Yeni Üyelik
11.
Bölüm

9. Bölüm: Yeni Bir Hayat

@petekayla

18 Şubat 2010

Roma/İtalya

Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum...

Bir virgüle belki de bir insanın tüm kırgınlıklarını sığdırmıştı Orhan Pamuk ve Feyza ne zaman bu cümleye baksa içinde bir yerler acıyor, boğazı düğümleniyordu. Çünkü biliyordu, hayatının en güzel anları geride kalmıştı, bir daha o günlere dönme şansı olmayacaktı hiç, yaşanmış ve bitmişti. Bir rüya gibi gelip geçmişti lise yılları. Başında esen kavak yelleri yerini hüzün rüzgârlarına bırakmıştı ve hüzün rüzgârları kendini dalından koparıp karanlığa, mutsuzluğa sürüklemişti. İçindeki tüm güzellikler kaybolmuş, inandığı hayalleri sönmüştü. Delice arzuladığı düşleri yoktu artık, yalnızca hiçlik vardı. Evet, hiçlik. İki yıldan beri yaşadığı duygu tam da buydu.

Hiçlik.

İki yıl olmuştu Feyza, Roma'ya geleli. Belki onun yerinde başka biri olsa böyle ihtişamlı bir şehirde yaşama fırsatı bulduğu için şanslı sayardı kendini fakat genç kız hiç olmadığı kadar mutsuzdu şimdi. Ait olduğu yerden kopartılmıştı çünkü. Bir çiçek ait olduğu topraktan başka bir yerde yetişmezdi ki, solardı belli bir süre sonra ve ölürdü yavaş yavaş. Tıpkı kendi gibi. Belki ölmeyecekti lakin günden güne solacaktı. Hatta solmaktaydı ama en acısı annesinin ya da babasının bunu fark etmemesiydi. Kendi mutsuzluktan solarken onlar, kızlarının halini fark etmeyecek kadar mutluluk sarhoşu olmuşlardı. Neticede hayallerine kavuşmuşlardı ebeveynleri ve Feyza'nın hayallerinin ne önemi vardı?

Masumiyet Müzesi adlı kitabı okurken gözleri satırlarda oyalanıyordu. Evde büyük bir telaş varken kendi yine her şeyden kaçıp kitaplara sığınmıştı. Kemal'le, Füsun'un ölümsüz aşkına yeniden şahitlik ederken içinde bir yerlerin acıdığını hissediyordu Feyza. İkinci okuyuşuydu kitabı fakat buna rağmen daha derin duygularla okuyordu Orhan Pamuk'un şaheserini. Bir yandan Kemal'e kızıyor bir yandan aşkına saygı duyuyordu. Sonra Füsun'un yerine kendini koyuyor, geride bıraktığı adamı düşünüyordu. İsmini bile söylemeye cesaret edemediği o adamı...

Hiç vazgeçememişti Kemal, sevdiği kadını aramaktan. Bir umut uğruna her yolu denemiş, yıllar boyunca aramıştı küçük sevgilisini. Sonra da bulmuştu, arayışları bir sonuca ulaşmıştı ama... Ama... kavuşamamıştı ona. Tam kavuştum derken ecel girmişti araya. Ölmüştü Füsun, Kemal ise onun hatıralarına sahip çıkmış bir müze yaptırmıştı. Masumiyet Müzesi... Füsun'a ait olan her ne varsa orada saklıydı. En mahrem anıları bile.

"Bırak artık şu kitap okumayı. Akşama misafir var sen hâlâ hazır değilsin."

Annesinin kapıyı hışımla açıp odaya girmesiyle gerçek dünyaya dönüş yaptı Feyza. Elindeki kitabı indirip annesine baktığında onun kıyafet arayışı içinde olduğunu gördü. Muhtemelen yine kendini süslemek için uğraşacaktı.

"Gelenler babamın misafiri, benim değil."

Sabır dileyerek kızına doğru döndü Fulya Hanım. Her zaman ki gibi kızı asık bir suratla yatağına oturmuş, kitabına gömülmüştü. Ne zaman şöyle yaşıtları gibi hayatının tadını çıkarıp doyasıya eğlenip gezecekti? Ne zaman şu kitaplardan başını kaldırıp başka işler yapacaktı? Ne zaman hayal dünyalarından sıyrılacaktı? O daha yirmi yaşındaydı. Yirmi. Fakat ruhsuz yaşlılardan farkı yoktu. Karamsardı, mutsuzdu, hiçbir şeyden ama hiçbir şeyden memnun olmayan biriydi. Oysa her şey iki dudağının arasındaydı, hiç kimsenin sahip olamadığı imkânlara sahipti ancak o, bunlara rağmen sevmiyordu hayatını ve Fulya Hanım tahammül edemiyordu kızının haline.

"Bu bir aile yemeği Feyza o masada birlikte oturacağız ve senin de hemen o üstündeki paçavralardan sıyrılıp doğru düzgün bir şeyler giymen gerekiyor."

Başını arkasındaki duvara vururken ofladı genç kız. Yine süslenip herkes gibi sahte tavırlar sergileyerek, yapmacık bir gülümseme ile masaya oturup sahte bir kibarlıkla yemek mi yemesi gerekiyordu? Oysa iki yıl önce Hatay'da arkadaşlarıyla birlikte yemek yerken nasıl da ağız dolusu kahkaha atıyordu. Fakat şimdi her şey gibi o güzel günler de çok eskide kalmıştı.

"Ben olmasam aranızda? Burada otursam söz misafirler gidene kadar odamdan dışarı çıkmam, varlığımı bile hissetmezler."

Ela gözleriyle dik dik baktı kızına Fulya Hanım. Kahve saçlarına fön çekmiş, esmer yüzüne abartı bir makyaj yapmıştı. Üzerinde de fazlasıyla cüretkâr kırmızı bir elbise geçirmişti. Bu akşam ki misafirler oldukça önemliydi o yüzden de giyimine kuşamına bayağı özenmişti.

"Feyza beni çıldırtma istersen. Muhsin Bey, babanın çok değerli bir dostu ve bu akşam ailecek misafir olarak geliyorlar. Oğulları da var yanında. Amerika'dan dönmüş çocuk. Harika bir eğitim almış, işlerin başına geçmiş. Şimdi de bizi görmek için evimize geliyor. Biraz saygı göster."

Sözlerinin ardından yeniden kızı için kıyafet arayışına girdi Fulya Hanım. Dolaptaki askıları karıştırırken Feyza'nın neden bu kadar zevksiz olduğunu soruyordu kendine. Doğru dürüst tek bir kıyafeti bile yoktu.

"Ben kimseyi görmek istemiyorum ama."

"Feyza!" diye bağırdı bu kez yaşlı kadın. Yeniden kızına doğru döndüğüne kaşlarını çattı. Gerçekten onun bu tavırları sinirlerini bozuyordu. "Sen anlamıyor musun kızım? O çocuk seni görmek istemiş, merak etmiş seni. Seninle tanışıp arkadaş olmak istiyormuş. Hem biliyor musun o da edebiyat seviyormuş. Belki kaynaşır, kitaplardan falan konuşursunuz. Hem senin de bir arkadaşın olur fena mı?"

Omuzlarını silkti genç kız. Aylardır gülmeyen yüzü yine gülmüyordu. Somurtkan bir ifade hakimdi esmer simasında.

"Benim arkadaşlarım vardı zaten."

"Ay şimdi şuraya düşüp bayılacağım. O serseri sürüsüne mi arkadaş diyorsun sen?"

"Onlar serseri değildi!" diye bağırdı Feyza hızla da ayağa kalktı. Dayanamıyordu annesinin ya da babasının dostlarının hakkında böyle konuşmasına. Evet, onlar hâlâ dostlarıydı. Sırf şimdi görüşmüyorlar diye bitmemişti ya arkadaşlıkları. Dostluk daima kalpte baki kalırdı çünkü. Mesafeler, zamanlar girse de araya bitmezdi, bitmemeliydi. Hatırlarla birlikte yaşamalıydı. Yoksa ne anlamı kalırdı tüm yaşanmışlıkların?

"Onlar benim arkadaşlarımdı."

Tek kaşını havaya kaldırdı Fulya Hanım. "Arkadaşlarındı öyle mi ve serseri değillerdi? Peki, Asu'yu mahveden kimdi o zaman? Teyzen, kızı için oradan oraya sürüklenip psikolog arayıp durmadı mı?"

Çaresizlikle gözlerini kapadı genç kız. Kahretsin ki bu konuda savunmasızdı. "Anne," dedi inanmadığı bir gerçeğe annesini inandırmaya çalışarak. "O farklıydı."

"Neresi farklıydı? O Sarp'ın arkadaşı değil miydi Caner? Kızı mahveden de Caner değil miydi? Günlerce, aylarca kendine gelemedi Asu. Gözleri ağlamaktan kan çanağına döndü kızın. Yemeden, içmeden kesildi. Zaten doğru düzgün bir şey yediği yoktu, birden bire çöktü. Hatırlamıyor musun? Söyle bana kızım gerçekten hatırlamıyor musun?"

"Evet Caner hata yaptı ama... Ama Sarp'ın da diğerlerinin de bir suçu yoktu. Onlar bile konuşmadılar Caner'le, o olaylardan sonra."

"Peki diğer ikisi? Onlar da öbür kız yüzünden birbirine girmedi mi? Lisede az mı olaylar yaşadınız Feyza? Hadi onu da geçtim ya senin başına gelenler? Sarp yüzünden yaşadıkların..."

"Ben Sarp yüzünden hiçbir şey yaşamadım anne. Tam tersi o benim yüzümden çok şey yaşadı. Benim yüzümden basketbolu bırakmak zorunda kaldı. Anlıyor musun? Sarp basketi benim yüzümden bıraktı!"

"Feyza!"

"Eğer o, olmasaydı muhtemelen şu an bağıracağın bir kızın da olmayacaktı. Belki de öldüreceklerdi beni ama Sarp kurtardı beni. Benim için kendini feda etti ve ben buna rağmen ona en büyük nankörlüğü yaptım. Bir anda gittim sonra da bir kez olsun... Sadece bir kez bile arayamadım onu. Sizin yüzünüzden. Sizin yüzünüzden ben... Ben Sarp'ı kaybettim."

"Yeter Feyza! Şımarık çocuklar gibi davranmayı bırak. Aklını başını topla sonra da üzerine çeki düzen verip aşağı in. Sen Ethem Ataman'ın kızısın. Sözlerine de, davranışlarına da dikkat et. Sarp lafını bir daha duymayacağım ona göre."

Sert bir şekilde kızına söylediği sözlerin ardından odadan çıktı Fulya Hanım. Feyza annesinin çarptığı kapının arkasından bakarken gözlerini kapadı. Kime neyi anlatıyordu ki? Annesinin de kendini anlamayacağı çok bariz değil miydi?

Hiç istemese de akşam ki yemek için üzerine değişti Feyza. Yoksa babasıyla da tartışmak zorunda kalacaktı ki, bunun için hali yoktu. Sıfır kol beyaz bir elbise giydiğinde aynada şöyle bir baktı kendine. Böyle iyi olmuştu galiba. Hafif bir makyajla da yüzünü renklendirdi, saçlarına eliyle şekil verdi. Gece boyunca annesinin ters bakışlarının hedefi olmak istemediğinden yapıyordu bunları yoksa hiç umurunda değildi yemek falan.

Aşağı indiğinde misafirler gelmişti ki yüzündeki zoraki gülümseme ile yaklaştı kapıya genç kız. Muhsin Bey ve karısı Müjgan Hanım sıcak bir şekilde davrandı ev sahiplerine. Feyza'ya ne kadar güzel olduğunu söylemeyi de ihmal etmediler. Oğulları ise tanışmak için elini uzattı ona. Genç adamın koyu kahve gözleri de uzun uzun oylandı Feyza'nın üzerinde.

"Ben İlker."

Umursamadı Feyza, karşısındaki adamın uzattığı eli nazik bir şekilde sıkmakla yetindi. "Feyza," dedi düz bir sesle. Elini de hemen çekmek istedi ancak İlker izin vermedi. Tuttuğu eli dudaklarına götürüp ufak bir öpücük kondurdu genç adam. Kahve gözleri hâlâ ela gözler de oyalanıyordu.

"Memnun oldum."

Fazlasıyla rahatsız olmuştu Feyza bu hareketten. Hiç tanımadığı bir adamın elini öpmesinin neresi güzeldi ki? Ayrıca yabancı bir adamın tenine temas etmesi tuhaf bir şekilde midesini kaldırmıştı. Hızlıca İlker'den uzaklaştı, kanı ısınmamıştı ona ve ısınmayacaktı da.

Kızlarının düşüncelerinden bihaber memnun bir ifadeyle gülümsüyordu Ethem Bey'le, Fulya Hanım. Nihayet Feyza kendine yakışan bir çocukla tanışmıştı. Belki bu akşamki yemek yeni bir başlangıcın adımı olurdu. Belki Feyza da artık gözlerini açıp gerçekleri görürdü. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlardı. Zaten en çokta bu yüzden organize etmişlerdi ya bu yemeği. Kızlarının geleceği için.

Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes yemeğe oturmuştu. Ethem Bey'le, karısı iki başta. İlker'le, Feyza yan yan, İlker'in, anne ve babası da onların karşısına. Feyza hariç hepsinin yüzünde keyifli bir gülümseme vardı, iş dünyasından, sözde arkadaşlarından, en çokta Ethem Bey'in başarılarından konuşup duruyorlar, arada bir kahkaha atıyorlardı. İlker'in gözleri ara ara yanında oturan kıza kayıyor ve hayranlık dolu bakışlarını Feyza'da çekinmeden gezdiriyordu.

Güzeldi Feyza, beyaz elbisenin içinde bir kuğu gibiydi âdeta. Etkilenmişti İlker, genç kızdan. Daha önce takıldığı onlarca kız olmuştu fakat hiçbiri Feyza gibi aklını başından almamıştı. Belki de babasının dediğini yapıp kafalamalıydı Feyza'yı. Hem babasına itibar kazandırır hem de kendi böyle nadide bir çiçeğin tadında bakmış olurdu. Sonuçta bir erkek arı gibi her çiçekten bal almalıydı, değil mi?

"Ee oğlum okulunu bitirdin mi şimdi sen?"

Bir yudum su içip bardağını geri yerine koydu İlker. Gözlerini de Ethem Bey'e çevirdi, yapılı dudaklarına sıcak bir gülüş kondurdu.

"Bitirdim Ethem amca, babamın yerine ben geçeceğim artık. Babam malum yoruldu, biraz dinlensin değil mi?"

"Dinlesin tabii oğlum. Biz yaşımızı başımızı aldık, sıra siz gençlerde değil mi kızım?"

Kısa bir bakış attı Feyza, babasına. Soğuk, hissiz bir bakış. Tıpkı duyguları gibi. Fakat Ethem Bey yine göremedi kızının o ela gözlerindeki durgunluğu.

"Müjgan sanki sen, İlker edebiyatla ilgileniyor demiştin doğru mu hatırlıyorum?"

Sıcakkanlı bir şekilde arkadaşına sorusunu yöneltti Fulya Hanım. Dirseklerini masaya dayamış, ellerini birleştirmişti. Kırmızı ojeli uzun tırnakları, ihtişamlı yüzükler taktığı parmakları göz alacak cinstendi.

Annesinden önce İlker cevapladı kadının sorusunu. "Doğrudur Fulya teyze, edebiyata ilgim var. Özellikle de Rus'la, İngiliz edebiyatına. Dostoyveski mesela gelmiş geçmiş en iyi yazar bence."

Ne garip ki edebiyat aşığı olmasına rağmen Feyza'nın ilgisini çekmiyordu İlker'in söyledikleri. Galiba edebiyat bile özel insanlarla konuşunca keyif veriyordu. Hiçbir anlamı olmayan bir insanla konuşunca değil.

"Feyza da çok sever edebiyatı. Varı yoğu kitaplar ve şiirler. Biliyor musun evde belki on koli kitap var.

Fulya Hanım, kızının ters bakışlarını görse de aldırmadı. Bir anne olarak en doğrusunu yaptığını düşünüyordu. Geçmişinden kurtulmalı, yeni bir sayfa açmalıydı kendine Feyza.

"Öyle mi sahiden?"

Bakışlarını İlker'e çevirince başını sallamakla yetindi genç kız. Bu adamla edebiyat üzerine bile olsa konuşmak istemiyordu kesinlikle.

"Öyle."

"Bu kadar çok mu seviyorsun kitap okumayı?"

"Evet."

Feyza'nın tek tük cevapları Ethem Bey'in canını sıkıyordu. Kızının İlker'e karşı neden bu kadar mesafeli, soğuk bir şekilde davrandığını anlamıyordu. Tam kızına layık biriydi İlker, sonuçta babası, kendi kadar ünlü bir iş adamıydı. Muhsin Bey'in ithalat ve İhracat dünyasında adı altın harflerde yer alırdı. Şimdi de İlker Amerika'da harika bir eğitim alarak babasının koltuğuna oturmuştu. Ondan daha iyisi mi bulunurdu? Fakat biliyordu Ethem Bey, kızına lazım olan biraz zamandı. Zamanla o da Ataman soyadının ağırlığını anlayacak ve kendine yakışan ne ise onu yapacaktı. Başka türlüsü mümkün bile değildi.

"Feyza en çok Türk Edebiyatı'nı sever. Büyük ilgisi vardır o edebiyata. Demi kızım?"

Babasına bakarken sessizliğini korudu genç kız, babasının bunu bilmesine şaşırmıştı aslında. Neyi sevip neyi sevmediğini pek umursamazdı çünkü Ethem Bey.

"Öyle mi?" diye sordu İlker kalın kaşlarını havaya kaldırarak. Şaşkınlık vardı yüzünde. "Bence Türk Edebiyatı, o kadar da iyi değil. Yazarların yazım dilleri zayıf, ayrıca konuları çok sıradan. Hiçbir zaman da gelişemeyecek gibi."

İşte şimdi can damarına basmıştı bu adam. Kaşlarını çatarak, kızgınlıkla baktı Feyza, yanındaki İlker'e. "Yanılıyorsunuz İlker Bey," diyerek aralarında mesafe olduğunu belli etti.

"Bizim üstadlarımızın yazım dilleri çok güçlü. Belki biraz geç gelişti edebiyat Türkiye'de ancak o yazarların verdiği haz başka hiçbir kitapta yok. Şiirler de öyle keza. Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Oğuz Atay, Zülfü Livaneli, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin, Özdemir Asaf, Nazım Hikmet, Can Yücel, Edip Cansever, Cemal Süreya ve daha sayamadığım nicesi... Söylesenize onların kalemindeki güzellik başka nerede var?"

Yabancı yazarları, şairleri de severdi Feyza fakat Türk Edebiyatı her zaman
ayrı bir yere sahipti kendi için. Hiçbir yazar ya da şair arasında ayrım yapmamasına, her birine ayrı ayrı değer vermesine rağmen Türk yazar ve şairlerine daha çok hayrandı. Şimdi de bu adamın Türk Edebiyatı hakkında böyle ileri geri konuşması sinirlerini bozmuştu.

Bozguna uğramış gibiydi İlker. Feyza tarafından böyle bir şekilde linç yiyeceğini tahmin etmemişti. Hele de basit bir edebiyat mevzusu yüzünden. Üstelik aralarında mesafe koymuştu. Fakat kendi bunun altında kalmazdı.

"Bu kadar sinirleneceğini tahmin etmemiştim doğrusu. Ayrıca böyle bir konu için aramıza mesafe koymana da alındım. Bey, Hanım lafının gereği var mı gerçekten?"

Yok, daha fazla tahammül edemeyecekti. Sandalyesini iterek hızla ayağa kalktı genç kız. Sözlerini de hiç çekinmeden dile getirdi. "Edebiyat benim bir yaşamın tek anlamlı yanı kusura bakmayın ama bu konuda küçümseyici tavırlarınız beni fazlasıyla öfkelendirdi. Fakat sizinle aramdaki mesafe bunun için değil, olması gerektiği için. Şimdi izninizle başım çok ağrıyor, dinlenmek istiyorum."

Feyza'nın sözleri herkesin ağzını bir karış açık bırakırken genç kız hiçbirini umursamadan merdivenlere doğru yol aldı. Muhtemelen böyle davrandığı için babasıyla kavga edecekti fakat kendine hakim olamıyordu işte. İstemediği bir insanla konuşmaya zorlanınca sinirleri geriliyor, kendini tutamıyordu. Hem o İlker denen adam tavırlarıyla, sözleriyle asaplarını fazlasıyla bozmuştu.

Ethem Bey sert bir şekilde elindeki masaya bardağı koymasının ardından kızının arkasından seslendi.

"Feyza!"

Duymadı genç kız, o ortamda bir dakika bile duracak sabrı yoktu. Babası tekrar tekrar seslense de umursamadı. Odasına girip kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladı. Nedensizce de gözlerinin dolduğunu hissetti. Sinir üzüntüyü, üzüntü siniri doğrurdu aslında ve kendi ikisini aynı anda yaşıyordu. Kırıktı kalbi, paramparçaydı, belki de bu yüzdendi tüm asabiyeti. İstediği yerde, istediği kişinin yanında olamamanın çaresizliğiydi her şeyin sebebi.

Aklına ufacık bir hatıranın gelmesiyle dolabına yöneldi genç kız. Dolabını açtığında sakladığı siyah kutuyu çıkardı. Sonra da kutunun içindeki küçük kol düğmesini. Mezuniyet gecesinden ve Sarp'tan kalan tek hatırayı. Bu küçücük düğme hayatının en mutlu anından kalan tek parçaydı. Bir daha asla yaşamayacağı, Sarp'a ait olduğu geceden kalan tek hatıra.

Dudaklarını dişlerken gözlerinden iki damla gözyaşının düşmesine engel olamadı Feyza. İki yıl önce... Tam tamına iki yıl önce duygularını doya doya yaşamış, kendine koyulan yasakları çiğnemişti. Bedeli ne olursa olsun yaşamak istemişti, sevişmek istemişti Sarp'la. Duygularını kendine bile itiraf edememişken Sarp'ın kollarında olmayı, teninde dudaklarının, ellerinin gezmesin istemişti ve yapmıştı da. Yaşamıştı içinden ne geçen varsa, çünkü biliyordu o gece yaşamazsa bir daha hiç yaşama şansı olmayacaktı. O yüzden umursamamış, düşünmemişti hiçbir şeyi, sabah canlarının yanacağını bilse de duygularına bırakmıştı kendini. Sarp'ı bırakıp onun omuzlarına büyük yükler yükleyerek bencilce davranacak olsa da. Şimdi pişman mıydı, hayır değildi. Ne o gün ne şimdi pişman değildi yalnızca ait olduğu yerde olamamak canını yakıyordu.

"Sarp," diye mırıldandı genç kız. Sanki minik avucunda basit bir düğme değil de, dünyanın en değerli hazinesi vardı. Esmer yanakları, gözyaşlarıyla ıslanırken kızarmış ela gözleri düğmenin üzerinde geziyordu.

"Seni çok özledim Sarp. Çok."

Hıçkırmamak için kendini zor tuttu Feyza. Hayır, ağlamayacaktı. Ağlamayacak, güçlü olup geri kalan hayatını istediği gibi yaşmak için çabalayacaktı. Ait olduğu yere, adama geri dönecekti. Hem verdiği bir sözü vardı ve verdiği sözü tutmakta kararlıydı. Her ne pahasına olursa olsun.

"Elbet bir gün. Elbet bir gün yine bir arada olacağız Sarp. Söz veriyorum. Sana söz veriyorum bıraktığım elini bir gün yeniden sımsıkı tutacağım. Yeter ki sen bana inan."

***
19 Eylül 2018

Telefon ısrarla çalarken kocaman olmuş göz bebekleri ile ekrana bakmaya devam ediyordu Feyza. Hayır, buna izin vermeyecekti İlker'in yeniden hayatına girmesine, tüm düzenini alt üst etmesine izin vermeyecekti. Her şey bitmişti artık. Kurtulmuştu prangalarından, önünde yepyeni bir yaşam vardı. İstediği gibi yaşayacağı bir yaşam ve o yaşam da yer yoktu İlker'e. Babasına olmadığı gibi. Özgürdü, kendi kanatlarıyla uçabilecek kadar cesaretli, ayaklarının üzerinde durabilecek kadar güçlüydü. Bunu da kimsenin ama kimsenin bozmasına izin vermeyecekti. Hayatının ipleri yalnızca ama yalnızca kendine aitti, kendinin elindeydi.

"Feyza"

Sarp'ın sesini duyunca kendine geldi genç kadın. Telefonu kapatıp cebine koydu. Kendini toplamasının ardından bakışlarını yanında duran adama çevirip hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştı.

"Ne oldu?"

"Bir şey olmadı da sen iyi misin? Betin benzin atmış gibi."

Dudaklarına eğreti bir gülüş yerleştirdi Feyza. Kapanmış gitmiş bir olayı Sarp'a anlatmanın gereği yoktu.

"Yok... Yok bir şey olmadı. Biraz yoruldum ya bugün, ondandır. Neyse sen hesabı hallettiysen gidelim mi?"

Başını salladı genç adam "Gidelim," dedi ancak fark etmişti Feyza'da bir tuhaflık olduğunu. Yine de üstelemedi, Feyza anlatmak isterse anlatırdı.

Birlikte yol aldıklarında konuşmadan adımladılar. Köprüye geri döndüklerinde yukarı doğru yürüdüler. Arabayla gelmemişlerdi çünkü öğretmen evi on dakikalık mesafe uzaklığındaydı. Sarp'ın mahallesi biraz daha uzak olsa da yıllar ardından birlikte yürümek güzeldi. Dönüş yolu sessizleşmiş, cadde üzerindeki evlerin ışıkları sönmüş, hava serinlemişti.

Öğretmen evinin önüne varana kadar hiç konuşmadı ikili. Aralarında tuhaf bir sessizlik vardı nedeni de o çalan telefondu. Feyza düşünmemeye çalışsa da içindeki sesleri susturamıyordu. Korkuyordu aslında kazandığı her şeyi yeniden kaybetmekten. Paniği, endişesi o yüzdendi. Yine de düşüncelerine inat sıcacık gülümsedi.

"Her şey için çok teşekkür ederim Sarp. Böyle zaman geçirmeyeli o kadar zaman olmuştu ki."

"Daha bu hiçbir şey. Hatay'ı yeniden birlikte yaşayacağız."

Tatlı tatlı gülümsüyordu genç adam. Sözlerinde ciddiydi, Feyza'yla yeni baştan Hatay'ı gezecekti. Her yeri ama her yeri onunla dolaşacaktı. Hiç olmadığı kadar kararlıydı bunda.

"Önce bir şu taşınma işini halledelim de."

"Halledeceğiz halledeceğiz, hiç merak etme sen. Yarın sabah kalkar kalkmaz ilk işim ev ile ilgilenmek olacak."

"Yine de sen kendini çok yorma olur mu? Yani ben de ilgilenirim tadilat işleriyle."

"Gerek yok, sen bana bırak her şeyi."

"Peki o zaman."

Feyza gözlerini Sarp'ta gezdirmeye devam ederken sessiz kaldı. Neden bilmiyordu fakat onunla böyle yalnız kaldığında ne diyeceğini bilmiyor, dili tutuluyor gibi oluyordu. Ya da uzun uzun yüzünü incelemek istiyordu. Unuttuğu her bir detayı yeniden hatırlamak.

Aralarındaki sessizlik uzayıp giderken bu kez Sarp'ın telefonu çaldı. Genç adam pantolonun cebinden telefonu çıkarıp baktığında Çiçek'in aradığını gördü. Gecenin bu saatinde niye ayaktaydı ki bu kız? Yarın okulu vardı.

"Aç istersen," dedi Feyza telefonu işaret ederek. "Seni merak etmişlerdir."

Başıyla onayladı genç kadını, Sarp. Telefonu açıp kulağına koyduğunda "Çiçek," dedi. "Sen uyumadın mı?"

"Uyku tutmadı da, sen beni boş ver. Sen neredesin? Annem çok merak etmiş seni bana ara deyince ben de aradım."

"Merak etme, Feyza hocanla birlikteyim. Gelirim birazdan eve. Siz beklemeyin beni, yatın."

"Annem sen gelmeden yatmaz biliyorsun."

"Tamam Çiçek geliyorum, hadi yat sen."

Daha başka bir şey senden telefonu kapadı genç adam. Feyza'ya açıklama yapmak için de "Çiçek," dedi. "Beni merak etmişte."

"Abi, kardeş iyi anlaşıyorsunuz."

"Öyle. Çiçek benim en değerli varlığım. Bazen kızsam da hiç kıyamam aslında."

"Sen harika bir abisin Sarp."

Gülümsedi Sarp, hoşuna gitmişti Feyza'nın iltifatı.

"Neyse ben içeri gireyim artık. Yarın erken kalkacağım, biraz dinlensem iyi olur."

"Tamam, o zaman iyi geceler sana."

"İyi geceler."

Arkasını dönüp öğretmen evinin önündeki birkaç basamağı çıktı genç kadın, içeri girmeden de Sarp'a dönüp el salladı. İçinde yıllardır hasret kaldığı bir huzur vardı.

Sarp'ta el sallarken dudaklarından bir saniye olsun gülümseme eksilmiyordu. Her şey hayal ettiğinden bile güzeldi.

***

O sabah erkenden uyandı Sarp. Öyle ki abisinden önce işe gitmek üzere hazırlandı. İlk önce sanayideki ustalarla konuşacak sonra Feyza için mobilya uğraşlarına girişecekti. Her ne kadar ellerinde hazır mobilyalar olsa da kendi Feyza'ya özel olarak yapacaktı her şeyi. Tabii biraz abisinden yardım alması gerekiyordu, işi bilse de Sedat'ın bu konuda daha iyi olduğu bir gerçekti. On beş yıla yakındır dükkânın başında o vardı çünkü.

Herkes Sarp'ın telaşına şaşırırken o gereken açıklamayı ailesine yaptı. Feyza'nın karşıdaki evi tuttuğunu, fakat evin fazlasıyla bakım istediğini anlattı. Yengesinden, kendi yokken arada bir tadilatı yoklamasını rica etti. Çünkü, biliyordu ki Meryem kendi eviymiş gibi o eve sahip çıkar, kimsenin işi aksatmasına izin vermezdi. Ev konusunda her zaman kadınların daha intizamlı olduğu bir gerçekti sonuçta.

Meryem, Sarp'a hiç merak etmemesi gerektiğini, her şeyle bizzat ilgileneceğini söyledi. Kayın validesinin ters bakışlarına maruz kalsa da umursamadı. Feyza, Sarp için değerliydi, annesinin de bunu anlaması gerekiyordu. Birkaç tatsızlık yaşanacağı muhakkaktı ancak eninde sonunda alışacaktı Nermin Hanım, emindi.

Sedat kardeşinin böyle bir işin altından kalkabileceğinden şüpheliydi. Hepsine yetişebilecek mıydı Sarp? Hayır, yetişemeyecek ve o ustalarla kendinin başı derde girecekti. Sanayideki ustalar Sarp'tan çok kendini tanıyorlar, biliyorlardı çünkü. Herhangi bir aksilik olursa da kardeşinin değil, kendinin başı yanacaktı ki, bunun da olması istemezdi. Bu yüzden de elini taşın altına koyması gerekiyordu. Uzun lafın kısası, Sarp her şeyi ben hallederim diye ortaya geçmiş olmasına rağmen bütün iş kendinin başına kalacaktı. Defalarca aynı durumu yaşamış olduğundan tecrübeliydi artık. Mobilyaları Sarp'ın Feyza'ya hediye edecek olmasına ise bozulmamıştı çünkü kendine yakışan da buydu. Hem kendi ağzıyla söylemişti kıza, ne lazımsa hallederiz diye, şimdi de sözünden geri dönmeyecekti elbette.

Kahvaltı sofrasında neyin nasıl olacağı konuşulurken Çiçek panik içerisindeydi. Hocasının karşıdaki evi tutacak olmasına sevinmişti ancak kendinin de başına iş çıkar diye korkuyordu. Tadilat, tamir ve benzeri işlerden hep ürkmüş, öyle bir curcunanın ortasında kalacak olmanın düşüncesi bile midesine kramplar girmesine neden olmuştu. Şimdi de emindi ayak işleri hep kendine kalacak, kendi eviyle hocasının evi arasında mekik dokuyacaktı. Yengesi, ustalara devamlı atıştırmalık bir şeyler yaparken kendi onların kuruyeliğini yapacaktı. Hayal ettikçe bile kötü oluyordu. Ne olurdu şu işler bitene kadar kaçacak bir yeri olsa?

Nermin Hanım, o kızın buraya taşınmasını istemediği gibi oğlunun onun peşinde dolanıp durmasını da istemiyordu. Daha ilk günden oğlunu kul köle yapmıştı Feyza. Daha şimdiden Sarp, o kızın etrafında pervane idi. Dün mesela saat birde eve gelmişti Sarp oysa oğlu asla gecikmez, o saatlere kadar dışarılarda dolaşmazdı ama o kız, oğlunun huyunu da değiştirmiş, kendine benzetmişti. Kendinin anası, babası başında değil diye rahattı tabii. Burayı da o gittiği yerler gibi sanıyordu fakat Antakya'ydı burası. Herkesin bir ailesi, bir düzeni vardı ve Nermin Hanım anne olarak izin vermeyecekti Feyza'nın, oğlunun düzenini bozmasına. Hele bir gelsin, mahalleye taşınsın o zaman görecekti Feyza, herkesin kendi gibi başı boş olmadığını.

Ev hakkında yapılacakların konuşulmasının ardından Sedat'la, Sarp evden çıktı. Sonra da Çiçek, Meryem ve çocuklar. Çiçek okula gidecek, Meryem de çocuklarını okula bırakacak sonra çarşıya uğrayıp evin dekorasyonu için birkaç şey bakacaktı. Kocasıyla, kayın biraderi mobilyacı olsa bile eve bir kadın eli değmesi şarttı. Kendi de bu işi seve seve üstlenmişti.

Sarp abisiyle birlikte sanayiye varınca ustalarla konuştu. Her şeyi birer birer anlattı iki kardeş. Sedat, Feyza'nın çok önemli biri olduğunu, her şeyi ona göre yapmalarını rica etti. Aynı zamanda hatır gönül araya sokarak masrafları en cüzi miktarda tutmalarını söyledi. Yeni gelmişti Feyza ve kızın şimdiden o kadar çok açılmasını, borçlanmasını istemezdi.

Ustalar o günün akşamı evi gidip gördüler sabahı da iş başı yapmak üzere sözleştiler. Bu evde yapılacak bayağı bir iş vardı ve bir an önce başlamaları gerekiyordu.

O günden sonra günler yorucu olsa da çabucak geçti. Feyza tez canlı bir insandı, belki de bundan dolayı işler uzamıyordu. Nihayetinde bir insan nasılsa işi de öyle olurdu. Eğer ağır hareket eden biriyse işleri de yavaş giderdi fakat eli çabuk, kanı hızlıysa her işi de çabucak biterdi. Buna defalarca kez şahit olduğu için inanıyordu Sarp.

En çok mutfak yorucuydu aslında sanki yılladır kullanılmıyor gibiydi orası. Yeni baştan yapmakta epey zahmetliydi. Tezgâh yıkılıp yeniden yapıldı, Feyza açık renkler tercih ettiği için beyazla, krem rengi kullanıldı. Mutfak dolapları da yenilenirken yine krem rengi fayansalar döşendi mutfağa. Tabii renk seçimlerini hep Feyza yapmıştı ama evin nasıl bir halde olduğunu bilmiyordu. Sarp sadece kendine kataloglar gösteriyor, bazen Çiçek kendine okulda ev için neler istediğini soruyordu. Ev, tamamen bitmeden göstermeyecekti Sarp, kendine evi. Merakına yenik düşerek sinirlense de genç kadın, Sarp'ın heyecanı kendini de heyecanlandırıyordu. Telefondaki tatlı sesi, ev için attığı resimler ve altına yazdığı mesajlar gülümseme sebebiydi. Yıllar sonra yeniden içten bir şekilde gülümseme sebebi.

Tabii tüm bunlar olurken Caner de yardımcı olmak için elinden geleni yapıyordu. Feyza yeniden Hatay'a dönmüşken öyle hiçbir şey yapmadan oturmak yakışmazdı kendine. Sarp'la birlikte mobilyaları yaparken arkadaşının haliyle eğlenmeden duramıyordu. İyice şapşal olmuştu Sarp, yerinde duramıyor bir oraya bir buraya koşturuyordu. Sevinçten çılgına dönmüştü resmen ve onu böyle görmek güzeldi aslında.

En iyi Caner bilirdi, Sarp'ın neler yaşadığını, ne kadar çok Feyza'yı özleyip günleri saydığını. Yıllar boyunca başka hiçbir kadına göz ucuyla bile bakmayıp onu beklediğini. Şüphesiz kendinin aksine vefalıydı Sarp. O kadar zaman boyunca beklemişti Feyza'yı fakat kendi... Kendi daldan dala atlayıp durmuştu. Hoş hiçbir zaman kalbindeki sızı geçmemişti ancak yine de Sarp gibi oturup yas tutmamıştı gidenin arkasından. Yaşamıştı hayatını ya da yaşamaya çalışmıştı. Yabancı kollara sığınarak unutmak istemişti geçmişini. Öptüğü dudaklarla anılarının silinmesini, dokunduğu vücutlarla yüreğindeki kanayıp duran yaranın kapanmasını istemişti. Fakat olmamıştı, ne kadar zaman geçerse geçsin, hayatında kim olursa olsun o yara hep kalmış, korumuştu kalbindeki yerini, sahibi gibi.

Mutfak haricinde salonla, yatak odasının zeminine parkede döşendi. Sonra duvarlar turkuaz rengine boyandı. Belki daha sonra Feyza, doğal taş deseniyle dekore ederdi duvarları ancak şu anlık bütçesine göre harcama yapmalıydı. Sonuçta babasından tek kuruş almadan, kendi kazandığı parayla geçimini sağlıyordu artık. Kesinlikle maddi olarak babasından bir şey talep etmiyor, istemiyordu da. Ekonomik özgürlüğünü eline almıştı, kendi ayaklarının üzerinde de durabilirdi, duracaktı.

Mutfakla, salonun ardından sıra banyoya geldi. Orası da elden geçirildi. Mavi, beyaz renklerdeki fayanslar döşendi, lavabo ve tuvalet sökülüp yeniden yapıldı. Su tesisatındaki aksaklıklar giderildi, elektrik sistemi düzenlendi. Salondaki flerosan lambalar çıkarıldı, yerlerine zarif fakat şık avizeler takıldı. Günler boyunca sürdü tüm bu işler Sarp'ın dediği gibi bir haftada bitmedi, iki, üç hafta sürdü ancak sabırla bekledi Feyza. Çünkü biliyordu ki beklediğine değecekti. Belki gerçekten başka bir yerden daha iyi bir ev tutabilirdi fakat böyle bir işe girişmek nedensiz mutlu etmişti kendini. Sıfırdan, zevkine göre bir ev düzmek, sıcak bir mahallede oturacak olmak hoşuna gitmişti. Hem ayrıca Sarp'la komşu olmanın nasıl olacağını da merak ediyordu. Her ne kadar sabırlı olsa da içten içe bir an önce her şeyin bitmesini, evine çıkmayı istiyordu.

Günler tadilat işleriyle geçerken nihayet üç haftanın sonunda her şey bitti. Salon, mutfak, banyo, yatak odası sıfırdan yapılmış gibiydi ve Sarp'ın Feyza için yaptığı mobilyalar fazlasıyla hoştu. Krem rengi köşe takımı, zarif küçük bir masa ve duvara monta olmuş şirin bir kitaplık. Her şeye özense de Sarp kitaplığa ayrı bir önem vermişti çünkü Feyza bir kitap âşığıydı ve kitaplık onun için olmazsa olmazdı. Yaptığı ahşap, ağaç şeklindeki kitaplığın da genç kadının hoşuna gitmesini umuyordu.

 

 

Evdeki her şey tamamlanınca Meryem son kez evi elden geçirdi. Her şeyin yerli yerinde olduğuna karar vermesinin ardından da Sarp, Feyza'yı eve taşıma işine girişti. Eşyalarıyla onu bir başına bırakamazdı.

Her ne kadar Feyza, sade bir kadın olsa da eşyası çoktu. İki valiz artı iki çanta dolusu kıyafetleri vardı. Aslında sadece onların içinde kıyafet yoktu bakım eşyaları, ufak tefek takıları da vardı. Sonuçta her kadın için önemliydi bunlar. Sarp valizleri arabaya taşırken beli ağırsa da Feyza'ya bir şey belli etmemeye çalışıyordu ancak merak ediyordu bu kadar eşya ile İstanbul'dan buraya nasıl gelmişti? Kolaydı değildi sonuçta o kadar eşyayı tek başına taşımak.

"Feyza hadi iki valiz dolusu eşyan var ama beş koli de kitabın var ya. Onları bari bıraksaydın. Okumuşsundur zaten hepsini niye yanında getirip kendine eziyet ediyorsun?"

Caner kitap kolilerini taşırken zorla nefes alıp veriyordu. Kahrolsundu yardımseverliği, resmen bel fıtığı olacaktı Sarp yüzünden.

Onu duymaksızın elindeki çantaları arabanın arka koltuğuna koydu genç kadın. Neyse ki bugün cumartesiydi de rahat rahat taşınabilecekti.

"İstemiyorsan taşımak zorunda değilsin Caner. Bırak, ben taşırım."

"Olmaz öyle şey. Burada biz varken sana düşmez eşya taşımak."

Gözlerini devirdi Feyza, Türk erkekleri hep aynıydı işte. Kendileri dururken kadına eşya falan taşıtmazlar, bunu bir gurur meselesi yaparlardı. Oysa kendinin de eli kolu vardı iki koli taşısa ölmezdi ya.

Sarp'ın valizleri getirdiğini görünce arabanın bagajını açtı genç kadın. Öğretmen evi cadde üzerinde olduğu için gelip geçenler insanlar illa ki kendilerine bakıyorlardı. Bu da ayrı bir şeydi işte. Türkler meraklı insanlar olduklarından eşya taşıyanlara, bir yerden çıkanlara, yeni bir eve yerleşenlere illa ki bakarlar, neler olduğu konusunda tahmin yürütürlerdi. Galiba bazı durumlar hangi şehirde olursa olsun değişmiyordu.

Ekim ayı olmasına rağmen hava öyle sıcaktı ki, Sarp ter içinde kalmıştı. Biraz da eşya taşıdığı için terlemişti tabii ama tepede duran güneş insanı yakıyordu. Genç adam valizleri bagaja yerleştirince doğrulup yanında duran kadının yüzünde bakışlarını gezdirdi.

"Başka bir şey kaldı mı?'

"Yok, her şey tamam."

"Kitap kolileri de," diyerek araya girdi Caner. Öğretmen evinin ikinci katından indirmişti o kolileri ve bununla gurur duyuyordu kendince. Kolay mıydı, koca koca kitaplarla dolu olan beş koliyi taşımak?

"Eline sağlık," dedi Feyza belli belirsiz gülümseyerek. Belki de o kadar zaman sonra geçmiş kinini gütmemeliydi. Sonuçta Asuman bile her şeyi unutmuş kendine yepyeni bir hayat kurmuştu. Şimdi de var mıydı gerçekten Caner'e ters davranmasını gerektirecek bir durum? Tamam onunla hemen can ciğer kuzu sarması olacak hali yoktu fakat normal iki insan olarak konuşabilir, gerekirse birlikte vakit geçirebilirlerdi, değil mi?

"İyi o zaman gidelim mi artık?"

Sarp'ı başıyla onayladığında arabanın ön koltuğuna doğru adımladı Feyza. Sürücü koltuğuna yerleştiğinde Sarp'ta yanında yerini aldı. Caner ise arkada kolilerle haşır neşir olmak zorunda kaldı. Sarp kendini böyle dış kapının dış mandalı gibi arkaya atmıştı ya, alacağı olsundu.

Yaklaşık on dakika sonra mahalleye vardıklarında evin önünde durmuştu ki Feyza, Zeyno'nun evden fırlayarak çıktığını gördü. Çok mu çok heyecanlı görünüyordu küçük kız. Öyle ki Feyza arabadan iner inmez koşup ona sarıldı.

"Feyza öğretmenin!"

Zeyno'nun masum heyecanına tebessüm etti Feyza. Yere eğildiğinde sımsıkı sarıldı küçük kıza. Çocuklara karşı ayrı bir sevgisi gerçekten.

"Sen beni çok mu özledin?"

"Evet, çok özledim," diyerek geri çekildi Zeynep. Minik yüzünde çocuksu bir neşe hâkimdi. "Sen hep bizimle mi olacaksın artık?"

"Öyle sayılır. Yani evlerimiz karşı karşıya ya."

"O zaman ödevlerimi birlikte yapar mıyız? Bazen benim öğretmenin çok ödev veriyor yetiştiremiyorum. Sen yardım eder misin bana?"

"Ederim tabii," diyerek Zeyno'nun saçını arkaya attı Feyza. Şu çocuklar gerçekten dünyanın en masum varlıklarıydı aslında.

Meryem, Feyza'nın evinden çıktığında kızına iç geçirerek baktı. Bir kere de yormasaydı Feyza'yı.

"Kızım sıkma Feyza öğretmenini. Bırak eve girip dinlensin."

Ayağa kalkıp arkasını döndü genç kadın. Meryem ablasını gördüğünde ise mahcup olduğunu hissetti çünkü onun temizlik yapıyormuş gibi bir hali vardı.

"Zeyno beni sıkmıyor da sen temizlik mi yapıyorsun Meryem abla?"

"Aman Feyza ne olacak elime yapışacak değildi ya. Toz aldım zaten bir şey yapmadım."

"Ben yapardım sen niye zahmet ediyorsun?"

"Yaparsın yaparsın. Daha çok yaparsın merak etme."

Bazen gerçekten insanlara çok zahmet verdiğini düşünüyordu Feyza. Fakat garip bir şekilde de Sarp'ın ailesi sayesinde hiç yalnız hissetmiyordu kendini. Meryem, Çiçek, çocuklar hatta Sedat bile kendine sanki aileden biriymiş gibi davranıyorlardı. Onlardan hiç görmediği aile sıcaklığını görüyordu ve bu da ister istemez hoşuna gidiyordu.

Eşyaların yeniden içeri taşınmasının ardından Feyza arabayı daha uygun bir yere çekti. Sonra da aşağı inip kilitledi. Fakat o an mahalledeki tüm bakışların üzerinde olduğunu hissetti. Gerçekten de öyleydi aslında, sokaktaki insanlar yetmiyormuş gibi pencerelerden, balkonlardan da bakan vardı. Neyse dedi içinden genç kadın, zamanla alışacaktı bunlara. Çevresinde gözlerini gezdirirken tam önünden geçen beyaz tenli, orta boylu kadını fark etti. Hepsinden daha farklı gibiydi, hiçbir yere bakmadan, önüne bakarak elindeki dolu poşetlerle ilerliyordu ve tuhaf bir şekilde de tüm bakışlar ona dönmüştü.

Tam o esnada Sarp içeriden çıktığında onu görünce "Leyla abla," diye seslendi. Biliyordu yine izin vermeyecekti poşetleri taşımasına ancak bir kez olsun şansını denemek istiyordu. Gönlü el vermiyordu bu kadar ağır poşetleri tek başına taşımasına.

Leyla durduğunda Sarp koşarak yanına geldi ve genç kadının elindeki poşetleri almak için çabaladı.

"Yardım edeyim."

"Gerek yok Sarp, ben taşırım."

"Abla"

Buruk bir şekilde gülümsedi Leyla, keşke herkes şu çocuk kadar yüce gönüllü olsaydı. Şu mahallede kendini insan yerine koyan, halini hatırını soran bir oydu. Ne zaman kendini böyle görse yardım etmek isterdi fakat kendi alışmıştı yüklerini taşımaya. Sarp'ın kötü bir niyeti olmadığını bilse de onun bile yardımını istemiyordu.

"Senin işin gücün vardır, ben seni yormayım. Hadi kolay gelsin sana."

Başka bir şey demeden Sarp'ın yanından uzaklaştı genç kadın. Sarp ise onun arkasından baktı. Acımıyordu Leyla'ya, yalnızca üzülüyordu. Hiç hak etmediği halde neler neler yaşamıştı zavallı kadın.

"Kimdi o?"

O an fark etti genç adam Feyza'nın yanına geldiğini. Bakışlarını ona doğru çevirdiğinde iç geçirdi. "Leyla abla," dedi sıkıntıyla.

İnsanların hayatına burnunu sokmazdı Feyza fakat nedendir bilinmez merak etmişti o kadını. Belki yüzünde yorgun izleri gördüğünden.

Sarp, genç kadının kendinden bir açıklama beklediğini anlayınca çekinmedi her şeyi anlatmaktan. Zaten tüm mahalle Leyla'yı konuşuyordu, bugün değilse yarın duyardı Feyza olanları. Hiç olmazsa kendinden doğrusunu öğrensindi.

"Kocası kendini aldattı sonra dolandırıcılıktan içeri girdi. Leyla abla boşanmasına boşandı ama... Ama tüm mahalle arkasından konuşuyor işte. Herkes her gün başka bir şey söylüyor kadının hakkında. Bir de Emre var, oğlu. On beş yaşında, biraz sorunlu bir çocuk, onunla uğraşıyor tek başına."

Ne diyeceğini bilemedi Feyza, o kadar çok üzülüyordu ki böyle kadınlar için. Daha doğrusu insanın hele de bir kadının, bir kadına düşmanlığı kendini kahrediyordu. Emindi ki, Leyla'nın arkasından konuşan en çok kadınlardı halbuki niye bunu yapıyorlardı ki? Niye hemcinslerine destek olmak varken düşmanca tavır alıp ayıplıyorlardı onu? Ne yapmıştı ki kadın? Kocasının yaptıkları yüzünden neden o, suçlanıyordu? Anlamıyordu ve anlamayacaktı da galiba.

"Neyse sen bunları boş ver şimdi. Hadi bize geçelim de yemek yiyelim, acıkmışsındır."

"Yemek mi?"

Sanki çok tuhaf bir şey söylemiş gibi baktı Feyza, kendine. "Evet," dedi Sarp normal bir tavırla. "Acıkmadın mı? Sabahtan beri ayaktasın."

"Acıktım... Acıktım da şimdi şey olmasın."

"Hiçbir şey olmaz. Abim Cem'i kasaba gönderdi bile. Birazdan da tepsi kebabı ile gelir bizim hayta. Hiç yok deme özlemişsindir o yemeği."

Yemeğin adını duymasıyla iştahının açıldığını hissetti Feyza. Ah, tepsi kebabı nasıl da güzeldi ama. Kıyma, maydanoz, soğan, sarımsak ve çeşitli baharatlarla harmanlanarak tepsiye basılır, azıcık salçalı suyla taş fırında pişirilirdi. Üzerine de isteğe göre dilim dilim doğranmış patates, domates, biber konulurdu. En azından hatırladığı kadar öyleydi.

"Özledim... Özledim de..."

"Eee?"

"Ne bileyim Sarp ayıp olmasın şimdi."

"Saçmalama, ne ayıbı olacak? Yengem de patates köftesi yapar yanına şöyle suyuna batırır batırır yeriz."

Yok, daha fazla nefsine hakim olamazdı genç kadın. Patates köftesi diyordu Sarp, tepsi kebabıyla birlikte yeriz hangi insan böyle bir şeye hayır diyebilirdi ki? Her ne kadar hâlâ çekinse de "Peki," dedi. "Öyle olsun."

Birlikte eve girdiklerinde ilk Çiçek karşıladı onları. Feyza'nın tam karşılarında oturacak olmasına nedensiz sevinmişti. Normalde hocaları pek sevmez, onlarla anlaşamazdı ancak Feyza hocaya garip bir şekilde kanı ısınmıştı.

Üçü birlikte kapının önünde dikilmeye devam ediyordu ki Nermin Hanım'ın sesini duydular.

"Hoş geldin kızım."

Duyduğu sesle gerildiğini hissetti Feyza yine de sıcak bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. "Hoş buldum Nermin teyze."

"Karşıdaki evi tutmuşsun, hayırlı olsun."

"Sağ olun."

"Sen yapabilecek misin peki burada? Hiç İstanbul'a benzemez burası, küçük yerdir Antakya. Cafcaflı caddeleri, ışıkları yoktur, gecenin bir vakti de çıkıp gezemezsin. Gecesi gece, gündüzü, gündüzdür."

Sarp sabır dilerken Feyza bozulsa da belli etmedi, Nermin Hanım zamanında kendini sevmemişti, şimdi de sevmeyecekti, içinde bir yerlerde kırgınlık olsa da, olabilir diyordu. Her insanın, her insanı sevmesi şart değildi.

"Merak etmeyin Nermin Teyze, ben iyi biliyorum Antakya'yı ve seviyorum da. Sevmesem zaten ilk tercih yeri olarak burayı yazmazdım."

İşte şimdi şaşırmıştı Sarp, Feyza ilk tercih yeri olarak burayı mı yazmıştı? Şaşkınlık dolu bakışlarını ona çevirdi.

"İlk tercih yeri mi?"

Başımı salladı genç kadın, doğru ya Sarp bilmiyordu bunu. "Evet, atama tercihi yaparken Hatay'ı ilk sıraya yazmıştım."

Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrılırken neden Feyza'nın böyle bir şey yapmış olmasına bu kadar çok sevindiğini bilmiyordu Sarp. Demek Feyza, Hatay'a dönmeyi gerçekten istemiş, çabalamıştı tekrardan gelmek için. Şimdi bunu bilmek kendini mutlu etmişti sebepsiz.

Nermin Hanım memnuniyetsizlik dolu bakışlarını Feyza'nın üzerinde gezdirmeye devam ederken Meryem "Anne," diyerek mutfaktan çıkıp koridora geldi. Amacı onu, Feyza'dan uzak tutmaktı, ilk günden kızın canını sıkmasını istemezdi.

"Bir köftenin tuzuna bakar mısın? Bana biraz tuzsuz gibi geldi de."

"Bakarım kızım," diyerek mutfağa doğru yol aldı yaşlı kadın. Hiç içine sinmiyordu Feyza'nın bu kadar yakınlarında oturacak olması. Antakya'da başka ev mi kalmamıştı da diplerine taşınmıştı bu kız? Ama tabii oğlu rahat durmamıştı ki. Ne yapmış, ne etmiş sokmuştu o kızı burunlarının dibine. Allah vere de korktukları daha da başlarına gelmeseydi.

Sarp'la, Feyza hâlâ kapının önünde dikilmeye devam ediyorlardı ki Zeyno yine coşkuyla yaklaştı genç kadının yanına. "Feyza öğretmenim," dedi gülümseyerek. "Sana Mercan'ı gösterebilir miyim?"

"Mercan mı?"

"Evet, Mercan. Benim balığım, amcam almıştı onu bana."

Şimdi anlamıştı Mercan'ın kim olduğunu genç kadın. Dudaklarına tatlı bir gülümseme yerleştirdiğinde Sarp'a döndü. "O zaman bir sakıncası yoksa tanışmak isterim Mercan'la."

"Ne sakıncası olabilir ki?" dedi Sarp sevimli bir yüz ifadesi ile. İçinde tarif edemediği bir sevinç vardı. Feyza'nın, ailesine böyle dahil olması, ailesinin onu hemen kabullenip içlerine alması hoşuna gidiyordu. Annesi ne kadar ters davranırsa davransın ailesi seviyordu Feyza'yı.

"O zaman hadi gidip Mercan'la tanışalım."

Zeyno, Feyza'nın elini tuttuğunda birlikte odaya doğru yol aldılar. Sarp'ta kendini odasına doğru adımladı, üzerini değişse iyi olurdu. Daha fazla terli kalmak istemiyordu çünkü.

Akşam yemeği için sofra kurulurken Feyza mutfakta Meryem'e yardım etmeye çalışıyordu. İtiraf etmesi gerekirse yıllar sonra tam anlamıyla bir Hatay sofrasına oturacağı için seviniyordu. İnsanın iştahını açan tepsi kebabı, biber salçası, bulgur ve haşlanmış patatesle yapılan köfte, sonra tereyağlı humus, -o da nohutla, tahinle yapılan bir meze çeşidiydi.- Bu sofraya da çok mu çok yakışıyordu. Tüm bunların yanında da içecek olarak acı şalgam. O şalgamı pek içecebileceğini sanmıyordu Feyza ancak yine de sofraya tat kattığı bir gerçekti.

Masa özenle hazır olunca ev ahalisi de hep birlikte sofraya oturdu. Başta Nermin Hanım yer alırken Sarp'la, Feyza'da yan yana oturdu. Masa geniş olduğundan herkes rahat rahat yerleşti fakat yine de yan yana oturmalarından dolayı Sarp'la, Feyza'nın bacakları birbirine ister istemez değiyordu. İkisi de bunu pek umursamasa da birbirlerini değdiklerini fark edince aynı duygular yüreklerini sarıyordu.

Tepsi kebabının bir diğer özelliği tabaklara alınarak değil, piştiği tepside yenmesiydi. İsteyen elbette ki tabağına alabilirdi fakat bu yemeğin tadı tepside yenmesi ile çıkardı. Restoranlarda bile sipariş verilince masaya küçük bir tepside gelir, tabak niyetine tepsi kullanılırdı. Evde de değişmezdi bu durum. O et illa ki tepside yenirdi. Hele de patates köftesini etin suyuna batırıp yemek daha bir zevk verirdi. Ayrıca Hatay'a özgü yumuşacık tırnak ekmeği de salçaya batırmak pek güzel olurdu.

Sarp, Feyza'nın kibar bir şekilde eti yediğini görünce duruma el koydu. Gerçekten unutmuştu Feyza Hatay'da yemek yemeği. Ufak bir patates köftesini alıp tepsideki salçaya iyice batırmasının ardından yanında oturan kadına uzattı.

"Köfteyi böyle yiyeceksin ki tadı olsun."

Feyza bir an utandığını hissetti, Sarp'ın herkesin içinde böyle davranması çekinmesine neden oluyordu tuhaf bir şekilde.

"Yiyorum ya."

"Olsun sen bunu da ye."

Genç adam kendine tatlı tatlı bakarken hayır diyemedi Feyza. Elindeki köfteyi alarak küçük bir şekilde ısırdı. Sarp ise iç geçirdi bir lokmalıktı o köfte, ne gerek vardı minik minik ısırmaya?

Çocuklar kendi aralarında fısıldaşırken Meryem onlara ters bakışlarla bakıyor ancak Sarp'la, Feyza'nın haline gülmemek için kendini zor tutuyordu. İki şaşkındı kesinlikle onlar fakat bir o kadar da tatlıydılar. Çiçek, abisinin bakışlarından her şeyi anlarken Sedat görmemezliğe geliyordu onları ve Nermin Hanım hâlâ durumdan hoşnut olmayan bakışlarını Feyza'nın üzerinde gezdirmekten çekinmiyordu.

Yemek böyle devam ederken Sarp, yanındaki kadına yemek yedirme çabasındaydı. Eti, ekmek arası yaparak, köfteyi salçaya batırarak ona uzatıyordu ikide bir. Etin üzerindeki pişmiş biberin kabuğunu çıkartıp yine ekmeğin arasına koyduğunda "Bu tatlı," dedi. "Acı biber koymamasını arayıp özellikle rica ettim Nuri abiden. Tadına baksana bir."

Ağzındaki lokmayı yutmasının ardından yine gözlerini Sarp'a çevirdi genç kadın. Bu sefer harbiden herkesin bakışları üstlerindeydi.

"Sarp gerçekten doydum, bir lokma daha yiyecek yerim kalmadı."

"Ama..."

"Oğlum zorlamasana kızı," diyerek en sonunda araya girdi Nermin Hanım. Çocuk değildi ya Feyza, koskoca kadındı, kendi yemeğini kendi yiyebilirdi.

Sarp bakışlarını annesine çevirince iç geçirdi. Bir kerede bir şeye karışmasaydı.

"Doymuş işte kız, bırak. Midesi falan rahatsızlanır sonra."

Niye illa ki birileri hevesini kırmak zorundaydı? Niye her defasında mutluluğu boğazında düğümleniyordu? Hayır, abartmıyordu Sarp. Her defasında bir şekilde kırılıyordu işte hevesi.

Feyza sessizliğini korurken bu kez araya giren kişi Sedat oldu. "Feyza," diyerek genç kadının bakışlarının kendine dönmesini sağladı.

"Evi beğendin mi, içine sinmeyen bir şey var mı hiç?"

"Yok Sedat abi, her şey çok güzel olmuş. Çok teşekkür ederim, çok zahmet verdim size."

"Ne zahmeti Feyza, sen yıllar sonra gelmişsin buralara biz de boş boş oturacak değiliz ya. Elimizden geldiğince yaptık bir şeyler."

Meryem'in içtenliği kendini gülümsetirken hiç bulamadığı aile sıcaklığını bir kez daha bu evde buluyordu Feyza. Aile olmanın, böyle sıcak bir sofraya oturmanın nasıl güzel bir şey olduğunu anlıyordu. Sofradaki herkes içinden geldiği gibi davranıyor, kimse sahte bir maske yerleştirmiyordu yüzüne. Nermin Hanım bile.

"Çok teşekkür ederim, gerçekten sağ olun. Hakkınızı nasıl öderim hiç bilmiyorum."

"Sen mutlu ol, yeter," dedi Sarp içten bir gülümsemeyle. İkisinin bakışları bir kez daha buluşurken bu defa da Çiçek araya girdi.

"Hocam işinize karışmak gibi olmasın da evin ihtiyaçları falan illa ki olacaktır. Eğer o konuda yardıma ihtiyaç duyarsanız ben buradayım. Çarşıya falan birlikte gidebiliriz. Tabii isterseniz."

Ah şu genç kızlar, nasıl da heveslilerdi dekorasyon işlerine ve tabii Feyza bu konuda Çiçek'ten iyisini bulacak değildi.

"Olur Çiçek, gideriz birlikte."

Nermin Hanım bir kez daha iç geçirirken kızına ters bakışlarla bakıyordu bari o eksik kalsaydı ama ne mümkün o da ayrı bir sevmişti hocasını.

Yemek faslından sonra kahveler de içildi Meryem her ne kadar Feyza için künefe yapmak istediyse de genç kadın hiçbir şey yiyemeyeceğini söyledi. Harbiden bir lokma daha bir şey yerse çatlayacaktı. Kahveyi bile zor içmişti. Fakat Meryem, kendinden bir daha ki sefer için söz aldı. O künefe mutlaka bir akşam yapılacaktı. Feyza ise kabul etti, hem artık gerçekten komşu olmuşlardı elbet bir akşam birlikte künefe de yerlerdi.

İlerleyen saatlerde genç kadın kalkmak üzere hareketlendi saat yine epeyce ilerlemişti ve yeni evine gidip şöyle güzel güzel dinlense iyi olurdu. Fakat Sarp'ta, ben seni bırakayım diyerek ayaklandı. İki adımlık yerdi oysa, gerek var mıydı? Her ne kadar böyle söylese de Sarp beraber o iki adımı yürümek bile hoşuna gidiyordu. O yüzden de pek itiraz etmedi.

İkili evden çıkıp diğer evin önüne geldiklerinde karşılıklı olarak durdu. Yine ne konuşacaklarını bilmiyorlar ancak vedalaşmak için çabalıyorlardı.

"Cidden komşu olduk," dedi Sarp. Hâlâ bunun gerçekliğine inanmakta zorluk çekiyordu.

"Evet, komşu olduk."

Bu durum genç kadının da hoşuna gitmiyor değildi. Her sabah, her akşam Sarp'la karşılaşacak olmak kendini mutlu ediyordu. O kadar yılım ardından şimdi birbirlerine sadece on adımlık mesafe kadar uzaktılar.

"Ee o zaman karşılıklı alışveriş yaparız artık. Yani hani olur da birimizde tuz biter, şeker biter ne bileyim pirinç, bulgur falan biter birbirimizden isteriz. Hani şey demişler ya, komşu komşunun külüne muhtaçtır, öyle işte."

İçin için güldü Feyza, ah Sarp böyle şaşkın şaşkın konuşunca fazla tatlı oluyordu kesinlikle. Alt dudağını dişlerken "Olur," dedi. "İsteriz tabii."

Uzun uzun birbirlerine bakarlarken konuşmadılar. Feyza, Sarp'ın bakışları altında kalp ritminin hızlandığını hissederken yutkunmadan da duramadı. Fazla güzel bakmıyor muydu o kehribar gözleriyle? Kendini toplamaya çalışarak düşüncelerinden sıyrıldı.

"Şey... Ben... Şey yapayım eve geçeyim. Saat de geç oldu zaten. Yarın görüşürüz artık."

Genç kadın daha fazla böyle durursa saçmalayacağını bildiğinden hızla arkasını döndü. Fakat Sarp bir anda bileğini tutup kendini geri çevirince ne olduğunu anlamadı. Nefesinin kesildiğini hissederken, kendini Sarp'ın kollarında buldu. Sımsıkı sarılmıştı Sarp kendine, parmak uçları belinin kıvrımlarına dokunuyor ve içinde bir şeyleri harekete geçiriyordu. Eş zamanlı olarak midesine de kramplar giriyordu. Saniyeler sonra gözlerini kapadığında kaskatı kesilen bedeninin gevşediğini hissetti Feyza. Öyle ki, kendi de istemsiz kollarını Sarp'a doladı.

Sırtına yerleşen elleri hissettiğinde yaşadığı mutluluğu anlatamazdı Sarp. O kadar çok beklemişti ki bunu yapmak için şimdi de daha fazla kendini tutamamış, sarılmıştı Feyza'ya. Onun kalp atışlarını duyabiliyor, bahar yeli gibi mis kokusunu doya doya içine çekebiliyor, ellerini, dalgalı saçlarında özgürce dolaştırabiliyordu daha ne isterdi ki? Yanında, kollarının arasındaydı Feyza, mutluluk diye bir şey varsa şüphesiz buydu işte.

"Teşekkür ederim."

"Ne için?"

"Geldiğin için."

Hayat mutlulukla mutsuzluğu birlikte getirirdi aslında, herkesin aynı şeye sevinmesi ya da üzülmesi mümkün değildi. Bazen bir olay bazılarını sevindirir bazılarını üzüntüden kahrederdi Feyza'nın dönüşü de böyle olmuştu. Elbette ki mutluydu Sarp, Feyza da öyle ancak biri değildi, o da karşı pencereden onlara bakan mavi gözlerin sahibi, Sırma'ydı.

Loading...
0%