." "Seni bekleyecek vaktim yok. İşe geç kalıyorum. Caner'i duymaksızın yürüyordu genç kadın, gerçekten işi düşmedikçe muhatap olmak istemiyordu onunla. Caner ise askıdaki ceketini hızla üstüne geçirip pijamalarıyla sokağa fırladı. Kabarık gür saçlarının her teli havaya kalkmış, kendini oldukça komik gösteriyordu ve böyle bir şekilde Asu'nun karşısına çıktığı için şansına tükürmek istiyordu. Asu'nun kolunu tutup durmasını sağladığında bir kez daha mavi gözlere takılı kaldı gözleri. "Hayırdır ne işi?" "Sana ne?" "İyi tamam sormadım fırça çekmeye yer arıyorsun." "Dün geceden sonra yüzüne baktığıma şükret." "Keçisin sen kızım vallahi bak. Keçi inadı var sen de." "Sensin keçi! Git işine gücüne bak. Oyalayıp duruyorsun beni burada." "Kapıma gelen sensin." "İşim düşmezse gelmezdim merak etme." "Sen böyle konuşmaya devam et. Daha çok işin düşecek bana." "Sarp o nişanı atsın da ben senin bir daha yüzüne bakıyor muyum acaba?" "Bal gibi de Caner diye peşimde dolaşmaya devam edeceksin." "Rüyanda görürsün." "Görüyorum zaten." Karşısındaki adam ağzı bir karış açık sırıtırken verecek bir cevap bulamadı Asu. Ayağını hırsla yere vurduğunda "İyi," dedi sinirle. "O zaman git başımdan da, uyu. Senin yüzünden geç kalacağım hastaneye." Bu kez gerçekten arkasını dönüp gittiğinde Asu, kaşlarını çattı genç adam. Ne hastanesiydi şimdi bu? Bir hastalığı falan mı vardı Asu'nun? İş falan demişti ama kendi henüz ayılamadığı için parçaları birleştiremiyordu kafasında. Ne kadar sorarsa sorsun Asu da cevap vermeyecekti. O yüzden en iyi çözüm yine can kardeşiydi. Her gece uyuyamadığı gibi o gece de uyuyamamıştı Sarp. Çiçek'le olanlar canını sıkıyordu ayrıca Ayşen'le de ne yapacağını bilmiyordu. En azından sabah sabah bunları düşünmek istemediği için yataktan kalkıp mutfağa inmişti. Kahvaltı için bir şeyler hazırlarken telefonuna gelen mesaj sesini duyunca cebinden telefonu çıkarıp baktı. Caner, Asu'yla ilgili olup bitenleri anlatmış, kendinden Asu'nun nereye gittiğini öğrenmesini istemişti. Nitekim kendine söylerdi Asu. Derin bir iç geçirdi Sarp. İşi gücü yokmuş gibi nelerle uğraşıyordu ama olsun dost için çiğ tavuk bile yenirdi. Asu'yu mahalleden çıkmadan yakalamak için hızlı davrandı genç adam. Şans o ki, kapıyı açtığında karşısında gördü onu. Evden yeni çıkıyordu. "Günaydın." Telefonunu evde unuttuğu için geri dönmüştü Asu. Aklı neredeydi gerçekten bilmiyordu. Sarp'ı görünce ise gülümsedi. Sabah sabah yaşadığı gerilimden sonra kankasını görmek iyi hissettirmişi kendine. "Erkencisin." "Uyku tutmadı. Hayırdır sen nereye sabah sabah?" "İşe başladım Defne hastanesinde. Hemşire olarak ama Sarp özür dilerim çok geç kaldım o yüzden gitmeliyim." Alel acele açıklamasının ardından koştura koştura ana caddede hemen otobüs bulma umuduyla mahalleden çıktı genç kadın. Sarp ise tereyağından kıl çeker gibi bu işi hallettiği için memnundu. Belki kendi sevdiği kadına kavuşamıyordu ama can dostu için hâlâ bir şans vardı. Kim bilir? Çok geçmeden Caner kapıya geldiğinde arkadaşının yüzünde gezdirdi bakışlarını. Umuyordu ki Sarp öğrenmiş olsundu bu iş meselesinin aslını astarını.
"Bir şey öğrenebildin mi?"
"Defne Hastanesinde çalışmaya başlamış hemşire olarak."
"Sen kralsın be kral!" diye bağırarak Sarp'ın boynuna sevinçle atıldı Caner. Şimdi aklına çok güzel fikirler geliyordu.
"Oğlum bir dur. Hayırdır ne bu sevinç?" "Dün gece neler oldu var ya." "Ne oldu?" "Öptüm Asu'yu. O da kayıtsız kalmadı tabii. Yani anlayacağın kardeşim aramızda yeniden bir şeyler başlamak üzere. Neyse sen bugünlük beni idare et dükkânda. Ben Asu'yu tebrik etmeye gidiyorum." Caner de hızla uzaklaştığında öylece kalan Sarp oldu. Sabah sabah duyduklarını idrak edememesinin yanında bir koşturmadır gidiyordu. İç geçirip eve girmek üzere hareketlenmişti ki, Feyza'nın dışarı çıktığını görünce durdu. Göz göze geldiklerine birbirlerine selam vermekle yetindiler. Tabii aynı anda yüreklerini aynı duygular sardı. Tek kelime bile edemiyorlar ancak gözleriyle çok şey anlatmaya çalışıyorlardı sanki. O an Ayşen "Sarp," diyerek genç adamın yanına vardığında Feyza'yı görünce bozuntuya vermemeye çalışarak kollarını nişanlısının boynuna doladı. "Günaydın sevgilim." Henüz şaşkınlığını atamamıştı ki Sarp istemsiz ellerini Ayşen'in beline yerleştirdi. Daha dün akşam birliktelerdi şimdi niye gelmişti Ayşen? "Ne o beni gördüğüne sevinmedin mi?" "Seni beklemiyordum doğrusu, şaşırdım." "Haklısın," diyerek başını çekti genç kadın fakat kolları hâlâ Sarp'ın boynundaydı. "Ama Sena'nın iki gün sonra doğum günü var ve bizim hediyemiz daha ortada yok. Belki çarşıya uğrarız diye düşündüm. Malum Sena benim en yakın arkadaşım." Bakışları Ayşen'in yüzünde oyalanırken usulca başını salladı Sarp. Sena'yı hiç görmemiş olsa da ismini çok duymuştu. Ayşen'in ilkokuldan beri en iyi arkadaşıydı ve şimdi mecbur onun doğum gününe birlikte gitmeleri gerekecekti. "Bakarız, hadi sen içeri gir. Kahvaltı yapalım." "İşte buna asla hayır demem." Uzanıp nişanlısının yanağına ufak bir öpücük kondurdu Ayşen. Genç adamın bakışları bakkala doğru yürüyen Feyza'yı bulduğunda içinden yine bir şeyler koptu. Eğer gerçekten İlker'i seviyorsa niye kendine kırgınlıkla bakıyordu Feyza? Zaten bu yüzden nişanlanmamış mıydı kendi? Her ne kadar yanlış gelse de Feyza'yı unutmak için Ayşen'in kollarına koşmamış mıydı? Canı yanarken daha fazla kapının önünde durmak istemedi. Ayşen'le beraber içeri girip kapıyı kapadığında öylece kalan Feyza oldu. Kapanan kapının sesini duyduğunda son kez o kapıya baktı Feyza. Daha ne kadar sürecekti bu? Daha ne kadar sevdiği adamı başkasının kollarında görmenin acısını yaşayacaktı? Bilmiyordu ancak yine gözlerinin dolduğuna emindi. Düşüncelerini kafasından kovmaya çalışırken dışarı ekmek almaya çıktığını kendine hatırlatarak bakkala doğru adımladı. Kendini toparlamalı gireceği derslere odaklanmalıydı. Ne de olsa her şeyden önce bir öğretmendi. *** Sırayla hastaların kanını alırken öğleden sonra ki koşturmacaya zihin olarak kendini hazırlamaya çalışıyordu Asu. Elbette ilk günü diye kimse kendine tolerans tanımayacaktı. Artık hastanede çalışmaya başladığına göre yoğun bir tempo kendini bekliyordu. Şimdi sadece kan alıyordu belki ancak öğle molasından sonra acile girecek oradaki hastalarla ilgilenecekti. Ki bunun staj yaparken bile ne kadar yorucu olduğunu tecrübe etmişti. Döner sandalyenin üzerinde otururken bilgisayar ekranına bakıp sıradaki hastayı çağırdı. "Cevri Bozoklu." Odaya birinin girdiğini hissedince arkasını dönmeden hasta koltuğunu işaret etti. "Buyurun oturun," diyerek döner sandalye ile hastaya doğru döndü. Fakat karşısında Caner'i görünce şaşırıp kaldı. "Senin burada ne işin var?" Beyaz üniforma ne çok yakışmıştı Asu'ya. İlk defa onu gerçek bir hemşire olarak görüyordu Caner ve gözlerini alamıyordu. Nutkunun tutulup kaldığına emindi o an. "Tebrik etmeye geldim." Gözlerini kapatıp sabır diledi genç kadın. İş yerindeki ilk gününde Caner'le uğraşmak gerçekten en son isteği bile olamazdı. "Gevezeliği bırakıp hemen dışarı çık. Hastane burası, insanlar bekliyor." "Merak etme kimse kalmamış odanın önünde, o adını çağırdığın adam da yoktu zaten." "Caner" "Ne?" "Başımdan defolup gider misin?" Sırıtarak kolunu açıp Asu'ya uzattı Caner. "Bari bir kanımı alıp tahlil yapsaydın. Ne var ne yok bir öğrenseydik." "Ya sen benim başıma bela mısın?" "Bilmem sen istersen o da olur." Eğer biraz daha Caner konuşmaya devam ederse işe başladığı gün istifa eden ilk insan olarak tarihe geçebilirdi Asu. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken "Tamam," dedi. "Önce git girişini yaptır sonra ne için geldiyse doktora geç. Sonra gel burada artık kim varsa kanını alır." "Ohoo bir kan aldıracağız sicilimize baktırmadığımız kaldı." "Caner bak gerçekten işim gücüm var seninle uğraşamam." Ayağa kalkıp odadan dışarı çıktı genç kadın. Hızlı hızlı adımlarken sakinleşmeye çalışıyordu. Zaten Caner'le bir hastanede uğraşmadığı kalmıştı. Nihayet o da olmuştu. Arkasından gelen adım seslerini duymamaya çalışmakla birlikte aldığı kanları elinde laboratuvara taşıyor, bu sinirle elinden bir kaza çıkmaması için dua ediyordu. "Asu bir dur ya." "Duramam işim var." "İki dakika bir şey söyleyip hemen gideceğim." Durdu Asu, tamam içinden. Her ne söyleyecekse söylesin sonra defolsun gitsindi başından. Caner'e doğru döndüğünde gözlerinin içine ciddiyetle baktı. "Buyur ne söyleyeceksin? "Hastaneden çıkışta bir yerlere gidip konuşalım mı?" "Ne için?" Bahane uydurmadı genç adam, bu kez dürüst oldu. Çünkü istediği gerçekten Asu'yla sakin sakin konuşmaktı. "Bizim için. Seninle konuşmak istediğim şeyler var. Lütfen hayır deme." "Ama hayır Caner. Hayır. Bizim konuşacak hiçbir şeyimiz yok. Şimdi daha fazla kafamı ütülemeden git." Son sözlerinin ardından sağ tarafa dönüp laboratuvara doğru tekrar yol aldı Asuman. Bu kez gitmedi Caner arkasından ama vazgeçtiğinden değil, Asu'yu böyle ikna edemeyeceğinden dolayı. Aklına geleni yapmak üzere adımladığında umuyordu ki, hastaneden çıkınca ceplerinde birkaç kuruş para kalmış olsundu. Ah bu aşk neler yaptırıyordu insana. Asu da ne diye en pahalı hastanede çalışmaya başlamıştı? Devlet hastanelerinin suyu çıkmamıştı ya. *** Acile giriş yaptırmayı türlü yalanlarla başarmıştı Caner. Çok hasta olduğunu, tir tir titrediğini, boğazının ağırdığını, durmadan aksırdığını ve çeşitli şikâyetlerde bulununca nihayet doktor kendine iğne vermişti acilde yapılması için ve şans o ki, Asu da şimdi acildeydi. Hasta yatağına oturmuş, sabırla tatlı hemşiresini beklerken canının çok yanmayacağını dair kendi kendini ikna etmeye çalışıyordu. Nükleer bomba değildi ya, alt tarafı küçük bir iğneydi, ne olacaktı sanki. Aslanlar gibi iğneyi yapılır, Asu'yu da akşam için ikna ederdi. Nihayet karşısındaki perde açıldığında yeniden gördü sevdiği kadını. Otuz iki diş gülümserken az sonra başına geleceklerden habersizdi. Ne günah işlemişti de Caner'i her dakika görmek zorunda kalıyordu Asu? Sinirle nefes alıp verirken karşısındaki adam bir kâğıt uzatıyordu kendine. "Bakma öyle hastayım ben," diyerek yalandan öksürdü Caner. Ellerini ovuşturup çok üşüyormuş gibi yapmayı da ihmal etmedi. "Ben seni öyle bir hasta edeceğim ki... Az kaldı." "Hiç gerek yok zaten ben senin hastanım." Caner'in sırıtmasını görmezden gelip elindeki kâğıdı hırsla çekti genç kadın. Yapacağı iğnenin ismine bakmasının ardından "Uzan," diye emir verdi. "Ben iğneyi hazırlayıp geliyorum. İğneden sonra ne halin varsa görürsün." "Asu bir kere," dedi ve durdu Caner. Küçük bir çocuk gibi maviş gözlere bakarken gayet masum bir isteğini dile getirmeye çalışıyordu. "Sadece bir kere... İnan uzun değil, bir saat. Bir kahve... Hadi güzelim be eski günlerin hatırına." "Daha kaç defa hayır demem gerekiyor anlaman için?" "Asu..." dese de genç adam hemşiresi perdeyi açıp çıkmıştı kabinden. İç geçirip el mâhkûm hasta yatağına yüz üstü uzandığında çok geçmeden tekrar Asu girdi kabine ancak onun elindeki iğne korkutmuştu gözünü. Bir karış enjektör mü olurdu? İğne dediğin mini minnacıktı lakin gördüğü iğne değil âdeta bir falçataydı. "Fazla büyük değil mi?" Zevkle gülümsedi Asuman. Madem Caner kendini rahat bırakmıyordu o zaman kendi de onun icabına bakmasını iyi bilirdi. Bu kadar büyük enjektör kullanmasına gerek yoktu aslında ama Caner kendine başka çıkar yol bırakmamıştı. "Aksine küçük bile." İğneyle üstüne üstüne gelirken Asu, hemen toparlanıp kalktı Caner. Tekrar oturur pozisyona geldiğinde genç kadının elini savuşturdu. "Çeksene şunu! İstemiyorum tamam iyileştim ben!" "Yo yooo baksana ateşin var cayır cayır yanıyorsun." "Asu bak vallahi kötü olacak." "Kocaman adamsın, iğneden mi korkuyorsun? Beş yaşındaki çocuklar bile senin yaptığını yapmıyor." "Asu..." "Hadi," diyerek zorlukla da olsa Caner'i geri yatırmayı başardı genç hemşire. Korkunun ecele faydası yoktu, yemişti bir halt. Bu iğneyi yapmadan kendini rahat bırakmayacaktı Asu. Gözlerini kapatıp mecbur kalçasını açtığında içinden dualar etmeye başladı Caner. Kesin canı çok yanacaktı. "Sen iğne yapmayı bildiğine eminsin değil mi?" "Merak etme elim hafiftir." "Ya ne demezsin." Genç adamın kalçasını kolonyalı pamuk ile silmesinin ardından iğneyi direkt olarak doğru noktayı batırdı Asu. Caner'in çığlığını duyunca ise bir kez daha gülümsedi. Oh olsundu. Dün akşamın intikamını almış, bir nebze olsun içi soğumuştu. İğneyi geri çekince direkt olarak enjektörü hemen yandaki çöp kovasına attı, tabii eldivenleri de. Yüzünü buruşturmuş, kalçasını tutan adama ise katıla katıla gülmek istiyordu. Belki bu kez dersini almıştı Caner. "İşte bu kadar, oldu da bitti maşallah." "Vicdansızsın kızım sen! Bir de alay ediyorsun." "Hadi ama hiç acıtmadım ki. Senin canın nazlı." "İntikamım çok pis olacak haberin olsun." "Tabii," diyerek kabinden çıktı genç kadın. Umursamazca diğer işlerini halletmek üzere acilde adımlarken hâlâ gülüyordu. Ne yalan söylesin yıllar önce olduğu gibi Caner'le uğraşmak hoşuna gidiyordu. Pantolonunu çekip ayağa kalktığında kalçasının gerçekten ağırdığını hissediyordu Caner. Nasıl da bir anda pat diye batırmıştı Asu. İnsafsızdı işte. İnsan bunu hiç eski sevgilisine yapar mıydı? Üzerini toparlamasının ardından acilden çıkıp uygun bir yere geçti. İnadı tutmuştu bugün istediğini almadan hiçbir yere gitmeyecekti. Saat üçü geçiyordu ve Asuman daha ilk günden yorulduğunu hissediyordu. Bu kadar tempoya alışık değildi vücudu ama olsun yine de çalışmak güzeldi. Hastane koridorunda adımlarken aniden Caner önünü kesince bugün kaçıncı kez dilediğini bilmediği sabrını bir kez daha diledi. Hâlâ ne istiyordu bu adam? "Caner..." "Had be Asu. Daha ne yapayım seni ikna etmek için? Saatlerdir buradayım. Senle birlikte mesai yaptım vallahi, üstelik iğne de yedim elinden. Bak kalçam hâlâ ağrıyor. Bir kahve be... Çok bir şey değil sadece bir kahve. He de artık kurban olduğum." Saçını kulağının arkasına geçirip sıkıntıyla nefes aldı genç kadın. Caner'i baştan ayağa süzmesinin ardından düşünmek için birkaç saniye tanıdı kendine. Ne diye kahve konusunda bu kadar ısrar ediyordu Caner? Tamam bunu kabul etmesi belki onunla yeniden bir şeyler denmeye çalıştığı anlamına gelirdi fakat kendi de diyeceğini der, bu işin olmayacağını Caner'e ciddiyetle söylerdi. Belki o zaman Caner peşinde dolanmaya devam etmezdi. "Tamam ama fazla değil sadece bir saat." İstediğini elde etmiş olarak gülümsedi Caner. Aylardır bunun için uğraşıyordu ya. Çocuklar gibi sevinçliydi şu an ve bunu belli etmekten alamıyordu kendini. "Söz. Sadece bir saat ama benim de şartım var. Bağırıp çağırmadan dalaşmadan iki medeni insan olarak sakin sakin konuşacağız." "Bugün bütün enerjimi emdin zaten. Daha fazlası için halim yok." "Asıl sen beni nasıl yordun bir bilsen." "İstemiyorsan vazgeçelim." "Onu mu dedim ben şimdi? Neyse nerede kaçta buluşalım? "Beş gibi Kurşunlu Han'da." "Tamam bana uyar." "Tamam." Ensesini kaşıdığında dudaklarını ısırdı Caner. Şu an gerçekten Asu kendine randevu veriyordu. İçi içine sığmıyor, oradan oraya koşmak, zıplamak istiyordu. Nasıl da heyecanlanmıştı basit bir kahve için bile. "O zaman görüşürüz." İç geçirerek "Görüşürüz," dedi Asu sonra da yoluna devam etti. Ellerini üniformasının ceplerine geçirdiğinde biraz uzaklaşmıştı ki, adımlarını hızlandırdı. Saçma bir şekilde heyecanlanmıştı. Ve yine gariptir ki, yıllar sonra bile Caner'e randevu verirken liseli bir kız gibi hissediyordu kendini. Eh ne de olsa her şeye rağmen Caner lise aşkıydı. Belki de bu yüzden özeldi. *** Çayını yudumlarken kol saatine baktı Caner. Saat neredeyse beş buçuğa geliyordu fakat Asu hâlâ yoktu ortada. Vazgeçmiş olamazdı demi? Sadece biraz işi uzamıştı belki. Ya da hastaneden çıkamamıştı bir türlü. Sıkıntıyla saçlarını karıştırıp yüzünü sıvazladı. Çayın son yudumunu içtiğinde derin bir nefes aldı. Gelmeyecekti anlaşılan Asu. Hem gelse ne olacaktı ki zaten? Hemen her şey düzelmezdi ya. Eskiden olduğu gibi yine ona doya doya sarılamazdı ya.
Unutmamıştı genç adam bir zamanlar sevdiği kızı. Unutmasına imkân yoktu zaten. Evet, çok kadın girmişti hayatına lakin kalbinde tek bir kadın baki kalmış, kimse onun yerini alamamıştı. Kimse Asu gibi olamaz, onun kadar güzel gülemezdi. Kimse onun sıcaklığını veremez, onun gibi aklını başından alamazdı. Bambaşkaydı Asu. Onun gülüşü, bakışı, dokunuşu kimsede olamazdı. O Asu'ydu, hırçın fakat bir o kadar hayat dolu kadın. İnsan elemi, kederini unutuveriyordu onun yanında. Gülüşüyle baharlar saçıyordu âdeta. Gök misali mavi gözleriyle güzelleştiriyordu dünyayı. Koca bir aptaldı kendi, zamanında Asu'nun aşkını kaybetmeyi becerdiği için. Oysa her şey daha başka olabilirdi. Eğer kahrolası iddiaya girmeyip Asu'nun canını yakmasıydı. Çok toydu ama o zamanlar. Tamam bu kendini haklı çıkarmazdı fakat gençliğinin en deli çağında kim hata yapmamıştı ki? Kavak yelleri eserken başında kim önünü arkasını düşünmeden hareket etmemişti ki?
On yedi, on sekiz yaşında bir delikanlıydı o zamanlar kendi. Ergenliğinin en cahil vaktinde de yemişti bir halt işte. Tamam kabul ediyordu sonrasında da akıllanmamış, türlü çapkınlıklar yapmış, tek gecelik ilişkiler bile yaşamıştı lakin Asu da bu yaşına kadar sadece kendini düşünüp durmamıştı ya. İlgilenmiyordu Caner, Asu'nun geçmişiyle, hayatından kimlerin gelip geçtiğini merak etmiyordu. Çünkü şimdiye bakmak istiyor, Asu'yla birlikte kaybettikleri zamanları telafi etmeyi arzuluyordu. Biliyordu Asu istemeyecekti kendini fakat bir kez olsun şansını denemekte zarar görmüyordu. Geçmişte olduğu gibi bir anda elde etmeye çalışmayacaktı sevdiği kadını. Yavaş yavaş güvenini kazanacaktı bu defa. Asu sadece bir tek fırsat verse yeterdi kendine. Yıllar sonra bulduğu aşkını yeniden kaybetmeye hiç niyeti yoktu çünkü. Sonu ne olursa olsun elinden gelen ne varsa yapacaktı bu uğurda.
"Özür dilerim biraz geciktim."
Duyduğu sesle gözlerini karşısına çevirdiğinde sıcacık gülümsedi Caner. Gelmişti işte Asu. Sözünü tutup gelmişti. Ne yapacağını bilmez bir vaziyette ayağa kalktığında elini uzattı.
"Hoş geldin."
Uzatılan ele kısa bir bakış atıp tuttu genç kadın. Nahif bir gülümseme ile "Hoş bulduk," dedi. En çok kendine söz vermişti. Sakin kalacak Caner ile bağırıp çağırmadan konuşacaktı. Şöyle bir düşünmüştü de aylardır yaramaz çocuklardan farkları yoktu. Oysa kaç yaşına gelmiş insanlardı. Gayet medeni bir şekilde konuşabilirlerdi demi?
Caner'in karşısındaki sandalyeye oturduğunda garson hemen gelip ikisinin de siparişlerini alıp gitti. İkisi yine yalnız kalınca çantasını masaya bıraktı Asu. Rahat bir pozisyon alarak arkasına yaslanıp gözlerini yeşil gözlere dikti. "Seni dinliyorum," dedi ciddi bir ses tonuyla.
"Beni buraya niye çağırdın?"
Saçlarını karıştırıp lafa nasıl gireceğini düşündü Caner. Sıkıntılı nefesler almasının ardından "Asu," dedi. Sakindi, heyecanlanmamaya, saçmalamamaya çalışıyordu.
"Doğrusunu söylemek gerekirse lafa nereden nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Şu an beni dinlediğin için bile ne kadar mutlu olduğumu anlatamam."
Kısa bir süre durup karşısındaki kadının tepkisini ölçtü Caner. Asu'nun yüz ifadesini sabit tuttuğunu görünce uzanıp eline dokundu. Asu çekmedi elini, genç adamın gözlerine bakmaya sürdürdü.
"Her şeyden önce sen benim için çok değerlisin. Ben hiçbir zaman seni üzmek, kırmak, canını yakmak istemedim. Yemin ederim her ne yaptıysam seni sevdiğim için yaptım. Seninle her ne yaşadıysam sana âşık olduğum için yaşadım..."
"Caner... "Kesme sözümü dinle. Lütfen bir kere olsun dinle." Sustu genç kadın, derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine başını yan tarafa, dağ manzarasına doğru çevirdi. Neden gözleri yine nemliydi? "Tamam kabul ediyorum sana karşı büyük bir eşeklik yaptım zamanında ama o zaman ikimiz de çok gençtik. Liseli ergenlerdik be kızım. En deli dolu çağımızdaydık. Kavak yelleri esiyordu başımızda. Yediğimizin haltların önünü arkasını düşünmüyorduk ki... Bak sana yemin ediyorum şimdi ki aklım olsa asla öyle bir şey yapmam asla. Ben çok pişman oldum Asu... Bakma öyle, inan o kadar çok pişman oldum ki... Sen gidince dalından kopmuş bir yaprak gibi savruldum oradan oraya. Sen benim dünyamdın Asu. Ayım, güneşim, yıldızım... Gecem, gündüzüm, baharım kışım sendin be kızım. Sen yokken karanlıklarda kayboldum ben. O yüzden hep çıkmazlarda kaldım. Baş edemedim sensizlikle, en dibe vurdum. Gelmeyecektin bir daha, o güzel gözlerini göremeyecek, kokunu içime çekemeyecektim. Unutmak istedim sırf bu yüzden. Sensizliğin acısı yüreğimi dağlarken, başka kollarda aradım şifamı. Oysa iyileştiremezdi kimse beni. Saramazdı kimse senin açtığın bu koca yarayı. Ancak sen... Ancak senin ellerin merhem olurdu bana ama dokunamayacağım kadar uzaktaydın sen... Sonra... Sonra yıllar geçti, bir sonbahar günü yine ansızın çıktın karşıma. O gün nasıl mutlu oldum bir bilsen. Ilık bir rüzgar eserken, o gecenin karanlığı senin bakışınla aydınlandı. Bağırdın çağırdın, kırdın, döktün, sövdün saydın... Haklıydın ama bunların hiçbiri sensizlik kadar yakmadı canımı. Senin dilinden dökülen her söz benim ruhuma şifaydı. Asu ben seni çok sevdim be kızım. Çok... Tamam belki şimdi bir şans daha demeye hakkım yok ama en azından... En azından iyi iki arkadaş olalım. Geçmişi geçmişte bırakıp güzel zamanlarımızı yâd eden iki dost olalım seninle. Gezelim, eğlenelim canımız ne istiyor onu yapalım. En azından bu kadarını isteme hakkım olsun senden. Olmaz mı?" Dolu dolu gözleriyle başını iki yana salladı Asuman. Ellerini Caner'in ellerinden çektiğinde hıçkırmamak için dudaklarını ısırdı. Niye bunu yapıyordu Caner? Niye bu kadar çok canını yakıyordu? İçindeki yaraları neden tekrar tekrar kanatıyordu? "Olmaz Caner olmaz. Arkadaş, dost ya da başka bir şey... Hiçbiri olmaz bizden." "Asu..." "Eğer... Eğer seni affedersem kendime olan saygımı kaybederim. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun?" Başını öne eğdi, verecek bir cevap bulamadı genç adam. Bu kez kendi sustu, Asu konuştu. "Yalan yok harika bir arkadaşsın ama berbat bir sevgilisin. Gururumu çok kırdın... Öyle çok kırdın ki, ne yapsam iyileştiremedim. Kandırılmış, kullanmış gibi hissettim kendimi. Tam bir aptalmışım gibi... Evet, üstünden çok yıllar geçti ama ben seni affedemiyorum. Neden biliyor musun? Seni o zaman çok sevdiğim için. Caner sen benim ilk aşkımsın, güvendiğim ilk erkeksin ama ben bunun bedelini çok ağır ödedim. Sana güvenmek benim canımı çok yaktı. Şimdi ne dersen de faydasız. Biz senle artık arkadaş dâhi olamayız. Bunu yaparsak en başta kendimizi kandırırız. Bakamam Caner, yapamam. O kadar yaşanmışlık varken aramızda ben seni Sarp gibi göremem ki. Arkadaşımsın diyemem sana. Sen de bana diyemezsin, kabul et. Hani unutmadım diyorsun ya, işte unutmadığın için benim arkadaşım olamazsın. Ha böyle konuşuyorum ama diğer türlüsü de olmaz bizden. Boşuna kendini yorma. On yılı ayrı ayrı geçirmişiz, başka aşklar yaşamışız, kendi hayatımıza bakmışız. Şimdi yeniden karşılaştık diye her şey güllük gülistanlık olacak değil, biz senle çok eski bir hikâyeyiz. Bırak, öyle de kalalım. İnan bana ikimiz için de en iyisi bu. O yüzden yine kendi yoluna bak. Benden bu kadar, daha fazla beklentiye kapılmanı istemem. Umut verdiysem de, özür dilerim. Yıllar önce yaşattıklarına sayarsın. İyi oldu beni çağırdığın, sonunda kapandı hesabımız." Yanaklarını ıslatan gözyaşlarıyla, acı dolu kalp atışlarıyla ayağa kalkıp arkasını döndüğünde hıçkırmamak için kendini zor tuttu Asu. Uzun uzun nutuk çekmişti de yine en çok kendi canını yakmıştı Kapanan hesap falan yoktu ortada yüreği hâlâ acıyordu çünkü. Caner'e o sözleri söylemek kolaydı lakin kalbi laf anlamıyordu bir türlü. Hızla uzaklaştığında öylece kalan, bir kez daha gidenin arkasından bakan Caner oldu. Oysa neler neler hayal etmişti genç adam ama umduklarının hiçbiri olmamış, tam aksi büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Bütün kapıları gerçekten kapatmıştı Asu bu kez. Kendine düşen ise şimdi vazgeçmekti ancak bunu yapabilecek miydi, işte orası tam bir muammaydı.
|
0% |