@pinar_0000
|
Kelebeğin ömrü bir gündür derler onda da sevebildiğin kadar sev, yaşayabildiğin kadar yaşa, ölüm denen şey bu kadar kısadır aslında sevebildiğimiz kadar sevelim, yaşayabildiğimiz kadar yaşayalım. Sevdiklerimizi en ufak şeyle bile üzmeyelim,kırmayalım. Çünkü gün gelir adı “keşke yapmasaydım!” Oluverir. O zaman o kadar pişman olur o kadar acı çekersin ki bu acı yüreğine sığmaz her geçen gün kahrolursun...
(Meriç’in anlatımıyla...)
Televizyonda yine en sevdiğimiz film, dışarıda yağmur yağıyor o kadar hızlı yağıyor ki sesi kulaklarımı delecek kadar hızlı yağıyor. Oda loş bir ışıkla kaplı Ekin ise film izlerken kucağıma yatıp uyuyakaldı. Filmde bir sahne dikkatimi çekti. Bir tane adam sanki öleceğini hissetmiş gibi kalkıyor kameranın başına geçiyor ve sevgilisine son bir hatıra bırakıyor. Kendini video’ya kayıt ediyor. Acaba diyorum böyle bir şey ben de yapsam eğer bana bir şey olursa Ekine böylece veda etmiş olurum.
Kucağımda uyuyan Ekini yavaşça başından tutup yastığa yatırdım. Kalktım ve aynı filmdeki gibi Ekine bir veda videosu hazırlamak için odama gittim. Bilgisayarı açtım. Oradan da kamerayı, başladım veda videomu çekmeye, uzun uzun düşündüm videoyu oynat tuşuna basmadan ne söyleyebilirdim ona, ne diyebilirdim. “Eğer bu video’yu izliyorsan hayat bizi bir şekilde ayırmıştır.” Diye mi başlamalıyım? Bunu gerçekten bilemiyorum. Bir tek şeyi biliyorum bu yaptığım biraz da çılgınca ama ben hep hatıraları seven bir insanım. Mesela babamın bana böyle bir video bırakmasını çok isterdim. Sanki yanımdaymış ya da tam karşımdaymış da benimle konuşuyormuş gibi sanki hiç ölmemiş gibi...
Tüm cesaretimi toplayıp videoyu oynatma düğmesine bastım. Yaklaşık 30 dakikalık bir konuşma yaptım. Eğer bir gün bu videoyu izlemek zorunda bırakılırsa ki inşallah böyle bir şey olmaz ama eğer olursa ona bu hatırayı bıraktığım için huzurlu olacağım. Videoyu kapatıp, kaybedip bir CD ‘ye aktardım CD’yi nereye koyacağımı da çok iyi biliyordum. Tabi ki de Ekinin bilmediği, hatta ve hatta kimsenin bilmediği günlüğümün arasına, eğer bana bir şey olursa günlüğümü bulacağından adım kadar eminim. İnşallah bana çok kızmazsın sevgilim sana günlüğümden bahsetmedim diye.
Ben detaycı bir insanım ve bu yüzden de günlüğüme bugün ne yaptıysam her ne düşündüysem bu günlüğe yazarım. Hani olur da bir gün hafızamı kaybedersem diye açıp okumak için biliyorum birazcık değişik bir huy ama güzel bence... Şimdi sessizce Ekin uyanmış mı diye bakıyım hâlâ orada uyuyorsa kucağıma alır yatırırım yatağına koltukta uyursa tutulur her yanı ve ben ona kıyamam.
Salona geçtim. Ekin hâlâ uyuyordu kucağıma alıp yatağına yatırırken sayıklıyordu.
“Sevgilim beni bırakma.” Boynuma sıkıca sarıldı. Ve bu cümleleri kurdu ben ise o videoyu çektiğim için içimde bir acı hissettim eğer bana bir gün gerçekten bir şey olursa Ekin bensiz ne yapar bana hep “beni bırakma” diyor. Benim gitmemi istemiyor. Benden ayrılmak istemiyor. Hatta bir keresinde ben hafta sonları ailemin yanına İstanbul’a giderken bile gözyaşları içinde uğurluyordu havaalanından. O bensiz ben de onsuz yapamazdım. Fakat içimde belli belirsiz bir his, sanki her şey bir gün bitecek sanki bir gün ayrılacağız ve bu ayrılık öyle sıradan bir ayrılık olmayacak gibi.
Günler haftalar geçti. Nihayet yaz tatili geldi. Artık daha çok beraber geziyor eğleniyorduk. Daha çok vaktimiz oluyordu birbirimize ayıracağımız.
(Ekin’in anlatımıyla...)
Hani bir gün demiştim ya edebiyatı çok severim diye şuan Meriç ile beraber bir tane kitapçıya girip oradan Hüseyin Nihal Atsız’ın bir şiir kitabını aldık. Sonra bir tane parka gidip banklardan birine oturduk.
“Sevgilim şimdi bu kitaptan gözüm kapalı rastgele bir sayfa açıcağım ve gelen sayfada ki şiiri bana okuyacaksın tamam mı?” O an heyecanlıydım nedensizce gözlerimde bir ışıltı hava çok güzel ferah aydınlık yanımda sevdiğim etrafta mutlu bir sürü insan ve yine en sevdiğim şairden bir şiir Meriç bana okurken...
“Tamam sevgilim.” Hafiften sırıtarak bana doğru bakıyordu. Ben de heyecanlı heyecanlı gözlerimi kapattım. O sırada Meriç bana hayran hayran bakıyordu. Kitaptan rastgele bir sayfayı açtım. Ve oradaki şiire hiç bakmadan doğruca Meriç’e uzattım kitabı. Kitabı alıp açtı ve gelen sayfadaki şiiri bana okumaya başladı.
“Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!”
Şiiri okuduktan sonra kitabı kapatıp bana baktı o güzel kahverengi gözleriyle, ellerimi tuttu önce, sonra öyle uzun uzun baktı ki gözlerime, sanki o an dudaklarımız sustu da sadece gözlerimizle konuştuk, sanki içimizden geçenleri gözlerimizle anlattık birbirimize bu uzun bakışmadan sonra dudaklarını araladı.
“Sen bana ne yaptın böyle Ekin! Sanki bu başka bir şey, adını tarif edemediğim, sihir gibi bir şey... tek bu şiir değil dünyada ki bütün şiirler feda olsun sana sevgilim.”
Ona bakarak gülümsedim tek bir kelime dahi edemiyordum. Öyle değişik bir anı yaşıyorduk ki sanki birbirimize yeniden aşık olmuş gibiydik.
“Meriç.... bana gitar çalar mısın? İstanbul’da çalmıştın ama biliyorsun ki yarısını hatırlayamadığımız bir gece olduğundan tekrar istiyorum.”
“Tabi ki çalarım sevgilim ama istersen Mert ile Tuğçe’yi de çağıralım bayağıdır görüşemiyoruz onlarla biliyorsun.”
“Olur onlarda gelsin. Birde ben Kübra’yı da görmek istiyorum o da gelsin olur ki?”
“Olur Tabi sevgilim o zaman sen Kübra’yı ara söyle ben de Mert’e söyliyeyim o da Tuğçe’ye söyler akşama böyle bir eğlence düzenleriz.”
Mert ve Tuğçe bunlar sevgililer Mert benim ortaokuldan arkadaşım Tuğçe de Meriç’in arkadaşıydı bir nevi biz bunları bir araya getirip hayırlı bir işe vesile olduk diyebilirim. Bayağıdır da görüşmüyorduk iyi oldu bu eğlence... çantadan telefonumu çıkarıp Kübra’yı aradım. Durumu anlattım o da hemen kabul etti. Daha sonra Meriç de Mert ile konuşmuş “Tuğçeyi de alır gelirim.” Demiş. Anlaşılan akşam çok eğlenecektik. Bankta oturmuş,Mert elini omzuma atmış, yavaşça sokulmuştum ona beraber etraftaki insanları izledik hem de akşam neler yapacağımızı düşündük.
Bankta bir süre oturduktan sonra kalkıp buluşacağımız yere gittik. Bizden önce Mert ve Tuğçe gelmişlerdi bile, güzel bir bahçesi olan bir kafenin önüydü buluşacağımız mekan. Sonra Mert ve Tuğçe’nin yanına oturduk. Anlaşılan Kübra hala gelmemişti.
‘’Kübra hala gelmemiş ben bir onu arıyım.’’ Yanlarından uzaklaşıp az ileride bir yerde telefonumla Kübrayı aradım. Telefon dördüncü çalışında açıldı.
‘’Alo!’’
‘’Alo! Ekin kusura bakmayın geç kaldım biraz... ama geliyorum yoldayım beş dakikaya oradayım.’’
‘’Tamam kuzum. Bekliyoruz seni.’’ Telefonu kapatıp cebime attım. Daha sonra Meriç’in yanına gidip oturdum.
‘’Ne oldu? Geliyor mu?’’
‘’hı hı.. Evet yoldaymış geliyormuş.’’
‘’O halde o da gelince başlarız gitar çalmaya:’’ dedi Meriç hemen ardından Mert atıldı.
‘’Ooo... demek bize gitar çalacaksın.’’
‘’Aynen öyle Mertciğim.’’ Aralarında konuşurlarken uzaktan Kübra’nın geldiğini gördüm. Ayağa kalkıp el salladım. Beni görünce karşılık verip el salladı.
‘’Merhaba gençlik! Kusura bakmayın ya biraz beklettim sizi.’’
‘’Olsun kankacığım biz de yeni gelmiştik zaten öyle değil mi arkadaşlar?’’ dedim. Bizimkilere dönerek.
‘’Aynen aynen gel otur şöyle... Meriç bize gitar çalacakmış yengemiz istemiş.’’ Dedi Tuğçe oradan beni göstererek.
‘’Aaa... öylemi çok şanslısın Ekinciğim.’’
‘’Evet... çok şanslıyım.’’ Dedim. Meriç’in gözlerinin içine bakarak. Oda bana büyük bir içtenlikle bakıyordu.
‘’Evet! Herkes hazırsa başlıyorum.’’
‘’Hazırız!! Başlayabilirsin kanka.’’ Arkasında duran gitarı aldı. Dizlerinin üzerine koydu. Başladı çalmaya yine en güzel şarkıyı çalıyordu. Önce müziğe girdi herkes iyice yerleşirken. Şarkıya aynen şöyle devam ediyordu.
‘’Bak ne başı var ne sonu belli değil,
Yağmur bereketi çökmüş aşkın üstüne...’’ bir yandan şarkıyı çalıp söylerken bir yandan da bana bakıyordu. Gözlerimin içine uzun uzun. Derken ben de şarkıya dahil oldum beraber söylemeye başladık.
‘’Tenim deli olmuş tenin tiryakisi,
Kıramam zincirleri çıkamam bu aşk kafesi
Bir sonu olmalı her yıldız bir gün söner,
Bir sonu olmalı tükenir her özlem.’’
Bu akşam yine her zamanki gibi çok güzel bir akşam olmuştu. Tüm sevdiğimiz arkadaşlarımız yanımızda mutlu, huzurlu, aşk doluyduk. Sanırım hiç bitmesini istemediğim anlardan birisini yaşıyordum. Onun gitar çalışı dünyada ki bütün seslerden daha güzel geliyordu kulağıma ama her şeyin bir sonu olduğu gibi bu akşamın da bir sonu vardı. Maalesef eve gitme vaktimiz geldi. İnanın bu anın bozulmasını istemiyordum ama bizi bekleyen sevdiklerimiz de vardı elbette, ailelerimiz...herkes evlerine dağıldı. Bizde Meriç ile evlerimize gittik. Beni eve kadar bırakıp döndü sonra kaç gündür İstanbul’da olduğumdan bizimkiler beni bayağı özlemişler eve girer girmez boynuma atıldı annem babam ise beni sadece bir arkadaşımda kalacağımı bildiği için pek bir şey söylemedi. Annem tuttu beni İstanbul’da neler yaptığımızı anlattırdı. Tabi ki de Meriç ile neler yaptığımızı anlatmadım. Eğer onları anlatsam bir daha beni Meriç ile görüştürmez ‘’Kızımı nerelere götürmüş.’’ Diye der der durur.O kadar yorulmuşum ki annemden kurtulup direk odama gidip uyudum. |
0% |