Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm: 2023...

@pinar_0000

Ben Umut Koşan, Elif ile iki senelik sevgiliyiz. 23 yaşındayım ve ben de Elif ile beraber aynı sınıftayım. Zamanımın çoğunu gitar çalarak geçiriyorum. Çoğu zaman ise sporla ilgileniyorum. Bu sene ikimiz de son sınıfız ve seneye evlenmeyi düşünüyoruz tabii öyle bir şey mümkün olursa. Bugün dersimiz olmadığı için yani bugün boş günümüz olduğu için Elif’le beraber bir şeyler yapmayı planlıyordum. Onu harika bir yere götürüp gönlünü almak istiyorum çünkü son birkaç gündür seçmeleri kazanamadığı için bir hayli üzgündü. İşte bu yüzden gönlünü almak için bir şeyler planladım.

 

Hızla evden çıkıp arabama atladım. Arabayı çalıştırmadan önce bir Elif’i aradım.

 

“Alo!”

 

“Alo canım, nasılmış ne yapıyormuş benim sevgilim bakalım?”

 

“İyiyim canım, kızlarla kütüphaneye geldik. Sen ne yapıyorsun?”

 

“Kütüphane mi, ne kütüphanesi? Sen kütüphaneye gitmezsin ki”

 

“Evet, beni öldürseler gelmezdim doğru ama Sena ve Burçak için geldim.”

 

“Neden peki?”

 

“Sena’nın dönem ödevi için...”

 

“Hmm anladım canım. İşin ne zaman biter beraber bir şeyler yapalım.”

 

“Yani... Bir iki saate biter sanırım.”

 

“Tamam o halde sen işin bitince konum atarsın ben almaya gelirim seni, olur mu?”

 

“Olur canım.”

 

“Seni seviyorum.”

 

“Ben de seni...”

 

Telefonu kapatıp arabayı çalıştırdım gideceğim istikamete doğru hızla sürdüm. Elif gerçekten çok tuhaf bir kızdı. Mesela şu an olduğu gibi tamam biliyorum kütüphaneye gitmek o kadar da tuhaf bir şey değil ama Elif’in yapacağı tarzda da bir şey değil acaba bunlar bir işi mi karıştırıyor diye düşünmüyor değilim. 2 dakika sonra elif’ten bir konum geldi. Konumda eski bir kütüphaneyi gösteriyordu. Elif için hediye bakmaya kuyumcunun yolunu tuttum. İlk önceliğim geçen gün kuyumcuda beğendiği o güzel kolyeyi alıp sonrasında ise attığı konuma gidip onu almaktı.

 

Dışı simsiyah kaplı spor arabamla, geçen Elif ile beraber gittiğimiz kuyumcunun önünde durdum. İçeri girdiğimde saçları henüz seyrekleşmiş, yaşı atmışlar da olduğunu düşündüğüm bir adam karşıladı beni,

 

“Hayırlı işler, kolay gelsin.” Dediğim sırada bu adam arkasını dönüp tezgaha yaklaştı.

 

“Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?” Adam gayet kibar ve güler yüzlü bir insandı tezgahın altında bulunan o güzel kutudaki kolyeyi parmağımla gösterip onu istediğimi söyledim.

 

“Evet tam buradaki kolyeyi istiyorum.”

 

“Özel biri için anladığım kadarıyla” adam bir yandan bana bakıp gülümserken bir yandan da kolyeyi kutusundan çıkarmakla uğraşıyordu.

 

“Buyurun bir bakın isterseniz sorun çıkmasın.” Kolyeyi kutusundan çıkarıp bana uzattığında elime alıp inceledim.

 

Papatya figüründe gümüş bir kolyeydi gayet zarif ve şıktı zaten Elif de her zaman sade zarif ve şık şeylerin hastasıdır. İnceleyip adama tekrar kolyeyi geri uzattığımda dikkatimi çok güzel papatya şeklinde küpeler çekti.

 

“Yanına bir de takım olsun diye bunları da alabilir miyim?”

 

“Doğrusu zevklisiniz. Bu hediyelere layık olan kadın o kadar şanslı ki.” Karşımda duran adama gülümsedim ve hiçbir şey söylemedim adam ikisini paket yaptı ve kutusuna koydu daha sonra hediye paketine koyup çantasıyla beraber bana uzattı ben de borcumu ödeyip, adama iyi günler dileyip dükkandan çıktım. Arabama tekrar bindim ve hediyeyi yan taraftaki koltuğa bıraktım.

 

Tekrar yola koyulduğumda telefonum çaldı hem yola bakıp hem telefona bakamadığım için bir kenarda durup telefonla konuştum. Arayan en yakın arkadaşım Selim’di. Selim’le biz çocukluktan arkadaşız ve size bir şey itiraf etmeliyim ki Selim, Elif’in arkadaşı Burçak’a platonik aşık. O kadar ısrar etmeme rağmen bir türlü gidip de kıza açılamadı aslında açılsa hiç fena olmazdı dörtlü takılırdık gerçekten benim açımdan da çok iyi olurdu diye düşünüyorum. Arabayı kenara durdurup telefonun tam 4’üncü çalmasında açtım.

 

“Alo.” Karşıdan gelen sesi gayet neşeliydi demek ki bana kötü bir şey söylemeyeceği kesindi.

 

“Alo abiciğim nasılsın neredesin ya?” İşte bu ukala çocuk da bizim konservatuarda ama o benden bir sene sonra başladığı için henüz üçüncü sınıfa gidiyor.

 

“İyiyim arabadayım sen neredesin?”

 

“Ne yapayım be abi ben de evdeyim sıkıldım oturuyorum öyle dedim seni bir arayayım belki bir şeyler yaparız.”

 

“Ah be abiciğim bu şimdi mi denir, ben Elif’le buluşacaktım bu akşam.”

 

“Tamam o zaman siz buluşun.”

 

“Tamam görüşürüz.” Deyip telefonu kapattım. Ve önceden de dediğim gibi Burçak’a açılsaydı bu akşam belki de dörtlü takılabilirdik. Ama benim arkadaşım benim sözümü nereden dinlesin. Yok dinlemez o sadece burnunun dikine gider böyle. Arabayı tekrar çalıştırıp kütüphanenin yolunu tuttum.

... 

 

1539...

 

Zaman zaman zaman...

 

Nedir bu zaman? Ahir ömrümüzü geçirebildiğimiz uzun ince bir çizgi diye nitelendirdiğimiz şey midir zaman?

 

Yoksa kendi eğrileri ve doğruları üstünde yaşamımızı sürdürdüğümüz ve yaşamımızın ince halatları onun elinde olan şey midir bu zaman?

 

Sahi neydi bu zaman?

 

Zaman kavramımızı yitirdiğimiz bu asırda kendimizi nasıl bulabileceğimizi bilmediğimiz bu günlerde gerçekten o kadar tuhaf şeyler yaşanıyordu ki insanların bir yerlere yetişmesi için harcadığı bu zaman ve ömrümüzün sonuna kadar yaşayacağımız ya da belki de ne kadar yaşayacağımızı bile bilmediğimiz bu zamanda sevdiklerimizi kırmaya üzmeye değer miydi?

 

Eğer bulduysak sevdiğimiz insanları, onların gitmesini engellememiz gerekiyor onları tutup kolundan götürmemiz. Belki de burnumuzun ucundadır bile görmediklerimiz. Belki de gördüğümüzü sandığımız yalanlarımız.

 

Yattığım yerde doğruldum ve Sena’nın kapının eşiğinden içeride mutfağa baktığını gördüm. Ve zannederim ki Hatice teyze tekrar mutfakta bir şeyler yaparken Sena da onu izliyordu. Aklından ne geçiriyordu, ne düşünüyordu ya da ne hissediyordu? Bilmiyorum. Ama bence, Sena da bir hayli yumuşamış Hatice teyzeye bir şans vermenin derdinde diye düşünüyorum.

 

Hiç sesimi çıkarmadan onları izledim. Sena, ne bir adım yaklaşıyordu ne de olduğu yerde kımıldıyordu. Öylece kapının eşiğinde durmuş Hatice teyzeyi izlemeye devam ediyordu. Hatice teyzeyi görmesem de mutfakta çıkardığı seslerden kahvaltı hazırladığını düşünüyordum. Aslında gidip yardım etmeyi istedim ama Sena orada olduğu için sesimi çıkarmadım. Burçak’a soracak olursanız o hala uyuyordu.

 

Ve şok diyebileceğim Bir an oldu. Sena iki adım ileri gitti ve Hatice teyzeye,

 

“Size yardım edebilir miyim?” Dedi. Ben de ayağa kalkıp onlara görünmeden bir kenara geçtim ve onları izlemeye başladım. Sena gayet zayıf ve sevgi dolu bir ses tonuyla konuştu. Hatice teyze bir an arkasını dönüp Sena’yı gördüğünde yüzünde oluşan mutluluğu bir görseniz gerçekten sevinç çığlıkları atardınız.

 

“Tabii ki kızım buyur gel beraber yapalım.” Hatice teyze elindeki bezi orada bulunan tezgahın üstüne bırakıp, Sena’yı izliyordu. Sena ise Hatice teyzenin yan tarafına geçip orada bulunan sebzeleri yıkamaya başladı. Hatice teyze büyük bir ilgi ve şefkat ile Sena’yı izliyordu. O da bir yandan domates ve salatalıkları doğramaya başladı. Ben ise ne yanlarına gittim ne de sesimi çıkardım. Öylece onları izliyordum gerçekten anne kız gibi ne kadar güzel uyum sağlıyorlardı birbirlerine İnşallah Sena, daha fazla dayanamaz da bu kadına bir şans vermeyi başarırdı yoksa aksi takdirde çok üzülecekti.

 

Bir homurtu sesi duyup arkamı döndüğümde Burçak’ın gerinerek uyandığını gördüm. Hızlı hareketlerle burçak’ın yanına gidip sessiz olmasını söyledim.

 

“Ne oluyor ya sabah sabah?” Burçak hala yatarken yanına gidip iki dizimi yan yana koyup oturdum.

 

“İçeride Hatice teyze ile Sena, kahvaltı hazırlıyorlar inanabiliyor musun? Hatta bunu Sena istedi bizzat kendi gidip de Hatice teyzeden istedi.” Burçak kocaman gözlerine açıp bana baktığında şaşırmıştı.

 

“Ne! Sen ciddi misin?”

 

“Evet hem de hiç olmadığım kadar.”

 

“Ee bu güzel bir haber o zaman desene bizim kız da yola geldi artık.”

 

“Evet sanırım öyle ve gerçekten çok mutlu oldum. Hatice teyzeyi bir görmen lazımdı kadın gerçekten çok mutlu oldu. Çünkü bence bütün ümidini kesmiş gibiydi.”

 

“Evet haklısın dün gece gerçekten çok kötüydü ama bu sabah iyi sanırım.”

 

“Evet evet hem de nasıl.” Biz Burçak’la beraber yere yaptığımız yatağı toplayıp bir köşeye koyduk.

 

Dakikalar sonra Hatice teyze elinde büyük bakır tepsiyle içeri geldi. Öncesinde sofra bezini yere serip üstüne yer masasını kurmuştuk. Bu dönemin insanları ne garipti. Yer masasında yemek yiyor ama bu yer masasının tadını bence bizim dönemimizin insanları veremezdi.

 

Yer masasında yapılan yemekleri afiyetle yerken edilen sohbetler kadar huzurlu bir şey daha var mıydı şu dünyada bence eskiler bu yüzden çok güzeldi hani hep söylerlerdi ya eskiden mi güzeldi yoksa eskiler mi güzeldi bence her ikisi de... hem eskiden de güzeldi hem eskiler de güzeldi.

 

Hemen ardından Sena da elinde bardaklarla masaya geldi. Yer masasının etrafına oturup bir güzel kahvaltımızı ettik. Gerçekten bu devrin domatesi bile o kadar güzeldi ki...

 

Kahvaltı ederken aklıma bir anda takılan konuyu Hatice teyzeye artık sormamın gerektirdiğini düşündüm. Ve konuya girdim.

 

“Hatice teyze hani sen geçen gün bir konudan bahsetmiştin ya deneyden falan biz eve dönmenin yollarını arıyoruz da acaba sen yardımcı olabilir misin? Belki bu deney konusunda daha fazla bilgiye sahipsindir.” Hatice teyze kahvaltısından Bir çatal alıp çiğneyip yutkunduktan sonra bir şeyler düşünür gibi oldu ve sorumu derhal yanıtladı.

 

“Geçen gün de dediğim gibi, bir sıvı enjekte ettiler çocukların koluna ve geleceğe göndermişlerdi yani bu sıvıyı bulabilirsek ki bu imkansız.” Dedi ve durdu çayından Bir yudum alırken bu sefer konuya ben devam ettim.

 

“İyi de neden imkansız? Sıvıyı bulursak belki kendimize enjekte edebiliriz ve böylece eve dönebiliriz.”

 

“Bu o kadar kolay bir şey değil kızım. Deneyi yapanlar bu sıvıyı öyle bir yerde saklıyorlar ki nerede sakladıkları konusunda halka tabii ki de bildiri yapılmadı. Yani bu sıvı gerçekten çok korunaklı bir şekilde saklanıyor. Ona ulaşmamız imkansız.” Diyiverdi.

 

“O zaman biz eve nasıl döneceğiz yani bunlarla ilgili bir bilginiz vardır mutlaka.” Hatice teyze çatalını tabağının yanına bırakıp düşündü.

 

“Şu sizin kitabı verin bakalım bana...”

Sena çantasında sakladığı kitabı çıkarıp Hatice teyzeye uzattı. Hatice teyze kitabı alıp içine açtı. Sayfaları göz gezdirdi bir sonraki sayfayı açtı. Orada bir şeyleri okumaya çalıştı görsellere baktı sonra bir sonraki sayfayı da açtı derken bu böyle devam etti. Bir süre kitabı inceledi. Kısa süren sessizliğin ardından konuşmaya başladı.

 

“Bu şekiller resimler bu tekerlemeler neyin nesi böyle? Mutlaka bunların bir anlamı vardır. Öncelikle bunları çözmekle başlamalıyız.” Hatice teyze böyle konuştukça içime bir umut doğuyordu galiba bu işi çözecektik ama biraz uzun süreceğe benziyordu. Derken Sena dudaklarını araladı ve konuşmaya başladı.

 

“Biz bu kitabı buraya gelmeden önce biraz okuduk ama bir anlam çıkartamadık tekerlemeler öylesine karmaşık ki sanki bize bir bilmece soruyor ve yanıtını istiyor gibi belki sen çözebilirsin.” Hatice teyze bir şey söylemeden tekrar kitaba gömüldü. O sıra bizde kahvaltı masasını kaldırdık ve Hatice teyzenin yanına geldik. Hatice teyze ise sedire oturmuş kitabı önüne almış onu okumaya çalışıyordu.

 

“İlginç...” Dedi bir anda ne yaptığını anlayamadan hiçbir şey demedik ve onu dinlemeye devam ettik.

 

“Buradaki şekiller çok tanıdık geliyor zaten anahtarı biliyorsunuz anahtar birebir aynısı ama diğer şekiller sanki haritaya benziyor. Sanki bize bir yerin haritasından bahsediyor ve bu haritaya göre bizim bir yeri bulmamız gerekiyor.”

 

Harita denince büyük bir şaşkınlıkla birbirimize baktık biz o kadar kitabı okumamıza rağmen haritaya benzer bir şey bulamamıştık Hatice teyze ise bize bir haritadan bahsettiğini söyledi şaşkınlıkla onu dinlemeye devam ettik.

 

“Bakın işte burada bir harita var bunu görmediniz mi?” Hatice teyze kitaptan bir sayfayı açmış bize doğru döndürüp gösteriyordu ama biz bu haritayı daha önce gördüğümüzü hatırlamıyorduk. Üçümüz aynı anda şaşkın şaşkın bakarken Hatice teyze daha fazla soru sormayıp kitabı kendi önüne çekti ve devam etti.

 

“Bir sayfa boylu boyunca haritayla kaplı sonraki sayfayı açtığımda ise bir tekerleme var sanırım bu tekerleme bu harita ile bağdaşıyor olabilir. Tekerlemeyi çözebilirsek haritayı da çözebiliriz.”

 

Şu ana kadar olanlar gerçekten anlam veremiyordum şimdiye kadar anahtarın sırrını bulmaya çalıştık. Sırı tam bulduk derken bu sefer de bir tane sıvı enjektör çıktı karşımıza tam bunu çözelim derken şimdi de haritayı bulmuştuk ve bu harita, eve dönüşümüzde izleyeceğimiz olan yoldu.

 

Hatice teyze haritayı Bizim de görebileceğimiz şekilde sedirin üstüne koydu hepimiz etrafında haritayı inceliyorduk. Hatice teyze yakın gözlüklerine gözüne takıp incelemeye başladı. Harita gayet büyük ve detaylıydı.

 

Baktık baktık baktık...

 

Ama şimdilik bir şey bulamadık. Bu yüzden tekerlemeyi çözmek daha mantıklı olacağından ilk önce onu okumaya başladık. Tekerleme aynen şöyleydi;

 

Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında,

Bulunduğum yerden 500 metre ileride,

Bülbülü altın kafese koymuşlar da yine ötmekten vazgeçmemiş.

Altından olsa kaç yazar, hapishane yine hapishanedir...

 

Hatice teyze, tekerlemeyi sesli bir şekilde bize okuduğunda, aslında bu seferki o kadar da zor olmadığı bir şekilde bulabileceğimizi biliyordum Öyle de oldu. İlk satırı Sena buldu.

 

“Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında’ derken, aslında bu söz bana bir şiirden tanıdık geliyor. Ama bunun şiirle bir alakasının olmadığını da biliyorum.” Dedi. Sonra biraz düşünüp devam etti. “Bence bu sözle bizim zamanda yolculuk yaptığımızı ve yaptığımız zaman yolculuğundaki bulunduğumuz zamanla yani bu zamanda bir şeylerin olabileceğini düşünüyorum.”

 

Sena’yı her ne kadar anlamasam da ikinci satırda ben bulmuştum.

 

“Bulunduğun yerden 500 metre ileride, bence dediği yer 500 metre ileride bir yerse ama biz buraların yabancısı olduğumuz için.” Dedim mi Hatice teyzeye dönerek konuşmama devam ettim. “Hatice teyze, 500 metre ileride ne olabilir.”

 

Hatice teyze kaşlarını çatarak düşünmeye başladı.

 

“Benim bildiğim 500 metre ileride saray var.” Dediğinde saray Fikri pek cazip gelmemişti sonuçta saray o kadar korunaklıydı ki oraya girmek aklımızın ucundan dahi geçmedi. Yine de harita eğer sarayı gösteriyorsa oraya bir şekilde girmenin yolunu bulmalıydık derken öbür satırı da Burçak cevapladı.

 

“Sanırım burada da, Hatice teyzenin de dediği gibi bu son satırlarda sarayı gösteriyor olabilir yani bence aradığınız harita sarayda olabilir.”

 

“İyi ama oraya nasıl gireceğiz?” Sena Can sıkıntısı ile nefes verdi. Biraz sessiz kalıp düşündüm buraya ilk geldiğimizde bir kulübedeydik. Biz kulübedeyken iki adamın içeri girdiğini duymuştuk onların konuşmalarına kulak misafiri olduğumuz sırada, sarayda bir düğün olacağını söylemişlerdi. Eğer o düğünü kaçırmazsak düğün aracılığıyla saraya sızabilirdik.

 

Pek tabii bu parlak fikirimi onlarla paylaştım. İlk önce çok iyi bir fikir gibi düşünmeseler de başka bir seçeneğimiz de yoktu.

 

“Tamam peki, bu fikir iyi olabilir ama yine de saraya nasıl sığacaktık ki sonuçta halktan insanlar saraya giremezdi. Haksız mıyım?” Aslında Sena haklıydı. Bu açıdan düşünmemiştim. Tamam sarayda bir düğün olabilir ama halktan hiçbir insanı saraya sokamazlardı ama bizim yine de saraya girmemiz için bu engel değildi. Bir sonraki fikrimi öne sürmek için dudaklarımı araladım.

 

“Tamam. Saraya halkı sokmuyor olabilirler. Ya biz kendimizi halktan biri gibi tanıtmazsak?” Dedim mi durdum. Hatice teyze de dahil üçü birden bana merakla baktılar.

 

“Nasıl olacakmış o?” Dedi Hatice teyze devam ettim.

 

“Buraya gelmeden önce bir kitap okumuştum Osmanlı tarihi ile alakalı. Biliyorsun ben pek kitap okumam ama gerçekten çok dikkatimi çeken bir konu olmuştu. Kitapta Mihrimah Sultan’ın hiç görmediği kuzeninin düğünden evvel saraya geldiğini okumuştum. Ya da gelemediğini mi desem?” Ben şifreli konuşmaya başlayınca üçü de anlamayarak,

 

“Ya Elif ne demeye çalışıyorsun açıklayıcı konuşur musun lütfen?”Burçak daha fazla dayanamayıp uzun süren sessizliğini bozdum ben ise her şeyi açık açık anlatmaya başladım.

 

“Yani demem o ki, bu saraya gelemeyen kuzen ben olursam ne olacak? Sonuçta kitapta okuduğuma göre saraya ulaşamıyordu. Ve Mihrimah Sultan da kuzenini hayatında daha hiç görmediğine göre benim aslında kuzeni olmadığımı anlamayacaktı.” Ben lafımı bitirdikten sonra üçünü de gözlerinde bir ışıltı gördüm ve Sena başladı konuşmaya.

 

“Ee bu harika bir fikir?” Dedi heyecanla ardından devam etti Hatice teyze,

 

“Elif gerçekten iyi bir fikir. Sen kendini kuzeni olarak gösterirsen saraya hiç olmadığımız kadar kolay gireceğiz.”

 

“Evet aynen öyle hem de elimizi kolumuzu sallayarak gireceğiz.” Dedim mutlulukla. Eğer bu planım tutarsa gerçekten eve dönmemiz sandığımdan da kolay olacaktı. Asıl iş ise Sena’yı mutlaka yanımda getirmemdi. Çünkü Sena bu devrin olaylarını daha iyi bildiği için o benim nedimem olacaktı. Böylelikle Sena ve Burçak benim nedimem oldular. Bildiğim kadarıyla bu devirde üst vasıftan kişiler nedimeleri ile gezerlerdi.

 

Bu konuyu da böylelikle çözmüştük. Şimdi ise sarayda kendimizi Mihrimah Sultan’ın kuzeni olarak gösterip saraya sızmamız kalmıştı. Tabii bu etapta Hatice teyzeyi, burada bırakmaya gönlüm razı gelmedi biz saraya girdikten sonra Mihrimah sultan’dan, yani ben kuzeni olarak, rica ederek Hatice teyzeyi bir şekilde saraya aldırmamız olacaktı. Hatice teyzesiz olmazdı çünkü eve dönüş ile ilgili pek çok bilgiyi bize o bulmuştu. Haritayı o olmasaydı biz asla bulamazdık. Ve böylelikle Sena ile Hatice teyzenin arasıda biraz olsun yumuşardı.

Loading...
0%