@pinar_0000
|
“Bir daha hiç ayrılmayalım. Ayrılırsak adına intihar desinler.”
(1 hafta sonra...)
Aradan koskoca bir hafta geçti. Meriç artık asıl olması gereken yere, benim yanıma geri dönüyordu. Annesinin işleri sebebiyle maalesef ki annesi; abisi ve ablası ile beraber İstanbul’da kalacaklardı. Meriç ise burada Kastamonu’da bir evleri vardı zaten orada kalacaktı. Tek başına... Bugün ise günlerden cumartesi sabah saat 09.30 sularında otobüsü otogara gelmiş olacaktı ki bende onu otogarda karşılayacağım. Yine anneme haber vermeden evden çıktım. En az yarım saat önce çıktım. Otogar yakın aslında ama ben erken gitmek istedim. Eğer otobüs erken gelirse ben de yetişemezsem çok üzülürüm.
Yaklaşık 10-15 dakika sonra otogara geldim. Birazdan otobüs burada olur yine her zaman ki gibi heyecanlıydım. Bu kez onu bir daha geri göndermemek adına bekliyordum onu alıp götürecek ve bir daha buraya geri getirmeyecektim. Ayakta beklememek için burada bulduğum bir banka oturdum. Telefonumu kontrol ettim mesaj var mı yok mu, saat kaç? Diye. Saat neredeyse dokuz buçuğa geliyordu artık gelmek üzeredir. Aramak isterdim ama en son mesajlaşırken şarjının bittiğini ve şarj aletini almayı unuttuğunu söylemişti o yüzden ne arayabiliyorum ne de bir mesaj atabiliyordum. Oturdum öylece bir bankta onun gelmesini bekliyordum. Evet yine ben bekliyorum onu olsun bu bekleyişlerin sonu hep mutlu biter, bitmeliydi de.
İşte bir otobüs otogara yaklaşıyor. Yine üzerinde İstanbul/Kastamonu yazıyor. Aslında olayların bundan sonraki kısmı aynı şekilde işledi. Yine birbirimizi gördüğümüz an bir duraklamalar, bir bakışmalar, koşarak gelip sarılmalar. Vs. Vs. Beraber bir taksiye atlayıp onun evine gittik önce.
Taksiden indik bavulunu aldık. Ve el ele tutuştuk ve evine doğru yürüdük. Meriç kapıyı açtı. İçeriye girdik. Sonra Bavulunu kenara koyup salona geçti. Ben de peşinden salona geçtim.
“Yol boyunca o kadar çok yoruldum ki bir de üstüne üstlük telefonun şarjı bitti. Senle konuşamıyorum, senden haber alamıyorum. Vakitte geçmek bilmedi sanki git git aynı yol.” Sinirli sinirli söylenirken yanına oturdum sakinleştirmek ister gibi elini tuttum.
“Sakin ol sevgilim bak sonunda yanımdasın, buradasın sağ salim geldin ya buna da şükür alırız bir şarj aleti biter gider. Yorgunsan yat dinlen ben de evden haber vermeden çıktım bizimkiler benim yokluğumu fark etmeden gidiyim ben olur mu? Nasılsa hep buradasın artık.” Tam kalktım gidiyordum ki. Arkamdan elimi yakaladı beni kendine çekti bana uzun uzun baktı gözlerime dudaklarını araladı ve tek bir kelime çıktı dudaklarından.
“Gitme..!” O kadar çok istiyordum ki ben de kalmayı ama yapamazdım şimdi olmazdı.
“Olmaz... yani gitmem lazım. Nedenini sen de çok iyi biliyorsun Meriç.”
“Peki şöyle yapalım. Yarın Pazar ya yeni bir film çıkmış vizyonda onu seyretmeye gidelim. Sende bir arkadaşınla buluşacağım diye çıkarsın olmaz mı?”
“Bilemedim ki şimdi. Ama çıkmaya çalışırım haberleşiriz nasıl olsa.”
“Tamam o zaman bırakayım mı seni eve kadar?”
“Hayır hayır yakın zaten ben giderim kendim ama sende dikkat et kendine uyu güzelce tamamı? Bu arada telefonunu nasıl açacaksın?”
“Bu evde bi yerde yedek bir şarj aleti olacaktı onu bulur açarım sen merak etme akşam konuşuruz.”
“Tamam canım hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz sevgilim.” Montumu üzerime geçirdim. Ayakkabılarımı da giyip Meriç’e öpücük yollayıp evden çıktım. Evimizin arası aşağı yukarı 30 dakika kadar bir mesafedeydi bu kez yürümedim eve yetişebilmek için dolmuşa bindim. Eve vardığım da ise kapıyı ses çıkartmadan açtım. Mutfakta çatal kaşık sesleri geliyordu büyük ihtimal annem kahvaltıyı hazırlıyordu. Montumu, ayakkabılarımı hızla ve ses yapmadan çıkarıp parmak uçlarında odama doğru ilerliyordum. Bir an yukarıdan bir tıkırtı geldi merdivenin altına saklandım. Babam uyanmış aşağıya iniyordu. Mutfağa yöneldi onların seslerini duyabiliyordum.
“Günaydın aşkım.”
“Günaydın... erkencisin bakıyorum da”
“Bugün hafta sonu ya erken kalkıyım dedim. Bizim kızlar daha kalkmadı mı?”
“Yok... uyuyorlar hâlâ kahvaltıyı hazırlayayım uyandırmaya gideceğim şimdi.”
Benim hemen buradan çıkıp odama gitmem ve üzerime pijamamı giyip yatmam lazımdı. Bir kez daha saklandığım yerden çıkıp sessizce çıktım merdivenleri hemen odama girip üzerimi değiştirdim ve yatağa yattım.
Yattıktan iki dakika kadar sonra annem beni uyandırmak için yanıma geldi. Bir yandan perdeleri açıyor bir yandan bana sesleniyordu.
“Hadi bakalım sabah oldu kalkma vakti!”
“Anne birazcık daha uyusam?” Çünkü Meriç ile buluşacağım diye hem erken kalmıştım, hemde dün gece onunla konuşuyoruz diye geç yatmıştım.
“Olmaz hadi kalk kahvaltı hazır öğlen oldu neredeyse ben kardeşini kaldırmaya gidiyorum.” Odadan çıktı. Birazcık yatıp telefonumu elime aldım Meriç’ten hâlâ mesaj yoktu. Can sıkıntısıyla kalktım. Banyoya gittim elimi yüzümü yıkadım. Sonra odama gelip üzerimi değiştirdim. Üstüme turuncu kazağımı altına da siyah pantolonumu ve panduflarımı giydim. Bunları çok seviyorum Panduflarımı. Kübra’nın bana hediyesiydi. Yılbaşında birbirimize hediye almıştık. Ben ona okuma kitabı hediye etmiştim. O da bana Panduf hediye etmişti. Onları da giyip kahvaltıya indim.
“Günaydın herkese!”
“Günaydın.” Hep bir ağızdan bana karşılık vermişlerdi. Bugün çok mutluyum çünkü bugün Meriç ile sinemaya gidecektik. Galiba bu bizim ilk sinemaya beraber gidişimiz olacaktı. İnşallah güzel filmler vardır. Gerçi Meriç bana yeni bir film çıkmış falan dedi ama ben onun kadar takip etmiyorum sinema filmlerini sadece şöyle bir göz gezdiriyorum içime sinen bir şey var ise izliyordum.
( 2 saat sonra...)
Yaklaşık iki saatimi ailemle evde geçirdim. Sonra Meriç’in mesajıyla hazırlanıp evden çıkacaktım. Anneme arkadaşım çağırdı. Ödev yapacağız diye çıktım. Anneme yalan söylemek istemiyorum. İçime hep bir şey oturuyor bunu yapmak zorunda olduğum için rahatsız oluyordum ama yapacak bir şey yok. Montumu üzerime geçirdim. Botlarımı giydim çünkü ekim ayındayız ve dışarıda çok güzel kar yağıyordu. Kapıyı açtım. Evin bahçesinden çıktım. Bir de ne göreyim. Meriç! Evin önüne gelmiş. Beni gördü gülümsedi ve el salladı. Gülümsedim ama bir yandan da inşallah kimse görmemiştir diye de dualar ediyordum. Şimdi bir yakınım görse yanlış anlayabilirdi bu yüzden tedirgin oldum. Ama kar yağdığı için etrafta kimse yoktu sokak neredeyse bomboştu. Şanslıydık belkide bu güzel kar bizim şansımız olsun bugün.
Meriç’in yanına gittim. Karşı kaldırımdaydı. Sarıldık. Boynumu kokladı nefesini duydum. Özlemişiz birbirimizi aslında daha dün yanındaydım ama insan bazen yanındayken bile özlüyor.
“Eee Meriç bey beni bugün hangi filme götürüyorsunuz?” O sırada el ele tutuşmuş yürüyorduk.
“Çok güzel bir film çıkmış. Geçen fragmanını izledim. Çünkü herkes öve öve bitirememişti filmi. Sonu Birazcık acıklı ama olsun yinede güzel bir filme benziyor gidelim mi İster misin?”
“İsterim tabi ki madem sen bu filmi çok sevdin öyleyse gidelim ama bu filmin adı ne?”
“Delibal!”
“Hmm gidelim ve görelim bakalım.”
Cadde boyunca uzun uzun konuştuk. Mesela İstanbul’da yaptıklarını anlattı bana en son gitar kursuna gitmiş ve yeterince öğrendiğini düşünerek birde buraya geleceği için bırakmış kursu eğer gerek olursa burada da gitar kursuna katılacağını söyledi. Aslında hep o anlattı ben dinledim çok güzel bir hayatı var ama bir yanı hep eksik ara ara babasından bahsediyor beraber geçirdikleri güzel günleri, beraber yaptıkları puzzle varmış ama onu bitirememişler hem karmaşıkmış hemde nereden baksan bin parça falanmış. Babasıyla yarım bıraktığı puzzleı tamamlayamadan gelmiş. Hatta bana şey dedi “bir yanım hep eksik puzzle ım gibi” kötü bir duygu Allah kimseye yaşatmasın insanın babasını kaybetmesi kadar kötü başka ne olabilir ki bu yüzden sevdiklerinizin kıymetini bilin asla kırmayın kalplerini küsmeyin, ufacık bir şey yüzünden küsmeyin onlara... mesela yanından ayrılırken bile bu son görüşünüzmüş gibi sıkı sıkı sarılın ona çünkü bir gün gelir birisi onu alır aynı Meriç’in babasının ölüm nedeni gibi bir doktor hatası olabilir ya da bir trafik kazası... olur ya hayat bu ne zaman ne olacağı hiç belli olmaz. Bizim başımıza gelmez demeyin ön yargılı davranmayın. Gelir hem de öyle bir gelir ki işin içinden çıkamazsınız.
“İşte geldik ben biletleri alayım da artık izleyelim şu meşhur filmi.” Meriç biletlerimizi alıp mısır ve içecek almak için sinemanın küçük büfesine geldik. Beraber patlamış mısırlarımızı ve kollarımızı aldık. Üzerinde salon 3 yazılı olan sinemaya girdik. Filmimizin yani ilk filmimizin adı “Delibal” en arkada ortalarda bulunan koltuklarımıza geçtik. Film başlıyordu artık tam vaktinde yetişmişiz.
Filmde iki aşık var. Birbirlerini deliler gibi seviyorlar. Sonra evleniyorlar başta kızın babası evliliğe karşı çıkıyor kızda ısrar edince babası da “sen bu evliliği yaparsan beni unut diyor.” Evleniyorlar sonra eşi kızın babasına gidiyor onları barıştırmak için e nihayetinde kız babasıyla barışıyor neyse kız eşine bu arada delibal diyor. Önce annesini kaybediyor sonra eşi intihar ediyor kız yıkılıyor tabi.
Filmin son sahnesi ikimizi de ağlatmaya yetti. Son sahnede kızın eşi bir tane video hazırlamış ve orada veda ediyordu. Çok acıklıydı ya
Bir an döndüm Meriç’e baktım. O filmi izlerken ağlayarak dedim ki içimden “ben seni kaybedersem ne yaparım?” O da ağlıyordu beni fark etti bana baktı. Ağlarken yakalanmış gibi göz yaşlarını sildi önce, elini yüzüme götürdü gözyaşlarımı sildi. Sarıldık birbirimize şükrettik bir kez daha buradayız ve birbirimize sarılma imkanımız varken bunları yapabiliyoruz. O ağladı ben ağladım içimiz parça parça çıktık salondan film bitti. Evet ama bizim filmimiz ise yeni başlıyordu. Aklımıza gelebilecek ne varsa gerçekleştirelim istiyoruz. Bizim filmimiz de “mutlu sonsuz” olsun... |
0% |