Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm: “Sessizlik”

@pinar_0000

“Yedi Senem...”

 

Hayatınızda olan insanlara hayatlarında var oldukları için teşekkür edin mesela, bazen öyle bir zaman geliyor ki keşke diyorsunuz. Keşke biraz daha vaktimiz olsaydı da doya doya eğlenebilseydik. Doya doya konuşabilseydik. Doya doya birbirimize anlatabilseydik...

 

Ama olmuyor, yapamıyorsunuz. Geriye sadece bir avuç pişmanlık, gözyaşı ve vicdan azabı kalıyor. Küsmeyin sevdiğiniz insana; darılın, kırılın, kırgın olun ama yinede küsmeyin. Bunu yapmayın. Bunu yaparsanız bir gün küsüpte konuşmadığınız zamanları hatırlarda kendinize lanet okursunuz.

 

“Keşke onunla; onu kırmadan, incitmeden konuşsaydım da küs ayrılmasaydım diye... benim de çok oldu küs ayrıldığım bir daha konuşamadığım insanlar ya da bir keresinde kavga etmişizdir ve bir hafta, bir ay ya da ne bileyim bir sene konuşmamışızdır. Yanarsam bir tek o kaybettiğim zamanlara yanarım...

 

Kübra, yaklaşık iki saattir aralıksız uyuyordu yanı başımda. Doktorlar bir takım ilaçlar verdi. Ağrı kesiciler, uyuması için vurulan iğneler...

 

Ben ise yanı başında her zamanki halimle onu bekliyordum. Bazen onunla konuşuyorum sanki uyanıkta beni dinliyor gibi... ya da belki de dinliyordur ben bilmiyorumdur.

 

Bundan yedi sene önceydi... Kübra ile tanıştığımız ilk günler... o zamanlar ortaokuldayız. Kaçıncı sınıfız pek hatırlamıyorum ama tanıştığımız o gün dün gibi aklımda...

 

Ben bir arkadaşımla beraber okulun bahçesinde dolaşırken, Kübra’nın ileride arkadaşlarıyla beraber top oynarken ayağını sakatlayıp düştüğünü görmüştüm. Yerde oturmuş o kadar çok ağlıyordu ki, bir yandan da bileğini tutuyordu. Tam o sırada oradan geçiyordum. Arkadaşım Melis ile beraber.

 

Melis’i durdurdum. Ve koşarak onun, Kübra’nın yanına gittim. Gözyaşları arasından bana bakıyordu. Ama yanına benden başka kimse gelmemişti. Öylece acı içinde yerde oturuyordu. Pek arkadaşı yoktu sanırım. Onu yerden kaldırdım. Dokkatli bir şekilde, orada bulunan banklardan birine oturttum. Melis’ten bir ıslak mendil alıp kanayan dizini, elimden geldiğince pansuman yapmaya başladım.

 

Acıdan kıvranıyordu. Ben her defansında yarasını temizlemeye çalışırken... yarasını temizledikten sonra bana içten ve samimi bir bakış attı ve gülümseyerek bana teşekkür etti. O an içimden bir şeyler aktı sanki, arkadaş değil sanki kaybettiğim kardeşimi bulmuş gibi olmuştum. Ona her baktığımda...

 

O günden sonra hiç ayrılmadık zaten. O gün bugündür, o benim YEDI SENEM oldu.

 

“Ben senin hâlâ yedi senenim unutma bunu...”

 

Daldığım hayal dünyasından, onun sesiyle çıktığımda coktan uyanmış, gözleri düne nazaran daha bir kendine gelmiş bakıyordu.

 

“Unutur muyum hiç... asla unutmam.”

 

Dediğimde yerinden kımıldamaya çalışıyordu.

 

“Lütfen! Doktor dinlenmen gerektiğini söyledi. Yerinden kalkmaman lazım.” Tabii ki de benim arkadaşım tam bir inat keçisi olduğu için asla ne doktorların ne de benim sözümü dinlemiyordu.

 

“Sıkıldım. Kaç gündür buradayım. Sadece ye iç yat koridorda dolaş gel yine yat. Sıkıldım.” Şu isyan edişi bile daha iyi olduğu anlamına geliyordu. Yani Kaç gündür baygın yattığını düşünürsek.

 

“Sende haklısın ama sağlığın için dinlenmen gerekiyor.” Derin bir nefes verdi sıkıldığı her halinden belliydi. Kim olsa sıkılırdı zaten, burada yatıpta keyif alan yoktur herhalde...

 

“Ne düşünüyorum biliyor musun?” Dikkatini biraz olsun dağıtmak ve sıkıntısını giderebilmek adına onunla konuşmaya başladım. Sıkıntıyı gidermenin en iyi yolu buydu çünkü konuşmak.

 

“Neymiş bakalım anlat.” Dediğinde çok bilmiş tavırlarıyla, yatağında oturur pozisyonundaydı.

 

“Hatırlıyor musun? Bir keresinde öğlen vakti okuldan kaçıp bir markete gitmiştik. Tabi o zamanlar ortaokuldayız, küçüğüz, neyin ne olduğunu bilmiyoruz. Sen annende görüp merak ettiğin bir ruj vardı markette, aldın inceledin inceledin bantın paranda yetiyor almak istemiştin. Hatırlıyorsun değil mi?” Dediğimde yüzünde heyecanlı ama bir o kadarda mecalsiz bir gülümseme vardı.

 

“Hatırlamaz olur muyum hiç... aklımdan çıkmıyor ki ne zaman aklıma gelse gülerim.” Bir süre halimize güldüğümüz de bu sefer anının geri kalanını o devam ettirdi.

 

“Ben o rujları aşırı merak ederdim. Annem bana hiç kullandırmazdı. Neymiş: ‘çocuklar böyle şeyler kullanmazmış.’ Ne kadar saçma değil mi ya?”

 

“Ahaha kesinlikle öyle...”

 

“Bak hatta onu alıp yasak olmasına rağmen okula sokmuştuk. Ben ne yaptığımın bilinmezliğiyle ruju alıp, sende vardın yanımda hatta, tuvalet boş iken tuvalet aynasına ‘MÜDÜR’ yazmıştık.” Dediğinde kahkahalarla gülüyorduk. Tabi bir yandan Kübra ara sıra öksürürken,

 

“Sonra sınıfta arama olmuştu. Biz tuvalete girerken tuvaletten çıkan şırfıntı Buse bizi müdüre şikayet etmişti. Hâlâ ondan intikam alacağım günü bekliyorum.” Karşımda o kadar ciddi konuşuyordu ki sanki bütün yaşadığımız kötü olayları bir anlığına unutup kendimizi eski güzel günlerimize atmıştık.

 

“Müdürle beraber sınıfı ararlarken geldiler ve direk bizi göstermişti. ‘Bakın hocam bunlardı o yazıyı yazanlar.’ Demişti bir de... sonra da biz senle kaş göz yapıyoruz birbirimize ‘şimdi ne halt edeceğiz’ der gibi.” Kübra’yı anlatırken görseniz hem haline acırsınız hemde onu keyifle dinlersiniz. Bir insana hastalık bu kadar mı yakışmaz. Derken son sözleri de ben söyledim bu sefer,

 

“Sonra biz tir tir titrerken, aldılar bizi bir odaya götürdüler. Başımızda üç tane kadın öğretmen resmen bizi sorguya çekmişlerdi.”

 

Kısa bir sessizlik oldu aramızda... sanki ikimizde o eski günlere gitmiştik. Eski, güzel günlere...

 

Şimdi dönüp bakıyorum da ardıma, hiç kırgınlık dargınlık yokmuş aramızda sadece benim onu bir zamanlar bir yanlış anlamadan dolayı kırdığım bir kaç gün dışında... deliler gibi o gün onu yanlış anlaşılma yüzünden kırdığım için pişmanım.

 

Siz siz olun asla kırmayın üzmeyin birbirinizi... şimdi diyeceksiniz ki; dünyanın en kötü şeyini yapsa bile mi? Bunun için eger gerçekten sevdiğiniz biri ise şunu diyebilirim: “uzaklaşın” evet! Yanlış duymadınız. Böyle bir şey olduğunda onu kırmamak için ondan o an uzaklaşın ya da kötü bir söz soyleyipte ömür boyu pişmanlık yaşamayın. Emin onun buna değmez.

 

“Anladım Ayfer Teyze. Bekliyoruz biz seni... yok bir sıkıntı yok... tamam görüşürüz.”

 

Kübra’nın annesi Ayfer Teyze bir kaç gün evde işlerini hallettiği için hastanede Kübra’ya ben refakat ediyordum. Bugün ise bizim yanımıza hastaneye gelecekti. Az önce telefonda konuşmuştuk.

 

Bende Kübra odada uyurken, biraz olsun hava almak adına hastanenin kantininden kahve alıp bahçeye inmiştim. Kısa bir yürüyüşün ardından bahçede ki banklardan birine oturdum. Kahvemi, soğuktan donan ellerimin arasına aldım.

 

Derin bir nefes aldım. Şu an tek yapabildiğim düşünmekti. Hafiften yağan yağmur ile beraber oluşan toprak kokusunu içime çektim.

 

‘Toprak kokusu...’ sesli bir şekilde lanse ederken, Meriç geldi aklıma bir anda... zaten hiç çıkmıyor ki... toprak hep mi güzel kokardı? Yoksa sevdiklerimizi aldığı için miydi bu kadar güzel kokması?.. o halde dahada içime çekmeliyim bu kokuyu belki aralarında onunda kokusu vardır.

 

Kahvemden bir yudum daha aldım. Kahve oldukça sıcaktı. Ve yine düşüncelere daldım. Yıllar öncesine gittim. Meriç ile beraber ilk kez bir görüntülü aramada beraber kahve yaptığımız güne... o an sakarlıklarıma gülüp dalga geçerdi. Ben ise ona çok trip atardım. Dalga geçme benimle diye... uzun zaman oldu mezarına gitmeyeli, ondan geriye ne bir hatıra ne bir şey... sadece bir zamanlar mutlu olduğumuz fotoğraflar kaldı elimde, o fotoğraflar da gülüyoruz. Birbirimize hep ilk günkü aşkla bakıyoruz. O fotoğraflarda kaldı sevdamızda, güldüğümüz, eğlendiğimiz anlarımız da... hepsi birer birer mazi oldu. Tarihin tozlu raflarında savruldu gitti. Ve o andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

 

Dakikalar sonra Ayfer teyzenin hastanenin bahçesine girdigini gördüm. Elimi salladığımda beni gorur görmez gülümsedi ve yanıma geldi.

 

“Nasılsın Ayfer teyze?”

 

“Iyiyim canım sen nasılsın, Kübra nasıl?”

 

“Iyi merak etme uyuyor odada...” Ayfer teyze de yanıma oturdu. Beraber sohbet etmeye başladık. Vücüdunu bana çevirdi. Tek elimle kahvemi tutarken Ayfer teyze de öteki elimi tuttu. Ve konuşmaya başladı.

 

“Sen Nasılsın asıl? O günden beri hayat nasıl gidiyor?” Aslında hangi günü kasdettiği apaçık ortadaydı. Ama yine de pek fazla o günden konuşmak istemiyordum, değil o günden konuşmayı o günü bahsetmek bile acı veriyordu bana...

 

“Nasıl olunursa öyleyim Ayfer teyze, görüyorsun halimi ışte şu an tek ümidim Kübra’nın yaşaması. O iyi olursa daha iyi olacağım.”

Elimi sıkıca tuttu.

 

“Inşallah kızım, ınsallah.” Bugün burada bir kaç dakika kadar oturup hava aldıktan sonra yukarıya odaya çıktık. Kübra’nın yanına,

 

Odaya çıktığımız da yemek saati gelmişti hemşireler Kübra’nın yemeğini getirmişler. Zar zor bir şeyler yemekle meşguldü.

 

“Geldiniz mi, neredeydiniz?” Önünde ki çorbadan bir kaşık alırken,

 

“Geldik kızım buradayız. Sen nasılsın, daha iyi oldun mu?” Dedi annesi elindeki çantasını odadaki dolaba koydu üzerindeki paltosunu da askıya asarken, Kübra’nın yanına geçip oturdu. Ben de bir sandalye çekip yanına oturdum.

 

“Biraz ağrılarım var birde halsizlik... ama onun dışında iyiyim beni merak etmeyin.” Dedi Kübra. Anneside kızının yüzüne bir anne şevkatiyle bakarken, saçlarını okşuyordu.

 

Derken telefonumun çaldığını duydum. Yanıma biraktığım çantamı açtım ve telefonumu çıkardım. Arayan annemdi.

 

“Annem arıyor iki dakika dışarıda konuşup geliyorum.” Deyip çıktım odadan. Telefonu açıp kulağıma koydum.

 

“Efendim anne?”

 

“Nasılsın kızım, Kübra nasıl? Ne dedi doktorlar?”

 

“Iyiyim anne, Kübra da iyi olmaya çalışıyor ışte biraz ağrıları var tabi. Doktorlar kemoterapi alacağını söylüyor bakalım. Bekliyoruz.”

 

“Ah benim canım daha küçücük yaşında başına gelenlere bak.” Annem telefonun karşısında gözyaşlarına boğulduğunu anlayabiliyordum. Çünkü sesi değişmişti ağladığı belliydi. Annem böyledir işte, duygulu...

 

“Evet anneciğim. Insanın başına her şey gelebiliyor demek ki.”

 

“Kemoterapiyi ne zaman alacakmış?”

 

“İki gün sonra...”

 

“Anladım kuzum. Haber et bizi bak babanda selam söylüyor.”

 

“Aleykümselam. Benim şimdi kapatmam lazım görüşürüz.”

 

“Görüşürüz kızım dikkat et kendine...”

 

“Tamam anneciğim.”

 

Telefonu kapatıp cebime attım. Sonra Kübra’nın yanına geri döndüm. Ben telefonla konuşurken çoktan yemeğini bitirmiş hastane hizmetlisi tepsiyi alıyordu.

 

“Afiyet olsun küçük hanım.”

 

“Teşekkür ederim.” Kübra hizmetliye teşekkür ederken, bir yandanda kendi kendine yakınmaya başladı.

 

“O kadar sıkıldım ki, kaç gündür bu dört duvar arasındayım ne zaman kurtulacağım buradan?”

 

“Azıcık sık dişini annem, bir iyileş bak seni nerelere götürüceğim buradan.”

 

Annesi öyle söyleyince aklıma harika bir fikir gelmişti.

 

“Aklıma bir fikir geldi.” Diyeverdim bir anda Kübra’nın yüzünde heyecanlı bir iaede oluştuğunda devam ettim.

 

“Doktorlarla bir konuşayım. Nasılsa iki gün sonra alacaksın kemoterapiyi o süre zarfında nereyi görmek istersen oraya götüreyim seni ne dersin?”

 

“Ekin sen deli misin? Bu harika bir fikir. Bak an itibariyle iyileştim sayılır.”

 

Annesinin ne diyeceğini merak ederek ona döndüm. Kadının yüzünde hem tedirgin hemde mutlu bir ifade vardı.

 

“Ne dersiniz Ayfer teyze izin veriyor musun?” Ayfer teyze bir bana baktı bir de kızına, Kübra ise yüzünde “Ne olur izin ver...” der gibi bir ifadeyle bakıyordu annesine

 

“Peki tamam. Gezin eğlenin istediğiniz gibi ama çok dikkatli olun. Beni haberdar edin her şeyden, merakta bırakmayın beni...”

 

“Sen hiç merak etme Ayfer teyze kızın bana emanet.” Ayfer teyze bize gülümserken, Kübra’ya yaklaşıp iki elimizle bir beşlik çaktık. Her ne olursa olsun bu son günleri bile olsa onu bu dünyadan mutlu göndermek istoyordum. Içim acıya acıya hemde...

 

( 1 gün sonra...)

 

“Aman kızım dikat edin olur mu? Gidince haber verin.”

 

Bir kaç küçük çanta hazırlamış ve yola çıkmıştık. Çantaları arabanın bagajına koyduk. Kübra annesiyle vedalaşırken, bende son bir çantayı bagaja koymakla meşguldüm.

 

“Görüşürüz anne varınca ararım seni.” Ayfer teyze gözyaşları içinde bizi uğurlarken bende ona sarıldim ve arabaya bindik.

 

Her şey kontrol altındaydı. Doktor gidebilmemizde hiçbir sakıncanın olmadığını söyledi. Yoksa bu yolculuğa çıkmak hayal olurdu.

 

Bir zamanlar bahsetmiştim ya hatırlar mısınız? Meriç’i kaybettiğimde yalnız kalmak için kendimi attığım bir orman evi vardı. Şimdi oraya gidiyoruz Kübra ile doktoru biraz orman havası fena olmaz dedi. Onun için iyi olabileceğini söyledi. Zaten ben ona zarar veren bir şey yapmam. Beni bilirsiniz.

 

“Hazır mısın?” Dedim sürücü koltuğunda ben, Kübra ise hemen yanımda bulunan koltukta... annesine el salladı ve bana döndü.

 

“Hazırım.” Dedi ve gülümsedi. Annesi arkamızdan bir sürahi su atarken, bir kez daha ona el sallayıp Kübra’nın evinin önünden ayrıldık.

 

“Ekin, sana o kadar çok teşekkür ederim ki... belki de bu benim çıktığım en güzel tatil.”

 

“Asıl ben sana teşekkür ederim. Yanimdan hiç ayrılmadın, benim en kötü anımda bile hep yanımda oldun. Elimi hiç bırakmadın. Arkadaştan öte bana aile oldun. Şimdi seni o sıkıcı hastane köşelerinde bırakacağımı mı sandın?”

 

Hakkaten de öyleydi. O benim kardeşimdi ailemden bir parçaydı. Meriç’ten sonra tutunabileceğim dalım olmuştu. O iyi hissedebilmesi için her şeyi yapardım. Her şeyi...

Loading...
0%