Yeni Üyelik
49.
Bölüm

~46. Bölüm Baba Hasreti~

@petekayla

"Bu yemek randevusu için emin misin? Yani Tolga’yı daha kaç gündür tanıyorsun ki?"

Kahvaltıyı hazırlarken banyodan yeni çıkmış olan kuzeninin sesini duydu Asu. Haksız diyemezdi aslında Feyza’ya. Sonuçta Tolga’yı tanıyalı iki, üç hafta olmuştu. Biliyordu birini tanımak, bir ilişkiye başlamak için çok kısa bir zamandı. Üstelik bu kez hızlıca değil, yavaş yavaş yaşamak istiyordu fakat belli bir yaşa gelmiş olarak ne istediğini de biliyordu. Kafa karışıklığı yoktu, verdiği karardan emindi. Tolga çok hoş, kibar bir adamdı. Kendine iltifatlar etmesi bir yana, hastalara nasıl nazik davrandığını da görmüştü. Ayrıca bilgili ve kültürlüydü. Nöbete kaldığı gecelerde ettikleri o tatlı sohbetler içini ısıtmıştı. İlk defa Caner’den sonra bir erkekten etkilendiğini hissetmişti genç kadın. Evet, bundan önce de sevgilileri olmuş, birliktelikler yaşamıştı lakin hiçbiri kendini Tolga kadar heyecanlandırmamıştı. Ten uyumunu Caner’den başkasıyla hissetmemişti bugüne kadar ancak Tolga’nın eline dokunması yetmişti kalbinde yeniden çiçekler açtırmak için. Kendi de denemek istiyordu şimdi, bahar ayları gelmişti ve yeni bir aşkın tam vaktiydi. Eğer Tolga iki gün önce kendine yemek teklifi etmemiş olsa belki böyle çabuk karar vermezdi ama romantik bir yemek randevusuna hayır diyememişti. Saklamıyor, inkâr etmiyordu. Hoşlanıyordu Tolga’dan yoksa boş yere zorlamazdı kendini.

“Biliyorum daha çok yeni ama denemek istiyorum Feyzoş. Tolga hepsinden farklı, hiç görmediğim kadar kibar. Sonra konuşmasını, oturmasını kalkmasını biliyor. Ayrıca tatlı tatlı iltifatlar ediyor, ufak sürprizler yapıyor. Hem uzun boylu, yanık tenli, yakışıklı… Hoşlanıyorum işte. O da benden etkileniyor yoksa niye yemeğe davet etsin?”

Elindeki havluyu başına sararak mutfağa girdiğinde kuzeninin çayları doldurduğunu gördü Feyza. Asu’nun mutlu olmasını en çok kendi istiyordu. Şöyle güzel bir ilişki yaşamak elbette onun da hakkıydı fakat bu defa da hayal kırıklığına uğrarsa onu toparlayamayacağını biliyordu. Yine de içindeki sesleri susturup gülümsedi. Belki bu kez gerçekten farklı olurdu.

“Mutlu olmanı o kadar çok istiyorum ki…”

“Olacağım,” diyerek çaydanlığı ocağın üzerine bıraktı Asu. Çay tepsisini alıp kuzenine doğru döndü. “Gör bak şans bu kez benden yana.”

“Umarım,” dedi Feyza inançla. Asu’yla birlikte salona geçtiğinde sandalyeye oturdu.

Asu da çayları bırakıp masaya oturunca peynir attı ağzına. Birkaç lokma bir şey yemişti ki, gözlerini kuzenine dikti. Feyza anlatmıştı o gece Sarp ile arasında olanları. Ayrıntıya girmese de o ayrıntıları kendi kafasında tamamlamıştı. Feyza’nın yerinde olsa galiba kendi de aynı şekilde davranırdı, sonuçta kuzenini öperken nişanlı bir adamdı Sarp. Feyza da doğru olanı yaparak Sarp’ın devam etmesine izin vermemişti. Fakat şimdi durum farklıydı, nişan bozulmuştu. Belki de şimdi Feyza bir adım atmalıydı. Sonuçta itiraf edilmedik bir şey kalmamıştı ortada. Daha ne kadar yaşananları yok sayacaktı Feyza?

“Feyzoş”

“Hm?”

“Sarp’la ne zaman konuşacaksın?”

Çatalını bırakıp arkasına yaslandı Feyza. Sıkıntılı bir hali vardı, ne yapacağını bilmiyordu aslında. Hep yaptığı gibi günlerdir yok sayıyordu o gece Sarp’la yaşadıklarını. Sarp ise yine uzun uzun kendine bakıyor fakat nasıl davranacağını bilemiyordu. En başa dönmüşlerdi sanki, birbirlerinden çekiniyorlar, pencereden pencereye bakışıyorlardı. Belki saçmaydı böyle olması ama aralarındaki ilişki –ki bir ilişkileri var mı, tartışılırdı- Liseden beri hep aynıydı, şimdi de değişmemişti. Yalnızca o gece, mezuniyet gecesindeki kadar cesur olmuşlardı. Bir daha o cesareti bulabilirler miydi, emin değildi.

“Her şeyi itiraf etmişsiniz zaten daha ne kadar yok sayacaksınız olanları? Nişan da bozuldu. Önünüz de hiçbir engel kalmadı.”

“Kalmadı mı? Ya İlker’le, babam? Her şey onlar yüzünden bu hale gelmedi mi? Sarp’ı korumak için oynamadın mı bu nişancılık oyununu? Ben hata ettim Asuman. Sarp’a hiç söylememeliydim duygularımı. Bu kadar kolay yenilmemeliydim kalbime. İzin vermemeliydim o gece yaşananlara. Ayşen’le evlenmeliydi Sarp, mutlu bir yuvası olmalıydı. Şimdi sar baştan aynı şeyleri… Benden beklentisi var, umudu var ama… Ama…”

“Ama ne ama? Feyzoş yeter. Allah aşkına yeter. O gece Sarp’a her şeyi itiraf ettin sonra da öpüştünüz hatta daha fazlasını istedin belki de. Yanlış değil bunlar, sen seviyorsun onu. Hem de deli gibi seviyorsun. Kabul et artık. Kendinden kaçmayı bir bırak. Duygularınla yüzleş. Ne baban, ne de İlker sen Sarp’ın elini tuttuğun zaman hiçbir şey yapamayacak ona. İnan bana.”

Kararsız gözlerle kuzenine bakarken çayını yudumladı Feyza. Asu’ya inanmayı çok istiyordu aslında. Hem kaçtığı filan da yoktu. Sarp şimdi yeniden kendine bir adım atsa karşı koymazdı ama ilk adımı nedendir bilinmez kendi atamıyordu. Bu kadarına cesaret edemiyordu belki.

“Bir yere kaçmıyorum Asuman bak buradayım. Hatta çayları tazelemeye gidiyorum şimdi.”

Kuzeni çay bardaklarını alıp mutfağa gitmek üzere hareketlenince gözlerini devirdi Asu. Bal gibi de kaçıyordu Feyza. Nereye kadar böyle devam edecekti bu kız? Üstüne daha fazla gitmek istemediğinden bir şey demedi. Masada duran telefonu eline alıp sosyal medya hesaplarında gezdi. Gündeme şöyle bir göz atarken gördüğü haberlerle gözleri pörtledi. Yanlış okumadığına emin olmak ister gibi gözlerini kırpıştırıp telefonu daha da yaklaştırdı yüzüne. Hayır, yanlış okumuyordu. Sosyal medya adeta İlker’in etiketleriyle yıkılıyordu.

“İş adamı dedik, uyuşturucusu kaçakçısı çıktı.”

“Uyuşturucu tacirine el pençe olan bu ülkeye yazıklar olsun.”

“Kimlerin elinde oyuncak oluyormuşuz meğer.”

“Şerefiyle yükselen kimse kalmadı! Kim bilir kaç masumun günahı var ellerinde İlker Sancak!”

“Ters kelepçe boş, idam şart!”

İlker’in kelepçeli bir şekilde resminin altında buna benzer yazılarla tonla gönderi vardı her yerde. Genç kadın okudukça şaşkınlığı artıyordu. Sabah saatlerinde bir uyuşturucu deposuna baskın yapmıştı polisler ve o depoda İlker’i de yakalamışlardı. Deponun olduğu yer Antalya’ydı. Üç gün önce ise İlker oraya gitmişti. İşlerim var ama hemen geri döneceğim, merak etme demişti Feyza’ya. Sanki Feyza’nın çok umurundaydı kendi. Neyse, dedi Asu içinden bu ufak ayrıntıyı boş vererek. Odaklanması gereken daha önemli bir mevzu vardı. İlker gerçekten uyuşturucu işinin içindeydi, ifadesi ne yönde olurdu, bir şekilde aklanır mıydı, bilmiyordu fakat kesin hükmü vermişti bile Asu. Onun gibi bir adamdan böyle bir iş elbette beklenirdi. “Feyza,” diyerek ayağa kalktığında hızla mutfağa girdi. Nasıl, diye sorguluyordu. Nasıl eniştesi, Feyza’yı İlker gibi pislik biriyle evlenmesi için zorlayabilirdi?

“Şu haberlere baksana! İlker uyuşturucu yüzünden tutuklanmış!”

“Ne?”

Çaydanlığı hızlıca tezgâhın üzerine bırakıp telefonu eline aldı Feyza. Ekranda okuduğu haberler yüzünden gözünden bir damla yaş düştü. Tabii ki İlker için ağlamıyordu babasının yaptıkları yüzünden canı yanıyordu. Sarp gibi altın bir adama zibidi diyen babası İlker gibi bir pisliği baş tacı etmiş, onunla evlenmesi için kendini zorlamıştı. Ya olsaydı bu? Ya pes edip İlker’le evlenseydi o zaman ne olacaktı? Bir uyuşturucu tacirinin karısını olduğunu düşünmek bile midesini kaldırıyordu. Hep iğrenmişti İlker’den ama bu kadarını da beklememişti. Kendi gencecik çocukları kurtarmak için, onlara güzel hayatlar kazandırmak için öğretmen olmayı seçmişken belki de İlker o çocukları bir batağa sürüklüyordu. Damarlarındaki kanın çekildiğini hissetti, buz gibi bir ürperti sardı içini. Böyle bir adamın yalandan olsa bile nişanlısı olduğuna mı yansaydı o kadar zaman bu adam yüzünden Sarp’tan uzak durduğuna mı? Ya da Babasının kör olmuş gözlerine mi?

“Feyza,” diyerek kuzeninin omuzuna eline dayadı Asu. Donmuş kalmıştı Feyza, tek bir tepki bile vermiyordu. “Feyza iyi misin?”

Hiçbir şey demedi genç kadın, telefonu geri kuzenine verip gözünden düşen iki damla yaşı umursamadan odasına gitti. Komodinin üzerine bıraktığı telefonu eline alıp hızla dolandırdı parmaklarını ekranda. Elleri titrerken babasının numarasını tuşladı. Ayakta duramayacağının farkına varınca yatağa oturdu. Ethem Ataman’a söyleyecek iki çift sözü vardı. Telefon açıldığında yaşlı adamın otoriter sesini duydu.

“Feyza”

“Biliyor muydun?”

“Haberleri mi gördün?”

“Biliyor muydun baba? Söyle, biliyor muydun?

“Feyza…”

“Bana cevap ver! İlker’in uyuşturucu kaçakçısı olduğunu biliyor muydun?”

Babasının sıkıntıyla nefes alıp verdiğini duydu Feyza. Ne olur, diyordu içinden. Ne olur bu kadarını bana yapmış olma baba.

“Bir şey söylesene! Bundan haberin var mıydı?”

“Yoktu!” diye bağırdı Ethem Bey. Sesi oldukça sertti. “İlker’in böyle bir iş çevirdiğinden haberim yoktu!”

“Haberin yoktu ama beni evliliğe zorladın! Onunla evlenmem için ne gerekiyorsa yaptın! Ya sen beni nasıl bir adamla evlendirmeye çalıştığının farkında mısın baba? Uyuşturucu kaçaklığı yapıyormuş ya! Uyuşturucu! Kim bilir kaç tane gencecik çocuğu zehirledi! Senin yüzünden böyle bir adam karısı olacaktım ben neredeyse! Sen bana ne yaşattığının farkında mısın? Yıllardır belki de bu işi yapıyor İlker ve senin en yakın arkadaşının oğlu nasıl bundan haberin olmaz? Nasıl?”

“Feyza…”

“Buraya kadar baba! Gerçekten buraya kadar! Bundan sonra hayatıma karışmana izin vermeyeceğim! Ne sevdiğim adamı elimden alabileceksin ne de beni istediğin gibi yönetebileceksin! İstediğini yap ama ben sana asla boyun eğmeyeceğim bir daha! Asla!”

Telefonu kapatır kapatmaz hıçkırıklara boğuldu Feyza. Elindeki telefon yere düştü, kendi ise dizlerine kapandı. Babasızlığına ağladı, babası varken babasız kalışına ağladı. Annesi tarafından sevgisiz büyümüş çocukluğuna, buzdan kale gibi bir evde geçen gençliğine ağladı. Hiç yaşayamadığı yasak aşkına, şefkati bulduğu o sıcacık elleri bir kez olsun sıkı sıkı tutamayışına ağladı. Boşuna yitip giden yıllarına, hasretiyle yandığı adama kavuşamadığına ağladı. O kadar zaman yok yere çektiği özlemine, babasının kendine yaşattıklarına ağladı. Öyle bir ağladı ki, kendiyle, duygularıyla, gerçeklerle yüzleşti. Beynini kemiren tüm hesaplaşmalarını o an yaşadı. Aydınlandı, gözyaşları aktıkça perde inen gözleri açıldı. Korkakça atan kalbini, cesaret sardı. Her doğum sancılıydı, kendi de şimdi yepyeni bir Feyza Ataman olarak doğuyordu. Çektiği acılar, o gün son kez akan gözyaşlarıyla bitecekti.

“Feyzoş,” diyerek kuzeninin yanına oturdu Asu. Başını göğsüne yasladığında saçlarını okşadı. “Geçecek,” dedi şefkatle. “İnan bana hepsi geçecek.”

Burnunu çekti Feyza. Gözyaşları ince ince yanaklarını ıslatmaya devam ederken “Geçecek,” diyebildi güçsüzce. “Geçecek ve her şey bambaşka olacak. Artık kimsenin bana karışmasına izin vermeyeceğim.”

“İşte benim görmek istediğim Feyza bu.”

Birlikte burukça gülümsediklerinde yaşamın kendilerine getireceği sürprizleri bilmiyorlardı. Mevsimlerden bahar, aylardan nisandı. Çetin kış günleri geride kalmıştı, şimdi narin bir çiçek gibi yeniden açmanın zamanıydı. Hayat her daim felaketlere olduğu kadar mucizelere de gebeydi. Önemli olan doğru yerden bakmayı bilmekti.

 

****

“Ne kadar yaptı?”

“Yetmiş beş lira abi.”

Cüzdanından parayı çıkartıp eczacıya uzattığında kasanın üzerinde duran küçük poşeti eline aldı Sarp. Cem de, Zeyno da hasta olmuştu, kendi de onlara ilaç almak için eczaneye gelmişti. Dün akşam ikisine de acile götürmüşlerdi fakat sabaha karşı tekrar yükselmişti ateşleri. Pazar günü olduğu için de doktora götüremiyorlardı. Fakat ilaçlara rağmen ateşleri düşmezse yeğenleriyle tekrar acile gitmekte kararlıydı. Şimdilik yengesi ilaçlar yeter demişti. Zorlukla bulduğu nöbetçi eczaneden çıkıp evinin yolunu tuttu genç adam. Henüz birkaç adım uzaklaşmıştı ki, telefonun çaldığını duydu. Pantolonunun cebinden telefonu çıkarıp baktığında Ayşen’in aradığını gördü. Sıkıntıyla iç geçirdi. Dünden beri arayıp duruyor, mesajlar atıyordu. Nişan bozulmuştu, babası getirip yüzüğü vermiş, ertesi gün annesi taktıkları altınları iade etmişti. Daha ne istiyordu Ayşen, derdi neydi? Bitmişti bu iş. Kendini niye ısrarla arıyordu hâlâ? Telefonu açmadan sorularının cevaplarını alamayacaktı. O yüzden aramayı kabul ederek telefonu kulağına dayadı.

“Efendim Ayşen?

“Bir an hiç açmayacaksın sandım.”

“Çok ısrarla arayınca önemli bir şey olduğunu düşündüm.”

“Seni aramam için illa önemli bir şey mi olması gerekiyor?”

“Ayşen bak…”

“Özledim seni Sarp.”

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı Sarp. Ayşen sahiden kendini bu kadar çok mu seviyordu? Babasını karşısına alabilecek kadar mı? Vicdan azabı çekiyordu çünkü haksızlık yapmıştı ona. Öyle ya da böyle aldatmıştı onu. En kötüsü ise Ayşen biliyordu bunu. Aptal değildi o, elbette bir şeyler hissetmişti fakat yine de kendini çok özlediğini söylüyordu. Ne diyeceğini bilemedi, Ayşen ise uzayıp giden sessizliği bozdu.

“Gerçekten özledim seni hem hiç konuşamadık. Babam öylece kestirip attı her şeyi. Sen de aramadın beni, ben aradım işte. Yüz yüze konuşmak istiyorum seninle. Müsait misin?”

“Müsaitim,” dedi Sarp sıkıntıyla. Harbiden kızı hiç aramayarak büyük eşeklik etmişti zira. Ona bu kadarını borçluydu. “Sen evde misin?”

"Sena'yla eski Antakya evlerinin oradayız. Babam salmıyor beni, biliyorsun. Sena da beni çıkarmak için izin aldı. Birazdan bir kafeye geçeceğiz, kafenin yerini konum olarak atarım istersen.”

“Olur. Birazdan gelirim yanınıza.”

“Beni kırmadığın için teşekkür ederim.”

Telefonlar kapandığında uzunca ekrana baktı genç adam. Neyi yanlış, neyi doğru yaptığını hiç bilmiyordu şu sıralar. Buluşmayı kabul ederek Ayşen’e yeniden umut mu vermişti? Fakat hayır dürüstçe konuşacaktı bu kez onunla. Bu işin olmayacağını hatta belki Feyza’yı sevdiğini bile açık açık söyleyecekti. Başka türlü vicdanı rahat etmeyecekti çünkü. Telefonu cebine koyduğunda eski Antakya sokaklarına doğru yol aldı. Diliyordu ki, bu yüzleşme ikisini de daha fazla yıpratmasın.

Sena’yla birlikte değil, tek başına bir kafeye geçti Ayşen. Arkadaşı çarşıda gezecekti, Sarp’la yalnız konuşması daha iyiydi sonuçta. Kafası karışık olsa da her şekilde sevdiği adamı affedebileceğini biliyordu genç kadın. Hissediyordu Sarp’la, Feyza’nın arasında bir şeyler olmuştu o gece. Sarp bundan ötürü soğuk davranıyordu kendine ancak olanları görmezden gelmeye hazırdı. Her erkek evlilik öncesi ufak tefek kaçamaklar yaşardı, bunlar da bir noktaya kadar hoş görülebilirdi. Kendi de göz yumabilirdi Sarp’ın yaptıklarına yeter ki sevdiği adam vazgeçmezsin bu işten.

Çok geçmeden Sarp kafeye geldiğinde Ayşen’in karşısına oturdu. Kısa bir selamlaşmanın ardından garson siparişleri aldı. Uzun kalmaya niyeti yoktu genç adamın söyleyeceklerini söyleyip gitmek istiyordu fakat yine de çay istedi. Bir bardak çay içecek kadar vakti vardı galiba.

“Seni dinliyorum,” diyerek ellerini masada birleştirip gözlerini karşısındaki kadının gözlerine dikti Sarp. “Ne konuşmak istiyorsun benimle?”

Üzgün bakışlarla kehribar gözlere bakarken gözlerini kaçırdı Ayşen. Dudaklarını dişleyip mağduru oynamak üzere ses tonunu ayarladı. Amacı karşısındaki adamın merhametinden faydalanmaktı.

“Beni niye hiç aramadın?”

“Ayşen…”

“Bir kere… Sadece bir kere arasan ya da o gece telefonumu açsan yeterdi. Babama bak Sarp arıyor, diyebilirdim. Sana güvendiğim için yüzüm kara çıkmazdı, babama karşı böyle bir duruma düşmezdim. Sarp ben sana çok güvendim. O kadar güvendim ki… Hiç şüphelenmedim senden. Babama gelecek, dedim. Özür dileyecek, dedim ama ben özür bile istemiyordum ki yalnızca beni aramanı istiyordum. Aramasan bile telefonumu açmanı. Eğer o gece bunu yapsaydın babam bozmazdı nişanı. Neden Sarp? Neden seni defalarca aradığım halde açmadın telefonu? Hesap sormuyorum sadece nedenini bilmek istiyorum. Seni kıracak, üzecek bir şey mi yaptım? O yüzden mi soğudun benden?”

Yüzünü ovdu, saçlarını karıştırdı Sarp. Haksız değildi Ayşen, ne dese haklıydı. Kızın duygularıyla oynamış, o kadar verdiği sözden sonra öylece bırakmıştı onu ortada. Ayşen’e yaşattığı hiçbir şey yakışmamıştı kendine.

“Sen bir şey yapmadın Ayşen. Ben yaptım. Evet, telefonunu açmadım, açamazdım çünkü… Çünkü…”

“Feyza mı?” diye sordu genç kadın hüzünle tebessüm ederken. Gözlerinin dolmasına engel olamadı, canı gerçekten yanıyordu. Bazı şeyleri duymak daha çok acıtıyordu. Sarp gözlerini kaçırınca başını dışarı çevirip duygularını kontrol altına almaya çalıştı. Affedebilrdi Sarp’ı, evet bunu yapabilirdi. Feyza’yla ne yaşamış olursa olsun kendine bir adım atsa Sarp, kendi görmezden gelirdi olanları.

“Söyle Sarp. Feyza mı?”

Suçlu gibi başını öne eğdi Sarp, ki suçluydu. Ayşen’i aldattığı için suçluydu. Burnunu çektiğinde dik durmaya çalıştı Ayşen. Öyle kolay pes etmek yoktu.

“Sarp lütfen… Lütfen bana o gece Feyza’yla aranızda ne olduğunu söyle. Bunu bilmeye hakkım var.”

“Sandığın gibi bir şey olmadı,” diyebildi genç adam. Cesaretini toplayarak yeniden Ayşen’in yüzünde bakışlarını gezdirdi.

“Hiçbir şey olmadı da diyemem ama. Özür dilerim Ayşen… Benden nefret etsen haklısın. Yemin ederim bunların hiçbirini sana yaşatmayı istemedim. Biliyorum gururunu çok kırdım ben bile yaptıklarımı kendime yakıştıramıyorum. Seni kandırdım, duygularınla oynadım, tutamayacağım sözler verdim fakat aklım gerçekten başımda değildi. Beni affet demeye hakkım yok ama ne olur affet beni. Ben yapamıyorum. Denedim, inan seni sevmeyi çok denedim ancak olmadı. Sen çok özel bir kadınsın, benim için değerlisin fakat bu kadar. Daha fazlası yok. Çok… Çok özür dilerim senden.”

Sarp’ın elini tuttu Ayşen, nemli gözlerine aldırmadı. Hâlâ bir şanslarının olduğuna inanıyordu.

“İnan umurunda bile değil Feyza’yla yaşadıkların. Ben her şeyi görmezden gelmeye, seni affetmeye hazırım. Yeter ki… Yeter ki sen bizden vazgeçme.”

“Ayşen…”

“Ben seni seviyorum Sarp. Çok seviyorum ve biliyorum ki aşk her şeyi affeder.”

“Etmemeli,” diyerek elini çekip kaşlarını çattı Sarp. Aşk her şeyi affetmemeliydi. İnsan ne kadar severse sevsin ihanetin affı olmamalıydı. Kendi kendini bile affedemiyorken Ayşen affetmemeliydi kendini. Feyza sırf Ayşen’in onuru için kendinden uzak duruyorken Ayşen karşısına geçip beni aldatman umurumda bile değil, demeliydi. Bir kadın bu haksızlığı kendine yapmamalıydı.

“Aşk her şeyi affetmemeli Ayşen. Kimi ne kadar seversen sev, birinin canını yakmasına, seni üzmesine asla izin verme. Bu kişi ben olsam bile. İnanıyorum karşına başka bir adam çıkacak ve çok mutlu olacaksın ama senden bir arkadaş olarak rica ediyorum. Hiçbir erkeğin sana haksızlık yapmasına, her ne şekilde olursa olsun seni acıtmasına müsaade etme. Bir kadın olarak bunu kendine yapma. Çünkü sen çok değerlisin. İnan bana çok değerlisin ve ben yaptıklarım için senden çok özür dilerim. Bazı şeyler olmayınca olmuyor. Lütfen anla beni.”

Başını öne eğdi, gözyaşlarının yanakların ıslatmasına izin verdi. Alt dudağını dişlerken kırıldığını hissediyordu Ayşen. Sarp dürüst bir adamdı, bu kötü dünyada eşi bulunmayacak kadar güzel bir erkekti. Kendini kandırdığı filan da yoktu. Sarp’ın, Feyza’yı nasıl sevdiğini en başından beri biliyordu çünkü. Bunu bile bile de inanmak istemişti, aklını kullanarak Sarp’ı kendine âşık edebileceğini sanmıştı. Olmamıştı ama, ne kadar çabalarsa çabalasın onun gönlünde yer edinmeyi başaramamıştı. Vazgeçmek zordu lakin canı yansa da kabul etmeliydi. Feyza dışında herkese kapatmıştı Sarp kalbini. Böyle bir aşkın karşısında ne kadar savaşırsa savaşsın yenileceğini nihayet anlıyordu. Şimdi tekrar Sarp’ı elde etmeye çalışsa bile onun yüreğinin ebediyen Feyza’ya ait kalacağını biliyordu. O yüzden yapabileceği daha fazla bir şey yoktu. Özgür bırakmalıydı sevdiği adamı.

“Biliyor musun inanmak istedim. Sen öyle sözler verince bir gün beni de Feyza’yı sevdiğin kadar seversin sandım. İlk öptüğüm adam bile sendin Sarp. Ben seni çok sevdim. Gerçekten çok sevdim. Bana yaşattıkların için özür dileme çünkü ben… Ben hayatımın en güzel günlerini seninle yaşadım. Kısa bir sürede olsa senin yanında olmak, seninle bir şeyler paylaşmak güzeldi. Asıl ben sana bütün bunlar için teşekkür ederim. Sadece aptallar böylesine büyük bir aşkın karşısında savaşmakta ısrar eder ve ben aptal biri değilim. Senin kalbin Feyza’ya ait, bunu değiştirmeye gücüm yetmedi, yetmeyecek. O yüzden çok mutlu olmanı istiyorum. Kendine iyi bak olur mu? Seni unutmayacağım. Seni hiç unutmayacağım yakışıklı. Ömrümün sonuna kadar tatlı bir hatıra olarak hatırlayacağım seni.”

Nemli gözleriyle, masanın üzerindeki çantasını alıp ayağa kalktı genç kadın. Ceketini üzerine geçirmesinin ardından saçlarını savurdu. Sarp’a son kez bakıp arkasını döndü. Yarım kalmış hikâye yoktu aslında her hikâye bitmesi gereken yerde biterdi. Kendinin de Sarp’la olan macerası buraya kadardı. Aşka küser miydi, sevgiden vazgeçer miydi bilmiyordu fakat şimdi payına düşeni yaparak çıkıp gidiyordu Sarp’ın hayatından. Dediği gibi onunla yaşadıkları buruk bir hatıra olarak kalacaktı zihninin derinlerinde.

“Ayşen,” diye seslendi Sarp. Ayağa kalkmış buğulu gözlerle Ayşen’in arkasından bakıyordu. Ona yaptığı tüm haksızlıklar için gerçekten vicdan azabı çekiyordu. Bir kadının gönlünü kırmış olmayı yakıştıramıyordu kendine.

Sarp’a doğru döndü Ayşen, gözünden iki damla gözyaşının daha akmasına engel olamadı. Canı yanıyordu işte. Her şeyin bu şekilde bitmesi canını acıtıyordu. Beklenti dolu bakışlarını karşısındaki adamın üzerinde gezdirirken onun burukça gülümsediğini gördü.

“Teşekkür ederim. Beni anladığın için gerçekten çok teşekkür ederim sana.”

“Lütfen… Lütfen çok mutlu ol, bunu sonuna kadar hak ediyorsun çünkü.”

Başını sallamakla yetindi genç adam, Ayşen giderken derin bir nefes aldı. Özgürdü. Prangalarından kurtulmuş, engeller ortadan kalkmıştı. Üstelik Feyza’da her şeyi açık açık söylemişti kendine. Artık duramayacağını, sevdiği kadını bırakmayacağını iyi biliyordu. Mezuniyet gecesinde olduğu gibi yaşananların sadece o gecede kalmasına izin vermeyecekti bu kez. Bir daha hiç bırakmamak üzere Feyza’nın elini sıkı sıkı tutacaktı. Gerekirse Ethem Bey’in karşısına dikilecek, Feyza’yı nasıl sevdiğini anlatacaktı. Tabii öncesinde annesinin kendini anlaması gerekiyordu. Masaya bıraktığı eczane poşetine kaydı gözleri. Cem’le, Zeyno tam hasta olacak zamanı bulmuşlardı. Onlar iyileşmeden evdeki telaş bitmeyecekti. O yüzden ilk başta yeğenlerini çabucak iyileştirmeliydi. Bunun içinde poşeti hızlıca eline alıp evinin yolunu tuttu kaybedecek bir dakikası bile yoktu.

Zeynep midem bulanıyor diye ağlarken, Cem boğazının ağrısından hiçbir şey yemediği gibi çorba da içmiyordu. İkisine birden yetişmeye çalışan Meryem ise anneliğin bir kez daha ne kadar zor olduğunu anlıyordu. Şikâyeti yoktu genç kadının, ilk defa hasta olmuyordu çocukları. Anne olduğu gün karşılaşacağı her türlü soruna hazırlamıştı kendini fakat böyle zamanlarda kocasının yanında olmayışı üzüyordu kendini. İlaçları bile Sarp almaya gitmişti. Sedat işleri olduğunu söyleyerek evden çıkmış, bu saate kadar da gelmemişti. Bir kez olsun, o işleri sonraya ertelese dünyanın sonu mu gelirdi? Bir kez olsun işleri değil, çocuklarını düşünse ne olurdu? İkisi de hastaydı işte, ikisinin de babalarına ihtiyacı vardı. Ne kadar çabalarsa çabalasın onların baba açlığını tek başına kapatamıyordu kendi.

“Cem hadi annecim, iki üç kaşık… Boğazına iyi gelecek.”

Annesinin uzattığı çorbayı içmemek için ağzını üstündeki örtüyle kapattı Cem. Hiçbir şey yemek istemiyordu canı. İnat edercesine başını iki yana sallıyor, Meryem’in elini savuşturup duruyordu.

“İstemiyorum! Çorba içmek istemiyorum!”

“Ama içmezsen iyileşemezsin. Amcan ilaçları getirecek birazdan onları da içemezsin sonra.”

“İlaçta istemiyorum ben!”

“Cem…”

Bir kez daha annesinin elini itti küçük çocuk, kasedeki çorbanın yarısı üstüne dökülünce sakin kalmaya çalıştı Meryem. Biliyordu, çocuklar hastalanınca huysuz oluyordu. Sabırlı bir anne olması gerekiyordu kendinin de.

“Çok ayıp ama oğlum. Anneyi böyle üzmek yakışıyor mu sana?”

Omuzlarını silkti Cem, ilaçta istemiyordu, çorba da. Neden annesi kendini anlamıyordu?

“Sen de beni üzüyorsun! Zorla çorba içirmeye çalışıyorsun!”

“İyileşmeni istiyorum çünkü ve çorba içmezsen iyileşemezsin.”

“İyileşirim!”

“Oğlum niye beni bu kadar yoruyorsun? Abisin sen, kardeşine örnek olman lazım.”

“O zaman ilk önce Zeyno çorbayı içsin!”

“İyi, tamam,” diyerek ayağa kalktı genç kadın ve son kozunu kullandı. “Madem sen hasta hasta yatmak istiyorsun ben de Zeyno’ya içiririm çorbayı. O iyileşir sen böyle hasta kalırsın.”

Sessiz kaldı küçük çocuk, yemedi annesinin blöfünü çünkü biliyordu kardeşi de içmeyecekti çorbayı. Meryem çorbayı yenilemek üzere odadan çıktığında ilk eşofman altını değişti. Sonra da mutfağa girdi. Çiçek ise kendine seslendi.

“Yenge ben çıkıyorum!”

Bir de Çiçek vardı, onunla da ayrı uğraşmak zorundaydı Meryem çünkü küçük hanım kimseye sormadan Pazar günü arkadaşlarıyla sosyal tesislere gitmek için plan yapmıştı. Hayır, karşı değildi Çiçek’in dışarı çıkıp dolaşmasına fakat oraların ne kadar ıssız ve tekinsiz olduğunu biliyordu. Bir de hafta sonu olunca ayyaşların hepsi orada toplanıyordu. Üstelik ikindi vaktiydi, hava birazdan kararacaktı. Çiçek ise oraya gideceğim, diye inat ediyordu. Kendinden başka kimsenin haberi yoktu. Sedat’la, Sarp dışarıdaydı. Nermin Hanım ise Ayşen mevzusu yüzünden Türkan’a gitmişti. Neticede Türkan’ın yeğeni sayılırdı Ayşen ve annesi de onun gönlünü almak istiyordu. Hoş değildi sonuçta yaşanılanlar.

“Başka yere gitseniz Çiçek? Pazar akşamı oralarda dolaşmanız hiç içime sinmiyor. Saray Caddesine gidin, köprünün orada bir yerde oturun olmadı parka gidin, alışveriş merkezi de olur ama Sosyal tesisler hiç tekin değil, biliyorsun.”

“Aynı yerlerde dolaşmaktan usandım yenge. Zaten hep evdeyim bari bugün biraz kafa dağıtayım. Hem merak etme Serkan da yanımızda olacak.”

“Serkan kim?”

“Özlem’in sevgilisi.”

“Çiçek…”

Meryem’in düşen yüzüne aldırmadan ona sarıldı Çiçek. Tatlı bir gülümseme kondurdu dudaklarına. Biliyordu kendi için endişeleniyordu yengesi ama korkacak bir şey yoktu. Alt tarafı bir şeyler içip az kafa dağıtacaklardı. Ki alkol bile kullanmıyordu hiçbiri. Belki Özlem sevgilisine uyup nargile içerdi, o ayrıydı.

“Söz veriyorum çok dikkatli olacağız.”

“Tamam… Tamam ama bak bir şey olursa hemen arıyorsun.”

“Söz,” dedi genç kız. Bu dünyadaki en müthiş yenge kesinlikle kendinin yengesiydi. “Sedat abimi idare edersin demi?”

“Sen yine de abin gelmeden evde ol.”

“Onun için söz veremem.”

“Çiçek”

“Tamam çok geç olmadan döneceğim. Hadi ben kaçtım.”

Sözlerinin ardından ayakkabılarını giyip hızla evden çıktı Çiçek. Meryem ise yanlış bir iş yapmadığına kendini ikna etmeye çalışıyordu. Biliyordu Çiçek’in hava almaya, eğlenmeye ihtiyacı vardı. Fakat korkuyordu başına bir şey gelecek, diye. Her gün neler neler duyup görüyordu sonuçta. İçini ferah tutmaya çalışarak Zeyno’ya çorba hazırlamak üzere geri mutfağa döndü. Umuyordu ki, Çiçek çok geç olmadan eve dönsün.

İlerleyen dakikalarda Sarp eve döndüğünde yengesinin yardımına yetişti. Zeyno mızmızlansa da amcasının elinden çorba içmeye karşı çıkmadı daha fazla. Bin bir şaklabanlıkla Cem’e de çorbayı içirmeyi başardığı için yengesi tarafından tebrik aldı genç adam. Çocukların ilaçlarını da vermelerinin ardından onları geri yatırdılar. Ateşleri biraz olsun düşmüştü, iyice terlemeleri lazımdı şimdi. Meryem ikisini kat kat örtmek isteyince iki kardeşte itiraz etti buna. Çözümü ise yine Sarp buldu. Yeğenlerinin ortasına uzanarak biri sol, birini sağ yanına aldı ve onlara aklına geldiği kadarıyla masallar anlatıp durdu. Beceriksizdi aslında bu konuda. Öyle kafasından düzgün bir masal uyduramıyordu iki dakikada lakin Feyza’yı, kaleye hapsedilmiş bir prenses olarak canlandırdı hayalinde. Kötü kalpli kralın kızı klişesini bir de kendi uydurma bir masalla anlattı. Fakat bir fark vardı. Prenses bu defa o kaleden prensin yardımıyla kurtulmamıştı. Kendi kendine sihirli bir asa yaparak yıkmıştı duvarlarını ve prensine kavuşmak için dağlar, tepeler aşmıştı.

“Sonra ne olmuş peki amca? Prensine kavuşmuş mu güzel prenses?”

Zeyno’nun sorusuna burukça gülümsedi Sarp. Masallar kötü sonlu biter miydi hiç?

“Kavuşmuş çitlembik. Kolay olmamış, çok zorlu yollar aşmış prenses ana prensine kavuşup çok mutlu olmuş.”

“Kâf dağına mı gitmiş yoksa prenses?”

Erkek çocuğu olabilirdi Cem yine de amcasından masal dinlemek hoşuna gidiyordu.

“Kâf dağına gitmiş. Orada bekliyormuş çünkü prenses, prensesini.”

“Evlenmişler mi peki?”

“Masal buraya kadar Zeyno. Hadi artık uyuyup dinlenmeniz lazım.”

“Ben de prens olacağım,” dedi Cem amcasının anlattığı masalı hayal ederek. “Ben de masaldaki prens gibi çok yakışıklı olacağım.”

“Bence prensle prenses gökyüzünde bir yerden bize bakıyorlar Hem çocukları da olmuştur belki.”

Çocukların hayal gücü ne de genişti. İkisinin de saçlarını okşarken onlar gibi hülyalara daldı genç adam. Kâf dağı yoktu, masallar diyarı yoktu hayatta ama tüm çirkinliklere rağmen güzel bir şeyler hâlâ vardı yeryüzünde. Sevgi gibi, aşk gibi, dostluk gibi… Masallar gerçek olmasa bile mucizelere inanmak gerekti. Umut olduğu sürece karanlık geceler elbet aydınlığa çıkardı.

Kapının kenarında durmuş onlara bakarken gülümsüyordu Meryem. Çocukları hasta olmasına rağmen henüz eve gelmemişti Sedat. Ancak kocasının yerine yine Sarp vardı. Amcalıktan fazlasını yapıyor, babalık ediyordu Cem’le, Zeyno’ya. Kim bilir baba olsa nasıl deli divane olurdu kendi çocuklarına. O kadar çok yakışırdı ki Sarp’a baba olmak… Keşke her şey onun için bu kadar zor olmasaydı. Keşke annesi sonra Feyza’nın ailesi karşı çıkmasalardı bu aşka. Keşke görebilselerdi ikisinin de birbirini nasıl sevdiğini. Bir an iç çekti genç kadın. Sedat gibi değildi Sarp. Kardeş olmalarına karşın aralarında dağlar kadar fark vardı. Düşüncelerinin arasında kaybolurken keşkelerine bir yenisini daha ekledi. Keşke Sedat, biraz olsun kardeşini örnek alsaydı babalık nasıl olur öğrenseydi.

Kapı çalınca odanın kapısını kapatıp koridorda adımladı Meryem. Annesi az önce gelmişti eve, şimdi de odasında akşam namazını kılıyordu. O yüzden Sedat’ın gelmiş olacağını düşünerek kapıyı açtı fakat karşısında Asu’yu gördü. Kalın askılı, siyah, vücut hatlarını sıkı sıkı saran şık bir tulum giymiş, özenli bir makyaj yapmıştı. Saçları dağınık olsa bile özel bir yere gideceği halinden belliydi.

“Meryem abla kusura bakma rahatsız ediyorum bu saatte de Çiçek evde mi?”

“Yok ne rahatsızlığı olur mu öyle şey? Çiçek evde değil ama dışarı çıktı.”

“Öyle mi? O zaman sana sorayım. Siz de saç maşası var mı? Aniden bozuldu bizdeki. Saçlarımda böyle kaldı. Özel bir yere davetliyim de bu akşam.”

Saçlarını gözünün önüne getirip bıkkınlıkla konuşurken söylediği son cümle ile dudaklarını ısırdı Asu. Birazdan Tolga gelip kendini alacaktı. Evet, heyecanlıydı fakat Meryem tarafından yanlış anlaşılmak istemezdi. O yüzden pek cesur olmayan bakışlarla bakıyordu karşısındaki kadına.

Her şeyi anlasa da bozuntuya vermedi Meryem. Neticede kaç yaşında kadındı Asu, onun hayatına elbette karışamazdı. “Anladım,” demesinin ardından içtenlikle gülümsedi. Caner için üzülmediğini söyleyemezdi. O da Sarp gibi elinde büyümüş sayılırdı ancak Asu bir karar vermişse herkese saygı duymak düşerdi.

“Çok mutlu olursun umarım.”

“Meryem abla…”

“Bana açıklama yapmak zorunda hissetme kendini. Bu senin hayatın Asuman ve inan mutlu olmanı çok isterim.”

“Çok teşekkür ederim Meryem abla."

“Ben maşayı getireyim sana. Dışarıda bekleme istersen, içeri gel.”

“Yok sağ ol, hiç girmeyim.”

“Sen nasıl istersen,” diyerek kapıyı aralık bırakıp içeri girdi Meryem. Asu kapının önünde beklemeye devam ediyordu ki, Sarp’ın sesini duyunca gözlerini çevirdi.

“Asu bu ne güzellik.”

Aldığı iltifat karşısında gülümsedi genç kadın. Sarp hep olduğu gibi yine kibardı.

“Azıcık özendim kendime.”

“İyi yapmışsın da bir yere mi gidiyorsun?”

Nasıl ki, kendi Feyza’yla, Sarp’ın kavuşmasını istiyorsa Sarp’ta, kendinin Caner’e bir şans daha vermesini istiyordu. Ondan bunu duymasa da, öyle düşündüğü biliyordu Asu. Sonuçta Caner’in çocukluk arkadaşıydı Sarp ve onun mutluluğunu istemesi gayet doğaldı ama kaçmıştı o tren. Caner defteri bu gece itibariyle kendi için tamamen kapanmıştı. Sarp belki bunu anlayışla karşılardı da Caner duyarsa Sarp gibi olgun davranmazdı ama her şekilde duyacağı da muhakkaktı. O yüzden Sarp’a karşı kıvırmayacaktı.

“Özel bir yemeğe davetliyim.”

Asu’nun üzerinde gözlerini gezdirmeye devam ederken ne diyeceğini bilemedi Sarp. Caner bunu duyduğu zaman canı çok yanacaktı. Arkadaşı için üzgündü lakin Asu’ya kızamaz ya da onu Caner’e yeniden bir şans vermesi için zorlayamazdı. Kız istemiyorsa istemiyordu. Bu kadar zaman belki de sahiden boşa kürek çekmişti Caner. İnsan ne kadar severse sevsin bir yerde vazgeçmeyi de bilmeliydi. Eğer Feyza o gece seni seviyorum dememiş olsa, belki de kendinden vazgeçerdi. Onu sevmekten değil ama, daha fazla bu iş için zorlamazdı imkânları. Hep yaptığı gibi Feyza olmadan severdi Feyza’yı.

“Ben… Ben ne diyeceğimi bilemedim Asu, özür dilerim.”

“Özür dilemeni gerektirecek bir durum yok ortada sadece şaşırdın, haklısın ama Caner defteri benim için kapandı Sarp. Ona da söyledim, onunla yaşadıklarım lisede kaldı, üzerinden çok uzun yıllar geçti. Artık on altı, on yedi yaşındaki çocuklar değiliz, otuza merdiven dayadık. Büyüdük, büyümek zorunda kaldık ve bazı şeyler çok değişti. Belki hâlâ kedi köpek gibi didişip duruyoruz Caner’le ancak ben yepyeni bir sayfa açmak istiyorum hayatımda. Geçmişe gerçekten sünger çekmek istiyorum.”

“Ne diyebilirim ki? Senin kararın ve bana sadece saygı duymak düşer fakat yine de keşke Caner’e bu kadar çok umut vermeseydin.”

Esen rüzgârdan dolayı gözlerinin önüne gelen saçı kulaklarının arkasına geçirdi Asu. Sıkıntılı bir hali vardı. Haksız diyemezdi Sarp’a ama aralarında bir şeyin olmayacağını Caner’e yeterince belli ettiğine inanıyordu.

“Ben ona umut vermedim o kendi kendine gelin güvey oldu. Defalarca bizden olmaz dedim ama Caner ısrarla bırakmadı peşimi. Ona ne kadar bağırıp çağırdığımı sen biliyorsun.”

“Doğru,” diyerek derin bir nefes aldı Sarp. Caner için içinde bir yerler kırgındı belli etmese de. “Belki de gerçekten Caner’in de bazı şeylerin olmayınca olmadığını anlaması gerek. Sen keyfine bak, düşürme yüzünü ve lütfen bu kez o adam her kimse seni üzmesine asla izin verme.”

“Merak etme,” diyerek gülümsedi Asu. Sarp’ın anlayışına minnettardı. “İnanıyorum şans bu defa benden yana.”

Gülümsemekle yetindi Sarp, yengesi kapıya geldiğinde ise saç maşasını Asu’ya uzattı. Teşekkür ederek maşayı alıp arkasını döndü Asu ancak arkasını döner dönmez Caner’le burun buruna geldi. Uzun uzun bakışlarını genç kadında gezdirdi Caner. Bu halde Pazar akşamı nereden geliyordu ya da nereye gidiyordu bu kız? Saçları henüz yapılı olmadığına göre bir yerlere gidecekmiş gibi görünüyordu.

“Yolculuk nereye?”

“Cehennemin dibine! Çok meraklıysan sen de gel!”

Sert tavrının ardından Caner’in sağ tarafından geçip kendi evine vardı Asu. Anahtarı kapı deliğine sokmuştu ki, Caner bileğini tutunca eve giremedi.

“Ne bu tavır şimdi? Ne oluyoruz?”

“Bir şey olduğu yok sadece senin yüzünden randevuma geç kalmak istemiyorum.”

“Ne? Ne randevusu? Asu sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?”

“İstediğin kadar çıldırabilirsin Caner ama bana karışamazsın. Buna hakkın yok.”

“Asu!”

“Ne!”

“Bana yanlış anladığımı söyle!”

İkisinin de göz bebekleri bir savaş ilan eder gibi bakarken bileğini tutan elin kendini cayır cayır yaktığını hissediyordu Asu. O yeşil gözler yüzünden kalp atışları hızlanırken hayır, diyordu içinden. Bu duyguları yeniden hissetmek istemiyordu. Caner’i hayatından sonsuza kadar çıkarmak, onu geçmişinde bırakarak önüne bakmak istiyordu çünkü diğer türlüsü Tolga’ya da haksızlıktı.

“Gayet doğru anladın ama illa açık açık söylememi istiyorsan, tamam! Hayatımda biri var ve birazdan beni almaya gelecek, birlikte yemeğe gideceğiz! Oldu mu şimdi?”

Bileğini çekip hızla eve girdiğinde kapıyı kapattı Asu. Caner ise öylece kaldığında boğazının düğümlendiğini hissetti. Asu’nun sevgilisi mi vardı? Kulakları doğru mu duymuştu? Ya da beyni söylenenleri doğru mu algılamıştı? Gözlerinin dolduğunu hissederken bakışları kendine bakan Sarp’ı buldu. Sakin kalmaya çalışarak arkadaşının yanına vardığında yere çöktü. Ellerini hırsla saçlarının arasından geçirirken Sarp yanına oturup omuzunu sıktı. İkisi de sessizdi, konuşmadan anlaşıyorlardı sanki.

“Ben bu kadarını hak etmedim.”

“Caner”

“Ben bu kadarını hak etmedim Sarp! Sevdiğim kadının gözümün içine baka baka başka biri var demesini hak etmedim!”

“İnan bana canının nasıl yandığını biliyorum ama Asu istemiyor işte. Zor, çok zor ama bazen vazgeçmeyi de bilmek gerek."

Alayla gülümsedi Caner, dirseklerini dizlerine dayamış ellerini birleştirip alnına yaslamıştı. Sarp gibi değildi, öyle sevdiğini kuş gibi özgür bırak ki, mutlu olsun safsatalarına da inanmıyordu. Çünkü Asu’yla birbirlerine aitlerdi. Kaç defa denemişti, kaç defa Asu’yu aklından, kalbinden çıkarıp atmak istemişti. Sırf unutmak için şu an adlarını bile hatırlamadığı kadınların yatağına girmişti. Başka tenlere dokunurken beyninde öldürmek istemişti sevdiği kadını ama olmamıştı işte. Unutamamıştı bir türlü o güzel gökyüzünü. Şimdi Asu sanki kendinden intikam alır gibi gözlerinin içine baka baka başkası var demişti. Canı yanıyordu, gözleri doluyordu, koca bir yumru boğazının ortasına oturuyordu.

“Şu kalp niye laf anlamıyor be oğlum? Niye gidip nerede bir imkânsız varsa onu seviyor? Niye illa olmazı istiyor? Çok denedim Sarp! Çok! Asu’yu unutmayı, başka birini sevmeyi çok denedim! Feneri her gece başka yerde söndürdüm ama bir geldi aklımı yine başımdan aldı vicdansızın kızı! Âşığım! Asu’ya hâlâ çok âşığım! Tamam ettik zamanında bir eşeklik ama bu kadarını da hak etmedik be kardeşim!”

“Bazı şeyler hak hukuk meselesi değil, insan geçmişini bugüne taşımak istemiyor bazen.”

“Asu da beni geçmişinde bırakmak istiyor demi?”

Caner’in üzgün bakışları üzerine yeniden onun omzunu sıktı Sarp. Yapabilecek bir şey yoktu Caner, Asu’nun kararına saygı duymak zorundaydı. Karşına elbet başkası çıkacak diyemiyordu çünkü başkalarına çıkmasına rağmen sevdiğini öyle kolay unutamıyordu insan. Galiba can dostu uzun bir süre baş etmek zorunda kalacaktı yine bu aşk acısıyla.

Telefona gelen mesaj sesini duyunca cebinden telefonu çıkarıp gelen mesaja baktı Caner. Sena yazmıştı. Doğum gününden sonra arada mesajlaşsalar da kendi pek yüz vermiyordu Sena’ya çünkü Asu vardı. Fakat Sena kendine yürümekte ısrar ediyordu. Bu sabahtan beri de gelmesi için mesajlar atıyordu. Bahanesi yoktu, annemler evde değil, diyerek kendini direkt eve çağırıyordu.

“Sena mı?” diye sordu Sarp. Mesajı kimin gönderdiğini görmesine rağmen.

“Evet, o.”

“Siz görüşüyor musunuz ki?”

“Arada konuşuyoruz işte,” diyerek mesajı yanıtsız bıraktı genç adam. Telefonu kapatıp geri cebine koyduğunda Sarp’ın imalı bakışlarını gördü.

“Bakma öyle oğlum bir şey yok aramızda da Sena bana yürüyor.”

“Caner bak her şeyden önce Sena, Ayşen’in en yakın arkadaşı. Son olanları zaten biliyorsun.”

“Kardeşim bir şey yaptığım yok. Kız takmış kafaya beni ben ne yapayım?”

“İyi, tamam dediğin gibi olsun sonra Asu’ya gidip yine pişmanım deme de.”

“O pişman olacak asıl! Önce şu adamı bir görelim de!”

“Saçma saçma konuşma Caner.”

“Bir şey yapacağım yok be oğlum. Sadece şu adamı görelim, bakalım diyorum.”

Sıkıntıyla nefes almasının ardından yüzünü sıvazladı Sarp. Bir olay çıkmadan şu gece bitsin başka bir şey istemiyordu. Caner oturduğu yerde dizini sallayıp dururken nihayet Tolga geldi. Arabadan inmeden Asu’ya mesaj attığında çok geçmeden Asu da evden çıktı. Feyza’yla sarılıp kucaklaşırken kuzeni kendine iyi dilekler diledi. Bir an Sarp’la göz göze geldiğinde gülümsemekle yetindi Feyza. Asu’yu uğurlamasının ardından uzun uzun sürdürdü sevdiği adamla bakışmayı.

Tolga arabadan inip elindeki çiçek buketini Asu’ya verip ona sıkı sıkı sarıldı. Yanağına da pek ufak olmayan bir öpücük kondurdu. Karşılıksız bırakmadı Asu onu. Genç adamla flört ederken Caner’in bakışlarını görmezden geldi. Tolga kapıyı açık tutarak kendinin binmesini bekledi. Arabaya binmeden hemen önce son bir kez daha Caner’e baktı Asu. Her an Tolga’nın boğazına yapışacakmış gibi duruyordu Caner. Alev saçan yeşil gözleri gecenin karanlığında beş metre öteden bile görünüyordu. Genç kadının bakışlarını takip ettiğinde adını bilmediği yabancı adam ile göz göze geldi Tolga. Bir şeyler hissetse de boş vermeye çalıştı.

“Asu?”

Sinirden kendini yerken öfkesine hâkim olabildiği için kendiyle gurur duyuyordu Caner. Demek Asu, bu adamın kendine Asu demesine izin verecek kadar yakındı onunla. Hoş, resmen sevgilim var dememiş miydi az önce?

“Affedersin daldım bir an,” diyerek kendini toparlayıp arabaya bindi Asu. Tolga kapısını kapatıp yanına yerleşince yanlış bir şey yapmadığına ikna etmek için çabaladı kendini.

Biraz yol almışlardı ki, “Sana bir şey sormak istiyorum,” dedi Tolga. Genç kadın Caner’i soracağını sandığından nefesini tuttu fakat yine de rahat davranmaya çalıştı.

“Sor tabii.”

“Sen sadece en yakınlarımın bana Asu demesine izin veririm demiştin. Peki Feyza sana niye Asuman diyor?”

Evet, buna takılmıştı Tolga. Merak ettiği bir konuydu çünkü. Asu ise rahat bir nefes aldı. İyi ki yanılmıştı tahmininde. “Çünkü,” dediğinde ufak bir şekilde güldü. Feyza’nın ne kadar takıntılı olduğunu hatırlamak gerginliği alıp götürmüş, güldürmüştü işte kendini.

“Çünkü bir Edebiyat öğretmeni olarak isim kısaltmalarına karşı benim kuzenim.”

Kırmızı ışıkta durduğunda güldü Tolga, böyle bir şey duymayı beklememişti.

“Değişik bir kuzenin var.”

“Öyle ama dünya tatlısıdır Feyzoş’um. Tanıdıkça sen de çok seveceksin.”

“Seni sevdiğin bir şeyi sevmemem mümkün değil ki,” diyerek Asu’nun gözlerine baktı Tolga. Mavi gözler aklını başını alıp götürüyordu.

Böyle böyle çalıyordu işte Tolga kalbini. Ufak ama etkileyici iltifatlar ederek. Kendi de kapılıp gidiyordu ona. Hafifçe tebessüm ederken Tolga dizindeki elini tuttu. Tepki veremedi Asu, bir an gözlerini kapatıp hislerini doğru yorumlamak için çabaladı. Kıyas yapmak istemiyordu fakat Caner’de olduğu kadar heyecanlanıyordu işte Tolga kendine dokununca. Bir kez daha doğru karar verdiğine emin olmanın rahatlığıyla gülümsedi.

“Nereye gidiyoruz peki?”

“İskenderun’da çok güzel bir mekân ayarladım, tam sahilin karşısı.”

“Fazla uzak değil mi? Yani dönüş çok geç olmaz mı?”

“Merak etme kontrol bende güzelim."

Neden bir türlü gerginlik kendini terk etmiyordu anlamıyordu Asu. Bu kadar uzak bir yere gideceklerini söylememişti Tolga fakat buna takılmak istemiyordu. Biraz olsun rahatlamaya çalışarak pencereyi açtı. Bahar bir başka güzeldi bu şehirde. Nisan rüzgârı tenini okşarken düşüncelerini kafasından sıyırıp attı. Yeni bir başlangıç yapıyordu ve geçmişi geçmişte bırakmayı gerçekten istiyordu. O yüzden gözlerini kapatarak anın tadını çıkarmaya odaklandı. Dahası gecenin tadını da doyasıya çıkaracaktı.

Yaklaşık bir buçuk saat sonra İskenderun’a vardıklarında saat dokuzdu ancak gelebilmişlerdi o kadar yolu. Sahilde durduğunda sakin dalgalarda gezdirdi gözlerini Tolga. Çevlik’in aksine deniz sakindi burada. Dalgalar hırçınca değil, ahenkle dans ediyordu. Bahar gelmiş olduğundan olsa gerek etraf pek bir kalabalıktı. Çocuklar koşup oynuyor, yetişkinler sahide yürüyüş yapıyordu. Renkli renkli balonla, oyuncak satan adamları görmekte mümkündü.

“Burada niye durduk ki?”

“Biraz sahil havası alalım istedim ama istersen hemen geçebiliriz restorana.”

“Yok,” dedi Asu gözlerini denizde gezdirirken. Dejavu yaşıyordu sanki. Caner de kendini ilk başta bir sahil kenarına götürmüştü. Şimdi de Tolga’yla yine bir deniz manzarasının karşısında oturuyordu. Hatıralar bazen insana çok tuhaf hissettiriyordu.

“Asu”

“Efendim?”

Genç kadın gözlerini kendine çevirince onun pembe yanağını nazikçe okşadı Tolga. Niyetinin ne derece kötü olup olmadığı tartışılırdı. Asu’nun rızası dışında ona dokunmazdı ama bu gece onunla özel bir şeyler yaşamayı arzuluyordu. Uzatmayı, dolambaçlı yolları hiç sevmemişti. Niyetini hep baştan belli etmişti. Yoksa zaten burada Asu’yla oturuyor olmazdı.

“Ban karşı dürüst olmanı istiyorum. Hayatında bana yer var mı yok mu?”

“Eğer aksi bir durum olsaydı buraya seninle gelmezdim.”

“Doğru gelmezdin ama yine de açık ol lütfen. Kalbinde başka bir adam varsa şimdiden söyle.”

“Tolga ben dün doğmadım, geçmişte ilişkiler yaşadım. Birileri gelip geçti hayatımdan ama şimdi sen varsın ve eğer başka biri olsa sen olmazdın.”

“Pekâlâ ben cevabımı aldım. Ya sen… Sen bana izin veriyor musun?”

“Ne için?”

“Yemekten önce tatlı yemem için.”

Tolga’nın gözleri dudaklarında gezerken kararsız kaldı Asu, kendini öpmek için izin istiyordu Tolga. Yavaş gitmek istiyordu oysa kendi fakat yine karşısına freni tutmayan bir adam çıkmıştı. Hayır, dese belki Tolga anlayış gösterirdi lakin yine kalbinde bir şeyleri değiştirebileceğini zannettiğinden gözleriyle onayladı genç adamı. Sadece küçük bir öpücük, diye düşündü. O kadar yaşadığı macera varken bundan ne zarar çıkardı?

İstediği izni almasının ardından eğilip kırmızı rujlu dudakları öptü Tolga. Asu’nun saçları parmaklarına dolanırken dudakları, dudaklarına uyum sağlıyordu. Şüphesiz ateşliydi yaşadıkları an ama daha fazlasını yemekten sonraya saklasa iyi olurdu. O yüzden kısa bir öpücüğün ardından geri çekildi. Aldığı zevkle gülümserken genç kadının eline öpücük kondurdu.

“Çok güzelsin sevgilim.”

“Teşekkür ederim. Hayatıma girdiğin için teşekkür ederim Tolga.”

 

***

Çalan kapıyı açtığında Sena’yı karşısında görmeyi beklemiyordu Caner. Niye gelmişti şimdi buraya? Şaşkınca bakarken Sena ona aldırmadan içeri girip kapıyı kapattı. İyi ki dışarıda kimse yoktu. Ailesinin buraya geldiğini öğrenmesini asla istemezdi ne de olsa.

“Sena? Bu saatte hayırdır?”

“Sen gelmedin, ben geldim,” diyerek omuzlarını silkti Sena. Fena halde Caner’i kafayı takmıştı. İlk başta sadece onunla eğlenmek, vakit öldürmek istese de şimdi onu elde etmeye niyetliydi. Bir şekilde aklını başından almayı başarmıştı Caner. Ayşen’in mutluluğu için onunla yakınlaşma çabasına girişmiş olsa da işler değişmişti. İstediği gerçekten Caner’di ve isteğini almadan gitmeyecekti. Üzerindeki ceketi çıkarıp askıya asmasının ardından direkt olarak salona doğru adımlarken rahat tavrından ödün vermedi.

“Evde bayağı sıcakmış.”

“Sena bak ne yapmaya çalıştığını anlamıyor değilim ama…”

Genç adama dönünce dudaklarına parmağına koyarak onu susturdu Sena. Umut verme muhabbetine girmek istemiyordu yine. Bunlar çok bayat laflar değil miydi artık? Şu zamanda Yeşilçam çekmenin ne anlamı vardı?

“İkimiz de ne istediğimizi biliyoruz Caner. Çocuk değiliz, yetişkin insanlarız. Uzatmanın manası yok.”

“Sena,” diyerek dudağındaki parmakları indirdi Caner. Bu sefer yapmayacaktı. Bu sefer aşk acısını unutmak için girmeyecekti bir kadının yatağına. Eğer öyle bir şey yapacak olsa çoktan giderdi Sena’nın evine. Oturduğu yerde oturup içkisini içerek çekecekti acısını. Ki, şu an bile alkollüydü. Sena gelmeden önce bir, iki kadeh bir şeyler içmişti.

“Senin gözünde nasıl bir adam profili çizdim bilmiyorum fakat ben başkasını seviyorum ve inan sana haksızlık yapmak istemiyorum. O yüzden evine dön. Buraya hiç gelmemiş gibi evine dön lütfen.”

Caner kapıyı açınca derin bir nefes aldı Sena. Gitmeyecekti. Kafasına koymuş, inadı tutmuştu. Caner’den istediğini almadan gitmeyecekti. Açık kapıyı geri kapatır kapatmaz genç adamın dudaklarına kapandı. Ojeli, uzun tırnaklarını Caner’in sakallarında gezdirirken boyu yetişmediği için parmak uçlarında yükseldi. Fakat istediği gibi öpemedi genç adamın dudaklarını o yüzden geri çekilmek zorunda kaldı. Bir, iki öpüşme tecrübesi olsa da hâlâ beceremiyordu öpüşmeyi. Onun için Caner’in kendini öpmesini istiyordu.

“Umurumda bile değil ben seni istiyorum Caner. Bir kez… Sadece bir kez benim olmanı istiyorum.”

“Yapamam,” derken Sena’nın gözlerine bakıyordu Caner. Başka zaman olsa bir kadından duyduğu bu sözlere kayıtsız kalmazdı ama bu kez gerçekten Sena’ya dokunmak gelmiyordu içinden. Asu varken kimseyi alamazdı koynuna. Asu, Tolga denen adamın koynuna girse bile.

“Ben gerçekten böyle bir şey yapamam Sena. Kalbimde başkası varken sana dokunamam o yüzden lütfen git.”

“Gidemem. Bütün cesaretimi toplayıp sana gelmişken şimdi gidemem.”

“Sena…”

“Tek bir gece… Yalnızca tek bir gece sonra bir daha seni aramayacağım, sormayacağım ama bırak bu gece bizim gecemiz olsun.”

Cesaretini toplayıp yeniden Caner’in dudaklarına kapandı genç kadın. Onu ikna etmiş olmayı umuyordu sonuçta hangi erkek böylesine arzuyla kendine gelen bir kadına karşı koyabilirdi ki? Caner’i öpmeye devam ederken genç adam da nihayet kendine karşılık verince gülümsedi. Gülümsediği için dudakları ayrılmıştı ki, Caner hırsla dudaklarına kapandığında inledi Sena. İstediği tam da buydu. Caner’in kendini zevkten çıldırtması. Elleri sabırsızca gömleğin düğümlerini açarken sonunda ateşli bir geceye kendini bırakabileceği için mutluydu genç kadın. Caner’le bir ilk yaşamak tahmin ettiğinden daha güzel olacaktı.

Gözyaşları içinde taksiyle mahalleye vardığında Caner’in evinden Sena’nın çıktığını gördü Asu. Bu gece yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de buna şahit olmak canını daha çok yakıyordu. “Bir dakika durur musunuz lütfen?” diyerek taksi şoförünü durdurup Sena’yı, Caner’i de gözlemledi. İkisinin üstü başı dağınıktı, bir şeyler yaşadıkları barizdi. Ne bekliyordu ki? Caner’in oturup kendinin yasını tutacağını mı? Tüm erkekler aynıydı işte. Tolga’yı farklı sanmak gerçekten aptallıktı. Zaten kendi kocaman bir aptaldı ki, yine birine inanmıştı. Gözyaşları şiddetlenirken “Devam edebiliriz,” dedi. Filmlerde gösterilen o büyük aşklar yalnızca senaryolarda vardı. Gerçek hayatta erkekler tam bir öküzdü ve akılları tek bir iş için çalışıyordu.

Anahtarla kapıyı açıp eve girdiğinde hâlâ sinirden çenesinin titrediğini hissediyordu genç kadın. İçeri girer girmez ayakkabılarını ve çantasını fırlatıp attı. Özenle yaptığı saçlarına taktığı tokaları hırsla çıkarıp rast gele bir yerlere savurdu. En sonunda ise koltuğa çöküp elleriyle yüzünü kapadı. Öfkeliydi, kırgındı, kızgındı, kendi aptallığına yanıyordu. Gözyaşları sicim sicim akarken dünyanın altını üstüne getirme ihtiyacı hissediyordu. Tolga’ya bağırıp durmak, yüzüne okkalı bir tokat atmamak yetmemişti. Keşke lime lime edebilseydi onu. Belki o zaman biraz olsun öfkesi dinerdi.

“Ne bekliyordun ki kızım? Senin karşına efendi biri çıkar mı hiç? Hoş dünyada öküzler dışında erkek mi kaldı? Öküz ya! Hepsi Öküz! Öküzlere hakaret gerçi onlara öküz demek!”

“Asuman,” diyerek kapalı olan ışığı açarak salona girdi Feyza. Ne olmuştu kuzenine? Niye yine erkeklere savıp sövüyordu? Onun yanına oturarak omuzuna elini koydu.

“Ne bu halin? Ne oldu? Tolga’yla kavga mı ettiniz?”

“Ben niye mutlu olamıyorum Feyzoş? Niye benim karşıma adam gibi birisi çıkmıyor ya?”

İsyan ederek kuzeninin göğsüne başını yaslayıp bir kez daha hıçkırıklara boğuldu Asu. Yanındaki sehpanın üzerinde duran peçete paketinden bir peçete alıp Asu’nun gözyaşlarını sildi Feyza. Harbiden niye değişmiyordu bu kızın makus talihi? Oysa bu kez Tolga’dan kendi de umutluydu, Asu’yu mutlu edeceğine inanmıştı ancak görünen o ki, o da pek hoş şeyler yapmamıştı Tolga.

“Şştt önce ne olduğunu anlat."

Doğruldu, elindeki peçeteyle gözyaşlarını silip burnunu çekti genç kadın. Yere bakan gözlerini Feyza’ya çevirip ne olup bittiğini baştan anlattı. İskenderun’a gittiklerini sonra Tolga’nın kendini öptüğünü ve gecenin devamında yaşananları.

“Her şey çok güzeldi, harika gidiyordu ama Tolga niyeti bozdu. Yemeğin ortasındaydık, romantik şarkılar çalıyordu kalkıp dans ettik sonra… Sonra yukarı çıkalım mı? Diye sordu Tolga. Hoş bir oteldi çünkü gittiğimiz mekân ama aptallık ben de. Bir erkek randevuda otele götürüyorsa niyeti gayet açıktır ben anlamadım işte! Ah benim aptal kafam!”

“Sonra ne oldu peki?”

“Ne olacak? Saf saf niye, diye sordum. Adam da yemekle kalacak halimiz mi var, gece daha uzun, anlarsın ya, dedi! Resmen beni ilk geceden yatağa atmak istedi Feyzoş inanabiliyor musun? Merak ediyorum oradan bakılınca ne gibi görünüyorum acaba? Önüne gelenle yatan bir kadın gibi mi? Öküz ya! Yemin ediyorum tüm erkekler öküz!”

“Bir daha kendine öyle bir şey söylediğini duymak istemiyorum! Ne yazık ki herkesin alnında yazmıyor kimin ne mal olduğu. Bak bana İlker uyuşturucu kaçakçısı çıktı ve babam onunla evlenmem için bana neler yaptı sen biliyorsun.”

“Feyzoş,” dedi güçsüzce Asuman. Yeniden kuzeninin omuzuna başını yasladığında biraz olsun sakinleşmiş hissediyordu kendini.

“Sen yine de çok şanslısın ve lütfen bu şansının kıymetini bil. Sarp’ı bırakma. Ne olursa olsun bırakma onu.”

“Sen bunları düşünme şimdi. Hadi sıcak bir duş al sonra da uyu, dinlen.”

İtiraz etmeden kuzeninin dediğini yaparak ayağa kalktı Asu. Doğru söylemişti Feyza, sıcak bir duş belki kendine iyi gelirdi.

Asu’nun duşa girmesinin ardından perdeyi araladı Feyza. Saat on ikiyi geçmesine rağmen yanıyordu karşıdaki evin ışıkları. Demek birileri hâlâ uyuyamamıştı. Az sonra Çiçek’in taksiyle eve geldiğini görünce kaşlarını çattı. Bu saatte nereden geliyordu bu kız?

İyi bir azar yiyeceğini bilse de cesur olmaya çalışarak anahtarla kapıyı açıp eve girdi Çiçek. Niyeti kimseye görünmeden odasına çıkmaktı ki, Sedat abisinin sert sesini duyunca istediğini yapmadı.

“Çiçek!”

Kaçışı yoktu, o yüzden korkak adımlarla salona adımladı genç kız. Kanepede oturan Sedat, öfke dolu gözlerle kendine bakarken Sarp tepkisizdi. Belli ki, o da destek olmayacaktı bu gece. Abilerine haksız, diyemezdi. Gece yarısı eve dönmüştü çünkü ama bir kez olsun yaşadığını hissetmek, dışarılarda bir yerde akıp gidene hayatın özgürlüğünü tatmak istemişti. Okul ve evden ibaret değildi ki yaşam. Kendinin de hakkıydı geri gelmeyecek ilk gençlik çağlarını doyasıya yaşamak.

“Neredeydin bu saate kadar?”

“Arkadaşlarla beraberdim abi.”

Cesurca durmak istese de sesi titriyor, dudaklarını dişliyordu Çiçek. Hadi ama dedi içinden. Ne yapacaktı en fazla Sedat abisi? Bağırıp duracaktı sadece. Yine saçma sapan nutuklar çekip etrafın it kopuk kaynadığını söyleyecekti. Yaşayacaklarına bundan ötürü hazırdı.

“Hangi arkadaşlar onlar?”

“Okuldan.”

“Okuldan,” diye söylenip ayağa kalktı genç adam. Çiçek’in tam karşısına dikildi. Sakin görünse de öfkesi volkandan farksız değildi. Saat bire geliyordu ve Çiçek Hanım bu saatte eve dönme zahmetinde bulunuyordu. Sinirleri nasıl zıplamasındı?

“O arkadaşların arasında it kopuk olmasın!”

“Abi,” dedi genç kız gözlerini kapatarak. İşte şimdi beklediği senaryo yaşanacaktı. “Özür dilerim, haklısın geç geldim eve ama… Ama…”

“Ama ne Çiçek Hanım? Ama ne? Saat kaç olmuş sen sokaklarda fink atıyorsun! Telefonun kapalı, arkadaşların kim belli değil! Başına bir şey gelse haberimiz olmayacak!”

“Abi,” diyerek ayağa kalktı Sarp. Sedat’ın yanına vardığında onu bir adım geri çekmeye çalıştı. Biliyordu abisi haklıydı, Çiçek yanlış yapmıştı bu kez. Kardeşinin elbette eğlenmeye, gezmeye hakkı vardı fakat Pazar akşamı gecenin bir yarısı eve gelmek değildi o özgürlük. Dünya kötüydü, insanlar kötüydü, öyle bir çağdı ki, bu çağ, insan babasına bile güvenemiyordu ve böyle bir çağda on yedi yaşında olan bir genç kızın kendine dikkat etmesi gerekiyordu. Telefonu bile kapatarak kendilerini merakta bırakması gerçekten büyük hataydı. Allah korusun başına bir şey gelse ne yaparlardı?

“Tamam… Tamam yarın konuşuruz artık. Saat çok geç oldu.”

“Yarını falan yok bu işin! Çiçek bir daha benden habersiz dışarı adımını dâhi atmayacak o kadar!”

Akmak isteyen gözyaşlarına direnerek ellerini yumruk yaptı Çiçek. Bu kadarı fazlaydı. Bu kadarı gerçekten fazlaydı ve kendi yine hâkim olamayacaktı öfkesine. Ağzına geleni yine yutmayacak, içinde ne varsa kusacaktı.

“Öyle mi? Peki ben sana sorayım o zaman. Sen sabahtan beri neredeydin abi? Sana niye ulaşamıyorduk biz? Ama senin kimseye hesap verme gibi zorunluluğun yok değil mi? Çünkü erkeksin ve istediğini yapmakta özgürsün! Değil gecenin bir yarısı, sabaha karşı eve gelsen sana kimse bir şey diyemez! Hani ben fink atıyorum ya, ha işte sen öyle olmazsın! Erkektir, hakkıdır, yapar derler! Ama ben… Ben sadece bir gece ya… Sadece bir gece eve geç geldim diye kıyametler kopar! Adım çıkar, herkese rezil oluruz demi!”

“Ağzından çıkanı kulağın duysun Çiçek! Kabahatlisin üste çıkmaya çalışma!”

“Ne yaparsın? Vurur musun yoksa?”

Sedat bir şey diyecekti ki, Sarp ondan önce davrandı. “Çiçek!” dedi sert bir sesle. Olayın daha da büyümesini istemiyordu. “Daha fala uzatmadan odana git.”

“Sana da mı ağır geldi söylediklerim? Kusura bakma ama ben burada gerçekleri konuşuyorum! İkiniz de istediğiniz saatte eve girip çıkabiliyorken ben bunu yapınca niye kabahat oluyor? Niye ben hep kısıtlama içindeyim? Niye ya? Niye her şey bize yasak? Niye etrafta it kopuk var, diye ben eve hapis olmak zorundayım? Benim yaşamaya hakkım yok mu? Manyağın biri tarafından öldürülmemek için ömrümü evde mi çürütmeliyim? Ama sizin istediğiniz de bu değil mi? İki, üç sene sonra evleneyim gideyim, çocuk doğurayım, temizlik yapayım, yemek pişireyim, kocamın işten gelmesini bekleyim sonra da sokak ortasında öldürülmediğim için kendimi şanslı sayayım! Bana layık gördüğünüz hayat tam da bu değil mi?”

“Ya sen ne istiyorsun?” diye bağırdı Sedat. Sabrı ciddi anlamda taşmıştı. Sinirden yüzü kızarmış, boynundaki damarlar belirginleşmişti.

“Serserinin tekinin seni sokak ortasında öldürmesini mi? Gecenin bir yarısı eve gelmek ne Çiçek? Özgürlük bu değildir ve sen bunu anlamayacak kadar küçüksün! Kaç yaşında adamım bir gün olsun geç geldim mi eve? Bir gün olsun dükkânı kapattıktan sonra şurada biraz gezeyim dedim mi? Bir gün olsun evimin yolunu şaşırdım mı? Söyle bana böyle bir sorumsuzluk yaptım mı ben Çiçek?”

Sedat karşısında kükrerken gardını indirdi Çiçek, haksız olduğunu biliyordu ama huyu kursun geri adım atmak yoktu fıtratında. Ne diyeceğini bilmiyordu ki, hiç beklemediği bir anda yengesi salona girdi, girdiği gibi de kendine destek olmakta gecikmedi.

“Bugün neredeydin o zaman? Söylesene Sedat bugün neredeydin? Çocukların ateşler içinde yanarken sen neredeydin? Bağırıp durma Çiçek’e en azından bu kız, özür dilemesini biliyor. Sende o da yok.”

Meryem’e doğru bir adım attığında kendine hâkim olamayacağını biliyordu genç adam. Zaten Çiçek’i Meryem şımartmıyor muydu? Bir yandan o, bir yandan Sarp yüz yüz vere vere tepelerine çıkarmıyorlar mıydı onu? “Keyfimden mi evde değildim ben?” diye sorarken hızla atan nabzını hissediyordu.

“Çok mu hoşuma gidiyor millettin alacağı vereceği ile uğraşmak? Ona buna hesap vereceğim diye didinip durmaktan zevk mi alıyorum ben Meryem? Kaç defa söyledim sana işlerim vardı! Çiçek Hanım gibi keyif çatmıyordum ben orada burada!”

“Doğru keyif çatmıyorsun ama çocuklarını da düşünmüyorsun!”

“Meryem…”

“Bir kez ya… Sadece bir kez işim değil, çocuklarım var, de! Bir kez olsun çocuklarının sana ihtiyacı varken onların yanında ol! Babasın sen ya, babasın! Ama yoksun ortada! Görmüyorsun! Zeyno’yla Cem’in sana nasıl ihtiyaçları var görmüyorsun Sedat!”

“Görmüyorum öyle mi? Kimin için çalışıyorum ben o zaman! Kimin için her Allah’ın günü sanayinin o leş kokusunu çekiyorum? Kendim için mi? Ben bütün gün size yetişebilmek için eşekler gibi oradan oraya koşturayım sonra babalığımın sorgunlasın! O da yetmiyormuş gibi gecenin bir yarısı eve gelen Çiçek Hanım, utanmadan abisine benim yaşamaya hakkım, yok mu diye bağırıp dursun!”

“Ben utanılacak bir şey yapmadım!” derken olduğu yerde sıçradı Çiçek. Meryem’den destek bulduğundan kaybettiği cesaretini yeniden toparlamıştı. Kocaman açmış olduğu gözleriyle abisine dik dik bakmaktan çekinmiyordu.

“Sadece arkadaşlarımla dışarıya çıktım ya, niye bu kadar büyütüyorsun abi?”

“Gecenin bir yarısı eve geldin diye tebrik mi etmeliydim seni? Afferin ne iyi yapmışsın mı demeliydim?”

“Abi tamam,” diyerek araya girdi Sarp. Olayın sonu hiç güzel yerlere gitmeyecekti yoksa. Tansiyon yeterince yükselmişti, daha fazla gerilmek kimseye iyi gelmeyecekti. Sedat’ın önüne geçtiğinde sırtını kardeşine döndü. Fakat abisinin gözlerinden hâlâ ateş çıktığını görebiliyordu.

“Tamam Çiçek bir daha böyle bir şey yapmayacak. Ben konuşacağım ayrıca konuşacağım onunla.”

“Neyi konuşacaksın Sarp? Neyi? Senden yüz buluyor! Sen böyle yaptıkça iyice tepemize çıkıyor bu kız!”

Kendince haklı olduğunu bildiği için aynı zamanda öfkesinin kasırgadan farkı kalmadığı için Sarp’ı hışımla kenara itip Çiçek’in tam karşısında durdu Sedat. Meryem’le de ayrıca konuşacaktı ama ilk önce kardeşine haddini bildirmeliydi. Parmağını tehdit eder gibi sallarken sabrının sonuna geldiğini hissediyordu.

“Bir daha benden habersiz bu evden adımını dâhi dışarı atmayacaksın Çiçek! Yoksa kardeşim filan dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririm sana! Sarp’a da, yengene de fazla güvenme, onlar bile almaz seni elimden!"

“Senden nefret ediyorum! Senden nefret ediyorum abi!”

Daha başka bir şey söylemeden hıçkırıklara boğularak koşar adım salondan çıkıp merdivenlere ulaştı genç kız. Merdivenleri ikişer, üçer atlayarak odasına vardığında öfkeyle kapıyı kapatıp yatağına yüz üstü uzandı ve ağlayabildiği kadar ağladı hırsla.

Kocasını alayla alkışladı Meryem, harika bir iş başarmıştı Sedat. Eseriyle gurur duyabilirdi.

“Böyle koruyorsun demi Çiçek’i? Bağırıp çağırıp tehdit ederek! Hoş başka senden başka türlüsünü beklemek saçmalık zaten!”

Çiçek gibi, karısı da salondan çıkınca bulduğu koltuğa çöktü Sedat. Saçlarını öfkeyle karıştırıp bakışlarını Sarp’a çevirdi. O eksikti zaten, o da kendine söyleyeceğini söylesin de rahatlasındı.

“Bakma öyle oğlum, söyle ne söyleyeceksen. İçinde kalmasın sen de kus abine öfkeni!”

Nedensiz gözlerinin dolduğunu hissetti Sarp, abisinde gözlerini gezdirirken defalarca yutkundu. Tarif edemediği duygular sarmıştı kalbini. Sebepsiz bir kırgınlık ya da tatsız bir acı yüreğine çöreklenmişti. Kardeşi kırgındı, üzgündü; yengesi de öyleydi. Yine ailesinin dağılmış, parça parça olmuştu. Üstelik bunu yapan abisiydi. Oysa… Oysa abisinin ailesini bir arada tutması gerekmiyor muydu?

“Bazen düşünüyorum da babam olsa her şey nasıl olurdu? Çiçek’e ne derdi mesela? Senin gibi yıkar geçer miydi yoksa saçlarını okşayıp onun için korktuğunu mu söylerdi?”

“Sarp…”

“Babamı toprağa verdiğimizde ben on iki yaşındaydım. Ölümün ne olduğunu anlamayacak kadar küçüktüm ama hissettim… Babasızlığın ne olduğunu dibine kadar hissettim. O acıyı her gün ama her gün yaşadım. Babam gidince köksüz bir yaprak gibi öylece kaldım. Baba koca bir çınar demekti ve o çınarın gölgesine hasret on altı yıl geçirdim. Dile kolay on altı yıl… Babam olmadan hep yarımdık biz oysa senin… Senin bize çınar olmanı isterdim ama sen hep kırdın, hep döktün… Sana sarılmak istediğimizde bizi kucaklayan kolların değil, hiddetin oldu. Fırtına gibi esip gürleyerek bizi koruyacağını sandın ama yanıldın abi… Çok yanıldın. Abi olmak şefkatle korumaktı, baba olmak ise… İşte bunu tam bilemiyorum çünkü baba değilim, bir çocuğum yok ancak olur da bir gün Allah bana babalığı nasip ederse nasıl baba olunmayacağını gayet iyi biliyorum. Senin sayende biliyorum.”

“İyi,” diyerek ayağa kalktı Sedat. Hâlâ öfkeli miydi yoksa kardeşinin sözlerinden dolayı kırgın mıydı, kendi de bilmiyordu fakat her zaman olduğu gibi duruşundan ödün vermedi. Boş gözlerle baktı Sarp’a. Kolaydı öyle havadan atıp tutmak, hiç düşünmeden ahkâm kesmek. Ne de olsa kendinin yerinde değildi kardeşi. On sekiz yaşında, annesinin omuzlarındaki yükü alma mecburiyetine düşmemiş, iki yaşındaki kız kardeşini büyütmek zorunda kalmamıştı Sarp. Yirmi yaşında apar topar evlenmemiş, henüz bebek bile tutmayı bilmiyorken baba olmamıştı ve anlatsa da anlamayacaktı. O yüzden kabul etti onun söylediklerini.

“Sen benden daha iyi bir baba ol o zaman kardeşim.”

Başka hiçbir şey söylemeden koridora çıktı genç adam, evde durmak istemiyordu. Eğer odaya gitse bir de karısıyla kavga edecekti tekrardan. Bunun için de hiç hali yoktu. Askıdan ceketini alp dışarıya attı kendini. Annesinin seslendiğini duysa da umursamadı. Belki de bu gece hiç eve dönmezdi geri.

Abisinin arkasından bakarken kendi de evde duramayacağına karar verdi. Sedat’ın peşinden gidecek değildi, hava almaya ihtiyacı vardı. Bir yerde öylece oturup olup biteni düşünmeye. Abisi gibi koridordaki askıdan ceketini alıp üstüne geçirince Nermin Hanım’ın seslendiğini duydu Sarp. Abisi gibi öylece çekip gidemiyordu işte.

“Sarp”

“Anne lütfen. Hepimiz çok gerildik biraz dolanıp geleceğim.”

Başka açıklamaya ihtiyaç duymadan kapıdan çıktı Sarp. Yaşlı kadın ise öylece kaldığında derin bir nefes aldı. Odasında kuran okuyordu malum olaylar yaşanırken ama ne olup bittiğini duymuştu. Ne kızına, ne oğullarına ne de gelinine tek bir laf söyleyecek mecali bulamıyordu kendinde. O yüzden müdahale etmemişti olaylara. Belli bir yaşa gelmiş bir kadındı ve bazen yorulduğunu hissediyordu. On altı yıldan beri bir başına evin direği olmaya çalışırken anne olmayı bile beceremediğini hissediyordu. Belki de en büyük hatayı Sedat’ın omuzuna bütün yükleri bırakarak yapmıştı. On sekiz yaşında geçmişti Sedat dükkânın başına o da yetmiyormuş kardeşlerinin peşinden koşup durmuş, henüz babasının acısını yaşayamadan kendi baba olmuştu. Meryem’den hiçbir zaman şikâyeti olmamıştı ancak keşke oğlumun bir yuvası olsun, diye bu kadar acele etmeseydi. Belki o zaman Sedat yıkıp geçmeyi değil, şefkatle korumayı bilirdi.

Meryem iki çocuğunun da ortasında uzanıyor, onlara niniler söylüyordu. Zira bağrışmalardan korkmuştu iki kardeş. Kendi ise ince ince akıtıyordu gözyaşlarını. Çiçek odasında ağlamamak için direnirken engel olamıyordu yanaklarını ıslatan yaşlara ve çok nadir yaptığı bir şeyi yaparak babasının resimlerine bakıyordu. Elinde tuttuğu fotoğraflara akıtıyordu gözyaşlarını. Hiç hatırlamıyordu babasını, kokusunu hiç bilmiyordu. Kendini sevmiş miydi mesela? Mutlu olmuş muydu kendi doğunca? Acılarıyla yüzleşmez, yok sayardı onları genç kız ancak bu gece kalbini acıtan acıya engel olamıyor, belki de ilk defa babasızlığı bu kadar derinden hissediyordu. İki yıl… Babasıyla sadece iki yıl geçirme şansı olmuştu. Henüz kendi konuşmaya bile başlamadan gitmişti babası. Kendilerini bırakıp ebediyete göç etmişti. Sedat abisi ise o boşluğu hiç dolduramamış, kırıp dökmüştü. Tıpkı bu gece yaptığı gibi.

Sedat sokaklarda boş boş dolanırken mahalledeki parkın herhangi bir bankına oturarak yeniden ve yeniden yaşanılanları düşünüyordu Sarp. Bir anda nasıl böyle darmadağın olmuşlardı? Nasıl Sedat abisinin öfkesi hepsini böylesine dağıtmıştı? Bilmiyordu lakin nedensiz doluyordu. Babasını özlüyordu işte, babasının yokluğunu kardeşi gibi kendi de derinden hissediyordu. Hatırlıyordu da babası da öyle yumuşak huylu adam değildi fakat yine de babasıydı. Babası… İnsanın bir babası olmalıydı. Başı sıkıştığında koşup gidebileceği, yorulduğunda gölgesinde dinlenebileceği bir babası olmalıydı. Hiç kimse böyle bir yokluğu seneler boyunca yaşamak mecburiyetine düşmemeliydi. Kimse hak etmiyordu bunu. Kimse.

“Sarp”

Feyza’nın sesini duyunca başını yana çevirdi genç adam. Hayal görmüyordu Feyza kanlı canlı karşısında duruyordu. Şaşkınlığı gizleyemedi, onu bu saatte burada görmeyi gerçekten beklemiyordu.

“Feyza sen...”

“Seni merak ettim,” diyerek omuzlarını silkti Feyza. Bir şeyler olduğunu anlamıştı, Çiçek’in geç bir saatte eve gelmiş olması sonra Sedat’ın ardından Sarp’ın hışımla dışarıya çıkması normal şeyler değildi. Evet, kabul ediyordu. Akkaya ailesini gizli gizli izlemek gibi bir huyu vardı. Sarp’ın yanına oturduğunda gözlerini kehribar gözlere dikti. Ne olmuştu bilmiyordu ama Sarp’ı yalnız bırakmayacaktı bu gece.

“Önce abinin çıktığını gördüm evden ki, Sedat abi kolay kolay çıkmaz bu saatte. Sonra senin de buraya geldiğini. Merak ettim, belki konuşmak istersin diye düşündüm.”

Elleri ceketinin ceplerinde, bacakları hafif açık bir vaziyette oturuyordu Sarp. Gözlerini ela gözlerden çekip boşluğa baktı bir süre. Nefesler alıp verirken diyeceklerini kafasında toparlamaya çalışıyor gibiydi. İyi ki gelmişti Feyza yanına. O sadece sevdiği kadın değildi, en iyi arkadaşıydı da. Onunla her şeyi paylaşabileceğini biliyordu. Belki de kendini gerçekten anlayan tek insandı Feyza.

“Babamı özledim.”

Hiç beklemediği bir cümleyi duyunca afalladı Feyza. Sarp’ın, Sedat’tan, ailesinden bahsetmesini beklerken o, aniden tahmin etmediği iki kelime söylemişti ve kendi ne diyeceğini bilemiyordu. Sarp’ın en büyük yarası babasıydı zira.

“Babamı çok özledim Feyza. Dönüp bakıyorum da ben nasıl babam olmadan o kadar sene geçirmişim? Çocukluğum, gençliğim nasıl babam olmadan geçip gitmiş? On altı yıl… Babam bizi bırakıp gideli on altı yıl olmuş.”

“Sarp…”

“Hiç kimse babasız büyümemeli. Hiç kimse o çınarın gölgesine hasret kalmamalı bir ömür boyunca. Bir babası olmalı insanın. Korktuğunda sarılabileceği, başı sıkıştığında gidebileceği, yorulduğunda dinlenebileceği bir babası olmalı insanın. Babam olsaydı belki her şey çok daha farklı olurdu. Belki abim bu kadar katı, Çiçek böylesine hırçın, annem bu denli yorgun olmazdı. Eğer babam olsaydı belki… Belki gerçek bir aile olmayı başarabilirdik. Biz dağıtırdık babam toplardı. Çünkü baba olmak böyle bir şey. Alabildiğine kök salmak, dallarına sahip çıkmak ama biz köksüz yapraklar gibi savrulup duruyoruz oradan oraya.”

Gözlerinin dolduğunu hissederken hiçbir şey diyemedi genç kadın. Sarp’ın omuzunu sıvazlarken onun ne kadar haklı olduğunu biliyordu. Baba bambaşka bir şeydi fakat kendi de babası varken babasına hasret büyümüştü. Sevdiği adamla aynı yerden yaralıydı aslında. Nemli gözlerini silip ılık bahar havasını içine çekerken dudaklarını araladı. Sarp’ı teselli edemezdi belki ama acısını paylaşabilirdi.

“Babam kalp krizi geçirdiği gün, ilk defa ölümle yüz yüze geldim. İlk defa ölümün bize ne denli yakın olduğunu anladım ve çok korktum. Babamı bir daha göremeyeceğim, diye çok korktum. İstanbul’a nasıl gittim, ne ara uçağa bindim, ne ara hastaneye yetiştim hatırlamıyorum bile. Sanki oraya gidince, babama yakın olunca onu kurtarabilecekmişim gibi… Saatlerce ameliyatta kaldı babam. Oysa o koskoca Ethem Ataman’dı, kimsenin yenemediği, herkesi dize getiren adamdı ama nihayetinde o da etten kemikten bir insandı ve ölüm onu da alıp götürebilirdi. Eğer babama bir şey olsaydı ne yapardım bilmiyorum. Bir şekilde yaşamaya devam ederdim biliyorum çünkü sorumluluklarım vardı. Kendimi öylece bırakmaya hakkım yoktu ama yarım kalırdım.”

Genç kadın kendi kendine konuşuyormuş gibi devam ederken Sarp yeniden gözlerini Feyza’nın yüzünde gezdirdi. Bunu yeni öğrenmişti oysa aylar önce kalp krizi geçirmişti Ethem Ataman fakat Feyza söylememişti bunu kendine. Keşke söyleseydi. Keşke apar topar İlker’le, İstanbul’a gitmek yerine kendine gelip ne kadar korktuğunu söyleseydi. Bir dakika bile düşünmez sevdiği kadınla giderdi İstanbul’a. Elini tutar, gözyaşlarını silerdi. Korkusunu paylaşır, yanında olurdu.

“Bana niye bunu söylemedin Feyza? O gece gelip neden babanın kalp krizi geçirdiğini bana söylemedin?”

“Aklım başımda değildi ki Sarp. Sadece babama gitmek istedim. Sadece yeniden ona sarılmak istedim. İlker de… İlker de peşimden geldi işte. Belki o gece sana gelseydim her şey daha farklı olurdu.”

“Evet, daha farklı olurdu,” diye mırıldandı genç adam. Bir kez daha derin bir nefes almasının ardından sustu. Şu an Feyza’yla tartışmak istemiyordu çünkü.

“Ya da babam… Babam beni biraz olsun sevseydi de her şey daha farklı olurdu.”

Gözünde düşen iki damla gözyaşına engel olamadı Feyza, dudaklarını ısırırken başını yere çevirdi. Sarp bile olsa babasızlığını öylece belli edemiyordu kimseye.

“Babalar kızlar sever Feyza,” diyerek genç kadının gözyaşlarını sildi Sarp. Buruk bir gülümseme vardı dudaklarında.

“Tamam baban belki sert bir adam, belki sana sevgisini hiç göstermedi ama seni seviyor, inan bana baban seni seviyor.”

“Onun için mi beni bir uyuşturucu kaçakçısıyla evlenmem için zorladı? Onun için mi beni hiç istemediğim halde senden kopardı?”

Kaşlarını çattı Sarp, evet Feyza kendini sevdiğini söylemişti ancak uyuşturucu kaçakçısı ne demekti onu anlamamıştı.

“Ne?”

“İlker,” dedi genç kadın Sarp’ın gözlerine bakarken. Kararını vermişti, artık hiçbir şey saklamayacaktı ondan. “İlker uyuşturucu yüzünden tutuklanmış. Antalya’da bir eroin deposunu polisler basmış ve İlker de oradaymış hatta iddialara göre o pazarlamıyormuş uyuşturucuları. Babam da beni böyle bir adamla evlendirmek için elinden geleni yaptı. İnanabiliyor musun Sarp? Babam benim bir uyuşturucu taciri ile evlenmemi istedi. Canım o kadar çok yanıyor ki…”

“Feyza…”

“Bazen hangisi daha zor bilemiyorum. Evet, sen babanı çok küçük yaşta kaybettin ama ben, babam varken babasız büyüdüm. Onun sevgisini kazanmak için çok çalıştım. Çocukken eğer derslerimde başarılı olursam babam beni sever sandım. Eğer öğretmenlerim babama ne kadar çalışkan bir kız olduğumu söylerlerse babam benimle gurur duyar zannettim ama çok yanılmışım. Babam beni hiç sevmemiş Sarp. Hiç.”

Kendini tutamadı Feyza, hıçkırıklarına boğulduğunda Sarp’ın kolları kendini sardı. İtiraz etmedi, bıraktı kendini güvenli limanına. Kalbinin neden Sarp’ı seçtiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Babasında bulamadığı o sıcaklığı, merhameti Sarp’ta bulmuştu. Yaralarını sarmıştı Sarp, içindeki kırgın çocuğun gözyaşlarını masum gülüşleriyle alıp götürmüştü. Sarp’ın yüreğinde tatmıştı sevgiyi, onun kollarında iyileşmiş, şifa dolu göğsünde dinlenmişti. Babasının okşamadığı saçlarını sevdiği adam şefkat kokan elleriyle okşamıştı. Çok güzel bir adamdı Sarp. Yaralı gönlünde hem ailesine hem kendine yetecek kadar sevgisi olan bir erkekti.

Feyza’nın saçlarına öpücükler bıraktı Sarp, kokusunu içine çekerken bütün yorgunluğunun yok olup gittiğini hissediyordu.

“Ağlama… Ne olur ağlama Feyza’m senin bir damla gözyaşına dayanamam ben.”

Başını kaldırıp yeniden kehribar gözlere baktığında yutkundu genç kadın. Feyza’m, demişti Sarp. İlk defa kendine böyle hitap ediyordu o kadar çok hoşuna gitmişti ki bu… Kalbinde çiçekler açmıştı sanki. Yine alıp götürüyordu Sarp bütün acılarını. Sarp’ın sol kolunun altında iken elini kaldırıp baş parmağıyla belli belirsiz sakallarını okşadı. Anlatamayacağı kadar çok seviyordu bu adamı.

“Sen çok güzelsin Sarp. Bu dünya için çok fazla güzel bir adamsın. Ailene sahip çıkmaya çalışan, onları koruyup kollayan, her dertlerine koşan bir adamsın. Hatırlıyorum da amca oluyorsun, diye tüm okula baklava dağıtmıştın lisede.”

Güldü Sarp, sahi ya öyle bir şey yapmıştı. Yengesinin hamile olduğunu öğrenince tepsiler dolu baklavaları herkese dağıtmıştı.

“Sen onu unutmadın mı?”

“Sana dair hiçbir şeyi unutmadım ben.”

“Feyza...”

“Milletin abisi kardeşine yasaklar koyarken, benim de kız kardeşim var diyerek hareketlerine dikkat edişini, Asuman için en yakın arkadaşına, Caner’e sövüp saydığını, yeğenlerin için koşturup durduğunu, annen için en büyük fedakârlıkları yaptığını, en zor zamanlarında yengenin yanında olduğunu daha da önemlisi seninle yaşadıklarımı unutmam mümkün değil. Bu kötü dünyada senin gibi yürekli bir adamın olduğunu bilmek öyle güzel ki… Teşekkür ederim Sarp. Varlığın için gerçekten sana teşekkür ederim.”

Feyza’nın alnına ufak bir öpücük bıraktı genç adam. Sevdiği kadından bu sözleri duymak gururunu okşamıştı. Ne mutlu ki, kendine Feyza’nın gözünde böyle bir imaja sahipti. Artık engel yoktu aralarında. Ayşen özgür bırakmıştı kendini, İlker tutuklanmıştı ve Feyza da sonunda duygularını dile getirmişti. Ethem beyle, annesi vardı sırada ama inanıyordu onlar da en nihayetinde anlayacaklardı kendilerini. Fakat onların anlamasını bekleyecek kadar sabrı kalmamıştı, Feyza’ya gerçekten kavuşmak istiyordu. Belki bu gece en doğru zamandı. Hazır sevdiği kadın da kendini övüyorken daha bekleyecek ne vardı? “Feyza,” dedi içli bir sesle.

Sessiz kaldı genç kadın, Sarp’ın gözleri aklını başından alıyordu yine. O naneli koku sarhoş ediyordu kendini.

“Seni çok seviyorum.”

Gülümsedi Feyza, daha önce Sarp kendini sevdiğini söylemiş olsa da böyle bir anda bunu duymak hoşuna gitmişti. Kalbinde korkunun değil, aşkın hüküm sürmesine izin verecekti artık. Babası istediğini yapsın Sarp’ın elini bir kez daha bir hiç yüzünden bırakmayacaktı.

“Bende. İnan bana ben de seni çok seviyorum Sarp.”

Gözleri sessizce anlaşırken gecenin ıssızlığından faydalanmak isteyen dudakları harekete geçti. Feyza’nın dudaklarına eğildiğinde sevdiği kadını bu kez özgürce öpebileceğini biliyordu Sarp. Feyza’dan emin olmak ister gibi birkaç saniye bekledi. Genç kadın da kendinin dudaklarına yaklaşınca emelini gerçekleştirerek kapandı aklını başından alan dudaklara. Sarp’ın yüzünü elleriyle kavradığında uçmayı yeni öğrenmiş bir kuş gibi mutluydu Feyza. Dudakları uyumla hareket ederken ikisi de gözlerini kapamış yaşadıkları anın tadını çıkarıyordu. Sokak ortasında olduklarını unutmuşlardı, biri görse muhtemelen mahallede büyük olay çıkardı fakat kimin umurundaydı bu? Yaşadıkları o kadar şeyden sonra kavuşmanın sevincini yaşamak en büyük haklarıydı.

Öyle küçük bir öpücük bırakmadı Sarp, genç kadının dudaklarına. Kana kana içti, uzun uzun öptü dudaklarının arasındaki dudakları. Feyza’nın da devam etmesi kendine cesaret veriyordu. Her şeyi unuttukları gibi nefes almayı da unutmuşlardı. Eğer Asu’nun sesini duymasalardı belki de sabaha kadar devam edebilirlerdi.

“Feyza"

Kuzeninin sesini duymasıyla Sarp’ın dudaklarından ayrıldığında öylece kaldı Feyza. Tam karşısında dikiliyordu Asuman. Sarp’ta farklı değildi, Feyza’dan. O da utanmıştı. Erkek olabilirdi ama Asu tarafından basılmak hele de ilk geceden yakalanmak utandırmıştı işte kendini.

“Asuman sen… senin ne işin var burada?”

“Sırma,” dedi Asu üzgünce. O kadar içi yanıyordu ki, Sarp’la Feyza’yı öpüşürken görmek bile mutlu etmiyordu şu an kendini. Başka zaman olsa belki çığlık çığlığa bağırırdı sevinçten ama her zaman olduğu gibi hayat fazla adaletsizdi.

“Sırma’nın babası… Babasının kalbi durmuş.”

“Ne!” diye bağırarak ayağa kalktı Sarp. Doğru mu duymuştu? Sırma’nın babası… Mustafa amcası… Hayır, yok bu olamazdı. Olamazdı işte. Bu kadar erken olamazdı.

“Ambulans geldi kapının önüne, herkes oraya toplandı. Ben de sesleri duyunca ne olduğunu, merak ettim. Çıktım baktım. Mustafa amca… Mustafa amcanın kalbi durmuş ve… Ve…”

“Asu hayır! Sakın… Sakın öyle bir şey söyleme!”

“Çok üzgünüm Sarp. Gerçekten çok üzgünüm…”

Gözyaşlarını tutamadı Asu, eli ayağı boşalırken ayakta durmak için çabaladı. Olanı biteni gördükten sonra o kadar kötü olmuştu ki, Feyza’yı bulmak için atmıştı kendini sokağa. Burada da bulmuştu işte kuzenini. Belki ilk önce Sırma’ya destek olmalıydı ama yıkılmıştı, o kıza nasıl el uzatabilirdi?

Durmadı Sarp yerinde koşar adım Sırma’nın evinin yolunu tuttu. Beyni olayın gerçekliğini henüz algılamıyordu. O yüzden hiçbir duygu hissetmiyordu. Boşluğa düşmüştü, tek isteği Sırma’ya koşmaktı. Elinde büyüyen o küçük kızın şimdi yaşadığı acıyı düşünmek dâhi istemiyordu. Beş dakika sonra olay yerine vardığında Sırma’nın yere çökmüş, hıçkıra hıçkıra ağladığını gördü. O an anladı. O an hissetti. Genç kızın gözyaşları yüreğine bıçak gibi saplanırken gözlerinin dolmasına engel olamadı. Yürek parçalayıcı bir haldeydi Sırma. Hangi vicdan sahibi insan bu kızın haline dayanabilirdi?

“Sırma!”

Sarp'ı görünce ayağa kalktı genç kız. Koşarak onun boynuna atıldığında ağlayabildiği kadar ağladı genç adamın kollarında. Bu gerçek değildi, yaşadığı an, koca bir kâbustu. Hayır, babasını siyah bir örtüye sarıp götürmüyordu ambulans görevlileri. Babası içerideydi, her zaman ki yerinde uzanmış kendini bekliyordu. İyi geceler diyerek öpecekti yine babasının yanaklarını. Yine her şeyini ona anlatacak, acılarını, sevinçlerini babasıyla paylaşacaktı. Birazdan sabah olacak ve bitecekti bu korku dolu kâbus. Güneş doğacaktı, babası da uyanacaktı. Uyunmak zorundaydı.

“Babamı götürmesinler! Ne olur babamı götürmesinler Sarp abi! O benim babam! Babam o benim! O beni hiç bırakmaz ki… Hiç!”

Sırma’ya kollarını sıkı sıkı dolarken gözyaşlarını tutamıyordu Sarp. Yüreği paramparça, ruhu kan revan içindeydi. Sanki bir kez daha babasını kaybetmişti şimdi. Kendi bile dayanmıyorken Sırma nasıl dayasındı bu acıya? Genç kızın Bir tek babası vardı bu hayatta, tutunacak tek bir dalı vardı ve şimdi onu da kaybetmişti.

“Ben buradayım. Ben senin yanındayım güzelim.”

Ağlaması daha da şiddetlenirken canının hiç olmadığı kadar yandığını hissediyordu Sırma. Sekiz yaşında annesi terk edip gitmiş, on yedi yaşında babası bırakmıştı kendini. Şimdi ne yapacaktı? Babası olmadan nasıl duracaktı ayakta? Hayır, kabul etmiyordu babasının öldüğünü. Beyni inatla inkâr ediyordu yaşanılanlarını. Babası ölmemişti, şimdi olmazdı. Böyle ansızın kendini bir başına bırakıp gidemezdi babası. Bunu kendine yapmazdı, yapamazdı.

Sırma’nın yanına vardığında genç kızın sırtını sıvazladı Feyza. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. On yedi yaşındaki bir kızın babasını kaybetmesi kalbini kanatıyordu. “Sırma,” dedi acı acı.

 

Sarp’ın kollarından çıktığında hocasının üzgün gözleriyle karşılaştı genç kız. Feyza kolundan çekip kendine sıkı sıkı kollarını dolayınca engel olmadı. Canı yanarken sağlıklı düşünemiyordu, ne hissettiğini bile bilmiyordu aslında.

“Feyza hocam…”

“Canın çok yanıyor, biliyorum ne desem faydasız ama biz buradayız Sırma. Senin için buradayız. Asla yalnız değilsin sen, asla.”

Konuşamadı, boğazı düğümlendi hıçkıra hıçkıra ağlarken acısına teslim oldu Sırma. Genç yaşında hayatın omuzlarına yüklediği yükleri taşırken ılık bir bahar akşamı babasını ebediyete uğurladı. Bir daha göremeyecekti babasını, bir daha öpemeyecekti babasının o tonton yanaklarını. Duyuyordu insan kalabalığın seslerini. Babası öldü, bu kızcağız rahat etti diyenler vardı ilk dakikadan. İlk dakikadan hasta babasından kurtulduğu için şükretmesini söyleyen insanların seslerini sonsuza kadar kesmek, onların çenesini kapamak, ağlamaktan bitap düşerken hepsinin saçını başını yolmak istiyordu. Acısı, öfkesine karışıyor dayanmak her geçen dakika daha da güçleşiyordu. Ayakta duracak mecali yoktu, o yüzden direnmedi daha fazla, bıraktı kendini esir almak isteyen karanlığa.

Sarp’ın kollarına düştüğünde bilmiyordu ki genç kız hayatında daha ne kadar çok sınav vereceğini. Kimseye gül bahçeleri sunmuyordu hayat, farklı yerlerden, farklı acılardan sınıyordu herkesi ve şimdi Sırma’yı anne yokluğu ile imtihan ettiği yetmiyormuş gibi ona baba yokluğunu da yaşatıyordu. Daha da acısı henüz sınavı yeni başlıyordu.

Loading...
0%