Yeni Üyelik
46.
Bölüm

43. Bölüm Kaçak Gelin

@petekayla

Leyla’nın evine vardığında bütün mahallenin orada toplandığını gördü Feyza. Her kafadan ayrı bir ses çıkarken, bağrışlar gecenin sessizliğini bozuyordu. Ne istiyorlardı, dertleri neydi? Niye genç bir kadına, gecenin bir yarısı bunu yapıyorlardı? Yeterince laçkalaşmış sinirleri gördüğü manzara karşısında daha da bozuldu. Bu gece herkese ağzına geleni söyleyeceğine emindi. Arabayı uygun bir yere park ederek aşağıya indiğinde öfkesine hâkim olamayacağı belliydi.


“Ne kocanı elinde tutabildin, ne oğlunu yetiştirebildin Leyla Hanım!”

“Kocası kendini aldatmış güya! Kendi de kadın olmasını bilseymiş efendim! Sen adama kadınlık yapmazsan adam tabii başkasına gider!”

“Rıza da çalıştığı restorana dolandırmış tamam da, adam yetişemedi demek ki kendinin isteklerine!”

“Utanmaz kadın! Hem kocandan o kadar şey iste, hem de adamı kendi ellerinle polise ver! Allah aşkına olacak iş mi bu?”

“Ah Şükran Hanım bugünleri de mi görecektin sen? Kızının elinden nedir çektiğin senin?”

“Seni doğuracağıma taş doğursaydım Leyla! Cümle âleme rezil ettin bizi! Ne senden hayır geldi, ne doğurduğun çocuktan!”

Konuşmalar daha devam ediyordu ki “Yeter!” diye bağırdı Feyza avazı çıktığı kadar. Saçma sapan cümleler duymaya dayanamıyordu daha fazla. Herkesin karşısına geçmiş, gözlerini açmış, öfkeyle nefes alıp veriyordu. Şu an gerçekten insanlığından utanıyordu.

“Ya siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ya? Ağzınızdan çıkan sözleri kulaklarınız duyuyor mu? Hiç mi insanlığınız kalmadı sizin? Gecenin bir yarısı, bir kadının evinin önünde bağıra çağıra konuşmaya utanmıyor musunuz?”

“Sen bu işe karışma Feyza Hoca! Bu işler senin sandığın gibi değil?”

Gözlerini kapatıp açarken bir nebze olsa sakinleşmeye çalışıyordu genç kadın. Türkan hâlâ ne diyordu? Birazdan gerçekten burada kıyamet koparacaktı, ona korkuyordu.

“Benim sandığım gibi değil öyle mi? Nasıl peki Türkan abla? Söyle bana nasıl? Ya Leyla abla, size ne yaptı ya? Ne yaptı? Hanginize ne zararı dokundu? Sizin kınadığınız, istemediğiniz, aşağıladığınız o kadın var ya tek başına çocuğunu yetiştirmek için didinip duruyor! Her şeyden önce o kadın bir anne! Anlıyor musunuz, Leyla abla bir anne! Ve senin aksine Şükran Hanım,” diyerek durdu Feyza. Parmağıyla Leyla’nın annesini işaret etmekten hiç çekinmedi. Herkes anne olmamalıydı, herkes çocuk doğurmamalıydı. “Çocuğunun sonuna kadar arkasında duracak bir anne.”

“Feyza hoca bilmediğin şeyler var. Bu meseleye burnunu sokma!”

“Benim bilmediğim hiçbir şey yok Şükran Hanım ama sizin bilmediğiniz çok şey var! Söylesene ne istiyorsun kızından? Dokuz ay karnında taşıyıp bin bir acıyla dünyaya getirdiğin evladından ne istiyorsun? Kocasının gelip kızını öldürmesini mi? Yarın bir gün Leyla ablanın da cesedinin orada burada bulunmasını mı? Bir kadın cinayeti daha! Günlerdir kayıp olan Leyla Akar’ın cansız bedeni bulundu! Bunu mu duymak istiyorsun haberlerde? Tabii sonra gazeteciler geldiğinde dökersin timsah gözyaşlarını! Kızım kızım, diye dizlerini dövüp durursun yalandan! Ama daha da acısı ne biliyor musun? Rıza denen herif bir kravat bağlar, iki düğme ilikler iyi hâl indirimi alıp elini kolunu sallaya sallaya gezer! Şimdi söyle neyi bilmiyormuşum ben?”

Feyza’nın sözleri üzerine tüm sesler kesildi, diyecek hiçbir şey bulamadı hiç kimse fakat henüz konuşmasını bitirmemişti genç kadın. Söyleyecek çok sözü vardı. Leyla kapıyı açıp dışarı çıktığında Feyza’nın bir adım gerisinde durdu. Şu dünyada ondan daha yürekli bir kadın tanımamıştı.

“Feyza…”

Elini kaldırıp susturdu Leyla’yı, Feyza. İçindeki öfkeyi kusmadan rahat etmeyecekti. Gözlerini tek tek karşısındaki insanlar da gezdirdiğinde doğru cümleleri kafasında toparlamaya çalıştı.

“Niye sustunuz? Yine konuşsanıza… Devam edin bağırıp çağırmaya. Doymadınız ki öldürülen kadınlarla, çocuklara! Yetmedi akan kanlar size! Ne Özge Can’ın acısı, ne de Emine Bulut’un çığlıkları yetmedi! Ufacık yaşlarında istismar edilen Eylül’den, Leyla’dan bile utanmadınız! Daha saymamı ister misiniz? Pınar Gültekin, Şule Çetin, Ceren Özdemir, Münnevver Karabulut… Ve daha ismini sayamadığım onlarcası, yüzlercesi… Ne sanıyorsunuz, bunların uzayda yaşandığını falan mı? Bu dünyada, bu ülkede yaşanıyor! Hiç mi vicdanınız yok, hiç mi ders almıyorsunuz olan bunca şeyden? Hadi ben Leyla ablayı geçtim, ya Emre? Onun suçu ne? On beş yaşındaki bir çocuktan nefret edebilecek kadar nasıl kötü kalpli olabiliyorsunuz? Hiç mi insanlığınız yok sizin ya? Hiç mi?”

Durdu, sakinleşme ihtiyacı hissetti Feyza. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken boğazının düğümlendiğini hissediyordu. Dudakları titrerken sakin kalmaya zorluyordu kendini. İnsanlığı acıyordu, vicdanı kanıyordu. Söylediği sözler ne kadar tesirliydi, bilmiyordu ama daha fazla tutamıyordu içindekileri.

“Gencecik bir kıza, bir adam tecavüz ediyor, hepiniz de aynı soru! Ne giymişti? O saatte orada ne işi vardı? Bir kadını sevgilisi öldürüyor ağzınızda o malûm cümle! Haramın sonu hüsrandır! Bir kadını abisi, babası, kocası bilmem nesi öldürüyor, kim bilir ne yaptı da çıldırdı adam, diye dedikodu yapıyorsunuz! Ya siz ne istiyorsunuz ya? Niye bunu yapıyorsunuz? Kadının kadını koruması gereken yerde hepinizin birbirinize düşmansınız! Kendi öz çocuklarınıza bile düşmansınız! Hep bir tehdit kızlarınıza, hep bir bağırış çağırış… Babana söylerim senin ayaklarını kırar! Abine söylerim seni öldürür! Dayına söylerim seni şöyle yapar! Amcana söylerim bilmem ne olur… Gerçekten bunu mu istiyorsunuz? Çocuklarınızın canice ölmesini mi? Ya bu çocukları siz doğurduğunuz ya! Sizin karnınızdan çıktı bu çocuklar nasıl bu kadar düşman olabiliyorsunuz onlara?”

Türkan’ın ters bakışlarını gördüğünde alayla güldü Feyza. Kime ne anlatıyordu ki?

“Bakma öyle Türkan abla ben burada senin kızın Başak için konuşuyorum! On beş yaşındaki bir genç kız için! Sana da mı sözlerim yanlış geliyor Nermin Teyze? Çiçek için de dil döküyorum ben oysa! Mahallemizin kızı dediğiniz, Sırma için de. Meryem ablanın çocukları Cem’le, Zeynep için de… Leyla ablanın oğlu Emre için de… Tüm çocuklarımız için, tüm genç kızlarımız, kadınlarımız için… Bizim için ya! Bizim için! Bir durun artık! Bir durun! Kadının, kadına düşmanlığı bitsin! Bitirin içinizdeki bu anlamsız savaşı! Sevin ya! Çocuklarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi… Birbirinizi sevin ya! Yorulmadınız mı bu kadar nefretle yaşamaktan, usanmadınız mı birbirinizi bu kadar hırpalamaktan? İnsan olmak çok mu zor? Sevgiyle, barışla yaşamak bu kadar mı zor ya? Ama ben kime neyi anlatıyorum ki? Arkamı dönüp gittiğim anda koskoca Ethem Ataman’ın kızı gelmiş haline bakmadan ahkâm kesiyor, diyeceksiniz! Beni bile babamla yargılayacaksınız! Bu yaşıma kadar evlenmediğim için kız kurusu diyeceksiniz! Anne olmadan annelik dersleri verdiğim için alay edeceksiniz! Ama bunların hiçbiri benim umurumda değil! Evet, ben anne değilim, bir çocuk doğurmadım ve bu kötü dünyaya sizin gibiler yüzünden çocuk getirmeyi de asla düşünmüyorum! Bu ona yaptığım en büyük haksızlık olur çünkü! Fakat yine de sizin nefretle büyüttüğünüz o çocukları korumak için elimden gelen ne varsa son nefesime kadar yapacağım! Sadece öğretmen olduğumdan değil, insan olduğumdan! Şimdi Leyla ablayı rahat bırakıp evinize gidin ve bir kez olsun ne yaptığınızı düşünün! Bir kerecik olsun aynaya dönüp kendinize bakın! Belki o zaman ne kadar kalbinizin karadığını anlarsınız!”

Sözlerini bitirmesinin ardından kalabalığın dağılmasını bekledi Feyza. Leyla’yı bir başına bırakıp gidemezdi. Çok geçmeden insanlar söylene söylene uzaklaştığında rahat bir nefes aldı Leyla. Feyza’ya çok şey borçlu olduğunu biliyordu.

“Sana ne kadar teşekkür etsem az Feyza.”

Arkasını dönüp Leyla’nın yüzünde gözlerini gezdirdi Feyza. Burukça gülümsedi, teşekkür edilecek bir durum yoktu ortada. İnsan gibi davranmayı keşke herkes öğrenebilseydi.

“Ben yapmam gerekeni yaptım Leyla abla. Birilerinin artık bir şeyleri anlaması lazım. Rıza niye gelmiş? Ne istiyor senden?”

Omuzlarını kaldırıp indirdi genç kadın. Rıza’yla uğraşmaktan çok yorulmuştu. Boşanmış olmasına rağmen kurtulamamıştı ondan. Nasıl olmuşsa içeriden çıkıp kendinin kapısına dayanmıştı. Kendini aldatması şöyle kalsın, çalıştığı yeri bile dolandırmıştı. Fakat ne acı ki bu kadar halt yiyen bir adam, elini kolunu sallaya sallaya geziyordu şimdi. Adaletin yerini bulmadığı bu ülkede belki de şükretmeliydi Leyla. Eski kocası tarafından öldürülmediği için.

“Kafasına göre bağırıp çağırdı işte. Hesap soruyor kendince. Ben onu kendi ellerimle polise teslim ettim ya, hazmedemiyor. Emre’yi alacakmış benden. Oğlumu göstermeyecekmiş bana elinden geleni ardına koymasın, asla vermem ben evladımı o adama.”

“Merak etme,” diyerek elini Leyla’nın omuzuna koydu Feyza. Elinden gelen ne varsa Leyla için yapmaya hazırdı. “Asla alamaz Emre’yi senden. Hem Emre nerede? Göremedim onu.”

“Babası gelince kaçtı gitti evden. Bu saat oldu dönmedi. Çıkıp arayamadım da… Kim bilir nerede?”

“Gelir birazdan sıkma sen canını.”

“Sen olmasan ben ne yapardım bilmiyorum Feyza. Keşke herkes senin kadar yürekli olabilse. Tekrardan her şey için çok teşekkür ederim.”

“Önemi yok Leyla abla. Siz iyi olun yeter.”

“Hadi sen evine git artık. Çok geç oldu.”

“Dikkat et kendine olur mu?”

“Sen bizi merak etme. Biz bakarız başımızın çaresine.”

“Bir şey olursa haber verirsin.”

Gözleriyle onayladı Leyla, Feyza’yı sonra sıkı sıkı sarıldı ona. Bu ülkede Feyza gibi kadınlara çok ihtiyaç vardı. Keşke birileri gerçekten onun sesini duyabilseydi.

Leyla’dan ayrılmasının ardından saatin geç olmasına rağmen mahalledeki parka doğru adımladı Feyza. Emre’yi bulmadan içi rahat etmeyecekti. Ki parka girince yanılmadığını anladı. Parktaydı Emre, bir banka oturmuş sigara içiyordu. Muhtemelen annesinin sigara içtiğinden haberi yoktu eğer olsaydı kendini görünce hemen elindeki sigarayı yere atıp, ezmeye çalışarak ayağa kalkmazdı.

“Feyza hocam”

Derin bir nefes alıp banka oturdu Feyza. Emre başında dikilmeye devam ederken doğru cümleleri bulmak için birkaç saniye tanıdı kendine. Bir öğretmen değil, abla olmaya çalıştı genç çocuğa.

“Hayat bazen senin de üstüne geliyor mu Emre? Aldığın her nefes seni de boğuyor mu?”

Gözlerini boşluktan çekip Emre’ye dikti genç kadın. Yan profilini incelerken yüz ifadesinden duygularını anlamaya çalışıyordu.

“Çok değil, bir saat önce her şeyi yakıp yıkmak istedim mesela ben. Hayatın bana çok adaletsiz davrandığını düşündüm fakat sonra toparladım kendimi. Çünkü biliyorum ki, hepimiz bir mücadelenin içindeyiz. Duymak istemediğimiz sözleri duyuyoruz, görmek istemediğimiz olaylara şahitlik ediyoruz ve neden diye soruyoruz? Bazen bulamıyoruz cevabını fakat benim bildiğim bir şey var Emre. Yeterince güçlüysen kendi adaletini kendin sağlarsın.”

Feyza’nın yanına çöktü Emre, dirseklerini dizlerine dayadı, avuçlarını ovuşturdu. Çok düşünceli olduğu belliydi. Hırsızın oğlu olarak adı çıkmıştı bir kere. Nasıl toparlayabilirdi ki hayatını? Henüz on beş yaşında iken insanlar kendine etiketler yapıştırmıştı. Annesini yargılayıp durdukları yetmiyormuş gibi kendini de yargılıyorlardı. Hem de hiçbir şey yapmamasına rağmen. Kabul ediyordu Emre, hırçındı, huysuzdu, başına buyruktu, söz dinlemez, laf anlamazdı. Başak’tan başka arkadaşı yoktu. Asosyaldi. Dünya ile bağlantısını kesmiş, sanal âlemlerde yaşamaya başlamıştı. Ne zaman böyle olduğunu bilmiyordu ancak nefes almak aklının erdiği günden beri kendini yoruyordu.

“Ben yapamam hocam. Ben o kadar güçlü olamam.”

Genç çocuğun omuzuna elini dayadı Feyza. Başını öne eğmiş, bir suçlu gibi duruyordu karşısında.

“İnan bana sen çok güçlü bir çocuksun Emre ama daha da önemlisi sen annenin oğlusun. Onun yetiştirdiği gibi güzel kalpli bir çocuksun.”

İnat eder gibi başını iki yana salladı Emre. Öyle yürekli biri değildi, hiçbir zaman da olamayacaktı.

“Babana kızgınsın, annene kızgınsın… Bu dünyaya ben gelmek istemedim ki, diyorsun. Haklısın. Kendi rızanla gelmedin sen bu dünyaya, hiçbirimiz gelmedik. On beş yaşında hayatın yükünü taşımak sana ne kadar ağır geliyor biliyorum ama o yükleri bırakabilirsin Emre. İnan bana bunu yapabilirsin. Babanın yaptıklarından sen suçlu değilsin, insanların söylediklerine kulak asma. Dimdik yürü, öyle bir yürü ki insanlar kendinden utansın. Suçlu gibi başını öyle eğme önüne. Kendine inan, yapabileceklerine inan çünkü ben sana inanıyorum. İster bir abla olarak, ister bir öğretmen olarak fark etmez. Ben sana inanıyorum, senin çok güzel bir adam olacağını da biliyorum. Büyüyeceksin Emre, düşe kalka büyüyeceksin. Keşke sana hayat, çiçek bahçeleri çıkartacak önüne diyebilseydim ama bunu diyemem. Dikensiz bir yolda yürümeden zafere ulaşılamayacağını biliyorum çünkü. Ellerin kanayacak, dizlerin kanayacak ama sen pes etmeyeceksin. Tüm dünya gelse de üzerine, sen yürüdüğün yoldan vazgeçmeyeceksin. Ve istediğin o hukuk fakültesini kazanacak, senden çalınan adaleti sen kendin sağlayacaksın.”

Gerçekten şaşkındı genç çocuk, Feyza hocası nereden öğrenmişti Hukuk kazanmak istediğini? Bu denli kendini iyi tanıyan biri daha yoktu galiba.

“Hocam siz… Siz…”

“Ben öğretmenim Emre ve sen dahil tanıdığım tüm çocukların ne istediğini bilmek en büyük vazifem. Belki hepinizin dersine girmiyorum, okulunda çalışmıyorum fakat sizi tanıyorum. Sen, Çiçek, Başak, Sırma, Zeynep, Cem ve diğer tüm çocuklar için savaşıyorum. Benim tek davam sizin geleceğiniz. Sadece meslek olarak değil, büyüdüğünüz de güzel insanlar olun, diye çabalıyorum. Bu ülkenin buna ihtiyacı var çünkü. Güzel çocukların büyüdüklerinde güzel insanlar olmasına.”

“Diğerlerini bilmiyorum ama ben bu kadar çabaya değmem hocam. Sizi hayal kırıklığına uğratmaya hakkım yok çünkü.”

“Sen beni hayal kırıklığına uğratacak son kişisin Emre. Neden biliyor musun? Hukuk fakültesini bitirip diplomanı eline aldığın gün, ben seninle gurur duyacağım. Hatta en önde seni alkışlamak için orada olacağım. Sadece inan Emre. Adaleti olmayan bu ülkede yarın büyüyüp adil bir adam olacağına inan. Ben sonuna kadar inanıyorum.”

Başka bir şey demeden ayağa kalktığında parktan çıkmak üzere adımladı genç kadın. Şu an için Emre’yi düşünceleri ile baş başa bırakmak daha iyiydi. Fazla üstüne gitmenin iyi olmayacağını biliyordu. Fakat Emre, evinin yolunu tutana kadar da onu bekledi. Emre evine doğru yol aldığında ise içi rahat bir şekilde çıktı parktan. Uzun bir gece olmuştu yatıp dinlenmeye ihtiyacı vardı.

***

Abartısız yorgunluktan bayılmak üzereydi Asuman. Bütün gece koşturup durmuştu hastanede, bu kadar tempoya gerçekten alışkın değildi. Neyse ki, hayatını kaybeden olmamıştı trafik kazasında. Herkes ucuz atlamıştı kazayı. Acilin hastalarla dolu olması bir yana, hasta yakınları ile de baş etmek ayrı zordu. Tamam herkes birilerini merak ediyordu fakat ne hemşireler, ne doktorlar onlarla ilgilenmekten hastalara bakamıyordu. Çok şükür ki, bitmişti ama bu gece. Birazdan hava aydınlanacaktı neredeyse ve kendi eve gidip deliksiz uyumayı planlıyordu. Öğlen tekrar gelmesi gerekiyordu çünkü. Vakti varken de dinlenebildiği kadar dinlenecekti fakat şimdi kafeteryada oturmuş bir kahve içiyordu. Eve gidene kadar ayık kalması gerekiyordu zira.

“Daha önce hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum doğrusu.”

Alnını ovalamayı bırakıp gözlerini açtığında az önce beraber çalıştığı pratisyen hekimin karşısına oturduğunu gördü genç hemşire. Adı neydi hatırlamıyordu. “Bende,” demekle yetindiğinde kahvesinden bir yudum aldı. Gerçekten kimseyle muhabbet edecek halde değildi ama adamın gevezeliği tutmuştu bu saatte.

“Siz yeni geldiniz demi hastaneye? Daha önce görmedim de sizi.”

Uykusuzluktan kızarmış gözleriyle, adamın gözlerinin içine bakarken derin bir iç çekti Asu. Apaçık belliydi, kendine asılmaya çalışıyordu bu doktor. Tanımadığı bir adam hakkında yorum yapamazdı fakat başı ağrıdan çatlarken onunla tatlı tatlı flört de edemezdi.

“Evet, yeni geldim, birkaç gün oluyor.”

“Tanışmak bugüne kısmetmiş. Ben Tolga,” diyerek elini uzattı genç adam. Kısa bir süre kararsız kalmasının ardından uzatılan eli tutup zoraki bir gülüş yerleştirdi dudaklarına.

“Asuman”

“Memnun oldum.”

“Ben de Tolga Bey,” demesinin hemen ardından elini çekip ayağa kalktı Asu. Kahvesini çoktan bitirmişti. “Ama kusura bakmazsanız eve gitmek istiyorum. Fazlasıyla yorgunum da.”

“Şey… Tabii…”

Erkekler, dedi içinden Asu. Gözlerini devirdiğini belli etmeden masadan ayrılıp yürüdü. Ta ki Tolga’nın sesini duyana kadar.

“Asuman Hanım”

“Efendim?”

“Çok başarılı bir hemşiresiniz aynı zamanda soğuk kanlısınız da. Acildeki çabanız takdiri edilmeyecek gibi değil. Tebrik ederim sizi. Yeni başlayan biri için oldukça iyisiniz.”

“Teşekkür ederim Tolga Bey ama ben sadece işimi yapıyorum.”

“Keşke herkes sizin kadar mesleğine bağlı olsa.”

“Buna bu kadar kısa süre içerinde karar vermeniz de, tuhaf doğrusu. Sonuçta ilk defa gördünüz nasıl çalıştığımı.

“Doğru, ilk defa gördüm ama inanın hayran kaldım duruşunuza.”

Adamın kendine asılmak için çabaladığı çabaya mı gülseydi yoksa kimseye inanmadığı için kendini mi sorgulasaydı Asuman? İç geçirdiğinde Tolga’nın yüzünde bakışlarını gezdirmeyi sürdürdü. İtiraf etmesi gerekirse yanık tenli, yakışıklı bir adamdı Tolga. Elaya çalan gözleri nasıl bir niyeti olduğunu alenen belli ediyordu. Lakin kendinin kimseye inancı kalmamıştı artık. Böyle laflara karnı toktu. Yirmi sekiz yıllık hayatında yaşayabileceği bütün aşk maceralarını yaşamış, ağzının payını almıştı. Hayatını rayına oturtmaya çalışırken yeni bir aşk macerası istemiyordu.

“Abartmayın lütfen, basit bir hemşireyim.”

“Haksızlık etmeyin. Eğer siz olmasaydınız bu gece ki krizi nasıl atlattırdık bilmiyorum.”

“Dediğim gibi Tolga Bey, ben sadece işimi yaptım. Bu kadar övgüye gerçekten gerek yok. Şimdi müsaadenizle eve gidip dinlenmek istiyorum.”

Daha başka bir şey demeden hastane koridorunda adımladı Asuman. Şu an tek isteği yatağına uzanıp deliksiz bir uyku çekmekti.

***

Gözlerine vuran güneş ışıklarıyla gözlerini araladı Feyza. Kaç saattir uyuduğunu bilmiyordu fakat kendini fazlasıyla yorgun hissediyordu. Gece hiç uyumamış, Asuman eve geldiğinde gözü dalmıştı biraz fakat galiba öğlen olmuştu. Kendinin odasına güneş, öğlen saatlerinde vuruyordu çünkü. Baş ucunda duran komodinin üzerinde elini gezdirip telefonunu eline aldığında yanılmadığını anladı. Saat öğlen ikiydi, bu kadar çok uyuduğuna cidden inanmıyordu. Neyse ki Cumartesi olduğundan okul yoktu bugün. Biraz dinlenip kafasını toparlaması gerekiyordu. Karşısındaki yatağın boş olduğunu gördüğünde Asuman’ın evde olmadığını anladı. Muhtemelen hastaneye geri dönmüştü. Tembel tembel uzanmayı bırakarak yatağında doğruldu, ayaklarını yere sarkıttığında tabanları halı ile buluştu. Gözünün önüne gelen saçları komodinin üstündeki tokayla toplayıp ayağa kalktı. Tek kelimeyle berbat hissediyordu kendini. Akşamdan kalma gibi bir hali vardı. Mutfağa geçince buz dolabını açıp içine şöyle bir göz attı. İştahı yoktu, canı hiçbir şey istemiyordu. Dolabı geri kapadığında duşa girmenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdi. Ancak kapı çalınca bunu yapamadı. Kim gelmişti şimdi? Koridora çıkıp kapıya vardığında kapıyı açmıştı ki, karşısında Caner’i gördü. İç geçirdi, gerçekten onunla gevezelik edebilecek bir halde değildi.

“Günaydın mı desem tünaydın mı?”

“Asuman yok,” dedi Feyza lafı uzatmadan. “Eğer onun için geldiysen boşuna yorulmuşsun.”

“Bazen Asu’nun mu sana yoksa senin mi Asu’ya benzediğini merak ediyorum. Hanginiz daha önce doğmuştunuz?”

“Caner gerçekten seninle uğraşacak halim yok, başım çatlıyor ağrıdan. Beni uğraştırmadan ne istediğini söyler misin?”

“Dün gece yakıp yıktın mahallede başın ağırmasın da ne yapsın?”

“O konuya hiç girme çünkü hâlâ sinirim geçmiş değil.”

“Ya yok alay etmiyorum senle, vallahi bak. Tam aksi senin gibi bir yengem olduğu için gurur duyuyorum.”

“Ne yengesi Caner? Ne saçmalıyorsun?”

Belli belirsiz gülümsedi genç adam, ne dediği gayet açıktı da Feyza anlamamazlıktan geliyordu. Elindeki davetiyeyi karşısındaki kadına uzatırken hiç bozmadı duruşunu.

“Hiç, ağız alışkanlığı işte. Neyse düğün davetiyesi getirdim.”

“Düğün davetiyesi mi?” diye mırıldandı Feyza. Sarp’la, Ayşen bu kadar çabuk mu bastırmıştı davetiyeleri? Bir an nefes alamadığını hissetti. Caner’in elindeki davetiyeyi alıp aceleyle içine bakmak için çabaladı fakat Caner davetiyeyi açmadan içini rahatlattı.

“Korkma Sarp’ın değil. Öyle olsa getirir miyim hiç? Kalpsiz miyim o kadar?”

“Bir gün o davetiye de böyle geçmeyecek mi elime?”

Caner’in karşısında bile duygularını belli etmeden duramıyordu Feyza. Gözleri nemlendiğinde saklayamadı karşısındaki adamdan iki damla gözyaşını. Gözyaşlarını kamufle etmek için davetiye ile kapadı gözlerini. Ceylan’la, Ferhat’ın düğün davetiyesiydi bu. Görmüştü Ceylan’ı birkaç kez, hatta çeyizi falan da çıkmıştı bir iki ay önce ve anlaşılan şimdi de tüm mahalle davetliydi düğüne.

“Feyza”

“Hm?”

Genç kadının elindeki davetiyeyi alıp gözlerinin içine baktı Caner. Davetiye bahaneydi, buraya Feyza’yla konuşmak için gelmişti.

“Konuşalım mı biraz?”

“Ne konuda?”

“Asu gibi başlamadı şimdi sen de. Konuşalım işte, geldiğinden beri doğru düzgün iki çift laf edemedik. Eski dost değil miyiz biz?”

İtiraz hakkı tanımadan içeri girdi Caner. Feyza ise kapıyı kapatıp derin bir nefes aldı. Çok zor değildi Caner’in ne hakkında konuşmak istediğini tahmin etmek. Sarp bahsini açacaktı kesin fakat kendi Asuman’la bile doğru düzgün dertleşemiyorken Caner’e içini dökemezdi ya. Yine de odaya adımlayıp genç adamın karşısına geçti.

“Kahve falan içer misin?”

“Hiç zahmet etme, gel otur şöyle oturup dertleşelim.”

Kanepeye, Caner’in yanına oturduğunda gayet ciddi bir şekilde baktı karşısındaki adama.

“Seni dinliyorum."

“Bana bu kadar mesafeli olmana gerek var mı Feyza? Kızım biz arkadaş değil miydik ya, lisede neler neler yaşadık. Az mı okuldan kaçtık, az mı kopyalar çektik? Disipline bile beraber gittik ya. Şimdi öğretmen oldun diye unuttun mu o günleri?”

Gülümsedi Feyza, hiçbir şeyi unutmamıştı ki. Lisede yaşadığı tüm o maceralar tatlı bir hatıra olarak yer edinmişti beyninde. Farklı farklı okullarda devam etmişti belki sonrasında eğitim hayatına fakat hiçbir üniversite kendine lisedeki aldığı o tadı verememişti kendine. Lisede kurduğu arkadaşlıklar gibi arkadaşlık kuramamıştı hiçbir yerde. Aşkını, dostlarını şüphesiz lisede bulmuştu. O günler çok uzakta olsa, iyi ki yaşamıştı bir zamanlar lise yıllarını.

“Senin yüzünden başımıza gelmeyen bela kalmadığını nasıl unutabilirim ki?”

“Çok haylazdım demi ben?”

“Şimdi farklı mısın?”

“Değilim,” diyerek dürüst davrandı Caner. Kendini biliyordu sonuçta. “Ne yaparsın ben de böyle bir adamım işte. Kabul, Asu’yu da çok üzdüm zamanında fakat pişman oldum. İnan çok pişman oldum. Asu beni affetmiyor, affetmeyecek haklı. Kızamam ona ama… Ama Sarp seni hiç üzmedi Feyza.”

İşte başlıyordu, Caner ne yapmış ne etmiş konuyu buraya getirmişti. Gözlerini kapadı Feyza, Sarp’ın adını duyduğu an gözleri yaşarıyordu. İnkâr edemiyordu artık, yalanlayamıyordu duygularını ve karşısındaki adama kendini savunacak mecali bulamıyordu. “Caner,” diyebildi büyük bir yılgınlıkla. Gözlerini açtığında titreyen dudaklarına aldırmadı.

“Ne olur yapma. Canım yeterince yanıyor, sen deşme bari.”

“Sen niye bunu yapıyorsun o zaman? Hem Sarp’a, hem kendine neden bu kadar acı çektiriyorsun? İkinize niye bunu yapıyorsun Feyza? Bak sen bilmiyorsun ama ben biliyorum. Sarp’ın seni nasıl sevdiğini senden daha iyi biliyorum. On yıl ya… On yıl boyunca bu adam seni bekledi. Bir gün gelirsin umuduyla her Allah’ın günü yolunu gözledi. Gelen her yabancı arabanın içinde belki sen varsındır diye dolaşıp durdu mahallede. Şu karşı kaldırımda oturup kaç gece seni bana anlattı. Seneler boyunca tek bir kadına bile göz ucuyla bile bakmadı. Kız mı yoktu ona? Vardı! Nermin teyze kaç kişi için zorladı Sarp’ı ama istemedi Sarp. Hiç kimseyi senin yerine koyamadı. Koymayı bırak yüreğinde sen varsın diye tek bir kadını bile almadı hayatına. Sen geldin Sarp bayram çocukları gibi havalara uçtu. Kızım bu adam seni çok sevdi ya, canından daha çok sevdi. Yazık değil mi? Sana da, ona da yazık değil mi?”

“Caner…”

“Şimdi Ayşen’in yüzüğünü parmağına taktı diye senden vazgeçtiğini mi sanıyorsun? Ulan on yıl ya, on yıl! Onca zaman seni bekleyen adam, senden vazgeçer mi iki günde? Sen gittin, o İlker lavuğu ile nişanlandın, adamın gözlerinin içine baka baka ben İlker’i seviyorum, dedin Sarp deliye döndü ama yine kendinden vazgeçip seni düşündü. Feyza mutlu olsun yeter, dedi. Ayşen’i sevdiği için mi onunla nişanlandığını sanıyorsun? Ne sanıyorsun Feyza? Senin için yaptı bunu! Anlıyor musun? Senin için yaptı! Sen mutlu ol, diye gitti Ayşen’i istedi babasından. Canı nasıl yanıyor biliyor musun? Bunu ona yapmaya hakkın yok Feyza. Sarp’ın canını bu kadar çok yakmaya hakkın yok.”

“Benim canım yanıyor mu sanıyorsun Caner? Sarp’ı her Ayşen’le gördüğümde acı çekmediğimi mi sanıyorsun? Sen on yıl boyunca benim ne yaşadığımı biliyor musun? Sarp’a kavuşmak için ne çok bedel ödediğimden haberin var mı? Ama olmuyor işte! Olmayınca olmuyor! İlker’i sevdiğim için mi nişanladım ben? Sarp’ı korumak istedim anlıyor musun? Babamdan, İlker’den hatta kendimden bile! Sarp mutlu olsun istedim! Başkasıyla da olsa güzel bir yuvası, ailesi olsun istedim! Varsın Ayşen’in kocası olsun, varsın Ayşen’le çocukları olsun ama yeter ki iyi olsun! Ben razıyım… İnan Sarp mutlu olsun, ben mutsuzluğa razıyım!”

“Olmayacak ki! Sarp sensiz asla mutlu olmayacak! Asıl sen bunu anlıyor musun? Kimse Sarp’a bir şey yapamaz! Çünkü onun arkasında ben varım! Kardeşime dokunan elleri tek tek kırarım! At çıkar saçma sapan şu yüzüğü parmağından! Git, tut Sarp’ın elini! Sen o eli bir kez olsun tut, Sarp cihanı karşısına alır senin için!”

Yüzünü elleriyle kapatmıştı Feyza, ne kadar yutkunsun yutkunsun boğazındaki yumruyu yok edemiyordu. Caner konuştukça kalbi kanıyordu. Nasıl yapıyordu bunu? Nasıl duygularını deşifre etmesinin bir yolunu buluyordu Caner? İçinde tutamıyordu, kuzenine bile anlatamadığı, söylemediği hislerini Caner’e açmıştı ansızın. Ya gidip Sarp’a söylerse bunları? O zaman ne olacaktı? Kahretsin, nasıl Caner’in kendini manipüle etmesine izin vermişti?

“O kadar kolay mı?” diyerek ellerini indirdi genç kadın. Tekrardan Caner’le göz teması kurduğunda dün gece kendini terk eden öfke yeniden ele geçirdi.

“Dışarıdan göründüğü kadar kolay mı sanıyorsun Caner? Ne babam hakkında, ne İlker hakkında hiçbir şey bilmiyorsun! Birlikte ne işler çevirdiklerinden haberin var mı? Yok! Karşıma geçip konuşmak kolay! Ben istemez miyim sanıyorsun şu yüzüğü İlker’in suratına fırlatıp gidip Sarp’ın boynuna atılmayı? Ama yapamam! Yapamam anlıyor musun? Sarp’ı bile bile tehlikeye atamam! Ona dokunursam, onu yakarım! Asıl Sarp’a bunu yapmaya hakkım yok! Ve sen de biraz olsun Sarp’ı düşünüyorsan gidip hiçbir şey söylemezsin ona!”

Daha fazla Caner’le konuşursa kendine engel olamayacak, daha ağır sözler söyleyecekti Feyza. O yüzden başka bir şey demeden ayağa kalkıp mutfağa gitti. Amacı olay yerinden uzaklaşmaktı. Caner ise yine bomboş kalan avuçlarına aldırmadan iç geçirdi. “İyi!” diye bağırdı genç kadının duyabileceği bir ses tonuyla.

“Ayşen’le, Sarp’ın çocuğu olduğunda altın takarsın o zaman. Malûm adettendir!"

Ellerini saçlarının arasından geçirdi Feyza, hissettiği sinirle gidip Caner’i boğabilirdi. Asuman’ı her zaman anlamıştı fakat şimdi hiç olmadığı kadar hak veriyordu ona. Cidden Caner sayesinde sinir krizi geçirebilirdi insan. Gözlerini kapatıp sakin kalmaya çalıştı. Çok geçmeden de Caner’in evden çıktığını duydu. Fakat içindeki öfkeye hâkim olamadan tezgâhın üzerinde duran bardağı eline alıp yere fırlattı ve biraz olsun kendini rahatlamış hissetti ama keşke o bardak yerine Caner’in kafasını kırabilseydi.

***

Hemşire odasında malzemeleri karıştırıp dururken hemşire arkadaşlarının konuştuklarını duymazdan geliyordu Asuman. Çat pat tanışmıştı onlarla fakat şimdi dedikodu yapmak istemiyordu canı. Malzemelerle işinin bitmesinin ardından karton bardağa kahve tozunu döküp içine su doldurdu. Kahvesini karıştırıp bir yudum içmişti ki, elinde koca bir buket olan bir çiçekçi odaya girdi. Kartın üzerine bakıp yazan ismi tekrar okuduğunda çiçeği hangi kadına vereceğini gözleriyle seçmeye çalıştı.

“Asuman Göktaş.”

Herkesin dikkati kendine döndüğünde öylece kaldı Asu, kim kendine çiçek göndermiştİ? “Benim,” diyerek bardağını kenara bıraktı ve elemanın kendine doğru getirdiği çiçeği kucağına aldı. Tuhaftı ama hiçbir sevgilisi böyle bir jest yapmamıştı bugüne kadar. Ki, şu an hayatında da biri yoktu. İçinden acaba, demeden yapamadı. Caner mi göndermişti yoksa çiçeği?

“Bu çiçek size efendim.”

“Kimden gelmiş?”

“Bilmiyorum içinde not yazıyor ama.”

“Teşekkür ederim,” demekle yetinip çiçeğin arasındaki notu bulmaya çalıştı genç kadın. Kart eline geçince ise istemsiz hayal kırıklığına uğradı. Caner değildi çiçeği gönderen, dün akşam hastanede tanıştığı doktor Tolga’ydı.

Hastanemizi güzelleştiren hemşiremize küçük bir tebrik.

Tolga

Gözleriyle notu okumasının ardından iç geçirdi Asu. Bir kadın olarak belki hoşlanmalıydı bu ufak jestten fakat erkeklerin ciğerini bildiği için sadece gözlerini deviriyordu. Hemen bir çiçeğe tav olacağını sanıyorsa çok yanılıyordu Tolga. Bunun için daha çok fırın ekmek yemesi gerekiyordu.

“Kimden?” diye sordu Çiğdem merakına engel olamadan.

“Kuzenimden,” diyerek kestirip attı genç kadın. Elbette ki, çiçeği Tolga’nın gönderdiğini söylemeyecekti. Daha ilk haftadan dedikodu malzemesi olmak istemiyordu hastanede. Kartı yırtıp çöpe attığında aklının karışmaması için çabalıyordu. Belki de şu kuruntularından kurtulup Tolga’yı tanımaya çalışmak o kadar da kötü bir fikir değildi. Adamın niyeti açıktı ki, kendine çiçek göndermişti. Tamam ilk günden bunu yapması biraz cüretkârcaydı fakat belli bir yaşa gelmiş bir adam kendiyle liseliler gibi flört mü edecekti?

“Hayret doğrusu kuzenine çiçek gönderini de ilk defa görüyorum.”

“Her şeyin bir ilki var işte Çiğdem.”

Burada durursa kızlar üstüne üstüne gelmeye devam edecekti, o yüzden odadan çıkıp koridorda adımladı Asu. Mola da olduğu için biraz hava almak istedi. Hastanenin terasına çıktığında karşısında Tolga’yı gördü. O da karton bardağıyla kahve içiyordu. Çirkefleşmemeli, kibar kibar teşekkür etmeliydi. Adam bir incelik yapmıştı sonuçta.

Arkasını döndüğünde genç kadını görünce gülümsedi Tolga. Gizleyeceği bir şey yoktu ortada, etkilenmişti Asuman’dan. Mavi gözlerini görür görmez hayran olmuştu ona. Öyle uzun yolları hiçbir zaman sevmemişti, hoşlandığı apaçık belli etmek gibi bir huyu vardı. Asuman’a niyetini belli etmeliydi ki, bir umut var mıydı, yok muydu anlamlıydı.

“Asuman Hanım”

“Siz de mi buradaydınız?”

“Yaz, kış fark etmez. Burası her zaman en sevdiğim yer olmuştur. Siz de sever misiniz terasları?”

“İnsanın hava almaya bazen o kadar çok ihtiyacı oluyor ki,” diyerek adımladı Asu. Karşısındaki şehir manzarasına bakarken Tolga’nın yanına geldiğini hissetti. Bakışlarını ona doğru çevirdiğinde düşüncelerinin arasında kayboldu. Kibar bir adama benziyordu Tolga, onu tanımaya çalışmak belki cidden o kadar kötü bir fikir değildi.

“Özellikle de Antakya havasına.”

Gülümsedi Asu, anlaşılan Tolga da Antakya hayranıydı.

“Antakyalı mısınız?”

“Aslında Ankaralıyım fakat yıllardır burada çalışıyorum. Ya siz?”

“Doğum olarak İstanbul ama on altı yaşımda geldim Antakya’ya. Liseden sonra da yurt dışına gitmek zorunda kaldım ancak şimdi de buradayım işte."

“İnsan alıştı mı, kopamıyor buradan. Bu şehrin bambaşka bir atmosferi var.”

“Öyle,” demekle yetindi genç kadın ılık havayı içine çekerken. Anlaşılan bahar yine erken gelecekti Antakya’ya. Geceleri soğuk olsa da, gündüzleri ceketsiz dolaşılabilecek kadar sıcaktı.

“Ben en çok Arsuz’u seviyorum. O denizin berraklığı çok hoşuma gidiyor. Böyle nezih, tam kafa dinlemelik bir yer. Sizin var mı böyle sevdiğiniz bir yer Hatay’da?”

Dudaklarını büzdü Asu, omuzlarını kaldırıp indirdi. Antakya’yı seviyordu fakat her köşe başında Caner’le olan anıları göz kırpıyordu kendine. Her yerde hatıraları varken en sevdiğim yer, neresi diye hiç düşünmemişti. Defalarca Caner’le, el ele yürüdüğü Asi Nehri mi yoksa yine Caner’le birlikte okuldan kaçıp sahil kenarına gittiği Çevlik mi? Ya da alabildiğine dolaştığı Uzun Çarşı mı? Hangisi kendi için vazgeçilmezdi? Belki de hepsi. En değerli hatıralarını yaşadığı her yeri seviyordu.

“Sanırım Antakya’nın sevilmeyecek hiçbir yanı yok.”

“Ben de öyle düşünüyorum,” diyerek gözlerini Asu’nun üzerinde gezdirdi Tolga. Genç kadının da bakışları kendine dönünce gülümsedi. Sohbeti uzatmak niyetindeydi aslında ancak kendinden önce davranan Asuman buna izin vermedi.

“Bu arada çiçek için teşekkür ederim hiç gerek yoktu, zahmet etmişsiniz.”

“Ne zahmeti, sizin gibi güzel bir kadına o çiçekler az bile.”

Alt dudağını dişlerken gözlerini kaçırdı Asu. Çok uzun zaman olmuştu böyle kibar bir iltifat almayalı. Caner’le, kedi köpek gibi didişmekten unutmuştu nasıl nezih bir şekilde flört edileceğini. İstemiyorum, dese de genç bir kadındı ve her kadın gibi güzel sözler duymak hoşuna gidiyordu. Kim bilir belki bu sefer kalbinin kapılarını araladığı için pişman olmazdı. Saçını kulağının arkasına geçirdiğinde “Teşekkür ederim,” demekle yetindi. Heyecanlanması saçmaydı fakat heyecanlanıyordu elinde olmadan.

“Şey… Ben işimin başına döneyim artık.”

“Tabii.”

Arkasını döndü terastan içeri girmek için birkaç adım attı fakat Tolga’nın sesini duyunca durdu Asuman.

“Asuman Hanım”

“Efendim?”

“Güzel sohbetiniz için teşekkür ederim. Sizin için bir sakıncası olmazsa bunu tekrarlamak isterim.”

“Elbette,” dedi genç kadın gülümseyerek. Sonra da içeri girip kendini toplamaya çalıştı. Uzun… Çok uzun zaman sonra kalbinin attığını ilk defa o an hissetti. Kendinin de bir kalbi vardı ve o kalp sadece kan pompalamak için yaratılmamıştı. İlk günden Tolga’ya âşık olacak hâli yoktu ama etkilenmişti ondan itiraf etmesi gerekirse. Sesi, sohbeti, sözleri kibardı adamın. O incelikte heyecanlandırmıştı işte kendini.

İşinin başına geri dönmesinin ardından hastanede koşturup durdu Asu. Günün ilerleyen saatlerinde yine hemşire odasında dolanıyordu ki, Feyza kapıyı tıklatıp “Asuman,” diye seslendi. Evde oturmaktan gına gelmişti, o yüzden kuzenini alıp bir yerlere gitmeyi planlıyordu.

“Feyzoş bu ne sürpriz?”

“Bunaldım da sana uğrayım, dedim.”

“İyi yaptın,” diyerek kuzenine sarıldı Asu. Geri çekilip Feyza’da gözlerini gezdirdiğinde yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anladı.

“Sen iyi misin?”

“Pek sayılmaz. Caner geldi saçma sapan konuşup sinirlerimi bozdu.”

“Bunu normalde benim söylemem gerekmiyor mu?”

Güldü Feyza, sahiden bugün Asuman’la yer değiştirmiş gibiydi fakat Caner insanı her şekilde çıldırtabiliyordu.

“Boş ver sen Caner’i şimdi. Senin mesain kaçta bitiyor?”

“Bir saat sonra.

“Tamam beklerim ben. Bitince bir yerlere gidelim gerçekten bayağı bunaldım çünkü.”

“Olur, gideriz de ben şu kan tahlilerini laboratuvara götürüp geleyim olur mu?”

Kuzenini gözleriyle onayladı Feyza. Asuman işine bakarken kendi de uygun bulduğu bir sandalyeye oturdu. Kuzeni odadan ayrılınca başını ovdu. Son günlerde neden bu kadar çok başının ağırdığını bilmiyordu. Odaya birinin geldiğini hissettiğinde gözlerini açmıştı ki, karşısında genç bir adam gördü.

“Siz,” dedi Tolga tereddüt ederek. Tanımadığı birini hemşire odasında görmek şaşırtmıştı kendini. Hastalar buraya uğramazdı çünkü. Hemşirelerin dinleme odasıydı burası.

Aceleyle ayaklandı Feyza, hoş olmamıştı çalışma alanına böyle dahil olmak. “Kusura bakmayın,” dedi düz bir sesle. “Ben Asuman hemşirenin kuzeniyim de…”

“Öyle mi? Ben de Tolga, Asuman Hanım’ın çalışma arkadaşıyım.”

Uzatılan eli kibarca tuttu genç kadın. İçten bir gülüş kondurdu dudaklarına. “Memnun oldum Tolga Bey.” Asuman adına mutluydu. Yepyeni bir sayfa açıyordu kuzeni. İşe girmiş, iyi bir hastanede çalışmaya başlamıştı. Yeni arkadaşlarının olması da elbette güzeldi.

“Feyzoş,” diyerek tekrar odaya girdi Asu. Tolga’yı görünce ise bir an tepki veremedi. Demek ikisi tanışmıştı, iyi olmuştu aslında. Kendi böylelikle mevzuyu özet geçebilirdi Feyza’ya. “Sen istersen burada bekleme, diyecektim de Tolga Bey’le tanışmışsınız sanırım.”

“Öyle oldu,” dedi Feyza. Sandalyeye bıraktığı çantasını geri alıp kuzenine dikti bakışlarını. “Neyse ben kafedeyim, işin bitince gelirsin.”

Kuzeni odadan çıkınca gözlerini Tolga’ya çevirdi Asu, onun niye buraya geldiğini merak ediyordu doğrusu. Tolga ise bir hastanın tahlil sonuçlarını özel olarak görmek istediğini söyledi. Daha iyi bir bahane bulamamıştı itiraf etmesi gerekirse. Asu ise gülmemek için dudaklarını ısırdı. Otuz yaşına gelmiş bir adam, kendiyle yakınlaşmak için ciddi ciddi bahane üretiyordu. İşte bunun hoşuna gitmediğini söyleyemezdi.

***

“Bu mutlu günümüzde siz dostlarımızı aramızda görmek isteriz. Ceylan ve Ferhat… Ne diyorsun gidelim mi düğüne?”

Kırmızı ışıkta durduğunda gözlerini davetiyeyi okuyan Asu’ya çevirdi Feyza. Düğüne gitmek gibi bir planı yoktu ancak biliyordu ki, Asuman çoktan hazırdı bu düğüne.

“Hayır, desem beni dinleyecek misin?”

“Hadi ama Feyzoş azıcık eğlencenin kime zararı dokunur ki? Hem kaç yıl oldu seninle şöyle göbek atmacalı bir düğüne gitmeyeli.”

“Peki öyle bir düğüne hiç gitmediğimiz gerçeği?”

“Daha iyi ya, bir ilk yaşarız.”

“Tüm mahalle orada olacak Asuman. Gözümde canlanıyor da… Saatlerce çalan davullar, göbek atan teyzeler, halay çeken erkekler, son ses açılmış şarkılar… Sence böyle bir ortam ne kadar eğlenceli olabilir?”

“Cenaze evi değil, düğün salonu bu Feyzoş. Tabii ki öyle bir ortam olacak.”

“Ben almayım daha iyi.”

Yeşil ışık yandığında gaza bastı Feyza, gerçekten bir mahalle düğününe gitmek istediği son şey olabilirdi. Gözünde canlanan manzara fazlasıyla korkutuyordu kendini. Bir kere davul gürültüsünden nefret ederdi. Ve davulun gece boyunca çalacak olması bile nefesini daraltıyordu. Hiçbir zaman sevmemişti düğünleri, seveceğini de zannetmiyordu.

“Gerçekten bazen senin düğünün nasıl olacak merak ediyorum.”

“Benim düğünümün olmayacağını çok iyi biliyorsun.”

“O niye? Bir gün elbet sen de gelin olacaksın.”

“Asuman”

“Ne?”

Kısa bir gözlerini yoldan çekip kuzenine baktı genç kadın. Caner’le, Asuman ne zannediyordu? Sarp’la evleneceğini falan mı? Evet, Sarp evlenecekti ama başka bir kadınla. Kendi ise dünden hazırdı hayatını öğretmenliğe adamaya.

“Evlenmeyeceğimi de biliyorsun.”

“O kadar kesin konuşma. Önümüze ne çıkacak hiç bilemeyiz.”

“Tolga gibi mi?”

Feyza konuyu buraya getirmişti ya, tebrik ediyordu Asu kuzenini. “Feyzoş,” dedi yaramazca. Alt dudağını ısırıp masum masum güldü.

“Bu konuyu sonraya ertelesek?”

Ortada hiçbir şeyin olmadığını biliyordu Feyza fakat Asuman’ın halinden yine onun abayı yaktığını anlıyordu. Bir kez daha ona bakıp gülümsediğinde sessiz kaldı. Yaşadığı onca hüzünlü aşk hikayesinden sonra Tolga’nın, Asuman’a bahar gibi güzel gelmesini diliyordu.

***

Kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz derken büyük yanılmıştı Feyza. Yoksa tam şu an düğün için hazırlanıyor olmazdı. Her ne kadar hayır, dese de Asuman düğüne gelmesi için başının etini yemişti, kendi de yine onun sayesinde istemediği bir yere zorla gidiyordu. Dolap aynasının önünde durmuş kendine bakarken kıyafetinin fazla abartı olup olmadığına karar vermeye çalışıyordu. Siyah, kolu dantel işlemeli, hafif göğüs dekolteli, hemen dizinde biten dar bir elbise giymişti. Elbisesine göre de fazla yoğun olmayan bir makyaj yapmıştı. Saçlarını ise açık bırakmış, maşa çekmişti. Niye bu kadar özenmişti ki? Alt tarafı mahalleden birinin düğününe gidiyordu. Fazla değil miydi bu kadarı? Kararsızdı aslında ama daha farklı kıyafet deneyecek zamanı yoktu. Ne giymişse öyle gidecekti.

“Yakıyorsun bebeğim!”

Arkasını döndüğünde topuklu ayakkabı giymeye çalışan Asu’yu gördü Feyza. Abartısız on dakikadan beri ayakkabıyı giymek için çabalıyordu kuzeni. O kadar yüksek topukluya gerek var mıydı cidden?

“Onu kendine söylemelisin.”

“Eh ben zaten güzel olduğumu biliyorum.”

İnsanın kendi güzelliğinin farkında olması gerektiğine inanıyordu Asu. Güzel bir kadındı nihayetinde, bunu da gizleme gereği görmüyordu. Giydiği su yeşili, kalın askılı elbise yakışmıştı beyaz tenine. Açıkta kalan göğüs dekoltesinden ise hiç rahatsız değildi. Dikkat çekmeyi seven biriydi ne de olsa. Elbisenin boyu dizinin biraz yukarısında bitiyordu, bu da uzun bacaklarını ortaya çıkartıyordu. Saçlarının yarısını toplamış, yarısını açık bırakarak dağınık bir görünüm vermişti. Kıyafetine uygun yeşil toz makyajı da güzelliğine güzellik katıyordu.

“Hazırsan çıkalım mı? Erken gidip erken dönelim.”

“Hazırım hazırım,” diyerek ayaklandı Asu. El çantasını eline alıp Feyza’nın arkasından adımlarken en azından bu gecenin güzel geçmesini umuyordu.

Feyza kapıyı açtığı anda karşı evden çıkan Sarp’ı gördü. Fazla yakışıklı olmuştu Sarp. Giydiği mavi takım kumrallığını daha çok ortaya çıkarmıştı. Traş olmuş, gür saçlarını derli toplu bir hale getirmişti. Tam şu an bir kez daha âşık olmuş olabilirdi ona. Gözlerinin içine içine bakarken bir şeyler demek istedi fakat evden çıkan Nermin Hanım yüzünden açtığı ağzını geri kapadı.

“Sarp”

Karşısındaki kadından bakışlarını çekip arkasını döndüğünde annesini gördü genç adam. En azından bir kez olsun Feyza’ya doya doya bakabilseydi.

“Efendim anne?”

“Sen Ayşen’i al gel, biz bekliyoruz.”

Sıkıntıyla iç geçirmesinin ardından başını salladı Sarp. Zaten o yüzden çıkmıştı ya dışarı. Nişanlısı olduğu için Ayşen’le birlikte gitmesi gerekiyordu düğüne. Şimdi de onu alıp gelecek sonra ailesiyle birlikte düğün salonunun yolunu tutacaktı.

“Merak etmeyin, çok gecikmem.”

Başka bir şey demeden kapıyı kapadığında sokağa doğru adımladı Sarp. Feyza olduğu yerde dikilmeye devam ederken en sonunda içinden geçeni söylemeye karar verdi.

“Sarp”

Arabanın kapısını tutarken Feyza’ya odakladı bakışlarını Sarp. Genç kadına içinin nasıl aktığını, onun güzelliğinin nasıl aklını başından aldığını bir kendi bilirdi. Tek kelimeyle su gibi güzel olmuştu Feyza.

“Efendim?”

“Çok… Çok yakışıklı olmuşsun.”

İlk günlerdeki gibi elini ensesine götürdü genç adam. Garipti ama hâlâ utanmadan edemiyordu Feyza’dan.

“Sen de çok güzelsin.”

Gülümsedi Feyza, içi burukta olsa durumu toparlamaya çalıştı. “Teşekkür ederim. Ayşen de çok beğenecek seni.”

Gözlerini kapadı, içinde saçma bir öfke peydahlanırken sinirlenmenin gereksiz olduğuna karar verip arabaya bindi Sarp. İçindeki acıyla tozu dumana katarak sokaktan çıktığında bir kez daha keşke, dedi. Keşke her şey çok daha farklı olsaydı, keşke Ayşen yerine Feyza ile kol kola gidebilseydi o düğüne. Keşke Feyza’nın elini herkesin önünde cesurca tutup girebilseydi o salona ama bunlar bir hayaldi. Gerçekler gün gibi ortadaydı. Üç ay sonra Ayşen’in resmi nikâhlı kocası olacaktı.

Sarp’ın gidişinin ardından Feyza kendi arabasına bindi. Asu kapıyı kilitlerken Caner’in sesini duydu. Şu düğüne gidene kadar onu görmeseydi en azından.

“Kavalye istersen ben buradayım, hatırlatayım.”

“Hayret ben Sena’yı getirirsin sanmıştım.”

“O gece yaşananlar, o gecede kaldı.”

“Doğru sen tek gecelik eğlenceler seversin.”

“Daha ne kadar benden nefret etmeye devam edeceksin Asu?”

“Senden nefret etmiyorum sadece benden uzak durmanı istiyorum. Ben gerçekten yoruldum çünkü.”

Başka bir şey demeden Caner’in yanından geçip arabaya bindi genç kadın. Sahiden Caner’le uğraşıp durmaktan yorulmuştu. Bu iş tamamen kapanmak zorundaydı artık. Hayatında Caner’e yer yoktu, hiçbir zaman da olmayacaktı. Eski defterleri çöpe atmasının zamanı çoktan gelmişte, geçiyordu.

Feyza gaza basarak uzaklaştığında Caner derin bir nefes aldı. Tek Asu değil, kendi de çok yorulmuştu fakat pes etmek yoktu kitabında. Öyle kolay kolay vazgeçemezdi sevdiği kadından.

Gelin ve damadın ailesi misafirleri karşılıyor, düğün salonunda hafif müzikler çalıyordu. Mahalleliler uygun buldukları masaya geçip oturmasının yanında tanıyan, tanıdığına selam veriyordu. Çocuklar pistte kendilerince koşturup dururken balonlar havada uçuşuyordu. Bazıları ise salondaki davulculardan korkuyordu. Biliyorlardı ki, birazdan o davullar inletecekti salonu.

Asuman’la birlikte salona girdiğinde daha şimdiden içinin daraldığını hissetti Feyza. Tam tahmin ettiği gibi bir görüntüyle karşılaşmıştı çünkü. Beyaz örtüyle süslenmiş masa ve sandalyeler, masanın üzerindeki çiçekler, kör edici bir şekilde yanan ışıklar, sahnede az sonra avazı çıktı kadar bağıracak olan bir adam, giydikleri kıyafetlerle renk cümbüşü oluşturan kadınlar ve daha nicesi… Birazdan da gelinle, damat gelecek ve konfetiler patlatılacaktı sonra dans şarkıları, ardından çekilecek olan halaylar, ayaklarını yere vura vura, düğün salonunu yıkmak istercesine göbek atan insanlar, daha da korkuncu ise tüm gece çalacak iki davul ve en son takı takma merasimi… Kimseyi yargılamak istemiyordu. Herkesin yaşam şekline saygı duyuyordu fakat iki insan evleniyor diye bu kadar gürültüye, abartıya ne gerek vardı, anlamıyordu. Sade bir nikâh kime, niye yetmiyordu?

Kuzeniyle birlikte uygun bir masaya geçip oturduğunda şöyle etrafına bir göz attı Asu. Daha önce hiç düğüne gitmemiş değildi fakat ilk defa bir Antakya düğününe geliyordu. Ceylan’la çok samimiyeti olmasa da bugün olabildiğince eğlenmek istiyordu. Tüm gece Feyza gibi surat asıp oturacak değildi. Düğündü bu, insan elbette eğlenecekti.

“Yemin ediyorum seni gören düğüne değil, cenazeye geldiğimizi sanır.”

“Şimdiden içimin daraldığını hissediyorum.”

“Öyle deme ya. Allah herkes iyi gün versin. Ne güzel birbirini seven iki insan evleniyor. Kim bilir bize ne zaman kısmet olacak?”

Gözlerini devirdi Feyza, kuzeninin ne ara bu kadar koca meraklısı olduğunu gerçekten bilmiyordu. Yirmi sekiz yaşında olmasına rağmen evlilik kendine çok uzak geliyordu. Hele de Sarp’tan başka bir adamı sevmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu. Kalbi on altı yaşından beri ona aitti, ölene kadar da öyle kalacaktı.

“Feyza öğretmenim,” diyerek Feyza’nın kucağına atladı Zeyno. Küçük kıza sarılıp örgülü saçlarıyla oynadı Feyza. Pembe elbisesi ile nasıl da güzel olmuştu Zeynep.

“Çok güzel olmuşsun Zeynep.”

“Amcam da çok beğendi beni, hatta söz verdi benimle dans edecek bu akşam.”

Feyza sessiz kalırken Asu için için güldü. Zeynep iyi yerden girmişti konuya.

“Amcana söyle benimle de dans etsin.”

Başını iki yana salladı Zeyno. Çocuk olabilirdi ama her şeyin farkında olacak kadar akılıydı.

“Olmaz.”

“O niye kız?”

“Çünkü amcam yerine Caner abi seninle dans etmek istiyor. Bana söyledi seninle dans edecekmiş Caner abi.”

“Git Caner abine söyle Asu ablam başkasıyla dans edecekmiş, de.”

“Uğraşma çocukla,” diyerek araya girdi Feyza. Altı üstü sekiz yaşındaydı Zeyno, kendince de olaylarla eğleniyordu işte. “Caner’e ne diyeceksen, kendin dersin.”

Zeyno kendi kendine gülerken onların masasından ayrılıp annesinin yanına geri döndü. Amcasının kucağına oturduğunda kulağına yaklaşıp kıs kıs gülerek müzevirlik görevini yerine getirdi. Biliyordu Ayşen yengesinin söylediklerini duymaması gerekiyordu. O yüzden kısık sesle konuştu Sarp’ın kulağına.

“Asu abla seninle dans etmek istiyormuş amca.”

Yeğeninin yüzüne bakıp saçlarının arasına öpücük kondurdu Sarp. Yaşına başına bakmadan laf taşıyordu küçük hamım. Durumu toparlamak için yalanını hemencecik buldu. Ayşen’in bakışlarını üzerinde hissediyordu zira.

“Tamam prenses söz verdim, dans edeceğim seninle.”

Dans müziği çalmaya başladığını duyan Ayşen, Sarp’ın yüzünde bakışlarını gezdiriyor, nişanlısının kendini dansa kaldırmasını bekliyordu ki, Caner yine planlarını bozmayı başardı.

“E hadi kardeşim çocuk sabahtan beri bekliyor. Kalk iki tur at Zeyno ile. Hevesi kursağında kalmasın.”

“Gel bakalım o zaman fındık kurdu.”

Yeğeniyle masadan kalkan Sarp’ın ardından Caner kafasında kurduğu planları harekete geçirmek üzere ayaklandı. Zeyno istediği fırsatı ayağına getirmişti. Çaprazında duran Çiçek’e elini uzattığında, genç kız itiraz etmeden ayağa kalkıp Caner’in elini tuttu. Kaç yıllık Caner abisiydi o, elbette dans ederdi onunla. Bundan da yanlış şeyler çıkaranların yüzüne tükürürdü artık.

“Bu akşam yardımına ihtiyacım var,” diyerek Çiçek’in beline elini yerleştirdi genç adam.

Anında anladı genç kız, Caner’in aklından geçenleri. Adımları ona uyum sağlarken gülmeden edemedi.

“Asu abla için mi?”

“Hem onun için hem abin için.”

“Ayşen varken abim Feyza hocayı dansa kaldıramaz.”

“O kaldıramaz ama ben kaldırırım.”

“Nasıl olacak o?”

“Şimdi seni abine bırakacağım gidip Feyza’yı kaldıracağım. Asu gelene kadar abini oyalayacaksın sonra Asu, abinle dans edecek. Az vakit geçince de Asu'yla partnerleri tesadüf eseri değişeceğiz.”

“Asu ablanın bundan haberi var mı?”

“Merak etme, o beni her şekilde anlar.”

“İyi,” demekle yetindi Çiçek. Güzel plan kurmuştu Caner abisi umuyordu ki, tüm bu planlar ellerinde patlamasın. “Sonra da ben Ayşen’le zevkle ilgilenirim.”

“Görümcelerin bir tanesi sensin Çiçek.”

İç geçirip derin bir nefes aldı genç kız. Caner’den başka kimseye güvenemeyeceğini biliyordu bu konuda.

“Caner abi”

“Hm?”

“Abim gerçekten Ayşen’den ayrılıp Feyza hocayla evlenir mi?”

“Kızım abine kalsa şimdiye çocuk bile yapmıştı Feyza’yla ama annen maşallah bir tutturdu Ayşen de Ayşen diye… Aha bu hale geldik.”

“Ya sen? Sen Asu ablayla evlenecek misin?”

Gözlerini bir an genç kadına çevirdiğinde belli belirsiz gülümsedi Caner. Evlilik... Tuhaf işti evlilik ve itiraf etmesi gerekirse hiç sıcak bakmamıştı evlilik fikrine fakat Asu’nun karısı olduğunu düşünüyordu da, muhtemelen her sabah üçüncü dünya savaşı çıkardı evde. Yine de gözünün önünde canlanan resim gülümsetiyordu kendini.

“Asu ablan beni boğmazsa belki bir gün.”

Dudaklarını ısırdı Çiçek, kusursuz aşk var mıydı bilmiyordu ancak bir aşkın kusurlarıyla güzel olduğunu Asu’yla, Caner sayesinde görmüştü. İkisi de seviyordu birbirini, gözlerinden belliydi. Fakat sürtüşmek, durmadan kavga etmek, kedi köpek gibi didişmek onlara ayrı bir haz veriyordu onlara. Hissediyordu genç kız belki yıllar sürecekti ama eninde sonunda kavuşacaklardı. Bir gün… Elbet bir gün inadından vazgeçecekti Asu. Caner’i affedecek ve onunla gerçekten mutlu olacaktı.

Zeyno’nun ardından Caner kendine Çiçek’i bırakınca mecbur kardeşiyle dans etti Sarp. Araları hâlâ limoni olsa da, kardeşini kıracak değildi. Çiçek kendinin kıymetlisiydi, babasının emanetiydi nasıl ona kızgın kalabilirdi ki?

“Çok istiyorsan git Ayşen ablayla dans et.”

“Çiçek”

“Hayır, bakıp duruyorsun da o yüzden dedim.”

“Çiçek lütfen yine başlamayalım olur mu?”

Omuzlarını silkti genç kız. Abisinin kollarında iken gözlerini yere çevirdi. Biraz alınmış gibi davranmakta fayda vardı.

“Sen beni mi kıskanıyorsun ciddi ciddi?”

“Evet, kıskanıyorum,” diyerek gözlerini Sarp’ın gözlerine dikti. Eh biraz oyunculukta lazımdı. “Paylaşamıyorum abimi. Benim nişanlım olsa, sen beni kıskanmaz mısın?”

“Hem de nasıl. Ben seni kimselere veremem ki.”

“Ben de seni veremem. Benim bu dünyada bir tane Sarp abim var.”

“Gel buraya,” diyerek kardeşini göğsüne bastırdı Sarp. Sıkı sıkı Çiçek’e sarılırken kokusunu doya doya içine çekti. Çiçek kaç yaşına gelirse gelsin onu gerçekten kimseye veremezdi. Paylaşamazdı kardeşini başka bir adamla. Diliyordu ki, Çiçek hiçbir zaman kendine gelip ben evleneceğim demesin.

“Benim de bu dünyada bir tane Çiçek’im var.”

İşte burası, Sarp abisinin kolları genç kız için huzur dolu bir limandı. Her şeyden kaçıp dinlenebileceği bir liman ve kendi de o limanı, kıymet bilmeyen bir kadına asla bırakmayacaktı. Asla.

Kızıyla, oğluna bakarken mutlu görünüyordu Nermin Hanım. Nihayetinde çocuklarının arasının bozuk olmasını istemezdi. Bir anne olarak o da biliyordu ki, kızı abisini paylaşamıyordu. Babasız büyümüştü Çiçek, onun yaşadığı o baba açlığını da Sarp kapatmaya çalışmıştı bu yaşına kadar. Fakat evlenecek olması haliyle dengesini bozmuştu. Ayşen’i kabul edemeyişi bu yüzdendi ama biliyordu kendi. Kızı da anlayacaktı, Sarp’ın kıymetini ancak Ayşen’in bileceğini. Sağ tarafında oturan gelinine gözlerini çevirdiğinde onun kırıldığını anladı. Kaç şarkı değişmiş, Sarp hâlâ Ayşen’i dansa kaldırmamıştı. Anne şefkatiyle eline dokunduğunda içtenlikle gülümsedi.

“Asma yüzünü kızım, az Çiçek’le dans etsin seni de kaldırır Sarp.”

“Yok, önemli değil Nermin anne. Hem müsaadenizle ben bir lavaboya gitsem iyi olur.”

“Tabii kızım.”

Çantasını eline alarak ayağa kalktı Ayşen. İçindeki öfkeyi Akkaya ailesine belli etmemek için uzaklaşma ihtiyacı hissetmişti. Gözleri Feyza’yı bulduğunda daha da hırs yaptı. Fazla güzel olmuştu Feyza ve bu sinirine dokunuyordu. Fakat azıcık toparlansın mekânın sahibinin kim olduğunu gösterecekti ona.

“Oğlum,” diyerek Sedat’ın kolunu sıvazladı Nermin Hanım. Meryem de bekliyordu öylece masada, ayıptı. Sedat kocası olarak dansa kaldırmalıydı onu. Sedat, annesinin yüz ifadesinden ne demek istediğini anlayınca iç geçirip ayağa kalktı. Pek sevmezdi dans etmeyi fakat şimdi karısını dansa kaldırması gerektiğini biliyordu. Masanın etrafından dolanıp Meryem’in yanına vardığında elini uzattı genç kadına.

Kararsız kaldı Meryem, zira kocası istediği için değil, mecbur olduğu için bunu yapıyordu. Fakat yine de kırmak istemedi onu. Sedat’ın elini tutup ayağa kalktığında onunla birlikte piste adımlayıp kocasının omuzlarına tutundu.

“Sedat”

“Ne oldu?”

“Sana da bir gariplik var gibi gelmiyor mu? Saat dokuza geliyor ama ortada ne gelin var, ne damat. Hem normalde gelin ve damat gelmeden dans başlamazdı.”

“Olur böyle şeyler. Bir aksilik olmuştur, düğün salonu da davetlileri oyalamaya çalışıyor işte.”

“Belki,” dedi Meryem fakat hissetmişti garip bir şeyler vardı düğünde. Zaten şu yaşına kadar ilk defa düğün salonunda kıyılacak olan bir nikâh görüyordu. Çünkü tanıdığı insanların nikâhı düğünden birkaç hafta önce kıyılmış olurdu hep. Düğün daha sonra yapılırdı. Hatta kendi de bu şekilde evlenmişti Sedat’la. Belki de kendi abartıyordu, belki de Ceylan’la, Ferhat’ın böyle bir karar vermiş olması o kadar da garip değildi.

Feyza’nın masasına vardığında itiraz hakkı tanımadan genç kadının elini tutup onu dansa kaldırdı Caner. Âdeta piste doğru sürüklenirken düşmemek için Caner’in elini sıkı sıkı tuttu Feyza. Yine ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Ortaya geçtiklerinde müstakbel yengesi olarak tanımladığı kadının beline kolunu doladı genç adam. Diğer elini avucunu elinin içine aldığında kendine kızgınlıkla bakan ela gözlerle karşılaştı. İstediği kadar kızabilirdi Feyza fakat gelecek günlerde teşekkür edecekti kendine. Nitekim ne yapıyorsa Sarp’la, onun mutluluğu için yapıyordu. Yuvayı dişi kuş yapar sözü koca bir yalandı, sıcak bir aile yuvası hep kendi gibi tatlı kankalar sayesinde var olurdu.

“Yaptığın hiç hoş değil Caner.”

Caner’in omuzuna elini dayamış, ona uyum sağlarken öfkeliydi Feyza. Böyle bir şekilde dansa mecbur bırakılmak gerçekten sinirlerini bozmuştu.

“Ya iki dakika dans edeceğiz ne var bunda? Yabancı mıyım ben?”

“Bazen gerçekten neyin peşinde olduğunu anlamıyorum.”

“Bir şeyin peşinde değilim Feyza’cım. Bak dans ediyoruz sadece.”

İç geçirdi genç kadın daha başka bir şey demeden Caner’e uyum sağladı. Aslında onu öyle bırakıp yerine geçebilirdi fakat içinden kırmak gelmedi onu. Ne de olsa eski arkadaşıydı Caner.

Gözleriyle Asu’yu ararken nihayet onun lavabodan döndüğünü gördü Caner. Kalabalığa rağmen onunla göz teması kurmayı başardığında Asu’nun kendini anlaması için çabaladı. Feyza’nın sırtı dönüktü Asu’ya fakat Caner’in verdiği işaretlerle her şeyi anlıyordu Asuman. Tanıyordu sonuçta Caner’i, metrelerce öteden bile verdiği mesajları anlayacak kadar hem de. Her şey Feyza’yla, Sarp için, dedi içinden. Az sonra Sarp’ı bırakıp Caner’le dans edeceğini bilse de kuzeninin mutluluğu için buna katlanacaktı. Üç, dört dakika Caner’le dans etmek yaşadığı en kötü anı olamazdı sonuçta.

Sarp’ın yanına vardığında Çiçek’in omuzuna elini dayayıp gülümsedi Asu. Sarp elbette kendini kırmazdı.

“İzin verirsen abinle dans edebilir miyim Çiçek?”

“Tabii,” diyerek aradan çekildi Çiçek. Her şeyin planladığını ilerlemesini elbette Caner abisine borçluydu.

Asu’yla uygun bir pozisyon alarak bu kez onunla dansa başladı Sarp. Nazik bir şekilde genç kadının belini kavradığında bir an için gözleri Feyza’yı buldu. Caner’le dans etmeye devam ediyordu sevdiği kadın. Keşke kendinin de böyle bir şansı olsaydı fakat gidip ona dans teklif edemezdi ki. Asu’yla dans etmesi belki normal karşılanabilirdi ancak Feyza mevzusunu düğündeki hemen hemen herkes biliyordu ve Feyza’yı dansa kaldırması insanların ağzına büyük dedikodu malzemesi verirdi. Eskiden olsa bunu umursamazdı ama şimdi nişanlı bir adamdı. Bundan mütevellit Ayşen’in gururunu düşünerek hareket etmeliydi.

“Sizin düğünler de gelinle damat hep böyle geç mi gelir?”

“Aslında ilk defa gelinle damadın bu kadar geciktiği bir düğün görüyorum.”

“Belki de gelin kaçmıştır,” diyerek aniden aklına geleni söyledi Asu. Şakayla karışık gülerken söylediğinin gerçek olacağını nereden bilebilirdi ki?

“Ağzından yel alsın. Öyle bir şey olursa mahallede kıyametler kopar.”

Omuzlarını silkti Asu, genç adamın gözlerine bakarken dudaklarını büzdü. Madem Caner, Feyza’ya işliyordu o zaman Sarp’a oynamakta kendine düşmüştü.

“İnsan zorla evlenecek değil ya. İstemiyorsa istemiyordur Ceylan.”

“O kadar kolay değil Asu. İnsan söz verdiği birini yarı yolda bırakmamalı.”

“Ya bir anlık öfkeyle alınan bir kararsa?”

“Kimse bir anlık öfkeyle nişanlanmaz.”

“Emin misin Sarp? Düşün bir, belki kadının başka bir sevdiği adam vardı ama çok kötü kavga ettiler ve o an ya da daha sonrasında ayrıldılar. Kadın da önüne çıkan ilk adama evet, dedi o öfkeyle. Fakat kalbinde hâlâ sevdiği adam var, son an da pişman olup vazgeçmez mi?”

Derin bir nefes aldı Sarp, kendine mi laf çarpıyordu bu kız yoksa konuyu Caner’e mi getirmeye mi çalışıyordu? Ne tilkiler dönüyordu Asu’nun kafasında? Mavi gözlerine gözlerini diktiğinde “Asu,” dedi yumuşak bir sesle üstüne alınmayacaktı hiçbir dediğini.

“Sen öyle bir şey yapar mısın?”

Aldığı cevap karşısında yutkundu Asu. Sarp’a duygularını belli etmekten korktu çünkü genç adam konuyu Caner’e çekmeye çalışıyor gibiydi.

“Yapmam tabii. Sevmediğim bir adamla niye evleneyim ki? Ama sonuçta her insan bir olmuyor. Yani bazen insan öfkeden nasıl bir karar verdiğini fark edemiyor.”

“Doğru,” demekle yetindi Sarp aynı zamanda Caner’le, Feyza’yla yan yana geldiklerini o an fark etti. Caner gayet masum bir şekilde etrafına bakıyormuş gibi görünse de Asu’yla yine gözleriyle anlaşıyordu. Genç kadın, onunla sessizce üçe sayarken aynı anda üç dediklerinde Sarp’la, Feyza’yı ani bir hareketle bir araya getirmeyi başardılar. Caner, Feyza’yı döndürüp hızla Sarp’a bıraktığında Asu’nun elini tutup kendine çekti. Şu sahneyi yaşamak için göbeği çatlamıştı ama değmişti. Sonunda Feyza, Sarp’ın, Asu kendinin kollarındaydı. İşte düğün asıl şimdi başlıyordu.

“Her şey Sarp’la Feyza için,” dedi Asu Caner’in omuzlarına tutunduğunda o yeşil gözlere bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Bakarsa o gözlerin kendini etki altı alacağını biliyordu zira.

“Altında başka bir şey arama sakın.”

“Asu”

“Ne?”

“Gözlerime baksana bir.”

Defalarca yutkunduğunda cesaret ederek yere diktiği bakışlarını zorlukla Caner’in gözlerine sabitlediğinde kalp atışlarını kontrol altında tutmaya çalıştı genç kadın. O kadar yıl sonra bile Caner’in kollarında narin bir yaprak gibi tir tir titriyordu.

“Baktım işte ne var?”

“Hiç. Gözlerine bakmak hoşuma gidiyor."

Belli etmeden alt dudağını dişlediğinde gözlerini kuzeniyle, Sarp’a çevirdi Asu. Şükür ki sorunsuz bir şekilde dans edebiliyorlardı.

Sarp beline kollarını doladığı an nefes almayı unutmuştu Feyza. Her dans ettiklerinde olduğu gibi elini tutmuyordu Sarp. İki elini de beline yerleştirmişti. Gözlerine derin derin bakarak kalbinin ritmiyle oynuyordu. Kendi ise kollarını genç adamın boynuna dolamıştı. Ellerine değen saç tutamlarına içi giderken aşkla atan yüreğinin sesine kulaklarını tıkamaya çalışıyordu. Yapmamalıydı, Sarp nişanlı bir adamdı, Ayşen buradaydı, evlenecekti onlar. Ellerini çekmeliydi, dokunmamalıydı Sarp’a fakat engel olamıyor, ket vuramıyordu duygularına. Yüreğine ele geçiren kehribar gözlerin büyüsünde, çalan şarkının melodisinde kaybolup gidiyordu.

“Yine gözüm yollarda neredesin?

Gündüzüm gece oldu kederdeyim

Bilemezsin kaç gece gelir, diye bekledim

Gelmeyince derdime yenileri ekledim…”

Feyza’nın gözlerinin derinliklerinde kaybolmuştu Sarp. O, bu kadar yakınında iken unutuveriyordu her şeyi. Yalnızca bu anda kalmak doya doya sevdiği kadına bakmak istiyordu. Dokunmadan, öylece sevmek. Yüzüne çarpan ılık nefes aklını başından alırken umursamıyordu kimseyi. Yanlışta olsa, herkesin gözü önünde çekinmiyordu sonsuz aşkı ile dans etmeye.

“Yine gözüm yollarda neredesin?

Gündüzüm gece oldu kederdeyim

Bilemezsin kaç gece gelir, diye bekledim

Gelmeyince derdime yenileri ekledim…”

“Sarp”

“Sus. Feyza yalvarıyorum sus.”

O kadar masum bakıyordu ki Sarp, hiçbir şey diyemedi Feyza. Aklını başına toplamak için çabalarken git gide daha çok kapılıyordu sevdiği adama. Gözlerinin dolmasına engel olamadığı gibi ellini kumral saçların arasında geçirdi. Sarp’ın saçlarına bile dokunmak eşsiz bir duyguydu. Çocuk sevgilisine en içli bakışlarla bakarken dudaklarını ısırdı. Çok seviyordu bu adamı. Sarp’ı alıp içine sokmak istiyordu. Ne olurdu kimse onu elinden almazsa? Ne olurdu Sarp’ı sonsuz kadar avuçlarının arasında saklayabilse?

“Gel yârim ol, sevdalım ol

Sultanım ol, fermanım ol

Dertlerimin dermanı ol

Hercai…”

Genç kadının beline dokunuyordu parmak uçları ve Sarp engel olamıyordu içinden geçen arzulara. Adımları aşkla birbirine uyum sağlarken tam şu an… Tam şu Feyza’yı alıp gitmek istiyordu. Kimsenin kendilerini bulamayacağı bir yere. Yapamazdı, yapamıyordu. Feyza olmadan nefes alamıyordu. Aylarca ondan uzak durmuştu fakat yetmemişti tüm bunlar onu unutmasına. Nasıl unutabilirdi ki Feyza’yı, nasıl vazgeçebilirdi ki ondan? On yıl beklememiş miydi sevdiği kadını? On yıl boyunca kalbi Feyza diye bağırıp durmamış mıydı? Hayır, Ayşen’e değil Feyza’ya ihanet ediyordu asıl. Ya da en çok onu seven yüreğine.

“Sarp annen bakıyor.”

“Baksın”

“Yapma… Sarp ne olur yapma. Ayşen orada seni bekliyor.”

“Şarkı bitene kadar. Lütfen.”

Gözlerini kapatıp belli belirsiz başını salladı Feyza. Canı yansa da çıkıp gidemedi Sarp’ın kollarından. “Şarkı bitene kadar,” diye tekrarladı kendi kendine.

“Dolu dolu sevdalar gözlerimde

Gönlümde dolanırsın hep o halinle

Uçuşuyor saçların yaralanmış kalbime

Yine sensin tek çare şu zavallı halime…”

Asu’ya derin derin bakarken gülmeden edemiyordu Caner. Öyle güzeldi ki Asu, gözlerini alamıyordu ondan. Sırtının açıkta kalan kısmına ara ara değen parmakları daha çok harlıyordu içindeki edepsiz arzuları. İlk günkü gibi doya doya sevmek istiyordu onu. Hiçbir zaman basit bir heves olmamıştı Asu, kendi için. Bilakis hayatının gerçek aşkıydı o. İlk ve son aşkı.

“Mezuniyet balosunda ilk dansı biz yapacaktık. Sözün vardı.”

Kalbi kanatlanıp uçacakmış gibi çarpsa da gardını indirmedi genç kadın. Kabul ediyordu jilet gibi siyah takımıyla fazlasıyla yakışıklı olmuştu Caner ama yoktu kolay kolay Caner’e tav olmak. O hatayı bir kez yapmıştı, ikincisinin olmasına da asla izin veremezdi. Yapmacık bir gülüş kondurdu dudaklarına, ne diyeceğini çok iyi biliyordu.

“O kadar üzülme ya, başkasıyla yapmışsındır sen o dansı.”

“Asu”

“Ne?”

“Bir kez olsun duygularına bıraksana kendini.”

Caner’in tenine dokunan parmak uçları alev alev yakıyordu kendini. Uzaklaşmak istese de zümrüt gözlerin büyüsünden kurtulamıyordu Asu. Nasıl böyle güzel bakabiliyordu Caner? Nasıl hâlâ yüreğini titretiyordu? Nasıl bir anda nefretini yok ediyordu? Kapılıyordu yine işte. Bir çift zümrüt göz aklını başını alıyordu. Duyduğu müzik ise daha çok Caner’e çekilmesine neden oluyordu. Genç adamın ılık nefesi yüzüne değerken mantığını kaybetmemek için savaşıyordu. Ne olursa olsun aklını dinleyecekti bu kez. On yedi yaşında değildi sonuçta.

“Gel yârim ol, sevdalım ol

Sultanım ol, fermanım ol

Dertlerimin dermanı ol

Hercai…”

“Hercai,” diye mırıldandı Asu, aklına gelen anı ile. Lisede basit paragraf sorusu çözerken öğrenmişti bu kelimenin anlamını. Yalan sevdalı, demekti. Tıpkı Caner gibi.

“Hercai’nin anlamını hatırlıyor musun?”

“Kardeleni için aşkından ölen çiçek.”

“Hayır, kardeleni kandıran çiçek. Kışın ortasında açalım, diyen fakat sevgilisini beklemeden yalancı baharlarda açan çiçek.”

“Ben sensiz hiçbir bahar açmadım Asu.”

“İşte tam da senin gibi yalancılara hercai deniyor.”

“Sen ne dersen de hercai kardelen için sonunda aşkından ölüyor.”

“Ama üzgünüm ben bütün ömrümü sana verecek bir kardelen değilim Caner.”

Tam o anda müzik bittiğinde ani bir geçişle halaya geçidi düğün salonunda. Caner’le, Asu gözlerini birbirinden çekip etrafına baktığında neredeyse herkesin halay çekmek için ayaklandığını fark ettiler. Asu’nun asla halaya girmek gibi bir niyeti yokta tamam ilerleyen saatlerde belki azıcık göbek atabilirdi fakat halay çekmeyi hiç düşünmüyordu, ta ki Caner, kendini halaya sürükleyene kadar. İtiraz edemeden halayın içinde sürüklenmeye başladı. Çok değil, saniyeler önce duygusal anlar yaşarken bir anda büyük bir coşkunun ortasında bulmuştu kendini. Düğünler me tuhaftı insanı duygudan sürüklüyordu. Sol eli, Caner’in eline hapsolmuş bir durumda iken diğer eli hiç tanımadığı bir teyze tarafından tutulmuştu. Halaya uyum sağlamaya çalışırken zorlandığı bir gerçekti. Çünkü Antakya’nın vazgeçilmez olan halay müziği Ayşene çalıyordu. Ve o şarkıya uyum sağlayarak halay çekmesi epey zordu. Ki, sağ elini tutan Sarp’ı fark etti. Anlaşılan o da kendi isteğiyle değil, zorla sürüklenmişti halaya.

“Feyza nerede?”

“Arkada, masada oturuyor.”

Başını geriye çevirdiğinde Sarp’ın dediği gibi kuzenini masada gördü Asu. Bir şekilde yırtmıştı o halaydan, keşke gelip kendini de kurtarsaydı. Kim niye halay gibi bir dansı düğünlerde oynamak için icat etmişti ki? Bir sağa bir sola sürüklenip dururken halaya dahil olan, aynı zamanda Sarp’la, kendinin arasına giren Ayşen’i fark etti. Evet, bir yanında Ayşen, bir yanan da Caner varken saçma bir halayın ortasında oradan oraya savurulup duruyordu. Ne diye düğüne bu kadar gelmek istemişti ki? Davulcu ortaya geçtiğinde, davulun sesinden sahiden sağır olacağını sandı. Davul yetmiyormuş gibi adamın bağıra bağıra şarkıyı söylemesi de bayağı zarar veriyordu kulak zarlarına.

“Masa üstü bardak

Bu bardak kırılacak

Şu Antakya kızları hem dondurma hem kaymak!”

Yok daha fazla dayanamayacaktı Asu bu sese, hızlıca halaydan çıkmayı başardığında Feyza’nın yanına dönüp masaya oturdu. Alnını ovarken bir an önce bu düğünün bitmesini diledi.

“Niye geldin bence gayet güzel halay çekiyordun.”

“Feyzoş!”

Ufak bir kahkaha attı Feyza, sinirlerini cidden bozulmuştu bu akşam. Sarp’la yaşadığı anlar bir kenara, çalan saçma sapan oyun havaları da dengesini alt üst etmişti.

“Buraya gelmek isteyen sendin.”

"Eğer bir daha düğüne gidelim dersem, vur beni.”


Feyza gülmeye devam ediyordu ki, yaşlı bir teyze gelip ikisini birden ortaya götürmek için çabaladı. Asu da, Feyza da yok dese de, teyzenin inadı inattı. Onları almadan gitmeye niyeti yoktu. Gençlerdi daha, oturmaya mı gelmişlerdi buraya? Şöyle kalkıp az iki göbek atsalardı. Anlamıyordu Feyza, insanlar niye birilerini illa ki düğünde oynamak için zorluyordu? Herkes göbek atmayı sevmek zorunda değildi. Ayrıca kendi oyun havalardan hiçbir zaman haz etmemişti. Tepine tepine herkesin içinde oynamanın ne mantığı vardı? Belki de eğlence anlayışı herkesten daha farklıydı.

İki kuzeni de ortaya çekmeyi başaran teyze onları karşısına almış iyice döktürüyordu ki, kızı kendine seslenince gitmek zorunda kaldı fakat işin daha garibi ise teyzenin gidişiyle Feyza kendini bir anda Sarp’la, karşılıklı oynarken buldu. Daha da doğrusu kendi sadece alkış çalıyor, Sarp erkeklere has hareketlerle oynuyordu ve tabii ki Caner de yanındaydı. Fakat itiraf etmeliydi ki, Caner daha zevk alıyordu oynarken. Ayrıca maharetliydi de, damadın yakını olmasa bile salonu coşturduğu bir gerçekti. Asu ona bakarken iç çekti, bir insanın otuz yaşına bile büyümeyeceğini kendi gözleriyle görüyordu. Çiçek’te yanlarına geldiğinde çalan şarkının manidarlığını belli etmek istercesine Feyza’yla göz teması kurup hafif hareketlerle kendi etrafında oynadı. Eh azıcık eğlenmek kendinin de hakkıydı.

Oy atlıya atlıya

Derdimin dermanına

Allah nasip ederse boynu kravatlıya

Oh ya oh ya aldım ya

Sonunda gelinin oldum ya.”

“Hadi hocam”

“Çiçek”

“Kırmayın beni lütfen.”

İç geçirip Çiçek’e uyum sağlamaya çalıştı Feyza. Onunla karşılıklı oynarken çalan müziğin sesini duymamazlığa geliyordu. Alt tarafı bir düğün şarkısıydı, her şeye bu kadar anlam yüklememeliydi.

“Kaynanam melek gibi

Görümcem çiçek gibi

Oğlunu sorarsanız

Çekilmiş ipek gibi…”

Çiçek’le, Feyza’ya bakarken gülümsüyordu Asu. Keşke her şey çok daha farklı olabilseydi. Onlara dalıp gitmişken yanına gelen Caner’i fark etti. Nefesi kulağına çarpıyor, kendiyle birlikte oynayanlara alkış tutuyordu genç adam.

“Asu”

“Ne var?”

“Beni alsana.”

“Anlamadım?”

“Al beni işte. Mis gibi adamım, kaçırma. İşim var, evim var, arabam var daha ne olsun? Hem ayrıca çöpsüz üzümüm. Ne kaynana derdin olur, ne görümce. Elti de yok… Daha ne istiyorsun Allah’tan? Tam hazır paket, al güle güle kullan.”

“Doğru söyle kaşla göz arasında ne içtin de kafan böyle güzel oldu?”

“Hiçbir şey. Senin güzelliğin beni sarhoş etti.”

İç geçirdi Asu, eğleniyordu aslında hatta Caner’in gevezelikleri bile şu an güldürüyordu kendini. Yine de oralı olmadan gözlerini yeniden oynayan kesime çevirdi. Alkış tutmaya devam ediyordu.

“Boşuna kürek çekiyorsun.”

“Boşuna değil, bir gün alacaksın sen beni.”

“Uyumaya devam et, ben gidiyorum.”

Sözlerinin ardından Caner’in yanından ayrılıp yeniden lavaboya doğru yol aldı Asu. Saat neredeyse on olmuştu, gelinle damat harbiden neredeydi? Bu kadar gecikmeleri normal değildi. Fakat Ayşen’in kenarda durup sinirle Feyza’ya baktığını görünce düşündüklerini boş verdi. Hazır fırsat eline geçmişken gidip ona iki çift laf edebilirdi. Öyle de yaptı. Ayşen’in yanına vardığında kollarını göğsünde birleştirip yapmacık bir şekilde gülümsedi.

“Biliyor musun Ayşen? Senin yerinde olsam gururumu bu kadar ayaklar altına almaz, Sarp’tan hemen ayrılırdım. Seni sevmeyen bir adamla, hatta başkasını seven bir adamla gerçekten evlenecek olmana şaşırıyorum ve doğrusu üzülüyorum. Kadınlık gururu diye bir şey var sonuçta.”

“Bana laf söyleyeceğin yerde,” diyerek başını Asu’ya çevirdi Ayşen. Sabrı ciddi ciddi taşmıştı. “Kuzenine söyle nişanlımdan uzak dursun.”

“Feyza’yı kendinle karıştırma. Senin gibi, bir erkeğin peşinden koşacak bir kadın değil o. Ve ayrıca onun hakkında ne söylediğine dikkat et. İnan bana, düşmanım olmak istemezsin.”

Daha başka hiçbir şey demeden uzaklaştı Asu, Ayşen ise olduğu yerde sinirden köpürmeye devam etti. Bu gece gerçekten bir olay çıkarmasına ramak kalmıştı. Sakin kalmaya çalışsa da sinirlerine hâkim olamayacağını biliyordu.

“Ayşen abla,” dedi Çiçek. Annesi onu çağırmasını söylemişti. Kendi de mecbur Ayşen’in yanına gelmişti. “Annem seni çağı-“

“Yenge!” diyerek Çiçek’e sert bakışlarını dikti genç kadın. Genç kızı bir kaşık suda boğacakmış gibi bakıyordu. “Bana yenge diyeceksin Çiçek! Yengenim ben senin! Nasıl Meryem’e yenge diyorsan bana da yenge, diyeceksin!”

“Ayşen!” diye öfkeyle ona seslenen Meryem oldu. Ayşen’in ters bakışlarını görür görmez, hırsını Çiçek’ten çıkaracağını anlamış ve doğruca onların yanına gelmişti. Ne yaptığını sanıyordu bu kadın? Çiçek’e böyle davranma cüretini nereden buluyordu?

“Meryem abla…”

“Ne yaptığını sanıyorsun sen? Kimseye gücün yetmiyor da Çiçek’ten mi çıkarıyorsun hırsını? Ne sanıyorsun Ayşen? Çiçek sana yenge deyince her şeyin istediğin gibi olacağını mı?”

“Yok Meryem abla ben…”

“Sen ne Ayşen? Sen ne? Sarp’la nişanlandın diye ne Çiçek’e bağırabilirsin ne de istediğin gibi at koşturabilirsin! Eğer bir daha bu kıza sesini yükselttiğini duyarsam bu kadar yumuşak yüzlü olmam! Haberin olsun!”

Meryem’in öfkeli gözlerine karşılık belli belirsiz başını salladı Ayşen. Meryem ise Çiçek’i alıp uzaklaşırken yanlış bir şey yapmadığını biliyordu. Birinin Ayşen’e haddini bildirmesinin vakti gelmişti."

“Ben senden başka yenge istemiyorum. Senden başkasına da yenge demem.”

İçinden geleni yaparak Çiçek’e sarıldı Meryem. Elinde büyümüştü Çiçek, onun sadece yengesi değildi ablasıydı da. Kardeşlik sevgisini onun sayesinde öğrenmişti.

“Ya Feyza?”

“O başka… Hem o benim hocam da, sence hâlâ bir umut var mı yenge?”

Sarp’la, Feyza’ya baktığında gülümsedi Meryem. O kadar çok yakışıyorlardı ki… Keşke Sarp bir anlık öfkesi yüzünden öyle bir karar vermeseydi.

“Kim bilir? Hayat sürprizlerle dolu. Hadi gel, oturalım biraz.”

Çiçek’le, Meryem’in uzaklaşmasının ardından ellerini yumruk yaptı Ayşen. Buraya kadardı, şimdi ne olacaksa olacaktı. Feyza’nın yerine oturduğunu görünce büyük bir cesaretle onun masasına doğru yürüdü. Tam karşısına vardığında ise gözlerinden ateş çıktığına emindi.

“Bir şey mi oldu Ayşen?”

“Sen ne olduğunu daha iyi bilirsin.”

“Ayşen…”

“Sarp’tan uzak dur.”

Derin bir nefes aldı Feyza, kavga etmeye, kendini küçük düşürmeye hiç niyeti yoktu fakat yine de madem Ayşen ayağına gelmişti o zaman kendi de ona iki çift laf ederdi. Ayağa kalktığında, Ayşen de doğruldu. Onun gözlerinin içine bakarken Nermin Hanım’ın bakışlarının üzerinde dolandığını hissediyordu fakat aldırmadı, kendinin de bir sabrı vardı.

“Bak…”

“Sarp’tan uzak dur Feyza. O benim! Anlıyor musun? Sarp benim! Benim nişanlım!”

“Hiç kimse kimsenin tapulu malı değildir Ayşen! Onun nişanlısı olabilirsin ama sahibi değilsin! Bunu aklına sok! Ve sana tavsiyem biraz gururlu ol, olur mu?”

Daha fazla Ayşen’le muhatap olmak istemediğinden masadan ayrılıp dışarıya doğru yol aldı Feyza. Ciğerlerinin tam şu an oksijene ihtiyacı vardı. Fakat Ayşen’in sesini duyunca durmak zorunda kaldı.

“Ben sen öğrencin değilim Feyza Hoca! Öğretmenliğini okuldaki öğrencilerine yap!”

“Sana öğretmenlik yapmak gibi bir amacım yok ama derse ihtiyacın varsa bilemem.”

“Benim sabrımı zorlama Feyza!”

“Ayşen ne olur karşımda kendini daha fazla küçültme. Eğer Sarp’ın gerçekten sana ait olduğunu bilseydin gelip bana bunları söylemezdin ama emin ol, evliliğinize engel olmak gibi bir niyetim yok. O kadar gurursuz bir kadın değilim çünkü. Şimdi izninle gitmem gerekiyor.”

Ayşen’i kıpkırmızı bir yüz ifadesi ile bırakıp yürüdüğünde Nermin Hanım’ın sesini duyunca durdu genç kadın. Evet, bir de onunla uğraşması gerekiyordu şimdi. Ne zaman bitecekti bu gece?

“Feyza Hoca!”

Sakin kalmaya gayret ederek arkasını döndü Feyza. Kaşlarını çatmış, en sinirli haliyle karşısında duruyordu yaşlı kadın. Saygısızlık yapmak istemiyordu Feyza, her ne olursa olsun Sarp’ın annesiydi Nermin Hanım. Daha geçen gün mahallede kadınlar hakkında o kadar nutuk çektikten sonra şimdi söylediği lafları öylece ezip geçemezdi. Ne Ayşen’e, ne Nermin Hanım’a düşman olmamakta kararlıydı. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, kendi, kendine yakışanı yapacak, çizgisini asla bozmayacaktı.

“Efendim Nermin teyze?”

“Utanmıyor musun kızım sen? Nişanlın yok mu senin? Ne diye hâlâ oğlumla, gelinimle uğraşıyorsun?”

“Ben utanılacak hiçbir şey yapmıyorum. Fakat sizin gelininiz ne yazık ki oğlunuzu tapulu malı sanıyor ben de ona gerekeni söylüyorum.”

“Kelime oyunları yapma bana Feyza hoca! Senin niyetin belli ama olmayacak o iş! Sarp yakında Ayşen’le evlenecek! Sen de artık yerini bilsen iyi olur!"

Nermin Hanım başka hiçbir şey demeden gidince gözlerini kapadı Feyza. Ağlamak istemiyordu, güçsüz olmak istemiyordu fakat canı yanıyordu işte. Niye bu kadar nefret ediyordu Nermin Hanım kendinden? Ne yapmıştı ona bu kadar büyük? Tamam kabul ediyordu, on yıl önce mahvetmişti Sarp’ın hayatını, kendinin yüzünden basketi bırakmak zorunda kalmıştı Sarp ama yine de… Yine de bu kadarını hak etmiyordu. Hoş yaşlı kadına kızıyordu da sanki babası farklıydı. O daha beterlerini söylememiş miydi zamanında Sarp’a? Sarp onların hangi birini hak etmişti? Ne yapmıştı mesela babasına? Eğer ikisinin bir suçu varsa, çok sevmekti. Aşk için aşktan vazgeçecek kadar çok sevmek… İki damla gözyaşını tutamadı Feyza, yanaklarını ıslanırken koşar adım çıktı salondan. Nereye gideceğini bilmeden yürüdü. Arkasından gelen Sarp’ın sesini duysa da umursamadı.

“Feyza! Feyza dur! Feyza!”

Ayşen’le, annesi ne söylemişti bilmiyordu Sarp sadece uzaktan olanı biteni görmüştü. Kendi müdahale edene kadar da iş işten geçmişti fakat bırakamazdı Feyza’yı bir başına. Sena’nın doğum gününde zaten yeterince kırmıştı onu şimdi bir de bu gece böyle bir halde bırakamazdı sevdiği kadını.

“Feyza!”

Sarp düğün salonunun koridorunda Feyza’ya yetişip kolunu tutmayı başardığında onu hızla kendine çevirdi. Burun buruna gelmelerinin ardından ani bir hareketle Feyza’yı kolları arasına alıp sımsıkı sarıldı ona genç adam. İtiraz edemeden Sarp’a teslim olduğunda başını boynuna gömdü Feyza. Sinirlerini boşalmıştı, kendini tutamıyordu hıçkıra hıçkıra ağlıyordu sevdiği adamın kollarında. Sarp’ın elleri saçlarında gezerken her şeyi unutmuştu. İhtiyacı olan Sarp’tı çünkü.

“Sarp bırak”

“Bırakmam.”

Daha sıkı sarılması mümkünmüş gibi Feyza’yı kollarına hapsettiğinde hasret kaldığı o mis kokuyu doya doya içine çekti genç adam. Sevemiyordu Feyza’dan başkasını, o olmadan olmuyordu. Yaşamıyordu Feyza’sız. Yıllarca onu beklemişken başkası olmazdı, olamazdı. İlacı, devası, şifası Feyza’ydı. Onu üzeni üzer, canını yakanı, canını yakardı. Gözünden düşen bir damla yaş için cihanı alırdı karşısına.

“Ben seni çok bekledim şimdi öylece bırakmam.”

“Evleneceksin!” diye bağırarak Sarp'ı itti Feyza. Onun kolları arasından çıktığında yine bir sinir buhranı geçirdiğini biliyordu.

“Evleneceksin sen Ayşen’le. Karın olacak o senin! Bunu bana da, ona da yapmaya hakkın yok!”

Başını iki yana salladı Sarp, aradaki mesafeyi çabucak kapatıp Feyza’nın yüzünü avuçlarının arasına aldı. Genç kadının her söylediği sözün gerçekliğini o an algılıyor gibiydi.

“İstemiyorum! Ben senin olmadığın bir dünya istemiyorum Feyza!”

“Sarp yapma…”

“Sen yapma. Sen bize bunu yapma! Sen olmadan ben yaşamıyorum, nefes alamıyorum! Ne olacaksa olsun! Daha fazla sensizliğe dayanamıyorum! Anlıyor musun? Sensizliğe tahammül edemiyorum ben artık Feyza!”

Engel olamıyordu duygularına Feyza, sevdiği adamın sıcak nefesi yüzüne çarparken aklı, başını terk etmişti. Gözleri Sarp'ın dudaklarında gezerken defalarca yutkundu. Öpmek istiyordu. Bir kez olsun öpmek istiyordu Sarp'ı. Genç adamın da bakışları kendinin dudaklarını bulduğunda kalbinin durduğuna emindi. Sarp dudaklarına yaklaşırken yanlışta olsa geri çekilmedi. Buram buram hasret kokuyordu ikisinin de dudakları. Bir kez... Yalnızca bir kez kavuşmak için can atıyordu o dudaklar. Fakat yine olmadı çünkü düğün başından beri kayıp olan gelinin sesi ikisinin arasına girdi.

"Ne olur bana yardım edin!"

“Ceylan,” dedi genç kadın kaşlarını çatarak. Karşısında gelinliği ile öylece duruyordu gecenin gelini. Ağlamaktan makyajının bozulduğu belliydi.

İstemiyordu Ceylan evlenmek, sevdiği başka bir adam vardı ve saatlerdir burada oyalanıp dururken kaçmanın bir yolunu arıyordu. Ferhat dışarıda bir yerlerde dolanıyor, kendinin hazırlanması bekliyordu. Kapıyı kilitlemişti aslında fakat Sarp’la, Feyza’yı görünce açmıştı. Belki onlar kendine yardım edebilirdi.

“İstemiyorum Ferhat’la evlenmek ne olur bana yardım edin! Ailem zorla evlendirecek beni!”

Kendini toparlamaya çalışırken mantığını zorladı Feyza. Düğünden kız kaçıracak halleri yoktu ya. Tabii Ceylan’a evlen diyecekte değildi. Fakat ne yapacağı konusunda kararsızdı.

“Feyza abla sen okumuş, etmiş insansın ne olur bana yardım et. Ben Harun’u seviyorum, onunla evlenmek istiyorum izin vermiyorlar bize. Zorla nişanladılar beni Ferhat’la.”

“Ceylan bir sakin ol,” diyerek ne yapacağını düşündü Sarp. Feyza'yı yine öpemediği için şansına tükürmek istiyordu. Gözlerini karşısındaki kadında gezdirirken kafasını toplamaya çalıştı. Olan biteni algılayamıyordu. Kelin ilacı olsa başına sürerdi.

“Ben Caner’i arıyorum şimdi. O bir akıl verir.”

“Sarp saçmalama kızı düğünden kaçırır direkt.”

“Daha önce yapmadığımız iş değil ne de olsa.”

Oya, dedi içinden Feyza. Doğru ya, Sarp’la, Caner onu da kaçırmıştı düğünden. Şimdi hatırlıyordu Sarp’ın anlattıklarını. Olayı en ince ayrıntısına bilmese de, Oya’nın onlar sayesinde Altay’la evlendiğini biliyordu. İç çekti. Aralarında bir onlar mutlu olmuştu anlaşılan. Fakat şimdi bunları düşünecek zaman değildi. Ceylan için bir çözüm bulmak zorundalardı.

Caner, Asu’yla birlikte olay yerine geldiğinde hızlıca çözüm bulundu. Elbette Feyza’nın dediği çıktı ve Caner, Ceylan’ı kaçırma planını öne sürdü. Asu itiraz etmedi, ne de olsa bir kadının hayatı söz konusuydu burada. Feyza daha mantıklı bir çözüm yolu bulmak istediyse de aklına gelen başka bir fikir yoktu. Sarp zaten araba aşağıda diyerek kaçırma fikrini destekledi. Sonuç olarak Ceylan, bin bir uğraşla düğün salonundan çıkarılıp aşağı indirildi. Caner’in arabası hâlâ arızalıydı, Sarp’ın arabası ise kesin ailesine lazım olacaktı o yüzden Feyza’nın arabasına beşi de yerleşip yola koyuldular. Feyza ve Asu Ceylan'la birlikte arkaya yerleştiler. Sarp önde otururken arabayı kullanan Caner’di, nereye gideceklerini iyi biliyordu çünkü. Hiçbiri Ceylan’ı öylece bırakamazdı. Kararlarını vermişlerdi, Ceylan’ı, Harun’a teslim edene kadar onu yalnız bırakmayacaklardı.

“Vay be! On yılın ardından yine düğünden kız kaçırıyoruz kardeşim!”

“Daha önce kimi kaçırdınız ki?” diye sordu Asu. Bu konudan haberi yoktu.

“Oya,” dedi Sarp maziyi hatırlayarak. Ne uğraşmışlardı o zaman Altay’la.

“O değil de ya bizi takip ediyorsa Ferhat’ın ailesi?”

“Feyza’cım adamlar mafya değil ya, damat tarafı sadece.”

“Siz tanımıyorsunuz onları Caner. Tehlikeli adamlar, silah falan taşıyorlar. Keşke hiç bulaşmasaydınız. Beni bindirseydiniz bir taksiye, ben giderdim.”

“Demirden korksak trene binmezdik be Ceylan. Hem ayrıca sevenleri kavuşturmak bizim işimiz.”

Aynadan Asu’yla göz teması kurdu Caner, sözlerinin hedefinde elbette o vardı. Genç kadın ise iç geçirdi. Şu durumda Caner’le atışacak bir halde değildi. Korkuyordu itiraf etmesi gerekirse. Nereye gittikleri belli değildi, ne yapacakları belli değildi ve silahlı adamların peşlerine takılması an meselesiydi. Caner ise gayet rahat, her zaman olduğu gibi olayın eğlencesinde idi. Şaşırıyordu ona.

“Peki nereye gidiyoruz?” diye sordu Feyza. Ellerinde sağlam bir plan olmadan kız kaçırmışlardı düğünden. Merak ediyordu da daha ne gelecekti başlarına?

“Oya’yla, Altay’ı götürdüğümüz yere.”

“Orası neresi Caner?”

Feyza’nın sorusu üzerine gülümsedi Sarp. Geçmiş gözlerinde canlanırken belki, dedi içinden. Oya’yla, Altay’ın aşk yuvası şimdi kendilerinin de aşk yuvası olurdu.

“Gidince görürsünüz.”

“Şu olayı baştan anlatsanıza. Nasıl kaçırdınız Oya’yı?” Hiçbir şey anlamıyordu Asu ve geçmişte neler olduğunu bilmek en çok kendinin hakkıydı. Oya bir tanecik arkadaşıydı sonuçta.

“Uzun hikâye Asu.”

“Yolumuz da uzun görünüyor. Meraktan çatlatmayın da anlatın.”

“İyi,” dedi Sarp derin bir nefes aldığında. Yoldan gözlerini çekip Caner’e baktı bir an. İkisi birlikte gülümserken on yıl öncesi dün gibi canlandı gözlerinde.

“Altay askerden yeni gelmişti, o gün de Oya’nın düğünü vardı. Ailesi zorla nişanlamıştı onu…”

Sarp yaşadığı macerayı anlatmaya devam ederken biliyordu ki, daha yazılacak, anlatılacak çok hikâye vardı. Altay ve Oya onlardan sadece biriydi. Ne Feyza’yla kendinin, ne de Asu’yla, Caner’in hikâyesi yarım kalmayacak hatta Hakan bile bir gün yeniden dâhil olacaktı aralarına. Hissediyordu, lisedeki o yedi arkadaş yıllar sonra yeniden bir araya gelecekti. Hem de bu defa hiç ayrılmamak üzere.

Loading...
0%