@pinar_0000
|
‘’Hayal..’’
Düşünsenize bir... yaşadığınız hayatın aslında bir hayalden ibaret olduğunu. Ne kadar kötü olurdu kim bilir. Hissetmiş olduğunuz bütün güzel duyguların katili aslında sizmişsiniz. Duymuş olduğunuz aşk, yaşanmış anılar meğer hepsi birer hayalmiş... İşte Ekin de tam olarak bunları yaşıyor. Bütün güzel duygularının katili kendiydi. O kendi elleriyle kendi dünyasını yıkmıştı. Belki de bir daha asla yaşayamayacağı aşkı hayalleri sayesinde tatmıştı. Sonu her ne kadar hüsranla bitmiş olsa da...
(Saatler sonra Ekin’)
Hastanede ki odamdaydım. Sakinleştirici yaptıkları için kolumu kıpırdatacak halim yoktu. Öylece yatağımda oturmuş olanları düşünüyordum. En başa gitmiştim bu kez, Meriç ile ilk tanıştığımız ana... Merak etmeyin en başından beri olanların farkındayım zaten sadece bunların yüzüme vurulması canımı sıkıyordu. Çünkü deli damgası yemekten korkuyordum hepsi bu, oysa bilerek yapmadım hiçbir şeyi onları gerçekten görüyordum ama bir şekilde de onların aslında hayal olduğunu da anlayabiliyordum. Nasıl? Diye sormayın ben de cevap bulamıyorum.
Meriç ile ben, bu dünyada bulunmayan bir şey yaşıyorduk. Daha doğrusu bunu sadece ben yaşıyordum. İlk tanıştığımız an gerçek, onunla gerçekten tanıştım. Gerçekten oyunlar oynadık küçükken 11 buçuk yaşındayken... dedim ve durdum, gülümsedim. 11 buçuk dediğimde dalga geçmişti benimle ‘öyle yaş mı olur? Yaş dediğin ya 11 ya 12 olur düz olur yani.’ Demişti. Buraya kadar her şey tamam yerli yerinde ondan sonrası ise benim hayal gücümdü. Ben bu gerçekliğe o kadar çok inandım ki bir süredir dış dünyaya kapalıydım sanki. Hem de öyle bir kapanmak ki... Aslında gerçek hikaye şöyleydi; Meriç’ten hoşlanmıştım ve ona hislerimi açmıştım o da bana ‘Ben seni arkadaşım olarak görüyorum bir daha konuşmayalım lütfen...’ deyip gitmişti. Biz o günden sonra asla bir araya gelmedik. Öfkeliydim ona böyle oldu diye arkadaşlığımızın bitmesine gerek yoktu. Meriç böyleydi peki ya Kübra... Kübra benim en yakın arkadaşımdı. Gerçekten en yakın arkadaşımdı. Kesin şuan bana ‘Bu kız ne diyor?’ diyorsunuz. Her şeyin farkına varmam epeyi bir geç oldu biliyorum bunu düzeltmenin de bir yolu yok maalesef, ben buyum
İnsan tam anlamıyla ne zaman var olur, ya da var olmak ne demekti? Normal olan gerçeği kabullenmek miydi, yoksa kendi gerçekliğinde yaşamak mıydı? Sahi ben kaç yıldır yaşıyordum. Saymadım, sayamadım, bilmiyorum...
Ellerim dikkatimi çekmişti bir an... Ne kadar boş ve anlamsız olduklarına bakıyordum. Hayallerim vardı benim, umut dolu hayallerim... Ben gerçekten bir gün yazar olmak istiyordum. Küçüklük hayalimdi. Bu ellerle bir kitap yazmak benim hayalimdi. Kim bilir belki de yaşadığım bütün bu hayatı yazarım bir gün düşünsenize etkileyici olmaz mı? Bir yerde de şöyle bir gerçek var etrafınızda benim gibi bir arkadaşınız, dostunuz ya da ne bileyim belki bir kardeşiniz olduğunu düşünsenize size her gün kendi yalanlarıyla uydurduğu hikayesini anlatıyor ve siz de buna inanıyorsunuz. Ben herhalde saçmalama derdim. Lütfen beni yargılamayın bu bir çeşit hastalıkmış zaten ben ister miydim kendi hayatımı kendime zehir edeyim eğer bunu isteyerek yapmış olsaydım kendime gerçekten güzel bir dünya kurardım.
Ben düşünceler arasında dalıp giderken, odamın kapısı tıklatıldı ve içeriye Mert girdi.
‘’Ekin, girebilir miyim?’’ dedi kapı kulpunu eliyle tutmuş eşikten bana bakarken...
‘’Mert, gel tabii.’’ Dedim. Kendimi toparlamaya çalışarak. Mert, içeriye doğru bir adım attı kapıyı kapattı ve hemen yan tarafımda bulunan sandalyeyi çekip yanıma oturdu.
‘’Nasılsın?’’
‘’Nasıl görünüyorsam öyleyim.’’
‘’Ama ben seni hep en güzel halinle görüyorum Ekin. Bence sen gerçekten nasıl olduğunu söyle.’’ Mert’in bu lafları beni hem tedirgin ediyor hem de umutlandırıyordu. Tedirgin etmesinin nedeni ya o da benim kafamda kurduğum bir hayalse... Derin bir nefes aldım ve söze devam ettim.
‘’Karmaşık.. yani şuan bana her şey o kadar karmaşık geliyor ki.. sanki bir kaç yıldır komadaydım ve komadayken bir rüya görmüşüm de şimdi uyanmışım gibi aslında bütün bu yaşadıklarım, kafamda kurduğum senaryolar, hepsi birer benim komada gördüğüm bir rüyaymış gibi geliyor.’’
Mert, elini uzatıp elimi tuttuğunda irkildim ister istemez. Çünkü onun duygularının farkındaydım ve bunu ona hissettirmek istemiyordum.
‘’Ekin, ne düşündüğünü nasıl hissettiğini anlayamayabilirim ama her zamanki gibi yine ben senin yanında olmaya devam edeceğim sen beni ne kadar itsen de, istemesen de bu hep böyle olacak çünkü ben seni...’’
Mert, cümlesini tamamlayamadan içeriye doktor girdi. Hay aksi, ne diyecekti acaba?
‘’Ekin hanım!’’ dedi doktor elinde bir kaç dosyayla yanıma yaklaşırken,
‘’Bugün nasılsınız bakalım?’’
‘’İyi olmaya çalışıyorum.’’ Canımın sıkkın olduğunu belirtmek ister gibi bir iç çekişle konuşmuştum. Doktor Bey tabii fark etmişti.
‘’Galiba bu durum hayli canınızı sıkmakta, unutmayın ki buraya tedavi olmak için getirildiniz buradan çıktığınızda artık eski sizden eser kalmayacak buna emin olabilirsiniz. Ben durumunuza bakmaya gelmiştim. İki saat sonra seansımız başlayacak hazır olun, şimdilik görüşmek üzere...’’
Doktor kapıyı açıp çıktı. Mert ise bana bakarak,
‘’Neyse benim biraz işlerim var akşam görüşürüz.’’ Dedi ve o da çıktı.
‘’Görüşürüz.’’ Dedim o tam çıkarken.
Mert’in son cümlesi aklıma takılmıştı doktorun içeriye girerek böldüğü o cümle... ‘çünkü ben seni...’ seni ne demek, ne anlatmak istemişti? Yoksa bana karşı bir şeyler gerçekten hissediyor olabilir mi? Ve bu beni neden bu kadar korkutuyor?..
Biraz uyumaya çalıştığım sırada odaya annemin girdiğini gördüm.
‘’Anne!’’ dedim. Annem ise yanıma yatağın kenarına oturdu.
‘’Nasılsın kızım?’’
‘’İyiyim anne, bir şeyim yok.’’ Annem öylesine üzgündü ki onu uzun zaman sonra ilk kez bu kadar üzgün görüyordum.
‘’Kızım...’’ dedi. Gözlerini kaçırarak bir şeyler söylemeye çalışıyordu sanki..
‘’Efendim anne bir şey mi oldu?’’ dedim.
‘’Biz babanla bir süre tekrardan Fransa’ya gitmemiz gerekiyor ama seni yalnız bırakmak istemiyoruz. Acaba diyoruz sen de bizimle gelsen tedavine orada devam ederdin hem biraz uzaklaşmak iyi gelecektir sana da.... ne dersin?’’ annem elimi tutup bana gülümseyerek, cevap vermemi bekliyordu. Ben ise hiçbir yere gitmek istemiyordum.
‘’Hayır anne! Ben gelmek istemiyorum. Burada kalmam lazım anlamıyorsunuz. Benim burada kalıp bütün olan bitenlerle yüzleşmem lazım en başta da kendimle.’’
‘’Ama kızım, tek başına burada ne yapacaksın?’’
‘’Ben yalnız değilim anne, Mert var o beni yalnız bırakmaz.’’
‘’Peki ısrar etmeyeceğim. Yine de vazgeçersen söylemen yeterli.’’
‘’Vazgeçmeyeceğim anne, izin verirsen seansıma kadar biraz uyumak istiyorum.’’
‘’Peki kızım. Sen nasıl istersen.’’ Annem odamdan çıkarken ben de biraz uzandım ve gözlerimi kapattım. Keşke bazı şeyleri hafızamdan silmek mümkün olsaydı. O zaman bütün bu olanları hiç yaşanmamış sayardım.
(Doktor ile olan seans..)
Bir tane odaya getirilmiştim. Odada doktor beyin masası ve masanın karşısında genişçe bir koltuk vardı. O koltuğa oturmamı söyledi bana odaya kadar eşlik eden hemşire..
‘’Buraya oturun Ekin Hanım, doktor bey birazdan gelecektir.’’ Dedi ve odadan çıktı. Odada yalnız ben vardım. Biraz burayı inceledim. İçerisi çeşitli mumlarla süslenmişti, kırmızı renklerin de ağır bastığı bir odaydı. Tıpkı bizi evimizdeymiş gibi hissettiriyordu. Ayağa kalkıp biraz etrafı inceledim. Oda biraz büyüktü, sönük olan mumlardan birini elime alıp kokladım muhteşem kokuyordu. Yerine geri bıraktım ve bir tablo dikkatimi çekti. Bu bir insan figürüydü, yani nasıl anlatsam? Bu bir kadına aitti suratının sadece yan profili vardı saçları arkadan topuz yapılmıştı kulağının hafif üstünde ise bir insan figürü vardı. Elinde ise ne olduğu tam belli olmayan ama bana bayrağı anımsatan bir şeyi sallıyor gibiydi... Ne kadar etkileyici bir tablo sanki beni anımsatıyordu bu kızda benim gibi kafasının içinde ki bir hayale aldanmıştı belki de, bayrak da özgür olmayı işaret ediyor olabilir miydi?
Ben odayı incelerken kapı açıldı ve içeriye doktor Sami Bey girdi.
‘’Hoş geldiniz Ekin Hanım.’’ Elinde yine aynı pembe dosyayla masasına geçip oturdu.
‘’Ayakta kalmayın buyurun oturun.’’ Bana tam karşısında bulunan o geniş koltuğu göstererek.
‘’Hoş buldum.’’ Dedim otururken.
‘’Nasılsınız bakalım.’’ Ellerini birbirine kavuşturmuş masasına yakın otururken bir yandan da yüzünde en sahici gülümsemesi vardı. Ne kadar da pozitif biri.
‘’Gördüğünüz gibi... dışımdan iyi görünsem de içim karmakarışık.’’
‘’Anlayabiliyorum. Neticede yaşadıklarınız pek iyi şeyler değil, isterseniz seansımıza başlayalım.’’
‘’Kaçışım yok galiba.’’ Canım sıkkın bir tavırla yanıtlamıştım.
‘’Bakın Ekin Hanım, tedavi olmanız şart! Keza sizin gibi bir şizofreni hastalığının tıpta bir tedavisi yok biz bunu psikolojik destek ve ilaçlarla en aza indirmeye çalışacağız.’’ Sadece kafamı olumlu anlamda salladım. Tedirgindim, şuan ne olacağını bilmiyordum. Sadece soru cevap mı yapacaktık bu şekilde? Böyle yaparak her şeyin çözülebileceğine inanıyorlar mıydı?
‘’Dilerseniz ben sorularıma geçeyim.’’ Benden cevap alamayınca işine koyuldu. Önünde duran defteri açtı. Kalemini hazırladı ve bir şeyler yazdı.
‘’Ekin Atahan.’’ Dedi gözlerimin içine bakarak ve devam etti.
‘’Ekin hanım, çocukluğunuza bir yolculuk yapalım mı?’’
‘’Çocukluğum mu?’’ dedim şaşırarak.
‘’Evet çocukluğunuz. Nasıl bir eve, nasıl bir annenin kucağına doğdunuz?’’ derin bir nefes aldım. Sanırım artık bütün gerçekliği, yalan olmadan hayal olmadan anlatmanın vakti gelmişti.
‘’Annem...’’ dedim ve düşündüm. Doktor Sami Bey ise merakla beni dinliyordu. Devam ettim.
‘’Annem, çok sevecen çok tatlı bir kadındı. Yani babamla tanışana kadar öyleymiş, babam ise egoist kendini beğenmiş biriydi annemle de sırf borca karşılık olarak evlenmişti. Annemin babasının, Babamın babasına yani dedeme borcu vardı hem de çok yüklü bir miktarda Annemin babası borcunu ödeyemeyince, babamın babası da ‘o halde kızını oğluma ver, ver ki borcunu sileyim.’ Demiş. Böylelikle de annem ile babam evlenmişler. Annem babamı çok sevmiş hatta ilk görüşte ona aşık olmuş. Babam ise annemi hiç sevmemiş çünkü arada bir borç mevzusu varmış borcuna karşılık ödenen bir bedel olarak görmüş babam annemi ama şuan araları baya iyidir ilk zamanlar yani benim çocukluğum da hiç geçinemezlerdi ister istemez bu durum bana da yansırdı. Babam ile annem her kavga ettiklerinde babam evi terk ederdi. Babamı çok severdim ve onun bizi bırakıp gitmesine çok üzülürdüm. Yani hep bu korkuyla yaşamış bir çocuktum işte...’’ ben anlatırken doktor da önünde ki deftere bir takım notlar alıyordu. Kalemi defterin üstüne bırakıp söze girdi.
‘’Yani bu demek oluyor ki; annenin ve babanın kavgalarının arasında büyümek zorunda kalan bir çocukmuşsun. Babanın her kavgada evi terk etmesi senin ileriki yaşantını da derinden etkilemiş. Sen demiştin ya bir çocuğu sevmiştim ama o benim duygularıma karşılık vermedi ben de böyle bir dünya yarattım diye. İşte aslında bu dünya senin iç sesin, geçmişte zihnine işlenmek zorunda kalan anıların hayatına yansıması.’’
‘’Nasıl yani ben babam yüzünden mi bunları yaşadım?’’
‘’Öyle de denebilir. Sen hep terk edilmişsin, baban tarafından hep güvenmiş ama bırakılıp gidilmişsin. Hem de bu sevdiğin biri tarafından olduğu için zihninde sen fark etmeden derin bir yara açılmış.’’
‘’Çok tuhaf, babam beni terk etti diye ben de saçma sapan bir dünya mı uydurmuşum kendime?’’ bir saniye durup kendi halime güldüm. Gerçekten de tuhaf babamın yüzünden neler yaşattım kendime..
‘’Sonra ne oldu peki baban eve döndü mü?’’
‘’Döndü. Annem döndürdü onu babam her evi terk ettiğinde yanında kalmak için gittiği bir arkadaşı vardı. Annem oraya giderdi babama yalvar yakar eve dönmesini sağlardı sonra bütün o küfür kıyamet hiç yaşanmamış gibi el ele kol kola eve dönerlerdi. Yani sizin anlayacağınız ben büyüyene kadar bu hep böyle devam etti.’’
‘’Peki bu düğüm tam olarak ne zaman çözüldü?’’
‘’Annem kardeşime hamile kalınca tabi ki...’’
‘’Nasıl yani hamile kalınca işler nasıl değişmiş olabilir ki?’’
‘’Niye olacak, bizim aile biraz geri kafalı oldukları için erkek doğurursan el üstünde tutulursun da ondan. Ben kızım ya o yüzden babam evde durmak istemiyordu galiba kavgalarının sebebi hep benim kız olmamdandı. Annemin ona bir erkek çocuk verememesindendi. O erkek çocuk dünyaya gelmişti. Babamı görseniz bir heyecan bir heyecan sanki maden buldu o kadar mutluydu.’’
‘’Sen nasıl hissediyordun peki?’’
‘’Ben kardeşim olmasına sevinmiştim aslında ama bir yandan da kendimi kötü hissetmiştim babam ben doğarken annemin yanına hastaneye bile gelmemiş annem tek başına doğum yapmıştı. Şimdi kardeşim için o kadar mutlu ve seferber oldu ki, adına tatlılar yatırıp mahalleye dağıttı. İçimden şunu geçirdiğimi hatırlıyorum sadece ‘benim suçum neydi, babam beni neden sevmiyordu? Kardeşime o kadar çok sevgi bana neden hor görülmüştü.’ O zamanlar çocuktum anlamıyordum ama şimdi daha iyi anlıyorum. Bu dünya da erkeksen sevilir, sayılırsın kız isen hor görülürsün, yok sayılırsın.’’
‘’Aslında bu algıyı onaylamıyorum. Maalesef ki ülkemizde hala kadın erkeğin eşit olabileceğini anlamıyorlar. Toplumda kadın erkek eşittir. Kız çocuğumuzda olsa erkek çocuğumuzda olsa eşit ilgi ve alakayı hak ediyorlar.’’
Doktorla olan seansımız bir saat sürdü. Çocukluğumdan girdik konuya hatta doğduğum günden, meğer neler varmış geçmişimde benim bile unuttuğum ya da hatırlamak bile istemediğim bir sürü anı...
...
Hava iyice karardı. Ben ise hastanede ki odamda pencerenin kenarından dışarıyı izliyordum. Nefret ediyordum buradan bir an evvel çıkıp evime gitmek istiyordum. Doktor desen sürekli geçmişimmiş çocukluğummuş sorup duruyor. Sana ne acaba geçmişimden geçmiş gitmiş işte kurcalayınca sanki o anılar düzeliyor mu, babam ile annem çocukluğumda iyi birer aile olabiliyor mu? Olamıyor, olmuyor... Kendi kendime söylenip dururken kapının tıklatıldığını duyup arkamı döndüm kapı açıldı ve içeriye Mert girdi.
‘’Ekin...’’ yüzünde bir tebessüm ve elinde güller ile evet yanlış duymadınız benim çılgın arkadaşım ben kırmızı gül seviyorum diye bana gül almış.
‘’Mert! İnanmıyorum ya bana gül mü aldın?’’ Mert yaklaştı ben de ona doğru bir adım attım tam ortada buluştuğumuz da Mert konuşmaya devam etti.
‘’Beğendin mi? Moral olsun diye aldım bir hayli üzülmüştün.’’ Gülümsedim. Gülleri koklayıp Mert’e kocaman sarıldım. O da bana karşılık verdi.
‘’Çok beğendim teşekkür ederim.’’ Birbirimizden ayrılıp Mert sandalyeye otururken bende güllerimi suya koydum.
‘’Nasılsın, nasıl geçti seansın?’’ güllerimi suya koyduktan sonra yatağımın kenarına oturdum.
‘’Sıkıcı... doktor sürekli soru sorup durdu. Yok geçmişimmiş yok çocukluğummuş.’’
‘’Ekin..’’ öne eğilip elimi tuttu bir anda tabi ben de nefesimi
‘’İyi olacaksın... bütün bunlar bunun için, tekrar aramıza dönmen için tekrar Ekin olman için...’’ Sözleri bana umut veriyordu. Derin bir iç çektim daha sonrada ellerimi
‘’Bu arada annenler senden geri dönüş alamayınca yarın ilk uçakla Fransa’ya uçacaklar. Benden de seni ikna etmemi istediler onlarla gitmen için.’’
‘’Sen ne dedin peki.’’
‘’İkna etmeye çalışırım dedim.’’
‘’Boşuna uğraşma derim çünkü onlarla gitmiyorum.’’
‘’Sahi mi?’’ Mert’in gözleri parlamıştı adeta benim gitmemem onu heyecanlandırmıştı.
‘’Evet neden şaşırdın bu kadar?’’
‘’Yok şaşırmaktan değil de... yani ben gidersin diye düşünmüştüm.’’
‘’Hem gidip ne yapacaktım ki burada kalmak daha iyi her şeye rağmen bunu kendime borçluyum ben daha kendime yeni geldim yani tam geldim sayılmaz ama burada kalıp bütün bu yaşananları sindirip yeniden başlamak istiyorum.’’
‘’Aslında iyi düşünmüşsün bu halde orayı çekemezdin yeni bir ülke yeni arkadaşlar ve her şey yabancı, senin için zor olur.’’
‘’Ben de böyle düşünüyorum. Bu arada bu sabah doktor gelmeden bir dakika önce sen bana bir şey söylüyordun, doktor geldi diye yarım kaldı sahi neydi o?’’ Mert birden kendini geri çekti önce bir yutkundu bakışlarını kaçırdı. Boğazını temizleyip devam etti.
‘’Bilmem neydi? Hatırlamıyorum.’’ Gözlerinin içine bakmaya çalıştım ama kaçıyordu benden niyetini anlamıştım aslında ama yine de emin olmak için bir daha sordum.
‘’Emin misin?’’
‘’Ekin, eminim hatırlamıyorum bir şey.’’ Kalkıp pencerenin kenarına gidip camı açtı. Dışarıya başını uzatıp derin bir nefes aldı.
‘’Peki öyle olsun bakalım.’’ Dedim. Oturuyorum hala...
(Saatler sonra...) Yatağıma yattım biraz telefonu kurcalıyordum. Mert ise çoktan gitmişti ondan istediğim cevabı alamamıştım belki de kendisi zaman veriyordu bilemem sonuçta ben onun arkadaşıydım ve hastaydım herkes bana hasta muamelesi yaparken bir tek o bana normalmişim gibi davranıyordu. O kadar kördüm ki kendi hayal dünyama kendimi o kadar kaptırmıştım ki her zaman koşulsuz benim yanımda olan insanı görmemiştim halbuki beni o kadar önemsiyordu ki iyi olmam için çaba sarf ediyordu. Daha önce kimse benim için bunu yapmamıştı ailem bile... Bir gün bana hislerinden bahsederse ona nasıl bir yanıt veririm bilmiyorum. Telefonu bırakıp biraz uyumaya çalıştım.
Meriç, Kübra... siz nasıl hayal olabilirsiniz ya ben anlamıyorum mezarlarınız bile vardı halbuki... Ben o zaman kimin mezarlarının başına gidip saatlerce derdimi anlatıp ağlamıştım, kimin mezarında üstüm başım ıslak çamur halde sabaha kadar o soğuk mezar taşının üstünde baygın yatmıştım? Ben o videoda kimi izledim kimi okudum mısralarında kimle arkadaşlık ettim kim dinledi beni dertlerimi, kiminle sabaha kadar film izleyip uyuya kaldım kimle dans etmiştim kiminle gülüp eğlendim kiminle kaçtım okuldan kiminle sokak ortasında kavga ettim kimi öptüm kime sarıldım ben bütün bunları kime yaptım kimle yaşadım veya öldüm ben kafamın içinde aslında kimi öldürdüm ben kimdim ne yaşamıştım ne istiyordum, ben aslında kendimden vazgeçip bir hayalin peşinden nasıl gittim ben ben ben...
Ben hiçbir şeyi kabul etmiyorum doktorlar hemşireler ne derlerse desinler kim hayal kim gerçek hepsi benim kafamın içinde ben yaşadım gördüm duydum hissettim benden iyi kimse bilemez bunu, şimdi beni hasta deli şizofren deyip kapattıkları bu yerde elim kolum bağlı oturamam keza tabiatıma ters, kalkacaktım ya da kaçacaktım her neyse ben gidip kendimi kendim bulacaktım kimse bana yardım edemez burada ki hastanedekiler ne biliyorlar ki uyduruyor muşum deliymişim ben, asıl siz uyduruyorsunuz bunların hiçbiri değilim ben...
Düşüncelerde kaybolmuştum. Buradan çıkıp gidecektim. Kendimi bulacaktım kimsenin bana yardım etmesine ihtiyacım yoktu. Ve işte dışarıdayım. Her yer karanlık dışarıda bir Allah’ın kulu yok sadece geçmem gereken güvenlikler vardı onları da atlatırsam tamamıyla dışarıdaydım. Bahçede sessizce yürüyüp bir ağacın arkasına gizlendim. Güvenlik iki kişiydi buranın tek çıkışı vardı o kapının önünde nöbetteydiler onları nasıl aşıp dışarıya çıkacaktım?
Tam adım atacağım sırada kolumdan biri beni çekti ve üstüne düştüm.
‘’Mert!’’ yüksek sesle bağırınca Mert ağzımı kapatmıştı. Şu halimize bakın üstüne düşmüştüm. Güvenlikler ise sesi duymuş olsalar ki fenerlerini bu tarafa tutuyorlardı Allahtan biz çimlerin arasında görünmedik bir süre öyle kaldıktan sonra güvenliklerde bir şey bulamayınca bakmayı bıraktılar.
Yavaşça üstünden kenara çekildim o da üstünü düzeltip bana doğru döndü
‘’Mert ne işin var senin burada?’’
‘’Asıl senin ne işin var burada, senin odanda olman gerekmiyor mu, yoksa kaçıyor muydun?’’
‘’Evet kaçıyordum. Sen gelene kadar evet!’’ çimlerin üstünde oturuyorduk.
‘’Gel..!’’ dedi. Elimden tuttu ve arka bahçeye yöneldik.
‘’Mert nereye gidiyoruz?’’
‘’Sen kaçmak istemiyor muydun? Kaçıyoruz işte.’’
‘’Ne! Kaçıyor muyuz ama nasıl senle ben mi?’’
‘’Evet Ekin senle ben daha fazla soru sorarsan bizi duyacaklar ve sen de hastaneye geri dönmek zorunda kalacaksın bunu mu istiyorsun?’’
‘’Bir dakika sen benim kaçacağımı nereden biliyorsun?’’ Mert beni kucakladığı gibi duvarın ötesine geçirdi. Daha sonra kendi de atlayıp duvarı geçtikten sonra tekrar elimi tutup hızla koşarak uzaklaştık oradan, nefes nefese kalmıştık ve bir marketin önüne gelmiştik hastaneden ise baya bir uzaklaşmıştık zaten biri bizi kovalamadığına göre rahattık.
‘’Ben şu marketten bir su alayım sen de geç otur soluklan.
‘’Tamam.’’ Dedim çok yorulmuştum. Dakikalar sonra Mert elinde su ile geri döndü.
‘’Al bakalım.’’ Suyu bana uzattı. Alıp içtim çok susamıştım.
‘’Anlat bakalım Ekin Hanım nereye yolculuk böyle ben gelmesem tek başına ne yapacaktın bu karanlıkta bilmiyorum.’’ Resmen sitem eder gibiydi ses tonu, sahi nerden çıktı?
‘’Asıl sen anlat, benim kaçacağımı nerden bildin de geldin?’’
‘’Bir yerden bilmedim. Sadece seni tanıyorum. Benim bildiğim Ekin ne yapar ne eder bu hastaneden kaçar dedim bugün olmadı yarın haksızda değilim gördüğüm üzere.’’
‘’Kaçacaktım çünkü mezarlığa gidecektim.’’ Kaşlarını çatıp bana döndü.
‘’Mezarlığa mı?’’
‘’Evet.’’
‘’Kimin ve ne yapacaktın orada?’’
‘’Sadece size yanılmadığımı göstermek için sonuçta ben onların mezarlarına gidip onların orada yattıklarından eminin bunu da ispat etmek istedim.’’
‘’Hala hayal dünyasında yaşıyorsun farkında değilsin ben de gerçekleri yüzüne vurmak belki seni iyileştirir sanmıştım ama görüyorum ki sen hala aynısın.’’ Kalktı ve bir kaç adım ileride durdu sonra bana döndü ve devam etti.
‘’Ekin istersen gideriz oraya sen de görürsün böylece orada bir mezar olmadığını..’’
‘’Tamam gidelim. Görürsün sen de hayal mi gerçek mi?’’
Marketin az ilerisine park etmişti arabasını eğer kaçıyorsam kimse anlamasın diye bilerek oraya park etmiş. Deli çocuk ya asıl deli bu, sonunda arabadaydık ve yola çıktık. Yol boyunca konuşmadık yaklaşık yarım saat sonrada istediğimiz yere gelmiştik. Arabadan indiğim de üşüdüğümü hissettim Mert fark etmiş olacak ki arabanın arkasında bulunan kendi hırkasını benim üstüme örtmüştü hırkayı giyip onunla beraber mezarlığın kapısına geldik. Bir dakika durakladım.
‘’Girmeyecek misin?’’ dedi Mert donuk sesiyle onun şuan ne düşündüğünü anlayabiliyordum benim mezarları görmemi istiyordu göreyim ki aslında orada kimsenin olmadığını anlamam ve bu oyuna bir son vermemi istiyordu çünkü o da sıkılmıştı bütün bunlardan artık.
‘’Gireceğim.’’ Deli cesareti takınıp kapıyı açtım ve içeriye girdik kapı dediğimde normal bahçe kapısıydı işte demir parmaklıktan oluşan bir kapı. Her yer karanlıktı ama mezarlık yolunda sokak lambası vardı yolu aydınlatmaya yetiyordu.
İlk olarak Meriç’in mezarına gelmiştik. Onun mezarı çok uzakta değildi Kapıdan girince sağdaki ikinci kısımdaydı oraya hem korkarak hem de heyecanla gittim. Yavaşça yürüyordum Mert ise hemen ardımdaydı. Ona döndüm ve dedim ki;
‘’Ben yapamayacağım galiba...’’ çünkü ya onu orada göremezsem ve yaşadığım her şey gerçekten de hayalse diye korktum. Ama Mert yılmadı yanıma geldi bana destek çıktı hatta beraber gittik oraya
‘’Yanında ben varım yalnız değilsin hadi gel.’’ Dedi elini uzatarak tuttum o eli beraber geldik mezarın başına
Ve... Gördüklerim karşısında şok geçirdim.
Mezar Meriç’e ait değilmiş. Ne tuhaftır ki adı aynıydı Meriç Bulut yazıyordu sahiden de ama ölüm yılı 1977 yılıydı. Yani eski bir mezardı. Benim hayalimde ki Meriç 2018 de ölmüştü. Ağlamaklı olmuştum gerçekten bağıra çağıra ağlamak istiyordum zaten gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile sadece soruyordum kendime ben bunu neden yaşadım?
‘’Mert gidelim mi?’’ dedim ağlamamak için kendimi zor tuttuğumda... Daha fazla kalamazdım orada gitmek istiyordum. Yalnız kalmak istiyordum. Mert ile beraber arabaya geri döndük. Tekrar arabaya bindiğimde sadece sindirmeye çalışıyordum gördüklerimi, eve gidip CD de ki videoyu da izlemek istiyordum. Meriç’in günlüğüne de bakmak...
‘’Mert beni eve bırakır mısın?’’
‘’Emin misin? İyi değilsin sen.’’
‘’Mert!’’ dedim bir kez daha gözümde yaşlarla ve sinirle
‘’Beni eve bırak dedim.’’ Mert ise bir şey demeden yola devam etti. Eve geldiğimde hiçbir şey demeden indim. Mert de benimle indi. Arkamı dönmeden dedim ki;
‘’Yalnız kalmak istiyorum.’’
‘’Tamam.’’ Dedi çok üstelemeden, eve girip etrafa şöyle bir göz gezdirdim sonra yukarıya odama çıktım. ‘’Hayal Dünyama..’’ diye tekrarladım içimden...
Elimde ki çantayı yere öylece bıraktım. Montumu çıkarıp savurttum bir köşeye öylesine bitkin, öylesine tükenmiştim ki hala niye yaşıyorum acaba ben, diyordum içimden. Derin bir iç çektim. Kitaplığımda duran CD ve Defteri aldım. Yatağıma geçtim. Önce defteri açtım Karşıma çıkan ilk sayfa da Meriç ile 11 yaşındayken tek gerçek ve son fotoğrafımız vardı. Fotoğrafta Meriç önde telefonu iki eliyle tutmuş ben de hemen yanındayım yüzümüzde kocaman bir gülümseme vardı ben dirseğimi onun omzuna koymuş resmen gülüyorum o da gülüyordu. Uzunca baktım o fotoğrafa merak etmeyin gerçek bu hayal değil Meriç ile benim arkadaşken çekindiğimiz fotoğraf yani ben duygularımı itiraf edipte onun gitmeden önceki son fotoğrafımız. Fotoğrafı yatağımın üstüne bırakıp defteri elime aldım sayfalarını çevirdim tek tek şu an kendimle yüzleşiyordum. Bir saniye durakladım ve uzaklara daldım. Sessizce gözlerimden yaşlar aktı. Kapattım gözlerimi sakinleşmeye çalışıp devam ettim. Defter, bomboştu çünkü, sadece birkaç sayfası doluydu onu da ben yazmıştım çünkü kendi el yazımdı bu...
Yazdıklarımda da zaten Meriç’in ağzından yazmışım okumaya dilim varmadı hepsini okuyup o anları hatırladıkça kendimden geçiyordum. Canım inanılmaz acıyordu bu acının tarifi yoktu. Şu an nerede ne yapıyor bilmiyorum. Tek bildiğim ben şimdi ne yapacağım? Defteri kapatıp yatağımın üstüne koydum fotoğrafımızı elime alıp tekrar baktım. Size bu fotoğrafın hikayesini anlatayım mı?
Bu fotoğrafı çekilmeden önce yani daha 11 yaşında ve çocukken, Meriç ailesiyle bize mangal partisine gelmişti her yaz gelirdi zaten bana mutlaka gelirken bir adet kırmızı gül getirirdi çünkü ben kırmızı güllere bayılırdım, o da bunu çok iyi bildiğinden asla boş gelmezdi. Beni sinirlendirmişti o gün ben de onu kovalamıştım bizim arka bahçemizde salıncak vardı. Oraya oturur hem sallanır ve salıncak sırasını asla bana vermez hep kendi sallanırdı. Bana sıra geldiğinde de beni bir şekilde sallanamayayım diye sinirlendirirdi sonrada onu kovalardım. Pes edip durduğunda ise cebinden telefonunu çıkardı.
‘’Hadi gel fotoğraf çekinelim.’’ Dedi. Bende saçlarımı düzelttiğim sırada düzeltme zaten çirkinsin demişti bende ensesine tokat atmıştım. Sonra gülüşmüştük. Gerçekten harika iki arkadaştık o sene mahallede ki diğer çocuklar ikimizi kıskanırdı bizimle oyun oynamak isterlerdi biz izin vermezdik pek, çünkü ikimiz gayet iyi eğlenirdik.
Tekrar ayağa kalktım. CD’yi diske taktım ve oynattım. Yatağımın ayak ucundaydı televizyon, onun tam karşısına o gün olduğu gibi oturdum. Açılmasını bekledim. Bir anda ekranda beliren yazı ise
‘’GÖSTERİLECEK VİDEO YOK’’
Dondum kaldım hiçbir şey yapamadım. Yüzümde acı bir gülümseme vardı sadece, geçmişim benimle oyun oynamıştı ya da zihnim benimle oyun oynuyordu ve şuan bu oyun bozuldu. Artık her şey değişti Ekin Atahan artık eskisi gibi değildi. Bu bir savaştı ve savaşın tek kazananı olmak zorundaydı o da her ne olursa olsun ben olmalıydım. Geçmişim ile benim aramda olan bir savaştı bu geçmişim kazanırsa kaybedecektim, peki ya ben kazanırsam o zamanda yeniden doğacaktım. Her şeye yeniden başlayacaktım. Ekin, artık şimdiye kadar gördüğünüzden farklı bir halde, kendini geliştirmeye adayacak kabusundan uyanıyor artık, aramıza dönüyor, hayata dönüyor bakalım onu nasıl bir hayat bekleyecek, vaat ettiği hallerine kavuşacak mı?
Ekin, Kübra’nın da mezarına gidip onun aslında orada olmadığını da görünce daha fazla bu gerçekliğe dayanamamış ve Mert tarafından hastaneye geri götürülmüştü. Ekin tedavisine devam etti. Bu kez istikrarlıydı bir daha kaçma teşebbüsünde bulunmadı ve orada tam iki sene tedavi gördü.
Ekin çok zorlu bir tedavi süreci geçirdi ilk başlarda bu tedaviye yanıt vermekte zorlansa da Mert’in desteğiyle her seferinde yeniden başladı ve sonuna denk direndi gün geçtikçe de tedaviye olumlu cevaplar vermeye başladı. Kolay değildi yedi yıl süren bir hayalin içindeydi 2011 de başladığı serüveni 2018 de Meriç’in ve Kübra’nın ‘sözde’ ölümüyle dalgalandı ve 2020’ de hastaneye kaldırılmasıyla son buldu.
...
..
.
( 3 YIL SONRA...)
(Temmuz 2023...)
(İSTANBUL TÜYAP KİTAP FUARI İMZA GÜNLERİ...)
‘’Heyecanlı mısın?’’ dedi Mert, fuarın arka tarafındaydık.
‘’Hem de çok elim ayağım titriyor.’’ Dedim Mert’e ellerimi uzatmış çocuk gibi ellerimin titreyişini gösteriyordum. O da titreyen ellerimi tuttu ve dedi ki;
‘’Sakin ol Ekin, bu senin en büyük ve en güzel başarın, bunu sen başardın ve bu zamana kadar getirdin. Ben ise senin adına gururlu ve mutluyum. Ayrıca heyecanlanman çok normal buralara kolay gelmedin.’’
‘’Biliyorum... Beraber başardık sen benim şuan da olduğu gibi ellerimi tutmasaydın, hep yanımda olmasaydın ben asla kendimde bu cesareti bulup başaramazdım.’’
‘’Kendine haksızlık etme, senin içinde hep bir cevher yatıyordu sadece bunu sana göstermek gerekiyordu hepsi bu.’’ Mert bana sıkı sıkı sarıldı ben de ona, ne mi oluyor? Anlatayım öyleyse...
O hastane de tam iki sene tedavi aldım. İlk günler o kadar zordu ki Mert olamasaydı kendimi kaybederdim. Annem ve babam ise maddi desteklerini esirgemediler tabi ki ama manevi olarak yanımda değillerdi Mert ile beraber göğüs gerdim bir çok şeye onlar ise yanımda değillerdi Fransa’dan da hiç dönmediler. İlaçlarımı kullandım psikiyatri tedavim devam etti hatta tedavimin bitmesine son dört ay kala eve çıktım kendi evime Mert ise hep benleydi bir an bile tuttuğu elimi asla bırakmadı. Ben ise hiç olmadığım kadar mutlu ve huzurlu hissediyordum tümüyle yalnız değildim mesela onların varlığını hep hissettim. Kimin olacak, Meriç ile Kübra’nın... Merak etmeyin onları görmüyordum seslerini duymuyordum artık zihnimin derinliklerinde bir hayal olarak kaldılar ve oradan bana göz kırpıyorlardı. İnsan yaşadıklarını hemen nasıl silsin ki eskisi gibi olmasa da artık yoklardı. İçim öylesine rahat ve huzur dolmuştu ki sanki zincirlerimden kurtulmuştum. Ruhum hapisteydi sanki ama şimdi özgürdü hem de hiç olmadığı kadar özgürdü.
Tedavim bittiğinde ise doktorumun da tavsiyesi üzerine yaşadığım, gördüğüm ya da görmeyip de hayal ettiğim her şeyi yazmamı tavsiye etti. Yani hayatımı yazmamı önerdi. Ben ise yemeyip içmeyip tam bir yıl bilgisayar başından hiç kalkmayıp, dirsek çürüttüm ama değdi hayallerimi gerçekleştirmeme değdi. Kendi hayatımın kitabını yapmıştım. O kadar duyguluydum ki şu an ağlamak istemiyordum hayır bugün olmazdı en mutlu günümde ağlamayacaktım zaten yeterinde ağlamadık mı? Sizde benimde dökmediniz mi gözyaşlarınızı.
İşte şimdi elimde kitabım bir adım daha yaklaştım hayallerime bir adım daha attım ve işte hep olmak istediğim düşlediğim yerdeydim. Kendi kitabımın imza gününde. Evet, yanlış duymadınız çok ünlü bir yazar olmuştum. İstanbul TÜYAP kitap fuarın da hayranlarımla buluşmak üzereydim.
Üzerimde bembeyaz bir elbise, saçlarımı uzatmıştım tam belimdeydi ve sarıydı. Saçımı yarım topuz yatırmıştım. Önlerine ise perçem attırmıştım. Artık o sönük kız yoktu karşınızda her şeye rağmen göğüs germiş güçlü bir Ekin vardı.
Ben Ekin ATAHAN, hep bir gün acaba ben de mutlu olabilir miyim? Diye dualar eden küçük kız. Şimdi tam karşımdaydı. Küçüklüğüm bana umutla ve heyecanla bakıyordu ben ise ona içimden başardık diyordum her şeye rağmen başardık. Elimde kitabım imza atacağım masama doğru ilerliyordum. Kitabıma imza için gelen hayranlarıma bakıyordum yüzümde kocaman bir gülümsememle ve sonunda masama oturduğum da sırada ki ilk hayranım bana yaklaşmıştı.
‘’Merhaba hoş geldin.’’ Dedim gülümseyerek, o kadar heyecanlıydım ki şuan sanki çocuk gibiydim çocuk gibi saf ve berrak.
‘’Hoş buldum.’’ Dedi karşımda duran 18 yaşında bir genç kız on ismini sordum.
‘’Adın ne bakalım?’’ dediğim de heyecanla konuşuyordu o da tıpkı benim kadar heyecanlıydı.
‘’Kübra...’’ dediğinde yutkundum. Demek Kübra dedim içimden am yine de gülümsemeye çalıştım çünkü hiçbir şey keyfimi bozamazdı şuan, kitabını imzaladım. Bir söz yazdım kitabın ilk kapağına ‘Umudunu asla kaybetme... sevgilerimle Kübra.’ Dedim sonra kocaman sarıldık. Tabi bir de fotoğraf çekindik.
Sırada ki hayranım geldi o ise bir çocuktu.
‘’Merhaba canım nasılsın?’’ dedi bana minnoş sesiyle çok hoşuma gitmişti.
‘’Merhaba canım iyiyim sen nasılsın?’’
‘’Ben çok iyiyim hatta seni görünce daha iyi oldum.’’ Dedi Hayır Ekin ağlama sakın tamam çok mutlusun bu mutluluk dozu fazla ama şimdi olmaz. Mert ise tam yanı başımdaydı kollarını kavuşturmuş ayakta gelen gidene bakıp gülümsüyordu sonunda o da mutluydu. Sıra böyle akıp giderken, önüme bir dosya geldi fuar ile alakalı bir şeyler imzalamam gerekiyordu.
Dosyayı incelerken sırada ki hayranıma bakamamıştım, o ise sabırla benim işimin bitmesini bekledi. Dosyayı imzalayıp verdikten sonra hayranımın yüzüne bakmadan kitabı önüme koymuştu imzalamak için adını öğrenmek istedim ve başımı kaldırdım bu sefer ki bir kız değildi aksine erkekti şimdiye kadar kızlar imzalattırmıştı erkek bir hayranımı görünce şaşırmıştım ama şaşıracağım bir şey daha vardı bu yüz bana çok tanıdık geliyordu. Gülümseyerek adını sordum.
‘’Merhabalar, isminizi öğrenebilir miyim acaba?’’ dedim.
‘’Meriç BULUT...’’ dediğinde yüzümden gülümsemem yavaşça soldu bu İlk hayranım Kübra’dan sonra ikinci tesadüftü bir insan hem bu kadar benzeyip hem de isim benzerliği olabilir miydi?
‘’Efendim, ne dediniz?’’ anlamayarak tekrar sordum. Gülümsedi ve devam etti.
‘’Beni tanımadın mı? Ben Meriç, Çocukken hani size gelirdik arka bahçenizde oyunlar oynardık. Uzun zaman oldu unutmuşsundur tabi kitabın bir an da ün kazanınca okumak istedim yazar isminden tanıdım senin olduğunu sonra da buraya kadar geldim işte.’’ Sol gözümden akan yaş... Sahi acıdan mı akıyordu o yaş sol gözümden yoksa mutluluktan mıydı?
‘’Mert ben devam edemeyeceğim ara verelim.’’ Mert’e dönüp dedim sonra fuarın arka tarafına geçtim gözlerimden hala yaşlar dökülüyordu.
‘’Çok özür dileriz yazarımız biraz rahatsız o yüzden bir süre ara veriyoruz ama merak etmeyin birazdan burada olacağız.’’ Mert’in sesi buraya kadar geliyordu. Kalabalıktan ise sesler yükselmeye başlamıştı ama bu şekilde devam edemezdim bugün bana fazlaydı bile Dakikalar sonra MEert yanıma geldi.
‘’Ne oldu Ekin iyi misin ? fenalaştın mı ne oldu?’’
‘’Mert... o gelmiş Meriç gelmiş...’’ dedim hıçkırarak ağlıyordum. Mert anlamıyordu o da ben de Meriç’i senelerdir görmemiştik ne çok değişmiş, kiloluydu zayıflamış bir kere ne diyorum ben ya kendi kendime gelmiş işte
‘’Emin misin o olduğuna hayal falan değil dimi?’’ O sırada içeriye Meriç girdi.
‘’Ekin iyi misin?’’ Mert ile ben öylece kaldık sanırım Mert hayal görmediğimi anlamıştı. Mert, Meriç’e dönerek;
‘’Kardeşim sen kimsin nereden tanıyorsun Ekin’i?’’
‘’Ekin Mert iyi misiniz siz benim ben Meriç! Ne çabuk unuttunuz beni ya’’ Ben ağlıyordum sessizce Mert ise şaşkınlığını gizleyemeyip bir bana bir on bakıyordu.
‘’Kusura bakma Meriç uzun zaman oldu değişmişsin tanıyamadık haliyle.’’ Mert hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu onunla konuşmaya, beni ise imzaya tekrar devam etmem için çağırmışlardı. Gözyaşlarımı silip ayağa kalktım. Meriç’in yüzüne şöyle bir baktıktan sonra imza vermeye geri döndüm.
Kafam tekrar bulanmıştı. Kendimi de toparlamam gerekiyordu. Meriç gerçekten de gelmişti Gelişi benim delirmeme hasta olmama sebep olmuştu, gelişi araya uzun bir zaman sokmuştu ama sonunda gelmişti ben her şeye yeniden başlamışken gelmişti hem de tam onu unuttum diyordum ama o gelmişti şimdiye kadar hiçbir şeyin hayal olmasını istememiştim ama bunun hayal olmasını ölesiye istiyordum. Keşke gelişini bu kadar uzun tutmasaydın be Meriç ya da keşke hiç gitmeseydin ama bir önemi yoktu artık çünkü benim için bu saatten sonra gelsen de bir gelmesen de...
Gözyaşlarımı silip kendimi toparladım, derin bir nefes alıp tekrar adım attım. Hayatta böyle değil miydi zaten? Ne olursa olsun asla yılmadan usanmadan tekrar adım atmak, tekrar ayağa kalkmak hatta belki de koşmak... Mert ile Meriç benden sonra ne yaptılar ne konuştular hiç bilmiyordum. Küçük aralar verip imzaya devam ettim. Az önce olanları bir nebze unutmuştum. Hayranlarımın bana gülümseyerek güzel sözlerde bulunmaları beni motive etmişti, kendime getirmişti.
( Saatler Sonra...)
Sonunda imza bitmişti. O kadar yorulmuştum ki herkesle tek tek ilgilen yüzünden gülümsemeyi eksik etme herkese iyi dilekler yaz imzala fotoğraf çekin... Sakın rahatsız olduğumu düşünmeyim o kadar zevk aldım ki, sanki kendimi bulmuştum işte dedim işte hayal ettiğim gerçeklik buydu. Herkes dağılmıştı fuardan fuarın arka odasından eşyalarımı aldıktan sonra Mert’i aradım. Telefon ikinci çalışında açıldı.
‘’Mert neredesin? Fuar bitti hala yoksun.’’
‘’Ekin, Sana birazdan konum atacağım oraya gelir misin?’’
‘’Tamam gelirim de sen iyi misin? Sesin kötü geliyor.’’
‘’Ben iyiyim de sen bir gel bence.’’
‘’Tamam geliyorum.’’ Mert, Meriç ile kaldığından beri yoktu. İmzanın geri kalanına yalnız başıma devam etmiştim. Şimdi ise sesi bir tuhaf geliyordu. Fuardan caddeye çıkmıştım. O sırada da konumu mesaj atmıştı. Telefonumdan konumu açtığımda aslında yürüyüş mesafesinde bir çay bahçesini gösteriyordu. Telefon elimde konumun gösterdiği yere kadar yürüdüm. Çay bahçesine ulaştım içeriye girdim etrafa göz gezdirdiğim de Çay bahçesinin bahçe kısmında gördüm Mert’i yanında ise kim vardı biliyor musunuz? Meriç...
Mert, beni görünce yanıma koştu geldi.
‘’Ekin!’’ dedi yanım gelip
‘’Mert ne yapmaya çalışıyorsun sen, onun yanında ne işi var?’’ Öfkeli miydim, mutlu muydum? Gerçekten bilmiyordum ama belli ki Mert’in kafasında planlar vardı.
‘’Ekin, şimdi beni iyi dinle, Meriç aslında kitabı okumuş ve buraya da seninle konuşmaya gelmiş bana her şeyi anlattı ama senin de duymanı isteyeceğim bir kaç şey var bunu seninle konuşmasını söyledim ve şu an seni bekliyor.’’
‘’Delirdin mi sen ne konuşması yıllar sonra gelmiş her şey bitmişken gelmiş ne konuşacak benimle ya?’’ Kafenin ortasında yükselmiştim insanlar bize bakıyordu. Mert ise önümde beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
‘’Ekin sakin ol sadece dinle lütfen hatırım için.’’ Pes etmiştim.
‘’Of Mert of!’’ Mert ise gülümseyerek bana cesaret vermeye çalışıyordu.
Telefonumu çantama attım. Sakinleşmek için derin bir nefes alarak Meriç’in masasına ilerledim o ise arkası dönük oturuyordu beni görmüyordu. Şimdi yüzleşme zamanıydı, geçmişim capcanlı karşımdaydı yıllarca aşık olduğum, sözde sevgilim olan adam şuan bana yabancıydı, oysa biz onunla neler yaşamıştık nelere göğüs germiştik bunların hiçbirini bilmiyordu belki de kitaptan öğrenmişti bilmiyorum. Ne kadar garip değil mi? Beş yıl önce öldürmüştüm bu adamı, cenazesini kendi ellerimle toprağa vermiştim. Kendi ellerimle sulamıştım toprağını gece gündüz demeden onun için gözyaşı dökmüştüm, kafayı yemiştim hastanelerde yatmıştım onca yıl ama ona hiçbir şey olmamıştı bunların hepsini kendi kafamda yaşamıştım. Ona hiçbir şey olmamıştı... Olan sadece bana olmuştu. Gelmiştim işte tam karşısındaydım. Benim geldiğimi fark ettiğinde ayağa kalktı. Bana elini uzattı.
‘’Hoş geldin Ekin.’’ Dedi bana uzattığı elini sıktım. Bana oturmam için işaret verdiğinde sandalyeyi çekip tam karşısına oturdum. Kafenin bahçesindeydik sol tarafım da deniz vardı. O ise tam karşımda...
‘’Bir şey içer misin?’’ dedi bana tekrar, ben ise gözlerim doluydu ama suratımdan anlayacağınız üzere nötrdüm ona karşı baya bildiğin nötr. Hiçbir şey hissetmiyordum ona karşı ama bir o kadar da nefret kusasım vardı ama onun da bir suçu yoktu ki beni sevmedi diye onu zorlayamazdım.
‘’Yok hayır içmeyeceğim. Benimle konuşmak istemişsin onun için geldim buraya ne konuşacaksan konuş gitmem gerekiyor.’’
‘’Ya Ekin yıllar sonra buluşmuşuz karşılığı bu mu yani.’’
‘’Ne yapmamı bekliyorsun?’’
‘’Ne bileyim konuşalım sonra Mert de gelir eskisi gibi dolaşırdık.’’
‘’Meriç sen iyi misin? Benim ne yaşadığımı bilmiyor musun gerçekten?’’ Duraksadı boğazını temizledi bu kez gerçekten konuya girecekti sanırım. Ben ise karşısında elleri bağlı denizi izleyerek oturuyordum. Konuşmaya başladığında ona döndüm kaşlarım çatık bir şekilde,
‘’Ekin... kitabını okudum. Orada ki her şey gerçek olamaz herhalde değil mi?’’ dedi elleri masanın üstündeydi bir şeyler anlatırken hareket ettiriyordu. Cevap vermedim o ise sessizliğimi evet anlamış olacak ki devam etti.
‘’Nasıl yani gerçek mi?’’
‘’Okuduğun her şey gerçek, şimdi diyeceksin ki, deli mi bu iyi ki hayır demişim teklifine...’’
‘’Hangi teklif..?’’ dedi durdu aklına gelmiş olacak ki devam etti.
‘’Ha şu teklif, Ekin, senin bu kadar kırıldığını bilseydim emin ol geri dönmek için elimden gelen her şeyi yapardım çünkü sen bana itiraf ettiğinde o zaman çocuktuk ve ne diyeceğimi bilemedim O sırlar arkadaştık sen öyle şeyler söyleyince kaçtım bu bilinmezlikten kaçtım çünkü korktum. Zaten bir süre sonra geçmişe bakıp düşündüğümde belki de olabilirdik. Geri dönmeye çalıştım ama dönemezdim çünkü o kabiliyeti kendimde bulamadım ama şu an düşünüyorum da kitaptakileri de göz önünde bulundurarak keşke diyorum keşke geri dönebilseydim de seni bu kadar acıyla baş başa bırakmasaydım. Üzgünüm Ekin, bu kadar kötü olabileceğin aklıma gelmemişti. Bu kadar sevildiğimi bilseydim emin ol geri dönerdim. Üzgün olmak gerçekleri değiştirmez ama ben böyle olsun istemezdim.’’
‘’Böyle olsun istemezdin öyle mi? Ya Meriç, sen beni o gün orada öylece bırakıp gittin ya bir daha da asla konuşmadın benimle, hayatına kastetmedim ki ben alt tarafı hislerimi açıkça söyledim. Ne var bunda, arkadaş kalamaz mıydık her şeye rağmen?’’
‘’Ekin haklısın, bak telafi edebilirim eğer izin verirsen bütün bu olanları telafi ederim.’’
‘’Hala telafi ederim diyorsun ya, neyi telafi edeceksin Meriç? Onca yılın telafisi olmaz, yaşadığım acıların telafisi olmaz anlamıyorsun.’’ İnanamıyorum ya telafi edecekmiş aradan kaç yıl geçmiş tam iyileştim diyorum tekrar başa dönüyoruz ya.
‘’Ekin...’’ dedi elini masada duran elime uzattığında elimi oradan çektim. O da elini yumruk yaptığında geri çekildi ve bir süre sessizlik oldu. Ben ise ağlamamak için kendimi zor tutuyordum bu kez üzüldüğümden değil de sinirlendiğim için ağlıyordum. Derin bir nefes alarak sessizliği bozacak konuşmasını yaptı.
‘’Ekin, bunları daha sonra sakin sakin konuşalım tamam mı? Belli ki beni görmek sana iyi gelmedi. Daha sonra eğer sen de istersen devam ederiz.’’ Ayağa kalktım.
‘’Bence de...’’ dedim. O da aynı şekilde ayağa kalktı elini uzattı.
‘’Görüşmek üzere Ekin’’ dediğinde uzattığı elini sıktım.
‘’Görüşürüz.’’ Dedim ve çantamı alıp oradan çıktım. Bu kez tutmak zorunda kaldığım gözyaşlarımı bırakmıştım. Ağlaya ağlaya sokak boyunca yürüyordum. Yıllardır görmediğim ama onu hep zihnimin bir köşesinde yaşattığım kişi, şimdi tam karşımdaydı bu kez hayal değildi, bu kez gerçekti hem de hiç olmadığı kadar canlıydı, karşımdaydı.
Ben sokak da ağlayarak yürürken bir anda yağmur başladı. Öylesine şiddetliydi ki gök gürlüyor, şimşekler çakıyordu. Sokakta ki insanlar sığınacak bir yer bulabilmek için kaçışıyorlardı. Ben ise sadece yağmurun altında yürüyordum. Sadece bir an durdum başımı kaldırıp gökyüzüne baktım yağmur yüzümü yalayıp geçerken kapattım gözlerimi aklımdan düşüncelerim sırasıyla geçerken gök gürlemesiyle buluşuyordu sanki... Sanki yağmur yağmıyordu da gökyüzü de benimle beraber ağlıyordu. Yağmur en son ne zaman böylesine güzel yağıyordu, en son ne zaman bu kadar ıslanmıştım altında, en son ne zaman böylesine üşüdüğümü hissetmiştim? Sahi ben en son ne zaman bu kadar ağlamıştım? Gün böylesine karardığında sahi en son ne zaman kalmıştım bir başıma?.. Meriç ile şimdiye kadar olanlar hayal ya da gerçek tüm bu olanlar aklımdan geçiyordu. Ya az önce olanlar da bir hayalse... Yeminle düşüncelerimden sıkılmıştım. Tam şuan da kaybolmak istiyordum, kaybolmak ve bir daha asla bulunmamak.
( Ertesi Gün...)
Telefonumun o can alıcı çalışıyla uyandım. Sabah olmuştu belki de öğlen, o kadar çok uyudum ki... Dün geceden sonra eve kendimi nasıl attım bilmiyordum aramalara bile geri dönmemiştim. Telefonun ekranını açtığımda gerçekten de öğlen olmuştu. Saat ise 12.15 idi. Aramalara girdim çünkü 2 cevapsız çağrı vardı. İkisi de Mert’e aitti. Tam ben onu arayacağım sırada onun beni aradığını gördüm. Yatakta doğrulup telefonu açıp kulağıma götürdüm. ‘’Alo!’’ dedim. Mert’in sesi endişeli geliyordu dün gece aramalarına geri dönmediğim için merak etmiş olmalıydı.
‘’Alo! Ekin Allah aşkına neredesin sen?’’
‘’Buradayım..’’
‘’Ciddi misin, şakanın sırası değil dün gece neler oldu Meriç ile ne konuştunuz sonrasında aradığımda neden açmadın?’’
‘’Mert, bunları konuşmak istemiyorum şuan lütfen zorlama.’’
‘’Peki o halde hazırlan beş dakikaya kapındayım.’’ Ne? Delirmiş herhalde noodle mıyım ben beş dakikada hazır olayım.
‘’NE! Neden, nereye gidiyoruz yine?’’
‘’Uzatma işte Ekin gelmek üzereyim hadi canım.’’ Dedi telefonu kapattı. Telefonun sinyal sesini duyduğumda sinirle telefonu kapattım. İçimden bir of çektim. Ne yapacaktım şimdi ben? Biraz daha yatakta uzandıktan sonra kalkıp hazırlandım. Dün gece yağmur yağmasına rağmen bugün aşırı sıcaktı. Zaten Temmuz ayında olduğumuz için sıcaklıklar gayet normal ama beni bayıyordu. Banyo da işimi hallettikten sonra dolabımın kapağını açtım. İçinden siyah şortumu aldım üzerine salaş duracak olan tişörtümü alıp hızla giyindim. Saçlarımı topuzdan açıp güzelce taradım ve öyle bıraktım hafif dalgalı ve sarı saçlarıma aynada bakarken yüzümün solgun olduğunu görmemle makyaj aynamın başına geçmem bir oldu gayet doğal bir makyaj yaptıktan sonra kendime gelmiştim. Spor beyaz ayakkabılarımı giydim çantamı ve telefonumu aldığım sırada korna sesi duydum. Hızla aşağıya inip kapıya çıktım Mert gelmişti. O da mavi kot şort giymişti üstünde de beyaz salaş bir gömleği vardı.
‘’Mert, ne çabuk geldin.’’ Evin kapısını kilitleyip anahtarları çantama attığım sırada arabadan inmişti ben de yanına gittim sarıldık.
‘’Yaklaştığımda aradım seni ondandır. Hadi atla gidiyoruz.’’ Kapıyı açıp benim arabaya binmemi sağladı. Kapıyı kapattığında o da şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı.
‘’Kaçırıyorum seni.’’ Dedi ve güldü.
‘’Ya doğruyu söyle, nereye gidiyoruz.’’
‘’Sen böyle her şeyi soracak mısın? Sana sürpriz de yapılmaz böyle.’’ Tekrar gülüştüğümüzde ısrarlarıma dayanamayıp en sonunda söyledi.
‘’Tamam, tamam kahvaltıya gidiyoruz. Burada çok meşhur bir kahvaltıcı var seni oraya götürüyorum.’’
‘’Gidelim bakalım meşhur kahvaltıcına..’’ yol boyu şarkı dinlemek dışında bir şey konuşmadık ve sonunda o meşhur yere geldik. Gerçekten de meşhurluk sebebi etrafının çiçeklerle kaplı olması sanırım çünkü güller, menekşeler, sümbüllerle kaplı bir mekandı. Biz bahçesine geçtik bu sıcakta içeride oturmak delilik olurdu herhalde daha sonra garson meniyi getirdiğinde Mert ikimize de serpme kahvaltı söyledi.
‘’Serpme kahvaltı dururken diğerlerine gerek yok diye düşündüm Ekinciğim.’’ Allah Allah! Neler oluyor bu çocuğa bugün onu uzun zamandır böyle görmemiştim gerçi ben kendi kafamın içinde kimseyi görmüyordum şimdiye kadar. O ise gerçekten bugün hem enerjik hem de çok mutluydu dayanamayıp sordum.
‘’Hayırdır, seni bugün pek bir neşeli gördüm.’’ Üzerini düzeltip dikkatini bana verdi.
‘’Öyle mi? Hiç farkında değilim.’’ Gerçekten çok heyecanlıydı. Gülüp manzarayı seyrettiğim sırada yanımıza elinde çiçek sepetiyle bir teyze yaklaştı.
‘’Abim alsana güzel ablama bir gül.’’ Teyze roman diliyle konuşuyordu. Bir çiçeklere bir Mert2e bakıyordum. Mert ise bana baktığında gülümsedi ve;
‘’Alayım tabi ablam ver oradan bana bir gül.’’ Kadın bir tane gül uzattı Mert gülü alıp parasını ödedi. Teyze ise bize dua ediyordu.
‘’Allah sizi birbirinize kavuşturur inşallah pek yakışıyorsunuz.’’ Dedi ve yanımızdan ayrıldı. Mert ile birbirimize bakıp utançtan kızarmıştık resmen
‘’Buyurunuz efendim gülünüz. ‘’ Gülü elime aldığımda önce kokladım sonra teşekkür ettim.
‘’Teşekkür ederim efendim.’’ Dedim ve gülüştük.
‘’Ya Ekin, bütün evren seferber olmuş sanki baksana sanki herkes senin güllere dayanamadığını biliyor gibi burada bile karşımıza çıkardı.’’
‘’Evet galiba...’’ Gülümü bir kez daha koklayıp masanın kenarına koydum. O sırada kahvaltımız geldi. Garson tek tek kahvaltıyı masaya koydu. Zeytinler, peynirler, domates, salatalık, bal, kaymak her şey vardı. Mert ise sanki çocuğunu besler gibi kızarmış ekmeğe bal kaymak sürüp bana uzatıyordu. Elimi uzatıp aldığımda geri çekti.
‘’Hayır ben yedireceğim.’’ Dedi güldüm. Ağzımı açıp bir ısırık aldım. Sonra geri kalanını elime alı kendim yedim.
‘’Ya Mert, ben çocuk muyum? Kendim de yiyebilirim.’’
‘’Öyle mi Ekin Hanım? Olmaz senin iyileşmeni ve ünlü bir yazar olup nasıl kadere karşı koyduğunu kutluyoruz gibi düşün.’’ Dedi ve göz kırptı. Biz kahvaltımıza devam ettiğimiz de içeriye canlı müzik ekibi girdi ve romantik bir şeyler çalmaya başladılar etrafımızda ki insanlar müziğin ritminde birbirlerini dansa kaldırırlarken biz kahvaltımıza devam ediyorduk. Sonra birden Mert ayağa kalkıp yanıma geldi elini uzattı ve dedi ki;
‘’Bu dansı bana lütfeder misiniz hanımefendi’’ O kadar heyecanlanmıştım ki kalbim çıkacakmış gibi atıyordu.
‘’Tabii ki ederim beyefendi.’’ Elini tutup diğer dans eden çiftlerin yanına gittik ve dans etmeye başladık. Şarkının sözleri aynı şöyleydi;
‘’Hiç ummazdım oldu Sonbaharda hediye gibi geldin Hoş geldin.’’ Sezen Aksu’nun Hoş geldin şarkısıydı bu ve şu şekilde devam ediyordu tabi bizde dansa devam ediyorduk.
‘’Seyirlik değil, ömürlük olsun Dilerim bu defa bu son olsun, Seyirlik değil ömürlük olsun Bir yastıkta nasip olsun.’’ Biz dansa devam ederken, Mert ellerini bıraktı ve Şortunun cebinden küçük bir kutu çıkarıp yere çömeldiğinde kalbim hızla atmaya başladı. Neler oluyordu şuan?
‘’Mert, ne yapıyorsun kalksana?’’ şaşkınlıktan ne diyeceğimi de bilmiyordum ama Mert çok iyi biliyordu. Kutuyu bana uzattı ve bir eliyle kutuyu tutarken diğer eliyle de kutunun kapağını açtığında ellerimle ağzımı kapattım şok oldum. Elim ayağım her yerim heyecandan titriyordu.
‘’Sen Ekin ATAHAN, en başından beri sana deli gibi atan yüreğimin sesini duy artık duy ki bu yola birlikte el ele baş koyalım. Duy ki bir ömür boyu yanında olayım. Senin bütün ömrüne talibim. Benim güzel gözlü güzel huylu, akşam gözlüm benimle bu yolda el ele yürümeye ve birlikte yaşlanmaya var mısın, benimle evlenir misin?’’ Şaşkınlıktan mıh gibi çakılmıştım olduğum yere şarkı ise tam uymuştu ortama, şarkı şöyle devam etti.
‘’Gel, koynuma, gel Oynuma gel, Akşam gözlü esmer...’’ Etrafımızda ki herkes durmuş bize bakıyorlardı. Herkes benden bir cevap bekliyordu özellikle de elinde tektaş yüzükle bekleyen Mert. Ne istiyorsun Ekin diye soruyordum şimdi kendime içimde ki dünyaya dönmüştüm ve etrafımda ki herkes donmuştu zaman donmuştu sanki, orada sadece ben ve Mert vardı ne yapmak istiyordum? Kalbim ruhum ne istiyordu en önemlisi ben artık ne istiyordum? Soruların ardından ilk defa şu cevap çıktı ağzımdan
‘’Evet!!’’ Dedim. Etraftakiler alkışlarken Mert yüzüğü parmağıma takıp bana kocaman sarıldı ve döndürdü.
Mert’e evet dedim bir an bile daha fazla düşünmeden, bir an bile geleceğimi ya da evvelimi düşünmeden çünkü artık düşünerek kendimi daha fazla heba etmeyecektim. Hem kendimi hem de benim için çırpınan ve beni bu dünyada gerçekten çok sevmiş birini, Mert’i... Artık daha fazla bekletemezdim. Çünkü zaman içinde onu da kendimi de görmüştüm. Mert gerçekten iyi biriydi en başta da beni çok seviyordu. Zaten sevmeseydi benim o bütün deliliklerime bir an bile katlanmaz giderdi. Ailem bile daha fazla dayanamayıp gitmişken o burada benimle kaldı. Mutluluğu en çok o hak ediyordu.
O kadar mutluydum ki... Ben Ekin ATAHAN, hayatım bir savaştı bu savaşın tek bir kazananı olmalıydı o da ben olmuştum. Ben her şeye rağmen yılmadan, yıkılmadan tüm gücümle savaşmış ve galip gelmiştim. Şimdi elini sımsıkı tuttuğum adamla yeni bir yola çıkmıştık bu kez yolumuz çiçeklerle doluydu, mutlulukla doluydu eskiden geçtiğim yollara bu kez hiç benzemiyordu. Onlarda hep gözyaşı, hep hüzün vardı ama bu kez mutluluk vardı gerçek olan her şey vardı aşk vardı, sevgi vardı. Artık hayaller yoktu, gerçekler vardı.
GERÇEKLER!..
...
..
. Ben Ekin Atahan, bu uzun yolculuğumuzda bana eşlik ettiğiniz için benimle bu yolda hem gülüp hem ağladığınız için bazense hayallere kapıldığımızda, hastalıkta, sağlıkta, |
0% |