Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.Bölüm:

@pinar_0000

( Umut’un anlatımıyla...)

 

1539... Hâlâ ara ara inanmakta güçlük çeksem de, buradaydık işte... Etimizle, kemiğimizle burada bu yüzyıl da...

 

Hissediyordum. Kızları bulmanıza çok az kalmıştı. Bugüne denk onlardan bir iz, bir ipucu bulmaya çalıştık. Keza buldukta ama yinede onlara henüz ulaşamamıştık. Tam umutlarım tükendi derken kendimizi bu yüzyılda bulduk. 16. Yüzyılda... 1539 senesi ve bir yaz mevsiminde...

 

Şimdi ise Selim ile ben, Ahmet adında yeni tanıştığımız bir yabancı ile yollarımız kesişmiş ve yeni bir umut doğmuştu içimize. Kızlardan geriye kalan, uyandığımız da kulübede bulduğum bir kaç kıyafetten başka bir şey değildi.

 

Ahmet bize neler olup bittiğini, buraya nasıl geldiğimizi anlattı. Hatta bize yardım edeceğini söyledi. Yine de içimde anlam veremediğim bir huzursuzluk hâkimdi. Kızları bulsak bile kendi zamanımıza dönebilecek miydik..?

 

Aradan geçen bir kaç günde sadece plan yaptık. Plan yaparak ilerlemenin en iyisi olacağını düşündük. Elimizde güvenmekten başka çaremizin olmadığı tek kaynak ise eski bir kitaptı.

 

Bu kitap bizi kızlara ulaştıracaktı. Kızlara ulaştıracak ve evimize döneminin yolunu gösterecekti. Göstermek zorundaydı.

 

Kitap, Osmanlıca yazılmıştı. Bu yüzden ben dahil, ne Selim ne de Ahmet kitabı okuyamamıştık. Kendi zamanımızda olsaydık fotoğrafını çeviriye okutup anında Türkçe’ye tercüme ettirirdim. Ama yıl 2023 değildi. Yıl 1539 idi.

 

Bu yüzden kitabı daha iyi anlayabilmek adına Ahmet’in “Kara bulut” adında ki teknesine gözcülük eden ‘dayı’ lakaplı o adamın yanına gittik.

 

Adama, bu kitabı tercüme etmesi için rica ettik. Sağ olsun bizi kırmadı bir kaç gün kitabı ona bıraktık. Kitap büyük ve esrarengizdi. Öyle şeyler yazılıydı ki anlamakta dayı bile güçlük çekmişti. Bu yüzden ona, bir kaç günlüğüne kitabı emanet edip biz de kızları aramaya koyulduk.

 

Bakmadığımız delik girmediğimiz yer kalmamıştı. Fakat onlardan ne bir iz ne de başka bir şey bulamamıstık. Elimizde sadece kulübede bulduğumuz kıyafetler vardı. Zaten bu kıyafetler sayesinde onların burada olabildiğine inandık. Keza Ahmet de öyle düşünüyordu.

 

İçlerinden biri ya da hepsinin bu deneyin kurbanı olduğunu düşünüyordu. Çünkü kitap ve anahtar verilmişti. Geleceğe gönderilmeden önce, onlar olmadan geri dönemezlerdi.

 

“Benim aklıma bir şey takıldı.” Dedi Selim. Tedbili kıyafet giyip sokak sokak kızları aradığımız sırada...

 

“Ne?” Dedim. Umarsızca hem yürüyüp hem etrafa göz gezdirirken. O ise oldukça düşünceli görünüyordu.

 

“Kızlar da kıyafet değiştirdiyse onları nasıl bulacağız. Sonuçta buraya gelirken giydiği kıyafetlere denk geldik. Demek ki onlarda bizim gibi tedbili kıyafet giydi. Etrafa baktığımda ise bütün kadınların gözleri hariç her yeri kapalı.” Selim bunu söyleyene denk dikkat etmemiştim. Sanırım haklıydı. Onları bulmamız gittikçe zorlaşıyor gibiydi. Yinede vazgeçmeyecektik.

 

Ahmet ise bir anlığına duraksadı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.

 

“Ne oldu? Niye durdun?” Dedim ona baktığım sırada. O ise gözlerini kısmış, ileri de birini görmeye çalışarak bana işaret etti.

 

“Şurada sizin tabir ettiğiniz kişilere benzer birileri var sanki.” İşaret ettiği tarafa gözlerimi çevirip baktım. Üç tane aynı bizim kızlar gibi kadınların koşarak bir dükkana yöneldiğini gördüğümde önden hızla ilerledim.

 

Etraf o kadar kalabalıktı ki... İnsanlara çarparak yürümeye devam ettim. Çünkü eğer gerçekten onlar ise bu kez kaçırmaya niyetim yoktu.

 

( Elif’in anlatımıyla...)

 

Eteklerimi tutarak var gücümüzle koştuğumuz bu yollar, ya bizi özgürlüğe ya da esarete kavuşturacaktı. Peşimizde bir bela vardı. Hem de bu kez çok büyük bir bela...

 

Ormandan çıkmış çamura batmış ayaklarımı umursamadan Hatice Teyze’nin bizi götürdüğü o terzi dükkanının önüne gelmiştik. Fakat peşimizde olan o büyük güç ki bu Hürrem Sultan’ın taa kendisi... Saray muhafızları ya da adı her ne ise davullarla meydanda bildirmişlerdi. Ölüm ilanımızı...

 

Evet bu bizim ölüm ilanımızdı. Daha eve dönemeden, burada bu yüzyılda gözlerimi kapatmak istemiyordum. Ailemi, Selim’i bir kez daha göremeden ölmek... Gerisini getiremiyordum bile.

 

Muhafızlar, bizim saraydan kaçtığı haberini verdiklerinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. İşte! Dedim. O an, işte bizi buldular! İtinayla korka korka saklandığımız o sarayda; tam kaçtık, artık özgürüz, kimse bizim yalan söylediğimizi anlamadan biz kurtulduk. Dediğimiz sırada bizi bulmuşlardı.

 

O an etrafa korku dolu bakışlar atıyordum. Kaçacak bir delik, saklanacak bir yer aradım. Daha sonra yalnızca arkama bakmadan kızlarla beraber koştuk. Muhafızlar, şansımız vardı ki çok geride bizden uzaktaydılar. Bu yüzden bizim koştuğumuzu fark etmediler. O an yalnızca koştum. Bir taraftan da başlığımı tutuyordum. Kimse bizi tanımaması için ama ben koştukça başlığım geriye doğru açılmak için benimle inat ediyordu.

 

Başlığımı iki elimle birden tuttuğum sırada koşmaya devam ediyordum. O an başlığım gözlerime indi. Simdi bir şey pek göremesem de yere bakmakla yetindim. Ama daha fazlası oldu. Birine öyle sert çarptım ki kime çarptığımı dahi göremiyordum. Çarpıp durdum. Kızlar ise büyük ihtimalle benimle aynı anda durdular çünkü arkamı dönüp bakamıyordum.

 

Çarptığım yabancıdan özür dilemek için başlığımı kaldırdığımda, şaşkınlıkla ağzım açık kaldı. Bu oydu. İnanamıyorum bu oydu. Beni nasıl buldu, bu nasıl mümkün olabildi?

 

“Umut?”

 

Dedim şaşkınlıkla, evet çarptığım yabancı, Umut’tu...

 

“Elif..?”

 

Dedi. Öyle şaşkın, öyle özlemle bakıyordu ki gözlerime... Bir an bile tereddüt etmeden sarıldım. Aynı şekilde o da bana, o kadar özlemiş o kadar ayrı kalmıştık ki...

 

“Adamlar peşimizde, Elif... Saklanmamız lazım.” Arkadan gelen sesin Sena’ya ait olduğunu bilsem de bu anı bozduğu için ona kızmak geldi içimden ama yapmadım. Çünkü haklıydı. Umut’tan ayrıldım. Buraya nasıl geldiklerini soracak vakit olmadan,

 

“Ne adamı? Kimden kaçıyordunuz?” Dedi Umut...

 

“Anlatırız. Ama şimdi saklanmamız lazım.” Dedi Burçak.

 

Umut, elimden sıkıca tuttu. Ve var gücümüzle koştuk. Oradan, o Pazar yerinden kimseye fark ettirmeden kaçtık. Eteklerim bacaklarıma dolanıyordu. Diğer elimle onları dizginlemeye çalışsam da yinede bir an olsun durmadık. Kızlar, Selim, Umut ve ben yalnızca uzaklaştık.

 

Uzaklaşmak iyi miydi? Bilmiyorum. Ama benim tekrar o saraya dönmeye niyetim yoktu. Zoraki çıkmıştık. Eğer düğün olmasaydı ve saray kapılarını halka açmış olmasaydı kaçmamız biraz zor gibiydi. Aslında dışarıdan şaşalı görünen bu saray altın kafesten başka bir yeri anımsatmıyordu artık bana...

 

Oraya ilk girdiğim sırada masalsı büyülü bir yer gibi gelmişti gözüme, şimdi ise her metre karesinde gözyaşı, duvarlarında ise duyulmayan feryatlar eşlik ediyordu hane halkına... Kasvet, kan, gözyaşı...

 

Hep beraber koşarak deniz kenarına gelmiştik. Etrafta bir sürü tüccar teknelerle, gemilerle mal getirmiş kimisi mallarını pazarlıyor kimisi at arabasına yüklüyordu. İçlerinden bir kaçının bize pis pis baktığını gördüğümde öylesine bakmadıklarını fark ettim. Çünkü üstümüz başımız çamur içindeydi. Ormanda saraydan kaçarken üstümüze yağmur yağmış eteklerimiz çamur olmuştu.

 

Sonra başımı gökyüzüne çevirdim. Karabulutlar dolaşıyordu üstümüzde, bir yağmur kokusu kaplamıştı her yanı... Sonra burnumun ucunda bir ıslaklık hissettim. Bir tane küçücük korkak bir yağmur damlası... Tam da burnumun ucunda titreyerek duruyordu. Bak! Dedim. Kendi kendime, sen özgürsün. Nereye düşmek istersen rüzgar sana arkadaşlık eder ve seni o yöne savurur... Gitmek istediğin yere sana eşlik eder. Sen, ben gibi değilsin. Hiç bilmediğin insanların, hiç bilmediğin bir çağda, esir değilsin. Sen buraya aitsin. Gitmek istediğin her an rüzgar sana arkadaşlık eder ve gidersin. Dedim.

 

Kimse konuşmuyordu. Sanırım gideceğimiz yere saklanıyordu, içimizdeki sorular... Deniz kenarında, balıkçıların meraklı gözlerine aldırmadan yürüyorduk. İleride tek başına duran orta boylarda balıkçı teknesinin yanında durduk. Yanımızda başka bir yabancı daha vardı. Öne atılıp tekneye atladı.

 

“İçerisi müsait gelin.” Dedi. Ben eteklerimi tutup tekneye adım attığım sırada, Umut elini uzattı elinden nazikçe tutup tekneye geçtim. Sırasıyla, Sena’da geçti yanıma, daha sonra Burçak’da aynı benim gibi eteklerini tutup tekneye bir adım attığında Selim’in elini uzattığını ve ona destek verdiğini gördüm. O da bir saniyeliğine gözlerinin içine baktı Selim’in, sonra sorgulamadan elini tuttu ve yanımıza geçti.

 

“Evet, anlatın bakalım şimdi.” Dedi Umut, karşımızda bizi sorgular gibi...  Ben ise bir Sena’ya bir Burçak’a bakıyordum. Aralarından kimse olanları anlatmayınca iş başa düştü tabi. Ben de başladım anlatmaya; buraya nasıl geldik, anahtarı ormanda nasıl bulduk, saraya yolumuzun nasıl düştüğünü, kendimi Mihrimah Sultan’ın kuzeni olarak tanıttığımı ve yolumuzu bulmak için yaptığımız tonlarca planı...

 

Uzun uzadıya her şeyi tane tane anlattım. Aslında onlarda bizim buraya gelirken geçtiğimiz kapıdan geçerek gelmişler. Kıyafetlerimizi kulübede bulduklarında anlamışlar burada olduğumuzu ve peşimize düşmüşler. Şimdi tek derdimiz evimizin yolunu bulmak ve peşimizde ki askerlerden kurtulmaktı. Eğer yakalanıp da saraya geri dönersek, yaptıklarımızı açıklayacak, kendimizi savunacak mantıklı bir açıklamamız dahi yoktu. Kimse bize inanmaz, inandıramazdık.

 

Ne diyecektik? ‘bizler aslında zaman yolcusuyuz, merakımıza yenik düştük taa dört yüz yıl gelecekten geliyoruz mu? Diyecektik.’ Bize deli muamelesi yaparlardı. Kimseye inandıramazdık.

 

( Bir müddet zaman sonra...)

Tekneden çıktık. Biz altı kişi... Düştük yollara gideceğimiz yeri ise çok iyi biliyorduk. Sıkı sıkıya tuttuğum başlığın altından yola bakıyordum. Umut ise olması gerektiği yerde yanımdaydı. Laf söz olmasın diye el ele tutuşmuyorduk.

 

Tabiki tek bildiğim yer Hatice teyzenin eviydi. Ondan başkasına sığınamaz güvenemezdik. Umut'ların, teknede dayı lakaplı adama bırakmış oldukları kitabı da yanımıza aldık artik iki kitap ve üç anahtarımız vardı.

 

Hatırlarsınız üçüncü anahtarı saraydayken şans eseri bulmuştuk. Henüz ne işe yaradığını bulamasakta bize kimin yardım edeceğini çok iyi biliyordum.

 

Nihayet Hatice teyzenin evi görünmüştü. Umut ise meraklı gözlerle bana bakıyordu.

 

"Burası kimin evi?" Diye sordu. Karşımızda durmakta olan Hatice teyzenin evini göstererek. Gülümsedim.

 

"Öğrenirsin birazdan, gel!" Hepimiz birlikte eve yöneldik bahçede kimse yoktu. Onu evde bulmayı bekliyordum. Ve kapıyı tıklattım. Kapı ikinci çalışımda açıldığında, Hatice teyze heyecanla gülümsedi.

 

"Hoşgeldiniz yavrularım." Dedi ve hemen arkamda duran Sena'ya yani öz kızına koşup sarıldı. "Canım kızım, ne çok özledim seni..." Dediğinde, Umut dahil Selim ve Ahmet'te şaşkınlıklarını gizleyemediler.

 

Hatice teyze bizi eve buyur ettiğinde, içerisi bomboştu. Ne o çocuktan ne de Sena'nın babasından iz yoktu. Sanırım tekrar işlerine geri dönmüşlerdi.

"Tekrardan hoşgeldiniz."dedi Hatice teyze, sedirlerden birine oturduğunda yanımızda bizimle beraber gelen Umut, Selim ve Ahmet'e göz gezdirdi. Tabi yanınızda erkek görmüş olmak bu dönemde pek hoş karşılanmıyordu.

 

"Hatice teyze, onlar bizim arkadaşlarımız. Hatta Ahmet'te tıpkı kızın Sena gibi deney kurbanıymış." Dediğimde çatık kaşlarını salıverildi. Yüzü de anladığım kadarıyla yumuşamıştı. O da hoş karşılamıyordu yanımızda erkek olmasını.

 

"Anlamadığım bir konu var. Sena nasıl olurda sizin kızınız oluyor? Sonuçta bu mümkün değil." Umut'un kafası fena halde karıştığı sorduğu sorulardan belli oluyordu.

 

"Ben sana bir ara anlatırım." Dedim. İmalı bir şekilde göz kırparak.

"Evet, tanışma faslı bittiyse şimdi ne yapıyoruz? Unutmayalım ki, ardımızda büyük bir tehlike varken bizim burada oturmamız ne kadar doğru? Bizleri bulmaları an meselesi." Dedi Burçak, haklıydı. İlk bakacakları yer tabi ki evler olacaktı. Aramaya ilk önce çevre evlerden başlayacaklardı. Bizim burada bir gün bile kalmamız çok tehlikeliydi.

 

"Kitap yanınızda mı?" Diye sordu. Hatice teyze, Sena çantasından iki kitabı birden çıkardı. Biri Ahmet'e verilen kitaptı, digeri ise Sena'ya verilen kitaptı. İki kitabımız olmuştu ve tabii üçte anahtarımız buna rağmen aynı yerde dönüp duruyorduk. Hatice teyzenin evine gelmiştik bir şey bulma ümidiyle saraya gittik. Çok emindim saray bizim çıkış kapımız olacaktı fakat şimdi tekrar başladığımız noktaya geri dönmüştük. Bundan sonra ne yapacağımız ise sadece ve sadece Hatice teyzenin iki dudağı arasındaydı.

 

Loading...
0%