@pinar_0000
|
( 1 Hafta sonra...)
Kızları arayışımızın üstünden tam bir hafta geçti. O sırada polise tekrar gidip bulunma kararı çıkarttırdık. Geçen sefer gittiğimizde kayboluşunun üzerinden yirmi dört saat geçmesi gerekiyor demişlerdi. Bir yanda polis bir yandan kızların ailesi bir de Selim’le ben arıyorduk ama ne bir iz ne de bir ipucu... hiçbir şey yoktu onlara dair. Elimde sadece güzel bir günde çekildiğimiz fotoğrafımız ile bir bankta oturuyordum şimdi, ellerimin arasındaki fotoğrafa bakıyor, içimden ise iki kelime geçiyordu.
‘’Neredesin sevgilim?’’ yalnız iki kelime... Onu çok özlemiştim. Telefonunu her defasında umutla çaldırmama rağmen hala ulaşılamıyordu. Artık başına kötü bir şey geldiğine emindim. Onun yokluğuna nasıl dayanacaktım bilmiyorum. O güzel yüzünü unutmamak için her defasında resmine bakıp, o güzel gülümseyen yüzünü hafızama kazıyordum adeta. Kulaklıklarımı taktım ve ikimizin şarkısı olan Anıl Emre Daldal’ın B adlı parçasını açmıştım. Hafızamda onunla yaşadığım güzel anılarımızı canlandırarak dinliyordum.
İlk tanıştığımız gün dün gibi aklımda, zaten iki senedir beraberiz, aklıma onunla ilk buluşmamız geliyordu. O kadar utangaçtı ki, onu açan ben olmuştum sanırım. Bir kafede buluşmuştuk, onu gördüğümde anlamıştım sevgilim, sevdiğim, her şeyim olacağını. O kafede kaç saat oturduk, neler konuştuk hatırlamıyorum. Ama hatırladığım tek bir şey varsa o da örümcekten nefret ettiğiydi. Hatta tam kahve içerken fincanının tabağında küçük bir örümcek gördüğünde her kesin ortasında basmıştı çığlığı, sonra utancından al al olan yanaklarını gördüğümde ise o bu utanca daha fazla dayanamayıp beni kolumdan çekiştirerek kafeden bir hışımla çıkmıştık. Bir daha da asla o kafeye gitmemiştik. Meğerse örümceğe fobisi varmış. Hatta o günden sonra biz tam iki hafta konuşmadık. Rezil olduğunu düşündüğü içinmiş, tabi ben bunu çok sonra öğrendim.
Ben düşüncelerim arasında dalıp giderken, ceketimin iç cebinde telefonumun titrediğini fark ettim. Telefonu çıkarıp elime aldığımda arayan her zamanki gibi Selim’di.
‘’Alo!’’ dediğimde gayet sakin ses tonunu korumak istercesine, nefes alışverişlerini duydum.
‘’Alo, ağabeyciğim neredesin?’’
‘’Dışarıdayım ne oldu?’’
‘’Kızları aramaya çıkmıyor muyuz?’’ dediğinde derin bir nefes alıp telefonu diğer kulağıma değiştirdim.
‘’Biraz yalnız kalmak istedim. O yüzden dışarıdaydım, istersen gel buradan geçelim.’’
‘’Tamam sen konum at geliyorum.’’ Sanki görüyormuş gibi başımı onaylarcasına salladığımda telefonu kapatıp, konumu gönderdim. Elimde tutmuş olduğum Elif’in resmini ceketimin sol iç cebine koydum ve Selim’in gelmesini bekledim.
Neredeyse bir yarım saat sonra Selim gelmişti. Bankta yanıma oturduğunda ise gayet durgundum. O da bunu fark etmiş olacak ki tüm vücuduyla bana döndü ve aramızdaki sessizliği bozdu.
‘’Geldiğimden beri sessizsin... Eğer kızlar için endişeleniyorsan merak etme herkes onları arıyor mutlaka bulunacaklar.’’ Dediğinde hızlı bir nefes alıp verdim. Dudaklarımı araladım.
‘’Elif’i çok özledim Selim, nerede bu kız nereye gider bunca vakit? Aklım almıyor, beynim durdu sanki diğer ihtimali düşünmek bile istemiyorum ama ya ona bir şey olduysa, ya onu bir daha asla göremezsem?’’ kendimi galiba ilk kez bu kadar çaresiz ve elim kolum bağlı hissediyordum. Gidebileceğimiz yerler tükenmiş, bakacağımız yerler bitmiş gibiydi. Selim, bir anlığına durdu ve bir şeyler düşünmüş olacak ki yerinde kıpırdanıp,
‘’Hayır ağabeyciğim, onları kesinlikle bulacağız benim aklıma bir fikir geldi.’’ Dediğinde soran gözlerle ona bakıyordum. Derken devam etti. ‘’Kızlar en son nerede görünmüştü?’’ diye bir soru yöneltti bana, umutsuzlukla cevapladım onu,
‘’En son kütüphane de göründüler, iyi de biz oraya baktık. Orada yoklardı.’’ Dedim.
‘’Hayır, tam anlamıyla bakmadık. Sadece kamera kayıtlarını izledik onda da sadece bahçeyi, kapının önünü, girişlerini ve çıkamayışlarını izledik.’’ Bir saniye durdu düşündü bendende cevap bulamayınca devam etti.
‘’Yani ağabeyciğim, bizim kızlar o kütüphaneden çıkamadılar. Ne oldu bilmiyorum ama bence orda konuştuğumuz kadın bizim kızların yerini biliyor ama söylemiyor. Ben çıkarken içeri de solda bir kapı görmüştüm. Orada tutup tutmadıkları ne malum?’’ dediğinde resmen beyin damarlarımın açıldığını fark ettim. Ayağa kalkıp ona sarıldım.
‘’Helal olsun sana Selim tabii ya biz bunu nasıl akıl edemedik. Ama yine de o kadının bir suçu olduğunu düşünmüyorum. Biz onu sorgularken gayet sakindi. Yine de kayıtlara tekrar bakıp senin bahsettiğin kapının orada ki kaydı inceleyebiliriz.’’ Dedim.
‘’O halde hadi gidiyoruz.’’ Dedi Selim büyük bir gazla, az ileride parkın çıkışına park ettiğim arabama atlayıp derhal kütüphanenin yolunu tuttuk. İçimdeki umut ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı sanki, belki onları bulacaktık ki bu en iyi ihtimal, ya da en kötü ihtimalle onlara ait bizi onlara götürecek bir ipucu bulacaktık. Ama her ne olursa olsun onları bulmaya yemin etmiştim.
Arabayı uygun bir alana park edip kütüphanenin bahçesinden girdiğimizde Selim omzuma dokunup beni durdurdu.
‘’Ağabeyciğim, sakinsin değil mi, bak merak etme, bulacağız onları.’’ Dediğinde gülümseyip
‘’Merak etme iyiyim. Hadi bitirelim şu işi.’’ Dedim. Başıyla onayladığında nihayet içerdeydik. Yine aynı kadın danışmada bir şeylerle meşguldü. Önce içeriye girdiğimizi görmedi daha sonra Selim önde ben arkasında kadının tam önünde durduğumuz da başını kaldırıp takmış olduğu gözlükleri boynundan sallanan iple beraber göğüs hizasında bırakırken bizi tanımış olacak ki tek kaşı havaya kalktı.
‘’Aaa siz...’’ dediğinde Selim araya girdi.
‘’Evet biz hanımefendi.’’ Dedi gülümseyerek, kadın tekrar devam etti.
‘’Buyurun birine mi bakmıştınız?’’ dediğinde bu kez dayanamayıp araya girdim.
‘’Bizi hatırlamış olmalısınız geçen de burada bulunan üç kız için gelmiştik.’’ Kadın durdu, hatırlamaya çalıştı ve dudaklarını araladı.
‘’Evet evet hatırladım. Eee bulabildiniz mi kızları?’’ dedi merakla,
‘’Hayır maalesef bulamadık. Biz de zaten bunun için rahatsız ettik sizi.’’ Dedi Selim ve devam etti. ‘’Rica etsem şu kayıtlara tekrar bakma şansımız var mı?’’
‘’Tabii, buyurun bakalım.’’ Kadın hiç sözümüzü ikiletmeden onaylamıştı bizi ve tekrar yerinden hareketlenip ileride ki adama el işareti yaptı.
‘’Sen iki dakika danışmaya bak ben hemen geleceğim.’’ Adam kadını başıyla onaylayıp danışmadaki yerini aldı. Kadın ise bize dönüp,
‘’Buyurun beyefendiler bu taraftan.’’ Diye bizi yolu gösterdi önceden de geldiğimiz için yolu biliyorduk. Biz önde kadın arkamızdan geliyordu. Nihayet güvenlik kameralarının kaydı alındığı odaya gelmiştik. Orada ki güvenliğe bir şeyler söyleyip odadan çıkardı. Kendisi ise bilgisayarın başına oturup kayıt bölümünü açtı.
‘’Evet tam tarihi söylerseniz yardımcı olacağım.’’ Dediğinde Selim de ben de, kızların kaybolduğu gün, ayın kaçı olduğunu hatırlamaya çalışıyorduk ki aklıma Elif ile en son mesajlaştığım yerden tarihe bakmak geldi. Hemen telefonumu çıkardım ve mesajlara girdim o günden sonra konuşamadığımız için bulmam zor olmadı.
‘’13.06.2023’’ dedim. Kadın parmaklarını tekrar klavyeye yerleştirip söylemiş olduğum tarihi girdi ve kayıtların dokümanları ekrana geldi.
‘’Tam olarak saat kaç gibi bu kızlar buraya gelmişti?’’ diye sorduğunda tabii ki bunu kolayca aklıma getirebildim çünkü o an aklımdan hiç çıkmıyordu düşünmekten, sanki hep o anda kalmıştım sürekli beynimin içinde analizler yapıp durduğumdan her şey en ince ayrıntısına kadar zihnimdeydi.
‘’Sanırım öğleden sonra saat 13:00 gibiydi.’’ Dediğimde kadın yine aynı şekilde klavyeyi tuşladı. Sadece o saatlere denk gelen kayıtlarda, ekranda görünüyordu.
‘’Galiba buralara geçen geldiğinizde bakmıştık.’’ Dedi kadın. Selim ve ben ekrana eğilmiş kayıtları inceliyorduk. Bahçeye bakan kısmı inceledik, orda sadece binaya giriş yaptıkları kısım vardı. Bir de akşama kadar olan bütün dakikaları da inceledik, fakat o gün onlardan birinin dışarı çıktığına dair hiçbir kayıt yoktu. Sadece bir ara Elif’in bahçede telefon ile konuştuğu göründü o kadar. Zaten orda da muhtemelen benimle konuşmuştu. Can sıkıntısıyla bir nefes verdim. Bir elim belimde diğer elim sakallarım da gezdirdim.
‘’Peki danışmayı gören kameranız yok mu?’’ diye sordu Selim. Kadın tekrar klavyedeki tuşlara basmaya başladı.
‘’Tabii hemen ona da bakalım.’’ Dediğinde yeni kayıt ekranı açıldığında tekrar eğildim ve ekrana odaklandım kaydı oynattı. Bir süre yabancı insanların içeriye giriş çıkışlarını izledik. Daha sonra kaydı hızlandırıp kızların olduğu bölüme geldiğinde yavaşlatıp onları izledik. Önce içeriye Sena ve Burçağın girdiği görünüyordu. Onlarda dosdoğru içeri girdiklerinde hemen ardından Elif’i gördüğüm de bir süre öylece kaldım. Onu o kadar uzun zamandır görmüyordum ki ekrandaki 144p çözünürlükte bile onun güzelliği Full HD gelmişti bana,
‘’İşte bizim kızlar..!’’ dedi Selim, Kadın hiç beklemeden kızların içeriye kitapların olduğu bölümü gören kamerayı da oynattı. Orada fazla uzun kalmamışlardı. Sonra yine Sena ve Burçak, çıkış tarafına geçti ve Elif bir süre yalnız kalmıştı.
Buraya kadar her şey normal görünüyordu. Baya baya bana attığı mesajdaki gibi oraya ders için geldikleri belliydi. Çünkü bir arayış içindelerdi muhtemelen ödev için kitap arıyorlardı. Dakikalar sonra Elif ayağa kalkıp danışma da ki kadına bir şeyler sordu.
‘’Ne konuştunuz orada?’’ diye sordum gözlerimi ekrandan ayırmadan ve kadının yanındaki sandalyede oturarak.
‘’Pek bir şey konuşmadık sadece bana bir kitabı sordu ve bende ona kitabı verdim.’’ Şu ana kadar tam tahmin ettiğim gibi ilerliyordu. Fakat kadrajımızda yalnızca Elif vardı diğer kızlar ise giriş tarafında bulunan rafların orada resmen yok olmuşlardı onlar o tarafa geçtiklerinde dışarıya çıktıklarını düşünüp bahçeye de baktırdım ama çıkmadılar. Tekrar Elif’e döndüğümde, kadının verdiği kitabı alıp masalardan birine oturdu. Bir yandan çok tedirgindi sürekli parmaklarını kıtlatıyordu. Çünkü Elif sadece stresli olduğunda ya da çok heyecanlı olduğunda bunu yapardı. Kitabı ilginçtir ki yüzüne bile bakmadan rafa yerleştirdi. Daha sonra çıkışı kontrol edip diğer kızların kaybolduğu o rafların arasına girdi ve o da gözden kayboldu.
‘’Tamam şimdi orada ki kameraya geçelim.’’ Dedi Selim büyük bir soğukkanlılıkla takip ediyordu olayı. Fakat kadın kımıldamadı bile bize başını çevirip baktı ve;
‘’Üzgünüm ama orayı gösteren kameramız yoktur.’’ Dediğinde içimden has s*ktir çektim. En önemli olan yer bizim için orasıydı ve orada da bir kamera yoktu. Öyle mi? Gerçekten s*ktir ya!
‘’Nasıl yani, her yerde kamera var ama en önemli yerde kamera yok mu?’’ dedi Selim, haklıydı da
‘’Maalesef beyefendi.’’ Dedi kadın gayet mahcup bir sesle,
‘’O halde kalkın bakalım.’’ Dedi Selim bir anda ellerini birbirine kavuşturmuş, soran gözlerle ona bakarken yineledi. ‘’Madem kamera yok, biz de şimdi aşağıya inip orayı gözlemleyeceğiz belki kızlara ait bir ipucu buluruz ya da bir not, ne bileyim işte ne olursa.’’ Dedi ve kapıdan çıkıp aşağıya indi. Bizde toparlanıp onun arkasından aşağıya indik.
Selim çoktan rafları kontrol etmeye başlamıştı. Belki bir şey bulurum ümidiyle, ben de ona katıldığım sırada bize yardım eden kadın elinde telefonu tutarak,
‘’Siz araştırmaya devam edin ben telefonla konuşup geleceğim.’’ Dedi ve dışarıya çıktı. Ben bir rafa, Selim ise hemen ardında ki rafa bakıyordu. Kütüphanenin bu kısmı oldukça küçük ve dardı. Ayrıca pek kayda değer bir şeylerin olmadığı da apaçıktı. Yine de bakmaya devam ettik.
‘’Ağabeyciğim, bir şey bulabildin mi?’’ dedi Selim bir yandan elinde bir sürü kitapla,
‘’Hayır sen?’’ dediğim sırada aynı kitapları raflara tekrar dizdi. ‘’Hayır bulamadım. Ayrıca ne aradığımızı dahi bilmiyorum.’’
‘’Al benden de o kadar.’’ Dedim. Elimi birbirine vurup raflardan bulaşan tozları temizlerken, o sırda köşede eski tip bir ahşap kapı dikkatimi çekti. Bu kapı biz bu tarafa geçerken kapalıydı fakat şimdi aralık bırakılmıştı.
‘’Selim şu kapıyı gördün mü?’’ dediğimde yanıma gelip kapıya doğru baktı. ‘’Evet, size demiştim ya daha önce o kapı bu kapı işte.’’ Dedi.
‘’Peki, az önce kapalıydı şimdi aralık bırakılmış. Acaba danışmada ki kadın mı geldi?’’ dediğim sırada ikimiz de yavaşça kapıya yaklaştık. Kapının aralığından baktığımda içeride birinin olduğunu fark ettiğimde Selim’e sessiz olmasını işaret ettim. İçeride ki kişi deminki kadın değildi. Yaşı henüz on dokuz yirmilerde olduğunu düşündüğüm, kıvırcık saçlı uzun boylu bir erkekti. Bize sırtı dönüktü ve önünde durduğu başka bir kapı daha vardı. İşler iyice karmaşık bir hal almaya başlamıştı. Demek ki biz raflara bakarken o da o sırada buraya girmişti.
‘’Ağabeyciğim bu kim ne yapıyor orada, bizim kızları bu kaçırmış olmasın?’’ dedi selim kısık sesle,
‘’Şşt sessiz ol bilmiyorum.’’ Diye geçiştirdim. Pür dikkat adamı izliyordum. O ise etrafına endişeli bakışlar atıyordu. Buraya gizlice girmiş olduğu belliydi. Ama unuttuğu bir şey vardı o da ardında bırakmış olduğu aralık kapı... elinde ise değişik bir anahtar vardı normal anahtarlara kıyasla boyu biraz daha küçüktü. Etrafını hızlıca kontrol ettikten sonra kendi kendine kısık sesle konuşmaya başladı. Zoraki duyduğum bir kaç kelimesini yakalamıştım.
‘’Bekle beni geçmişim, ailem, hayatım geri dönüyorum.’’ Demişti ne olduğunu ne demek istediğini anlayamasam da elinde ki anahtarı kilide koymadan dudaklarına götürüp öptü, zaten kafası karışmışa benziyordu. Daha sonra anahtarı kapının üstündeki kilit yuvasına sokup, iki tur döndürdüğünde kapıyı araladı. Kapı müthiş bir ışık hüzmesi ile açıldığında, Selim de ben de şok olmuştuk. Bizim arasında durduğumuz kapıda iyice açılmış, kabak gibi ortaya çıkmıştık. Daha sonra midemin bulandığını, başımın döndüğünü ve yerin ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Sonrası ise tamamen karanlık... kendimden geçtim. Derin bir uyku hali bütün vücudumu sardı. Parmak uçlarımdaki sinir hücrelerimi dahi hissediyordum. Sonrası ise bilinç kaybı, büyük ve uzun bir karanlık. (1539...)
Ertesi sabah...
Sabahın ilk ışıkları odanın içini doldurduğunda pencereden süzülen güneş ışığı gözlerimi kamaştırmaya yetiyordu. Derin bir nefes alıp yatağımda doğruldum. Uykuda dağılan saçlarımı tutup sırtıma bıraktım. Yorganı çekiştirip üstümden kaldırdım. Odanın içini süzdüğümde henüz kızların uyanmadıklarını fark ettim. Dün, bir plan kurmuştuk ve bugün onu uygulamamız gerekiyordu. Kimse uyanmadan sabahın erken saatlerinde kalkıp sarayın her yerini karış karış arayacaktık. Bunu gece de yapabilirdik ama gece sarayda kalfalar çok fazla ortalıkta dolandıklarından bu pekte mümkün görünmüyordu.
Yataktan kalkıp odanın içinde ayrı bir oda daha vardı burada cariyeler kalırdı. Yani benim cariyelerimdi Burçak ve Sena yani nam-ı diğer Aybüke... Onların bulunduğu odaya yöneldim. Kapıyı araladığımda her ikisi iki ayrı yataklarda uyuyorlardı. Yine erkenci bendim yani, Sena desen hep uykucu hemen arkasından kovalayanda tabii ki Burçak.
‘’Kızlar hadi kalkın.’’ Ortalarına geçmiş, bir Burçak’a bir de Sena’nın kolunu dürtüyordum. Uyanmaları için.
‘’Kızlar hadi ama saray halkı uyanmadan işimizi halletmemiz gerek. Birazdan kalfa nedimeleriyle birlikte kahvaltıyı hazırlamaya gelirler.’’ Burçak yatakta uyanmak için kıpırdandığında Sena’dan yine ses yoktu.
‘’Amma da ağırmış uykun Sena ya...’’ diye söylendiğim sırada Burçak başını kaldırmış bize bakıyordu bir yandan gözlerini ovalarken. Saat sabahın kaçıydı kim bilir. Burada saat olmadığından insan zamanın ne denli aktığını bilemiyormuş. Bir de sabah kalkar kalmaz saate bakan biri olduğumdan sürekli bir yanımda telefonumu arıyorum. Telefon demişken onu elime almayalı kim bilir kaç gün oldu belki de hafta çünkü geldiğimden beri zaman algımı yitirdim resmen.
‘’Ne o, uyanmıyor mu?’’ dedi Burçak, yorganını üstünden çekmiş yatağın kenarına oturmuş bizi izliyordu.
‘’Uyanmıyor. Uykusu o kadar ağır ki...’’ dediğim sırada Burçak tekrar devam etti.
‘’Dur bir de ben deneyeyim.’’ Ayağa kalktı. Başucunda bulunan siyah metal bardağı eline aldı. İçinde ki suyu ise Sena’nın kafasından aşağı boşalttığında bunu yapacağını kestiremediğimden kıkırdadım. Ama işe yaramış olacak ki Sena suyun etkisiyle yatakta sıçradı.
‘’Ne oluyor ya, ne oluyor?’’ Sena sinirle yataktan kalkıp saçlarını ellerinin arasına almış suyunu sıkmaya çalışırken bir yandan da Burçak’a sayıp dökmekle meşguldü.
‘’Ne yapıyorsun kızın sen, adam gibi uyandırsana.’’ Dediğinde Burçak ayakta kollarını göğsünde birleştirmiş gülüyordu.
‘’Adam gibi uyandırdık canım sen de adam gibi uyansaydın.’’ Dediğinde Sena’nın haline gülmekten ölüyorduk. Sena ise ıslanmış elbiselerini paravanın arkasında çıkarıyordu.
‘’Kızlar gülüyoruz ediyoruz iyi hoşta, geç kalacağız. Kimse uyanmadan şu işi bitirmemiz lazım.’’ Dediğim de Burçak da giyeceği kıyafetleri seçiyordu.
‘’Ne işini?’’ diye sordu paravanın arkasında sadece başının yarısı görünen Sena,
‘’Ne demek ne işi? Unuttunuz mu bugün sabah kimse uyanmadan sarayı arayacaktık.’’ Dediğimde Sena’nın paravandaki işi bitmiş yerini Burçak almıştı.
‘’İyi de nasıl olacak? Bir kere sen kesinlikle bu odadan çıkıp da sarayda başıboş dolanamazsın.’’ Dedi Burçak.
‘’Neden dolanamazmışım?’’ dedim.
‘’Çünkü canım benim, birisi görse bunun izahını yapamazsın unuttun mu sen bir hanım sultansın ve kendi başına iş yapamazsın. Senin yerine cariyelerin yapar ki o cariyelerde biz oluyoruz.’’ Dedi Burçak, Sena’yı da göstererek, yanımıza geldiğinde.
‘’İyi ama nasıl olacak?’’ dedim. Burçak ise anlatmaya başladı belli ki sabaha kadar bunun planını yapmış.
‘’Bakın şimdi...’’ dediğinde o ayakta karşımız da bir sağa bir sola hem gezindi hem anlattı. ‘’İçimiz de en cesaretlisi burada kim?’’ diye sorduğunda Sena ve ben birbirimize bakıp tekrar Burçak’a döndük. O ise bizden cevap alamayınca tekrar devam etti. ‘’Tabii ki Sensin Sena...’’
‘’Ben miyim?’’ dedi Sena,
‘’Evet canım sensin. Unuttun mu? Biz buraya senin yüzünden geldik. Senin ve deli cesaretin. Anahtarı bizde gördüğün gibi peşine düştün başımıza bir şey gelir mi sorgulamadan.’’ Dediğinde Sena cevapladı.
‘’Bütün suçu bana atma istersen, sonuçta size yalvarmadım ille de benimle gelin diye siz kendiniz dahil oldunuz.’’ İkisinin tartışması yersiz ve vakit kaybıydı resmen diken üstündeydim. Her an odaya biri girebilir ve bizi duyar diye.
‘’Ehh yeter ama! Şu an tartışmanın ne yeri ne zamanı.’’ Dediğimde ikisi de susmuştu. ‘’Lütfen devam et Burçak.’’ Burçak tekrar sinirlerini yatıştırmaya çalışırcasına derin bir nefes alıp başladı anlatmaya...
‘’Ben şöyle düşündüm; Sena gidip sarayı kolaçan edecek ve her yeri karış karış arayacak, daha sonra Elif, sen de burada kalıp her sabah seninle ilgilenen kalfanın gelmesini bekleyeceksin. Ben de senin yanında duracağım ama kısa bir süreliğine bu arada Sena, biriyle karşılaşır ve sana ne yaptığını sorarlarsa Hanzade hanımın terzide ki kumaşlarını almanı emrettiğini söyleyeceksin. Elif’in yanına ise kalfa geldiğinde ve giyinmesi için ona yardım ederken Elif de bana terziye gidip Sena’nın kumaşları getirmesinde yardımcı olmamı isteyecek. Bu sayede Sena ile beraber sarayı aramış olacağız.’’
Burçak’ın bu planı işe yarar gibiydi, dediklerinde baştan sonuna kadar haklıydı. Çünkü ben gitmiş olsaydım bu seferde her sabah ben uyanmadan önce benimle ilgilenen kalfa odama gelecek ve beni bulamayınca odadan çıkıp bütün cariyelere beni soracaktı ve ben daha bir ipucu dahi bulamadan yakalanmış olacaktım. Yakalandığım bir şey değil o anki panikle bir yalanda uyduramazdım.
Dakikalar sonra planı hayata geçirmek için harekete geçtik. Sena, odadan çıkıp aynı planda ki gibi sarayın o soğuk puslu koridorlarından geçip sarayda bir ipucu aramaya başlayacaktı. Burçak da benim cariyem olduğu için erkenden kalkmış ve şömineyi yakmakla uğraşıyor olacaktı. Ben ise yatağıma geçip uyuyormuş gibi yapacaktım. İşte her şey hazırdı ve planı uygulamaya koyduk.
Tam da tahmin ettiğimiz gibi ben yatağa, Burçak ise şöminenin başına geçtik. Ve kapı gıcırdayarak açıldı. Gözlerimi hafif aralık bıraktığımda ise gördüklerim aynen şu şekildeydi. Benim emrimde ki kalfa ve yanına aldığı daha önce görmediğim bir kaç cariyeyle içeriye girdiler. Cariyelerin ellerinde ise renk renk kumaş vardı. Kalfanın yanıma yaklaştığını görür görmez gözlerimi kapattım.
“Hanzade hanım, uyanın artık. Bakın sabah oldu.” Gözlerimi araladığımda kalfanın tepemde dikilmekte olduğunu gördüm. Yatakta hafif hareketlerle doğruldum. Sanki yeni uyanmışcasına... Başımı çevirip baktığımda Burçak’ın elinde bir maşa ile odunları itelediğini gördüm. Daha önce şömine yakmadığını bilmesem hayretlerle izleyeceğim. Sahi bu kız şömine yakmasını nereden öğrendi?
Gülmemek için kendimi zor tuttuğum sırada kalfa konuşmaya başladı.
“Sabah şerifleriniz hayırlı olsun Hanzade Hanım.” Dedi ve yanında gelen cariyelere eliyle bir işaret yapıp, “Bugün hangi kıyafetinizi giymek istersiniz?” Dediğinde kendimi çok tuhaf hissetmiştim. Daha önce böyle lüks böyle hürmetli ve böylesine itaatkar insanlarla karşılaşmamıştım.
Ayaklarımı yatakta sallandığım da sanki sultanmışım gibi cariyeler önümde eğilip ellerjnde tuttukları elbiseleri bana doğru uzattılar.
“Ne yani doğru mu anladım, benim için mi bu kadar hazırlık?” Dediğimde kalfanın bakışları dondu ne dediğimi anlamamıştı tabi ki, ilk kez benimde başıma böyle bir şey geliyordu ne yapabilirdim ki yani. Kalfa boğazını temizleyip devam etti.
“Yoksa beğenmediniz mi kıyafetleri? Söyleyelim başka getirsinler.” Kalfa tam eliyle cariyelere işaret verecekti ki onu durdurdum.
“Hayır gerek yok. Bunlar gayet güzel, yalnız benim anlamadığım kendimde giyinebilirdim bu kadar curcunaya gerek yoktu.”
“Mihrimah Sultan’ımızın bizzat emri böyle hanımım. Sizin tüm hizmetinizi görmemizi istediler.” Şimdi anlaşılmıştı. Demek ki Mihrimah Sultan’a kendimi sevdirmiştim. Bu güzel haber, çünkü hala bir çıkış yolu bulamadığımızdan burada ki konumum gayet önemliydi.
“Madem öyle şunu istiyorum.” Dedim. Cariyelerin birinin elinde tuttuğu mor elbiseyi göstererek. Kalfa, benim gösterdiğim elbiseyi tutan cariye hariç diğerlerini odadan çıkması için işaret etti. O sırada planımızı az daha unuttuğum aklıma geldi. Burçak’ı Sena’nın yanına ginderecektim.
Tekrar ayağa kalktım ve Burçak’a dönüp;
“Burçak, Aybüke hâlâ gelemedi. Sen git bir bak beraber getirin elbiseleri.” Burçak bir anda gözleri parladı ve aceleyle kalfaya ve bana selam verip, yani önümüzde saygıyla eğilip, çıktı.
“Hayrola Hanımım, ne elbisesi?” Dedi kalfa seçtiğim elbisenin bir kaç ayrıntısını düzeltirken,
“Sena’ya dün akşam ben uyanmadan önce terziye gitmesini söylemiştim. Mihrimah Sultan sağolsun benim için terziye kumaşlar bıraktırmış onları aldırdım.”
“Öyle mi yüce gönüllüdür Sultanımız.” Dedi gülümseyerek. Belli ki bu sarayda Mihrimah Sultan’ı sevmeyen yok.
Bir yandan aklım hâlâ kızlardaydı. Bir yandan da seçtiğim mor elbiseyi üzerime geçirmiş, saçlarıma ise dalgalar yapılmıştı. Bu arada nasıl saçlarına dalgalar yaptılar derseniz. Bir adet maşaya benzeyen silindir şeklinde bir demiz çubuk ve tabi ki şöminede ki ateş...
Biliyorum biliyorum çok anlamsız ama sizde takdir edersiniz ki bu devirde henüz elektrik icat edilmedi. Demiri ateşte kızdırıp saçlarına doluyorlar ve bir süre bekletip nazikçe çıkarıyorlar alın ise maşalı saç, hepsi bu...
“Bu arada kahvaltı için Mihrimah Sultan sizi Hasbahçe’de bekliyor olacak.” Kalfanın sözlerinden sonra kızların hala dönmediği aklıma geldi. Tedirgindim. Şimdi çıkıp gitsem kızları döndüğünde beni bulamayacaklardı ve ben ne yaotıklarını öğrenemeyecektim.
“Şimdi mi?” Diye sordum. Kalfa ise yine aynı donuk bakışlarını bana çevirdi. Sanırım bu kadın beni anlamakta güçlük çekiyordu.
“Nasıl yani?” Dedi durdu derin bir nefes alıp cariyeye baktı sonra tekrar bana dönüp. “ Mihrimah Sultan’ımız, sizi bekliyordur dilerseniz fazla bekletmeyelim.” Dedi.
“Ama daha cariyelerim gelmedi.” Dediğimde tekrar aynı bakışlar ile devam etti.
“Üzgünüm lakin, Sultanımız bekletilmeyi hoş karşılamayacaklardır. Dilerseniz Naz burada cariyelerinizi beklesin. Sonra onlarda bize katılırlar.” Dediğinde karşımda duran cariyeyi kastediyordu.
Başımı evet anlamında sallayıp eteklerimi tutarak kalktım ve kapiya yöneldim. İçimden bir his ise beni yeyip bitiyordu. Sena ve Burçak’a guveniyordum tabii ki ama onların yakalanması demek bizim sonumuz demekti. Bu yüzden düşünmeden edemiyordum. Umarım sağ salim bir ipucu bulup dönerler.
Yine aynı koridorlardan geçip önce taşlığa indik. Taşlığın o devasa büyük kapısının önünden geçerken icerideki neredeyse 100’ü aşkın cariyenin kendi hallerinde dolandıklarini gördüm. Kapıya yakın olanlar ise beni fark edip selam duruşuna geçtiler. Başlarını eğdiklerinde onlara gülümseyerek, ufak bir baş selamı verdim. İclerinden biri ise bana gulumseyerek başını kaldirmadan bakmaya çalışıyordu. Hepsinin üzerleri temiz ama bir o kadarda sade elbiseler içindeydi. Anladığım kadarıyla pek çok medeniyetten pek çok ırktan insanı içinde barındırıyordu cariyeler taşlığı...
Ben önde kalfa arkada büyük yemyeşil ve mis gibi kokan lalelerin içinde bulduk kendimizi. İleride kamelyayı anımsatan fakat kumaştan yapılma, etrafı açık ama tavanında üçgen şeklinde, yine bordo renkli kumaştan yapılma bir çatısı olan kamelyayı gördüm. Altında ise büyük bir yer masası, etrafında ise büyük rahat minderleri olan bir yere gelmiştik. Fakat etrafa bakındığımda henüz Mihrimah Sultan gelmemişti. Bir kaç tane cariyenin masanın üstüne tabaklar yerleştirip bardaklara içecek doldurmakla meşgul olduklarını görüyordum.
Benim yaklaştığımı görünce her biri elindeki işlerini bırakıp saygıyla önümde eğildiler.
“Sabah şerifleriniz hayırlı olsun Hanımım.” Dediklerinde ben de;
“Sizinde hayırlı olsun elinize sağlık hanımlar.” Dediğimde bunu ilk kez bir hanımdan duyuyorlarmışcasına birbirlerine bakıp gülümsediler. Sanirim daha önce yaptıkları işleri öven olmamıştı.
Kalfa yine donuk bakışlarını üzerimde gezdirmeye başlamıştı. Yaptığım her hareket, söylediğim her söz onun lügatında yok gibi uzun uzun boş bakışlar atıyordu bana hep.
Minderlerden birine geçip eteklerimi toplayıp oturdum. Cariyelerden biri bana,
“Ne içmek istersiniz?” Diye sordu. Oldukça çekingen görünüyordu. Ben ise ona tüm samimiyetimle,
“Şerbet içerim. Teşekkür ederim.” Dedim kız ise büyük bir heyecanla bardağımı doldurmaya başladı. Derken sarayın kapısında Sena, Burçak ve az önce giyinmem için bana yardım eden cariyeyi gördüğüm de içinden rahat bir nefes aldım.
“Geldiniz mi kızlar?” Dedim çaktırmamaya çalışarak, onlar ise onumde her biri selam verdi ve hemen yanıma sıraya dizildiler. Kalfa varken onlara ne olduğunu soramasam da gözlerim ile onlara işaret vermeye çalıştım. Onlar da önce kalfayı kontrol edip sonra ayni işaretle bana bir seyler anlattılar. Verdikleri isaretten anladığım kadarıyla kötü bir şeyin olmadığını söylüyor gibiydiler.
Şu kahvaltı fasılı bir bitse onları kenara cekip soracaktım. Derken nihayet Mihrimah Sultan’ın gelişini gördüm. O önde arkasından onu takip eden iki cariyeyle gülümseyerek yanımıza geliyordu. Derhal kalkıp eğilip selam verdim.
“Sabah şerifleriniz hayırlı olsun Sultan’ım.” Dedi kalfa büyük bir coşkuyla. Bu kalfa biraz sultanlarına yalakalık yapan tiplerdendi sanırım ya da şöyle demeliyim, kendi çıkarları için güç kimin elindeyse onun yanında duran tiplerden.
“Sizin de hayırlı olsun. Hanzade, nasılsın iyi uyuyabildin mi?” Dediğinde tekrar başımı kaldırdım.
“Çok iyi uyudum sultanım sağ olun.” Dedim.
“İyi sevindim. Buyurun sofraya geçelim.” Dediginde önce Mihrimah Sultan’ın oturuşunu izledim. Sonra o yerleşince bana eliyle oturmam için isaret ettiğinde ben de yerime geçip oturdum.
“Buyurun başlayalım.” O sırada onun cariyeleri ve Burçak, Sena hep birlikte bir yere doğru gittiklerini gördüğüm de gözlerimle onları takipe aldım. Meğerse onların da kahvaltı etmeleri için ayrı bir maşa açılmış biz burada onlar orada yemeklerini yiyeceklerdi.
“Hayrola nereye bakıyorsun.” Dedi Mihrimah Sultan, benim bakışlarımı takip edip cariyelere baktığında,
“Merak etme bir yere gitmiyor cariyelerin.” Deyip güldü.
“Yok Sultan’ım ondan değil, kendi konağımda biz heo birlikte aynı masaya otururduk da nereye gittiklerini meraktan baktım.” Dedim gayet tok bir ses tonuyla.
“Bizim sarayda işler farklıdır. Cariyelerin yeri ayrı sultanların yeri ayrıdır.” Dediğinde önündeki kavurmadan bir kaşık aldığını gördüm. Evet koskoca sultan, pastırmalı yumurta yiyordu. Tarih derslerinde duymuştumda inanmamıştım ben sultanlar gayet nezih ve kibar olduklarından sabah gayet hafif yiyecekler yerler diye düşünüyordum. Ama şimdi görüyorum ki masa da pastırmalı yumurta, çeşit çeşit poğaçalar, meyveler, ve içecek olarak da süt bir de tabii ki şerbet vardı.
Ben genelde hafuf şeyler yediğim için şerbet bir de meyvelerden yedim bir kaç tane ama Mihrimah Sultan benim aksime gayet iştahlıydı.
“Sultanım, haddime değil ama düğün ne zaman olacak?” Diye sordum gayet cesur bir duruşla, inşallah bu cesaretim karşısında beni pişman etmez.
“Validem hazırlıklarını hızlandırmış. Ee avdan da dönünce geriye pek bir zaman kalmadı gibi görünüyor.”
Bu kadında evlenmek istiyor mu istemiyor mu anlayamadım. Daha dün kasvetler icerisinde evlenmek istemediğinden bahsediyordu. Bugün ise baya iştahlı yemek yiyordu. Ben istemediğim bir evlilik için zorlandırılsam herhalde yemeden içmeden kesilirdim.
“Anladım. Umarım sizin içinde hayırlısı olur Sultan’ım.” Gülümsedi devam etti.
“Hiç öyle düşünmüyorum. Ama dediğin gibi umarım iyi olur.” Dedi. Yüzü düştü bir andan ben hatırlatmasam daha iyi olurdu sanırım aniden iştahı kesildi. Kaşığı masaya bırakıp ağzındaki lokmaları yutup öylece düşüncelere daldı.
Sorduğum soruya pişman olmuştum tabiki de belki de hatırlamak istemediği için bu kadar iştahlı yiyordu. Dayanamayıp, boğazımı temizleyip,
“Bağışlayın sultanım sizi üzmek istemedim. Bu evliliği istemediğiniz ortada ben hala boş boş konuştum.” Gözlerini bana dikti ve gülümsemeye çalıştı.
“Senin suçun yok. Kendini suçlama, eninde sonunda olacaktı zaten...” Dedi tekrar gözlerini önünde ki masaya dikti. Elimi elinin üstüne koydum. Yanında olduğumu hissetmesi için ve ekledim.
“Ben sizin her zaman yanınızdayım. Konuşmak isterseniz sizi dinlerim.” Dedim. Gozlerini elinin üstünde duran elime getirdi. Diger elini de benim elimin ustune koydu. Ve başını kaldırıp bana baktı.
“ Teşekkür ederim.” Dedi sonra içeceğinden bir yudum alıp bana,
“Aslında hiç kimseye anlatmadım daha önce, zaten az biraz biliyorsun. Ben bu evliliği istemiyorum. Üstelik yaşı benden oldukça büyük biriyle hiç istemiyorum. “
Dediğinde elimi yavaşça ellerinin arasından çektim.
“Büyük mü, fakat nasıl olur Sultan’ım itiraz etmediniz mi?
“Kime itiraz edeceğim. Valideme mi? O çoktan kararını verdi zaten, babama da diyemem.” Dediğinde anlayamamıştım. Halbuki kanuninin en sevdiği kızlarından biri Mihrimah Sultandır öyle ki kızını evlendirdiğinde bile fazla uzağa gitmesini istemediğinden saraya en yakın başka bir saray tahsis ettiğini okumuştum. Gerçi simdi öğrenebilecektim. Okuduklarımın gerçek olup olmadığını.
“İyi ama neden, neden babanıza demiyorsunuz?” Dediğimde gözlerinin dolduğunu gördüm.
“Daha önceden de dediğim gibi validem Rüstem paşa ile evliliğimin kardeşlerimin istikbalini olumlu yönden etkileyeceğini düşündüğünden buna boyun eğiyorum.” Dediğinde bu denli güçlü, karşısına bütün haremin ayakları önünde diz çöktüğü bir Sultan’ın dahi boyun eğdiği bir şeyler varmış demek ki.
“Zaten hünkar babam bana fikrimi sorduğunda çoktan validem ile bu işin olacağını konuşmuştuk. Bu yüzden babama evet dedim. Daha fazla bir şey söyleyemem.” Dedi ve sustu. İçeceğinden tekrar bir yudum alıp masaya bıraktı ve derhal eteklerini savurup ayağa kalktı onu gören cariyeleri ise onunla ayni ritimle hareket edip peşinden gittiler.
Ben ise ayağa onu selamlamak için kalkmıştım bile. Gerçekten bu cihana sultan olarak dahi gelsen eğer alnına yazılan yazın kötüyse hiçbir işe yaramaz. Ne sultanlığın kalır ne de sarayın...
( Saatler sonra... ) “Demek hiçbir şey bulamadınız öyle mi?” Dedim.
“ Evet her yeri karış karış aradık girebildiğimiz her yere girdik ama işe yarar bir şey bulamadık.” Dedi Burçak, hemeb ardından Sena takip etti.
“Hatta az daha kalsın yakalanıyorduk.” Dediğinde kendi kendime odanın icinde bir oraya bir buraya yürüyordum.
Sultan ile sabah yaptığımız hüzünlü kahvaltıdan sonra hepimiz odamıza çekilmiştik. Biz ise günün degerlendirmesini yapıyorduk.
“Nasıl yakalanıyorduk? Anlatsanıza...” Dedim. Sinirli ses tonumla ise yatağa yan yana oturmuştu.
“Baş haznedar geldi. Ne yaptığımızı sordum” dedi Sena, ardından Burçak da;
“Bizde senin gönderdiğini terzide kumaşların olduğunu onları getirmemizi istediğini söyledik.” Dedi. “Sonrası ise yanlış tarafta olduğumuzu söyledi, bizi terziye götürdü. Maalesef bir şey bulamadan kendimizi terzide bulduk.”
“Oh iyi bari en azından bir şeyden şüphe etmedi değil mi?” Dedim elim göğsümde,
“Yok yok merak etme gayet doğal davrandı.” Dedi Burçak.
“Biz yinede çok dikkatli olmamız lazım. Hatta sizin odanıza geçelim ve şu haritaya bir daha bakalım. Belki gözden kaçırdığımız yeni bir şeyler olabilir.” Dediğimde cariyelerin yattığı odaya gcetik yani Burçak ve Sena’nın kaldığı tarafa...
Sena yatağının altini açtı ve orada sakladığı kitabı çıkardı. Bir yandan gözüm de hep kapıdaydı. İceriye aniden biri girer diye korkuyorduk.
“İşte burada... Şimdi bir bakalım.” Dedi sena kitabı açıp önümüze koyduğunda.
Hatice Teyzenin bize gösterdiği haritayı açtık. Yanında yazan Osmanlıca kelimeleri okuyamadığımızdan onu da Sena tercüme ediyordu.
“Ne yazıyor Sena?” Dedi Burçak,
“Tam anlayamıyorum ama biz buraya gelmeden önce burada bir tekerleme ile gelmiştik ya şimdi o tekerleme kaybolmuş.” Dedi Sena bir anda, afallayarak sordum.
“Ne demek kaybolmuş, kendi kendine uçmadı bu yazı.” Dedim.
“Evet Sena ya, iyi misin sen yazı nasıl kaybolsun?” Dedi destekledi Burçak beni...
“Alın kendi gözünüzle görün tam burada haritanın jrada bir yazı var mıydı, yok muydu?” Sena, kitabı önümüze sürüdüğünde Burçak ve ben eğilip önüne arkasına baktık gerçekten de oradaki yazı bir şekilde kaybolmuştu. Ama nasıl olur kitapta olan bir yazı kendi kendize nasıl yok olur?
“İyi ama bu mümkün değil.” Dedi. Burçak,
“Demek ki mümkünmüş.” Dedi Sena’da hemen ardından.
“Bu işte başka bir iş var kızlar.” Dedim. Sonra biraz düşündüm ve devam ettim. “Ee peki biz şimdi ne yapacağız her güvenliğimiz bilginin peşine düşüp sonra tekrar baktımızda kayıp olacaksa neye güvenerek hareket edeceğiz?” Dediğimde ikiside derin bir of çektiler.
Sanırım hiç bu kadar tıkanmamıştım. Evet kelimenin tam anlamıyla tıkanmıştık. Şimdi ne yapacaktık. Nereye gidecektik? Hatta sarayda daha neyi aradığımızı bile bilmezken, buraya çok kolay bir şekilde girmemize rağmen sanırım çıkışımız onun tam tersine oldukça zor olacaktı. Önümüzde ise sonu belli olmayan bir yol vardı. Eğer elimize yolu aydınlatacak bir güç kaynağı bulup devam edecektik. Ya da bu sarayın soğuk duvarları arasında makus kaderimizi bekleyecektik. |
0% |