Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: Günlük

@pinar_0000

Bugün hayatımın en mutlu günü, tüm imkansızlıklara rağmen kavuşacağımız gün. Bugünü iple çektik. Neler gördük neler geçirdik birlikte... Kah ağladık kah güldük bazense sadece sustuk. Susmak iyi gelirdi zira, her şeyi bir kenara bırakıp susmak... Sadece ruhlarımızın konuştuğuna şahit olmak.

 

Ama öyle olmadı.

Olsun ne çok isterdim. Biz o kadar çabalamamıza rağmen aşkı da arkadaşlığı da beceremeyen iki salaktık.

 

Öyle şeyler oldu ki, kalbimin bu denli yandığını his etmemiştim. Kalbimde oluşan bu alev, beni cayır cayır yakmaya yetti senelerce...

 

(Günümüz...)

 

“Hayal kurarım gecelerce, bazen kendimi kurduğum hayalleri yaşarken bulurum zihnimde. Bazense sadece acı bir tebessüm ederim gerçeklere... Sahi gercekler acıdır derler. Acı olmayan bir gerçek var mı ki..?

 

Hayatın gerçekleri diye bir şey vardır. Her şey rengarenk düşlerden, toz pembe hayallerden ibaret değildir. İnişleri olduğu kadar çıkışları da vardır.

 

Hayat imkansızlıkları ile dolu bir yolculuktur. Acımasızdır, ne istediğini bilmez, yıpratır, bazense tüketir insanı... Bütün bunlara rağmen hayatta kalmak ve yolu, başı dik bir şekilde bitirebilmek önemlidir. Kadere boyun eğemezsin bazen. Kaderin seni alır götürür uzaklara, ardından baktığınla kalırsın.”

 

Günlük tuttuğum dışı pembe peluşlarla kaplı defterimi kapatıp alttan ikinci çekmeceye yerleştirip çekmeceyi kapattım. Her akşam olduğu gibi odama çekildim. Önce günlüğüme içimden geçenleri karalayıp, bilgisayardan her zaman online olarak oynadığım o oyunu açtım. Oyun aslında çok basit. Bir sosyal medya platformu üzerinden oynuyorsunuz.

 

Oynunda bir avatarınız var ve onu istediğiniz gibi giydirip, evini düzenleyip, istediğiniz sayıda kişi ile arkadaş olabiliyorsunuz. Ve bende acayip bir şekilde bu oyuna sardım. Normalde pek bilgisayar oyunları oynamam ama burada gerçek insanlarla birebir temasa geçebiliyor. Onlarla arkadaş olabiliyorsunuz.

 

Yine bir gün okuldan eve geldim. Çantamı yatağın üzerine savurup annemin iğneliyici sesine rağmen bilgisayarımdan oyunu açtım. Oyunda bir sürü arkadaşım vardı ama hepsiyle aynı anda aktif olamıyorduk ne yazık ki. Artık kim online ise onunla takılıyordum. Bir nevi gerçek hayat similasyonu gibi de düşünülebilir.

 

Oyunda online butonuna tıkladım ve kimlerin online olduğuna baktım. Böylece yanlarına gidip biraz sohbet muhabbet edebiliriz düşüncesiyle. Fakat kimse online değildi. Ben de kendi kendime oyunda ki bölümlerin arasında dolaşmaya başladım.

 

Oyunda bir çok etkinlik de vardı. Etkinliklere gitmenin daha çok kişiye ulaşmanın iyi olacağını düşünerek, üzerinde;

 

“Düğünüme gelin!” Yazılı etkinliğe tıkladım. Evet yanlış duymadınız. Bu etkinlikte oyuncular avatarlarını evlendirebiliyordu. Hatta isterseniz nikah şahidi bile olabiliyorsunuz. Neyse fazla söze gerek yok.

 

Etkinliğe gittiğimde, bir sürü avatarın birbiriyle konuştuklarını gösteren, konuşma balonlarını gördüm. Herkes herkesle samimiydi. Bir süre kalıp onları izledim. Etkinlikte tabi gelinlik ve damatlık giyen avatarlarda vardı. Onları izliyordum bir köşeden.

 

Öylece durup etrafı izlerken, ekranın sağ üst köşesinde ki ev sembolünde ışık yandığını fark ettim. Bu da demek oluyordu ki evime birileri girmiş olabilirdi. Bilgisayarın faresini hareket ettirip ok ile ev sembolüne tıklayıp evime geri döndüm. Evimde bir tane avatarın olduğunu gördüm. Üstelik kızdı ve adı Zeren idi.

 

Parmaklarımı ona bir şeyler sormak için klavyenin üzerine uzattım.

 

“Ne arıyorsun evimde?” Dedim. Avatarımın üzerinde konuşma balonu çıktı. Sorduğum sorunun hemen uzerinde ise kendi adım yazılıydı. “Pelin”

 

“Üzgünüm.” Dedi. Hala üç nokta yanıp sönerken. Bu onun hala bir şeyler yazıyor anlamına geliyordu.

 

“Hiç arkadaşım yok bunun için geldim. Kusura bakma.” Dediğinde aslında bu sözleri içime dokunmuştu. Çünkü ben de gerçek hayatta yalnız biriyim ve oyun da bir sürü insanla konuşup en azından yalnızlığımı gidermeye çalışıyordum. Yani onu anlayabiliyordum.

 

Oyunda bulunan koltuğa oturdum. O da aynı şekilde benim karşımda duran koltuğa oturdu.

 

“Gerçek adın Zeren’mi?” Dedim. Biz avatar oyuncuları genelde kendi adımız yerine bir nickname kullanırız. Gerçi ben kendi adımı kullanıyorum tabi.

 

“Evet.” Dedi. Ama hala üç nokta yanıp sönüyordu.

 

“Tanışalım mı?” Bu aralar oyunda bu gibi tanışmalar meşhurdur. Bende zaten fazla uzun arkadaşlıklar yapmam pek, çünkü burası online bir oyundu ve herkes aynı saatlerde online olamıyordu maalesef.

 

“Olur tanışalım.” Yazıp gönderdim. Onun yazmasını beklerken sıkılmıştım. Çünkü gerçekten yavaş yazıyordu. Derken bir kaç saniye içinde cevap geldi.

 

“Kaç yaşındasın.” Yazdı. Bunu dediğinde aslında gerçek yaşımı mı? Yoksa oyunda kullandığım, genelde yabancılara söylemek istemediğim yaşımı mı kullansam? Diye düşündüm. Fakat hemen bundan vazgeçip gerçek yaşımı yazdım.

 

“17 ya sen?” Yazdım ve yine onun yazmasını bekledim. Bu arada o yazarken, bilgisayarı açık bırakıp mutfağa atıştırmalık bir şeyler almaya geçtim. Annem, babam ve ben yaşıyoruz. Bir de kardeşim Berna var tabi. O hala okulda olmalı ben biraz erken geldim bugün. Diye düşünerek mutfağa kadar geldim. Bir kaç tane abur cubur ile odama geri döndüm.

 

Ben gelene kadar ekranda bir sürü mesaj birikmişti. Zeren’in avatarı kalkmış bir o tarafa bir bu tarafa dolanıyordu. Benden cevap gelmeyince sıkılmış olmalıydı.

 

“17 ben de, aynı yaşız ne güzel.” Bir mesaj daha...

“Orada mısın?” Bir tane daha...

“Sanırım seni bunalttım.” Elimdekileri masanın üzerine bırakıp, acelece klavyenin düğmelerine basmaya başladım.

 

“Buradayım. Mutfağa gidip geldim.” Yazıp gönderim. Bu kez hemen cevap geldi.

 

“Ne güzel, ben de seni sıkılıp gitti sandım.”

 

Biz böyle geç vakite kadar konuştuk. Zeren, o kadar tatlı bir kızmış ki. Normalde oyunda bu kadar iyi insanlar çıkmaz. Bazıları iki üç konuşmada nasıl bir insan olduğunu belli eder. Başıma çok geldi o yüzden biliyorum yine de tabii ki temkinli yaklaşmakta fayda var.

 

Zeren, benim gibi 17 yaşındaymış. Ve liseye gidiyormuş. Bu arada Eskişehir’de yaşıyormuş. Ben ise Samsun’da... Yani aramızda baya bir mesafe var. Aslında Zeren’i şimdiden bir mektup arkadaşım olarak görüyordum. Hani eskiden annelerimizin zamanında varmış ya böyle mektup arkadaşı olayı. Onun gibi olduk.

 

Oyunda online saatlerimiz birbirine uymayabilir diye ben sosyal medyamın kullanıcı adını yazdım. Artık mesajlardan konuşuyorduk. Bu sayede baya yakın dost olduk. Günlerdir okuldayken olsun eve gelince olsun hep konuşuyoruz. Hatta onunla oyunda tanışmamızın ardından neredeyse bir ay geçmiş. Farkında bile değildim.

 

...

 

Ben yalnız bir kızdım. Okulda, sokakta ya da yakın çevremde hep yalnız. Belki etrafım ne kadar kalabalık olursa olsun, kendimi hep yalnız hissettim. Hissettirildim. Belki benim suçumdur bu kadar yalnız olmam. Bilmiyorum.

 

Belki de oyuna bu yüzden bu kadar bağlanmışımdır. Çünkü burada özgürdüm. Kimse beni sorgulamıyordu veya yargılamıyordu. Sadece konuşuyorduk, gülüyorduk. Reel hayatı boş verip burada kendi dünyamızda günlük olaylardan konuşuyorduk.

 

Odamın kapısını kapatıp, ışıkları söndürdüm. Sonra mumlarımı yaktım. Elimi ateşe yaklaştırdım. Ateş sıcacıktı, elimi yakmıyordu ama ruhumun derinlikliklerinde benden birini yakmakla meşguldü.

 

Benden birini...

 

Mumların loş ışığı odamı gücü yettiği kadarıyla aydınlatırken, bilgisayarımı yatağıma bıraktım. Ekrandaki şifreyi girip bilgisayarı açtım. Her zaman kullandığım sosyal medya hesabım ekranda belirdi. Hatta bir tane de mesaj beni bekliyordu, gelen kutusunda. Klavyede bulunan dokunmatik fareyi kaydırıp, gelen kutusuna tıkladım.

 

Tabii ki mesaj bir aydır, online oyundan tanıştığım, Zeren’dendi. Mesajına tıklayıp, açtım.

 

“Pelin, online olunca konuşalım mı? Canım çok sıkkın.” Yazıyordu. Düşündüm. Acaba neye bu kadar canı sıkılmış olabilirdi? Dün gece konuştuğumuzda gayet iyiydi çünkü. Parmaklarımı klavyeye götürüp, ona cevap yazmaya başladım.

 

“Zeren, iyi misin? Neyin var?” Yazıp gönderdim. Mesajın üstünde isminin yazdığı yerin yanında küçük yeşil ışık yandı. Bu, onun çevrimiçi olduğunu gösteriyordu. Bir müddet mesajımı görmesini bekledim.

 

Daha sonra solumda ki pencerenin hafif aralığından duyulan, yağmurun sesiyle dikkatim o tarafa çekildi. Yataktan kalkıp pencereyi kapattım. Çünkü gece olmuş ve yağmur yağıyordu. Bu aylarda normal bir şey, nisan yağmurları... Sanırım yağmurun en çokta bu yönünü seviyordum. Hafiften çiseleyen hâli, bana sakinliği ve huzuru bir arada yaşatıyordu. Çoğu zaman bu gibi zamanlarda kahvemi yapar, bir tane de kitap alır elime ve penceremin kenarına oturup hem dışarıyı seyreder hem de kitabımı okurdum kahve eşliğinde.

 

Arkadan gelen mesaj sesine irkildim. Arkamı dönüp, yatakta duran bilgisayarın başına geçtim. Gözlerimi kısarak ekrana baktığımda bildirim sesinin Zeren’e ait olduğunu gördüm. Mesaj ekranı açıktı ve şöyle yazmıştı.

 

“Ben iyiyim de, bir şeyler eksik gibi hissediyorum.” Kaşlarımı anlamayarak çattım ve çok geçmeden yanıt verdim.

 

“Ne gibi bir şeyler.” Yazıp enter’ladım. Tekrar çevrimiçi ve yazıyor...

 

“Seninle bir aydır konuşuyoruz. Ve bana gerçekten çok iyi geliyorsun.”

 

Çevrimiçi, yazıyor...

 

“Arkadaşlığın olsun her şeyinle...” Tekrar yazıyordu. Ben ise sadece onu dinliyordum. Yazması bittiğinde cevaplayacaktım. Yazdı.

 

“Ama ben artık bir mesaj ekranında sadece harflerden oluşan konuşmamızı görmek yerine o ekranda artık seni görmek istiyorum.” Dediğini bir kaç saniye anlamamıştım. Hatta ‘anlamadım’ diye mesaj yazmaya hazırladığım sırada onun tekrar ekranda, yazıyor... Simgesini gördüm. Yazdıklarımı geri sildim.

 

“Yani, yanlış anlama sadece görüntülü konuşabilir miyiz? Diyecektim.” Şimdi her şey yerine oturmuştu. Bende acaba benden fotoğraf atmamı falan mı istiyor? Diye soracaktım. O hâlâ çevrimiçi gözükürken, ekranın karşısında benim mesajımı beklediğine emindim. Onu çok bekletmeden mesaj yazmaya başladım.

 

“Tabii olur, bende seni merak ediyordum.” Yazıp gönderdim.

 

Acaba sizlerinde başına böyle uzak mesafe arkadaşlığı geldi mi? Benim başıma ilk kez geldi. Çünkü ben okulda hiç arkadaşı olmayan, evde ise pek dışarıya çıkmadığım için kimseyle muhattap olmayan biriydim. Ben buydum. Bu kadardım. Fazlasına gerek yoktu çünkü. Yalnızlığı kendim seçtim. İnsanlar yalnız kalabilirler çünkü. İlla etrafında kalabalık gurupların olmasına ihtiyaçları yoktur. Bazen sadece çok seçici oluruz. Öyle herkesi hayatımıza dahil etmeyiz. Çünkü gerek yoktur.

 

Az sonra Zeren’in profil fotoğrafı ekranda bir arama ile belirdiğinde, ister istemez çekinmiş ve tüylerim ürpermişti. Çünkü Zeren sadece bir mesajdan ibaretti benim için şimdi ise kanlı canlı karşımda görecektim onu. İşaret parmağımı, klavyede ki dokunmatik farede kaydırıp aramayı yanıtladım.

 

Ekranda o kadar farklıydı ki... Sosyal medyasına yüklemiş olduğu fotoğraflarda hep efektli çekindiği için gözüme farklı ama daha güzel görünmüştü. Gülümseyen yüzü adeta parlıyordu.

 

“Merhaba, Pelin.” Dedi ekranda ki yüzü bana, onu taklit edercesine bende,

 

“Merhaba, Zeren.” Dedim. Saçları uzun simsiyahtı. Dişlerinde ise diş telleri vardı. Kahverengi gözlüydü ama esmer tenliydi. Ben ise onun tam tersiydim. Kızıl saçlarım omuzlarımda bitiyordu. Bembeyaz tenimle resmen kendimi belli ediyordum, odanın loş ışıkları arasında...

 

“Nasılsın?” Dedim. Mesajda ki gibi olmuyormuş o an anladım. Mesajda o kadar rahattım ki, şimdi tek bir kelime bile çıkmıyordu ağzımdan ve sanırım yalnız da değildim. Aynı hisleri Zeren’de yaşıyordu.

 

“İyiyim, sen nasılsın? Nasıl buldun beni?” Dedi. O kadar heyecanlıydı ki heyecanı yerinde duramamasından belliydi. Elinde sürekli bir şeylerle meşguldü.

 

“Ben de iyiyim. Bilmem farklı, ama bu farklılık güzel, gerçekten efekt kullanmadan da baya iyi görünüyormuşsun.” Dediğimde gülümsedi. Bir kaç saniye uzakta bir yere bakıp tekrar bakışlarını ekranda ki bana çevirdi.

 

“Senin hiç fotoğrafın bile yoktu. Kiminle karşılaşacağımı tahmin bile edemedim.” Dedi durdu biraz ve devam etti.

 

“Hatta sana bir şey itiraf edeyim mi?” Dedi. Ekrana biraz daha yaklaştığında sanki kulağıma fısıldaması gerekiyormuş gibi bende yaklaştım.

 

“Fotoğrafların yok diye senin beni işlettiğini bile düşündüm. Bu yüzden görüntülü konuşmak istedim.” Yüzüm asılmıştı. Böyle bir tepki pek beklemiyordum. İyi bir şey miydi, yoksa kötü mü? O an algılayamamıştım. Yüzümün aşıldığını fark edip, hemen toparlamaya çalıştı.

 

“Sakın yanlış anlama, kötü bir şey demedim. Daha önce bu tarz bir şey başıma gelmişti. Ve ben çok üzülmüştüm gerçi başıma gelen olayda çocuğun birine sırılsıklam aşık olmuştum. Ama o fake çıkmıştı. Meğerse beni eğlencesine kullanan zavallının biriymiş. Sana da dostum gözüyle baktığımdan ‘acaba beni işletiyor mu?’ diye çok düşündüm. Hepsi bu, seni kırdıysam üzgünüm.” Aslında haklıydı. Sonuçta kim olsa, böyle bir şey yaşamış olan biri de, aynı şüpheyle yaklaşırdı. Bu yüzden ona kızmıyordum.

 

“Hayır, yanlış anlamadım. Tam tersine çok iyi anlıyorum seni, benimde yalnız olmamı gerektiren sebeplerden biri de insanlara güvenmemek.” Sözlerimi duyduğunda üzgün surat ifadesi yerine rahatlamış bir ifadeye bıraktığını fark ettim. Sözlerim onun içini rahatlatmış olmalıydı.

 

 

Biz böyle bir müddet görüntülü konuştuk. Dışarıda çiseleyen yağmur daha da şiddetlendi ve gök gürültülü sağanak yağışlı halini alırken, Zeren ile konuşmadığımız bir şey kalmamıştı. Hatta bir sevgilisi olduğunu ve aralarının çoğu zaman iyi olmadığını anlattı. Benimse hayatım boyunca hiç sevgilimin olmadığından bahsettiğimde şaşırmıştı. “Nasıl olurda bu yaşına kadar sevgilin olmaz.” Diye söylenip durdu. Ama ne yapalım, herkesin olacak diye bir kaide yok ya.

Loading...
0%