@petekayla
|
Basit bir telefon konuşması insanı en fazla ne kadar mutlu ederdi? Şüphesiz tartışılırdı. Fakat sabah saatlerinde çalan telefon Sarp'ı havalara uçurmaya yetmişti. Yıllardan beri bu anı bekliyordu çünkü genç adam. Bir gün telefonu çalacak ve arayan kişi Feyza olacaktı. İlk telefon aldığı andan beri bunun hayalini kurmuş, Feyza'nın numarasını bulmak için çeşitli yollar denemiş lakin elleri hep boş kalmıştı. Zira o zamanların şartlarında yurt dışında oturan birinin telefon numarasını bulmak mucize olurdu. Akıllı telefonların henüz piyasa da olmaması şöyle dursun, insanlar tuşlu telefonlara bile yeni yeni alışıyordu. Buna rağmen de Feyza'ya ulaşmak için çabalamıştı Sarp ama ne fayda, ona dair en ufak bir iz bile bulamamıştı. Yurt dışında oturan birine ulaşmak cidden zahmetli bir işti ve kimse de Sarp'ın ricalarını önemseyip uğraşmamıştı bu meseleyle. Nereden bulacağız kardeşim, daha kızın nerede oturduğunu bile bilmiyorsun, diyerek kovar gibi göndermişlerdi Sarp'ı başlarından. Tüm arayışlarının sonuçsuz kalmasının ardından umudunu yitirmişti genç adam. Onlar da haklıydı kendince, herkesin işi başından aşkındı ve kim neden böyle bir meseleyle uğraşsındı ki? Hem doğru da söylüyorlardı, daha Feyza'nın nerede olduğunu bilmeden ona ulaşmaya çalışıyor, nafile bir çabayla uğraşıyordu. Yurt dışına gidiyorum demişti Feyza, ama nereye? Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve daha sayamadığı yüzlerce ülkeden hangisine gitmişti? Hangi ülkenin hangi şehrine? Bilmiyordu ve bilinmezlik kendini her gün kahrediyordu. Feyza'dan ufacık bir haber almak için neleri vermezdi ki oysa. Ama yoktu işte. Genç kıza dair elinde en ufacık bir ipucu bile yoktu. Her çaldığı kapının yüzüne kapanmasının ardından ellerini ceplerine sokarak Antakya sokaklarında boş boş dolanmak düşmüştü yalnızca kendine. Kâh gittiği her yerde Feyza'yı düşünmüş, kâh genç kızla birlikte gezdikleri yerlere giderek anılarını yâd etmişti. Çünkü Feyza olmasa bile hatıraları, orada duruyordu. İnsan unutmadığı müddetçe hatırlar yaşardı. Sarp'ta yaşatmıştı işte o hatırları, gerek kalbinde, gerek zihninde. Feyza'dan arda kalan anılara sarılarak devam etmişti yaşamına. Yıllar geçse de, zaman ilerlese de Feyza aklından da, kalbinden de bir an olsun çıkmamıştı. Bir emanet gibi taşımıştı genç adam, onu yüreğinde. Seneler geçerken teknoloji ilerlemişti, sanal e postalar ortaya çıkmış Facebook denen sosyal bir medya herkesin diline dolanmıştı ve bir anda herkes eski tanıdıklarını, arkadaşlarını, dostlarını, ahbaplarını bulmuştu. İşte Sarp o zaman yeniden heveslenmişti, belki kendi de Feyza'yı bulabilirdi böylece. Ancak ne yazık ki yine olmamıştı. Genç kızın adını yazmadığı arama butonu kalmamasına rağmen hiçbir sonucuna ulaşamamıştı. Bir yerde yanlış mı yapıyordu, yanlış mı kullanıyordu bu platformu? Hayır, en azından Caner öyle demişti. Hesabını bulamıyorsan, muhtemelen Feyza hesap açmamıştır. Ama neden? Kendi sırf Feyza'yı bulmak için buraya kayıt olmuşken Feyza ne diye hesap açmamıştı? Hiç mi kendine ulaşmak istemiyordu? Hiç mi kendini özlemiyordu? Kim bilir belki kendi, onun aklına bile gelmiyordu. Facebook'un ardından başka başka sosyal medya hesapları, akıllı telefonlar çıksa da Sarp'ın arama sonuçları yine başarısız olmuştu. Feyza Facebook hesabı açmadığı gibi İnstagram da açmamıştı. Adını her nereye yazdıysa bulamamıştı onu Sarp. Sosyal medyadan ümidini kesip gelişen teknolojiye güvenerek tekrar numarasını bulma çalışmalarına girişse de olmamıştı. Yine ve yine ona dair en ufak bir ize bile rastlayamamıştı. Sanki bulunmak istemiyor, kendini bir sır gibi gizliyordu Feyza. Ya da kendi gerçekten genç kızın umurunda bile değildi. Eğer öyle olmasa Feyza, ufacık bir ipucu bırakırdı arkasında, ya da kendine ulaşmak istese elbet kesişirdi yolları. Hem o, kendinin nerede olduğunu da biliyordu. Bu yüzden kendine ulaşması çok daha kolay olurdu ama demek uğraşmıyordu Feyza, bunun için. Belki de gider gitmez kendini unutmuş, yepyeni bir hayat kurmuştu. Babasının istediği gibi bir hayatı, arkadaşları olmuştu. Belki de bir sevgilisi de vardı, onunla mutluydu, gülüp kahkahalar atarak gününü gün ediyordu. Çevresinde seçkin insanlar, yanında kendine uygun, varlıklı, asil ve yakışıklı bir adam. Sonuçta Feyza'nın hak ettiği böyle bir hayattı değil mi? Mezuniyet gecesinde yaşadıklarının da hiçbir anlamı yoktu. Kendinin masum heyecanı, Feyza'nın ergenlik hevesiydi. Yıllardır buna bir anlam yükleyip durması da saçmaydı. Belki başka bir adamın yanında, kollarında çok daha mutluydu Feyza ve aptal gibi senelerce onu boş bir umut uğruna arayan, bulmak için her yolu deneyen kendiydi. Bu düşüncelere kesinlikle hemen kapılmamıştı Sarp fakat yıllar geçmesine rağmen Feyza'nın en ufak bir işaretini bile bulmamasının ardından kendini buna inandırmış, kafasında kurduğu senaryolara inanmıştı. Ta ki üç gün önce Feyza'yı yeniden görene kadar. Daha Pazartesi sabahı Feyza'nın resmini eline alınca onu bir daha hiç göremeyeceğini, on yıl boyunca boşu boşuna beklediğini düşünmüştü ki bir anda karşısına çıkmıştı yıllar yılı beklediği kadın. O anı hatırlayınca tebessüm etti Sarp. Nasıl da atar yapmıştı ama Feyza, arabayı isterseniz ben çekeyim, deyince. Nasıl da tatlı tatlı kızmış, öfkelenmişti sonra da kendini görünce öylece kalmıştı. Kendinin de donup kaldığı gibi. Hiç beklemediği bir anda, beklemediği bir şekilde ansızın hayatına dahil olmuştu Feyza. İşin garip yanı, sanki o kadar sene geçmemiş gibi davranmışlardı birbirlerine. Sanki hiç ayrılmamışlardı da, hafta sonundan sonra tekrardan okulda görüşen iki arkadaş gibi. Belki de gerçekten en iyisi buydu. Zamana, akışa bırakmak çünkü ancak öyle olunca hayat insana yolunu bulduruyordu. Kafaya takıp kendi kendini yorunca hiçbir şey elde edemiyordu. Bunu öğrenmişti Sarp. Her şeyin vaktini beklediğini. Aynı zamanda oluruna bırakmayı. Şimdi de öğrendiklerini uygulayarak akışa bırakacaktı, ince eleyip sık dokuyarak geleceği düşünmeyecek, gerektiği gibi bugünü dolu dolu yaşayarak değerlendirecekti. Ki, şimdi de aynanın karşısında heyecanla ıslık çalarak hazırlanması bunun en büyük kanıtıydı. Evet, heyecanlıydı genç adam. Arefe gecesinin, bir an önce bayram sabahı dönüşmesini isteyen, baş ucunda duran bayramlıklarını giymek için sabırsızlanan bir çocuk gibi heyecanlıydı. Öyle ki heyecandan içi içine sığmıyor, bir oraya bir buraya koşmak, şarkılar söylemek, saçma sapan taklalar atmak istiyordu. Belki abartıyordu fakat duygularına hiçbir zaman pranga vuramadığı gibi şimdi de vuramıyordu. Vurmakta istemiyordu aslında. İçinden geldiği gibi davranmak güzeldi çünkü. Aynanın karşısında kendine bakarken kıyafetinin olup olmadığına karar vermeye çalışıyordu Sarp. Feyza, kendi için özel biriydi, o yüzden giyimi kuşamı düzgün olmalıydı. Giydiği mavi tişört ve kot pantolonla fazla mı sıradan olmuştu ne? Başka bir şeyler mi giyse miydi? Gömlek sevmezdi ki ama, boğulurdu içinde. Hem ayrıca kendine hep çok resmi gelmişti gömlek. Hayır, hayır böyle iyiydi. Sonuçta dışarıda herkes takım elbise ile dolaşmıyordu değil mi? "Amca! Amca!" Zeyno bağıra bağıra amcasının odasına girdiğinde elini tuttup çekiştirdi genç adamı. Sarp, yere çöktüğünde gülümsedi. Kim bilir yine neye heyecanlanmıştı bu kadar? "Ne oldu çitlembik?" "Mercan," diyerek sevinçle yerinde zıpladı küçük kız aynı zamanda balığının hareketlerini kollarıyla yüzer gibi yaparak taklit etmeye çalıştı. "Böyle böyle yapıyor! Gel bak!" Zeyno'nun kırmızı balığıydı Mercan. Geçen sene doğum gününde amcası hediye olarak kendine getirmişti onu ve bir senden beri kendinin en iyi arkadaşı olmuştu Mercan. Her şeyi ama her şeyi ona anlatmış, sanki gerçekten kendini anlıyormuş gibi balığıyla konuşmuştu Zeyno. Bir annenin, yavrusuna baktığı özenle bakmıştı Mercan'a. Yem vereceği saatleri not etmiş, düzenli olarak suyunu değişmişti. Minik arkadaşının her gün başka hareketler yapmasını da zevkle izlemişti Zeyno. Kimse kendine inanmasa Mercan da kendini seviyordu. Bunu hissediyordu küçük kız. Balığıyla arasında özel bir bağ kurduğunun farkındaydı çünkü. "Öyle mi?" dedi Sarp merakla. Mercan'ı, çocuklara hem hayvan sevgisini kazandırmak hem de sorumluluk bilinçleri gelişsin diye almıştı aslında. Fakat Cem, balıkla pek ilgilenmemiş ancak Zeyno çok severek bakmıştı balığa. Ona bir isim bile vermiş, Mercan demişti. O günden beri de Zeyno'nun yegane arkadaşı olmuştu Mercan. "Hadi gel bakalım o zaman." Masumca gülümsedi Zeyno. Amcasının elini tutarak onunla birlikte odadan çıkıp kendi odasına girdi. Çiçek'in makyaj masasında duran fanusun içindeki kırmızı balığı işaret ederek "İşte bak," dedi hevesle. "Gördün mü, oyun oynuyor." Aslında değişik hiçbir şey yapmıyordu Mercan. Normal şekilde yüzüp duruyordu ancak Zeyno öyle görüyordu. Yine de bozuntuya verip yeğeninin hevesini kırmadı Sarp. "Evet," diyerek onayladı Zeyno'yu. "Mercan oyun oynuyor." Amcasının elini bırakıp Mercan'a yaklaştığında hevesle konuşmayı sürdürdü Zeyno. "Bak amcam da gördü nasıl oyun oynadığını. Mercan biliyor musun, onun da çok sevdiği bir arkadaşı varmış." Bir an durup güldü sonra da konuşmaya devam etti. "Dün bize geldi, adı Feyza. Benim öğretmenim gibi öğretmen olmuş ama büyük ablaların abilerin öğretmeni. Ben ona ne diyeceğimi bilmiyorum ama." Bu kez omuzlarını silkti. "Feyza abla mı desem yoksa Feyza öğretmen mi? Cem, Feyza abla diyecekmiş ama olur mu? Öğretmenlere öğretmenim dememiz gerekmiyor mu?" Zeyno'nun tatlılığına için için güldü Sarp. Nasıl da hemen sevmişti Feyza'yı, Zeyno. E tabii severdi, neticede dünyanın en tatlı öğretmeniydi Feyza. Çocuklar da haliyle sevecekti kendini. "Allah aşkına balığa anlattığı şeye bak ya," dedi Meryem kapının pervazında dururken. Koridordan geçiyordu ki kızının konuşmalarını duyunca durmuştu. Sarp, yengesini fark ettiğinde tam boş ver diyecekti ki, Zeyno annesine doğru dönüp kaşlarını çattı. Sonra da arkadaşını korumak ister gibi fanusa sarıldı. "O balık değil Mercan!" "Evet yenge balık değil o, Mercan." Amcasının desteğini arkasına alınca gülümsedi Zeyno. Sarp'ta, küçük kıza yaklaşıp yere çöktü. Ellerini de Zeyno'nun omuzlarına yerleştirip yanağına ufak bir öpücük kondurdu. "Ama biz yine de birlikte kırmızı balık şarkısını söyleyelim bence." "Olur," dedi hevesle Zeyno sonra da amcasına uyum sağlayarak en sevdiği şarkıyı Mercan'a söyledi. "Kırmızı balık gölde Kızıyla, kardeşi gibi gördüğü Sarp'a gülümseyerek bakıyordu Meryem. Ne mutluydu ki çocuklarının Sarp gibi bir amcaları vardı. Keşke Sedat'ta baba olarak biraz ilgi gösterseydi çocuklarına ama onun varsa yoksa tüm derdi işiydi. Tamam tüm günü dükkânda geçirmesine bir şey demiyordu fakat eve geldikten sonra bile hesap yapmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Oturuyordu masanın başına hesaplarla uğraşıyordu gece boyunca. Çocuklar, kendine seslendiğinde bile dönüp bakmıyor, işim var diyerek başından gönderiyordu onları. Ne kadar çabalarsa çabalasın değiştirmemişti genç kadın, kocasını. Bu saatten sonra da değişeceğini pek sanmıyordu. Neyse, diyerek düşüncelerini kafasından kovmaya çalıştı. Şimdi ilgilenmesi gereken başka bir konu vardı. Şarkı söylemeyi bıraktığında Zeyno'nun yanağına ufak bir öpücük daha kondurdu Sarp. Sonra da ayağa kalkıp yengesine odakladı bakışlarını. "Yenge sence böyle oldu mu?" diyerek üzerini işaret etti. "Yani bu tişört, pantolon falan?" "Olmuş olmuş," dedi Meryem, Sarp'ı süzmesinin ardından. "Feyza'la ev mi bakacaksın?" "Evet, sonra da belki biraz takılırız. Yani sabah Feyza aradı da biraz dolaşalım falan dedi." İçin için sevindi genç kadın, Sarp'ın mutlu olmasını o kadar çok isterdi ki. Hele de o kadar bekleyişten sonra. En iyi kendi bilirdi, Sarp'ın, Feyza'yı bulmak için nasıl didinip durduğunu. Uykusuz geçirdiği geceleri, içine akıttığı gözyaşlarını, fotoğraf albümlerine bakarak anılara dalıp kaybolduğunu ve hiçbir zaman Feyza'yı unutmadığını. Kaç kez kendiyle dertleşmişti Sarp sayamazdı. Çoğu gece herkes yattıktan sonra ikisi oturup geç saatlere dertleşmislerdi. Yenge, kayınbiraderden çok abla, kardeş olmuşlardı onlar. Aralarında konuştukları o kadar çok şey vardı ki aslında, kimseler bilmezdi. İkisi de abilerinden göremediği kardeşliği birbirlerinde bulmuştu. "İyi bakalım öyleyse," dedi Meryem. Sözleri ima taşımasa gözleri öyle değildi ki, Sarp, yengenin bakışlarını görmezden geldi. "Sen biliyor musun yenge karşıdaki ev nasıl? Eğer çok kötüyse hiç göstermeyelim evi." "Senelerdir boş duruyor, Mahmut abi satmak istiyordu da babası sattırmıyordu. Geçen gün adamcağız ölünce oğlu da kiraya vermeye karar vermiş anlaşılan. Baba hatırası diye kıyamamıştır belki satmaya. Biraz bakımsız olabilir fakat yine de Feyza görsün bir." Bir an acaba dedi Sarp, hata mı ediyordu Feyza'nın buraya taşınmasına ön ayak olarak? Bu kadar yakınlarında olacak olması elbette kendini mutlu ederdi ancak mahalle eskiydi, keza evde öyleydi. Üstelik Feyza alışkın değildi ki, mahalle arası evlere. Emindi, en lüks evlerde yaşamıştı yurt dışında. Ki, lisedeyken bile evleri Hatay'ın en lüks semtindeydi. Şimdi burada, yıkık dökük bir mahallede, dar duvarlar arasındaki sokağın ortasında, otuz, kırk yıllık bir evde kalabilir miydi? Hadi onu da geçmişti, buradaki insanlar rahat bırakır mıydı Feyza'yı? Durup durup dedikodular yapmazlar mıydı kızın hakkında? "Merak etme," dedi Meryem Sarp'ın düşüncelerini anlamış gibi. "Feyza burayı çok sevecek. Hem birbirinize yakın olacaksınız. Ayrıca biz de buradayız. Bir şeye ihtiyacı olursa yardım ederiz, biliyorsun. Bir başına kalmasın şimdi." "Ya annem? Annem kızı huzursuz etmez mi? Gerçi daha bilmiyor da." "İki söylenir sonra alışır, dert etme." "Umarım," diyerek iç geçirdi Sarp. Yanlış bir şey yapmaktan daha doğrusu Feyza'nın üzüleceği bir şey yapmaktan korkuyordu. "Amca Mercan'ın yemi bitmiş, çarşıdan alır mısın?" Zeyno masum isteğiyle ikisinin arasına girdiğinde Sarp yanında duran yeğeninin yanağını sıktı. "Alırım tabii fındık kurdu. Sen iste yeter." Çocuksu bir şekilde gülümsedi Zeyno. Biliyordu ki harika bir amcası vardı. Cem son ses açık tabletinde savaş oyunu oynarken babaannesini duymuyordu bile. Kendini o kadar çok oyuna kaptırmıştı ki, dış dünya ile bağlantısı tamamen kesmişti. Tüm dikkati sadece oyundaydı. "Oğlum kapat şunun sesini, başım kaldırmıyor. Bak beni duyuyor mu hiç? Yavrum sesini kapatsana." Meryem salona indiğinde iç geçirdi, bir de oğlunun teknoloji düşkünlüğü vardı. Hayır, anlamıyordu her defasında tabletin şifresini nasıl buluyordu? "Cem ben sana demin o tableti kaldır denedim mi?" "Oyunumun bitmedi," diyerek annesine cevap verse de hiç oralı değildi küçük çocuk. Hâlâ tüm dikkati oyundaydı. Şu an tek istediği düşman askerleri yenmekti. "Oyunun bitmedi öyle mi? Peki ya ödevlerin? Ödevlerin bitti mi?" Tableti sağa sola oynatırken bu defa annesinin sözlerini duymadı Cem. Onun yüzünden oyunu kaybedecekti şimdi. "Cem sana diyorum!" "Anne bir dakika ya!" Meryem gözlerini kapatarak sabır dilerken Sarp'ta indi merdivenlerden salonun girişinde duran yengesine yaklaştığında ne olduğunu anlamaya çalıştı ve gördükleri nedense kendini şaşırtmadı. Cem, yine tablete dalmış, ödevlerini yapmamıştı. "Son kez uyarıyorum Cem. Ya şimdi hemen o tableti bırakırsın ya da yaz tatiline kadar o tableti bir daha göremezsin!" En sonunda oyunu kaybetti küçük çocuk ve bunun öfkesiyle de tableti koltuğa fırlattı. "Yenildim işte sizin yüzünüzden!" Sarp içeri girdiğinde koltuğun üzerindeki tableti alıp kapadı. "O zaman şimdi ödevlerinin başına geçebilirsin." "Amca ya." "Ne amca ya? Derslerini yapmayıp sınıfta mı kalmak istiyorsun yoksa?" Omuzlarını silkerek kollarını göğsünde bağladı küçük çocuk. "Ödev yapmaktan nefret ediyorum! Hepsi çok sıkıcı." Gülmemek için kendini tuttu Sarp. Cem'in bazı huyları gerçekten kendine çekmişti, çocukken aynı böyle davrandığını anımsıyordu. "Şimdi geliyor beş kardeş. Ne demek ödevler çok sıkıcı? Öğretmenin sana onları boş yere mi veriyor?" Meryem tehditkâr bir şekilde avucunu oğluna gösterdi. Ne yapacaktı bu çocukla hiç bilmiyordu. Onun okuyup iyi bir hayat sahibi olmasını istiyordu anne olarak fakat Cem inatla kendini anlamak istemiyor, tembellik ediyordu. Henüz on yaşında olmasından belki biraz anlamıyordu annesini. "Ama anne," diyerek söylemeyi sürdürdü Cem. Gerçekten o aptal matematik ödevlerini yapması mı gerekiyordu? "Hiç anne deme. Şimdi hemen kalkıyorsun ve doğruca ödevlerinin başına gidiyorsun." Canı hiç bunu yapmak istemese de el mahkûm ayağa kalktı Cem. Oflaya oflaya da odasına doğru yol aldı. Bir an önce büyümek ve şu lanet olası derslerden kurtulmak istiyordu. O zaman istediği her şeyi yapabilirdi. "Al bak aynı amcası bu çocuk," dedi Nermin Hanım, gelinine bakarak. Fakat iması başkaydı aslında. "Yarın burnu bir karış havada bir kızı tutup sana gelin diye getirirse hiç şaşırma kızım." Meryem sessizliğini korurken Sarp tuttuğu nefesini verdi. Annesi şimdi konuyu ne yapmış ne etmiş kendine getirmişti ya, pes. Dünden beri laf soktuğu yetmemişti tabii. "Anne," dedi sakin olmaya gayret ederek. Yaşlı kadın koltukta otururken kendi hâlâ ayakta dikiliyordu. "Kaç defa daha söylemem gerekiyor? Benim Feyza'yla aramda hiçbir şey yok. Sadece arkadaşız. Ayrıca Feyza'nın burnu havada falan değil, sen onu çok yanlış tanıyorsun." "Arkadaşımışsınız. Sen onu benim külahıma anlat Sarp efendi! Anayım ben ana! Bilirim oğlumun niyetini. Kız gittiğinde per perişan olmadın mı? Yemeden içmeden kesilip bir deri bir kemik kalmadın mı? Orada burada gezip durmadın mı? Abin seni az mı topladı sokaklardan? Ama şimdi ne oldu o kız geldi, her şey bitti öyle mi? Yooo bu kadar basit değil oğlum. Ben o günleri unutmadım, unutmam da. Ben seni bir kızın peşinde ser sefil ol, diye doğurmadım yavrum. Zaten o kız da azıcık yüz olsa o kadar zaman sonra çıkıp elini kolunu sallaya sallaya bu eve girmez." "Lütfen sözlerine dikkat et anne. Feyza hakkında böyle konuşamazsın." "Bu saatten sonra sen mi bana öğreteceksin nasıl konuşmam gerektiğini?" Gözleri öfkeyle parlarken kaşlarını çatmıştı Nermin Hanım. Korktuğu oluyordu işte oğlu, bir kız için kendini karşısına alıyordu. Yıllar evvel olduğu gibi. Sarp annesinin kalbini kırmamak için kendini tutarken Meryem salondaki gergin havaya dağıtmak için araya girdi. "Yok anne Sarp öyle demek istemedi." "Ben bilirim kızım. Oğlumun ne demek istediğini de, niyetini de iyi bilirim ama yok ben buna müsaade etmem! Ben hayatta olduğum müddetçe o kız bu eve gelin diye giremez!" Yeni bir şey diyecekti ki Sarp, annesi ağzını açmasına izin vermeden kalkıp salondan çıktı. Kendi ise yengesine çevirdi bakışlarını. Aynı zamanda annesinin arkasını, boşluğu işaret ediyordu. "Görüyorsun demi yenge? Kendi kafasında kuruyor. Ya ben diyorum arkadaşız, kendi diyor bana o kız bu eve gelin olarak giremez. Yok öyle bir şey ya, nasıl anlatayım daha bilmiyorum ki." "Korkuyor Sarp, ona da hak ver." "Neyine hak vereyim ya? Feyza hakkında söylediklerini duymadın mı?" "Feyza hakkında söyledikleri tamam yanlış ama... Ama o bir anne ve her anne evladına korkar. Sarp biz seni gerçekten kolay toplamadık. Darmadağın oldun Feyza gidince. Sokaklarda, parklarda çöküp kaldın kaç gece. Yaşamdan, hayattan koptun. Annem de buna korkuyor işte. Yeniden seni, evladını kaybetmekten." Yutkundu genç adam, elini geri indirdiğinde bir şey demedi. Ya da ne diyeceğini bilemedi. Belki de içten içe hak verdi yengesine fakat bunu kendine bile itiraf edemedi. Çalan kapı sessizliği bozdu. Muhtemelen Feyza gelmişti fakat Sarp'ın az önceki neşesi kaybolmuştu. Bu olanlardan sonra heyecanının sönmemesi mucize olurdu zaten. Hissettiği anlamsızlığa inat kapıyı güler yüzle açtı genç adam. Feyza'yı görünce ise yeniden içinde ufak kıpırtılar oluştu. Galiba her ne olursa olsun Feyza'yı görmek kendine iyi geliyordu. "Hoş geldin." "Hoş buldum," dedi Feyza tebessüm ederek. Neden Sarp'ı her gördüğünde afallamış gibi hissediyordu? "Geçsene içeri." "Yok hiç geçmeyim. Eğer sen de hazırsan hemen çıkalım." "Peki, sen bekle ben cüzdanını alıp geliyorum." Başıyla onayladı Feyza, arkadaşını. Sarp merdivenlere doğru yol alırken Meryem kapıda belirdi. O da, misafirini eve davet etse de Feyza, kibarca teşekkür etmekle yetindi. İşlerini bir an önce halletmeyi istiyordu. Sarp geri dönünce Feyza'yla birlikte evden çıktı. Kapıyı kapatmasının ardından sokakta adımladılar. Bir an için de kendilerini garip hissettiler. O kadar yılın ardından birkaç adımlık mesafede olsa ilk defa birlikte bir yere gidiyorlardı. "Ev nerede?" "Hemen şurada," diyerek çaprazlarındaki tek katlı bej rengi evi işaret etti genç adam. Dışarıdan biraz dökük gibi görünüyordu, duvarları çizilmiş, boyaları solmuştu. "Böyle durduğuna bakma içi kullanışlıdır. Dışına da bir boya attık mı, tamamdır." "Umarım," dedi Feyza gönülsüzce. Sırf Sarp'ı kırmamak için bu eve bakmayı kabul etmişti. Biraz da emlakçı emlakçı gezip yorulmamak için ama nedense içine sinmemişti şimdi ev. Daha eve girmeden ön yargılı olmak istemiyordu fakat harbiden eski ve yıkık duruyordu. İkili eve doğru adımlarken önlerini kesen Türkan oldu. Keşke bir kere de şu kadınla karşılaşmak zorunda kalmasaydı Sarp. "Sarp oğlum dur bir." İstemese de durdu genç adam, Türkan'ın yine ne saçmalayacağını korkuyla bekledi. "Efendim Türkan abla?" Sarp'a yaklaştığında nefesini düzene sokmaya çalıştı Türkan ve hep yaptığı gibi hiç lafı dolandırmadan direkt konuya girdi. "Oğlum bu iş olmaz ama böyle. Nermin abla kızın ailesine haber ver, dedi ben de verdim ama iki gündür sizden ses seda çıkmadı. Kızın ailesi sizi bekliyor ayıp yani." Gözlerini kapadı Sarp, göğsü öfkeyle kalkıp inerken en çok Feyza bunları duyduğu için sinirleniyor, karşısındaki kadına içinden saydırıyordu. Zaten hep Türkan açmamış mıydı, bu işleri başına? "Türkan abla benim öyle bir niyetim yok tamam? Bir daha da bana gelip bu konu için bir şey deme." Daha başka bir demeden yürüyecekti ki genç adam, Türkan izin vermedi buna. "Yok mu? E kızın ailesine boş yere mi haber verdim ben? Oğlum ayıptır, söz ağızdan bir kere çıkar." "Benim ağzımdan çıkmış bir sözüm yok. Git anneme anlat derdini, nasıl ki bana sormadan kendi kendinize karar verdiyseniz bu işi de öyle halledin. Beni de daha fazla karıştırmayın." Sözlerini birince bu kez izin vermedi Sarp, Türkan'ın kendini durdurmasına hızlı adımlarla uzaklaştı. Feyza da, arkadaşının yanında yürürken bir şey sorup sormamak arasında gidip geliyordu. O kadın tam olarak neyden bahsetmişti? Söylediklerinden tek bir şey çıkıyordu, Sarp'ın evlilik arefesinde olduğu. Sahiden var mıydı böyle bir şey? Deli gibi merak etse de sormaya çekiniyordu ki, en sonunda kendini tutamadı. "Görücü meselesi mi?" Sarp sıkıntıyla iç geçirdi, gerçekten Feyza yanındayken bunları konuşmak zorunda kaldığı için şansına tükürmek istiyordu. Az önce evde annesiyle yaşadığı tartışma yetmemişti sanki. Evren niye bu kadar karşıydı yıllar sonra birlikte güzel vakit geçirmelerine? "Evet," dedi kıvırmadan. Saklanacak bir şey yoktu bunda, kendinin haberi dahi olmadan açılmıştı bu meseleler nihayetinde. "Türkan ablayla, annem böyle bir işe girişmişler bana sormadan. Benim bir alakam yok kesinlikle. Onlar kendi kendilerine gelin güven oluyorlar." "Anladım," demekle yetindi Feyza. Nedense keyfi kaçmıştı. Galiba unutmuştu Sarp'ın da bir hayatı olduğunu. Koskoca adamdı sonuçta hayatında biri olması ya da böyle meselelerinin başına açılması gayet normaldi. Kendini de ilgilendirmezdi ayrıca. Düşündüklerine zıt olarak dilinden dökümlere engel olmadı fakat. "Kızın adı ne?" Bir an durduğunda kaşlarını çattı Sarp. "Hangi kızın?" "O kızın işte, annenin seni evlendirmek istediği kızın." "Bilmem, adını bile sormadım ki." Genç adam omuzlarını silktiğinde dudaklarının hafif bir şekilde tebessüm etmesine engel olamadı. Feyza'nın bu ilgili tavrı hoşuna gitmişti. "Sen neden sordun." "Merak ettim," dedi Feyza umursamazca. Sarp'ın kehribar gözlerinde gözlerini gezdirirken kalbinin hızlandığını hissetti. Gözleri istemsizce kalın biçimli dudaklarına kayarken kendi dudaklarını ısırdı. Neden bakışlarının orada oyalandığını bilmiyordu fakat kendini hızla toparlamayı başardı. "Evin önüne gelmişiz, sahibi nerede?" "Geliyor," diyerek gözleriyle karşıyı işaret etti Sarp. Feyza oraya dönünce ise kendi için için güldü. Genç kadının kendine ilgiyle bakması hoşuna gidiyor, yıllar önceki tatlı hislerin yeniden yüreğini esir almasını sağlıyordu. Bu tanıdık, sıcak hisleri yeniden yaşamak gerçekten güzeldi. Mahmut, evinin önünde duran ikiliye yaklaştığında kibar davranmaya çalıştı. Kırklı yaşların sonunda iri, yarı bir adamdı. Tipik bir ev sahibi olmasının yanında uzak bir yerde oturduğu için kiracısıyla fazla yüz göz olmazdı. Parasını alır, işine bakardı. İki de bir rahatsız etmezdi kimseyi. "Selamünaleyküm gençler." "Aleykümselam Mahmut abi," dedi Sarp. Çoğu mahallede olduğu gibi burada da bu şekilde selamlaşılırdı ve Sarp çocukluğundan beri alışmıştı buna. Feyza çekimser dururken Sarp, genç kadının omuzuna hafifçe dokundu. "Arkadaşım," dedi. "Öğretmen oldu, buraya atandı. Bizim mahallede yakın okula. Senin de evi kiraya çıkardığını görünce buraya bakalım dedik. Hem tanıdığımız, bildiğimiz insansın." "Eyvallah," diyerek sağ elini sol göğsünün üzerine koydu Mahmut. Elindeki tespihi de yok saymak olmazdı. Sonra Feyza'ya çevirdi bakışlarını. "Hoş geldin kızım, mahallemize, ilçemize. Bakma Antakya küçüktür falan ama güzel yerdir. Mahallemizde güzeldir, herkes tanır birbirini burada, hiç yabancılık çekmezsin." "Öyledir mutlaka." Feyza zoraki bir gülümseme ile gülerken bu adamın içten içe çok soru sormamasını diliyordu. Oturup tüm hayat hikayesine anlatacak yaşlı amcalara benziyordu çünkü. "Öğretmen misin sen kızım?" "Evet." "Ne öğretmeni?" "Edebiyat." "E nasıl atandın sen? Benim bir yeğen var Hasan, gitti Ankaralarda okudu, Tarih öğretmenliğini bitirdi, dört yıl oldu ama hâlâ atanamadı. Orada burada sürünüyor şimdi." "Kısmet," dedi Sarp araya girerek. Tamam o kadar yıl okuyup atanamayan öğretmen adaylarına üzülüyordu fakat şimdi burada durup bu konuyu konuşmak istemiyordu. Çünkü biliyordu ki Mahmut amca, Hasan'dan başlardı, uzaktan akrabası olan Fadime'nin sevdiği adamla kaçmasını, bu yüzden de köydeki tüm akrabalarının birbirine girmesine kadar anlatırdı. "Önce biz şu eve bakalım mı Mahmut abi? Sonra konuşuruz yine Hasan'ı yine." "Tabii oğlum tabii. Buyurun bakın, ev sizin." Anahtarla siyah demir kapıyı açtı Mahmut, sonra da evin kendi kapısını. "Buyurun, geçin," dedi eliyle içeriyi işaret ederek. İkili birlikte eve girdiğinde Feyza şöyle bir baktı eve. Gerçekten çok küçüktü bu ev ve bakımsızdı. Duvarlar dökülüyordu resmen. Genişçe bir salondan başka bir oda var mı diye merak ediyordu ki sağ tarafta ki mutfağı gördü. Oraya girdiğinde mutfağın minicik bir yer olduğunu fark etti. Mutfak dolapların kapakları kırıktı, tezgah küçücük olmasının yanında berbattı. Buzdolabı çalışıyor muydu ondan bile şüpheliydi genç kadın. "Yatak odası da burada," diyerek salonun yanındaki odayı gösterdi Mahmut. Feyza pek umutlu olmasa oraya da bir göz attı. Burası daha kullanabilir vaziyetteydi. Eski bir dolaptan başka bir şey yoktu odanın içinde. Duvarlar, salondaki gibi berbattı. Derin bir nefes alarak odadan çıktığında kendini tekrardan salonda buldu. Koridor yoktu zaten evde. Kapı direkt olarak salona açılıyordu. Salonun sağ tarafında mutfak ve banyo, sol tarafında da yatak odası vardı. Salonda genişti ancak mobilyalar oldukça eskiydi, hatta antika bile sayılırdı. İki çekyattan, tüplü televizyondan başka bir şey yoktu gerçi. Çekyatların da kumaşları sökülmüş, ayakları kırılmıştı. Kısacası evin elle tutulur hiçbir yanı yoktu. Tüm bunların yanında bir artısı vardı ama. Pencerelerden Sarp'ın evi görünüyordu. Bu da bütün eksileri silmek için yeterli olacaktı belki de. "Eee ne diyorsun?" Evde gözlerini gezdirmeye devam ederken dudaklarını büzerek Sarp'a döndü Feyza. "Bilmem, biraz bakımsız gibi." "Kızım sen hiç merak etme, bir boya atarız, mutfak dolaplarını yaptırırız, Sarp'ta mobilyaları ayarlar sana. İki günde fıstık gibi yaparız bu evi evvelallah." Kararsız gözlerle Sarp'a bakıyordu ki genç kadın, Sarp, ev sahibine döndü. "Sen önce aylığı ne kadar onu söyle Mahmut abi." "Valla şimdi oğlum," diyerek sakallarını sıvazladı Mahmut. "Masrafları da hesaba katarsak..." "Sen masrafları boş ver, onları ben hallederim. Sen eve ne kadar istiyorsun onu söyle." Gözlerini devirdi Feyza, erkeklerin şu iş bitirici tavırları kendini uyuz ediyordu. Kendi ağzı, dili vardı konuşabilirdi ama illa ki Sarp kendi konuşacaktı. "O zaman oğlum masraflar sizden olacaksa bin yedi yüz elli yeter." "Yuh! Ne yaptın Mahmut abi, evin oturulacak hali kalmamış sen gelmiş bin yedi yüz elli diyorsun. Günahtır yapma." Mahmut, genç kadına baktı bir an. "Kızım sen söyle hele, evi kesin tutacak mısın? Feyza, Sarp'la yeniden göz göze geldiğinde derin bir nefes aldı. Sarp'ın ev hakkında planları olmasa bu tavırları takınmazdı ve önce onun aklındakileri öğrenmek istiyordu. "Biz biraz Sarp'la yalnız konuşsak olur mu?" "Tabii kızım, buyurun nerede istiyorsanız orada konuşun." İkili yeniden dışarı çıktığında karşılıklı durdular. "Ne oldu?" diye sordu Sarp. "Sarp bu evin oturulacak hali yok. Her yeri dökülüyor." "Biliyorum ama ben her şeyi halledeceğim." "Nasıl?" "Sanayide tanıdığım bir sürü insan var. Hepsi de işinde usta. Onlarla konuşacağım. Hem tamirat işlerinde ben de anlarım, biliyorsun. Ayrıca mobilya işi ile de uğraşmama gerek yok. Bizim dükkân var, sana her şeyin en güzelini yaparız." "Eminim yaparsanız ondan şüphem yok ama ev..." Feyza yeniden umutsuz bakışlarını eve çevirdiğinde iç geçirdi. Allah biliyor ya tutmak istiyordu burayı. Aptallık edecek olsa da. Buraya dökeceği parayla çok daha iyi bir ev bulabilirdi fakat orada Sarp olmazdı ki. Düne kadar bir mahallede oturmak istemezdi fakat şimdi fikri değişmişti. Her pencereden baktığında Sarp'ı görecek olmanın düşüncesi bile güzeldi. "İstemiyorsan tutmak zorunda değilsin ama sana söz veriyorum eğer tutmak istiyorsan ben sana bu evi, fıstık gibi yapacağım. Öyle ki Mahmut abi bile tanımayacak evini. Tadilatı da hiç merak etme, hiçbir işe ķarışman gerekmeyecek, her şeyle ben ilgileneceğim. Sadece sen bana istediklerini söyle yeter." "Uzun bir süre gerekecek bunun için ama." "Sadece bir hafta." "O kadar sürede bu evin düzgün bir hale gelmesi imkânsız." "İmkânsız kelimesini sözlükten çıkartmak istediğini sanıyordum." Sarp çarpık bir şekilde gülümserken Feyza da güldü. Gerçekten kendini çok iyi tanıyordu Sarp. Daha bu sabah imkânsızlıkların aşılabileceğini öğrencilerine anlatamaya çalışmamış mıydı? Madem inanırsa her şeyin mümkün olduğunu düşünüyordu o zaman bu evde belki de gerçekten bir haftada düzgün bir şekle girerdi. "Haklısın imkânsızlıklara inanmıyorum." "O zaman bu evin de bir haftada adam olacağına inanıyorsun?" "Daha çok sana güveniyorum." "Yani?" Doğru mu, yanlış mı bir karar verdiğini bilemedi Feyza ancak içindeki hisleri bastıramadı. Burada olmak istiyordu, hep özendiği sıcak bir mahallede. Gösterişli fakat soğuk ve ruhsuz bir ev yerine, ufak fakat sevimli bir evde. Sıradan insanların, yemek kokuların her yeri sardığı, çocukların sokaklarda koşturup top oynadığı, herkesin birbirini tanıdığı bir yerde. Çünkü hayatı boyunca Rapunzel gibi hapsedilmişti yüksek kulelere şimdi de o kuleden prensle değil, kendi kendine çıkmış biri olarak burada olmak istiyordu. Sıradan insanların içinde, Sarp'ın yanında. Pişman da olmayacağını içten içe biliyordu. "Yani... Yani tutuyorum." "İşte bu!" diye bağırdı Sarp sevincine engel olmayarak. Aynı zamanda yumruk yaptığı elini zafer kazanmış gibi havaya kaldırmıştı ki, genç kadının bakışlarını görünce gizlemeye çalıştı neşesini. "Yani lise arkadaşlığından sonra seninle komşu olmak güzel olacak. Hem ayrıca galiba sonunda şu mahallede kafa dengi biri olması inan bana herkesi sevindirecektir. En çokta çocukları ve gençleri. Çiçek gibileri işte." Sarp saçmalamaya başlayınca dilini ısırdı. Bir kere de doğru dürüst konuşabilseydi Feyza'nın karşısında. Belli belirsiz gülümsedi genç kadın, belli etmese de Sarp gibi heyecanlanmıştı. Gerçekten onunla komşu olmak nasıl olacaktı merak ediyordu. "Ama bir şartım var Sarp." "Nedir?" "Her ne masraf çıkarsa haberim olacak." "Feyza," diye söylendi genç adam. İşte bunu kabul edemezdi. Kadın parasına karşı olduğu için değil, onu gereksiz masrafa sokmak istemediği için. "Bak ben seni biliyorum sen her şeyi kendin halletmeye çalışacaksın ama yok öyle bir dünya. Masrafları ben karşılayacağım ve herkeste hakkını alacak. Hatır, gönül hiç araya sokma. O kadar emek edecek sonuçta insanlar." "Feyza lütfen ben halledeceğim, dedim. Sen, bana bırak her şeyi." "Hayır, bırakmıyorum," diyerek inat etti genç kadın. "Madem ben tutuyorum bu evi, o zaman masraflar da bana ait tamam?" Omuzlarını indirdi Sarp, ne dese bir yararı olmayacaktı, Feyza'nın inadı inattı. "Tamam, hallederiz." "Sarp" "Tamam, dedim ya. Masraflar sana ait peki." "O zaman anlaştık," diyerek elini uzattı genç kadın fakat Sarp tutmadı elini çünkü kendinin de bir şartı vardı. "Ama mobilyalar bizden." "Sarp" "Kesinlikle itiraz kabul etmiyorum." "Bu hak ama, siz de emeğinizin karşılığını almalısınız. Hem abin..." "Abim de böyle ister emin ol. O da demedi sana, neye ihtiyacın olursa biz buradayız diye? Daha ne?" "Ama..." "Aması falan yok." Sarp elini havaya kaldırdığında Feyza tüm itirazlarımın geçersiz olduğunu anladı. Ne dese ikna edemeyecekti arkadaşını. "Mobilyalar sana hoş geldin hediyemizdir o kadar. Anlaştık mı?" Havaya kaldırdığı elini Feyza'ya uzattı Sarp. Dudaklarında tatlı bir tebessüm vardı. Hiç içine sinmese de genç adamın elini tuttu Feyza. Ne dese yararı olmayacaktı çünkü. "Anlaştık." Tenleri o an yıllar sonra yeniden birbirine değdiğinde gözleri de buluştu ve bir elektrik akımı ikisinin de bedenini ele geçerdi. Ellerinden, tenlerine, tenlerinden yüreklerine bir sıcaklık akıyor ancak yakmıyor tatlı bir şekilde dokunuyordu kalplerine ve ikisi de yıllar önceki o mezuniyet gecesini düşünüyor, birbirlerinin düşüncelerini anlasalar da belli etmekten kaçıyorlardı. Birlikte yutkunurken bilmiyorlardı ki, bunun sadece küçük bir başlangıç olduğunu. Günü geldiğinde senelerdir yüzleşmek istemedikleri konunun yüreklerinde büyük bir yankı uyandıracağını. Her ne kadar kaçsalar da duygularının er ya da geç değişeceğini, şimdi ufak bir kıvılcımın yarın büyük yangına dönüşeceğini ve her ne kadar karşı koymaya çalışsalar da günü geldiğinde o yangına teslim olacaklarını. Feyza ve Sarp kaderin onların bunca zaman sonra neden yeniden birleştirdiklerini anlayacaklardı elbet fakat şimdi değil, zamanı geldiğinde. Çünkü kader her şeyin zamanını bilerek ağlarını örerdi. Hem ne demişti Mevlana, ne gül vaktinden önce açar ne güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir. |
0% |