Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Gri Bere

@piapavlova

Ben Gazal, Gazal Görke. Insanların soğuk olarak adlandırdığı insanlardanım. Mesela yüzüm her daim gülmez benim, insanlara da öyle sevgiyle yaklaşmam. Tereddütlerim vardır hayatta, cesaret edemediklerim. Ben buydum, insanlardan uzak durmam gereken sırlarım vardı.

Bugün 19 Aralık, buranın kışının en sert geçtiği zamana az kalmıştı ve ben şuan Mavro’nun peşinde koşuyordum.

Mavro, benim altın gözlü sırdaşım.

“Mavro ! Dur.” Karların içinde zorla ilerlerken artık bu soğukta koşmaya daha fazla mecalim kalmamıştı. “Mavro, sana diyorum.”

En sonunda bir yerde durduğunda bende artık daha ağır bir şekilde adımlamaya başlamıştım. Yanına vardığımda ileriye doğru hırçın bir şekilde havlamaya devam ediyordu. Normalde bu kadar hırçın değildi ama bir süredir üzerinde bir huzursuzluk vardı. Havladığı yöne doğru baktığım zaman, patikanın ilerisinde ağaçların arasında bir grup vardı. Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktığımda o kişilerden birini tanıdığımı farkettim ; Lodos Pavlov.

Eğitimin yarı döneminde bizim okula gelmesini, onu tanıyanlar çok garip bulup huzursuzlanmışlardı.

“Tamam oğlum, sakin ol. Hadi gel gidelim.” Diyip tasmasına doğru hamle yapacağım sırada Mavro patikanın ilerisine doğru koşmaya başladı. “Hayır, Mavro !” Bizim gürültümüzle beraber orada olanların yüzleri bu tarafa dönmüştü. Daha fazla beklemeden Mavro’nun peşinden bende koşmaya başlamıştım. En sonunda Lodos’un önünde durmuştu Mavro.

Gerçekten mi Mavro ! Beni bunun için mi bu kadar koşturmuştun, üstelik o kadar kişi varken o mu.

Lodos, dizlerinin üstünde Mavroya doğru eğilip başını okşarken, “Küçük dostum, yine karşılaştık demek ki.” diye mırıldandı.

Siyah düz saçları alnında gölge oluşturuyordu, gözlerimi ondan çekmek çok zordu. Karların içinde, üstüne kış güneşi vururken inanılmazdı.

Kendine gel Gazal, hem o ne demişti ‘yine karşılaştık’. Başka ne zaman karşılaşmışlardı ve ben neden hatırlamıyordum o anı. Hatırlamamam imkansızdı çünkü Mavro ile sadece ben dışarı çıkıyordum.

Nefes nefese yanlarında durmaya devam ederken Lodos hariç diğerleri bana bakmaya başlamışlardı. Daha önce aralarından birini bile gördüğümü hatırlamıyordum.

Peki, sen neyi hatırlıyorsun Gazal.

Hiç, hiçbir şeyi.

Bulanık.

Geri dikkatimi onlara verdiğim zaman, içlerinden sarışın olan kız ; “Lodos, hadi gidelim artık. Abi beklemeyi sevmiyor biliyorsun.”

“Tamam Beren, abartma.” Derken bıkkın bir bir ses tonuyla cevap vermişti. Son kez Mavro’nun başını okşayıp, bakışlarını bana çevirdi. “Tasmasını daha sıkı tutmanı tavsiye ederim ya da ellerinde tutamadığın şeye hiç sahip olmamanı.”

Onun bu sözlerinin üzerine yaptığım tek şey bakmaktı, gözlerimi Mavro’ya çevirdim.“Hadi Mavro, gidiyoruz.” arkamı dönüp ilerlemeye başlamıştım, ardımdan Mavro’nun yürürken karda çıkardığı ayak seslerini duyuyordum.

“Bir dakika, dursana. Seni bir yerden hatırlıyorum.” Diye seslendi aralarından biri. Her ne kadar daha fazla bu ortamda kalmak istemesemde bana kimin seslendiğini anlamak için baktım.

O da sana bakıyor Gazal.

Sağ tarafımın uyuştuğunu hissediyordum.

“Sen, Gazal Görkesin. Şu meşhur mücevher ustasının torunu.” az önceki ses devam etti. Bana bu cümleleri aralarında esmer olan çocuk kuruyordu, ona baktığım zaman gerçekten çokta tekin bir tip olduğunu söyleyemezdim.

“Evet, o meşhur mücevher ustasının torunu.” Derken sesimdeki iğneleme oldukça farkediliyordu.

Heryerdesin büyükbaba.

Ne zaman gölgeni çekeceksin üzerimden.

“Eğer söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa gidiyorum artık.”

“Sende fazla soğuk çıktın, kime bu havan.” Derken üzerime doğru gelmeye başlamıştı.

“Tamam !” diye sağ taraftan onun sesinin gelmesiyle bana gelen adımlar durmuştu. Uzaktan bakan herkes bu duruma çocuğun canının sıkıldığını farkederdi.

Lodos’un “Hadi, sende devam et yoluna. Durma daha fazla.” Demesinin ardından gözlerimi devirip arkamı döndüm. Oradan uzaklaşırken aklımada sadece kahvaltı saatine geç kalıp kalmadığım vardı. Bu beni telaşa sokarken adımlarımı daha da hızlandırdım, bir taraftan telefonumu cebimden çıkarıp saate bakarken diğer taraftan Mavroyu gözümle takip ediyordum, bir kovalama vakası daha yaşayamazdım.

Eve geldiğim zaman, herkesin çoktan kahvaltı masasına oturduğunu farkettim. İçeriye doğru adımlarken masada olan bakışlar bana dönmüştü. Masada sadece büyükbaba yoktu, rahatlamıştım. Sabah olanlardan sonra bir de onun azarına katlanabileceğimi sanmıyordum.

“Gazal, nerdesin sen ! Sabah erken saatte çıkmışsın evden, üstelik az daha kahvaltıya geç kalıyordun.” Diye seslendi abim.

“Geç kalmadım ama değil mi o yüzden abartmaya gerek yok.”

“Senin şu umursamazlığın, katlanamıyorum Gazal.” Bakışlarımı bu sefer anneme doğru çevirdim,

“Umursamazlık falan yaptığım yok ! Ortada bir sorun yokken sizin bir sorun varmış gibi davranmanız beni çileden çıkartıyor.” Konuşmalarımız, merdivenden gelen sesle beraber kesilmişti ve direkt masadaki yerime doğru adımlamıştım

Tak

Tak 

Tak 

Kalbim atışlarını hızlandırırken, aklıma sabah kafama gri beremi taktığım geldi. Elimi saçıma uzattım saklamak için ama bere yerinde yoktu. Gözlerim, odaya girip durduğum yerde gezmeye başlamıştı ama görünürde de yoktu. Düşürmüş olmalıydım Mavro’nun peşinde koşarken. Sonunda büyükbaba kapıda görünürken ardından Akif Efendi geldi. Akif Efendi; büyükbabanın bu evdeki gözü ve kulağıydı. Bana göre büyükbabadan sonraki üzülünecek en son insan olabilirdi. Büyükbaba gözlerini hepimizin üzerinde tek tek gezdirirken en sonunda bende durmasıyla beraber, “Afiyet olsun.” Demişti.

Herkes sandalyelerine oturup tabaklarına bir şey almaya başlamıştı. Gözlerim boş boş masada dolanırken bir yandan da sabah olanları düşünüyordum.

Lodos Pavlov.

Derin bir nefes çekip portakal suyundan yudum aldım aynı zamanda büyükbaba konuşmaya başlamıştı.

“Gazal, bu sabah eve geç gelmişsin. Üstelik en erken saatte de çıkmışsın.”

Masada olan uğultu bir anlığınada olsa kesilirken, yutkundum.

Tak

Tak

Tak

“Evet büyükbaba, erken saatte çıktım Mavro ile beraber ama kahvaltı saatine geç kalmadım.” Sesim oldukça düz çıkıyordu.

Elindeki bitmiş çay bardağını sertçe masaya koyarken bana bakmaya devam ediyordu, “Bu aralar dikkatimi çekiyorsun Gazal, çekme !”

Sessiz kal Gazal, göze batma Gazal.

“Kusura bakma büyükbaba, bir daha olmaz.”

Masada gerçekleşen en son konuşma bu olmuştu, herkes kahvaltısını sessizce yapmaya devam ederken kimse büyükbabanın radarına girmek istemiyordu. Büyükbaba kahvaltısını bitip ayaklanırken masada olan herkes onunla beraber ayağa kalkmıştı. O gittikten sonra odada olan yedi kişi derin bir nefes alabilmişti.

“Söylesene Gazal, biz mi abartıyormuşuz ortada bir sorun yokken.” Diyen ablam masaya oturmadan önce onlara karşı kurduğum cümleye atıfta bulunuyordu.

Önümdeki servisi masaya koyup kalktım yerimden. Kapıdan çıkmadan önce abimin arkamdan, “Akşam yemeğine geç kalma ! Misafirlerimiz var.” Dediğini duydum.

Biran önce evden çıkmak istiyordum. Yukarıda duşa girip üstümü değiştirmemin ardından okul için yola çıktım.

Yoldayken sabah olanları düşünüyordum. O patika yolda ne yapıyorları erken saatte ? Abi kimdi ve en önemlisi Lodos Pavlov kimdi ? Galiba beni en çok ilgilendiren soru son soruydu. Neden herkes onun gelmesine bu kadar huzursuzlanmıştı. Ve duyduğuma göre iki yıl ortalardan kaybolup buradan uzaklaşmıştı. Ben aklımdaki sorulara kafa yorarken çoktan kampüsün otoparkına gelmiştim, arabayı parkedip içeriye doğru adımlarken gözlerimi bahçede olan insanların üzerinde gezdiriyordum.

Buranın havası soğuktu ama insanları daha soğuktu yalnız hissederdiniz ve kimse bu durumdan şikayetçi olmazdı.

Kimse gerçek değil.

Kolumda bir el hissetmemle başımı yana çevirdim, “Gazal, sonunda geldin. Sen gelene kadar en az üç kahve bitirmiş olabilirim. Neden bu kadar geç kaldın ki ?”

Nehir Kalyon.

En yakın arkadaşımdı, öyle olmalıydı.

“Geldim Nehir, hem o kadar da geç kalmadım baksana derse daha yarım saat var.”

“Ben ders için demiyorum kızım, sen yokken neler oldu burda hemen anlatmam lazım ama önce gel de oturalım şuraya.” Sağ tarafımızda kalan banka doğru yürüdük. Oturmamızla beraber Nehir, benim burda olmadığım bir haftayı anlatmaya başladı.

Dikkat et Gazal, derine dalma.

Tak 

Tak

Tak

“İşte sonra Lodos Pavlov geldi, Gazal sen beni dinliyor musun ?”

Onun isminin geçmesiyle beraber irkilmem aynı anda olmuştu. Bu irkilmemi farkeden Nehir, “Gazal, sen iyi misin ?” Derken sesi endişeli çıkıyordu.

“Hım, Pavlov diyordun en son.” Olayın en başını dinlemediğim için neler olduğunu bilmiyordum, Pavlov nereye gelmişti ?

“Boşver şimdi, sen iyi görünmüyorsun. Yine mi kahvaltı da bir şeyler yemedin.”

“Çok aç değildim hem biliyorsun o evde ve masada bir şeyler yemek çok zor.” Diye söylenip derin bir nefes çekmiştim içime. Oturduğumuz tarafa doğru gelen Pavlov ve sabah yanında gördüğüm arkadaşları dikkatimi çekmişti.

Ona bakarken istemsiz bir şekilde daha dik oturmaya başlamıştım, biri sırtımdan iğne batırıyordu. Dikkatimi Nehir’e veremiyordum bir türlü, sanki beni etkisi altına almıştı ve gözlerimi ondan çekemiyordum.

Dikkat et Gazal, derine dalma.

Tak

Tak

Tak

Onun kafasındaki bere, benim sabah düşürdüğüm bere miydi ? Gri berem. Ben bunu düşünürken gelip, biraz uzağımızda olan banklara oturmuşlardı. Gözlerim, bereye bakarken gittikçe kısılıyorlardı.

“Gazal, senin bu bir şeyler yememe işine çözüm bulmamız lazım. Baksana bir deri bir kemik kaldın kızım, artık kemiklerin sayılacak.” Nehir o kadar yüksek ve telaşlı sesle konuşuyordu ki, yakınımızda oturanların çoğunun bakışı bize dönmüştü.

Sana bakıyor Gazal.

Gözlerimi onlardan çekip kolumdaki saate baktım, “Nehir, derse geç kalıyorum. Bu meseleyi ders arasında konuşalım.” Diye Nehir’e cevap verirken bir yandan ayağa kalktım.

“Tamam ama bak dikkat et kendine. Bir şey olursa ara beni hatta dur sana şurdan çay ve senin sevdiğin bademli kurabiyeden alalım öyle git derse.”

Nehir, benim için bu kadar endişelenme.

“Nehir, canım arkadaşım ; ben şimdi derse gidiyorum sonra tamam mı.” Cevap vermesini beklemeden fakülteye doğru ilerlemeye başladım.

Basamaklardan çıkarken telefonumun çalmaya başlamasıyla merdivenin ortasında durmak zorunda kalmıştım. Çantam neden bu kadar karışık olmak zorunda ki.

“Nerdesin, nerdesin, nerdesin.” Yanımdan insanlar geçerken birinin koluma çarpmasıyla beraber çantamın içindeki eşyalar yere saçılmıştı.

“Gerçekten harika ! Daha güzel bir gün olamazdı.” Bütün eşyalarım merdivende serili bir şekilde duruyordu, sinirim sabahtan bu yana o kadar bozulmuştu ki en sonunda bana çarpan kişiye patlamıştım.

“Dikkat etsene, görmüyor musun durduğumu.” Diye seslendim ardından.

Seslendiğim kişi durup yüzünü bana döndüğü zaman onun sabah patikada üzerim yürüyen çocuk olduğu anlamam uzun sürmedi.

“Gerçekten bir sen eksiktin.” Diye mırıldanıp merdivene saçılan eşyalarımı toplamaya başladım. Başımın yanına bir çift siyah bot yaklaşmıştı, ben botlara bakarken aynı zamanda yukarıdan bir ses geldi,

“Sen bana mı az önce sesini yükselttin.” sesi soru sormaktan ziyada daha çok tehdit barındırıyordu.

“Git başımdan, seninlen uğraşamayacağım gerçekten daha fazla.” Diyip eşyalarımı toplamaya devam ettim.

“Ama ben seninle uğraşırım.”

Kolumdan birinin tutup çekmesiyle beraber ayağa kalktım, kimin kolumu tuttuğuna bakmak için kafamı çevirince onu gördüm ; Pavlov.

Dokunduğu yer karıncalanıyordu.

Tak

Tak

Tak

Sakin ol Gazal.

“Poyraz, işine bak kardeşim. Gözüme bu aralar fazla batıyorsun, batma.” Der dermez kulaklarımda büyükbabanın sesi yankılandı.

“Bu aralar dikkatimi çekiyorsun Gazal, çekme !”

Yeniden olduğum ortama baktığımda Pavlov’un yanına sabah ki sarışın kız da gelmişti. Gözleri bizim üzerimizdeydi.

“Lodos, ne oldu.” Diye sorarken kullandığı ses kulaklarımını tırmalamıştı ve istemsiz bir şekilde yüzümü buruşturmuştum.

“Ne olacak Beren, Lodos’un her zamanki işime burnunu sokmaya çalışması.” diye yanıltlamıştı onu Poyraz.

“Poyraz, kalbini kırarım uza.” Derken, çocuğun üzerine hafiften yürüdü Pavlov.

Poyraz bununla beraber bize son kez bakıp daha fazla durmadan indiği basamakları çıkıp fakülteye girdi.

“Sende Beren, geliyorum birazdan.” kıza cevap veren sesi az öncekine göre daha ılımlı çıkıyordu. Beren kafasını sallayıp yanımızdan ayrıldı.

“Artık kolumu bırakır mısın, yeterli bu kadar.” derken gözlerine bakmamaya dikkat ediyordum.

Hipnoz edici kahve gözler.

Dikkat et Gazal, derine dalma.

“Pekala, bıraktım kolunu sinirlenme hemen.” Eğilip ayaklarımızın ucunda duran atkımı eline aldı.

“Sen böyle sürekli eşyalarını düşürür müsün ?”

“Yani bazen.”

Ne, bir dakika ben niye cevap veriyordum.

Atkımı elinden hızlıca alıp dudaklarımı içe alacak şekilde boynuma doladım.

Zemheri yakındı.

Pavlov, elini atkıma doğru uzattığı zaman birkaç adım geriye doğru gittim ama bir şey değişmedi çünkü benimle beraber o da gelmişti.

“Sakin ol, kal yerinde.”

Atkımı kulaklarıma doğru çekerken, “Kulakların kıpkırımızı olmuş, bere neden takmadın ?” diye sormuştu.Kaşları aynı zamanda çatıktı.

Onun kaşları sürekli çatık Gazal.

Yüzüne doğru uzanıp kaşlarının arasında sürekli çalmaktan dolayı oluşan kırışıklığı düzeltmek istedim. Düşüncesi bile parmak uçlarımı uyuşturmaya yetmişti, dokunduğum zaman ne olacağını hayal edemiyordum.

“Beremi sabah düşürmüşüm galiba, hatta senin berenin aynısındandı.”

“Hım, benim beremin aynısındandı öyle mi.” Derken dudağının sol tarafı kıvrılmıştı.

O benimle dalga mı geçiyordu. Sinirlenip kafasında olan bereye doğru uzandım ama bileğimden yakalayıp elimi aşağıya indirdi.

“Benim berem oldu, kendine başka bere bak.”

“Nasıl senin beren oldu ya, ver şu beremi baksana o olmadan kafam üşüyor benim.” Sinirlenmeye başlıyordum artık. Ama Pavlov beni umursamayıp yüzüme son kez baktıktan sonra yanı başımdan geçip gitmişti.

Kahretsin.

Çantamı hızlıca koluma takıp, saatime baktım. Harika ! Ders başlayalı yirmi dakika olmuş. Derin bir nefes alıp, merdivenleri geri inmeye başladım. Başım artık gerçekten ağrımaya başlamıştı. Ayaklarımı, çay ve kurabiye almak için kafeteryaya çevirdim. Bence insanın soğuk havalarda içini ısıtmasına yardımcı olacaklar listesinde ilk üçe girecek olan o iki şeydi; çay ve kurabiye, bademli kurabiye.

İstediklerimi aldıktan sonra boş masa bakmaya başlamıştım, köşede olan masalardan biri boştu. Masaya doğru adımlayıp eşyalarımı koyduktan sonra oturdum ve aklıma telefonumun çalmış olduğu geldi. Kim aradı acaba diye düşünürken çantamdan çıkardım telefonu. Ekranda ‘büyükbaba’ ismi yanıyordu.

Tak

Tak

Tak

“Bu aralar dikkatimi çekiyorsun Gazal, çekme !"

Loading...
0%