@petekayla
|
9 Ocak 2006 Yoğun geçen bir günün ardından Sarp'la evine döndü Feyza. Hava kararmış, saat de bayağı ilerlemişti. O yüzden de Sarp, tek başına bırakmak istememişti genç kızı. Hem Uydukent oldukça ıssız olurdu bu saatlerde. Merkezden de fazlasıyla uzaktı. Semtte lüks, gösterişli evler bulunmasına rağmen ruhsuz bir yerdi burası. Sanki terk edilmiş gibi. Belki de sessiz, toplumdan soyutlanan bir yer olduğu için burayı tercih ediyordu elit insanlar. Birlikte evin önüne vardıklarında Feyza motordan indi. Biliyordu, yanlış yapmıştı. Sarp'ın ehliyeti olmadığı halde kendini motorla eve bırakmasına sessiz kalmıştı. Kendi canı için değil, Sarp için korkmuştu daha çok. Fakat Sarp çok küçük yaşta öğrenmişti motor kullanmayı, babası kendine ölmeden önce öğretmişti ve belki de genç çocuğun babasından öğrendiği tek şey buydu. Başındaki kaskı çıkardığında saçlarını savurdu genç kız ancak birkaç tel yüzüne yapışmıştı. Sarp ondan önce davranarak elini uzatıp Feyza'nın gözünün önüne gelen saçları yavaşça geriye doğru attı. Bu güzelim, kıvrımlı karamelimsi, ipek saçlara dokunmak öyle güzeldi ki. Sarp'ın eli saçlarında gezerken belli belirsiz gülümsedi Feyza. Hoşuna gidiyordu delikanlının saçlarıyla oynaması. Okulda da bazen bunu yapardı Sarp. Saçlarını açık bıraktığında kendi dersi dinlerken arkadaşı, görüşünü engelleyen saç tellerini geriye atardı, sonra da göz göze gelip tebessüm ederlerdi. "Ee şoförlüğümü nasıl buldunuz Feyza Hanım?" "Gayet iyi ama bir daha bunu yapma olur mu?" "Neyi?" derken kaşlarını çattı Sarp. Feyza'nın saçlarıyla oynamayı bırakmış, ellerini ceketinin ceplerine sokmuştu delikanlı. Hava gerçekten soğuktu, kara kara bulutlar da gökyüzünü kaplamıştı. Çakan şimşekler de az sonra yağmurun bastıracağını haber veriyor gibiydi. "Ehliyetin olmadan motoru kullanma. Eve çok geç kaldığım için kabul ettim bunu yoksa senin o motoru buraya kadar ehliyetsiz bir şekilde kullanmana gerçekten izin vermezdim." Feyza parmağını tehditkâr bir biçimde sallayarak konuşurken Sarp güldü. "Korkma bir şey olmaz." "Allah korusun kaza geçirebilirsin Sarp. Gülme, ciddiyim." "Tamam," diyerek ellerini havaya kaldırdı delikanlı."Tamam gülmüyorum." Parmağını geri indirdiğinde sert tavrından ödün vermek istemedi genç kız. "İyi," dedi çatık kaşlarıyla. Eve girmek içinde bir, iki adım atmıştı ki yeniden Sarp'ın sesini duyunca durdu. "Çok mu üzülürsün bana bir şey olursa?" "Ne?" Arkasını döndüğünde Sarp'ın rahat duruşu ile karşılaştı genç kız. Ellerini yine ceplerine sokmuş, tatlı bir gülümse ile bakıyordu kendine. "Çok mu üzülürsün, diyorum? Bana bir şey olursa?" "Bu nasıl soru Sarp?" diyerek tekrardan genç çocuğun karşısında yerini aldı Feyza. "İnsan arkadaşına bir şey olursa üzülmez mi hiç? Ki, sen benim en yakın arkadaşımsın. Lütfen bir daha böyle bir soru sorma." Buruktu sesi, gözleri nemli, içi ise korku dolu. Tek bir soru insanı alt üst eder miydi? Kendini etmişti işte. Sarp'ın sorduğu bu soruyla bir korku sarmıştı yüreğini. Yalan söylemiyordu, Sarp en yakın dostuydu. Hiç kimse onun kadar özel olamamıştı ki. Sadece birkaç aydır tanıyordu aslında delikanlıyı fakat sanki yıllardır tanıyormuş gibiydi. Hayatındaki anlamsızlığı yok etmiş, gülmeyi öğretmişti Sarp. Ruhsuz hayatına renk katmıştı ve Feyza sevmişti Sarp'ın kendine getirdiği yenilikleri. Aldığı cevapla mutlu olsa da bunu gizledi delikanlı. "Peki," demekle yetindi. "Bir daha sormam." Aralarında yine sessizlik girince bakışlarını ilk kaçıran Feyza oldu bu defa. Eve girmesi gerekiyordu ama nedense ayakları hareket etmiyordu. "Tamam o zaman yarın okulda görüşürüz. "Görüşürüz." Birbirine el sallamalarının ardından arkalarını döndüler. Genç kız evin önündeki üç basamağı çıkıp kapıya ulaştığında Sarp henüz iki adımlık mesafe kadar uzaklaşmıştı ki, durdu. Arkasını döndü. Kararsız kalsa da içinden geleni yapmaya karar verdi. Feyza anahtarı deliğe sokmuştu fakat yine ve yine arkadaşının sesini duyunca kapıyı açamadı. "Feyza" İsmini severdi genç kız fakat Sarp adını söyleyince daha çok hoşuna gidiyordu sanki. Her Feyza deyişi içinde bir şeyleri gıdıklıyor gibiydi. Arkasını döndü, efendim diyecekti ki, Sarp hızlı adımlarla yanına yaklaşıp kendine sarılınca öylece kaldı. Beline dolanan kolları hissedince gözlerini kapadı Feyza. Kendi de ellerini Sarp'ın sırtına yerleştirdi. İşte şimdi huzur doluydu. Sarp'ın kollarında olmak huzurluydu çünkü. Çenesini, delikanlının sol omuzuna dayadığında saçları esen rüzgârla uçuştu. Gök kızmış gibi gürlerken birkaç yağmur damlası da usul usul düştü yeryüzüne. Feyza'nın kokusunu içine çekerken sonsuza kadar böyle durmak istiyordu Sarp. Elleri, genç kızın belini tutarken bedeni, narin bedeniyle bir bütün olmuştu. Yağmur kendileri ıslatsa da ikisi de bunu pek önemsemiyor gibiydi. Sarp yavaşça çekildiğinde gülümsedi. İlk defa sarılmıyordu Feyza'ya, daha önce de bir şeyler bahane ederek sarılmıştı ona ve şimdi de bahanesini bulmuştu. "Veda sarılması." "Efendim?" "Hani arkadaşlar vedalaşırken birbirlerine sarılırlar ya, işte ondan." "Veda sarılması," diyerek tekrarladı Feyza sonra da anlamsızca başını salladı. "Güzelmiş." "Öyle mi?" derken ensesini kaşıdı Sarp. Galiba Feyza'yla konuşurken bunu yapmaktan vazgeçmeyecekti. "Evet. Yani şey sanırım sözlüğe yeni bir kelime öbeği kazandırdın. Türk dili için iyi oldu manasında." Saçmaladığının farkındaydı Feyza, konuştukça daha çok batacağını da biliyordu. Bu yüzden susup dilini ısırmakla yetindi. Düzgün bir üslubu vardı aslında ancak nedense Sarp'la konuşurken üslubu birden yok oluveriyordu. "Sayende," dedi Sarp. "Çok çalıştırdın ya, ondan sanırım dilim gelişmiş." "Sevindim, yarın ki sınavda yüksek not alırsın öyleyse." "Hocam sen olunca almamam mümkün değil." Feyza yeniden dudaklarını dişleyince sessizliğini korudu ya da ne diyeceğini bilemedi. Sarp, yüzünde bakışlarını gezdirirken baş parmağıyla arkasında kalan kapıyı işaret etti. "Şey ben artık girsem iyi olur." "Tamam, görüşürüz." "Görüşürüz." Bir kez daha arkasını döndü genç kız ve bu defa gerçekten kapıyı açıp içeri girdi. Tabii yine de elini kaldırıp sallamayı ihmal etmedi. Sarp'ta el salladı, sonra da arkasını dönüp uzaklaştı. Kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladı Feyza. Anlamını bilmediği tatlı hisler kol geziyordu içinde. Hatay'a gelmeden önce bu duyguları hissetmemişti hiç. Tüm bu, içini gıdıklayan, kendini heyecanlandıran, midesinde garip garip etkiler yapan duygular kendi için o kadar yenidiydi ki, bir isim veremiyor, anlamdıramıyordu hiçbirini ama seviyordu galiba. Evet, seviyordu yeni tanıştığı hisleri. "Feyza!" Duyduğu sesle korkuyla gözlerini açtı genç kız. Saniyeler önce hissettiği tüm o güzel duygular yerini korkuya bırakmıştı. Zira karşısında babası çatık kaşları, delici gözleri ile duruyordu. "Baba," dedi ürkekçe. Biliyordu bu akşam iyi şeyler olmayacaktı. "Saat sekizi geçiyor! Neredesin bu saate kadar?" Kızgındı Ethem Bey. Kızının zibidinin tekiyle takılmasına göz yumamazdı. Görmüştü pencereden o çocuğun nasıl da, Feyza'nın ağzının içine düştüğünü, nasıl da kızına kene gibi yapıştığını. İlk defa görmüyordu Sarp'ı, zaten bu yüzden bu kadar öfkeliydi ya. Serserinin tekiydi o çocuk, kenar bir mahallede yaşayan zibididen ne hayır gelirdi ki? Böyle züppeler kızının peşinde gezsin diye mi, Feyza'yı o okula kaydettirmişti? Yok, sessiz kalamazdı buna. Derhal aklını başına toplamalıydı Feyza. "Arkadaşlar... Arkadaşlarla ders çalıştık. Yarın sınav var da." "Hangi arkadaşlar?" "Okuldan işte." "Okuldan öyle mi?" Diyerek tek kaşını havaya kaldırdı Ethem Bey. "Evet." Yalan söylemiyordu Feyza, hepsi okuldan tanıdığı arkadaşlarıydı. Niye babası bu kadar sert tepki gösteriyordu? "Ben seni o okula zibidilerle takıl diye mi gönderiyorum Feyza?" Yaşlı adamın sesi evi inlettiğinde şiddetli bir yıldırım çaktı, öyle ki karanlık evin içi kırmızı bir ışıkla aydınlandı. "Baba..." Elini havaya kaldırarak kızının susmasını sağladı Ethem Bey. "Akşamın bir saati ne idüğü belli olmayan çocukla eve dönüyorsun ve arkadaşlarımla ders çalıştım mı diyorsun?" Çantasının askısını sıkı sıkı tutarken güçlü durmaya gayret etti Feyza. Sarp kendinin arkadaşıydı, hiçbir kötülüğü de yoktu. Aksine belki de herkesten daha iyi davranıyordu kendine. Fakat bunu babasının anlamayacağını da biliyordu. "Gerçekten arkadaşlarımla ders çalıştım baba. Hatta Asuman da vardı yanımızda. Teyzemi arayıp sorabilirsin." "Asuman beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Sen kendinden sorumlusun ve bir daha seni o çocukla birlikte görürsem olacakları tahmin ediyorsundur sanırım." Gözlerini kapadı genç kız, her ne derse desin bir yararı olmayacaktı. Ethem Bey yine kendi bildiğini okuyacaktı. Sarp'ın notunu en başından vermişti kendince, değişmeyecekti de bu. Kızının sessizliğini gören yaşlı adam ellerini arkasında bağlayarak duruşunu daha da dikleştirdi. "Beni anladığını düşünüyorum." Daha da bir şey demeden arkasını döndü ancak Feyza'nın sesini duyunca durdu Ethem Bey. "Sarp benim arkadaşım." "Ne dedin sen?" Babasının alev topu olmuş kahve gözleriyle karşılaştı lakin korkmadı Feyza. Bu kendinin hayatıydı, arkadaşlarını seçmekte en büyük hakkıydı. Sırf babası istedi diye Sarp'la olan dostluğunu bitirecek değildi. "Sarp benim arkadaşım, dedim baba. O benim en iyi dostum ve ben onunla istediğim gibi görüşme hakkına sahibim." "Feyza!" "Korkmuyorum. Senden de yapacaklarından da korkmuyorum! Beni okuldan mı alacaksın al. Başka okula mı yazdıracaksın, tamam. Başıma gardiyan mı dikeceksin, dik. Ama şunu da unutma bu benim hayatım ve ben eninde sonunda hayatımı istediğim şekilde kurabilecek yaşa geleceğim. O zaman geldiğinde seni hayatımın dışında tutmak içim elimden gelenin fazlasını yapacağım." Feyza cesurca sözlerini çatır çatır söylemesinin ardından hızlı adımlarla uzaklaştı babasının yanından. Merdivenlerden koşa koşa çıkarken babasının sesini duysa da umursamadı. Babasının elinde bir esir değildi, onun dediklerini harfi harfine yapsın. Belki babası bu saatte gelmesinin doğru olmadığını, kendi için korktuğunu, endişelendiğini söylese onu anlardı. Fakat babası, kendine korktuğu için değil, Sarp'ı yanına yakıştırmadığı için kızmıştı. Sırf Sarp'la arkadaşlık ediyor diye ve aslında kendini üzen de buydu. Ethem Bey, kızını değil, itibarını düşünüyor, kızının üzerinden egosunu tatmin etmek istiyordu. Lakin Feyza buna izin vermeyecekti. Kendi, bir bireydi, bir insandı. Kendi kararları, seçimleri vardı. Ethem Bey de bunu er ya da geç anlayacak, saygı duyacaktı. Bugün ya da yarın ama elbet bir gün. *** Dolabın aynasında kendine bakarken gülümsüyordu Feyza. Yıllar önce kendine bir söz vermiş, verdiği sözü de tutmayı başarmıştı. Babasına muhtaç olmadan, kendi ayaklarının üzerinde durmayı, hayallerinin peşinden gitmeyi hedeflemişti. Şimdi de ulaşmıştı hedefine. Edebiyat öğretmeni olmuştu. Belki bu meslek kimilerine göre oldukça basit, sıradandı ancak kendi için fazlasıyla kutsaldı. Öğrencilerini şimdiden sevmişti, her ne kadar asi olsalar da. Zaman değişmişti ve değişen zamanla gençlikte eskisi gibi değildi. Öğrencileriyle arasında çok yaş farkı olmamasına karşın onlar, kendinin döneminden daha farklı bir döneme, şimdiye aitti. Z kuşağı egoist, saygısız, bencil ve tüketici olarak tanımlansa da buna karşıydı Feyza. O gençleri, bu hale getiren aileleriydi, toplumdu, şartlardı. Eğer onlara ufacık destek olacak birileri olsa emindi hepsi çok iyi yerlere gelerek Türkiye'yi çok daha iyi bir ülke yapabilirlerdi. Fakat kimse anlamak istemiyordu ki çocukları. En başta aileler, onların dünyaya getirmiş olmalarına rağmen bir yük olarak görüyorlardı evlatlarını. Kim gerçekte ilgileniyordu ki çocuğuyla? Kim gerçekten onlara ders notlarını değil de hayallerini soruyordu? Kim, onların düşüncelerini sahiden biliyordu? Kaç anne tanıyordu çocuğunun arkadaşlarını, kaç baba biliyordu evladının okuldaki durumunu? Çok ender. Çok az vardı çocuklarını gerçekten tanıyan, onlara destek çıkan ebeveynler. Belki hepsini düzeltemezdi Feyza fakat bir şey de kararlıydı. Umut olacaktı. Umutsuz kaç öğrencisi varsa onlara umut verecek, hayallerini gerçekleştirmenin mümkün olduğunu gösterecekti. Öğreteceği ilk derste buydu. Hayal etmekten korkma. Kendi hayal ettiği için buradaydı bugün, öğrencilerine de bunu anlatacaktı. Onların bir arkadaşa ihtiyacı yoktu, zaten onlar kendi arkadaşlarını kendileri bulurlardı. İyi de olsa kötü de olsa bir aileleri de vardı, anne ya da baba olmakta, öğretmenin görevi değildi. Öğretmenin görevi, yol göstermek, lider olmak, fener tutmaktı. Feyza da işte tam da bunu yapacaktı. Bir öncü olarak umutsuzluğun dibine batmış öğrencilerine ışığın var olduğunu, yalnızca o ışığı bulmak için çabalamak gerektiğini anlatacaktı. Yapabilirdi tüm bunları, yapabileceği için buradaydı. Birinin hayatına dokunduğu, hayallerine ulaşmasını sağladığı zaman da tam anlamıyla başarmış olacaktı. İnanıyordu. Seneler evvel, kendine verdiği söze inandığı gibi. Öğretmen evinden çıktığında burnunun ucuna değen küçük damlayı fark etti Feyza. Başını havaya kaldırdığında kara kara bulutları gördü. Yağmur serpiştirmeye başlamıştı. Fakat hava güzeldi, Antakya'nın deli rüzgârı esse de üşütmüyordu. Kendi kendine gülümsediğinde adımlarını Antakya Lisesi'nin bahçesine doğru yönlendirdi. Evet, eski okuluyla, öğretmen evi yan yanaydı. Hatta bitişik bile sayılırdı. Ne tuhaftı yıllar önce burada öğrenciydi, şimdi ise çalıştığı okul farklı olsa da öğretmen. Antakya Lisesi'nin kapısına yaklaştı genç kadın fakat kapının kapalı olduğunu gördü. Oradaki bekçi kulübesi hâlâ duruyordu ancak. "Buradan giriş yok. Okula girecekseniz arka taraftan girmelisiniz." Arkasını döndüğünde bir erkek öğrenciyle karşılaştı genç kadın. Üstünde mavili grili okul forması vardı. Forma değişmişti demek hoş okula giriş yeri değiştikten sonra her şey değişirdi. "Peki," dedi Feyza. "Teşekkür ederim." Omuz silkmekle yetindi genç çocuk sonra da arkasını dönüp gitti. Feyza iç geçirdiğinde caddeye bir göz attı. Orada değişen ne var diye fakat hâlâ aynıydı Cumhuriyet Caddesi. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen kaldırımda insanlar, caddede arabalar vızır vızır geçiyordu. Biliyordu, burası Antakya'nın en işlek caddelerinden biriydi. Aşağı doğru inice hemen karşına köprübaşı çıkıyordu ki, yürüyüş mesafesi on dakika bile değildi. Belki caddeye yeni yeni dükkânlar açılmıştı fakat görüyordu ki, genç kadın binalar hâlâ eskiydi. Oysa burasının çoktan kentsel dönüşüme girmiş olması gerekmez miydi? Bu kadar işlek bir caddenin böyle eski apartmanlara sahip olması tuhaftı. Beyaz eşya bayileri, kitapçılar, marketler ve dönerciler hep bu caddeydi. Üstelik burada ikamet edenlerin her şey ellerinin altındaydı. Bir an Asuman'ın niye bu caddede doğru dürüst konfeksiyoncu yok, dediğini hatırladı Feyza ve kendi kendine güldü. Haklıydı aslında her şeyin var olmasına rağmen hâlâ bir giyim mağazası açılmamıştı buraya. O zaman aman, derdi. Çarşı on dakikalık yol Asuman. Şimdi o zamanları hatırlıyordu da keşke diyordu, o günleri tekrar yaşama şansım olsa. Burnuna enfes poğaça kokuları dolarken karşıdaki börekçiyi gördü Feyza, onun başında dikilen öğrencileri de. Hepsi kapış kapış börek alıyordu. Tam karşıdaki markette öğrenci kaynıyordu aslında ve yılların kuru yemişçisi, Can Yayla'nın önü tıklım tıklımdı. Taze çekilmiş kahvenin kokusunu metreler öteden bile almak bile mümkündü. Tam olarak oranın ne zaman açıldığını bilmiyordu fakat Hatay'ın en ünlü kuru yemişçişi olduğunu biliyordu. Özellikle kahvesi dillere destandı. Öyle ki, farklı farklı ilçelerden bile kahve almak için gelirdi insanlar buraya. Sonra az aşağıdaki Ikra kitapevi, okulların yeni açılmış olduğundan olsa gerek oldukça yoğundu. O da doksanlı yılların sonuna doğru açılmış olmalıydı. Fakat yıllardan beri en ünlü kitapçıydı, normal piyasadan daha pahalı olmasına rağmen her zaman için bol bol müşterisi olurdu. Elit ve kaliteli bir kitapçı mağazası olmasının sonucuydu galiba böyle rağbet görmesi. Caddeyi baştan aşağı ilk defa görüyormuş gibi süzmesinin ardından arabasına binmek üzere adımladı Feyza. Dersinin başlamasına yirmi dakika vardı ancak yetişirdi. Aracına bindiğinde anlatacakları için kafasında cümleleri toparlamaya çalışarak gaza yüklenip kalabalık caddede yol aldı. 11/B sınıfında gırgır, şamata almış başını giderken herkes farklı bir şeyden konuşuyordu. Kimi sevgilisini anlatıyor, kimi dizilerden bahsediyor kimi de öylesine goygoy yapıyordu. Ders zili çalmış olmasına rağmen, derse hazır olan kimse yoku. Ellerinde olsa hiç ders işlemez, bütün günü böyle geçirirlerdi. Sınıf kapısı açıldığında kuru gürültü hâlâ devam ediyordu ki, Feyza Hoca'yı görünce sustu öğrenciler. Belki derslerine bir defa girmişti bu genç öğretmen lakin otoritesini ortaya koymuştu. Bu yüzden de ister istemez ondan çekiniyordular. Herkes yerlerine geçip ayağa kalktığında Feyza elindeki kitapları öğretmen masasının üzerine koydu. Sonra da güler bir yüzle öğrencilerine döndü. "Günaydın arkadaşlar." Hep bir ağzından sağ ol demelerinin ardından Feyza'nın oturabilirsiniz komutuyla sıralarına oturdu kızlar. Arada fısıldaşmalar da vardı tabii. Yarım kalan muhabbeti devam ettirenler de. Feyza onları birkaç dakika verdi. Üzerindeki ince ceketi çıkarıp sandalyeye astı. Biraz elindeki kitaplara bakarak oyalandığında doğrulup boğazını temizledi. Artık derse başlamanın vakti gelmişti. "Evet, sohbeti sonlandırıp derse girelim mi artık?" "Böyle iyiydik aslında hocam." En arka sıradan konuştu Özlem, kendi söylediğine de güldü sonra da. Aldırmadı Feyza ona, eğer iyi bir öğretmen olmak istiyorsa öğrencilerine nasıl davranmasını gerektiğini de bilmeliydi. Kollarını göğsünde birleştirdiğinde ciddi bir ifade yerleştirdi yüzüne. "Tamam Özlem, biz de sohbet ederek ders işleriz." Bir an hocanın ciddi olup olmadığını anlamadı Özlem. Alay mı ediyordu kendiyle? Ayrıca adını da unutmamıştı ne tuhaf. "Hocam geçen ders gibi tanışacak mıyız yoksa tekrardan?" Özlem'in yanında oturan Nisa alayla konuşurken duvar kenarında en köşedeki Suna da ortaya atılmakta bir sakınca görmedi. "Hocam zaten tanışmamız yarım kalmıştı. Bence de yeniden tanışmak iyi olur." Tahtaya bir şeyler yazarken Suna'ya da cevap vermedi Feyza. Her kafadan ayrı bir ses çıkarken kendi tekrardan öğrencilerine döndü. "Geçen ders ismen tanıştık arkadaşlar ve ben hepinizin adını öğrendim. Bugün de birbirimizi daha yakından tanımak için sohbet edeceğiz ve sohbet konumuz," diyerek tahtaya vurdu genç öğretmen. Yazdığı kelimeyi işaret ederek. "Hayaller." Herkes hocanın dediğiyle susarken kaşlarını çattı. Sahiden ders falan işlemeyecek miydi şimdi Feyza Hoca? Tahta kaleminin kapağını kapatıp bakışlarını tekrardan öğrencilerine odakladı Feyza. "Evet bugün hayallerimizden, ideallerimizden, hedeflerimizden bahsedeceğiz. Var mı aranızda hayalini anlatmak isteyen biri?" Kimseden çıt çıkmadı, Feyza da şaşırmadı bu sessizliğe. Hayalleri çalınmıştı öğrencilerinin, umutsuzluğa sürüklenmişti hepsi. Ondandı bu bakışları, birkaçının yutkunduğunu görüyordu, kiminin de bakışlarını kaçırıp defterlerine karalamalar yaptığını. Hayal etmekten bile korkuyordu bu çocuklar. Fakat kendi onlara imkânsızın mümkün olabileceğini göstermek için buradaydı. "Pekâlâ o zaman ben kendimden başlayım. Çocukken öğretmenlerimin yerinde olmak isterdim biliyor musunuz? Onlar gibi konuşmak, insanlara bir şeyler anlatmak, öğretmek." Konuşurken sınıfta yürüyordu genç öğretmen. Sıraların arasında dolaşarak bakışların kendine dönmesini sağlıyordu. "İlk okul öğretmenim, dünya tatlısı bir hocaydı, bizlere hep sevgiyle, anlayışla yaklaşırdı. Dersleri şarkılarla, bilmecelerle anlatılırdı. Öyle ki, ben ve arkadaşlarım herkesin aksine koşa koşa giderdik okula. Fatma öğretmenimizi görelim diye. Verdiği ödevleri zevkle yapardık, asla ama asla yakınmaz, şikâyet etmezdik. Çok özenirdim ona ve onun gibi olmak isterdim. Fatma'ydı adı. Fatma Doğan. Gerçekten dünya tatlısı biriydi. Sadece öğrencilerine değil, velilere karşı, insanlara karşı çok kibardı, nazikti, saygılıydı. Değer verirdi insanlara, her insana insan olduğu için saygı gösterirdi." Konuşurken öğrencilerinin kafasında neden bu kadın bize bunları anlatıyor sorusu olduğu tahmin ediyordu Feyza. Fakat sonuç için önce giriş gerekliydi. Az sabır ederlerse konuyu nereye bağlayacağını öğreneceklerdi. "Fatma Hoca gibi başka öğretmen tanımadım. Sonrasında da iyi de olsa kötü de olsa öğretmenlerim oldu elbette ancak ben kendime sadece onu örnek aldım ve onun gibi bir öğretmen olmak istedim. Sanırım bu kararımı verdiğimde on, on bir yaşındayım. İlk okuldan mezun olunca, benim en büyük hayalim sizin gibi öğretmen olmak demiştim. O da bana sen, benden de iyi bir öğretmen olacaksın, demişti. Bunu başarabilir miyim, bilmiyorum ama denemek için buradayım işte. Babama rağmen... Benim babam öğretmen olmamı hiç istemedi aslında biliyor musunuz? Edebiyat fakültesini kazanınca bana çok karşı çıktı ama ben hayallerimin peşinden gitmekten asla vazgeçmedim. Hayal ettim ve bundan hiç korkmadım. İnandım çünkü, hayal edersem her şey mümkündü ve işte şimdi de..." Tekrardan beyaz tahtanın önünde durduğunda ellerini iki yana açtı genç öğretmen. Işık dolu, umut dolu gözlerle baktı öğrencilerine. "Buradayım. Tam hayalimdeki yerde." Birkaç kızı etkilemişti hocanın konuşması fakat geneli klasik öğretmen motivasyonu diye düşünüyordu. Her şey öğretmenlere kolaydı zaten. Hayalleri gerçekleştirmek anlatıldığı kolay olsaydı keşke. Ne biliyordu ki bu öğretmen? Aile sorunlarını mı? Başlarındaki dertleri mi? Yoksa nasıl zorluklarla mücadele ettiklerini mi? Hiçbir şey bilmeden havadan konuşmak kolaydı nasıl olsa. Gelse de bir görseydi nelerle uğraştıklarını. "Ve ben burada olmaktan çok ama çok mutluyum ve ileride sizi de hayallerinize ulaştığınızı görmek için sabırsızlanıyorum." "Hayaller imkânsız olmak için varlardır hocam. Eğer imkânsız olmasalardı hayal olmazlardı ki. Adı üstünde hayal." Sırma ani sözleriyle sınıfın sessizliğini bozduğunda bütün gözler ona doğru döndü. Herkes için şaşırtıcıydı aslında bu. Derste asla ağzını açmayan, öyle ortaya atılmayan kız ilk defa böyle bir şey yapmıştı. Sırma bütün bakışları üstünde hissedince bir an gerildi. Fakat cesurca hocasının gözlerine baktı. Gerçekten şu öğretmenler bazen aşırı sinir bozucu olabiliyorlardı. Kimin ne yaşadığını bilmeden kendilerince motivasyon konuşması adı altında insanların damarına basıp can yakıyorlardı. Kaşlarını havaya kaldırdı genç öğretmen. Böyle bir çıkışı elbette ki bekliyordu birinden. "Neden böyle bir şey düşünüyorsun Sırma?" Ayağa kalktı genç kız ve belki de kendi kabullenişlerinin ağırlığıyla söyledi sözlerini. "Çünkü bazı hayaller daha doğrusu bazı insanların hayali ne olursa olsun gerçek olmaz. Kaderi çok önceden yazılmıştır, onlara da bunu kabullenmek düşer yalnızca. Hayalleri de hayal olarak kalmaya devam eder." Çiçek şaşkın gözlerle yanındaki arkadaşına bakarken onun bu sabah kafasını bir yerlere çarpmış olabileceğini düşünüyordu. Zira tanıdığı Sırma asla bir öğretmenle böyle konuşmazdı. Feyza hocaya belli etmeden arkadaşını dürttü. Sırma ise ona ne var der gibi baktı. Yalan mı söylüyordu? Hayır, gerçekleri anlatıyordu. "Kader gayrete âşıktır Sırma. Sen hayallerin için çabalarsan inan bana o çabaların boşuna gitmez. Yeter ki inan." "Ama bazılarının çabalayacak imkânı da yoktur hocam." "Peki," diyerek derin bir nefes aldı Feyza. Dik kafalı bir öğrencisi vardı anlaşılan. Kollarını tekrardan göğsünde birleştirdiğinde doğru davranışları sergilemek için uğraştı. "Senin hayalin ne? Önce onu bir öğrenebilir miyim?" Başını önüne eğdi genç kız, hüzün yeniden kendini ele geçirdi. Tek hayali babasının iyileşmesiydi. Başka bir şey istemiyordu ama tabii ki söylemeyecekti hocasına bunu. Arkadaşları babasının durumunu bilse de daha başka bir kişinin özellikle yeni gelen bir hocanın bilmesine gerek yoktu. "Benim bir hayalim yok hocam." "Hayır var!" diyerek itiraz etti Çiçek ve hızla ayağa kalktı. Sırma bunu kendi kendine bile itiraf edemese de Çiçek biliyordu ve söylemek istiyordu Feyza'ya. Sırma gözlerini kocaman açarak Çiçek'e baktığında Çiçek aldırmadı arkadaşına. "Sırma'nın en büyük hayali bir resim galerisi açmak hocam. Harika resim çizer, özellikle karakalemi harikadır. Fakat kendisi bir türlü bu yeteneğini kabul etmez." "Çiçek abartıyor hocam. Evet, bir şeyler karalıyorum ama hepsi öylesine. Resim galerisi açma gibi bir hayalim de hiçbir zaman olmadı." Feyza'ya hitaben konuşsalar da birbirlerin bakarak konuşuyordu aslında iki arkadaş. Sırma, Çiçek'in ne diye böyle her şeye atıldığını düşünürken, Çiçek, Sırma'nın niye bu kadar inatçı olduğunu soruyordu kendine. Bir insan kendine bu kadar da haksızlık etmemeliydi. "Geçen sene resim yarışmasında birinci olduğunu hatırlatırım Sırma." "Önemli bir şey değildi o." "Nasıl değildi ya? İller arası yarışmada birinci oldun. Yalan mı?" Çiçek sınıfa bakarak konuştuğunda Feyza araya girerek ellerini çırptı. "Kızlar tamam. Sonra konuşursunuz bunu kendi aranızda ama Sırma, ben resimlerini merak ettim. Bir ara bana gösterir misin?" "Hocam gerçekten o kadar güzel değil-" "Lütfen, merak ettim." Çaresizce "Peki," dedi Sırma ama Çiçek'e gerçekten kızgındı. Niye her şeye burnunu sokan bir arkadaşı vardı ki? "Teşekkür ederim. Şimdi oturabilirsin." Genç kız hocasının komutuyla yerine oturduğunda Feyza bakışlarını Çiçek'e çevirdi bu kez. O da hâlâ ayaktaydı zaten. Sanki biliyordu hocasının sıradaki soru soracağı kişinin kendisi olduğunu. Ki, Feyza kendini yanıltmadı. "Peki ya senin hayalin ne Çiçek?" İşte bunu bilmiyordu genç kız. Gerçekten hep düşündüğü ama cevabını bulamadığı bir soruydu bu. Üniversiteye gitmek istiyordu tabii ki ama ne okumak istediğine bir türlü karar veremiyordu. Ya da zaten biliyordu gidemeyeceğini. Sonuçta abileri bile gidememişti ki malum şartlardan dolayı. Bu yüzden de üzerine düşmüyordu üniversite mevzusunun. Omuzlarını silkerek, "Bilmem," dedi. "Sadece iyi ve özgür bir hayat yaşamayı istiyorum sanırım." "İyi ve özgür bir hayat. Bunu biraz açar mısın?" Çiçek saçını geriye attığında kendini nasıl ifade edeceğini düşündü. "Yani hocam özgürce yaşayabileceğim bir hayat. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum fakat kimsenin bana karışmadığı bir hayat istiyorum." "Bence," diyerek elindeki çenesini indirdi Feyza. Parmağını şıklattığında Çiçek'i işaret etti. "Şöyle diyelim kendi ayaklarının üzerinde durabileceğin, kimseye bağlı kalmadığın bir hayat. Gayet makul ama bunun için önce hayattaki hedefini belirlemelisin. Sen kendi gemine yön vermezsen rüzgâr seni savurup durur. O yüzden ideallerin olsun, ben sen de bunu yapabilecek kapasite görüyorum Çiçek. Kendi rotanı kendin çizebilirsin. Sadece biraz gayret ve inanç. Tamam?" Bir umut kırıntısı düştü genç kızın içine, Feyza'nın sözleri kendini mutlu etmişti. İlk defa biri kendine bir şeyleri başarabilecek kapasitesi olduğunu söylemişti ve bunu duymak gerçekten güzeldi. Gülümsemekle yetinirken ne diyeceğini bilemedi ki, Özlem araya girerek kendinin cevap hakkını elinden aldı. İki elini sıraya vurarak ayağa kalktı Özlem. Fazlasıyla sıkılmıştı bu muhabbetten, kuru birkaç sözdü işte. Şimdi çok bilmiş hoca söyledi diye kurulan bütün hayaller gerçek mi olacaktı? Saçma. Sırma haklıydı, hayaller gerçek olmazdı. Eğer olsaydı en başta babası başka bir kadınla evlenip çocuk yapmaz, annesi de kendini anneannesinin eline bırakıp gününü gün etmezdi. Ebeveynleri bir arada olup kendine iyi bir hayat verebilirdi. Çocukken hep bunu hayal etmişti. Mutlu bir ailede büyümeyi ama hiçbir zaman gerçek olmamıştı ki bu. Şimdi de kurduğu hiçbir düşün gerçek olmayacağı gibi. Tüm bu şartların altında gerçek bir voleybolcu olması mümkün müydü? Üstelik saçma sapan bir meslek lisesinde okurken? "Ben hayalimi söyleyebilir miyim hocam?" Genç kız alayla konuştuğunda "Lütfen," dedi Feyza. Saçma bir şey söyleyeceğini bilse de öğrencisine söz hakkı vermeyi de öğrenmişti. Onları ne kadar tanırsa, hayatlarına o kadar çok müdahale edebilir, çizilmiş kaderlerinden başka ihtimallerin de olduğunu onlara gösterebilirdi. "Zengin koca bulmak." Özlem yine kendi söylediğine kendi gülerken sınıftan kıkırtı sesleri duyuldu. İşin garibi dersin öğretmeni de gülüyordu. "O da bir hayal tabii." Şaşırdı Özlem ne yani kendine saçmalama, eğer derdin okumak değilse burada ne işin var falan demeyecek miydi bu hoca? "Gerçekten kızmadınız mı?" "Yoo, neden kızayım ki? Senin de hayalin bu olabilir elbette. Fakat senin yerinde olsam zengin koca bulmayı değil de rahat bir yaşam için kendi ayaklarımın üzerinde durmayı seçerdim. Çünkü inan bana insanın kendi ekonomik özgürlüğü olması bambaşka bir duygu ve ben senin duyguyu tatmanı isterim Özlem. İnan bana, isterim." Yenilgiye uğramış gibi öylece kaldı genç kız, yüzü düz bir hâl alınca defalarca yutkundu. Nisa'nın kendini çekiştirmesiyle de yerine oturdu. Nisa ise arkadaşına için için gülüyordu fena bozmuştu Feyza hoca, onu. "Kızım bu hoca çok fena ya." Nisa'ya tepki veremedi Özlem. Öylece kalakalmış, ilk defa bir hocaya ne diyeceğini bilememişti. "Nisa," dedi Feyza bu kez. Muhtemelen kendi hakkında Özlem'e bir şey demişti fakat kendi bunu da görmezden geldi. İlk günden böyle konulara takılırsa olmazdı çünkü. Hem kendi de öğrenciyken az mı konuşmuştu hocaların hakkında? Nisa çekine çekine ayağa kalktığında cesur durmaya çalıştı. "Efendim hocam?" "Senin hayalin ne?" Normal de Özlem gibi hocalara ters davranırdı Nisa fakat Feyza hocayı kızdırmak istemezdi. Bu yüzden hiç olmayacağını bildiği halde çocukluğundan beri istediği şeyi söyledi. "Konservatuvar okumak. Şarkı söylemeyi seviyorum arkadaşlarım da sesimi beğeniyor. Ben de olursa konservatuvar okumak istiyorum. "Harika. Gelecek yıl gerekli sınavlara girerek bunu yapabilirsin. Biraz da azim oldu mu, tamamdır." Keşke gerçekten hocanın söylediği gibi kolay olsaydı hayalleri gerçekleştirmek ama değildi işte. En başta ailesi izin vermezdi kendine. Konservatuvara gidip ne halt yiyeceksin derlerdi ki? Biliyordu Nisa ebevyenlerine göre sanat dalındaki tüm meslekler safsatadan ibaretti. Doğru düzgün bir memur olmayacaksan okumanın da hiçbir anlamı yoktu. Yine de bunları dile getirmeden yerine oturdu. Hem zaten ne olacaktı ki? İki böyle konuşup ders anlatmaktan başka bir şey yapmayacaktı Feyza Hoca da. O da şimdi kendi heveslerinin peşindeydi. Nisa yerine oturduğunda sınıfta gözlerini gezdirirken "Buket," dedi genç öğretmen. Ortadaki üçüncü sırada oturuyordu o da. Gözlüklü, sevimli bir kızdı. Biraz da etine dolgundu. Boyu da normalden kısaydı. "Senin hayalini sormamın bir sakıncası yoktur umarım." "Polis olmak," dedi Buket umursamazca. Her ne kadar fiziksel özellikleri yüzünden bunun gerçek olmayacağını bilse de. "Muhteşem bir seçim bence. Seni emniyette çalışırken görmek eminim seni seven herkesi gururlandıracaktır." Sessiz kaldı genç kız, buruk bir şekilde gülümseyerek yerine oturdu. Neden Feyza Hoca böyle umut veriyordu ki? Niye olmayacak şeyler için canlarını yakıyordu? Hadi kendi fiziksel özelliklerini geçiyordu da burası meslek lisesiydi. Doğru düzgün eğitim bile görmüyorlardı ki. Üstelik sahiden kaç öğrenci vardı buradan mezun olup iyi yerlere gelen? Sayıları, bir elin parmaklarını bile geçmezdi. Feyza başka birinin adını söyleyecekti ki "Hocam," diyerek hocanın dikkatinin kendine dönmesini sağladı Suna. Ayağa kalktığında her zaman ki rahat tavrını takındı. Hocalarla arasını iyi tutardı aslında, onlardan çekinmez olduğu gibi davranırdı. Zaten her zaman için içten ve samimi bir kişiliği vardı genç kızın. "Efendim Suna?" "Hayaller hayaller diyorsunuz da peki ailemiz buna izin vermiyorsa yani aslında en büyük engelimiz ailemizse o zaman ne yapmalıyız?" Ah, işte beklediği bir diğer soru da buydu Feyza'nın. Az önce anlatmıştı oysa kendi ne yaptığını, nasıl hayalleri için çabaladığını fakat tekrardan anlatmak gerekiyordu belli ki. "Size ailenizi karışınıza alın demiyorum ama gerektiğinde kendi hayatınıza sahip çıkın. Çünkü bu sadece sizin hayatınız, ailenizin değil. Elbette yanlış yaptığınızda, hata yaptığınızda aileniz sizi uyaracak, bazen kızacak. İyiliğiniz için fakat bu, onlara sizin hayatınıza tamamen müdahale etmelerini gerektirmez. Kendi doğru kararlarınız da seçimleriniz de ailenize bir birey olduğunuzu ve kendi hayatınızı kendiniz kurabileceğinizi kanıtlayın ama saygıyla. Ve her şeyden önemlisi önce siz, kendinize inanın." Feyza daha konuşmak isterdi ki, zil çaldığında bunu yapamadı. Oysa daha anlatacağı şeyler vardı fakat süre dolmuştu. Bir daha ki derste artık onlara anlatırdı anlatmak istediklerini. Şu an tek isteği öğrencilerine ufacıkta olsa bir şey verebilmiş olmaktı. "Evet, zil çaldı. Serbestsiniz arkadaşlar. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim." Genç kadın eşyalarını toplarken öğrenciler de kendi havalarına dönmüştü tekrar. Birileri kantine giderken birileri de öylesine sohbet ediyordu. Onlara kulak asmadan sınıftan çıktı Feyza. Dört dersi daha vardı. Onlara girip çıksın sonra Sarp'la buluşacak, onun dediği eve bakacaktı. Akşama da vakti kalırsa biraz hava almak istiyordu. Buraya geldi geleli daha köprü başına bile gitmemişti. Azıcık oralarda gezerek minik bir gezinti yapabilirdi ama tek başına dışarı çıkmaktan hiç keyif almazdı ki. Kendi kendine vakit geçirmek tabii ki güzel bir etkinlikti ancak insan bazen yanında bir arkadaşı olsun istiyordu. Burada da şimdi tanıdığı kimse yoktu. Eski arkadaşlarının hepsi dağılmıştı. Biri hariç. Aklınla gelenle durdu bir an. Çantasından telefonu çıkartıp çenesini dayadığında neden olmasın, diye düşündü ve bir an bile tereddüt etmeden tuşladı yeni kaydettiği numarayı. Ardından da telefonu kulağına dayadı. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldığında gereksiz heyecanını bastırmaya çalıştı Feyza. "Alo Sarp" "Feyza" "Aradım ama umarım müsaitsindir." "Müsaitim, müsaitim elbette." "İyi o zaman. Ben sana bir şey demek istiyorum da." "Söyle tabii." "Akşama benimle çıkar mısın?" "Ne?" Ağzından çıkan cümle ile gözlerini kapatıp dilini ısırdı genç kadın. Bu nasıl bir ifade şekliydi, bir de edebiyat öğretmeni olacaktı. Daha doğru düzgün konuşmayı bilmiyordu bile. "Şey... Yani, hani sen dün ev bakarız dedin ya, ev baktıktan sonra köprüye falan beraber gider miyiz? Biraz hava almak istiyorum, sen de gelir misin?" "Bu da soru mu, gelirim elbette." "Tamam o zaman görüşürüz." "Görüşürüz." Feyza kendi kendine gülümserken telefonu kulağından indirecekti ki, Sarp'ın sesini duyunca durdu. "Feyza" Hâlâ yıllar önceki gibi çok mu çok güzel söylüyordu ismini. "Ef- Efendim?" "İyi dersler." "Teşekkür ederim. Sana da kolay gelsin." "Sağ ol." Daha da bir şey demeden telefonlar kapandı. Feyza bir süre şapşal şapsal gülmesinin ardından kendini toparladı. Bugün uzun bir gün olacak gibiydi. Fakat kendi bir an önce akşam olmasını istiyordu. Bunun da nedeni köprübaşını yeniden görecek olmasıydı galiba. Ne de olsa yıllar sonra Asi'yi bir daha görecekti. Kim olsa bunun için heyecanlanırdı. Heyecanlanırdı değil mi? |
0% |