Yeni Üyelik
47.
Bölüm

44. Bölüm Birleşen Eller

@petekayla

 

10 Mart 2011

"Efendim sebebi ziyaretimiz belli. Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Oya'yı, oğlumuz Oktay'a istiyoruz."

Duyduğu cümle ile nefes alamadığını hissetti Oya. Kendine yazılan kaderi kabulleneli çok olmuştu, liseyi bitirmeden eğitim hayatına son veren ailesi şimdi hiç tanımadığı bir adamla nişanlamak istiyordu kendini. Yapacak hiçbir şeyi yoktu, her zaman olduğu gibi yine boyun eğmeliydi yazgısına. Bağırıp dursa, yeri göğü inletse ne olacaktı? Ne değişecekti? Hiçbir şey. Sadece canı daha çok yanacaktı. Yirmi yaşında olmasına rağmen yaşamdan ümidini kesmişti genç kız. Ne hayalleri, ne de umutları vardı. Avukat olamamıştı, Altay'la kavuşamamıştı, arkadaşlarını liseden sonra bir daha görememişti fakat hepsinden daha acısı ailesi kendini hiç sevmemişti. Tam aksi annesi de, babası da nefret etmişti kendinden. Hem de kendini kaba saba bir adama verecek kadar.

Birkaç kez Oktay'ı görmüştü Oya. Oktay'ın ailesi kendini görmeye geldiğinde o an ölmek istemiş, İntihar etmeyi bile düşünmüştü fakat bunu yapamayacak kadar korkaktı. Keşke biraz cesaretli olsaydı da, tam şu an elinde tutuğu bıçakla bileklerini keserek son verseydi acılarına. Kalbi dursaydı, bitseydi artık yaşadığı bu korkunç kâbus. Sonsuz bir uykuda belki daha mutlu olurdu. Belki intihar ettiği için günahkâr bir kul olmazdı. Bu kadar acı çektiği için belki affederdi Allah kendini. Dayanamıyordu çünkü. Yaşadığı ve yaşayacağı hayata daha fazla tahammül edemiyordu. Ailesi bile kendi sevmemişken hiç tanımadığı yabancı bir adam mı sevecekti kendini? Kim bilir o adamın elinde neler çekecekti? Babasının attığı dayaklar yetmiyormuş gibi bir de kocasından eziyet görecekti. Hayır, Oktay'ın hakkında iyi bir şey düşünemiyordu zira onun da babasından bir farkı yoktu.

Altay gibi güzel bir adam değildi Oktay. Bakkalın oğlu ile ayak üstü hal hatır muhabbeti yaptığı için bile gelip kendini ailesine şikâyet eden bir adamdı. Daha ortada yüzük bile olmamasına rağmen kendinin sahibiymiş gibi davranan, nereye gideceğine, ne yapacağına, ne giyeceğine, kimle konuşup konuşmayacağına karışan, görgüsüz, cahil herifin tekiydi. Öyle bir adamın kalbinde güzel duygular yeşermezdi ki, öyle bir adam sevmeyi bilmezdi ki... Ama Altay... Altay'ın kalbi nasıl da güzel, nasıl merhamet doluydu. Evet, Altay da kendini sahiplenmişti fakat tüm dünyadan korumak için yapmıştı bunu. Asla canını yakmamıştı sevgilisi aksine canı yanmasın diye didinip durmuştu. Çok güzel sevmişti Altay, onun kalbini ait olmanın tadını anlatamazdı ki Oya. Kelimeler yetmezdi Altay'ın güzel yüreğine betimlemeye. Keşke... Keşke şimdi yanında olsa, bu çile dolu hayattan kendini çekip kurtarsaydı Altay. Lakin askerdeydi sevgilisi ve gelmesine beş aydan fazla bir zaman vardı. O süre içerinde ne yazık ki her şeyin olup biteceğini, Oktay'la nikâhlarının kıyılacağını biliyordu genç kız. Oktay'ın ailesi bu işi uzatma taraftarı değildi. Neticede oturacakları ev bile hazırdı.

Bekle, demişti Altay. Askerden dönünce alıp gideceğim seni, her ne olursa olsun asla vazgeçmeyeceğim senden, gerekirse kaçıracağım ama ölsem bile bırakmayacağım seni. Ben, sensiz yaşayamam Oya... Sakın pes etme sevgilim, bize, sevgimize, aşkımıza inan... Başaracağız güzelim. Her şeye ve herkese inat başaracağız...

Askere gitmeden hemen bir gün önce onunla gizli gizli görüşmeyi başarmıştı Oya ve bu sözleri duymuştu sevdiği adamdan. İnanmak istemişti ama ortada inanacak hiçbir şey yoktu. Altay'ı suçlamıyordu, suçlayamazdı. Ne yapabilirdi ki o? Mecburdu askere gitmeye, elinden bir şey gelmezdi ki. Altay'a ulaşmayı, ona olan biteni haber vermeyi çok isterdi aslında fakat yapamazdı. Eğer söylerse nişanlandığını, Altay askerliğini yakarak kendini kaçırmaya kalkardı. Bu da onun başına türlü belalar açılmasına sebep olurdu. O yüzden kabullenmeydi her şeyi. Sevdiği adamın başına yeterince bela olmuştu, daha fazlasına gerek yoktu. Vuslat nasip olmamıştı kendilerine, olmayacaktı da. Yasak aşklar sadece okuduğu kitaplarda mutlu sonla bitmişti. Gerçek hayatta bunun olmadığını gözleriyle görmüştü.

Ne Sarp'la Feyza kavuşmuştu, ne de Caner'le Asu. Oysa onlar da çok sevmişti birbirini fakat yarım kalmıştı hikâyeleri. Ya da yarım kalmamış, öylece bitmişti. Tıpkı Altay'la kendi gibi. Mutlu sonlar yoktu yaşamda, mutsuz hayatlar vardı. İnsan sarrafı değildi belki Oya fakat yirmi yıllık hayatında çok şey görüp geçirmişti. Lisede tanıdığı arkadaşları sayesinde hayat hakkında birçok şey öğrenmiş, mutluluğun baki olmadığını tecrübe etmişti. Ailesi tarafından çok sevilen Asu bile aşkın en acı yüzünü görmüştü bu hayatta. Parayla mutluluk olmayacağını da Feyza hepsine göstermişti. Yine ailesinin biricik oğlu olan Hakan ise yıllardır geçmeyen bir kalp ağrısıyla boğuşup duruyordu. Sonra Sarp... O kalabalık ailesine rağmen Feyza olmadan mutlu değildi. Mesela Caner de gülüp eğleniyordu belki; ancak babasız büyümenin acısını unutmamıştı hiçbir zaman. Altay'dan bahsetmiyordu bile, belki de aralarında hayatın sillesini en çok o yemişti. Kendine dönüp baktığında tüm bunlardan sonra mutsuzluğu kabul etmesi gerektiğine inanıyordu. Mutluluk sanılanın aksine ebedi değil, anlıktı ve her şeye rağmen belki de Altay gibi güzel kalpli bir adam tarafından sevildiği için kendini şanslı saymalıydı Oya. Hiç olmazsa onunla birkaç hatıra biriktirmeyi başarmıştı. Şimdi arkadaşları gibi kendine de hatıralarla yetinmeyi bilmek düşüyordu. Ne kadar acı olsa da...

"Oya! Kız kime diyorum gel şuraya!"

Babasının sesini duyunca hiç istemese de ayağa kalktı genç kız. Büyük ihtimalle yüzükler takılacaktı. İçi yansa da elinden gelen hiçbir şey yoktu. Kendinin payına boyun eğmek düşüyordu. Salona geçtiğinde her şey kısa süre içerisinde gerçekleşti. Oktay'ın babası yüzükleri taktı, kırmızı kurdele kesildi. Büyüklerin elleri öpüldü, düğün tarihi kararlaştırıldı. Beş ağustos uygun görüldü. Oktay en yakın zamanda nikâh tarihi alacağını söyledi ve tabii nişanlısını uyarmayı ihmal etmedi. Oya'nın tek yanlış bir hareketini görürse onun gözünün yaşına bakmazdı. Neticede erkek adamdı kendi, nişanlısı da buna uygun davranmalıydı. Altay denen o zibidiyle en ufak bir münasebetini yakalayacak olsun, dünyayı dar ederdi Oya'ya.

Varlıklı bir ailenin oğluydu Oktay, kara yağız bir adamdı. Yakışıklı sayılabilirdi fakat insanlığı yoktu. Oya'ya değer vermiyor, ev hizmetlerini karşılayacak bir kadın gibi görüyordu onu. O kadınlık, kendi kocalık görevini yerine getirecek, evlilikleri böyle yürüyecekti. Kocalık vazifesinden kastı asla Oya'ya yardım etmek değildi. Kocalıktan anladığı yalnızca yataktaki göreviydi. Vahşi bir hayvan gibi Oya'yı saldıracağı anı bekliyordu. Güzeldi nişanlısı, hele o nazları kendi deli ediyordu. Kendi ise zor da olsa sabrediyor, düğün gününü iple çekiyordu. Oya'nın altında kıvranıp inlediğini düşündükçe ağzının suyu akıyordu. Az kalmıştı, sayılı zaman çabuk geçerdi. Oya karısı olduğunda bir erkek olarak bütün hünerlerini ortaya dökecekti.

Oktay kendine yaklaşmaya çalışırken ondan köşe bucak kaçıyordu Oya. Nişanlısı tarafından olur olmadık yerlerde adeta taciz ediliyor, bunu da kimseye anlatamıyordu. Annesine söylese Altay'la yediğin haltlardan sonra nişanlından mı kaçıyorsun, diyerek kesin kendine bir güzel fırça çekecekti Esma Hanım. O yüzden çaresizdi genç kız, gözlerinin feri sönmüş, o güzel gülümsemesi solmuştu. Oysa Altay, bahar kadar güzel olduğunu söylerdi lakin kuru bir yapraktan farkı kalmamıştı şimdi. Fakat kimse görmüyordu onu, kimse duymuyordu sesini. Sessiz hıçkırıklarına yalnızca karanlık geceler şahitti. Bazen kardeşi, Emel bu halini fark ediyor, yaşı küçük olmasına rağmen ablasının derdini anlıyordu. Ancak ablası için hiçbir şey yapamayacağını da iyi biliyordu. On üç, on dört yaşında bir çocuktu elinden ne gelirdi ki? Oya ona baktıkça canının daha çok yandığını hissediyordu. Ya o da büyüyünce kendinin yaşadıklarını yaşarsa? Ya annesi babası onu da hiç sevmediği bir adamla evlendirmeye kalkarsa? Hayır, buna izin vermezdi Oya. Kendi hayatı için mücadele edecek gücü olmasa da kardeşi için her türlü savaşa göğüs gererdi. Emel okuyacaktı. Her şeye rağmen okuyacak, kendi ayaklarının üzerinde duracaktı. Kendi yaşadığı müddetçe aksi bir durum asla olmayacaktı. Asla.

Emel'in yanında Erdem de ablası için üzülüyordu fakat yavaş yavaş genç bir erkek olma yolunda ilerlediğinden babasından etkileniyordu. Başka adam figürü yoktu gözünün önünde. Babası gibi düşünmesi, davranması da ne yazık ki kaçınılmazdı. Emel ile de en çok bu yüzden kavga ediyordu, kız kardeşinin daha şimdiden kıyafetlerine karışıyor, Emel'in tek başına bir yere gitmesine asla izin vermiyordu. Oya her ne kadar yaşadığı acıların içinde Erdem'le konuşmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Babasına özeniyordu Erdem, eğer onun gibi davranırsa erkek adam olacağına inanıyordu. Öyle ki, kendinden yedi yaş büyük ablasına bile bazen karşı geliyor hatta Altay meselesini bildiğinden küçük yaşına rağmen ablasını suçluyordu. Sevgili olmasaydın o zaman sen de Altay abiyle, diyerek ablasının canını farkında olmadan daha çok yakıyordu.

Tüm yaşadıkları yetmiyormuş iyi bir abla olmadığı için kendini suçluyordu Oya. Erdem gittikçe babasına benziyor, kendi ise engel olamıyordu buna. Daha da acısı şimdi beş yaşında olan Osman'ın da büyüyünce nasıl bir adam olacağını bilmekti. Aile kaderdi, insanın kişiliğini doğup büyüdüğü ailesi belirlerdi. Kendi aklı başında bir kız olduğundan ya da lisede tanıştığı arkadaşları sayesinde annesine benzemekten ucuz kurtulmuştu fakat aynı şey kardeşleri için geçerli değildi. Emel'in annesine benzediğini söyleyemezdi bilakis gittikçe inatçı, huysuz, saldırgan bir kız oluyordu Emel. Fakat böyle olmasına sebep yine ailesiydi. Kardeşinin isyankârlığı korkutuyordu kendini. Nitekim henüz on dört yaşında olmasına rağmen babasından yediği dayakların haddi hesabı yoktu. Her bağırdığında yanağına babası tarafından şiddetli bir tokat iniyordu. Erdem ikiz kardeşine yapmasaydın, babamı kızdırmasaydın derken Osman olayları anlamadığından ağlayıp duruyordu ve Oya kardeşlerini bu sefil hayattan çekip kurtaramadığı için kendini suçluyordu. Oysa hayalleri vardı, avukat olacak, Altay'la evlenecek, üç kardeşini de yanına alıp kendi büyütecekti. Onları annesiyle, babasının eline bırakmayacaktı ancak şimdi kendine bile hayrı yoktu ki, üç küçük çocuğun hayatını değiştirebilsin.

Kardeşleriyle ayrı, anne ve babasıyla ayrı, nişanlısıyla ayrı uğraşırken günlerin gelip geçtiğini fark etmiyordu genç kız. Nikâha az bir vakit kalmıştı, nişan çarşısına çıkılmış eksik gedik ne varsa halledilmişti. Kayın validesi ve nişanlısının akrabaları bonkör davranıp çeşit çeşit altın takmışlardı kendine. Gösteriş yapmayı sevdikleri bir gerçekti. Oya'ya bir tanecik gelinimiz demeseler de, el âleme karşı gelinimizi altınlara boğduk demeyi pek bir sevmişlerdi. O yüzden hediye paketi gibi gittikleri her yere Oya'yı zorla sürüklemişlerdi. Reklamlarda ürün tanıtımı yapar gibi Oya'yı çevrelerine tanıtmışlar, tabiri caizse kaliteli mal aldık demeye getirmişlerdi işi. Her şeyin farkındaydı Oya ancak başına gelenleri kabullenmekten başka bir şey yapamıyordu. İstese Altay'a bir şekilde ulaşmayı başarırdı ama onun başını daha fazla yakmak istemiyordu. Lakin Altay'ın canını olan biteni haber vermeyerek yakacağını ne yazık ki bilmiyordu.

O dönem Altay'la birlikte Sarp ve Caner de ayrı ayrı yerlerde askerlik vazifelerini yerine getiriyordu. Üçü de üniversiteye gitmediği için ertelenmemiş ya da kısa dönem sürmemişti askerlik. Onlar vatani görevlerini yaparken Hakan ise makine mühendisliği kazanarak Ankara'ya gitmişti. İki yıldan beri de orada öğrenci hayatı yaşıyordu ancak kalbinin bir parçası Hâlâ Antakya'daydı. Oya'yı unutmamıştı, kolay kolay da unutacak değildi. Tüm olup bitenlere rağmen kalbi bir tek Oya için atıyordu. Uzakta olması bunu değiştirmiyordu. Sarp gibi, Caner gibi o da şimdi uzaktan seviyordu lise aşkını. Hoş zaten hep uzaktan sevmişti ya genç kızı...

Asker yolu beklemek zordu, çalan her telefonda, televizyonda gösterilen her şehit haberinde Nermin Hanım'ın da, Necla Hanım'ın da yürekleri hopluyor, evlatlarına bir şey olacak diye korkudan ölüp ölüp geri diriliyordu iki anne. Nermin Hanım, Sedat'tan dolayı biraz daha tecrübeli olsa da Necla Hanım için aynı şey söz konusu değildi. Serseri de olsa, haylaz da olsa, bir tanecik evladı vardı şu dünyada. Caner'in tırnağına taş değse kendinin ana yüreği yanardı. Kolay değildi aylarca evladının askerden dönmesini beklemek. Caner fırsat bulup ara ara kendini arasa da o evine dönmeden rahat etmeyecekti. Hele oğlunun duygu sömürüsü yapmak için askerden şafak türküsünü bir kasete doldurup göndermesi iyice ağlatmıştı kendini. Ama bir dönsün ona gününü gösterecekti, anneyi üzmek ne demekmiş o zaman görecekti Caner Bey.

Her namazda oğluna dua etmesinin yanında onun için hayırlı kısmetler aramaya başlamıştı Nermin Hanım. Yirmi yaşını geçmişti Sarp, şöyle yuvasını kurmak onun da hakkıydı. Onun da çocuklarını kucağına almak için sabırsızlanıyor, uygun gördüğü kızların ailelerine hafiften bir şeyler çıtlatıyordu. Sedat yuvasını kurmuş, iki çocuğunu da kucağına almıştı. Şimdi Sıra Sarp'taydı, o da evini barkını bilmeliydi. Çiçek zaten küçüktü hem kendine bir şey olsa, iki abisi de ona sahip çıkardı. Fakat Sarp'ın mürvetini görmeden giderse gözü açık kalırdı. O yüzden acele ediyordu oğlunu evlendirmek için. Sarp hayırlısıyla bir askerden dönsün güzel güzel konuşacaktı evladıyla.

Temmuz'un sonuna doğru ilk Sarp sonra Caner döndü askerden. Dönüşlerinin ardından ise Oya'nın başına gelenleri öğrenmeleri çok uzun sürmedi. Öğrenir öğrenmez de Oya'nın evine gidip olay çıkarmamak için zor tuttular kendilerini, onlara kalsa ortalığı yıkıp geçeceklerdi ama öyle göründüğü gibi olmuyordu o işler. En başta Necla Hanım öfkeyle hareket etmelerine oldukça karşıydı. Her şeyin bir yolu yordamı vardı. Düşünerek, akılla hareket etmek gerekirdi. Hele Altay askerden dönsün o zaman bir çaresine mutlaka bakarlardı. Şimdi hır gür çıkarmanın anlamı yoktu.

Caner annesine karşı gelse de Sarp onu biraz olsun dizginliyordu. Kendi de öfkeliydi, Oya kardeşi sayılırdı. Elbette onu öylece ortada bırakacak değildi. Üstelik Altay'ın da emanetiydi genç kız. O yüzden canı pahasına sahip çıkmalıydı ona ancak öfkeyle hareket ederse en çok Oya'nın zarar göreceğini biliyor, o yüzden sakin kalmaya zorluyordu kendini. Ne yapıp ne edip Oya'ya yardım edeceklerdi fakat sinirle değil, akılla.

Nikâhla düğünün arasını fazla uzatmak istememişti Oktay'ın ailesi. Hazırlıkları da buna göre yapmışlardı. O gün ikindi vakti, nikâh kıyılacak akşam ise düğün olacaktı. Kusursuz ilerliyordu tüm bu telaşlar. Her şey hazırdı, Oya nikâh elbisesini giymiş kuaför koltuğunda otururken hayatının artık tam anlamıyla Kâbusa döneceğini biliyordu. Aylardır dinmeyen gözyaşları bugün sel olmuş akıyordu. Hiç sevmediği, hatta nefret ettiği bir adamla zorla evleniyordu. Oktay'ın o iğrenç bakışları üzerinde gezdikçe midesi bulanıyor, tüyleri ürperiyordu. Kaçışı yoktu, Oktay'ın karısı olacaktı. Gerçek anlamda karısı. Gözlerinin önüne gelen sahneler yüzünden yüreği korkuyla çarpıyor, bu gecenin nasıl biteceğini kara kara düşünüyordu. Acımayacaktı Oktay, istemiyorum dese bile kendini duymayacak, aç bir köpek gibi saldıracaktı kendine. Alamadığı nefesi, yok edemediği o yumru boğazını düğüm düğüm ederken etrafındakiler gülüp konuşuyordu. Gelin bu hem ağlar, hem gider diyerek işin şakasına takılmaya devam ediyorlardı. Onlar kahkahalar atıyor, kendi ise çaresizlik içinde ağlıyordu. Kimse bilmiyordu içindeki acıyı, kimse görmüyordu gözyaşlarının arkasındaki kederi... Babasının evinde bir kez olsun yüzü gülmemişti şimdi kocasının evinde kim bilir ne işkenceler görecekti?

Kuaförden sonra nikâh salonuna geldiklerinde görevli yarım saat sonra nikâhın başlayacağını söyledi. Oktay hava alma ihtiyacı hissettiğinden dışarıda dolaşmak istedi. Aileler ise salonda gelenleri karşılıyordu. Oya gelin odasında tek başında otururken bir an ayağa kalkıp aynanın önüne geldi. Uzun, balık model, kalın askılı bir nikâh elbisesi vardı üzerinde. Gelinlik denemeyecek kadar sadeydi elbise. Fakat nikâhtan sonra düğünde gelinlik giyecekti.

Her kızın hayali beyazlar içinde gelin olmak, denirdi. Fakat her kız sevdiği adamla nikâh masasına oturacak kadar şanslı olmuyordu işte. Evleniyordu ancak mutlu değildi Oya, olmayacaktı da. Gelinlik giymek her zaman mutluluk getirmiyordu bilinenin aksine. Bazen mutluluğun sembolü sayılan o beyaz gelinlik, kızların kefeni oluyordu. Nikâh masası tabut, koca evi ise ebedi cehennem. Kabullenmişti ama genç kız. Bir mucize gerçekleşmeyecek, filmlerde olduğu gibi nikâhın kıyılmasına bir mani çıkmayacaktı. Buraya kadardı. Yirmi yılını gözyaşları içinde geçirmişti şimdi belki de bir kırk yılını daha öyle geçirecekti. Kaderinde mutluluk yazmıyordu, kendinin de karşı çıkmaya gücü yoktu. İki damla gözyaşı daha gözlerinden düştüğünde "Son," dedi kendi kendine.

"Bunlar akan son gözyaşları, bir daha ağlamayacaksın Oya. Sızlanıp durmanın bir faydası yok işte. Mutsuzluğu kabul etmek düşüyor senin payına."

"Sen kabul etsen bile ben senin mutsuz olmanı asla kabul etmem Oya."

Duyduğu ses ile kalbinin durduğunu sandı genç kız, arkasının döndüğünde Altay'ı gördü. Sevdiği adam tam karşısındaydı. Nasıl gelmişti buraya? Nasıl girmişti içeriye? Ya bir gören olduysa? Ya biri Altay'a zarar vermeye kalkarsa?

"Altay"

Hiçbir şeyi umursamadan koşup Oya'nın boynuna atladı genç adam. Nasıl özlemişti bu kokuyu. Nasıl hasret kalmıştı sevgilisine. Sıkı sıkı kollarına hapsetti genç kızı. Kimseyi bırakmazdı onu, bırakamazdı. Canı pahasına olsa bile alıp gidecekti Oya'yı.

"Vazgeçemem Oya. Öldür beni ama yalvarıyorum bana git deme. Seni almadan gitmem, gidemem."

Gözyaşları içinde başını geri çektiğinde sevdiği adamın yüzünde ellerini gezdirdi Oya. Buruk bir şekilde gülümserken ne kadar doğru bir adamı sevdiğini bir kez daha anlıyordu. Gözünü karartarak gelmişti işte Altay. Ancak kendi aynı cesareti gösteremezdi. Altay'ın başına bir iş gelmesinden ölümüne korkuyordu çünkü.

"Yapamam... Yapamam Altay. Seninle gelemem."

"Oya..."

"Seni çok seviyorum. Her şeyden daha çok ama sana bir şey olursa ben yaşayamam."

"Ya ben nasıl yaşarım sensiz? Ölürüm. Anlıyor musun? Sen yoksan ben ölürüm Oya."

Altay'ın dudaklarına parmaklarını koydu Oya. O güzel gözlere bakarken içinin eridiğini hissediyordu. Tek isteği Altay'dı, tek isteği sevdiği adamın kollarında bir ömür kalmaktı.

"Ölüm deme... Ne olur deme."

"Sen de yapamam deme. Sana söz veriyorum ikimize de hiçbir şey olmayacak. Yalnız değilim, Sarp'la Caner yolda. Bizi almaya geliyorlar. Her şeyi planladık. Seni alıp gideceğiz, kimse bulamayacak bizi."

"Altay..."

"Vaktimiz yok sevgilim, gitmeliyiz."

"Ya onların başına bir şey gelirse? Bu vicdan azabıyla ben nasıl yaşarım Altay? Oktay... Oktay'ı tanımıyorsun. Seninle gelirsem herkesi yakarım. Buna hakkım yok. Kendi mutluluğum için kimseyi harcamaya hakkım yok."

"Oya..."

"Git Altay. Sana yalvarıyorum git. Unut beni, bir başkasıyla çok mutlu ol."

"Asla Oya! Asla!" diyerek genç kızın dudaklarına kapandı Altay. Bunun için doğru zaman değildi fakat Oya'yı ikna etmek için her türlü yolu denemesi gerekiyordu ayrıca çok özlemişti bu dudakların tadını. Kırmızı rujlu dudakları kana kana içerken her şeyi unutmuş, yaşadığı anın tadını çıkarıyordu. Birinin görmesi an meselesiydi ama umurunda değildi. Bir canı vardı zaten onu da Oya için seve seve verirdi.

Altay dudaklarından ayrılınca zorlukla kendine geldi genç kız, karşı koyacak mecali yoktu. Korkuyordu ama Altay olmadan yapamayacağını çok iyi biliyordu. Sevdiği adam her şeyi göze alarak buraya kadar gelmişken şimdi kendi bir korkak gibi mi davranacaktı? Belki ailesi kendini asla affetmeyecek, bir daha kendinin yüzüne bile bakmayacaktı lakin Altay olmadan yaşayamazdı. Eğer birilerini kaybetmesi gerekiyorsa ailesini kaybetmeyi tercih ederdi.

Hadi," diyerek elini uzattı Altay. Oya ise tereddüt etmeden tuttu genç adamın elini. Odadan dışarı sızmayı başardıklarında arka kapıya doğru adımladı Altay. Gelmeden önce iyice araştırma yapışmıştı nikâh salonu için. Oya ile birlikte kimseye görünmeden çıktığında derin bir nefes aldı. En zorlu kısmı atlatmayı başarmışlardı. Cebinden telefonu çıkarıp Caner'i aradı. Nerede kalmışlardı? Birinin gelmesi an meselesiydi.

"Hadi Caner... Hadi oğlum açın şu telefonu!"

Korku içinde dudaklarını dişliyor, etrafını kolaçan ediyordu Oya. Kalbi ilk defa bu kadar hızlı atıyor, göğsü sıkışıyordu. Gerçekten... Gerçekten Altay ile kaçabilecek miydi? Gözlerini kapatıp biraz olsun sakinleşmeyi denedi ancak duyduğu ses ile mümkün olmadı bu.

"Oya!"

Başını çevirdiğinde Oktay'ın karşısında durduğunu gördü genç kız. Panik içeresinde Altay'ın koluna tutunduğunda kötü bir şey olmamasını diledi. Altay ise sevdiği kızı arkasına alıp cesurca dikildi Oktay'ın karşısına. Kimse alamazdı Oya'yı kendinden. Kimse.

"Katil mi edeceksiniz beni lan! Benim nişanlıma nasıl kaçırmaya kalkarsın şerefsiz!"

"Geri bas! Yoksa ağzınla burnun yer değişir birader!"

"Lan!" diye bağırdı Oktay, belindeki silahı çıkarmak için hareketlenmişti ki, tam o an Sarp'la, Caner geldi. Olanı biteni sorgulamadan olaya müdahale ederek ikisini de arabayı bindirmeyi başarıp ışık hızıyla uzaklaştılar oradan.

Caner arabayı kullanırken gözleri dikiz aynasında geziyordu. Oktay peşlerindeydi hatta başkaları da. Gaza ne kadar basarsa bassın aradaki mesafeyi istediği kadar açamıyordu. Belki de hayatında ilk defa o an, hiç olmadığı kadar korkuyordu. Fakat canına değil, arkadaşlarına.

"Sağa kır," dedi Sarp. Birinin her şeye rağmen mantıklı davranması gerekiyordu.

"Sarp"

"Sağa kır Caner, şunları bir atlatalım otobandan devam ederiz."

Sarp'ın dediğini yaparak arabayı sağa kırıp yoluna devam etti Caner. Sarp mantıklı davranmıştı. Peşlerindeki adamlar düz gideceklerine zannederken kendileri aniden sağa sapmışlardı. Bu da biraz olsun zaman kazandırmıştı kendilerine. Çevre yolundan otobana çıkmadan sola döndüklerinde izlerini gerçekten kaybettirmişlerdi. Otobana çıktıklarında ise kimse yoktu arkalarında. Dördü birden rahat bir nefes aldığında Sarp başını çevirip arkaya baktı. Altay'ın göğsüne yapışmış, korkudan tir tir titriyordu Oya.

"İyi misiniz?"

"İyiyiz kardeşim. Sizin hakkınızı ne yapsam ödeyemem."

"Dur be daha bir şey yapmadık. Önce sizi evlendirelim de sonra gireriz bu muhabbette."

Caner'in sözleri üzerine belli belirsiz gülümsedi Altay, bir ailesi olması da kendi için canını ortaya atan iki dostu vardı. Bu da her şeye bedeldi.

"Evlilik mi?"

Korkusunu biraz olsun atlatmış, şaşkın şaşkın bakıyordu Oya. Az önce yaşananlardan sonra nasıl hemen konu evliliğe gelmişti?

"Evlilik tabii Oya'm. Sensiz bir dakika daha durmaya niyetim yok artık."

"Altay..."

"Aslında," diyerek gömleğinin cebinden kırmızı kutuyu çıkardı delikanlı. Daha güzel bir şekilde bunu yapmak isterdi de şartlar ortadaydı.

"Sana daha romantik bir şekilde bunu sormak isterdim fakat kısmet böyleymiş."

Fazla sulu göz olduğunu biliyordu Oya yoksa her şeye ağlayıp durmazdı. Altay kutuyu açıp kendine uzatırken gözlerinin dolmasına engel olamadı.

"Benimle evlenir misin Oya'm?"

Dolu dolu gözlerine inat mutlulukla gülümsedi Oya. Altay ile az önce nikâhtan kaçmıştı, şimdi hayır demesi mümkün müydü?

"Evet Altay! Evet."

Aşkla gülümserken Oya'nın narin elini tutup parmağına ait olmayan yüzüğü çekip çıkarmasının ardından pencereden dışarı fırlattı. Sonra ise gerçek nişan yüzüğünü sevdiği kadının parmağına taktı. İmkânsız, diye bir şey yoktu. İnsan severse dünyayı alırdı karşısına, kendinin yaptığı gibi. Genç kadının yüzünü avuçlarının arasına aldığında alnına ufak bir öpücük kondurdu.

"Beni dünyanın en mutlu adamı yaptın sevgilim."

"Seni çok seviyorum Altay. Çok."

Gülümsedi ardından yalnız olmadıklarını umursamadan Oya'nın dudaklarına kapandı Altay. Demin ki küçük öpücük yetmemişti çünkü kendine. Sarp'la, Caner'den dolayı utansa da geri çekilmedi Oya. Altay'ın dudaklarına arzuyla uyum sağlarken ellerini sevdiği adamın ensesine yerleştirip onu daha çok kendine bastırdı. Yumuşak saçlarının arasında parmaklarını özgürce dolaştırırken nefes almayı unutmuştu. Sıkı sıkı kavradı genç adam, sevgilisinin belini. Ona bu kadar çok hasret kalmışken şimdi dudaklarını doya doya öpmekten çekinmiyordu. Arkadaşlarından gizlisi saklısı mı vardı? Beraber kaçırmamışlar mıydı Oya'yı daha demin?

"Hop hop! Ayıp yahu olan var, olmayan var!"

Caner'in sözleri üzerine ikilinin dudakları zorlukla birbirinden ayrıldığında Altay uzanıp arkadaşının ensesine şaplak attı. Onun kırdığı cevizleri bilmiyorlardı sanki.

"Diyene bak! Az mı öptün oğlum Asu'yu gözlerimizin önünde?"

"Oraları deşme Altay," diyerek araya girdi Sarp. Şimdi eski defterleri açmanın zamanı değildi. Zira kendinin de o konuda yarası büyüktü.

"İyi tamam, bir şey demedik," diyerek geri arkaya yaslandı delikanlı. Oya'yı kolunun altına aldığında şakağına ufak bir öpücük kondurdu. Masum meleği domates gibi kızarmıştı.

"Oya," dedi Sarp. Genç kızla dikiz aynasından göz teması kurarak onun yüz ifadesinden duygularını anlamaya çalıştı. Altay'ı sevdiğine emindi elbette ancak yine onun pişman olmasından korkuyordu. Sonuçta ailesi söz konusuydu.

"Bizimkilerle konuştum, ailenle konuşacaklar. Yengem hatta abim bile size destek olmaya hazır. Hem Necla teyze de var. O yüzden sen içini ferah tut olur mu?"

"Kimse boşuna yorulmasın Sarp. Ne annem, ne babam anlamayacak çünkü. Biliyorum beni asla affetmeyecekler ama yapabileceğim bir şey yok buna mecburdum. Size de çok teşekkür ederim benim için canınızı tehlikeye attınız."

"Biz arkadaşız her ne olursa olsun elimizden ne gelen ne varsa da yapmaya hazırız."

"Sağ ol Sarp. Hem sana hem Caner'e çok şey borçluyuz."

"Girmeyin, diyorum arkadaş! Şu borç konusuna bir girmeyin! Allah Allah! Durun diyorum, daha düğün yapacağız diyorum ama beni dinleyen kim?"

Caner'in sitemkâr ses tonuna üçü birden tebessüm ettiğinde yeniden bir arada olmanın keyfini de yaşadılar. Aralarında üç kişi eksikti belki fakat yine de mutlulardı. Lisede tanıştıklarında bunların olacağı hangisinin aklına gelirdi ki? Henüz birkaç sene önce birbirlerine kopyalar verirken şimdi Oya'yı düğünden kaçırıp Altay'la evlenmesi için planlar kuruyorlardı. Hayat gerçekten bazen çok tuhaf olaylara gebeydi.

Arsuz ilçesine bağlı Gülcühan beldesinde Caner'in dedesinden kalma bir ev vardı. Evin her bir yanı dökülse de bir gecelik işlerini görürdü. Ev iki katlı olsa da, yıkık döküktü. Kaç yıllık olduğu ise tam bir muammaydı. Oturma odasında eski püskü iki divan, yatak odalarında ise somya diye tabir edilen yataklar vardı. Aslında direkt eve gidebilirlerdi lakin yine de bu gecelik göz önünde olmamak daha iyiydi. Sabah doğan güneşle Antakya'ya dönerlerdi. Planlar yapılmıştı. Oya, nikâha kadar Caner'de kalacaktı. Necla Hanım öyle demişti. Genç kızı bırakmaya hiç niyeti yoktu yaşlı kadının.

Zor geçen bir gecenin ardından planladıkları gibi döndüler evlerine. Oya, Necla Hanım'a defalarca teşekkür edip yaşlı kadına sıkı sıkı sarıldı. Kendine evini açmış, sen benim de kızımsın diyerek saçlarını okşamıştı o pamuk elli güzel kadın. Annesinden görmediği şefkati onun pamuk ellerinde bulmuştu genç kız. Necla Hanım gerçekten de eşi bulunmayacak kadar güzel yürekli bir kadındı. Zamanın da Asu'ya nasıl sahip çıktıysa kendine de öyle sahip çıkmıştı.

Altay'ın kalacak yeri yoktu aslında askerde iken babasının öldüğünü duymuştu delikanlı. Aynı zamanda yıkık dökük evinin babasının borcu yüzünden kaybettiğini. Evden alacak bir şey olmadığı için borçlarına karşılık evlerine el koymuştu alacaklılar. Bu yüzden harbi harbi sokakta kalmıştı Altay. Oya'ya evlenelim diyordu da, daha oturacak evi bile yoktu. Nereye götürecekti sevdiği kadını? Hakkı var mıydı ona bu kadar çile çektirmeye?

Sarp elbette ki arkadaşını sokakta bırakmamış, evinin kapısını seve seve ona açmıştı. Nikâh tarihi iki hafta sonrasına alınmış, gerekli işlemler halledilmişti. Önemli olan da buydu, gerisi çorap sokağı gibi gelirdi. Ev de bulunurdu, işte. Hiç olmadı gelir dükkânda çalışırdı Altay. Taşı sıksa suyunu çıkarırdı, çalışmaktan kaçacak değildi ya.

Mahallede laf söz olmasın diye oğlunu da Sarplara yollamıştı Necla Hanım. Caner'le, Oya kardeş gibi olsa da insanlar ne yazık ki gerekli gereksiz yakıştırmalar yapmayı pek seviyorlardı. O yüzden en uygunu Caner'in de arkadaşında kalmasıydı. Bu kadar olayın içinde evden atıldığına söylense de Caner, Sarp sanki yabancı yere geliyorsun, demişti. Erkeğe erkeğe takılırız oğlum, ne olacak sanki, diyerek eğlenmişti arkadaşıyla. Caner'in ise aklına şeytani fikirleri getirmişti bu. Madem iki hafta üç erkek yalnız olacaklardı o zaman felekten bir gece çalmak hakları olsa gerekti. Hem Altay evlenmeden ona şöyle güzel bir bekârlığa veda partisi yapmak gerekti.

Altay her ne kadar Caner'in teklifine karşı çıksa da onun tarafından zorla sürüklenmişti şarkılı türkülü bir mekâna. Birkaç kadeh bir şeyler içip efkâr dağıtmak belki güzeldi. Fakat sorun şu ki, gittikleri yerde dansöz vardı. Sarp Caner'e bakıp tövbe çekerken Caner halinden gayet memnundu. Dansözün etrafında dönmesi bir yana, cebinden çıkardığı paraları da saçıyordu.

"Bu çocuk iflah olmayacak," dedi Altay. Dansöze bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Başka bir kadına göz ucuyla baksa Oya'ya ihanet edecekmiş gibi geliyordu çünkü.

"Zaten ben umudu keseli çok oldu."

İç geçirdi Altay, rakısından bir yudum alıp Sarp'ın yüzünde gezdirdi tekrar bakışlarını.

"Feyza'dan haber var mı?"

"Yok. Sırra kadem bastı sanki."

Efkârı üzerine rakısını bir dikişte içti Sarp. Kadehini masaya bıraktığında Caner'e baktı bir an. Dansözün etrafında dönmeye devam ediyordu arkadaşı. Belki de en iyisini o yapıyordu, kendi gibi oturup her gün gidenin yasını tutmuyordu.

"Bazen hayret ediyorum Caner'e. İnsan o kadar çok sevdiğini birini nasıl unutabilir?" diyerek Sarp'ın düşüncelerine tercüman oldu Altay. "Ben Oya'dan ölsem vazgeçmem. Gördün canım pahasına kaçırdım onu."

"Belki de en iyisini o yapıyordur, baksana bizim kereta memnun halinden."

"Ama bir şey diyeyim mi? Asu şimdi çıkıp gelse yine onun peşinden koşar bu serseri."

"Ona ne şüphe?"

Burukça gülümserken rakıları yeniledi Sarp. Caner ise yorulmuş olacak ki gelip geri masaya oturdu. Yarım kalan kadehini içerken arkadaşlarında gezdirdi gözlerini.

"Hayırdır ne konuşuyorsunuz arkamdan?"

"Asu diyoruz," diyerek manidar bakışlarla Caner'i süzdü Altay. Hafiften çakırkeyif olmuş durumdaydı. "Sen onu bırakmasaydın şimdi çiçeğimizi çikolatamızı alıp gidip isterdik babasından. Çifte düğünümüz olurdu."

"Asu da hemen evlenirdi ya benimle."

"Oğlum kız sana kör kütük âşıktı! Âşık! Sen ne yaptın saçma sapan bir mevzu yüzünden harcadın kızı."

"Eski defterleri açma şimdi Sarp. Eğleniyoruz şurada ne güzel, ağzımızın tadı kaçmasın."

"Peki kardeşim açmayım, sen git dansözle keyfine bak."

"Ohooo buraya ne için geldik, sen ne yapıyorsun?"

"Hiç kızma Sarp'a, doğru söylüyor adam. Kıymetini bilemedin sen o kızın."

"O da arkasına bile çekti abi! Ben ne yapayım? Bir vedayı bile çok gördü bana. Şimdi oturup onun yasını mı tutayım? Hadi beyler hadi, eski defterleri boş verin önümüzdeki maçlara bakalım."

Delikanlı bardağını havaya kaldırdığında arkadaşlarından da bunu yapmasını bekliyordu ki, Sarp kadehini kaldırdı ancak aynı cümleyi söylemedi.

"Ben eski güzel günlere kaldırıyorum kadehimi."

"Feyza'ya, de bari yabancı yok aramızda."

İç geçirip manidar bir gülüş kondurdu dudaklarına Sarp. "Öyle olsun," demekle yetindi. Feyza neredeydi bilmiyordu ama kendi onun şerefine burada kadeh kaldırıyordu.

O gecenin sabaha karşı eve döndü üç arkadaş. Adam akıllı sarhoş olmuşlardı evdekiler bu hallerine bayağı kızacaktı fakat gençtiler azıcık hayatlarını yaşamak haklarıydı. Sarp'ın odasında sızıp kaldıklarında gözlerini mahalleyi inleten bağrışlarla açtılar. Aceleyle toparlanıp ne olduğunu öğrenmek için aşağıya indiklerinde kapıda Oya'nın ailesini gördüler. Karı koca ağzına gelenleri söylüyor, küfürler ediyordu. Fakat daha kötüsü Oya'nın da orada olmasıydı. Altay'ı görmek için Sarp'a gelmişti Oya ama ailesiyle karşılaşmıştı. İçinde korku yoktu çünkü arkasında birilerinin olduğunu, sahipsiz olmadığını biliyordu ancak annesinden de, babasından da duyduğu laflar zoruna gidiyordu.

Her ne olursa olsun biri annesi, biri babasıydı ve onları öylece silip atamazdı Oya. Fakat ailesi kendinin aksine bir kalemde silmişti kendini. Senin gibi kızımız yok, diyerek bağırıp kendini edepsizlikle suçlamışlardı. Oysa ne yapmıştı kendi? Sevmişti. Her şeyden daha çok sevmişti. Pişman da değildi, olmayacaktı. Ailesine sırt dönmek istemiyordu fakat şu an onların peşinden gidip yalvarıp yakarsa bile affedilmeyecekti. O yüzden kendi de, kendine bir aile kuracaktı Altay ile. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun.

Mahalleyi birbirine katıp giden karı kocanın ardından Oya, Altay'ın kollarında hıçkırıklara boğuldu. Meryem bir yandan, Necla Hanım bir yandan genç kıza destek olmaya çalışırken Sedat'ta, Altay'ı yalnız bırakmıyordu. Bir abi edasıyla ilgileniyordu delikanlı ile. Belki normal zaman da olsa onlara karşı çıkardı ancak ikisinin de birbirlerine ne kadar sevdiklerini görüyordu. O yüzden kendi de düşen şimdi bu iki gence destek olmaktı.

Olaylı bir günün ardından daha iki hafta sonra Altay'la, Oya'nın nikâhı kıyıldı. Birbirini seven iki genç resmi olarak karı koca ilan edildi. Necla Hanım sayesinde kalacakları yer ayarlandı, Mersin'e gidiş bileti alındı. Evet, yeni evli çift Mersin'e gidip yeni bir hayat kuracaklardı. Necla Hanım'ın abisi, Necdet Bey onlara Mersin'de yardımcı olacak, kiralık ancak şimdilik boş olan evini onlara verecekti. Altay'a da güzel bir iş ayarlayacaktı. Belki bazı şeylerin yolunu girmesi zaman alacaktı fakat eninde sonunda mutlu olmayı başaracaklardı.

Bir yandan buruktu Oya'nın içi. Evlenmişti Altay ile lakin eksikti bir yanı. Bir başına, kendi kendine kimsesiz gibi evlenmişti genç kız. Baba evinden gelinlikle çıkmamış, annesinin hayır dualarını almamış, kardeşleriyle bile vedalaşamamıştı. Oysa ne çok isterdi ailesinin yanında olmasını fakat onlar, kendini gözlerini kırpmadan silmişler, evlatlıktan reddetmişlerdi. Her ne olursa olsun canı yanıyordu, ailesiz kalmak canını yakıyordu.

Ayrıca Asu'yla, Feyza da yoktu, en mutlu gününde yanında değildi arkadaşları. En azından onlar olsaydı, şahitlik yapsalardı nikâhına ama yoklardı işte. Kendini öylece bırakıp gitmişlerdi. Onlara kızgın değildi ama kırgındı Oya. İnsan bir telefon, bir adres bırakırdı öylece çekip gitmek yakışmamıştı ikisine de. Yine inanıyordu ama bir gün yeniden bir arada olacaklardı. Hem Altay'la, temelli gitmiyorlardı ya Mersine'e. Elbette geliş gidiş yapacaklardı Hatay'a.

Mersin otobüsü o gün öğlen dörtte kalkıyordu, o yüzden bir an önce yetişmeleri gerekiyordu. Ki, hesapta olmayan bir olay daha gerçekleşti Altay ile Oya Mersin'e gitmeden. Hakan çıka geldi. Her şeyden habersiz Sarp'ın kapısını çaldığında hiç beklemediği bir manzara ile karşılaşacağını nereden bilebilirdi ki?

Çalan kapıyı açtığında Hakan'ı görünce öylece kaldı Sarp. İlk defa o an vicdan azabı çekti, arkadaşına ihanet etmiş gibi hissetti. Çünkü kendinin Feyza'yı sevdiği gibi Hakan da hâlâ Oya'yı seviyordu. Ankara'ya, üniversiteye gitmiş olması bunu değiştirmiyordu.

"Hakan"

"O ne oğlum hortlak görmüş gibi bakıyorsun. Unutulduk mu hemen?"

"Yok," diye bocaladı Sarp. Ne diyeceğini bilmiyordu. Oya içeride yengesi ile valiz toplarken Altay'da eksik gedik var mı, diye kontrol ediyordu. Hakan'ın onlarla karşılaşmaması gerekiyordu fakat tahmin edilen son kaçınılmazdı.

"Aldın mı Caner eksikleri?" diye sorarak kapıya geldi Altay. Karşısında Hakan'ı görmeyi kesinlikle beklemiyordu ancak artık Oya karısıydı. O yüzden hiçbir şey yapamazdı Hakan.

"Sen de mi buradaydın?"

"Gördüğün gibi buradayım."

"İyi, ben başka zaman uğrarım Sarp."

Hakan tam gidecekti ki, Oya'nın sesini duyunca durdu. İki yıl sonra ilk defa sevdiği kadının sesini duymuştu ve bir kez olsun ona bakmadan gidemezdi.

"Altay kıyafetler sığmadı, bir valiz daha lazım."

Altay gibi Oya da, Caner'in geldiğini sanmıştı fakat Hakan'ı görünce kısa bir şok geçirdi. Gözleri onun gözleri bulduğunda ne tepki vereceğini bilemedi.

"O kadar uzun zamandan sonra seni burada görmeyi beklemiyordum Oya."

Sessiz kaldı Oya, Altay ise karısının elini tuttu. Evli olduklarını Hakan'ın gözüne sokmak istiyor gibiydi.

"Ben de geleceğini düşünmemiştim, sürpriz oldu."

"Alın size koli," diyerek Sarp'ın evine vardı Caner. Kapının önünde henüz Hakan'ın olduğunu fark etmemişti. "Tutturdunuz koli de koli, diye sabahtan beri size koli arıyorum vallahi belim koptu! Hayır siz evlendiniz ceremesini ben çekiyorum burada!"

Elini alnına vurdu Sarp, ne güzel pot kırmıştı Caner. Asıl şimdi olan olacaktı. Altay'la, Hakan mahallenin ortasında birbirine girmezse iyiydi.

"Ev-evlilik mi?"

Hakan duyduğu sözcüğü idrak etmeye çalışırken Caner o an Hakan'ı gördü. İçinden eyvah derken ortalığın bir güzel karışacağını biliyordu. Ne zaman şöyle rahat bir nefes alacaklardı?

Altay ve Oya'nın parmaklarında yüzük görünce her şeyi anladı Hakan. Evlenmişlerdi. Altay şimdi tam anlamıyla almıştı sevdiği kızı elinden.

Hakan," dedi Sarp. Kapının eşiğine varıp arkadaşının omuzuna elini dayadı. "Ne hissettiğini biliyorum ama..."

"Siz," dedi Hakan her şeyi şimdi çözmüştü kafasında. Altay'la, Oya'nın evlenmesinde elbette Sarp'la, Caner'in parmağı vardı. İkisi de yardım etmişti onlara. Nasıl yapmışlardı bunu? Nasıl kendini bu kadar kolay yok saymışlardı?

"Bunu siz yaptınız! Benim duygularımı bile bile Altay'a yardım ettiniz! Oya'yı nasıl sevdiğimi bildiğiniz halde karşı çıkmadınız! Ulan bir kez olsun... Bir kez beni de düşünseydiniz! Hakan'ın da bir kalbi var deseydiniz! Hani ölümüne kardeştik biz? Hani anca beraber kanca beraberdik! Ne oldu şimdi? Lafta kaldı demi o sözler?"

"Hakan bilmediğin şeyler var kardeşim. Önce bizi bir dinle!"

"Kardeşim deme Caner! Senin kardeş belli!"

"Hakan," dedi yeniden Sarp. Biraz daha ılımlı yaklaşmaya çalışıyordu çünkü anlıyordu Hakan'ı. Nasıl hissettiğini iyi biliyordu.

"Oğlum bir dinle."

"Bir tek senden beklemezdim biliyor musun? Belki de şu dünyada beni anlayacak tek insan sendin Sarp! Senin sevdiğin gibi sevdim çünkü ben! Ölümüne sevdim! Ben Oya'yı ölümüne sevdim lan!"

"Ölümüne sevdin öyle mi?" diye bağırarak Oya'yı bırakıp Hakan'a doğru yürüdü Altay. Onu itip dururken öfkesine hâkim olamıyordu zira kendince haklıydı.

"Ölümüne sevdiğin için mi bu kızı yalnız bıraktın? Ölümüne sevdiğin için mi ailesi zorla başka bir adamla kızı nikâh masasına oturturken sen tükürdüğüm o üniversite de sefa sürdün? Sevgi bu mu lan? Söyle bana sevgi bu mu? Sen ölümüne değil, öylesine sevdin kardeşim! Eğer ben Oya'yı düğünden kaçırmasaydım bu kız kendini öldürmüştü! Anlıyor musun? Ölümüne sevmek senin gibi seviyorum deyip kaçıp gitmek değil! Ölümüne sevmek harbiden canını ortaya koymak! Ben bunu yaptım Oya için! Gözümü kırpmadan o nikâhtan kaçırdım sevdiğim kadını! Gerekirse ölürdüm ama yine bırakmazdım onu! Şimdi sen gelip bu adamları suçlayamazsın! Evet, onlar olmasa belki evlenemezdik! Ama evlendik işte! Birbirimizi ölümüne sevdiğimiz için evlendik!"

"Altay," diyerek diğerlerine fırsat vermeden kocasını geri çekmeye çalıştı Oya. Yine gözleri doluydu, Hakan için vicdan azabı çekerken Altay'ın haklı olduğunu biliyordu. Hiçbir şey yapmamıştı Hakan kendi için. Üniversiteyi kazanınca çekip gitmişti. Onu suçlamıyordu, zaten ondan bir şey de beklememişti hiçbir zaman fakat Altay'ın dediği gibi şimdi burada Sarp'ı da, Caner'i de suçlayamazdı Hakan.

"Lütfen yapma zaten çok şey yaşadık."

Karısını dinleyerek geri çekildi Altay, onun elini sıkı sıkı tuttuğunda Hakan'a göstere göstere elini öptü. "İyi bak bize kolay gelmedik bugüne! Ama ben bu kızı ölümüne sevdiğim için bırakmadım kimseye!"

"Yazıklar olsun," dedi Hakan dolu dolu gözleriyle. Canının nasıl yandığını ne Sarp anlardı, ne Caner. Güzel iş başarmışlardı Altay'la, Oya'yı evlendirerek. Şimdi gurur duyabilirlerdi bu resimle.

"İkinize de yazıklar olsun!"

Başka bir şey demeden çekip gitti Hakan, Sarp arkasından koşarken Caner de durmadı. Sonuçta Hakan da arkadaşlarıydı bir yerde. Sokakta Hakan'ın kolunu yakalamayı başardığında ne diyeceğini bilemedi Sarp.

"Öyle çekip nereye gidiyorsun oğlum ya? Yemin ediyorum ne desen, ne söylesen haklısın ama Oya istedi! Altay'la evlenmeyi Oya istedi! Eğer istemezse ben karışır mıydım bu işe? Hiç mi tanımadın beni?"

"Çok iyi tanıdığımı sanıyordum Sarp ama yanılmışım."

"Hakan..."

"Allah aşkına yapma artık Hakan. Bak kaç yıl oldu, sana yazık. Üniversiteye de gidiyorsun, bulursun oradan kendine bir kız. Bir ellini sallasan ellisi be oğlum."

Caner'in yüzüne bakarken alayla gülümsedi Hakan. Ondan başka nasıl bir laf beklenirdi ki?

"Ben sen değilim Caner, sevdiğim kızı iki günde unutup başkalarıyla gönül eğlendireyim."

İç geçirdi Caner. Adı çıkmıştı dokuza, inmiyordu sekize. Ne söylese kabahat oluyordu. Oysa ne demişti şimdi kendi? Yakışıklı adamdı Hakan, kim bilir kaç kızın dibi düşüyordu da kendi bakmıyordu onlara. Tutturmuştu Oya da Oya diye. Kız evlenmişti, daha neyin peşindeydi arkadaşı?

"Gönül eğlendir diyen mi var sana? Önüne bak diyoruz, elbet başkası çıkacak karşına."

"Sen önüne bakabildin mi Sarp? Feyza'yı unutup başkası olabilir dedin mi?"

"Hah! Cevabı da hazır beyefendinin. Sarp'la sen aynı mısın? Feyza evlenmedi, çekip gitti!"

"Bir gün evlendiğini duyarsa Sarp Feyza'dan vazgeçer mi peki?"

"Pes!" diyerek ellerini kaldırdı Caner. Uğraşamayacaktı daha fazla Hakan'ın saplantılı aşkı ile. "İyi kardeşim, siz böyle devam edin. Gencecik yaşınızda kaybettiğiniz aşklar için ağlayıp durun. Benden bu kadar."

Başka bir şey demeden yanlarından ayrıldı Caner, Sarp ise dudaklarını aralamıştı ki, Hakan susturdu onu. Daha fazla konuşacak bir şey yoktu çünkü ortada.

"Hiç kendini yorma kardeşim. Ben anlayacağımı anladım tek dileğim umarım bir gün ne hissettiğimi hiç anlamazsın. Hadi selametle, yolun açık olsun."

Son sözlerinin ardından basıp gitti Hakan. O gün son kez yürüdü Antakya sokaklarında, aşkını bulduğu fakat kaybettiği şehre bir daha hiç ayak basmadı. Canının yanmasına rağmen Oya mutlu olsun istedi. Altay'la resmini gözünün önüne getirdikçe engel olamadı gözlerinden akan yaşlara. Sevdasını kalbine gömüp yoluna baktı fakat Caner'in dediği gibi başka kadınlarda aramadı şifasını. Okuluna odaklandı, aşkta kaybetse de kariyerinde günbegün yükseldi, lisans eğitimini başarıyla tamamlayıp iyi bir mühendis olarak iş hayatına atıldı. İşine dört elle sarılarak devam etti yaşamına lakin bir zamanlar sevdiği kadını hiç unutmadı. Oya kalbinin en güzel yerinde uzun yıllar boyunca, hep buruk bir hatıra olarak kaldı.

***

İçi yana yana da olsa Antakya'ya veda etmek üzere kocasıyla birlikte otobüs terminaline geldi Oya. Tabii yalnız değillerdi. Sarp ve Caner başta olmak üzere Sedat'la, Meryem de vardı yanlarında. Ve elbette kendilerine sahip çıkan Necla Hanım'da.

"Hepiniz hakkınızı helal edin olur mu? Emeğiniz çok, ne yapsak ödeyemeyiz," dedi Altay hepsinde tek tek gözlerini gezdirerek. Burada kalamazlardı artık Oya'nın ailesi rahat vermezdi, her ne kadar kızlarını evlatlıktan reddetmiş olsalar da. Kaldı ki, Antakya küçük yerdi. Olan biteni herkes duymuştu, dar gelirdi artık bu şehir karısıyla kendine. Ayrıca Oktay da rahat durmayacaktı. O yüzden çekip gitmek en iyisiydi.

"Alaturkaya bağlayıp durma be oğlum. Biz mutu olamadık bari siz mutlu olun," diyerek arkadaşına sarıldı Caner. Onlar da gidiyordu işte, yüreği buruktu ama hiç olmazsa bundan sonra onların mutlu olacağını bilmek teselli ediyordu kendini.

"Olacaksın kardeşim," diyerek Caner'in sırtına vurdu Altay. Asu da, Feyza da bir gün geri dönecekti, buna inanıyordu. Caner'den ayrılıp Sarp'a sarıldığında onun da sırtına dostça vurdu. Temelli ayrılmıyorlardı, geliş gidiş yapacaklardı elbette. Geri çekildiğinde Sarp'ın omuzlarına dayadı ellerini, büyük bir inançla baktı gözlerine.

"Sen de çok mutlu olacaksın. İnanıyorum Feyza da bir gün geri dönecek."

İç geçirdi Sarp, belli belirsiz gülümsedi. Buna inanmayı her şeyden daha çok istiyordu. "Oya sana emanet," diyerek konuyu değiştirdi. "Kızın zaten ailesinden yüzü gülmedi, sen onu hiç üzme olur mu?"

"Oya'nın gözünden bir damla yaş düşmeyecek. Gözümden bile sakınacağım ben onu."

"Bu da hazır zaten muslukları açmaya," diyerek Oya'ya takıldı Caner. Yine ağlıyordu çünkü genç kadın. "Gel buraya sulu göz."

Caner kendine sarılınca hıçkırığına engel olamadı Oya. Altay'ı ne kadar severse sevsin zor gelirdi bu ayrılık kendine. Geride tüm hayatını bırakıp bambaşka bir yaşama kucak açıyordu. Pişman değildi ama buruktu yüreği. Kardeşleri, arkadaşları, hatırları hep buradaydı. Kolay değildi her şeyi ardında bırakıp gitmek.

"Asu'yu üzdüğün için çok kızmıştım sana ama benim için yaptıklarını asla unutamam. Her ne olursa olsun sen harika bir dostsun."

"Kızım karı koca ne meraklısınız teşekkür etmeye ya."

Omuzlarını silkti Oya, dudaklarındaki silinmeyen buruk gülüşü ile Caner'in ardından Sarp'a sarıldı. Onlar olmasa kim bilir şu ne halde olurdu?

"Bir gün gerçekten Feyza döner mi, bilmiyorum ama senin çok mutlu olacağına eminim Sarp çünkü bunu sonuna kadar hak ediyorsun."

"Siz mutlu olun, o bana yeter."

Oya gibi burukça gülümserken tüm arkadaşlarının tek tek gittiğini o an fark ediyordu delikanlı. İlk önce Asu sonra Feyza ardından Hakan şimdi ise Altay'la, Oya... Lisede güzel bir dostluk kurmuşlardı lakin ebediyen sürmüyordu o dostluklar. Herkes dağılıyor, bambaşka hayatlara savruluyordu. Kimseye kırgın olmaya hakkı yoktu. Hayattı bu, insan aynı yerde kalamıyordu.

Genç çift, arkadaşlarından ardından ilk önce Necla Hanım'la sonra Meryem'le vedalaştılar. Sarp'la, Caner'in yanında onların emekleri de büyüktü. Kendilerine sahip çıkıp ortada bırakmamışlardı. Haklarını gerçekten ödeyemezlerdi. Kaşla göz arasında Sedat, Altay'ın cebine para sıkıştırdığında delikanlı itiraz etti ama de işe yaramadı. Yola çıkıyorlardı sonuçta, para lazım olurdu onlara, Sedat'ta öylece gönderemezdi evli çifti. Altay parayı mecbur kabul ettiğinde Sedat'la da helalleşti. Sertti, katıydı ama abi gibi abiydi Sedat. Onun da desteğini yok sayamazdı. Vedalaşma faslı bittiğinde karısıyla birlikte otobüse bindi Altay.

Bir veda daha gerçekleşirken uzun uzun eller sallandı, giden gitti, kalanlar onların ardından bakmakla yetindi. Lise günleri bir film şeridi gözlerin önünden geçti. Şen kahkahaların burukluğu, bir daha yaşanmayacak o tatlı anıların hüznü yürekleri acıttı. Geçmiş öylece bitmiyor, arkadaşlıklar öyle kolay unutulmuyordu. Yaşanan her şey bir hatıra olarak kalıyordu insana. Sarp'la, Caner'e kaldığı gibi.

Sarp'ın boynuna elini attığında buğulu gözlerle gülümsedi Caner. Başladıkları yere geri dönmüşlerdi.

"Yine baş başa kaldık kardeşim."

"Öyle," demekle yetindi Sarp. Hâlâ giden otobüsün ardından üzgün gözlerle bakıyordu. Oya'yla, Altay da gitmişti işte.

"Ama en azından onlar başardılar ve ben inanıyorum çok mutlu olacaklar."

"Doğru dedin bir onlar başardılar," diye söylendi Caner. Kabul etmese de, yok saymak istese de yüreğindeki o büyük yara geçmemişti. Öyle kolay geçeceğe de benzemiyordu. Giden geri gelmezdi, bunu biliyordu o yüzden yas tutmak istemiyordu fakat kalbi hâlâ Asu diyordu.

***
Mersin'e varmalarının ardından Necla Hanım'ın kardeşi Necdet Bey karşıladı Altay ile Oya'yı. Madem ablası bu çocukları kendine emanet etmişti o zaman kendi de gözü gibi bakardı onlara. Genç çifti otogardan alıp bir güzel yedirip içirdi ardından rahat etmeleri için eve bıraktı. Kira falan istemiyordu, onlar önce bir düzen kursun yeterdi. Tanıdığı bir arkadaşının oteli vardı, Altay için konuşmuş iş meselesini halletmişti. En kısa sürede otelde işe başlayacaktı Altay. Güveni tamdı delikanlıya, yüzünü kara çıkarmayacağına emindi.

Her şeyin hemen güllük gülistanlık olmasını beklemiyordu Oya. Zorlu bir süreç bekliyordu kendini fakat yine de mutluydu. Para da filan gözü yoktu, lüks yaşam peşinde olmamıştı hiçbir zaman. Altay yanındaydı ya, o yeterdi kendine. Başka hiçbir şey istemiyordu. Eşya, mal, mülk... Bunlar mutluluk getirmezdi ki insana. Öyle olsa Altay ile değil Oktay'la evlenirdi fakat kalbi Altay'ı sevmişti, onu seçmişti. Asla da pişman olmayacaktı bundan.

Eve iyice yerleşmelerinin ardından Altay duşa girdi. Terlemişti, güzel bir banyoya gerçekten ihtiyacı vardı. Oya yatak odasında kıyafetleri dolaba yerleştirirken ilk defa kocasıyla yalnız kaldığını o an fark ediyordu. Saat gece yarısını geçiyordu neredeyse ama kendi uykuyu değil, başka şeyler düşünüyordu. Henüz kocasıyla birlikte olmamıştı, şimdi bunu yapmaya cesareti var mıydı, bilmiyordu. Ya Altay ne düşünüyordu? Aralarında bir şey olmasını istiyor muydu? Biliyordu kendi istemeden Altay dokunmazdı kendine fakat tedirgindi ve garip bir şekilde heyecanlı. Bir kere utana sıkıla bunu konuyu Meryem'le konuşmaya çalışmıştı, sonuçta kaç yıldır evliydi o ve cinselliği en iyi onunla konuşabileceğini düşünmüştü ki, yanılmamıştı. Meryem ablası kendini rahatlatmaya çalışıp her şeyin nasıl olması gerektiğini anlatmıştı. Elindeki fantezi iç çamaşırlara bakarken yutkundu yine. Meryem almıştı kendine bunları. Aklına Asu geldiğinde onun nasıl cesaretli olduğunu bir kez daha sorguladı. Daha on yedi yaşında iken nasıl o kadar cesur olup sevişmişti Caner'le? Ya Feyza... O mezuniyet gecesinde nasıl Sarp'a ne istediğini söylemişti? Sarp özelini anlatmasa da bir şekilde duyulmuştu olay. Ve kendi Feyza'ya da hayret etmişti. Demek, o kadar da tuhaf değildi cinsel bir birliktelik yaşamak. Üstelik kendi evliydi, Altay da sevdiği adamdı. Korkması gerektirecek bir durum var mıydı ortada? Bu konuda bu kadar gerilmesine sebep belki de baskıcı bir ailede büyümüş olmasıydı. Keşke annesiyle bir şeyleri daha rahat konuşabilseydi belki o zaman böyle gergin olmazdı. Fakat gerginliğe inat ayağa kalkıp üzerindeki eşofmanları çıkarıp siyah fantezi çamaşırları giydi. Utanıyordu ama kalbinin sesini dinlemek istiyordu.

Altay duştan çıkıp odaya girdiğinde yarı çıplak bir haldeydi. Saçlarını ve belini havluyla sarmıştı. Kafasının aynanın karşısında kurularken çaktırmadan aynadan karısına bakıyordu. O gecelikle nasıl güzel olmuştu ama. Daha önce hissetmediği kadar büyük bir arzu bedenini sardığında defalarca yutkundu. Yalan yok, istiyordu karısını ancak o istemeden asla dokunmazdı ona. Kocasını ilk defa çıplak görüyordu Oya, içinin gittiğini hissederken dudaklarını dişledi. Tahmin ettiğinden daha çok yapılıydı Altay'ın vücudu. Tüyleri olsa da, karın kasları vardı. Geniş omuzlarıyla da oldukça çevik görünüyordu. Kumral tenine dokunmak kim bilir nasıl güzel bir histi. Gözleri, kocasının teninde dolaşmaya devam ederken ne istediğine karar vermişti. Korkak olmayacaktı, Altay'ı seviyor, ona sonsuz bir güven duyuyordu. Emindi Altay canını yakmazdı. Ayağa kalktığında kocasının omuzuna dokundu. Ne istediğini söylemeye cesareti yoktu fakat belki gösterebilirdi.

"Altay"

Karısına doğru döndü genç adam, Oya'nın yüzünü avuçlarının arasına alıp ufak bir öpücük kondurdu alnına.

"Efendim güzelim?"

"Hiç..."

Gülümsedi, karısının yüzünde dudaklarını gezdirip geri çekildi. Sağ eli, genç kadının yanağında gezmeye devam ederken bir kez daha Oya'ya içinin aktığını hissediyordu Altay.

"Bir gün her şeyden pişmandan olmandan nasıl korkuyorum bir bilsen."

"Böyle konuşma," diyerek yüzünü ekşitti Oya. Pişman değildi, olmayacaktı da. "Ben mutluyum Altay... İnan seninle o kadar mutluyum ki... Eğer sen olmasaydın ben gerçekten belki de kendimi öldürürdüm."

"Sen de böyle konuşma, bir daha bu lafları duymak istemiyorum yoksa gerçekten kızarım sana."

"Pişman olmadığıma inan sen de. Ben seni çok seviyorum Altay. İyi ki... İyi ki o gün geldin de kurtardın beni."

"Asla bırakmazdım ki... Bırakamazdım. Bir başkasının seni benden almasına izin veremezdim belki bencillik yaptım ama ben sensiz yaşayamam Oya. Biliyorum biraz klişe olacak ama benim sana gerçekten sevgimden başka verebileceğim hiçbir şey yok."

"Altay..."

"Bir ailem yok," diyerek hüzünle baktı sevdiği kızın gözlerine Altay. "Annem yok," durdu akmak isteyen gözyaşlarını geri gönderdi. Annesi evlendiği görse kim bilir nasıl sevinirdi. "Babam da yok," derken boğazı düğümlendi. Keşke her şey çok daha farklı olabilseydi. "Kardeşim de yok," dediğinde burukça gülümsedi. Hiç tatmadığı o kardeş sevgisini hep merak edecekti.

"Ama sen varsın Oya. Benim tek ailem sensin ve seni kaybetmekten nasıl korkuyorum bir bilsen. İşsiz güçsüz adamın, bu ev bile bizim değil. Necla teyze olmasa sokaktaydım ama tüm bunlara rağmen hakkım olmadan seni seviyorum ama seni mutlu edebilir miyim, sana layık bir hayat bir sunabilir miyim, bilmiyorum. O yüzden eğer olur da bir gün pişmanlık duyarsan..."

Altay'ın cümlesin bitirmesine izin vermedi Oya. Daha fazla konuşmaya gerek yoktu yoksa cesaretini kaybedecekti. Kocasının dudaklarına kapandığında kısa bir öpücüğün ardından geri çekildi.

"Olmayacağım Altay. Pişman filan olmayacağım o yüzden sus artık ve..."

"Ve?" diye sorarken arsızca gülümsedi Altay. Oya'nın gözlerinde ilk defa bu kadar cesur bir ifade görüyordu. Karısının yüzünü yeniden avuçlarının arasına aldığında gözleri dudaklarına kaydı. Oya kendini nasıl tahrik ettiğini biliyor muydu?

"Öp beni," dedi Oya bir dakika bile tereddüt etmeden. Ne istediğini biliyordu, daha fazla uzatmanın bir manası yoktu.

"Oya..."

Evet tereddüt ediyordu genç adam çünkü karısının canını istemeden de olsa yakmaktan korkuyordu.

"Öp beni Altay."

Oya'nın gözlerine bakarken daha fazla karşılıksız kalamadı Altay. Karısının dudaklarına kapandığında o dudakların tadını doya doya çıkardı. İki yanağı da genç adamın avuçlarına hapsolmuş bir durumda iken, kocasının ensesine yerleştirdi ellerini Oya. Saçlarının arasında parmaklarını özgürce dolaştırmak tarif edemeyeceği bir haz veriyordu kendine. Altay az daha ileri gidip işin içine dilleri de kattı. İnledi Oya fakat devam etmesi için yönlendirdi Altay'ı. Genç adamın elleri, Oya'nın belini bulduğunda itiraz etmedi genç kadın. Altay kendini kucaklarken beline sıkı sıkı doladı bacaklarını. Ayakları yerden kesildiğinde sırtı yatakla buluştu. Dudakları bir anlığına ayrıldığında Altay emin olmak ister gibi karısının gözlerine baktı. Elleri saçlarında gezerken genç kadının canını yakmaktan korkuyordu.

"Emin misin güzelim?"

"Hem de hiç olmadığım kadar."

Emindi Oya, en özel ilkini kocasıyla yaşamaktan çekinmeyecekti. Altay'ı seviyordu. Daha başka bir şeye gerek yoktu. Kalbi arzuyla atarken teni alev alev yanıyor, Altay'ı iliklerine kadar arzuluyordu. Altay sabırsızca karısının dudaklarına yeniden kapandığında daha önce yaşadığı hiçbir şeyin kendine bu kadar zevk vermediğine emindi. Her şeyiyle Oya'ya aitti. Ondan başkası yoktu, olmayacaktı da. Şimdi canını ortaya koyduğu kadını da doya doya sevecekti. Her şeyin bir zamanı vardı, kendi de doğru zamanda sevdiği kadınla seviştiği için mutluydu. Belki de her şeyi doğru bir şekilde yaşamayı başardıkları için de en çok onlar mutlu olmuştu.

Altay ve Oya aşklarını zirvede yaşarken geleceğin güzel günlerinden habersizlerdi. İkisi de büyük bedeller ödemiş, gözyaşları dökmüşlerdi. Yaraları, acıları benzerdi. Belki de aşkları o yüzden güzeldi. İkisinin de ailesi yoktu fakat bir aile olmayı başarmışlardı. Üç sene sonra doğan kızları Çağla ise en büyük hediyeydi onlara. Her şeyin yoluna girmesi zaman alsa da ilmek ilmek işlenen sevgiyle kurulmuştu yuvaları. Mutluluk sonsuz olmasa bile onlar şu fani dünyada yakalamışlardı mutluluğu. Kolayca değil, emekle, sevgiyle ve sabırla...

 

Loading...
0%